24 Eylül 2016 Cumartesi

Güçlü Devlet-Güçlü Hükümet!.. Şimdi Tam Zamanı/Hemen: "KENEVİR BERAAT ETMELİ Mİ?.." Milli Kalkınma ve Sağlıklı Gelişme İçin: "KENEVİR'E ÖZGÜRLÜK"

KENEVİR BERAAT ETMELİ Mİ?..
Nesrin Dabağlar & İNDİGO DERGİSİ
Bir dönümlük kenevir, 25 dönümlük orman kadar oksijen üretir. Bir dönüm kenevirden, dört dönüm ağaca eş kâğıt çıkar.  Bir ağaç 20-50 yılda yetişir, kenevir dört ayda… Kenevir 8 kez kâğıda dönüştürülebilir, ağaç 3 kere… Dönüşümlü ziraatta uygun yaz bitkisidir, dünyanın her yerinde kolaylıkla yetişir. Çok az suya ihtiyaç duyar. Kendisini böceklerden korumak için tarım ilacına ihtiyacı yoktur, dayanıklıdır. Tüm petrokimya ürünleri yenilenebilir olarak kenevirden daha ucuza üretilebilir.
Dünyanın bizi üzerinden silkelemesine çok az kaldı. Bu nüfus artışıyla, bu tavırda tüketmeye devam edersek tekmeyi yiyeceğiz. Ağaçları yok ettik, dereleri kuruttuk, atmosferi kirlettik, plastik çöplerimiz biz gitsek bile milyon yıl yok olmayacak. Tüm dünyayı beton ve çelik ile ördük. Şehirlerimize gökyüzünden baktığımızda, yaşadığımız beton içinde nasıl nefes alabildiğimize şaşırmamak mümkün değil. 1974 yılında Almanya’da bir yıl yaşamıştım. Bulunduğumuz kasabayı planlayanlar, etrafını çember gibi orman ile örmüşlerdi. Ormanı gördüğümdeki şaşkınlığımı hala unutamam. Bu orman insan eliyle oluşturulmuştu ve inanılmaz büyüktü. Leylak ağaçlarını saymaya kalkmıştım umutsuzca. Lakin sayılmayacak kadar uçsuz bucaksızdı orman. Almanlar bizim yıllardır yok ettiğimiz doğal ormanlarımıza özenip, yapay ormanlar oluşturmuşlardı. Ormanın içinde dağ çileği ve yabani mantar bile vardı. Aileler hafta içi çalışır, hafta sonu bu  ormanın içinde toprakla haşır neşir olur, halk havuzunda yüzer, alışverişini yapıp evine dönerdi. Ve inanılmaz bir şekilde arkalarında tek bir çöp bırakmazlardı. Hafta sonları çilek, mantar toplamanın keyfini hala unutamam ve hatırlarım.
Batı ülkeleri sanayileşmeye ve şehirleşmeye bizden önce başladı. Biz de onları takip edip şehirleştik. Ama onlar şehirlerini ormanla çevrelerken, biz doğamızı bitirdik, ormanımızı kestik, yaktık, tarlalarımızı söktük. Sıra şehir ve doğal parklarımıza, dağlarımıza geldi. Bu arada, dünyanın tahıl ambarı olan Anadolu’muza şimdilerde buğday bile ithal ediyor-muşuz. 
Ne mutlu bize…
Şimdi, bizim iki-üç kuşaktır uyuduğumuz bu uykudan uyanma saatindeyiz. Yıllardır katlettiğimiz doğa, bizden öcünü almadan bir şeyler yapmalıyız.  Doğa katliamını engellemeliyiz, ağaçları kurtarmalıyız, tekrar doğal besin ve doğal ilaç kullanımına geçmeliyiz. Bu niyetle neler yapabileceğimize göz atmaya çalışırken, bilmediğim bazı şeyler keşfettim. Ben şaşırdım, amacım biraz da sizi şaşırtmak…
Konuğumuz Kenevir… Hani ekimi yasak olup, özel izinle üretilen, uyuşturucu sınıfından sayılan bu bitki, meğer masummuş… Hak etmediği bir sicil ile fişlenmiş emperyalizm tarafından. Kenevir, insanlık tarihini en eski bitkilerinden. Kenevir, dişisi ve erkeği gözle ayırt edilebilen tek bitki.
