24 Mart 2016 Perşembe

YETER GAYRI YUMMA GÖZÜN KÖR GİBİ!., NACİ AKIN

YETER GAYRI YUMMA GÖZÜN KÖR GİBİ!
NACİ AKIN
21 Mart 1973, bir nevruz günü yitirdik halk şiirinin, aşık edebiyatının son ustalarından Veysel'i. Tam 43 yıl olmuş ama eserleri bugün bile hala yol göstermeye devam ediyor topluma. "Kim okurdu, kim yazardı, Bu düğümü kim çözerdi, Koyun kurt ile gezerdi, Fikir başka, başka olmasa". Adeta demokrasi dersi, farklı fikirlere saygı duyma, tahammül edebilme dersi. Neşet Ertaş'ı da ebedi aleme uğurladıktan sonra artık Veysel gibi içinde vatan, millet, insan ve doğa sevgisinden başka bir şey taşımayan, siyasete, ideolojiye, mezhepçiliğe bulaşmadan sadece halk için ve halka yol göstermek için okuyan, yazan da kalmadı.21 Mart günü bir taraftan Nevruz gerginliği yaşanırken, diğer taraftan da televizyonlar Veysel'i anıyorlardı. Birçok dizelerinin yanında başlığıma taşıdığım şiiri ne güzel de uyuyor bugüne: Yeter Gayrı Yumma Gözün Kör Gibi.
Diyarbakır, Suruç, Ankara, İstanbul, Paris derken bugün Brüksel'de art arda bombalar patladı. Çok sayıda ölü ve yaralı var, teröre göz yumanların bir gün kendilerinin de terörün hedefi haline gelebilecekleri göz ardı edilmemelidir. Uzmanlar, deneyimli eski diplomatlar 3. Dünya savaşının başladığını söylüyorlar. Bu savaş öyle tankla, topla, atom bombasıyla olmayacak, terörle olacak deniliyor. Türkiye bu savaşın neresinde? Tam da göbeğinde hatta hedefinde. Etrafımız bu savaşın aktörleriyle kuşatılmış, komşularımız arasında tek dostumuz kalmamış. Biz hala egomuzu şişirmeye devam ediyoruz. Yeter artık yumma gözün kör gibi.
Ankara katliamının acısı soğumadan Cumartesi günü İstanbul'un göbeğinde, İstiklal caddesinde bomba yine patladı. Canlı bomba, elini kolunu sallaya, sallaya iki defa Adıyaman'dan İstanbul'a gelmiş, keşif yapmış, eylemini planlamış; arayan, soran yok. Olayın ardından Başbakan Yardımcısı açıklama yapıyor: "Ölen vatandaşlarımıza Allahtan rahmet diliyorum". Yahu! Ölenlerin arasında senin vatandaşın yok ki, üçü İsrailli biri İranlı. Bir diğer Bakan mikrofonun karşısına geçmiş saldırının sorumlusu PKK'dır diyor. Sonra yetkililer açıklıyorlar sorumlu IŞİD. PKK'ya lanet olsun ama niçin aklınıza IŞİD denilen cinayet örgütü gelmiyor? Niye hala IŞİD vahşi bir cinayet örgütüdür diyemiyorsunuz? Allah için bu nasıl devlet yönetimi, bari mikrofon karşısına çıkarken doğru dürüst bilgi alın da konuşun. Yeter gayrı yumma gözün kör gibi.
Dün gene Nusaybin'den beş şehit haberi geldi. Allahım sen ettiğimiz duaları kabul eyle dinsin artık bu kan. Nedir bu çektiğimiz çile? Yeter gayrı yumma gözün kör gibi.
