BU YAZI HAKİKATEN OKUNMALI
ENGİN KÜLTÜR
Güzel Bir Hikaye
MODA'nın denize açılan sokaklarından birindeki küçücük eve girerken Türkiye
Cumhuriyeti'nin "özel" tarihinin bura da saklandığına hala
inanamıyordum...
Mustafa Kemal'in Kurtuluş Savaşı sırasındaki tabancası, Fikriye'nin intihar ederken kullandığı tabanca (inanılmaz küçüklükte bir tabanca bu, üzerine adının baş harfi işlen- miş), ölürken üzerinde bulunan beyaz geceliği, elinden hiç düşürmediği Nutuk ve sayfaları arasında Fikriye'nin verdiği solmuş bir gül, ilkokuldaki Kuran - ı Kerim'inin kılıfı, Salih Bozok'un intihar ettiği tabanca, ölüm raporu, Etnoğrafya Müzesi'ne geçici olarak defni hakkında tutanak, TBMM'nin taktığı nişan, günlüğü, telgrafları, kendi el yazısıyla nutku, ipek nar çiçeği rengindeki röpdeşanbırı, iki çift çorabı, de-vamlı içtiği bir kutu sigarası, pantalonunun kemeri, fotoğ-raflarından aşina olduğumuz o ünlü deri yeleği, dört ma-dalyası, binlerce fotoğraf ve Atatürk devriyle ilgili sayısız ve eşsiz yerli yabancı gazeteler...
Ser verip, sır vermeyen bir ev bu, evsahibi de öyle. Orta-lıkta Atatürk'e dair bir ize falan da rastlamıyorsunuz. Arka-lara doğru gittikçe birkaç fotoğraf o kadar. Sordukça bir şeyler muhafazalarından çıkıyor.
Mustafa Kemal'in Kurtuluş Savaşı sırasındaki tabancası, Fikriye'nin intihar ederken kullandığı tabanca (inanılmaz küçüklükte bir tabanca bu, üzerine adının baş harfi işlen- miş), ölürken üzerinde bulunan beyaz geceliği, elinden hiç düşürmediği Nutuk ve sayfaları arasında Fikriye'nin verdiği solmuş bir gül, ilkokuldaki Kuran - ı Kerim'inin kılıfı, Salih Bozok'un intihar ettiği tabanca, ölüm raporu, Etnoğrafya Müzesi'ne geçici olarak defni hakkında tutanak, TBMM'nin taktığı nişan, günlüğü, telgrafları, kendi el yazısıyla nutku, ipek nar çiçeği rengindeki röpdeşanbırı, iki çift çorabı, de-vamlı içtiği bir kutu sigarası, pantalonunun kemeri, fotoğ-raflarından aşina olduğumuz o ünlü deri yeleği, dört ma-dalyası, binlerce fotoğraf ve Atatürk devriyle ilgili sayısız ve eşsiz yerli yabancı gazeteler...
Ser verip, sır vermeyen bir ev bu, evsahibi de öyle. Orta-lıkta Atatürk'e dair bir ize falan da rastlamıyorsunuz. Arka-lara doğru gittikçe birkaç fotoğraf o kadar. Sordukça bir şeyler muhafazalarından çıkıyor.
Eriş Ülger bir mimar. Uzun yıllar üst düzey bürokratlık
yapmış, Almanya'da, İsviçre'de çalışmış. İki kızı var.
"Ben bir Atatürk arşivcisi olmayı değil fikir sahibi olmayı hedefledim. Bilgisiz fikir olmaz. Atatürk'le ilgili doğru bilgileri bulmaya çalıştım. Bu anlamda Atatürk yaşarken Avrupalı'nın ona nasıl baktığını da çok merak ettim. Avrupa'daki arşivleri araştırmaya başladığımda Avrupalı-ların onu 1916'da keşfettiğini anladım. Bir siyasi olarak değil, Jean Jacques Rousseau, Robespierre gibi bir düşü-nür olduğunu, bizim 1997'de göremediğimizi yani ümmeti ulus haline getireceğini görmüşlerdi" diyor Ülger.
Atatürk üzerine yedi kitap yazmış. Mütevazı bir bütçeyle 1953'den bu yana, bazen taksitlerle bir araya getirmiş bunları. Çok özel eşyaların bir kısmını Salih Bozok'un oğlu Cemil Bey, bir kısmını da Sabiha Gökçer hediye etmiş. Orijinal fotoğrafları Selahattin Giz'den ve Atatürk'ün askeri fotoğrafçısı Nedim Tengizman'dan almış. Ölüm ve defin tutanağını ise Atatürk'ün doktoru Mim Kemal Öke'nin eşi vermiş. Bu teslimlerin neredeyse tümü noter huzurunda gerçekleştirilmiş.