Kenevirin kullanıldığı sektörleri sıralayalım:
İlaç yapımında,
Kâğıt yapımında,
Yakıt yapımında, (bio yakıt)
Kumaş yapımında,
Otomotiv sektöründe,
Petrol ve petrokimyanın kullanıldığı her alanda alternatif,
Kozmetik ve sabun yapımında…
AİDS ve kanser tedavisinde kemoterapi ve radyasyon etkisini azaltma, glokom, artrit, romatizma, kalp, sara, astım, mide, uykusuzluk, psikoloji, omurga rahatsızlıkları gibi en az 250 hastalıkta kullanılan kenevirin etken maddesi olan THC’nin sentetiği, gerçeğinin yarısı kadar iyileştirebiliyor. Bazı doktorlar bilinçaltı temizliği için kenevirin tek yöntem olduğunu söylüyor. Eski yıllarda, eski medeniyetlerde bu gerekçe ile yoğun olarak kullanılıyordu. Kenevir bataklık kurutmada çok etkilidir. Radyasyon temizleyicidir. Olağanüstü miktarda Oksijen üretir. Bir dönümlük kenevir, 25 dönümlük orman kadar oksijen üretir.
Bir dönüm kenevirden, dört dönüm ağaca eş kâğıt çıkar.  Bir ağaç 20-50 yılda yetişir, kenevir dört ayda… Kenevir 8 kez kâğıda dönüştürülebilir, ağaç 3 kere… Dönüşümlü ziraatta uygun yaz bitkisidir, dünyanın her yerinde kolaylıkla yetişir. Çok az suya ihtiyaç duyar. Kendisini böceklerden korumak için tarım ilacına ihtiyacı yoktur, dayanıklıdır. Yani kenevir ile yapılan tekstil ürünleri yaygınlaşsa tarım ilacı sektörüne de gerek kalmaz!
Kanvas kelimesi kenevir ürünlerin adıdır, ilk kot pantolon kenevirden yapılmıştır. Sicim, ip, halat, çuval, çanta, halı, torba, döşeme, ayakkabı, şapka yapımında dayanıklı ve idealdir. Tohumunun besin değeri ideal, protein değeri çok yüksek, içindeki iki yağ asidi doğada başka hiç bir yerde yok ve kolesterol dostu. Omega 3-6-9 yağlarını taşıyor. Soyadan çok daha ucuza üretilebiliyor. Hayvan beslemekte ideal bir besin. Onunla beslenen hayvanlarda hormon takviyesine gerek yok. Şu anda hormonlarla ve kimyasallarla dolu fastfood reklamları serbest ama, kenevir kotunun reklamını yapmak yasak! Yani kimyasal olan yasal, doğal olan yasak… Yararlı olan hapiste, zararlı olan ise özgür ve serbest.
Plastikten elde edilen ürünlerin tümü daha sağlıkla ve kolaylıkla kenevirden üretilebiliyor. Kenevir plastiği çok kolayca doğaya dönüşebiliyor. Plastik ise doğada bir milyon yılda yok olmayacak kadar zararlı. Gövdesi kenevirden yapılan arabaların dayanıklılığı çelikten on kat fazladır. Kenevir bazlı asfaltlar asırlarca bozulmadan kalabiliyor. Binaların yalıtımında kullanıldığında son derece dayanıklı, ucuz, esnek ve zararsız. Boya ve vernik üretiminde olağanüstü ucuz ve verimli, dayanıklılık etkileri var. Kenevirle yapılan sabunlar ve kozmetikler doğa dostu ve suları kirletmiyor. Bunları öğrendiğimde, sanayi ve ilaç sektörü, petrol ve suni kimyasallar ile kurulmasaydı dünya bugün hangi durumda olurdu diye hayal ettim ve gözyaşlarıma engel olamadım. Dünya anamız bizi affetsin…
Kenevir ve özellikleri bilinmiyor muydu da biz petrole ve kimyasala dayalı bir medeniyet kurduk?