"Muteber işadamı" Rıza Zarrab'ın İran'daki ortağı Zencani idama mahkum edildi. Bir haftadır da fısıltı gazetesinde Zarrab'ın malını mülkünü tasfiye ettiği haberleri vardı. Dün sabah ise Zarrab'ın ABD'de dolandırıcıların, kara para aklayıcılarının, mafyanın, vergi kaçıranların korkulu rüyası FBI Direktörü Diego Rodriguez tarafından Miami'de yakalandığı ve ABD'nin en güçlü savcısı Bharara'nın talebiyle tutuklandığı haberiyle uyandık. ABD'nin hukuk sistemini az çok bilirim, ellerinde yeterli kanıt, bilgi, belge olmadan kolay kolay kimseyi tutuklamazlar. Öyle Obama'nın, bakanların telkinlerine de kulak asmazlar. Yani Zarrab'ın işi zor, FBI'ın beyanı ise manidardır. Havuz medyası, yandaş basın ne yazacaktır acaba? Gördük ki; bu haberi görmezden gelmişler. Yeter gayrı yumma gözün kör gibi.
Sakın ola ki; görme engelli vatandaşlarımız üzerlerine alınmasın, sözüm onlara değil, gören körleredir. Aşık Veysel 7 yaşında Sivas'ın Sivrialan köyünde geçirdiği ağır bir hastalık nedeniyle görme duyusunu kaybetmişti. Köyünde okul çağındaki çocuklar, dere yatağından, çamurun içinden geçerek okula ulaşabiliyorlar ve akşam eve döndüklerinde pabuçlarındaki çamuru temizlemek de analarına düşüyordu. Oysa Veysel'in ayakkabılarında tek bir çamur izi bile olmazdı. Zira o görmeyen gözlerine rağmen hisseder ve kocaman taşların üzerine basarak ulaşırdı okula. Tokatlı merhum hafız Ömer Lütfü ile Demircili Hafız İsmail Ekincioğlu abilerimiz ve daha birçok ama dostumuz da görmeyen gözlerine rağmen herkesten iyi dünyayı görür sorunları herkesten iyi okuyup analiz edebilirlerdi.
Artık savaşın eşiğindeki dünyayı, yangın yerine, mülteci kampına dönmüş, kardeş kavgasından bizar olmuş ülkemizi düze çıkarmak için gözlerimizin açılması lazımdır. İktidar da muhalefet de kayıkçı kavgasını terk edip ülke meselelerine aynı gözlükle bakmalıdırlar. Bu ülkenin sorumlu bir iktidara ve sorumlu bir muhalefete ihtiyacı vardır. Toplum buna hazırdır özlemini çektiği günleri beklemektedir. Bizim mücadelemiz de bunun içindir. Başlattığımız DP taban hareketi bunun bir tezahürüdür sadece. Bu hareketin öncüsü, lideri, finansörü yoktur. Tek amacımız ülkemizi yeniden yaşanabilir bir ülke haline getirebilecek, kardeş kavgasına son verecek, huzuru, barışı, dostluğu, ayrıştırıcı değil kucaklayıcı bir milliyetçilik anlayışını, adaleti, demokrasiyi devlet yönetiminde egemen kılacak merkez sağı iktidara taşıyabilmektir. Yüreği yeten, korkmayan, gönlünde vatan sevgisi olan, hukuku ve adaleti şiar edinmiş, özgürlük ve demokrasiyi içselleştirmiş, devlet umuru görmüş, ülkeyi yönetme kabiliyeti ve becerisi olan, toplumun benimseyebileceği, bütün lider adaylarına kapımız açıktır.
Veysel'in "bu düğümü kim çözecek?" dediği gibi biz de arayışımızı sürdürüyor, çığ gibi büyüyoruz. Yaktığımız çoban ateşine 26 Martta bir odun da Samsun'da atacağız. Allah'ın izniyle bu düğüm çözülecek ülkemiz yeniden aydınlık günlere kavuşacaktır.
Kalın sağlıcakla.