Eriş Ülger şimdiye değin ortaya hiç çıkarmadığı bu hazineyi sergilerken biraz mahçup sanki: "Bunlara sahip olmak değil, fikrine sahip olmak önemli benim için. Ayrıca bunların yerinin evim ve elim değil halkın rahatlıkla ulaşabileceği bir yer olduğunu düşünüyorum."
"Ben bir Atatürk arşivcisi olmayı değil fikir sahibi olmayı hedefledim. Bilgisiz fikir olmaz. Atatürk'le ilgili doğru bilgileri bulmaya çalıştım. Bu anlamda Atatürk yaşarken Avrupalı'nın ona nasıl baktığını da çok merak ettim. Avrupa'daki arşivleri araştırmaya başladığımda Avrupalı-ların onu 1916'da keşfettiğini anladım. Bir siyasi olarak değil, Jean Jacques Rousseau, Robespierre gibi bir düşü-nür olduğunu, bizim 1997'de göremediğimizi yani ümmeti ulus haline getireceğini görmüşlerdi" diyor Ülger.
Atatürk üzerine yedi kitap yazmış. Mütevazı bir bütçeyle 1953'den bu yana, bazen taksitlerle bir araya getirmiş bunları. Çok özel eşyaların bir kısmını Salih Bozok'un oğlu Cemil Bey, bir kısmını da Sabiha Gökçer hediye etmiş. Orijinal fotoğrafları Selahattin Giz'den ve Atatürk'ün askeri fotoğrafçısı Nedim Tengizman'dan almış. Ölüm ve defin tutanağını ise Atatürk'ün doktoru Mim Kemal Öke'nin eşi vermiş. Bu teslimlerin neredeyse tümü noter huzurunda gerçekleştirilmiş.
Eriş Ülger şimdiye değin ortaya hiç çıkarmadığı bu hazineyi sergilerken biraz mahçup sanki: "Bunlara sahip olmak değil, fikrine sahip olmak önemli benim için. Ayrıca bunların yerinin evim ve elim değil halkın rahatlıkla ulaşabileceği bir yer olduğunu düşünüyorum."
Mustafa Kemal'in tüm kararlarını yalnız aldığına ve hiçbir
zaman yardımcısının olmadığına dikkat çeken Ülger, onun çok yalnız bir adam
olduğuna inanıyor. Kadınlarla ilişkisi-nin ve çapkınlığının ise abartıldığını
savunuyor. Ülger'in araştırmaları sonucu vardığı sonuç, Atatürk'le
Latife Hanım'ın hiçbir zaman bir ruh ve fikir birliği içinde olmadıkları,
Ata'nın ruh ve fikir birliğini Fikriye Hanım'la yaşadığı.
"Latife Hanım, Ata'nın çamaşırını bile
yıkamamıştır.
İçki içmesine mani olmaya çalışmıştır, bazen tercümanlığı-nı
yapmış, protokolde yerini almıştır. Ama asla Mustafa Kemal'e nüfuz edememiştir,
aralarında hep ciddi bir mesa-fe olmuştur. Latife Hanım huysuz bir kadındı.
Mutfağa inip ahçıbaşıyla zeytinyağını fazla koydu diye bile kavga eder-miş. O
ve Fikriye kıyaslanamaz. Fikriye, Mustafa Kemal'in fikir dostu olmuştur,
çamaşırlarını da yıkamıştır, onu koru-maya da çalışmıştır. Atatürk'ün de onu
sevdiğini ve koru-maya çalıştığını 1921'de Rafet Paşa'ya çektiği bir
telgraf-tan rahatlıkla anlıyoruz.
Bu telgrafta `Yunanlılar yaklaşıyor. Fikriye Hanım'ı, Ruşen
ve Salih beylerin hanımlarını alıp Kayseri'ye doğru yola çıkın. Bu yolculukta
Fikriye'yi altı asker korusun' deniyor.
Atatürk nutuklarından ve kahramanlık türkülerinden hiç hoşlanmayan Ülger, "Türkiye boyutlarını tespit edeceği bir kararı vermek zorunda. Niçin yaptı, neden yaptı, nasıl yap-tı. Bu iş söylevlerle, heykellerle olmaz" diyor.
Eriş Ülger, Atatürk'le ilgili birçok tüyo verdi, ben de size onunla ilgili bir tüyo vereyim: 10 Kasım 1953'de Atatürk Anıtkabir'e taşınırken gençliğe hitabını okuyan çocukmuş.
Bir anısı
Atatürk'le ilgili o kadar az şey biliniyor ki, bir tane özel anısını merak ediyorum: "Yıl 1932. Çankaya. Atatürk'ün sofrası. Ruşen Eşref, Salih Bey, Falih Rıfkı Atay, Recep Zühtü ve birkaç bilim adamı. Gecenin ilerlemiş saatlerinde Mustafa Kemal döner ve Salih Bozok'a sorar:
- Yarın günlerden ne?