Elbette biliniyordu ve tüm yan ürünleriyle kenevir, bir zamanlar dünyada önemli bir üretim bitkisiydi, kullanım alanı çok genişti. Ekolojik, çok faydalı ve kullanım alanı saymakla bitmeyen bu bitkiye ne oldu da bugün yasak? Bugün üretimi yasak olan kenevir,18. yüzyılda Amerika’da zorunlu olarak yetiştiriliyordu. Kenevir üretmeyen çiftçi hapse bile atılıyordu. Bugünse üreten hapse atılıyor… Nasıl bu hale geldi, merak ediyorsanız bir bakalım öyküsüne: Bu öyküde tanıdığımız  isimler var yine…
* Amerika’da 1900’lü yılların altın madeni sahibi, siyasetçi, yayıncı, film yapımcısı W. R. Hearst, ülke çapında gazete, dergilerin ve medyanın sahibiydi.  Kâğıt üreticiliği yapıyordu ve ormanları vardı. Kenevirden yapılan kâğıt yüzünden milyonlarca dolar kaybedecekti.
* Rockefeller dünyanın en zengin adamıydı ve petrol şirketi vardı, bio yakıt kenevir yağı onun en büyük rakibiydi. İlaç sektöründeki kenevir bazlı doğal ürünler de düşman edilmişti Rockefeller tarafından.
* Dupont şirketi ana hissedarı Mellon, petrol ürünlerinden plastik üretmek için patentler almıştı. Plastik, selofan, naylon, metanol, rayon, dakron artık petrolden üretilecekti. Ama kenevir endüstrisi Dupont’un pazar payına yüzde seksen engel oluyordu. Derken, birden Andrew Mellon, ABD Başkanı Hoover’in hazine bakanı oluverdi. Yeğenini de Federal Narkotik Bürosunun başına atadı. Hearst, Dupont sahibi Mellon, Rockefeller ve ilaç firmaları, kendi aralarında yaptıkları toplantılarda, kenevirin milyonlarca dolarlık imparatorluklarını tehdit eden düşman olduğuna karar verdiler. Kenevir ortadan kalkmalıydı. Meksikalıların kullandığı argo bir kelime olan Marihuana sözcüğünü, Hearst’ün gazeteleri aracılığıyla en tehlikeli uyuşturucusu olarak beyinlere kazıdılar. Marihuana ismiyle kenevirin aynı şey olduğunu tüm insanlara unutturmak istiyorlardı ve başardılar. Marihuana’yı yasaklatmayı başardıklarında keneviri yasaklatmış oldular. Karar verildiğinde komitede olan doktor bile keneviri yasakladıklarını bilmiyordu.
GELİN
DÜNYAYI PİSLİKTEN, 
ATIK'TAN VE REZİLLİKTEN KURTARALIM
Kitaplar, dergiler, filmler ile sürdürülen kampanyada, marihuana hakkında sahte raporlar ve veriler kullanıldı. 1930’lu yıllardı ve halk eğitimsizdi, subliminal yöntemler konusunda cahildi. Irkçılık henüz bitmemişti ve bu kişiler aynı zamanda ırkçılık üzerinden de kampanya yapıyorlardı. Kenevir ilaçları yasaklandı, kenevir en tehlikeli uyuşturucu olarak haksız yere fişlendi. Tek bir marihuana sigarası satmak bile ömür boyu hapis demekti. Kenevir ilaçları tıp dünyasından çekilerek yerine bugünün öldürücü kimyasal ilaçları geldi. Kâğıt, ormandan üretilmeye başlandı ve tüm dünyada ormanlar katledildi. Petrol yakıtı, egzoz gazlarıyla atmosferi geri dönülemez şekilde tahrip etti, zehirledi. Doğal rezervlerimiz hızla tükendi, dünyanın dengesi bozuldu.