16 Mart 2016 Çarşamba

ULUS BİLİNCİ OLMAZSA… Nusret KEBAPÇI, Gazeteci-Araştırmacı, Yazar

NUSRET KEBAPÇI
ULUS BİLİNCİ OLMAZSA!…
Nusret KEBAPÇI
Hepimizin bildiği gibi Ankara’da patlayan son bomba olayını da sayarsanız bu bir yıl içinde ülkede patlayan 6. bomba oluyor…
Ve her bomba olayından sonra yaşananlar da giderek alışıldık hale gelmeye başlıyor…
Önce çok sert tepkiler, haykırmalar yaşanıyor…
Sonra da terörün yaşandığı yere çiçek koyma, saygı duruşu veya zaman zaman atıldığı gibi kahrolsun terör sloganı her zamanki yerini alıyor
Peki sizce sosyal medyada olup bitenlerde dahil olmak üzere toplum olarak terörün amacını…
Hedefin ne olduğunu gerçekten sorguluyor muyuz?
Bence hayır
Genel bir teröre hayır kampanyasından daha ötesine ne yazık ki geçilemiyor…
Durum böyle olunca ne buna yol açan politikalar tartışma konusu yapılıyor…
Ne de gereken önlemleri almayıp istihbarat zaafı yaratan yetkililer…
Aslına bakarsanız bizde böyle bir anlayış var, herhangi bir kurumda hatta bir okulda öğrencinin burnu kanasa bile sorumlular aranırken…
Yaşanan 6 bomba olayıyla ilgili olarak ne sorumlu kişi bulunuyor…
Ne de güvenlik zafiyeti.
Hafızamızın zayıflığını çok iyi bildiklerinden olsa gerek hiç kimse yapılanlardan çıkarılması gereken dersle falan ilgilenmiyor…
Genelde de olay çoğu zaman olduğu gibi unutulmaya terk ediliveriyor…
Aslında şunu baştan söylemek gerekiyor, öyle kendiliğinden birileri akıllarına estiği için falan terör yapmaz…
Yapamaz…
Çünkü bilinir ki tüm terör örgütlerinin büyük devletlerin gizli servisleriyle doğrudan olmasa bile dolaylı ilişkileri vardır.
İşte terör…
Bu büyük devletlerin politikalarına karşı durmaya çalışan…
Veya onun istediği gibi davranmayan…
Sözünü dinlemeyen devletlere mesaj vermek amacıyla yapılır…
Hem bu tür olaylarda teröristin kimliğinin çok fazla bir önemi de yoktur…
Çünkü…
İlgili istihbarat örgütleri, eylem yapılması düşünülen ülkeye ya da yöneticilerinin siyasi görüşüne göre değişik birçok örgütü görevlendirebilir…
Bu nedenle teröristin kimliği de toplumu yanıltmak veya farklı bir algı yaratmak için pekala kullanılabilir…
İşte sözün tam burasında tamam da bizde neden patladı diye sorabilirsiniz?
Belki pek çok neden de sayılabilir ama bence asıl neden…
Mevcut hükümetin uyguladığı yanlış ve mezhepçi politikalardır denilebilir…
İsterseniz konuya şöyle yaklaşalım…
2002 yılında neredeyse sıfıra inmiş bir terör ve eylem yapamaz hale gelen örgütünü…
Tekrar
“Birlik, barış, kardeşlik…”
“Açılım…”
“Çözüm süreci “adı altında kim palazlandırdı?
Güç toplamasına hizmet etti…
Askerin, polisin elini kolunu bağladı…
Peki, biz şimdi uzaklardan PYD’yi top ateşine tutuyoruz ya…
Sahi; liderleriyle yakın zaman kadar görüşen…
Ağırlayan…
Fikir alıverişinde bulunan kimdi?
Herhalde aksakallı dede değil.
Peki;
Ya üslere doldurduğumuz ABD askerlerine ne demeli…
Daha gelir gelmez üstelik çok net olarak…
“PYD’ ye daha yakından yardım etmek için geldiklerini” en yetkililerinin ağzından bile söylemediler mi?
Doğrusunu isterseniz bu kadar yanlışlığın içinde olunmasının ancak bir nedeni bulunmaktadır…
O da bizi yönetenlerin Türkiye’nin genel çıkarlarını savunabilecek ulus bilincini taşımadıkları…
Demek istediğim…
Eğer kafanızda…
Ulus diye bir kavram…
Ulusal bir bakış açısı bulunmazsa…
Her ne yaparsanız yapın…
Farkında olmadan varacağınız yer emperyalizmin piyonu olmaktan daha ötede bir yer olmayacaktır…
***
15–03–2016
Nusret KEBAPÇI

