23 Ekim 2014 Perşembe

Kur'an ve Nutuk okunmadıkça... Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK

Kur'an ve Nutuk okunmadıkça...
Yaşar Nuri Öztürk
Önce bir genç adamın ibret dolu mektubunu okuyalım. Alican Sevim yazıyor:
“Bir üniversite öğrencisiyim. Son günlerde yaşanılan olaylarla sizin söylediklerinizi, yazdıklarınızı karşılaştırdığımda ne kadar haklı olduğunuzu açıkça görüyorum. Bu ülke aklın, bilimin, kitabın, sürekli üreten bilim adamlarının değerini ne zaman anlayacak? Sizden öğrendiklerime dayanarak söylüyorum: "Bu ülke, kurtuluş savaşından önceki akıldan, özgürlükten yoksun dönemi yaşamadıkça kendine gelemeyecektir, gelse de iş işten geçmiş olacaktır!"
“Sizi televizyonda izlediğim günden itibaren bana yeni bir dünyanın kapıları açıldı. Sizin sayenizde bu dünyanın merkezine 2 kitabı yerleştirdim; bunlardan biri Kur’an, diğeri Atatürk'ün Nutuk'u. Artık hayatım boyunca bu 2 kitabın ışığında yaşayacağım. 
Ama ne yazık ki şu son günlerde yaşanan olaylar tüm çıplaklığıyla gösteriyor ki ülkemiz bu 2 kitaptan nasiplenememiş. Millet millet olma vasfını yitirmiş, ülkedeki dincilik yangınına benzin taşıyan bir yığın haline gelmiş. ‘Allah ile aldatılmayın’ diyen Kur’an'ın yolundan çıkıp tam tersi istikamete yönelmiş.”
“Bu ülke başta Atatürk'e, daha sonra gerçek aydınlara yaptıklarının bedelini ödemedikçe kazanacağımız tek şey Allah'ın öfkesi olacaktır!”
YILMAZ ÖZDİL NE DEMEK İSTEMİŞTİ?
Aydından ve aydınlıktan söz etmişken, ülkemizin aydınlık onuruna layık kalemlerinin baş tarafına yazılması gerekenlerden biri olan Yılmaz Özdil’i saygıyla analım. Bu aydınlık adam, ekranlardan tarihî bir sesleniş yapmıştı birkaç ay önce. Demişti ki “Türk halkı şu üç kitabı okumadan düzlüğe çıkamaz: Kur’an, Atatürk’ün Nutuk'u ve Yaşar Nuri Öztürk’ün ‘Allah ile Aldatmak’ adlı kitabı.” Yılmaz Özdil, mutlaka okunacak kitapları üçe çıkarmıştı.
Yılmaz Özdil ne dediğini biliyor. Derdi beni övmek falan değil. Beni övmesini gerektirecek herhangi bir hukukumuz yok. Kaldı ki Özdil, birini övmeyle vakit harcayacak adamlardan değildir; öyle olsaydı Yılmaz Özdil olmazdı. Şunu demek istiyor: ‘Allah ile Aldatmak’ kitabı okunup nasıl aldatıldığımız anlaşılmadıkça Kur’an’ı ve Nutuk'u okumanın gereği anlaşılamaz.
Kur’an, başımıza çöken kara beladan kurtuluş reçetesinde temel koordinatları, metafizik donanımı vermektedir. O donanım oradan alınmadıkça hiçbir şeyi yerli yerine oturtamazsınız.
Nutuk, başımıza çöken musibetin aşılmasında tarihsel, siyasal, askerî, stratejik kördüğümleri çözmenin yollarını göstermeye ilaveten asırlık hıyanet ve kanı bozuklukların deşifre edilmesinde anahtardır, rehberdir, ışıktır.
Allah ile Aldatmak (daha geniş bir pencereden benim eserlerim) ise ilk iki kitabı okumanın lüzumunu gösterip nasıl okunması gerektiğini kitlelere belleten kılavuzdur.
Bu millet, şurada söylediğimizin tek çıkış yolu olduğunu anlamadan girdabında debelendiği beladan kurtulamaz.

Belanın taşıyıcı hainleri, aktörleri değişebilir ama esası değişmez.

Bu kadar istikrarsızlığın bedelini ödeyebilecek miyiz?

Bu kadar istikrarsızlığın bedelini ödeyebilecek miyiz?
Bülent ESİNOĞLU
Amerika bölge ülkelerinin üzerine bomba attıkça, bölge dışı ülkeler de etkileniyor. Amerika, kendi çıkarlarını sürdürmek ve savaşı kendi ülkesinin dışında tutmak için, diğer ülkeleri istikrarsızlaştırıyor.
Buna Avrupa bile dâhil. Rusya’ya uygulanan ambargo, Avrupa’yı istikrarsızlaştırıyor.
Ülkemize gelince, Amerikan vesayetinde, bölücülerin işbirliğinde sürdürülen bir yönetim şekli geçerlidir.
Böyle yönetilen bir ülkede, istikrarın hiçbir türünün olması imkânsızdır.
Azınlıkların, ABD ile birleşerek Türkiye çoğunluğunu yönetmesi olacak iş değildir.
AKP Açılım adına Kürtçülük yapıyor.
CNN Kürtçülük yapıyor.
Kılıçdaroğlu Kürtçülük yapıyor.
Amerika’nın bölücülük yapması, bunların hepsinin neden Kürtçülük yaptığının sebebidir.
Bu anlamda baktığımızda; Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana, Amerika’nın en yoğun saldırısı altındadır.
Yukarıda sıraladığım odaklara, PKK’nın kuyruğunda siyaset yapan solcuları da ilave ederseniz, karşı karşıya olduğumuz felaketin derecesini anlarsınız.
İngiliz Times Gazetesi, Kürtlerin üç bölgeli özerk Kürdistan kurmada anlaştığını yazdı.
Anlayacağımız, bölgemizde, ABD’ye bağımlı Birleşik Kukla Kürdistan kurulma çalışmaları hızlanmıştır. Böyle bir devlet kurulsa bile bu Kürtlerin devleti olmayacaktır.
Bu amaca yönelik, Obama talimat veriyor. Türkiye Suriye sınırı Kukla Kürdistan kurulumuna açılıyor.
Soru şudur; bu kadar istikrarsızlığın bedeli bölünmenin ötesinde parçalanma mıdır?
Öyle günlere doğru gidiyoruz ki, darbe darbe diye ülkeyi savunmasız bırakanlar bile, aman ordu gelsin şu işleri düzeltsin diye bağıracaklar.
Yalnız bir şey var. Bağıranlar bu kez Amerikancılar olduğundan, darbe olursa da, Amerikan darbesi olacak.
Ne yazık ki, ABD’nin Türkiye’yi yönetmek üzere tayin ettiği AKP, yönetemez hale gelince, bozulan Amerikancı düzeni yeniden rayına sokmak üzere, yeni bir Amerikancı iktidara olan ihtiyaç, ABD tarafında şiddetle hissediliyor.
PKK’nın yerel silahlı güçleri daha rahat hareket etsin diye, PKK’nın öteden beri istediği; Jandarmanın sivilleştirilmesi için yasa gündeme gelebiliyor.
Türk Milletinin güvenliği bir bütündür. Güvenliği parçaladınız mı, istikrar parçalanır.
Evet, bu kadar büyük istikrarsızlığın bir bedeli olacak.
Ve ödenecek.
Ama asıl bedeli; Amerikan menfaatleri adına çarpışanlar ödeyecek. Yani piyonlar ödeyecek.
Bölücülüğün ve Amerikancılığın da bu ülkede ödeyeceği bir bedel olacak elbet.
Şu sırada, iktidarda kim olursa olsun, iktidar ne yaparsa yapsın, Amerikan Türk savaşı bitene dek devam edecektir.

KUL HAKKI YEMEYEN BİR ADIM ÖNE ÇIKSIN ( İŞİD DEĞİL, CİHAD RUHUNU SÖNDÜRMEK)

KUL HAKKI YEMEYEN BİR ADIM ÖNE ÇIKSIN
( İŞİD DEĞİL, CİHAD RUHUNU SÖNDÜRMEK)
 Cemal ÇALIŞKAN
            Kul hakkı yemek konusunda, sivil vatandaştan daha önce siyasiler ve devlette üst kademede görev yapanlar kendilerini sorgulamaları gerekir. Çünkü sivil vatandaşın böyle bir şansı asgari düzeydedir. Fakat diğerleri insanların haklarını korumak için görev yapacaklarını söyleyip o makamlara gelmişlerdir. İktidarın ortaya çıktığı günden itibaren dillendirdiği siyasi argüman Sessiz çoğunluğun sesi olacağız, kul hakkı yemeyeceğiz, yedirmeyeceğiz.  Adaletle iş görenleri kendimize rehber edineceğiz diyerek iktidara geldiler.  Ne oldu? Hasan Sabbah gibi zayıfken dediklerine uydular. Fakat devlet gücünü ellerine geçirdiklerine inandıkları gün, Hasan Sabbah‘ın şeyhine yaptığı ihaneti iktidarında kendisine yardımcı olanlara zulüm yaptılar. Sonra da, halkın aleyhine olan icraatları peş peşine imza attılar. Kendilerine hizmet ettiğine inandığı insanlara, bu alanlarda görmek istediklerine bütün kapıları açtılar. Kendilerine biat etmeyenleri de kapı dışarı ettiler. Biat etmeyenlerin başına 17-25 Aralıktan sonra neler geldiğini hep gözlemliyoruz. İzliyoruz. Bunlarında akıllıca hareket ettiği söylenemez.
            Bu olanları anlamak için Hz. İsa'nın uyguladığı sistemi uygulayalım. O ne yapmıştı? Zina yaptığına inanılan kadının başını taşla ezmek için toplanan kalabalığa ‘ Taşı içinizde önce hiç günah işlemeyen birisi atsın’ demişti. Kalabalık geri geri kaç gittiler. Hz. İsa Bir de baktı ki, taş atmak isteyenlerden kimse kalmamış. Böylece kadın da ölümden kurtulur.                        17-25 Aralığının kapatılmasına payanda olmuş olanlara’ hırsızı ve hırsızlığa aracı olanları yakalamak için kendilerini riske eden insanları suçlu gösterip hapisse attınız.  İktidara yandaş olmadan bu görevi Allah ve Millet adına içinizden yapanlar bir adım öne çıksın’ dense ne yapacaklar? Bunlar iktidarın gücüyle televizyon gazete ve bürokrasiyi de araç olarak kullanarak, karşıt gördükleri, herkesi terbiye etme görevi yapıyorlar.
            17-25 Aralıkta görev alanlar, Genel Kurmayda görev değişimi yapılırken generallerin yaptıkları gibi yanlışlara boyun eğmemek maksadıyla görevi kabul etmedikleri gibi görevi kabul etmeselerdi; tarihe geçerler, hırsız siyasileri engelmiş Olurlardı. Böylece bürokrasi bulamayacakları için de siyasiler düzgün çalışacaklardı.  Ülkede ideolojisi ne olursa olsun, makam ve mevki için yalakalık yapacak bürokrat, sendikacı ve iş adamı çoğunluktadır. Böyle insanların olduğu yerde adaletsizlik ve haksızlık yapanlar teşhir olunabilir mi? Kol kırılır yen içinde kalır. 17-25 Aralık davasındaki olaya ilk defa bir savcı takipsizlik kararı verdi., suçluların açığa çıkmasına engel oldu. Takipsizlik kararını hâkimin vermesi gerekirdi. Ne bu acelecilik? Meclis komisyon kurulmuş,  suç unsuru yoksa millet adına görev yapan vekiller kararı vereceklerdi.
            Bugünkü iktidarın dindarlardan olduğuna kimsenin şüphesi yoktur. Acaba dindarlıkları, Hz. Peygamberin lanetine uğrayan ‘ SA’LEBİNİN’ DURUMUNA’ düşmesinler. Hiçbir mümin de istemez.
İmamı Azamın babası yediği bir elma için yıllarca hizmetkârlığı ve yatalak bir kızla evlenmeyi kabul etmişti. Hz. Peygamber, sadaka şüphesi bulunan bir hurmayı yediği için midesinden çıkarmaya çalışmıştı. Hz. Ebu Bekir içtiği sütün haram olma şüphesi nedeniyle kusmak için ciğerini dağlamıştı. İmamı azam sahibi meçhul arazide namaz kılmayı memnu görmüştü.  Ne oldu da kısa bir zaman sonra bu yoldan gideceklerini taahhüt edenler, bir başka yola saptılar.  Atalarımız insana güvenme ölür, duvara dayanma yıkılır, Allaha güven ki, o baki ve ölümsüzdür demişler. Bunu unuttular. Hırsızlıklarını gizlemek amacıyla halkın oy desteğine sığınmayı alışkanlık halin getirdiler.
            Her Cuma dinlediğimiz Nahl süresi 90. Ayet ’Allah adaleti ve adalet yapanları sever’ ayetini dinleye dinleye, bile bile adaletsizlik yaparak, vicdanları sızlamadan yollarına devam ettiler. Paralarla cami, Kuran kursu, imam-hatip okulu ve diğer hayır kurumları yapılacaktı diyorlar. Sizler Milli Piyango biletinden kazanılan parayla yapılan camide namaz kılınmaz hassasiyeti gösterdiniz. İnsanların rızası hilafına 80 milyonun hakkını birkaç yandaşınıza peşkeş çekerek onlardan aldığınız hazineye ait parayla nasıl hayır yapacaksınız?
            2009-2010 yılında yapılan Birleşmiş Millet seçimlerinde aldığı 151 oyla iktidar işte demişti, büyük devlet olduğumuz ispatlandı. 2015-2016 yılı aldığımız oy 60 da kaldı. Bu neyin ispatı oldu? Yoksa büyük devlet küçüldü mü? Allah ‘ Birbirinizle nizaa ve döğüşe girmeyin ki, maneviyatınız sarsılıp devletiniz elinizden gider’ ’buyurdu. Biz içerde ve dışarda kavga etmediğimiz kimse kalmadı. Ekonomik çıkmazdan kurtulmamıza yardım eden ülkeleri bile küstürdük. İç işlerine karıştık.  Yanlış olduğunu söyleyenleri düşmanla işbirliği yapmakla suçladınız. Mısır kendi projesini uygulamaya kalktığı için yaşatılmamıştır. İktidar kendi projesini uygulamış olsaydı, bu kadar rahat iktidarlarını sürdürebilirlerdi? Bunu kapatmak için lüzumsuz içeriye ve dışarıya saldırı projesi uyguluyorlar.