- Cuma efendim.
- Peki Hacı Bayram Camii'nde cuma vaazını kim verecek?
- Bilmiyorum efendim.
- Çocuk, git yarın vaaz verecek hocayı al gel.
Atatürk nutuklarından ve kahramanlık türkülerinden hiç hoşlanmayan Ülger, "Türkiye boyutlarını tespit edeceği bir kararı vermek zorunda. Niçin yaptı, neden yaptı, nasıl yap-tı. Bu iş söylevlerle, heykellerle olmaz" diyor.
Eriş Ülger, Atatürk'le ilgili birçok tüyo verdi, ben de size onunla ilgili bir tüyo vereyim: 10 Kasım 1953'de Atatürk Anıtkabir'e taşınırken gençliğe hitabını okuyan çocukmuş.
Bir anısı
Atatürk'le ilgili o kadar az şey biliniyor ki, bir tane özel anısını merak ediyorum: "Yıl 1932. Çankaya. Atatürk'ün sofrası. Ruşen Eşref, Salih Bey, Falih Rıfkı Atay, Recep Zühtü ve birkaç bilim adamı. Gecenin ilerlemiş saatlerinde Mustafa Kemal döner ve Salih Bozok'a sorar:
- Yarın günlerden ne?
- Cuma efendim.
- Peki Hacı Bayram Camii'nde cuma vaazını kim verecek?
- Bilmiyorum efendim.
- Çocuk, git yarın vaaz verecek hocayı al gel.
Bu gece soframıza misafir olsun. Mevsim kıştır.
Salih Bey kısa bir zaman sonra hocaefendiyle Çankaya'nın
kapısından girer ve Paşa'nın "bilim sofrasına" misafir olur.
Paşa kendisine portakal suyu ikram eder ve sohbet eder. Bir
ara sorar:
- Hocaefendi yarın cuma hutbesi vereceksiniz, halka ne anlatacaksınız?
- Günahtan sevaptan bahsedeceğim.
- Başka ne anlatacaksınız?
- Allahtan, peygamberden bahsedeceğim.
- Güzel, daha ne anlatacaksınız?
- Cennetten cehennemden bahsedeceğim.
- Hocaefendi yarın cuma hutbesi vereceksiniz, halka ne anlatacaksınız?
- Günahtan sevaptan bahsedeceğim.
- Başka ne anlatacaksınız?
- Allahtan, peygamberden bahsedeceğim.
- Güzel, daha ne anlatacaksınız?
- Cennetten cehennemden bahsedeceğim.
Bunun üzerine Mustafa Kemal şöyle der:
- Hocaefendi, binlerce şehidin kanıyla sulanan bu toprak-lar üzerinde hürriyet ve bağımsızlığımıza hangi imkansız-lıklar içinde kavuştuğumuzu, devrimleri, okkanın gidip kilo-nun, arşının gidip metrenin geldiğini, zeki ve çalışkan Türk ulusumuza siz anlatmayacaksınız da kim anlatacak?
- Hocaefendi, binlerce şehidin kanıyla sulanan bu toprak-lar üzerinde hürriyet ve bağımsızlığımıza hangi imkansız-lıklar içinde kavuştuğumuzu, devrimleri, okkanın gidip kilo-nun, arşının gidip metrenin geldiğini, zeki ve çalışkan Türk ulusumuza siz anlatmayacaksınız da kim anlatacak?
Hocaefendi mahçuptur. Paşa, Salih ve Ruşen Bey'e döner.
- `Hocaefendi bu gece bizim misafirimiz olsun. Kendisini devrimlerimiz hakkında irşad edin. Yarın Hacı Bayram Camii'nde devrimlerimiz hakkında hutbe verecek' der.
Hocaefendiye bir de yeni kıyafet dikilir."
- `Hocaefendi bu gece bizim misafirimiz olsun. Kendisini devrimlerimiz hakkında irşad edin. Yarın Hacı Bayram Camii'nde devrimlerimiz hakkında hutbe verecek' der.
Hocaefendiye bir de yeni kıyafet dikilir."
O cuma devrimler konusunda Ankaralıları aydınlatan
hocaefendinin o günkü fotoğrafı da bugün Eriş Ülger'in arşivinde yerini
almış, Ülger, İslam dinine en büyük hiz-meti Atatürk'ün verdiğine inanıyor
ve "600 sene padişah-ın, 300 senede halifenin kulu olan toplum, Allah'ın
kulu yapılıyor. Bundan daha büyük hizmet olur mu?" diyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder