22 Eylül 2014 Pazartesi

Nurullah AYDIN 22 Eylül 2014 ANKARA KİFAYETSİZ MUHTERİSLER VE TÜRK MİLLETİ’NE KUMPAS & YORUM: Remzi AKTAŞ - İsmail TOPKAR

KİFAYETSİZ MUHTERİSLER VE TÜRK MİLLETİ’NE KUMPAS
Prof. Dr. Nurullah AYDIN
22 Eylül 2014 ANKARA
Anadolu toprakları, uygarlıklar, imparatorluklar, devletler beşiğidir. Kahramanlığın da, vatanseverliğin de, hoşgörünün de, ihanetlerin de, entrikaların da, kumpasların da, dinciliğin de, yobazlığın da birikim yeridir. 
Bir kesime göre; ülke kalkınıyor, dış politikada sıçrama yaşanıyor.
Bir kesime göre; ülke tarihin en cahil, en yalancı, en sorumsuz, en hırsız, en çıkarcı özel yetiştirilmiş Müslüman görünümlü bir şebekenin elinde kaosa sürükleniyor.
Bir kesime göre; olanlar bu bir illüzyon ve taktikten ibarettir. Batı dünyasının angajmanı olduğumuz sürece dış politikada hiç bir şeyi değiştiremeyiz.
Komşularla sıfır politika, demokratikleşme, insan hakları, özgürlükler gelişecek, halkın talepleri olacak, diktatörlükler yıkılacak denildi, deniliyor.
Gelinen nokta nedir? Slogansı sözcüklerle Libya, Tunus, Mısır, Yemen, Suriye çatışma ortamına sürüklendi. Sonuçta batı bombardımanı altında, kardeş kardeşi katlederek on binlerce insan öldü, kentler yakılıp yıkıldı, yakılıp yıkılmaya devam ediyor.
Batı; Türkiye'ye bölgede çok sınırlı bir hareket alanı bırakmıştı. Stratejik bir hamleye ise asla izin vermediler. Vermeyecekleri de açıktır. Çünkü Türkiye; tarih boyunca Ortadoğu, Orta Asya, Kuzey Afrika ile iç içe yaşamış yüzyıllar boyunca Batı’nın karşısında set olarak vardı. Bunu yıkan batı, Türkiye’nin yeniden aynı konuma gelmesine müsaade edemez.
Etkin rol almada önceki ve şimdiki kadrolarda algı; ikna konsepti ve sıfır sorun politikası ile bölgeye nüfuz etme çalışmaları olarak sürdürülüyor.
Acı ama gerçek olan Türkiye’nin kuruluşunda, İngiliz milletler topluluğunun gizli üyesi oluşu yatmaktadır. Dolayısıyla dış politika, İngilizlerin onayladığı sınırda sürdürülüyor. Devamında ise 1951 NATO girişle birlikte ABD odaklı oldu. Zaman içinde İngiltere ve ABD’ye endekslenmiş bir Türkiye profili şekillendirildi.
Batı’ya Türkiye'nin angajmanları ile bölgeye empoze edilmeye çalışılan model çelişkilerle doluydu. Kuşkusuz bunda bir diğer etkileyici bir sebep de son dönemde iç ve dış politikaya rengini vermekte olan Neo Osmanlıcı dil, retorik ve yaklaşımın bölge ülkelerini ürkütecek boyutlarda kendini tezahür ettirmesi rol oynadı.
Komşularla sıfır sorun anlayışı, sıcak ilişkiler, kardeşlikler, yakın temaslar, dostluk ambalajı altında ticarî-ekonomik ilişkiler öne çıkarıldı. Ancak her şey ABD ve AB'nin göz yumduğu marja bağımlı olduğundan, işin Türkiye'yi sahiden bölge halklarıyla buluşturacak noktalara gelmesine izin verilmedi.
Türkiye'ye tanınan serbesti stratejik değil, taktik ve operasyonel alanla sınırlıdır.
Batılılara söyledikleri açıktı; siz bölgeyi bizim kadar iyi bilmiyorsunuz. Bizi bölgede özerk bırakın, biz bölgenin dilini, reflekslerini, kodlarını çok iyi biliriz, diyorlar. Batı'ya angajman olanlar, kendilerini iktidara taşıyanlara şükran ve diyet hesabındalar.
Batı stratejik politikalarına angajman olan yönetenler; heyecan ve coşkuyla havalara girdiler. Ancak zaten sınırlı limitler içinde hareket etmek durumunda olmasından kaynaklanan acı gerçekle karşı karşıya kaldılar. Elde edilen sonuçlar taktikler seviyesinden çıkıp sanki Türkiye kendi adına bölgede iş yapıyor görüntüsünü vermeye başlayınca dur dediler.
Eş başkanlık görevi verildi. İşe koyuldular. Önce her ülkenin muhaliflerini, Türkiye’de örgütlediler, batı ajanlarınca eğitilmeleri yönetilmeleri ortamı sağlandı. Lojistik destek sağladılar.
Ülkeler Arap baharı adı altında kin, nefret, öfke çatışma ile alt üst olurken, batının istediği petrol denetimiydi, kaos ortamında bunu sağladılar.
Batı; Türkiye’yi ve bölgeyi kaosa sürüklemede istediğini gerçekleştirmiştir. Bölge halklarının Türkiye’ye yönelik kızgınlığı da canlandırılmıştır.
Şimdilerde ise; mültecilere kapılara açarak milyonlarca kendi ülkesine ihanet eden, hastalıklı sorunlu insanları ülkeye kabul ediyorlar.
Türkiye’nin göçlerle etnik kimlik çatışmalara sürüklenmesi kaçınılmazdır.
Türk Milleti’ne düşmanlık geni taşıyan ihanet şebekesinin  ve dış odakların stratejik planı şimdilik uygulanıyor.
Ama henüz Türk Milleti son sözünü söylemedi. İzliyor.
Bekleyin!!!
Günün Sözü: Hırslı insanlar amaçları için ilke, din, kural tanımazlar.
AÇIKLAMA; 
ELEŞTİRİ, YORUM VE KATKILAR:
HIRSLI, KİBİRLİ, KISKANÇ İNSANLAR, EGO’LARI UĞRUNA; VATAN, MİLLET, DİN, ADALET, İMAN TANIMAZLAR: CEHALET, HIRS, KISKANÇLIK, ÇEKEMMEZLİK, GÖSTERİŞ, KİBİR YARIŞINDAKİ  TÜRKİYE:
10.000 'lerce, dava dosyası ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde,Türkiye’yi, 9 milyar dolar cezaya çarptıranlar..
5-6 milyon insanı,Türkiye'ye,sokarak,sağlık ve ekonomiyi çökertmek isteyenler.!
Türkiye ,mahkemelerindeki kanı bozuk,yabancı güç etkinliği,
Türk ordusunu ve bilim adamlarını,milyonlarca dava ile meşgul etmesi,
Geçmişin,kin,nefret,kıskançlık intikamını almak isyyetenler.
Basiretsiz,bilgisiz,para,mal,makam,gösteriş yarışındaki,siyasiler.
Geçim derdindeki,çol,çocuk sahibi masum halk.
Çevre,doğa,yaratılış'a saldıran.ABD ve AB özlemindeki,para hırsındakiler,
Borç batağına sürüklenmiş,lükse özendirilmiş,Tv ile uyutulmuş Türk halkı
Vatan,millet,inanç,namuş,iman uğruna,herşeyini feda eden %10 luk kahraman insan,
Katorojen ve çevre kirliliği,radyasyonla.; sağlık ve ekonomisi çökertilen Türkiye'yi yönetenler.
Akıl,bilim,iman ve kur'an dan güç almıyorlar.
Asil,onurlu,cesur,akıl,bilim imans sahiplerinini dinlemiyorlar.!
ABD ve AB batağına,küfrüne aldananlara kanmaktadırlar.!
Dört yıl işgal altında kalmış,Türkiye'nin 7 düveli nasıl kovduğu,manevi mirasini unuttular.!
Kainat ve kur'an yasalarını dışlayıp,küffar'a uydular.!
Ahlak
Adalet
Din
Ekonomi
Sağlık
Eğitim bozuldu,sonuçta Türkiye böyle oldu.!
KURTULUŞ ÇARELERİ,TÜKENMEDEN UYANALIM,UYARALIM..!
1-TÜRKİYE, YÖNETİM YÜKSEK KONSEYİ KURULMALIDIR.
   (Bilim,ahlak,adalet ve iman sahibi,ağır bedel ödemiş kahramanlardan)
2-TÜRKİYE, HALK MAHKEMELERİ ACİL KURULUP,ÖLÜM CEZASI GETİRLMELDİİR:
  (Adil,dürüst,akıl,bilim,iman sahibi,ülkesine ihanet etmemiş,her kesimdeN)
3-TÜRKİYE YÜKSEK SAVUNMA VE SAVAŞ KONSEYİ KURULMALIDIR:
  (Cesur kahraman askerler,bilim insanları,sanayi ve Yüksek teknoloji uzömanları vs)
4-TÜRKİYE,SOSYAL VE EKONOMİK KONSEYİ KURULMALIDIR
  (77 milyona aş,iş,paylaşım ,adalet ,ikardeşlik, iç barışı tesis edilmelidir)
5-TÜRKİYE,TARIM,HAYVANCILIK,ORMAN,BİTKİ,SU İŞLERİ KONSEYİ KURLMALIDIR:
  (Bilim,akıl,iman sahibi,güvenilir dürüst insanlardan oluşan halk birimleri)
6-HABER,İLETİŞİM,İSTİHBARAT,YÜKSEK KONSEYİ 24 SAAT, 77 MİLYON İLE 186 DEVLETİ İZLEMELİDİR
  (Bilim akıl,iman sahibi,cesur,dürüst,tecrübeli,kahraman,asil onurlu insanlar, 38.000 köy mezra halkı)
7-KUŞATILMIŞ TÜRK ORDUSU VE BİLİM İNSANLARI MUTLAKA KURTARILMALIDIR.
  (Yüksek Türkiye menfatleri uğruna,kuşatılmış,yurt içi ve dışı kahramanlar tamamı,kurtarılmalıdır)
Saygı ve sevgilerimizle.
Remzi AKTAŞ
(Araştırmacı-Toplum Bilimci)
İsmail TOPKAR
(İLO Eski Başkanı,Emekçiler önderi,Ombusdman)
(Posted by: remzi aktas remziaktas2492@gmail.com)

19 Eylül 2014 Cuma

KORKU DAĞLARI AŞARSA… Cemal ÇALIŞKAN

KORKU DAĞLARI AŞARSA…
Cemal ÇALIŞKAN
            “12 Eylül öncesi öğretmenler ve memurları değerlendirme ölçüsü okuduğu gazetelerdi. Günümüz iktidarı eski algıya geri dönmemelidir.”
17-25 Aralık tarihi devletin suçluları yakalama operasyonlarını etkileştirmek gayesiyle bu olayda görev alan emniyet görevlilerini bir suçlu gibi ilan edip hırsızları değil de hırsızları yakalayanları itibarsızlaştırma operasyonuna dönüşmüştür. Bunları yakarış ve duaların cevabı olarak da kabul edilebilmelidir.  Etme bulma dünyası Bugün ülkemizde yaşanan korku süreçleri,  Moğolların Anadolu’yu işkâl ettiği dönemi hatırlatmaktadır. Korku o kadar sinmişti ki, on Selçuklu askeri bir Moğol askerinin hakkında gelemiyordu.
            Efendimizin sözüne kulak verelim. Bir zaman gelecek, düşmanlar İslam memleketlerini bir emlakçi gibi pazarlayacaklar. Dinleyenler, Müslüman sayısı azalacak mı? Hayır, sayılar çok olacak fakat saman çöpü gibi çapları olmayacak” buyurdu. Ülkeye korku yayılırsa, Selçuklu ve Saddam’ın askerleri seviyesine düşürülür.  Ülkemizde, devlet başkanı olsun, kim olursa olsun yanlış yapan alacağı cezadan korkmalıdır. İktidar sahipleri, bizim arkamızda halk var deyip istediklerini yaparlarsa, doğudaki aşiret reisleri seviyesine düşülür. İkide birde aşiret reisi ağız konuşmaları terk edilmesi gerekir. Bu halk aşiret, iktidarda aşiret reisi değil. O devirler çoktan bitmiştir. Yanlışlarını ve hırsızlıklarını kapatmak için arkalarındaki halk desteğini ileri sürerse, doğudaki kaçakçılık ve devlete isyan eden aşiret reisleri sakat mantığına düşmüş olurlar.
            Köyümüzde, Ramazan ayı ikindi namazı cami çıkışında Köy Muhtarı makbuz yazarken hasımları sayısız kurşunla öldürmüştü. Katil yakalanmayıp dağa kaçtı. Oraları yaşamı haline dönüştürdü. Hasımlarına ve köylüye yaşadığı yerden gözdağı veriyordu. Bazılarının evlerini basıyor ve kurşunluyordu.  Köye korku hâkim olmuştu.  Katili gören olmamış gibi bir tane bile şahit çıkmamıştı. Bir İslam ülkesinde korku yayılırsa, Müslümanlık Camide başlayıp camide biter. Bu olunca ölen öldüğüyle kalıyordu. Nice canlar ve hanümanlar böylece yok olup gitmiştir.  17-25 Aralık olaylarıyla dürüst görev yapanlara bu korkutma yöntemi kullanılmıştır.  Hani haksızlığın karşısında susan dilsiz şeytandı. Hani en büyük yiğitlik zalim bir idarecinin karşısında hakkı savunmaktı. Bu sözler süs olarak dini kitapların vitrinlerinde bekletiliyordur.
            Türk devleti, kurulduğu dönemde devlet için zararlı gördüğü insan ve gruplara haksızlıklar yapmıştı. Nedeni, Devletin selameti adına, rejimi yerleştirme adına. Demokrasi döneminde ise, Siyasi iktidarlar kendilerini ve haramzadelerini ve hırsız bürokratlarını aklama adına kendisine karşı olduğuna inandığı her türden insan ve gruplara zulüm yapıyor. İktidarın, hâkimlere vereceği zammı vermeyip seçimlerin sonrasına bırakması, Devleti aşiret reisinin vereceği ödül seviyesine düşürmektir. Devletin hazinesi ulufe gibi dağıtılacak yerler değildir. İktidarda da milletin parasını istediğime verme padişahlığına girmesin.
            Rahmetli Özal ve Tayyip Bey ikide birde, biz siyasete kefenimizde çıktık sözünü dillendirmişler, bu yüzden oylarını artırmışlardır. Halkın bu söze tepki göstermesi gerekirken alkışlamışları başka bir talihsizliktir. Devleti işkâlcılar yönetmiyor. Avrupa’da bu sözün karşılığı var mı?  Askerlere karşı söylenmişse, askerler işkâl ordusunun kalıntıları mı? Bu sözleriyle orduyu da teslim aldılar. Hırsızları,  hukuksuzlukları ortaya çıkaran hâkim, savcı ve polisleri bir gecede çil yavrusu gibi dağıttılar. Kendilerini bize karşı darbe yapacaklardı diye savundular.         

Bu ülkede darbeyi askerler yapar biliyorduk. Bugün ise, iktidarı devirmek için önüne gelen darbe yapmayı planlamıştır(!) bir paralel yapı deyip tutturdular. Çünkü hırsızlıklarını sadece paralel yapı dedikleri kimseler biliyordu. Bu nedenle onların yaşama hakkını ellerinden aldılar. Bu kin niye insanlara! Beşiktaş’ın Çarşı grubu bile kendilerine karşı darbeci ilan ettiler. Herkes Ak partiye karşı darbe yapmak için sıraya girmiş. Görünen tek şey, Akpartinin devlete ve istemediklerine karşı yaptığı darbedir.

12 Eylül 2014 Cuma

Rumların Kıbrıs Konusuna Bakışı & İntiharların Ne Kadarı Önlenebilir?.. Prof. Dr. Ata ATUN

Rumların Kıbrıs Konusuna Bakışı
Dün Kıbrıs Rum Yönetimi Dışişleri Bakanı Yoannis Kasulidis'in, Rum tarafından günlük çıkan Fileleftheros gazetesinde yayınlanan söyleşisini okudum.  Tam gülermisin, ağlarmısın tarzında düşünceleri var Kasulidis'in Kıbrıs konusunda. Doğal olarak açıklamaları da aynı kategoride.
Sanki de Kıbrıs Rum Yönetimi dünyanın en büyük en güçlü devleti ve biz Kıbrıslı Türklerle “lütfen” konuşuyor. 
Ha keza Türkiye’yle de öyle...
ÜFÜRÜKTEN BİR DEVLET!..
Üfürükten bir devletin üfürükten bir bakanı olduğunu unutmuş Kasulidis herhalde. Batmış, çökmüş ve hiç bir saygınlığı olmayan, uyuşturucu kaçakçılığından, silah kaçakçılığına, kadın ticaretinden, kara para aklamaya kadar her tür melanetin yer aldığı, gerçekte de yasal olmayan bir devletin dışişlerinden sorumlu bir bürokratı. Seçilmiş bir siyasi bile değil.
Kasulides'in ettiği laflar boyundan büyük. Gerçekte tümünü toplasanız Rumların, Kasulides'in ettiği laflar, tümünün toplam boyundan da büyük.
15 Mayıs 1919'da Anadolu'ya, 20 bin kişilik bir ordu ile arkalarında Avrupa'nın galip devletlerinin diplomatik gücü ve silah gücü ile çıktıklarında gene böyle havalar içindeydiler ve Anadolu'nun Ankara'ya kadar olan batı yarısını alacaklarına inanmışlardı.  9 Eylül 1922'de sadece 2 bin kişi kalan yılgın bir ordu ile Yunanistan'a geri döndüler ve yaptıkları hatanın adını da "Küçük Asya Felaketi" koydular.
1963 yılında Kıbrıs adasını, aynen Girit'te yaptıkları gibi Türklerden temizlemek için saldırılar başlattıklarında, Türkiye'nin diplomatik uyarılarına kulak asmadıkları gibi,megalomanik yapılarından dolayı Türkiye'yi de yok saydılar. Biz Kıbrıslı Türkleri taciz etmek, Türkiye'ye de sen adaya ayak basamazsın mesajını vermek için her fırsatta dabol bol "Bekledim de Gelmedin" şarkısını çaldılar. Megalomanilerinin onları götürdüğü yol, sonunda tümüne kayıtsız koşulsuz sahip oldukları adanın üçte birini Türklere bırakmakla sonuçlandı.
Şimdi de üfürükten bir devletin dışişlerinden sorumlu bürokratı olduğuna bakmaksızın,  “Ya Türk tarafı, Kıbrıs sorununun çözülebilmesi için bazı önemli tezlerini değiştirecek ya da Kıbrıs sorunu çözülmeyecek” buyurdu Kasulides.
Kasulidesson 50 yıldır süren müzakerelerde üzerinde mutabakata varılmış yakınlaşmaları yok sayan, BM'nin yıllar boyu süren çalışmaları sonucunda oluşturmayı başardığı parametreleri değiştirmeye çalışanın kendileri olduğunu, müzakereler boyunca masaya her konan planı reddeden tarafın da Rumlar olduğunu unutmuşa benziyor.
Kıbrıs'ın kuzeyine Türkiye'den önce suyun sonra da elektriğin gelmesi ile ellerindeki yegane koz olan "tanınmış devlet olmak" üstünlüğünün zarar göreceğini anlayan Kasulides, daha sonra da bir olasılıkla da doğalgaz ile internet omurgasının gelmesi ile ellerindeki geri kalan politik gücü de kaybedeceklerinin buna ilaveten de Kıbrıslı Türklerle hiç bir rekabet güçlerinin kalmayacağının farkındalığı ile şimdiden ağlamaya başladı ve mızıkçılığa yöneldi.
Rumlar, adada çözüm istiyorlarsa, son 50 yıldır hiç bir değişikliğe uğratmadıkları kendi maksimalist tezlerini değiştirmek ve isteklerini makul, gerçekçi bir seviyeye çekmek zorundadırlar. Aksi takdirde Kıbrıslı Türklerin kan, gözyaşı ve bin bir ezaya karşı gelerek kurdukları KKTC, Türkiye'nin gittikçe artan desteği ile daha güçlenecek ve adadaki çözüm kendiliğinden iki devletli çözüm şeklinde dönüşecektir.
Rumların hayali olan "Üniter Rum Devleti"nin hayata geçmesi zaten olanaksızdır.  Kıbrıslı Türklerin arasında artık Rumlarla ortak, "Birleşik Federal Kıbrıs Devleti" kurmak isteyenlerin sayısı da 2004 yılındaki referandumdan sonra dramatik bir şekilde aşağıya inmiş durumdadır...
Rumlar, megalomanik düşüncelerle ve sözlerle bu treni de kaçırırlarsa, ki öyle gözükmektedir, Kıbrıs adasında Türklerle Rumların bir arada yaşaması ütopik bir hayale dönüşecektir...
Ata ATUN
***
İntiharların Ne Kadarı Önlenebilir
Geçen gün Girne'de yaşanan intihar olayı beni gerçekten çok üzdü. Beni üzdüğü gibi eminim bir çok vatandaşımızı da üzdü. Ben şahsen çok etkilendim gencecik bir adamın, bir telefon konuşmasından sonra intihara karar vermesine ve bu düşüncesini de hemen anında uygulamaya koymasına.
Psikolog değilim. Benim kafa yapım matematiksel ağırlıklı, düşünme tarzım da analitik.  İntiharlar önlenebilir mi, önlenemez mi konusunda hiç bir akademik bilgim yok. İnsanoğlu bu, beynindeki yargı merkezi ne yapmasına karar verdiyse onu yapar diye düz bir mantıkla düşünüyorum.
Eminim insan beyninin intiharla ilgili bölümü, diğer bölümlere nazaran daha derinlerde, daha uzaklarda ve daha kısıtlı çalışıyor. Herhalde yolu da, çıkış uçları hayatta kalmaya açılan bir çok süslü ve çekici kapılar ile içinde kaybolunan labirentlerle doludur.
İntihar etmek düşüncesini önlemenin, kafadan silip atmanın mümkün olmadığı varsayımıyla konuya baktığımızda, alınabilecek tedbirlerden bir tanesinin intihara giden yolu uzatmak ve intihara yol açacak malzemeleri ortadan kaldırmak olabilir diye düşünüyorum.
Ben Mücahitlik hizmetime 1970 yılının Eylül ayında Mağusa Sancağına bağlı Merkez Taburunda başladım.  Bittiğinde 1974 Mutlu Barış Harekatı tamamlanmış ve üzerinden de 4 ay geçmişti. Uzun, yorucu, stresli ve içinde savaş deneyimi de olan müthiş bir hayat dersi almıştım Mücahitlik hizmetimden. 
Sağ belime asılı tabanca ile hafif sola kaykılmış vaziyette yürümek ve tabancanın varlığının verdiği "kimse bana dokunamaz" duygusu bambaşkaydı. Beşparmak dağları olmasa bile Mağusa'dan görülebilen daha ufak dağları ben yarattım duygusu hakimdi, tabanca belimde olduğu zamanlar. Bu nedenle de terhis olduktan sonra bir müddet yürüme zorluğu ve güven eksikliği çekmiştim.
Sormak isterim; geçen gün intihar eden gencecik arkadaşımızın belinde tabancası olmasaydı, o telefon konuşmasından hemen sonra belinden tabancasını çıkarıp, şakağına dayayıp intihar eder miydi? Görevi bitince tabancasını iş yerine bırakarak dışarı çıkmak emri ve uygulaması olsaydı, iş yerine gidene kadar fikrini değişip, her kimse telefondaki, içinden "canı cehenneme" deyip intihar fikrinden vazgeçmez miydi?
Bence iş yerine gidene kadarki harcadığı zaman süreci içinde, ilk başta intihar etmek düşüncesinin yüzde 100'e çıkmış oranı, belki de iş yerine vardığı zaman artık yüzde 40'lara düşmüş olacaktı ve sinir geçtiğinden veya da azaldığından intihardan vazgeçme olasılığı da yükselecekti.
Zaten bu amaçla olsa gerek, KKTC'de avcıların, av sahasına gidene kadar otomobillerinde tüfeği nasıl taşıyacakları sıkı bir kurala bağlıdır. Tüfek, içine fişek sürülü olmadan, kırık ve bagajda olmak kaydı ile avcı beraberinde taşınabilir anacak. Kuraldaki amaç, yolda giderken bir av hayvanı görünce, arabasını durdurmadan pencereden ateş etmesini ve etrafta bulunan ama o anda gözle görülemeyen insanları vurmasını önlemek içindir. İkinci amacı da, bir kaza veya olay anında hemen silahına el atıp, içinde bulunduğu sinirli ortamdan dolayı karşısındakini vurmasına mani olmak içindir.
Ülkemizde silahla işlenen suç oranı dünya ortalamalarının çok altındadır. Genelde polise ve yasalara saygı da çok üst düzeydedir. Bugüne değin yapılan gösteri ve nümayişlerde protestocular hiç silah kullanılmamışlardır. Silah taşıyarak görev yapmak zorunda olan devlet personelinin, görevi bitince silahını görevini yaptığı yerde bırakarak dışarı çıkması, belki de intihar olasılıklarının biraz daha aşağıya çekilmesine yol açacaktır.
Zaten ada ülkesiyiz. Suç işleyen kişi, görevli personelin belinde silah olsa da yakalanacaktır, silah olmasa da.          
Bence denemeliyiz....
***
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com  veya  ata@kk.tc
http://www.twitter.com/ataatun
http://www.ataatun.org 
Facebook: Ata Atun
11 Eylül 2014

MİLLET BİLİNCİ VE BAŞARI; A. Kemal GÜL

MİLLET BİLİNCİ VE BAŞARI
A.Kemal GÜL    
Türk Milleti’nin milli birlik şuurunu en güçlü manada sergilediği an, Kurtuluş Savaşı ve onu izleyen süreçte ortaya çıkmıştır. Yok olma eşiğine gelmiş, toprakları paylaşılmış, ordusu dağıtılmış, maddi manevi bütün varlığı tehdit altına girmiş bir durumda iken, herkesin olmaz dediği şey olmuş ve Türk Milleti bütün dünyaya karşı öyle güçlü bir irade göstermiştir ki, kısa süre sonra bütün dünyanın saygı duyduğu bir devlet haline gelmiştir.
Türk Milletindeki bu cevheri ilk fark eden Atatürk olmuştur. İşte böyle günlerde geleceğini kendi eline alma uyanıklığını gösteremeyen ulusların geleceği karanlık ve korkuludur.
Türk Ulusu bu gerçeği anlamıştı. Bu bilinç ve anlayış sonucuydu ki, erkeği ve kadınıyla kurtuluş umudu veren her içten çağrıya koşmakta idi…
Atatürk, Türk Milleti’nin her ferdinin tek bir yumruk haline gelmesi için gerekli olan milli birlik ve beraberlik bilincinin kavranması aşamasında büyük bir çaba göstermiş, yaptığı her konuşmada, her kongrede, her yazısında, mevcut durumun zorluğu karşısında Türk Milleti’ni birliğe ve beraberliğe yöneltmiştir.
Milli birlik sağlandıktan sonra, Türk Milleti’ni oluşturan her birey, yaşlısı genci, kadını çocuğu demeden canını dişine takarak vatanı için mücadele etmiş, canını malını bu yolda harcamaktan çekinmemiştir.
Halkı saran bu heyecan ve şevk dalgası etkisini uzun süre sürdürmüş, zorluklar karşısında Türk Milleti’ni bir araya gelerek topluca tepki göstermesi bir gelenek haline gelmiştir. Bu duygu birliği ve bu bilinç sayesinde genç Türkiye Cumhuriyeti büyük bir kalkınma hamlesine girişmiş, her türlü iç ve dış düşmana rağmen güçlü bir devlet kurmayı başarmıştır.
Tarihin çeşitli dönemlerinde karşı karşıya kaldığımız zorluklar birlik ve beraberlikle çözüme kavuşmuştur. Ancak bu birliğin gücü, topraklarımızda gözü olan, Türk Milleti’nin içteki ve dıştaki düşmanlarını oldukça rahatsız etmiştir. Devletimizi kendilerince zayıf düşürmek için ilk önce bu birliği parçalamanın ne kadar zaruri olduğunu fark etmişlerdir. Bu amaçla kimliği hiç değişmeyen bu çevreler, tarih boyunca oynadıkları oyunlarına yeni senaryolar yazarak, Türk Milleti’ni zarara uğratmak için ellerinden geleni yapmışlardır. Bunun için yakın tarihimize bir göz atmamız yeterlidir.
1970-80 döneminde yaşadığımız, kardeşin kardeşi vurduğu sağ- sol çatışmalarının asıl sebebi ve kışkırtıcıları, terör hareketlerine silah dâhil olmak üzere her türlü maddi ve manevi destek sağlayanlar, halkın birliğini parçalamak isteyenler hep aynı çevrelerdir ve zaman içinde tek tek ortaya çıkarılmışlardır. Kurtuluş Savaşı öncesinde Türkiye’yi paylaşmaya kalkışanlarla bugün Türk Devletini karıştırmaya, üniter yapısını bozmaya çalışanlar, 1980’den itibaren devreye sokulan ayrılıkçı terör senaryosunu hazırlayanlar, bu karışıklıktan büyük çıkarlar elde edecek olanlar aynı odaklardır.
Terör ve siyasi tehditlerin yanı sıra, ülke üzerinde baskı kurmak, devleti zor durumda bırakmak için kullanılan bir diğer silah da ekonomidir. Bir ülkenin güçlü bir devlete ve güçlü bir orduya sahip olması için güçlü bir ekonomiye de sahip olması gerekir. Ekonomisi güçlü olan devletlerin halkı refah ve huzur içinde olduğu için maddi vaatlere kapalı, kanun dışı faaliyetlere de uzak olacaktır.
İşte bütün bu tehditler ve zorluklar karşısında Türk Milleti’nin en büyük silahı, etkin ayrılıkçı odaklarca dillendirilen ya da özerklik isteyen oligarşilerin öncülüğünde dayatılmaya çalışılan çözüm süreci gibi şirin görülen ihanet içerir oyunlara gelmeden, birlik ve beraberlik halinde hareket etmesidir.
Birlik bilincini elde etmiş bir Türk vatandaşı devletini, milletini ilgilendiren sorunlar karşısında bilinçli ve duyarlı davranacağı gibi, çevresindekileri de bu yönde teşvik ederek harekete geçirecektir. Kurtuluş Savaşı gibi en vahim durumda bile bütün sorunların üstesinden gelmeyi sağlayan bu güç sayesinde bugün ve gelecekte karşılaşacağımız sorunları çözmek çok daha kolay olacaktır.
Birçok sosyologun ve tarihçinin ortaya koyduğu bir gerçek var ki o da; bir milletin başarısının temel kaynağının, o milletin mensuplarının paylaştığı ve inandığı milli bir vizyonun olduğudur. Kişiler belirledikleri geniş görüşlülük yoluyla, uzak görüşlülük yoluyla geleceklerini planlayabiliyorlar. Kişiler için olduğu gibi bu durum kurumlar için de, milletler için de aynı geçerliliğe sahiptir.
Türk Milleti’ne mensubiyetin gereği olarak, bezirgân dinini değil Kur’an dinini gönlümüze sindirmiş bireyler olarak bizlere düşen geleceğimizin imarı için, Türk Milleti’nin bekası için çok çalışmak; başarıya ulaşmak açısından da sabırla, sebatla düşünerek, üreterek, nitelikli, kaliteli, bilgili ve geçmiş ile bugünü özümseyerek geleceği şekillendirebilecek güçlü ve sağlıklı bir toplum olmak; coğrafi konumu, doğal ekonomik değerleri ve çevresindeki ülkelerin istikrarsızlığı nedeniyle dünyanın en sıcak bölgesinde bulunan ülkemiz için hayati önem arz etmektedir.
Ülkemiz ve insanımızın, gerek tarihi birikimi ve gerekse milli ve manevi dinamikleriyle 21. Yüzyılda dünya ölçeğinde her alanda söz sahibi olabilecek bir potansiyele sahip olduğuna inanmak her Türk Vatandaşının ortak inancı olmalıdır.
İnsan hak ve özgürlüklerine dayalı demokrasimizi tamamlamak, adaleti baş tacı yapan laik, sosyal, üniter hukuk devletini sonsuza kadar yaşatmak her Türk Vatandaşının ortak ideali olmalıdır.
Anlaşılan o ki, ana sorunumuz gerçek aydını bulup öncü olmasında sıkıntı yaşıyoruz: Küresel-Liberal-Kapitalist belası içinde sorunlara çözüm bulmak oldukça zor olsa da, gerçek aydını bulan ve dinleyip anlayan bir halk ile halkı anlayan ve ona değer veren bir aydın arasındaki uzlaşmayla, parçaların değil, bütünün mutluluğunu yakalamaya çalışmakla, sorunların çoğu çözülür. Özellikle siyasetçi istismarcı olmadan bu algıya yer verirse, böyle bir yaklaşıma ulaşırsa, toplumun mutlu olmasında büyük rol sahibi olacaktır.
Unutmayalım: ‘’Kimin himmeti milletteyse o tek başına bir millettir.’’
A.Kemal GÜL     

10 Eylül 2014 Çarşamba

HÜKÜMET BAŞKANI DAVUTOĞLU; Cemal ÇALIŞKAN

HÜKÜMET BAŞKANI DAVUTOĞLU
Cemal ÇALIŞKAN
“Açgözlü ile dost olma, ikram bilmez, kural bilmez, doymak bilmez, üzülürsün. Görgüsüzle dost olma, Yol bilmez, yordam bilmez adabımuaşeret bilmez, sonra üzülürsün.” Şeyh Edibali
            Önce hükümeti ve başındaki Anadolu’nun yiğit evladı Başbakanımızı kutluyorum. Dış İşleri Bakını Mevlit Çavuşoğlu’na başarılar diliyorum. İlk dönem vekilliği döneminde çayını içip sohbet etme şansım olmuştu. Çavuşoğlu Bozkır’ın dağlarını ve köylerini, biz Bozkırlılardan daha iyi bildiğini sohbet esnasında öğrenmiştim. Davutoğlu iyi bir seçim yaparak Onu Dışişleri bakanı yaptı.  
            Yukarıda sözünü aldığım Şeyh Edibali’ öğütleri ve çocukken ninesinin söylediği sözler Sayın Başbakanımızın unutmaması gerekir.  İnsanların korkudan dolayı değil, sevgiden dolayı saygı duydukları insan olmasını diliyoruz. İstanbul’u Tayyip Beyin müteahhitlerine talan etme gevşekliğini göstermeyip mertliği ve dürüstlüğü devam ettiği sürece,  milletin hayır duası kendisiyle olduğuna inanması gerekir.
            Ankara’da yıllar önce Konya vakfının katkılarıyla, Konya’nın sorunlarını konuşmak üzere Rahmetli Faruk Sükan Başkanlığında toplantı yapılmıştı. Hatırlayabildiğim kadarıyla Konyalı Bürokratlara, Konya ile ilgili bilgileri ve projeleri soruldu. Bu toplantı Ramazan ayında bir iftar akşamıydı. Konyalı Bürokratların hiç birisi ne Konya’dan ne sorunlarıyla ilgili bilgiden bir söz söyleyemedi. Hiç bir çalışmalarının olmadığı da böylece anlaşılmış oldu.  Sadece o günden aklımda kalan Akörenli bir bürokrat yaptığı çalışmaları anlattı. Avrupa parasıyla projeleri destekleyeceklerini fakat ne Üniversitelerden ne Belediyelerden bu konuda bir proje çalışması yaptıramadığını üzüntüyle aktarmıştı.
            Sayın Başbakanımızın yakınında bulunan donanımsız ve çapsız yağcı insanlardan uzak durmasını dileriz. Böylesi memurları Konya ve çevresinden uzak tutmasını, yerlerine donanımlı Bürokratlarla Konya’yı ayağa kaldırmasını Konyalılar adına istiyoruz. Rahmetli Faruk Sükan Büyüğümüz o toplantıdaki konuşmasında, yaşlıların gece karanlığında yıkık kerpiçler arasındaki gördüğü saman çöpünü, gençlerin sabahın aydınlığında göremediklerinden söz etmişti. Bence esas burada Bakanın söz ettiği yaşlılar, yaşarken basiretli ömür tüketen hikmet sahibi olanlarını kastetmiştir. Çünkü yaşlı olup da hayatını heder edenler olduğu gibi genç yaşta hikmet sahibi olanlar da bulunmaktadır.
            İnancımızda ve kültürümüzde, Hikmet ve irfan çok yüksek yer işkâl ederler. Âlimlerimiz oldu ama o nispette Hikmet sahibi devlet adamlarımız hiç bulunmadı. 12. Hükümetin başı Ahmet Davut oğlu belki rahmetli Bakanımızın dediği gibi karanlık gecede bile yıkık kerpiçler arasındaki samanı görebilenlerdendir. Üniversite öğrencisi iken dostun biri Ona, her kesin kendisine fikir danışmasından dolayı, sen Şamansın demişti. Biraz dudak buruşturmuştu. Şamanın manası karanlıkta bile gören adam demektir. Böyle olmasını isteriz Türklerin Kınık boyundan olan bu evladımızın karanlıkta bile doğruyu yanlışı seçebilmesini dileriz.
            Şaman, Orta Asya’da Türklerin din adamlarına verilen isimdi. Toplumda Şamanların büyük mevki ve önemi vardı. Başı sıkışan onlara müracaat ederdi. Ahmet Davut oğlu öksüzlüğün verdiği ağırbaşlılıkla, çocukluk ve gençliğini şımarıklıktan uzak yaşayıp geçirmişti. Bu nedenle kendisini okumaya ve tefekküre adayıvermişti. Milletin hakkını en yakını bile olsa ayetin gereği yedirmeyeceğinize inanıyor ve güveniyoruz.
            Sözlerinin derinliği ve adil biri olarak tarihe yazılacağına inanıyoruz. Yeni başbakanımız her zaman felsefe derinliği ve hikmetli konuşmalar yapacaktır. Bundan önce duymuş olduğumuz sığ, derinliği bulunmayan sözleri duymayacağız. Bu millet çıkan sesin Hakkı müdafaa etmek için mi, ekosunu tatmin etmek için mi çıktığını artık fark edecektir. O zaman, Başbakanım Tamam diyecektir.  
            Araplar, Türkler sadece konuşur, İranlılar yapar sözünün doğru olmadığını artık anlayacaklardır. Davut Oğlu’nun boşuna konuşmayacağını dünya anlayacaktır. Buna hükümet fırsat vermeyecektir. Türk başbakanı içerideki popülaritesini artırmak için yüksek sesle dünyaya nizam vermeye kalkmayacaktır. Türkiye’nin Askeri ve ekonomi gücü bellidir. Tıpkı Rahmetli Enver Paşanın Anadolu’yu Ruslardan kurtarmak dururken, Asya Fatihliği düşünü kurduğu düşü kuranlar oldu.
            Amerikan’ın Almanya’yı dinlediği duyulunca, Marker açıklama istedi. Hemen Amerika özür dileyip dinlemeyeceği sözünü verdi. Âleme nizam veren Tayyip Bey bizi dinleyenlere karşı bağırıp esmedi. Vatan ve milletin namusu konusunda dilleri lal oldu. Uysallaştı. Eski yaptıklarını yapmadı. Mısır ve Suriye’deki olayları biz çözemeyiz. Çözdürmezler. Türk milleti bundan dolayı zarar görmüştür.

Daha da görecektir!..

3 Eylül 2014 Çarşamba

PKK’yı silahlandıracak mıyız!? Bülent ESİNOĞLU

PKK’yı silahlandıracak mıyız!?
Bülent ESİNOĞLU
Açılım propagandası hızlandı, yoğunlaştı.
Medyanın Türk halkına karşı sürdürdüğü savaşta, Türk halkı artık düşünemez hale geldi.
PKK, IŞİD’a karşı savaş veren “milli kahraman” ilan edildi.
Irak’ta Türkmenlerin yaşadığı Emirli’yi (Amerli), sözde, PKK’lı keskin nişancılar temizlemiş!
Siyasi iktidar IŞİD’ı terör örgütü olarak ilan etmeyince, PKK’nın itibarı tavan yaptı.
AKP iktidarının IŞİD’a lojistik destek yaptığı, artık dünyanın kabul ettiği temel gerçek haline geldi. Çünkü şimdiye kadar “hayır böyle bir şey yok” diyen olmadı.
Birleşmiş Milletlere üye hemen hemen tüm ülkeler, IŞİD’ın terör örgütü olduğu konusunda birleştiler.
Ama ne hikmetse, Davutoğlu ve Erdoğan hala terör örgütü diyemedi.
PKK’nın Meclisteki temsilcisi Selahattin Demirtaş ise; “Türkiye PKK’ya silah yardımı yapmalı” dedi.
Gerekçesi de, PKK’nın IŞİD ile savaşıyor olmasıdır.
Medya bölünmeden yana olunca, her geçen gün PKK itibar ve meşruiyet kazanıyor.
 Türkiye kendisini IŞİD’a karşı savunamıyor. PKK Türkiye’yi savunuyor. Dolayısıyla, Türkiye PKK’ya silah versin.
Düşünebiliyor musunuz, Türk insanını getirdikleri yer, neresi oldu?
PKK’yı silahsızlandırmayacağız, silahlandıracağız.
Sen, IŞİD’a terör örgütü demezsen, Meclisinden PKK ile “muhataplık yasası” çıkarırsan, PKK da kahraman olur.
Bu ülke, bu iktidarı başında taşıyamaz.
46 insanımız hala IŞİD’ın elinde esirdir. Unutturmaya çalışıyorlar.
Davutoğlu, IŞİD canavarından söz etmiyor.
Hatta muhalefet, bilhassa Kılıçdaroğlu, IŞİD canavarından söz etmiyor.
Ama Suriye’ye bu canavar saldırıp, Suriye’yi kan gölüne döndürdüğünde, kalkıp Esad’a katil diyebilmişti.
İktidarıyla muhalefetiyle birlikte Açılım sevdasına düşünce, ister istemez PKK kahraman mertebesine yükseliyor.
Açılım Türkiye’yi Türk insanını çürütüyor. Kimliğini bulanıklaştırıyor. Ülkesinin ve kendisinin çıkarlarını göremez hale sokuyor.
PKK’ya silah bıraktırmak üzere çıkılan Açılım sürecinde, şimdi PKK’yı nasıl silahlandıracağız aşamasına geldik.
Org. Necdet Özel “bölünme kırmızı çizgimizdir” diyor. Diyor ama öyle bir yere doğru gidiyoruz ki, bölünmeyi Ordunun da durduramayacağı bir yere…
Bu siyasi iktidar döneminde, devlet darmadağın edildi.
Kimin adliye memuru, kimin savcı, kimin hâkim olduğu belirsiz hale geldi.
Kurumlar yıkıldı. Kişiler öne çıktı.
Öyle bir yere geldik ki, PKK IŞİD ile savaşsın ve bizi bir beladan korusun!
Açılım sürecini destekleyenler, bölünmeyi meşrulaştırmaya çalışanlardır.
Açılım süreci sürdükçe, meşrulaşıyor, itibarı artıyor. Terör devlet ilişkisinin ne olacağı bulanıklaşıyor.
Türkiye’nin bu hale gelmesinde, iktidar kadar Açılımı destekleyen muhalefetinde vebali çoktur.
Keşke ülkenin hiç muhalefeti olmasaydı da, millet kendi başının çaresine baksaydı.
Açılım süreci bölünme sürecidir. Türk halkını kendi çıkarları için direnemez hale getirme operasyonudur.
Dışarıdan(Irak’tan, Suriye’den) bir tehdit oluşuyor. Ülkenin güvenlik güçleri ortada yok. Ordu ne yapacağını bilmiyor. Türk halkı tehdide karşı uyarılmıyor.
Bu durum sürdürülebilir bir durum değildir.
Bölünmeyi ve geriye kalan Türkiye’ye, Yeni Türkiye denilmesini içime sindiremiyorum.