13 Ekim 2014 Pazartesi

İNSANDA ÂLEMLER GİZLİDİR; A. Kemal GÜL

İNSANDA ÂLEMLER GİZLİDİR
Çoğu zaman insan, kendinde var olan değerleri ortaya çıkaramadan bir gün bile yaşamamış gibi sessizce gider bu dünyadan. Mevlana ne güzel söylemiş; ‘’ altın sandık içinde olsa, kapağı açılıp keşfedilme ve o içeriden ben değerliyim diye bağırıp dursa, kıymeti olur mu? Mutlaka keşfedilmesi, değerinin bilinmesi gerekir. İnsan da böyledir ve büyük bir cevher taşır. Ancak keşfedilmesi, işlenmesi, kömürden elmas çıkarılması gibi parlatılması gerekir. İnsan, dünyadaki telefon ağının yüz katı büyüklüğündeki telekomünikasyon ağına sahip beyninin işlemesi için harekete geçmesi sağlanmalıdır.
İşte ‘’ insanda alemler gizlidir’’ sözünün anlaşılabilir olması için motivasyon/ isteklendirme denen desteğin insana verilmesi gereği bu sebepledir. Bu aynı zamanda eğitim dediğimiz disiplinin özüdür.
Bu disiplinin ve yönlendirmenin hayata geçirilmesinde olumsuzluklara yer yoktur. Ruhların incinmişliklerine, kırılganlıklara, düşmanlıklara yer yoktur. Doğru düşünce ve duyguların filizlenmesini önleyerek mutsuz ve başarısız bir hayata imza atmanın yeri yoktur.
Bu anlayış ve kavrayış içeriğinde, bir kısım sorunlarla başlayan yeni eğitim ve öğretim yılının başarılı olması temennisinde bulunarak bazı realitelere değinmek istiyorum.
Eğitim dinamiğinin, motor gücünün pozitif motivasyon olduğu vazgeçilemez bir realite gerçeğinden hareketle birkaç yaşanmış örnek üzerinde duralım:
Tük iye’ye Japonya’dan bir eğitim heyeti gelir. Temas ve incelemeler yapacak, neticeyi yetkililere aktaracaktır. Gerektiği kadar da ikili iş birliği gerçekleştirilecektir. İşler buraya kadar çok iyi…
Japon heyeti, yurdumuzun bazı bölgelerinde gerekli incelemelerini yapar; sonra bakanlıkta toplanırlar. Heyetin hakkımızdaki tespiti ilginçtir: ‘’sizin çocuklarınızda milli şuur yok.’’
Bizimkiler şaşırır! ‘’Bizim çocukların damarlarındaki kan milli duygumuzun kaynağıdır’’derler. Yine de fazla ses çıkarmazlar, ne de olsa misafirdirler! Bizimkiler sorar, ‘’peki, sizin gençlerinizde milli şuur var mıdır’’?
Japon uzmanlar anlatmaya başlar: Biz gençlerimize ilkokula başlamadan ‘’şok testler’’uygularız. Mesela uçak gibi hızlı giden trenlerimize bindirir, bir tur yaptırırız. Çok katlı yollardan geçen tren, onları şöyle bir sarsar. Mini mini çocuklarımız teknolojinin bu baş döndürücü neticesini görerek şok olurlar.
Bu şoktan sonra Hiroşima’ya götürürüz. Bölgeyi aynen koruruz. Bombalanmış bu bölge hakkında bilgilendirir, değil hayvan, bitkinin bile yeşermediğini gösteririz. Ve deriz ki,’’eğer sizler çalışmaz, sizden öncekileri geçmezseniz vatanınız, işte böyle düşmanlar tarafından bombalanır. Hiç bir canlı yaşayamayacak biçimde size bırakıp giderler. Çalışırsanız, bindiğiniz hızlı trenleri bile geçerek yeni vasıtalar yaparsınız. Gerisi sizin bileceğiniz iş.’’Çocuklarımız bununla ikinci bir şok daha yaşarlar. Sizlere şunu hatırlatırım ki, Türkiye’de birçok teknik elemanlarımız bulunmaktadır. Bunların her hangi birine bu konuyu sorabilirsiniz.
Bizimkiler şaşkınlık içinde sorarlar: ‘’Peki ya Türkiye için tespitiniz var mı? Varsa gözlemleriniz nedir?
Japonlar: ‘’elbette var’’derler.’’bizimkinden çok daha önemli.’’Bir tanesi Çanakkale Savaşlarının olduğu bölge. Bu bölge gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile. Bir metre kareye altı bin merminin düştüğü savaşta, Türk’ler her şeye rağmen galip çıkıyor, olamayacağı olur hale getiriyorlar. En son teknolojiye ve donanıma meydan okuyarak, inancın galip geldiğinin ispatını yapıyorlar. Üstelik karşılarında tek bir düşman değil, müttefik güçler, sizin tabirinizle’’ yetmiş iki millet’’var.
Evet, metre kareye altı bin mermi! Bileniniz var mıydı?...İnanç ve cesaretin zaferi…
Eğitimin motor gücünü oluşturan milli haysiyet, milli onur, milli şuurla donanımlı olunca, Japon karınca misali çalışıp üreterek, Japon mucizesini yaratmıştır.
Yüce Peygamberimiz,’’diğer ümmetlerden daha ileri, güçlü silahlara sahip olmayan ümmetime şefaat etmem’’ diyor. İşte bu emrin ışığında ve Kur’an Dininin İlme, düşünce üretmeye verdiği önemin çok yerinde yorumlanması sonucudur ki, Türk-İslam Medeniyeti asırlarca o eşsiz adaletiyle dünyaya hükmetmiştir. Osmanlı teknolojiye, sanayiye büyük önem vermiştir. Osmanlı tekstilde ve silah sanayinde fevkalade gelişen bir büyümeyi takip etmiştir. Harp stratejilerine topu sokmuş, nice zaferi topun tehtitinden doğan psikolojik üstünlük ve karşı cepheyi delme gücünü de elde etmiştir. Osmanlı Devleti büyük bir ekonomi, teknik ve askeri güçtür. Bu sayede Kanuni devrinde Hint Okyanusunda on dokuz yıl tam teçhizatlı bir donanmayı hazır tutmuş, Büyük Cava Adası Müslümanlarını Haçlı Hollanda saldırılarına karşı korumuştur…
Tabiatıyla O sevgi medeniyeti Osman Gazi’nin ellerinde bir filize, o filiz bir fidana, o fidan göklere dal budak saran toprağın, denizlerin yüzünü kaplayan Kafkas Dağlarından Alpleri, Fırat, Dicle’den, Coşkun Tuna’ya, hâsılı büyük bir çınara dönüşmüştü. Bu büyük çınarın, Selçuklu Devleti, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti hep bu çınarın gölgesinde kan dökmeden, sevgiyle, barışla hep geleceğe yürüdüler. Bu çınarın gölgesinde ayrım yoktur, bu çınarın gölgesinde ayrımcılık yoktur, bu çınarın gölgesinde zulüm yoktur, ötekileştirme yoktur. Bu görkemli çınarın gölgesinde Süleymaniye vardır, Selimiye vardır. Bu büyük çınarın gölgesinde Mostar Köprüsü vardır, Drina Köprüsü vardır…
Eğitimde milli şuurdan uzaklaşan Osmanlı’nın son döneminde Türkçenin, buna bağlı olarak Türk Düşünce’sinin ve bilimsel gelişmenin duraklaması ve hatta gerilemesi sonucunda Osmanlı İmparatorluğunun her alanda geriye düştüğünü, diğer büyük devletler tarafından parçalandığını biliyoruz…
Şuurlu ve kaliteyi öne çıkaran eğitim demek, milletin değerleriyle bezenmiş kaliteli bir yaşam demektir. Unutulmasın ki bu milletin evlatlarını yıllarca özlerinden koparmaya çalışmışlar ama başaramamışlar, bundan sonra da başaramayacaklardır. Türk Millet zorlukların insanı olup, bu zorlukları da aşarak okuyup makamlara geldiğinde Türk’e has sistemini de kuracaktır.
Unutulmamalıdır ki,’’Türk Milleti’nin kökleri tarihin derinliklerinde, dalları ise göklerde olan ulu bir çınar ağacı gibidir. Bu çınar ağacı, kökleri ile tarihimizin derinliklerinden beslenirken gövdesi ve daları ile daima daha yükseklere uzanacaktır.’’
Eğitim hizmeti, kendi çarkından geçen insanları ortak duygu ve düşünce birliğine sahip kılmalı, onlara çağdaş ve uygar insanlar olarak bir ve beraber olma bilincini kazandırmalıdır. Bu bakımdan Türk Milli Eğitimi gerek genel eğitimde gerekse mesleki eğitimde milli, üniter, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti esaslarını yüreklerine sindirmiş, çağdaşlaşmayı ve ‘’muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmayı’’amaç edinmiş Türk İnsanını yetiştirmelidir.
Unutmayalım, ‘’alt yapısı olmayan büyüklük hayalleri küçüklükle biter… Küçük insanların büyük gururları olur’’…
Yazımızı Hacı Bayram Veli’nin hikmetli bir sözüyle bitirelim:
‘’Kibir bele bağlanan taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulur’ ve ne de ‘’Türk Milleti’nin büyüklük sırları’’anlaşılır.
A.Kemal GÜL

1 Ekim 2014 Çarşamba

Rum AP Milletvekili Sapıttı & Rusya-AB-Doğalgaz Üçgeni; Ata ATUN

Rum AP Milletvekili Sapıttı
Ata ATUN
Rumların ve Yunanlıların geçmişten gelen Türklere karşı olumsuz bakış ve duyguları, gerek Kilisenin ayinlerde, gerekse de Eğitim Bakanlıklarının tarih kitaplarına çıkmamak üzere ektikleri "Türk düşmanlığı tohumları"yla, 21. yüzyıla girmiş olmamıza rağmen halen azalmış değil.
Sizi Rum zannedip söyledikleri ile Türk olduğunuzu fark edip söyledikleri arasında taban tabana zıtlıklar var. Biri içten gelen gerçek duygular, diğeri de yapmacık, göstermelik olanı.
2003-2004 Annan Planı görüşmeleri döneminde ortak çalışma ve barış kültürünü aşılamak için ABD'ye davet edilen Kıbrıslı Türk ve Rum kadınlar arasında yer alan bir kadın okurumun bana, açık adı ve soyadı ile emil vasıtasıyla yazılı gönderdiği bir anısı, Rumların yüreklerindeki bu olumsuz duygunun hangi boyutta olduğunu gözlerimin önüne sermişti.
Kendi aralarında sürdürdükleri bir sohbet sırasında, söz konusu okurumun çok iyi düzeyde Rumca bildiğinin farkında olmayan Rum katılımcı kadının, okurumun yüzüne baka baka ve gülümseyerek, yanındaki Rum arkadaşına Rumca hitaben "fırsatını bulunca bunların hepsinin ..........eceğiz" sözleri, okurumdadüş kırıklığıyla beraber  travma yaratmış, arkadaşı olarak geçinen Rum kadınının da içindeki gerçek düşünceleri ortaya koymuştu. Okurum, "binlerce kilometreyi boşuna geldiğimi o an fark ettim" diye sonlandırmıştı bana gönderdiği mesajını.   
Bir taraftan Rum Ortodoks Kilisesinin dikenli vaazları, diğer taraftan da Rum Eğitim Bakanlığının olumsuz yöndeki çabaları ile Kıbrıslı Rumların beyninde Türk ve Türkiye düşmanlığı artık paranoya haline dönüşmüş, en üst düzeyde görev yapan Kıbrıslı Rum'dan, en alt düzeydekine kadar.
DİSİ’nin Avrupa Parlamentosu'ndaki temsilcisi AP Milletvekili EleniTheoharus'un, Avrupa Parlamentosunda Türkleri ve Türkiye'yi kötülemekten başka bir işi yok. Son 6 senedir Avrupa parlamentosunda yaptığı konuşmalara bakıyorum,  Parlamento Başkanına ve Komiserlere (Bakanlara) hitaben yazdığı mektup veya dilekçeleri okuyorum, hepsi de istisnasız Türkler ve Türkiye aleyhine. İçleri de gerçek olmayan varsayımlar ve hurafelerle dolu. Bir tanesi olsun Kıbrıslı Rumların sosyal veya da ekonomik çıkarları ile ilgili değil. Ya kafası basmıyor, ya bilgisi yeterli değil, ya da içindeki paranoya aklını başından almış. 
Bayan Theoharus, belli ki iç tribünlere oynuyor ve Avrupa Parlamentosunda bulunuş amacı da hiç durmadan Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye'nin aleyhine konuşmak, gerçek olmayan hayali savlar öne sürmek ve Avrupa Parlamentosunda Türk düşmanlığını yaymak ve Kıbrıslı Türkler ile Türkiye'yi tanımayan yeni üyeler üzerinde olumsuz etki yaratmak.   
Geçen hafta yaptığı konuşma tam bir yüz karası. İçinde karalama var, uydurma var, iftira var ve de kafadan atma var.
BayanTheoharus konuşmasında, hiç sıkılmadan ve de yüzü kızarmadan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın "KKTC’de İslam Devleti kurma çabası" içerisinde olduğunu, KKTC’deki ibadet yerlerinin,  kendi kullandığı kelimelerle, "mantar gibi çoğaldığını" ve bir diğer deyişle, KKTC’nin "İslami tehdit altında" olduğunu savunuyor.
Hatırlatalım; Kıbrıs'ın güneyinde yaşayan Rumlar-ve Türkler- 23 Nisan 2003 tarihinden itibaren KKTC'ye/Rum kesimine geçmek istediklerinde sınır kapısında "Muhaceret Formu" doldurmak zorundalar. Yaptığım araştırmada bayanTheoharus'un, son birkaç yıl içinde KKTC'ye hiç giriş yapmadığını tespit ettim.    
Şimdi sormazlar mı adama; İnsan hiç gitmediği bir yer ile ilgili nasıl değerlendirme yapabilir, konuşma yapabilir ve de ileriye dönük kesin bir saptamada bulunabilir? Demek art niyetli olunca, bunların hepsi yapılabiliyor, hayal gücü çalıştırılarak...
***
Rusya-AB-Doğalgaz Üçgeni
Ata ATUN
Enerji, tüm kaynaklarını hoyratça kullanılıp tüketmiş olan Avrupa için çok önemli. Buna karşın, Rusya için Avrupa Birliği’nin, Ukrayna yüzünden Rusya'ya yaptırım uygulaması ve gaz alımını durdurması çok da önemli değil.
Bunun için birkaç neden birden var.
AB, doğalgaz alımını durdursa bile, Rusya'nın Hindistan ve Çin ile yapmış olduğu yeni anlaşmalar nedeni ile ürettiği gazını satmakta şimdilik hiç bir sorunu yok. 
İkinci ve önemlisi ise Rusya ile BP'nin yakın ve çıkara dayalı ilişkisi.
Doğalgazın Avrupa'ya satışının organizatörü ve başoyuncusu olan BP aynı zamanda da Rusya'da önemli olarak addedilecek işler yapmakta. Ne BP Rusya'ya kazık atabilir, ne de Rusya BP'den vazgeçebilir.
AB'nin Rusya'ya alternatifsiz olarak bağımlı olmasının önüne geçmek için yıllar önce başlatılan çalışmalar Azeri gazının AB'ye ulaşması şeklinde sonuçlandı ve "Güney Gaz Koridoru" olarak adlandırıldı.    
Azerbaycan'ın Münhasır Ekonomik Bölgesi içinde yer alan ve Bakü'nün 60 km. güneyinde bulunan Şahdeniz sahasından ikinci faz doğalgazın çıkarılmasının temelleri daha geçen hafta atıldı. Bu temel aynı zamanda "Güney Gaz Koridoru"nu reel olarak hayata geçirmenin ilk adımı ve aşaması.
Yunanistan sınırına kadar 1841 km uzunluğunda olan Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı'nın (TANAP) yapımına ise, herhangi bir aksilik çıkmazsa, gelecek yıl ilkbahar aylarında başlanacak. TANAP'ın devamı olan Trans Adriyatik Boru Hattı (TAP) ise 870 km. ve İtalya sahillerinde son buluyor.
"Güney Gaz Koridoru"nun Rusya için bir tehdide dönüşmesi şimdilik uzak bir olasılık. Avrupa Birliği’ne faydası, alıcı fazlalığı ve seçme şansı yaratması. Ama Azeri gazının Avrupa Birliğinin doğalgaz gereksinimini tümden ve tek başına karşılaması olanaksız ve zaten böyle bir durumda da Rusya, Azerbaycan üzerinden buna izin vermez.
Şimdilik yapılan zamanlama takvimine göre Şahdenizi doğalgazının, Türkiye-Yunanistan-Arnavutluk-İtalya güzergahından Avrupa'ya ulaşması ancak 2018 yılı sonlarında gerçekleşebilecek. Hedef ise ilk yıl bu hattan 16, 2023 yılında 24 ve 2026 yılında da 31 milyar metreküp gazın Avrupa'ya akması.  Yıllık artış miktarının, yaklaşık 4 milyar metre küp civarında olacağı öngörülmekte.
Her yıl Türkiye, kendi topraklarından geçecek olan bu hattan, yıllar içinde orantısal olarak artacak şekilde, ilk başta 6 milyar metre küp doğalgaz satın alımı yapacak. Proje Türkiye için çok önemli. Türkiye'ye siyasi ve strateji güç kazandırırken,  50 milyar dolarlık da katma değer yaratacak. AB'nin gelecekte enerji problemi yaşamaması konusunda Türkiye artık önemli bir rol üstlenmiş durumda.
AB ve Türkiye, günümüzde enerji gereksiniminin büyük bir kısmını bölgedeki tek kaynak olan Rusya'dan karşılıyor. Bu nedenle de günümüzde AB'nin ve Türkiye'nin Kafkasya ve Asya politikaları, büyük oranda Rusya'yı gücendirmeme seviyesinde. 
BP'nin yaptığı kapsamlı araştırmaya ve yayınladığı raporda göre, Avrupa'nın geleceğe dönük olarak doğalgaz gereksinimi artış, üretimi de azalma göstermekte. 
Günümüzde AB, Rusya'ya göbeğinden bağlı. Bu nedenle de Ukrayna konusunda pek de yaptırım içeren adımlar atamıyor. Eğer AB'nin Rusya'ya böylesi bir enerji bağımlılığı olmasaydı, Ukrayna konusunda daha farklı, şahince ve yaptırımcı davranabilirdi…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com

http://www.twitter.com/ataatun

http://www.ataatun.org 

Facebook: Ata Atun

1 Ekim 2014
***
T.C. ve KKTC'de Yüksek Öğrenim ile ilgili Resmi kuruluşlar ve Üniversitelerin Etik kurulları, Ata Atun intihal ile ilgili herhangi bir akademik bulguya rastlamamıştır.

İT DALAŞINA KATILMAYALIM; EĞİTİMİNDE KOD SEVGİ OLMALI; DUAM SANA; GÜZEL ÖĞRETMENİM; CEMAL ÇALIŞKAN

İT DALAŞINA KATILMAYALIM
         CEMAL ÇALIŞKAN
            “Saddam’a oynadıkları oyunun bir benzerini de Türkiye’ye oynamak istiyorlar. Şimdi televizyonlarda konuşanlar, Irak’a dâhil olmadık söz söylemeye hakkımız olmadı. Bu bir fırsat kaçırmayalım diyeceklerdir. Şayet Suriye meselesine de dâhil olmazsak Orta Doğudaki oluşumlarda söz söyleme hakkımız olmayacaktır, diyeceklerdir. Bunlar, Türkiye’nin içerdeki gücünü zayıflatıp bir başka projenin oluşmasını perde arkasından destekleyenlerdir.
            İkiz kuleler öncesi soğuk savaşın bitiminden itibaren “İslam’ı” düşman kabul etmişler, askeri tatbikatlarını bunun üzerine kurgulamışlardır.  O zamanlar basında bunlar çıkmış, kimse de yalanlamamıştır. İkiz kule olayından sonra başta Amerika ve onun yardakçıları Batı, bu planlarını çeşitli isimler altında uygulamaya koymuşlardır. Sırasıyla halkı Müslüman olan ülkelere cehennemden fazla dayanılmaz bir hayatı yaşatmayı reva görmüşlerdir. Girdikleri yelerde ırza geçmeler, Kuran’ı Kerime hakaretler görülmüştür. İşid gibi örgütler boşuna mı çıkmıştır. Sadece Müslümanların evde çayını içerek Müslüman’ın namusunu kurtarmak gayesiyle bir şeyler yapmak içinde bulunanları suçlamak kolaydır.
            Önce Afganistan’ı “siz Ladini koruyorsunuz diye işgal etiler. Planlarını uygulama başlangıcı yaptılar. Sonra Saddam teşvik edilerek Kuveyt’i işgal ettirdiler. Sonrada döverek gerisingeriye çıkarttılar. Irak’ı işgal etmek için tehlikeli gaz stokları ve Elkaide’ye yardım bahanesini uydurdular. İkinci körfez savaşını başlattılar. Iraklılar arasında Kıyamete kadar barışın olmayacağı bir düşmanlık ateşini yaktılar. Basında yer aldığı gibi sıranın Suriye, sonra da Türkiye’de olduğu sözleri ediliyordu. Sıra Suriye’de.
            Suriye İktidarı önceki yıllara nazaran halkını daha mutlu etme açılımları başlattı. Bunu yapma gayreti fırsatını çok gördüler. Çünkü tilki tavşanı yemeyi kafasına koymuştu.  İsrail için düşman kabul edilen devletleri,  aşiret devletleri haline getireceklerdi. Bu iş için Türkiye payanda olarak kullanılacaktı.  Önce bu iş için İçeride çok az bir azınlığı kışkırtarak Suriye devletine isyan ettirdiler. Oradaki halkları bir birlerine düşman ettiler. Tıpkı Irakta yaptıkları gibidir.
            Türkiye’ye hangi yemi verdilerde gemsiz at gibi şahlanarak bu ateşe el atarak yardımcı oldu?  Şimdi sıra Türkiye de. Pis işlerine Türkiye’yi fiilen ortak etmek istiyor ki, gücünü kaybetsin, isteklerine kolayca ram olsun.  İktidarda bulunanlardan birisine galiba, Osmanlı padişahlarının ruhları tenasüh etti. Yeni fetihler yapma umudu sardı. Müsaadenle bunu sana yedirmezler. Atatürk’ün dış siyasetinden ayrılma. Yoksa Padişahlığı ve Hakan olmayı kafanıza mı koydunuz?
            Hitabet yeteneğiyle Tayyip Bey, Alpaslan’ın ordusunu etkilediği gibi halkına etki yapıyorsun. Halk desteği arkanda var. Önüne kimse çıkamaz. Fakat tarihten ders al bu millete acı. İşte Suriye işinde yem verenlerin hiçbiri arkandan gelmediler. Türkiye bir başına kaldı.
            İktidar bunların Türkiye’nin aleyhine olduğunu bile bile içeride oy oranını artırmak için her konuda olduğu gibi dünyaya nizam vermeyi yüksek sesiyle ilan ettiler. Başarılı da oldular. Yeniden oylarını artırdı. Her konuşmasını Osmanlıya ve din üzerinden propagandasını yaptı ve kazandı. Bu siyasetle hem mazlum Arap halklarını hem de gelecekte Türkiye’yi ateşe attılar.
            Bu iktidar Cumhuriyeti kuranların takip ettiği dış siyaseti pasif görüp aktif hakle getirdiğini söyledi. Fakat hiçbir müspet sonuç doğurmadı. Aktif hale getirdiği şey dışarıda karşılığı olmayan yüksek sesle boş atıp tutmalardır. Türk halkı ve Türk devleti ne kazandı? Dört tarafımız düşmanla doldu. Hani Çevremizde oyun kurucu hale gelecektik. Bizi dinleyen var mı?
            Kutsal Dinle beraber başörtü devamlı kullanıldı. Bu iki sözcük ne sihirli bir nesneymiş ki, Hz. Musa’nın Asası gibi İktidarın olumsuzluklarını zafer çevirdi. oylarını artırdı. Bunu savunanları da Karun gibi Âlim-makam sahibi ve zengin yaptı. Her biri televizyonlarda, gazetelerde ahkâm kesmek için makam sahibi yapıldılar. Ya bu millet dayak yemedi, ya da başına bir gelecek var?
            İktidarla paralel yapı arasında, Cemal Abdülnasır İhtilal öncesi Müslüman kardeşlerle ittifak yaptığı dönem akla geliyor. Cemal Abdülnasırın iktidara geçmesinde Müslüman kardeşler yardımcı olmuştu. Sonra da İktidara geçince başta Seyit Kutup olmak üzere birçoğunu idam etmiş, sayıları otuz beş bine varan mensuplarını da hapse tıkmıştı. Çünkü devlet yönetimi camideki konuşmalarla olmayacağı günümüzde Mısırda yeniden görülmüştür. İktidarın Haşhaşılar diye ilan ettiği kesimle Cemal Abdülnasırın yaptığı gibi ortaklık yapmadı mı? İktidar olduğu günden itibaren kendileri için tehlikeli Gördükleri her kesimi kolayca yollardan temizlemediler. Ne zaman ki, iktidarın hırsızlıklarına, haramzadeliklerine cemaat ortak olmadı, göz yummadı. Cemal Abdülnasırın Müslüman kardeşlere yaptığı gibi her yerden adamların hayat haklarını ellerinden aldılar.
            ***
EĞİTİMİNDE KOD SEVGİ OLMALI
     CEMAL ÇALIŞKAN
Öğretmenim ve Öğrenciyim diyen kimse okumayı ve yazmayı sevmelidir. Öncelikle Bunlar benimseyip sevecek ve hürmet edecek ki, bunların bereketinden istifade edebilsinler. Çünkü dinimiz kalemden, yazmaktan, kitaptan ve okumaktan söz etmiştir. Hem Müslüman olduğumuzu iddia edeceğiz, hem de bu emirleri içeren Kuranın buyruklarına sırtımızı döneceğiz? Bu yakışık olur mu? Müslümanların okuma- yazmayı elzemle önemsemeleri gerekir. Çükü ibadetleri sahih olması için okumaya, öğrenmeye ve ezber yapmaya mecburdurlar. Bu nedenle toplumu yöneten insan çok bilgili olmalı ki, büyük düşünebilsin; ufak siyasi hesaplarına toplumu heba etmekten uzak kalabilsin. Bu ideallerle okula öğrenmeye gelinirse, öğretmen öğrencisini, öğrencisi öğretmenin de özlediğini muhabbetle bulabilsin sevgiyle kucaklaşma gerçekleşebilsin. Böylece eğitimdeki kördüğüm çözülsün, eğitim kalitesini yükseltebilsin. Bu sözünü ettiğimiz öğreten ve öğrenen insanlar kültür evlerinde, sanatta ve kütüphane mekânlarında boş vakitlerini değerlendirmeleri onların farklılığını ortaya koyacaktır. Öğrencilerimiz bahçeye yeni ekilen fidanlarımızdır. Bu fidanları zararlı otlardan temizlemeli, onları yabanilere kurban vermemelidir. Onların yetişmelerinde gereken ihtimam göstermelidir. Bu sözünü ettiğimiz kesim halk gibi konuşamaz ve onların yanlış yaşamını örnek alamaz. Her yönden halka okullara gidenler örnek olacaktır.
            Batı insanı, kâinat kitabını tanıdıktan sonra hayatını o doğrultuda tanzim etmiş ve geleceğini bu okudukları üzerine kurmuş ve başarılı olmuşlardır. Doğu insanı ise, elindeki kitabı tersten okuduğu için ve kafasını da kitaptan kaldırıp etrafını görmediğinden kâinat kitabını öğrenememiş, hayatına batıl evhamlar üzerine inşa etmiştir. Dolayısıyla gerçek bilgiyi de hayatla bir türlü buluşturamamışlardır. Okullar ve Eğitim bundan çokça nasibini almıştır.
            Okul konuşturan, düşündüren, dönüştüren yerler olmalıdır. Bugün okullar, Böyle olmaktan daha çok şiddet üreten, bireyi gerçek yaşamdan koparan yerler olmuştur. Hâlbuki gerçek yaşama hazırlayan yerler olmalıydı. Bu nedenle okullar, çocukları gerçek hayattan koparmış hayatın gerisine düşürmüş, robot yetiştirip ortalığa salmıştır. Her gelen bakan önceki bakanın kodladığı eğitim kodunu yok sayıp kafasına ve danışmanının algısına göre yeniden eğitimi kodlamıştır. Niçin askeri okulları örnek alıp bu okulların başarı seviyesini yakalama çabasına girilmemiştir.  Her gelen Milli eğitim bakanı dışarıdan eğitime çare aramanın peşine düşmüştür. Böle olunca da geldiği yeri kaybetmiş, bir türlüde yerliliğe dönememiştir. Bundan dolayı para ve harcanan emekler yok olup gitmiştir. Vicdanları sızlamamıştır.
            Yaşamın her yerinde sevgi çok mühim ve yaşamın gıdasıdır. Okullarda ise, sevgi sürekli ve istemli olması elzemdir. İnsanlar vatanından uzak kalıp yurtlarına döndüklerinde toprakları öperler. Öğretmen ve öğrenciler dört beş ay okuldan uzak kaldıkları halde, okullarına kavuşmalarından dolayı bir sevgi gösterisinde bulunmazlar. İşlerini kaybeden işçiler, yeniden işbaşı yaptıklarında sevinç gözyaşları dökerler. Okullar ve eğitimde bunlar yok. Dolayısıyla baştan kaybediliyor. Günümüzde cansız olarak bildiğimiz taşın ve toprağın canlı olduğunu biliyoruz. Kitabımız” Her şey Allah’ı kendi lisanınca tespih eder. Fakat siz onların dilini anlamazsınız. “ buyurur. Bu olay, bizlerde kitap kalem, öğrenci ve okul sevgisini bir kat daha artırmalıdır. Kitap insanın en faydalı ve en gizli sır tutan dostudur. Bunlarla gizliden gizliye sohbet etmeliyiz.  Okullar, Batının etkisiyle kutsal mekânlar olmaktan çıkarılmıştır.
            Okul bahçesine giren öğretmen, öğrenci kışlaya gelen asker gibi, biraz ciddi olmalıdır. Eğitim ve öğretim bir disiplin işidir.  Eğitim üzerine çalışma yapanlar kışladaki askeri, camiye giren Müslüman’ı ve fabrikaya gelen işçinin ruh hallerini incelemeleri gerekir. Buradan hareketle öğretmen ve öğrencilere eğitim konusunda neler önerebilirler tecrübelerini paylaşmaları gerekir. Okullara gelen öğretmen ve öğrenciler spor karşılaşmadaki seyircilerin duydukları heyecanı okullarda duymaları gerekir. Böylece okullar özlenen mekânlar olacaktır.
            Herkes birisinin uydusu olmaktan çok memnun görünüyor. Eğitim siyasetin arka bahçesi durumuna düşürülmüştür. Gelecekte kendilerine oy verecek seçmenleri yetiştirmeyi kafalarına koymuşlardır. Böylece yapılan haksızlıklara bilenlerden ses çıkmıyor. Eğitimin planlamasında sahadaki eğitimcilerin hiçbir önerisi dikkate alınmıyor. Kendi siyasi çıkarlarına hizmet yapacağına inandıkları bürokratları eğitimin başına oturtuyorlar.
            ***
DUAM SANA

Kalbim titriyor ya Rab!
Fark edemedim dünya için,
Gözlerimde akar yaşlar;
Sana gelmek istiyorum.

Günahkâr ellerimde kir;
Bir arzuhal imzaladım;
Kullarından her bir yerine;
Münacatımla kabul et diye

GÜZEL ÖĞRETMENİM

Varlığınla huzur olur,
Kuru dallar yeşil olur,
Ağaçlarda meyve verir,
Benim güzel öğretmenim.

Kızanlara aldırmazsın,
Soruları yanıtlarsın,
Öğrencine hiç kızmazsın,
Benim güzel öğretmenim.

Zorluklarla savaş yapar,
Öğrenciye kucak açar,
İlim ahlak, şifa saçar
Benim güzel öğretmenim.

Kimselere yok minnetin,
Öğrenci senin eserin
Dünyalarda olmaz dengin,
Benim güzel öğretmenim.

Yüce kutsal meslektensin,
İnsanlara sen rehbersin,
Peygambere varis sensin,
Benim güzel öğretmenim.


CEMAL ÇALIŞKAN