Plastik ve naylon ürünler dünyayı ve denizleri çöplüğe çevirdi. Kenevir yerine kullanılan pamuk nedeniyle kullanılan tarım ilaçları ile zehirlenme ve kanser arttı. Bugün kenevir yasaklı olduğu için, yasadışı kenevir üretimi üzerinden kara para kazanan çok sayıda insan var. Bu paranın kullanıldığı yasadışı örgütler var. İnsanların bazen hayatlarına bile mal olan bu ticaret yüzünden kontrol edilemeyen çıkar ilişkileri ile uluslararası kaçakçılıklar var. Varlığının faydaları çok, yasaklanması nedeniyle ise ülke bazında ve global olarak inanılmaz derecede zarar var. Dünyayı petrokimya ve zararlı kimyasallar ile kirletmek yerine, kenevirin üretimini disiplinli bir kontrol ile yapabilseydik, bugün çok daha güzel bir dünyada yaşıyor olacaktık belki de… Hala da geç kalmış değiliz aslında. Dünyayı kurtarmak için neden olmasın?  Keneviri temize çıkarıp, beraat ettirsek mi acaba?
KAYNAKLAR:
1. Nesrin Dabağlar 12 Temmuz 2013 AraştırmaSayı: 94

9 Eylül 2016 Cuma

Rıfat Serdaroğlu: "BAYRAM ŞEKERLERİ" 2016 / 1, 2 ve 3 - 09 Eylül 2016 & Kurban Bayramınız Hayırlı ve Kutlu Olsun,

Rıfat Serdaroğlu: 
BAYRAM ŞEKERLERİ-1 (2016)
Değerli, Okurlar;
Kurban Bayramı yaklaşıyor. Bayramda yaşça büyük olanların küçüklere, olanakları ölçüsünde armağanlar vermesi adettendir. Ben de hediye niyetine ufak-tefek notlar vermek istedim.
Erdoğan gibi babadan zengin değilim ki, her birinize birer maaş dağıtayım!
Bilal gibi MİLYAR Dolarlarla oynayan bir değilim ki, emeklilere dağıtayım!
Binali gibi bir sürü gemi filosuna sahip oğlum yok ki, kumarhane turu attırayım!
Zafer gibi 7 yüz bin avroluk saatim yok ki, içinizden bir gence bayramda sevdiği kızın babasına hava atması için vereyim!
Muammer’in oğlu gibi, aylık kirası 20 bin avro olan evde oturan oğlum yok ki, sizlere boğaz manzarası seyrettireyim.
Bana, Egemen’e gönderdikleri gibi, çikolata kutusu-elbise çantası içinde milyon dolarlar gönderenler yok ki, sizlerle paylaşayım!
Bana, Binali’nin emriyle 630 Milyon Dolar avanta veren devlet yüklenicileri yok ki, Havuz Medyasında “Demokrasi Kahramanı” diye fotoğraflarınızı bastırayım!
Ne yapacaksınız? O zaman sizlerde kaderinize razı olacaksınız! Buyurun…
-Öcalan istedi, Erdoğan’ın adamları tutukladı;
Bebek katili Öcalan’ı İmralı’da 8 (Sekiz) ay boyunca TC Devleti adına sorgulayan Albay Uğur, televizyon canlı yayınında Ergenekon operasyonuyla tutuklananların listesini Öcalan’ın hazırladığını ve Savcı Zekeriya Öz’ün bu listeyi kendisine gösterdiğini iddia etti!
Öcalan kim; 54 bin insanımızın hayatını ve gelecek nesillerimizin 400 Milyar dolarını çalan şerefsizin teki!
Zekeriya Öz kim; Erdoğan’ın tüm siyasi gücünü emrine verdiği, altına zırhlı araba çektiği, onlarca koruma ile koruttuğu, üzerine titrediği, onu askeri vesayetten kurtaracak kişi olarak tanıttığı, Cemaat tetikçisi şerefsizin teki!
Bayram Şekeri şu;
Yahu arkadaş, bu şerefsizler Erdoğan’ı her zaman nasıl bulurlar, nasıl inandırırlar, nasıl kandırırlar, nasıl aldatırlar? Erdoğan kendisinin de dediği gibi ne kadar safmış ki, her önüne gelen onu kandırmış!
Bilen varsa, Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik ile bedava Pensilvanya seyahati, masraflar benden! (Hocaefendi orada yüzünüze tükürecek. Ondan sonra kısmetiniz bir açılacak ki…)
Çılgın Gençler-Türkiye Gençlik Birliği;
TGB’li gençlerin çalışmalarını hep imrenerek izledim. 10 yıl önce kurulan bu derneğin “Temel İlkeler Bildirgesi” 1’inci maddesi şöyledir;
“Türkiye Gençlik Birliği, ulusal bağımsızlık amacı ve Cumhuriyet Devrimleri etrafında birleşmiş Türk Gençliğinin ortak mücadele örgütüdür. TGB, Türk Gençliğini sağ-sol ayırımı yapmadan Vatan Savunmasında birleştirmek amacıyla yola çıkmıştır…”
Bu pırıl-pırıl gençler, 10’uncu kuruluş yılları sebebiyle “Şu Çılgın Gençler” isimli bir kitap yayınladılar. Kimsenin kitabına kolay-kolay önsöz yazmayan
Sayın Yılmaz Özdil, bu kitaba önsöz yazdı.
Böylesine bilgili-aktif-vatansever-cesur gençlerin bir araya geldiği TGB’nin
Türk Milleti nezdindeki görüntüsü “Perinçek’in partisinin Gençlik Kolu” şeklindedir.
Bugün, yaşı en az 40 olan her hangi bir vatandaşa “Doğu Perinçek” dediğinizde size, “Ha şu Öcalan’ı PKK kamplarında ziyaret edip, PKK bayrakları altında gülerek poz veren adam mı” der.
Perinçek’in son günlerde AKP ve Erdoğan’ı destekleyen mesajlarını da ilgiyle izliyoruz! Bu yetmezmiş gibi, Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Yaşar Okuyan; “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanında yer almanın “Milli bir görev” olduğunu söyleyen konuşması geldi!
TGB’lilere soruyorum;
Sizler, 10 yıllık çalışmalarınızla kendinizi Türk kamuoyuna ispat ettiniz!
Öcalan ile Erdoğan arasındaki bir çizgide sizi savurmalarına izin verecek misiniz?
Önünüzde iki yol var; Ya yolunu kaybetmiş kişileri kaderleriyle başbaşa bırakıp, şimdilik tek başınıza yürüyeceksiniz, ya da dernek tüzüğünüzü ve Temel İlkeler Bildirgesini değiştireceksiniz.
Amacınız Türkiye’ye ve Türk Milletine hizmet ise önce kendi özgürlüğünüzü kazanın, sonra yeni ve gerçek yol arkadaşları bulursunuz!
“Adamın, ağrıları varmış, doktora gitmiş;
“Doktor Bey, sol kolumu şöyle geri atıp aşağı indirdiğimde ve sağ kolumu geri atıp şöyle indirdiğimde ve tekrar kaldırdığımda sırtımda ağrılar oluyor. Ne yapmamı önerirsiniz?
Doktor gülmüş; Siz de yapmayın o hareketi!
Adam kızmış; “O zaman ceketi nasıl giyeceğim Doktor Bey?”
Bayram şekeri şu;
Sağ kolunuzda Yaşar Okuyan, sol kolunuzda Doğu Perinçek olduğu müddetçe, siz o “Vatana Hizmet” ceketini giyemezsiniz. Kendinize yazık etmeyin…
***
Rıfat Serdaroğlu: 
BAYRAM ŞEKERLERİ-2 (2016)
Son günlerde başta Erdoğan olmak üzere AKP’liler, yapılan FETÖ operasyonlarından rahatsız olduklarını, büyük yanlışlar yapıldığını söylemeye başladılar.
Bilgi-Beceri-Deneyim-Öngörü gerektiren önemli projelerinin hangisinde başarılı oldular ki, devlete kendi elleriyle soktukları FETÖ militanlarını, kimseye zarar vermeden temizlemekte başarılı olsunlar? Elbette ki bu işi de yüzlerine gözlerine bulaştıracaklardı! Nitekim öyle oldu!
Bademlerin yolsuzluklar ve yandaş kayırma dışında hiçbir işte niçin başarılı olamadıklarına gelince;
-Her konuda çok cahiller ve eğitimsizler!
-Kötü niyetliler ve gölgelerinden bile korkuyorlar. Bunların Bakanlık-Başbakanlık-TBMM Başkanlığı yapmış olanlardan bir tanesi bile, tek başına halkın içinde dolaşamazlar!
-Kul hakkı yiyorlar, hiçbir iktidarın almadığı kadar mazlum ahı alıyorlar!
Bir işe başlarken yanlış başlıyorlar, hatalarını anlayınca düzeltmek için bir yanlış daha yapıp ortalığın içine ediyorlar…
Gelelim bu günkü Bayram Şekerlerine;
Hangisi Yalancı?
-Slovenya’nın Bled kasabasında bir bölgesel güvenlik forumunda konuşan
TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu şu açıklamalarda bulundu;
“Suriye’de kapsayıcı, mezhepsel olmayan yani Lâik bir yönetim gerekli. Lâiklik önemli ve şarttır.”
-TBMM Başkanı Kahraman İsmail, İslam Ülkeleri Akademisyen ve Yazarlar Birliği’nin (AY-BİR) düzenlendiği toplantıların altıncısında konuştu;
“Lâiklik ilkesi Anayasadan çıkarılmalıdır. Ne biçim Anayasa bu yahu, bir yerinde bile “Allah” ifadesi geçmiyor!”
Bayram Şekeri; Bademlerin TBMM Başkanı ile Dışişleri Bakanı, Cumhuriyetin temel ilkesi Lâiklik konusunda farklı konuşuyor. Sizce hangisi yalancı?
İkisi de mi? Hadi canım sizde, olur mu hiç öyle şey!
Arslan Vali;
-İstanbul Valisi Vasip Şahin, düşündü düşündü ve sonunda konuştu;
“Genel anakent karşılaştırılmalarında İstanbul en güvenli kentler arasındadır…”
Böyle arslan gibi Valiler olursa, tabii ki güvenli olur.
Vasip Şahin’den önceki Vali Mutlu, “Fethullah Terör Örgütü üyesi olmaktan tutuklandı ve mallarına el kondu. Mutlu Vali’nin Çapkın Emniyet Müdürü de aynı örgüte üye olmaktan tutuklandı ve onun da mallarına el kondu!
Bayram Şekeri;
Valisi, Emniyet Müdürü “Terör Örgütü” üyesi olan bir anakentte, güvenlik olmaz da ne olur? Sıkıysa biri aykırı davransın da, görsün gününü!
Aha Bir Yalancı Daha;
-Başbakan Yardımcısı Numan Karun Kurtulmuş;
“ABD Yönetiminin 15 Temmuz darbesi ile bağlantısının olmadığını düşünüyoruz!”
-İçişleri Bakanı Gaziosmanpaşalı Soylu Süleyman; “15 Temmuz darbesinin arkasında ABD var. Orada yayınlanan birkaç dergi, birkaç aydır faaliyette bulunuyordu!”
-Bayram Şekeri;
Önce Erdoğan’ı “Hırsızlıkla” suçlayıp sonra emrine giren bu iki Bakana şunu derim; “Darbelerin önünde hep Türk Milleti olur. Biz hep önde olacaksak, arkadakinin ne önemi var? Yapabilecekseniz, ABD’yi öne alın, bi de biz arkaya geçelim yahu!”
AKP’nin Milliyetçiliği;
-Türk Milliyetçiğini ayaklar altına aldım, diyen kim?
-Ne Mutlu Türküm Diyene yazılarını, görüntü kirliliği yapıyor diye kaldırtan kim?
-Okullarımızdan milli andımızı kaldırtan kim? Tabii ki, Erdoğan…
Salı sabaha karşı Türk Polisi, Yeniçağ Yazarı 3 Türk Milliyetçisinin evlerini basarak, Servet Avcı-Yavuz Selim Demirağ ve Adnan İslamoğulları adlı yazarları gözaltına aldı!
Bu yazarlar, FETÖ’ ne karşı amansızca mücadele eden insanlar. Kitapları ortada!
Eee AKP bu, önce tutuklayacak sonra ayaklar altına alacak!
Bu arada Türk Devletini yıkmak için çalışan PKK’nın siyasi kanadı olan HDP Milletvekilleri, devlete rest çekiyorlar; “Biz kendimiz gelip ifade vermiyoruz. Sıkıysa gelin bizi alın!” PKK’lılar dışarda, Türk Milliyetçileri içerde!
Haydi, hep beraber; “Milliyetçi Erdoğan, Milliyetçi Badem…”
Not; Dün bu konuda herkes konuştu, bir tek “Saray Ülkücüleri Başkanı Bahçeli” ağzını açmadı. Ne de olsa Saraya gide-gele yoruldu adamcağız…

Rıfat Serdaroğlu:
***
Rıfat Serdaroğlu:
BAYRAM ŞEKERLERİ-3 (2016)
Türk Polisinin kötü bir huyu vardır. Savcılık emriyle bir tutuklamaya gidecekse ya Cuma akşamı ya bayram ya da tatil öncesi gider ve kişiyi alır. Tatil kaç günse, ne Avukatına ulaşabilirsin, ne de Savcıya! Tatil süresince Polis seninle olan işini kolayca bitirir ve “Gönüllü İtirafını” severek alır.
Böylesi olaylara siyasi hayatımız ve yaşadığımız darbeler esnasında çok karşılaştığımız için oldukça deneyimliyizdir, evvelallah!
Malum bizde mevsim dört, darbe beş! Üstelik darbeler, mevsimler gibi gelirken haber de vermezler. Öyle şerefsizdir bizim darbeler!
Bu yüzden, Bayram Şekerlerini tatilden önce bitirmek için çabalıyorum. Hayırlısı…
CNN-KÜRT, CNN-ŞERİAT OLDU;
Aydın Doğan’ın Erdoğan’dan torpilli elemanı, her şeyi bilen yarım üniversite mezunu Ahmet Hakan, “Çözüm Süreci” denen “İhanet Sürecinde” ne kadar Kürtçü-Bölücü, sapkın adam varsa programına çıkarır ve bu adamların
Türk Milletine hakaret etmelerini keyifle seyrederdi!
Şimdi çözüm süreci bitip “Ölüm Süreci” başlayınca, Ahmet Hakan “İslam Devletinin” taşlarını döşemeye başladı. Sanki Türkiye’nin her derdi bitti, ülke huzur adasına döndü, ekonomi şahlanışta, dış dünyada itibarımız tavan yapmış gibi, “Lâiklik Kaldırılsın mı-Kaldırılmasın mı” tartışmasını yaptırıyor.
Hem de kimlerle?
Türkiye’de yüzlerce İlahiyat Profesörü, tüm dinleri ve ülkelerin yönetim sistemlerini, demokrasiyi, din devletlerindeki durumu çok iyi bilen yüzlerce uzman varken, toplumun tanımadığı Saray’daki danışmanların gönderdiği iki militan ile!
Hür dünyanın asırlarca tartışıp, kan döküp vardığı “Lâikliğin Demokrasinin Temel Taşı” olduğu gerçeğini Aydın Doğan’ın Ahmet Hakan’ı alt üst edecek ha! Yazıklar olsun…
Bayram Şekeri; Eyy Aydın Doğan ister sakal bırak, ister şalvar giy, ister Cübbeli Hocayı da kadroya al, ister Saray’daki zikir törenlerine katıl, ister Bilal’in vakfında gönüllü olarak çalış, çaren yok sıra sana da gelecek. Bademden kurtulsan, bizlerden yani Atatürkçülerden-Vatanseverlerden-Türk Milletinden kaçamayacaksın. Sana şeker meker yok!