KAÇAN KAÇANA; Rifat Serdaroğlu

KAÇAN KAÇANA
Rifat Serdaroğlu
Kanun ihaneti örtemez, diye 28 Haziran 2014 tarihinde yazmıştım.
İhanet hele “Vatana İhanet” öyle pis bir iştir ki, Yasa ile örtseniz, Kanun ile sarıp sarmalasanız kokusunu saklayamazsınız.
İhanet tuzağına düşenler, düşürülenler bir müddet sonra uyku uyuyamaz,
insan içine çıkamaz hale gelirler.
İşte o anda kaçışlar ve suçu başkalarının üzerine atmalar başlar!
Bu cennet vatanın ve Türk Milletinin öyle bir devlet tecrübesi birikimi vardır ki, bunlar genlerimize işlemiş ve atasözü dediğimiz özlü sözlerimize de yansımıştır.
Bir satırlık bir cümle size kitaplar dolusu bilgiyi aktarıverir.
Örnek verelim;
-Alma soysuzun kızını, sürer anasının izini…
Adamın dedesi, Menemen’de Asteğmen Kubilay’ın kafasını kör bıçakla kesmiş. Aynen bugün IŞİD terör örgütünün yaptığı gibi! Bu adamın hayatına bakıyorsunuz, sürekli olarak Lâik Cumhuriyet, Çağdaşlık ve Atatürk düşmanı!
Siz, atasözlerini dikkate almaz ve adamı devletin tepe noktalarından birine oturtursanız, adam ne gördüyse onu yapar. Yani dedesinin izinden gider…
-Dürüst insanla taş taşı, soysuz ile yeme aşı…
Adamın dedesi Cumhuriyetin kuruluşunda isyan etmiş, kendisi hayatı boyunca asalak olarak yaşamış, Avrupa’da cami-cami dolaşıp saf insanların dolandırılmasına sebep olmuş, Cumhuriyet dönemini “Zulüm Dönemi” nitelendirmiş!
Siz, atasözlerini dikkate almaz ve adamı devletin tepe noktalarından birine oturtursanız, adam ne gördüyse onu yapar. Yani hırsızlık yapar, devleti soyar. Hırsızların imparatoru olur…
Şimdi gelelim kaçmaya çalışanlara;
*Başbakan Bülent Arınç’a gazeteciler soruyor;
“Efendim, yeni görev dağılımında “Açılım Süreci sizin sorumluluğuna verilmiş, ne diyorsunuz?”
Bülent Bey;
“Ne münasebet efendim. Niçin ben sorumlu olayım? Tek sorumlu vardır o da Başbakan Davutoğlu’dur.”
Haydaa, hani siz bir ekiptiniz? Hani her kararınızı, meşveretle alırdınız?
Var mı öyle kaçıp gitmek, sorumluluğu taze Başbakan’a yüklemek?
*Beşir Atalay, AKP İktidarının “Açılım Sürecinin Mimarıdır.” Yıllarca her türlü yanlışın içinde oldu, Erdoğan tarafından kullanıldı. Geldiğimiz noktada baktı ki pabuç pahalı, vın hükümetten kaçtı.
“Yoruldum artık, kendi isteğimle kabine dışında kaldım” dedi.
Ama bir baktık ki, yorgun Beşir, AKP’ de Genel Başkan Yardımcılığı ve sözcülük gibi daha yoğun bir işe getirilmiş.
Hani yorulmuştunuz karakaşlı-kara saçlı-kara bıyıklı Beşir Bey, yolculuk nereye?
*Necdet Özel Paşa, açlık kan şekeri düşünce, Çankaya Köşkündeki 30 Ağustos kabulünde açtı ağzını yumdu gözünü!
“TSK olarak bizim açılım sürecinden bilgimiz yok. Bizimle paylaşılmadı.
Biz olayları basından takip ediyoruz” dedi…
Hooop Paşa, o kadar kolay değil, dinleyin lütfen!
Siz uzayda mı oturuyorsunuz?
Sizin “Habur Rezaletinden” haberiniz yok mu? Orada ki rütbeliler kimlerdi?
TC Devletinin sınırları kevgire dönerken, siz neredeydiniz?
Güneydoğu’da PKK, alan hâkimiyetini ele geçirirken siz uyuyor muydunuz?
Hakan Fidan’ın gerek Oslo’da, gerekse İmralı’da tavla oynadığını mı sanıyordunuz?
Yoksa siz de, ihanetin yasa ile örtülebileceğini, gizlenebileceğini mi zannettiniz?
İşte böyle değerli okurlar;
Kaçış bir kere başladı mı, kimseyi tutamazsınız. Kaçan kaçana…
Erdoğan’ın “Faşist Yönetiminin” yarattığı korku perdesi yırtıldı artık!
Yargıtay Başkanımız nasıl aslanlar gibi kükredi? Hukukun ırzına geçilirken susanlar, saklananlar bundan böyle konuşacaklar…
Eyy Erdoğan;
Bundan sonra işiniz çok zor. Çankaya köşkü size bundan böyle “İğneli Fıçı” gibi olacak. Yaşarken ve görevdeyken, gerçek ihaneti en yakınlarınızdan göreceksiniz. Sonunda gerçek Bağımsız Türk Yargısı size hesap soracak.
Herkes kaçacak, siz kaçamayacaksınız. Yeni uçağınıza da güvenmeyin, onu kullanan pilotlar da Türk Milletinin mensuplarıdır.
Yazıyı Âşık Mesleki ’nin bir deyişiyle bitirelim;
“Mizan terazisi kurulur bir gün / Herkesin ettiği sorulur bir gün…”
Sağlık ve başarı dileklerimle 03 Eylül 2014