14 Mart 2016 Pazartesi

ADALETİN BATSIN AKP., Rifat SERDAROĞLU

ADALETİN BATSIN AKP
Rifat SERDAROĞLU
İhmal, rüşvet ve para hırsı yüzünden oluşan kaza sonucu 301 madenciyi toprağa verdiğimizin ertesinde, binlerce korumayla Soma’ya gelen Dönemin Başbakanı Erdoğan, halk tarafından protesto gösterileri ile karşılaşmıştı!
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Başbakan, kendisini “bağırarak” protesto eden bir vatandaşı markete kadar kovalayıp “Kaçma ulan İsrail Dölü” diyerek tokatlamıştı!
Aynı anda olayın geçtiği meydanda Erdal Kocabıyık adlı bir madenci, sinirlerine hâkim olamayarak bir kamu aracını tekmelemişti.
Başbakanlık müşaviri Yusuf Yerkel adlı bir sepet, yere düşen Erdal Kocabıyık’ı defalarca tekmelemişti! Başbakanlık müşaviri daha sonra “ayağım incindi” diye rapor alıp Erdal’dan şikâyetçi olmuştu…
Yargılanan madenci kamu aracına zarar vermekten 631 TL para cezasına çarptırılmış ve cezayı ödemişti. Yeter mi? Elbette yetmezdi!
Hızını alamayan mahkeme madenciyi bir de kamu malına zarar vermekten 10 ay hapis cezasına mahkûm etti!
Buraya kadar olayı özetleyerek hatırlatmaya çalıştım.
Şimdi aylık kirası 60 Bin TL olan evde, 8 tane kasa ve milyonlarca lira ile oturan Bakan çocuğunu hatırlayın. O nerede? Hapiste mi? O bırakın kamu malına zarar vermeyi, kamunun malını köküyle götürmemiş miydi? İşte AKP adaleti budur.
Kendi ayaklarına çöp batarsa dünyayı yakarlar, öte tarafta insanlar açlıktan ölsünler, kılları kıpırdamaz…
2 yıl önce anlattığım bir fıkra tam da Badem Adaletine uygun düşecek;
Osmanlı döneminde yolsuzluğuyla ünlü bir Kadı, fırının önünden geçerken vitrinde nar gibi kızarmış bir ördek görüp, bu ördeği aldım, demiş.
Kadı’nın ününü bilen fırıncı korkudan ördeği vermiş.
Az sonra ördeğin sahibi gelmiş; “Hani bizim ördek?”
Fırıncı “Uçtu” deyince, kavga çıkmış. Ayırmak için araya giren gayrimüslim bir vatandaşın gözü çıkmış.
Fırıncı kaçmaya başlamış, kaçarken bir duvardan atlamış hamile bir kadının üstüne düşüp, çocuğunun düşmesine sebep olmuş. O arada Yahudi bir vatandaşın tezgâhına çarpıp devirmiş.
Fırıncı önde, diğerleri peşinde kovalarken zaptiyeler hepsini toplayıp Kadı’nın huzuruna çıkarmışlar.
Kadı sırayla sormuş; Ördeğin sahibi “Bu adam benim ördeğimi iç etti” demiş.
Kadı, Fırıncıya; Ne yaptın bu adamın ördeğini, diye sorunca fırıncı, “uçtu” demiş!
Kadı; Kara kaplı deftere bakalım, demiş. Ördeğin karşısında “Tayyar” yazılı! Tayyar, “Uçar” demek olduğuna göre, ördeğin uçması normaldir deyip, fırıncıyı beraat ettirmiş!
Gözü çıkan Gayrimüslim vatandaşa dönüp; Karakitap der ki, “Her kim gayrimüslim iki gözünü çıkarırsa, o da müslimin tek gözünü çıkarabilir. Yani şimdi senin diğer gözün de çıkarılacak, sen de fırıncının bir gözünü çıkaracaksın” deyince, adam kaçmış.
Çocuğunu kaybeden kadının kocasına dönen Kadı; “Şimdi sen karını bu adama vereceksin, o da kaybettirdiği çocuğun yerine yenisini koyacak” demiş.
Adam kendini dışarı zor atmış.
Kadı Yahudi’ye dönüp; “Senin şikâyetin ne?”
Yahudi ellerini açmış; Ne diyeyim Kadı Efendi, Adaletinle bin yaşa emi!
Eyy AKP;
Sizin adaletiniz batsın emi…
Not;
Yine terör saldırısı, yine Ankara, yine yitip giden günahsız insanlar!
Tüm bu ölümlerin sorumlusu, ülkeyi bomba deposu haline getirenlere, göz yuman Cumhur’un Başı ve AKP Hükümeti değil de, kimdir?
Niçin bombalar sadece bizde patlar? İsrail ve İran’da çata pat bile patlamaz!
Sizin adaletiniz gibi devlet yönetmeniz de batsın e mi…
Sağlık ve başarı dileklerimle... 
14 Mart 2016
Rifat Serdaroğlu

9 Mart 2016 Çarşamba

MİLLİ HÜKÜMETE DOĞRU MU?., Mehmet Necati GÜNGÖR

MİLLİ HÜKÜMETE DOĞRU MU?
Mehmet Necati GÜNGÖR
            Gidişat iyi değil.
            Türkiye dar alana sıkışmış vaziyette.
            Dış ilişkilerimiz fecaat. Etrafımızda “dost” diyebileceğimiz  bir devlet kalmadı.
            Rusya krizi ekonomimizi iyice vurdu. Güneyde kapanan otel sayısı yüzlerle ifade ediliyor.
            Sebze elimizde kaldı. Domates, üretildiği bölgede 1 liraya kadar düştü. Üretici ürününü yollara dökerek durumu protesto ediyor.
            Terör, almış başını gidiyor. Güneydoğu’da Suriye görüntüleri iç karartıyor.
            İçeride ise tek adama dayalı başkanlık rejimi tartışılıyor.
            “İlle de başkanlık” diretmesi hem rejimi, hem hukukumuzu tartışmalı hale getirdi.
            Anayasa Mahkemesi’nin kararları, bizzat ülkenin Cumhurbaşkanı tarafından tanınmıyor, saygı duyulmuyor.
            Adalet Bakanı ise peşinden geliyor.
            Ülkede hukuk ve adalet tartışılıyor. Daha doğrusu, her ikisinin yokluğu.
            Cumhuriyetin değerleri lime lime.
            Meclisin yanı başındaki bir salonda halifelik konuşuluyor.
            Rejimi demokratik yapan muhalefet, kendi derdinde.
            CHP, ilkelerindeki sapmayı tartışıyor.
            MHP’de kongre krizi yaşanıyor.
            Bu durumda halkın muhalefetten de beklentisi yok.
            Ülke,  adım adım karanlığa doğru sürükleniyor.
            ABD mahreçli planlardan söz ediliyor.
            Obama’ya yakın gazeteci ağzındaki baklayı çıkardı bile.
             ‘Esad gitmeli’ politikasının başarısızlığa uğradığını ve Batı’nın olabildiğince sessiz bir şekilde geri çekilmeye çalıştığını ifade eden ABD’li yazar Michael Collins Obama’ya karşı tavır alan Erdoğan’ın ise büyük bir risk aldığının altını çizdi.
            Anlaşılıyor ki, müttefikimiz de gidişatımızdan rahatsız.
            Belli çevrelerde  durup dururken “Mutabakat Hükümeti”, “Meclis Hükümeti” ya da “Milli Hükümet” modellerinden söz edilmeye başlandı.
            Sarayla Başbakanlık arasındaki gerginlik güneydoğudaki hendeklerden daha derin.
            Davutoğlu’na  “ha gitti ha gidecek” gözüyle bakılıyor artık.
            Yerine Binali bey ikame edilmeye çalışılıyor.
            İki aya kalmaz, iktidar partisindeki çatlak da su yüzüne çıkar.
            MHP’de kongre toplanmazsa, muhaliflerin AKP içindeki muhaliflerle birlikte yeni bir siyasi oluşum meydana getirebilecekleri de konuşuluyor.
            Bu durum, siyasi dengeleri değiştirebilir, hatta iktidar partisinin oy oranını daha da aşağılara çekebilir.
            ANAP’taki “21.75”’i unutmayalım.
            “Milli hükümet”i, çıkmazdan çıkışın tek çaresi olarak düşünenler, toparlayıcı isim arayışında.
            Öne çıkan isimler var. Biri, eski Meclis Başkanı Cemil Çiçek, diğeri  ise eski DTP Müsteşarı ve CHP İstanbul Milletvekili İlhan Kesici.
            Milletçe içinde bulunduğumuz bu badirelerin ancak muhalefeti de içine alan geniş tabanlı bir “milli mutabakat hükümeti”yle aşılabileceği yönündeki kanaatler yaygınlaşıyor.
            Bütçe görüşmeleri sırasında iki konuşmaya dikkatinizi çekmek istiyorum:
            Birincisi, CHP Grubu adına TBMM Genel Kurulu’nda bir konuşma yapan Trabzon Milletvekili Halûk Pekşen Rusya krizinin ekonomiye etkileri bağlamında, Kesici’nin yeni Hükümet Programı hakkında TBMM Genel Kurulu’nda CHP Grubu adına yaptığı olağanüstü güzel konaşmaya da atıfta bulunarak; dedi ki;
“Yalnızca Rusya'yla 62 milyar dolarlık kontrat kaybettik.O dönemdeki Yüksek Planlama Kurulu üyesi ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı İlhan Kesici’nin de altında imzası bulunan bir YPK kararında, Irak krizi nedeniyle bu şirketlerin SSK, banka kredi borçlarının yapılandırılmaları, yurt dışındaki alacaklarının  Eximbank tarafından iskonto edilmesi ve faizsiz krediyle, ucuz kredilerle desteklenmeleri karara bağlanmış ve sektör büyük bir krizden kurtulmuştu. Şimdi de Sayın Kesici aramızdadır. Size de her türlü katkı ve yardımı vermekten de imtina etmez."
        İkinci konuşmada, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye en yakın isimlerden birisi ve Osmaniye Milletvekili Doç. Dr. Ruhi Ersoy. Bakın, nasıl bir çağrı yaptı:
        “Bu kapsamda, Parlamentomuzda bulanan değerli ve köklü milletvekillerimizin, değişik siyasal partilerde görev almış devlet adamı hüviyetindeki olan büyüklerimizin yer yer gelip partilerinin dar kalıpları içerisinde değil, büyük Türk milletinin ve Türk devlet geleneğinin gerektirdiği tarzda konuşmalar yapmalarını bekliyorum.
Sayın Cemil Çiçek'ten, Sayın İlhan Kesici'den, özellikle ve özellikle bu kürsüde Türk milletinin beklediği konuşmaları yaparak toplumsal huzur adına reçetelerin bu Meclisten yazılabileceğini ifade etmelerini bekliyorum.”
            Kesici’nin, Hükümet Programı üzerinde yaptığı konuşma, kalıcı etkisini sürdürüyor.
            Meclis Başkanı İsmail Kahraman, AKP İstanbul Milletvekili, bile "İlhan Bey uzun zamandır çok hasret kaldığımız yüksek bir siyasi üslubun çok güzel bir örneğini gösterdi" diyerek övgüsünü ifade etmişti.
            Milli Hükümet ihtiyacı iyice belirgin hale gelirse, siyasetin üzerinde ittifak edeceği isim olarak konuşuluyor.
            “Durup dururken bu alternatif de nereden çıktı?” diye sormayın.
            Ve, “olmaz olamaz” demeyin.
            Bir şeyin “şuyuu” olmuşsa, “vukuu” da arkasından gelir.