Adaletin Batsın Badem;
-Şaban Dişli, AKP Milletvekili ve şu an AKP Genel Başkan Yardımcısı!
Kardeşi Tümgeneral Mehmet Dişli, Genelkurmay Başkanı Hulusi’yi esir almış, ordudan atılmış, tutuklanmış bir darbeci!
*Şaban Dişli, halen görevinin başındadır! Doğru olan da budur. Çünkü suçun şahsiliği prensibi bizim hukuk sistemimizin temelidir.
-Can Dündar yurtdışında! Bildiğimiz kadarıyla hakkında bir tutuklama kararı yok. Yazılarına devam ediyor. Eşi Dilek Dündar, yurtdışına kocasının yanına gitmek için bilet alıyor, bir sürü masraf ediyor, havalimanına geldiğinde pasaportunun iptal edildiğini öğreniyor. Pasaportunu iptal eden makam, zahmet edip “Pasaportunuz şu gerekçeyle iptal edilmiştir” diye bilgi de vermiyor!
İnsana saygıları yok ki!
*Dilek Dündar’ın pasaportu niçin iptal edildi?
Yanıt; Can Dündar’ın eşi olduğu için! Eee hani suçun şahsiliği prensibi vardı?
Kaldı ki Can Dündar hakkında bir karar yok! Olsa bile Dilek Dündar’ın ne suçu var? Şaban Dişli’ye uygulanan hukuk, niçin Dilek Dündar’a uygulanmaz?
Mafya mısınız siz? Adaletiniz batsın sizin!
Bank Asya Masumları;
-Bir memur veya bir işçi, çocuğunun okul taksidini Bank Asya’dan yatırdı diye, işinden oldu ve kovuldu!
Bugün Halkbank-Ziraat Bankası-TMSF-Merkez Bankasının tepelerindeki yöneticilerin çoğu, Bank Asya yönetiminden getirildiler. Halen de çalışıyorlar!
Badem, Bank Asya’ya mevduat toplama izni verir, suçsuz!
Badem, Kamu Kuruluşlarına “Bank Asya ile çalışın” diye emir verir, suçsuz!
Badem, Bank Asya’nın yöneticilerini Kamu Bankalarında görevlendirir, suçsuz!
Fakat memur veya işçi, çocuğunun okul parasını Bank Asya’dan yatırdığı için, suçludur! İşinden atın, konuşursa içeri atın, nasılsa arayanı soranı yok!
Melek Bu Bademler, Melek;
Adamı Vali yapan kim? Badem!
Adamı İçişleri Bakan Müsteşarı yapan kim? Badem!
Adamı ikinci kez Vali yapan kim? Badem!
Adamı İl Emniyet Müdürü yapan kim? Badem!
Adamı İl Defterdarı yapan kim? Badem!
Valilere, “Cemaate her türlü desteği verin” diye emir veren kim? Yine Badem…
Vali makamında, sağında Emniyet Müdürü solunda Defterdar olduğu halde oturmaktadır! Karşılarında o ilin önde gelen işadamları vardır.
Vali; “Bakın arkadaşlar, Reis Cemaate destek verin dedi. Sıra sizde! Hadi bakalım Müdürümüz ve Defterdarımızın önünde gösterin himmetinizi” der.
İşadamlarının çoğunluğu, içlerinden “Haram zıkkım olsun” diye, diye paraları bastırırlar.
Onlardan biri yanlışlıkla “Efendim makbuz alsak” der ama Emniyet Müdürü, “Himmetin makbuzu mu olur a Müslüman” diye fırçayı basar.
Gün gelir, himmet parası veren o işadamları, FETÖ’ne para yardımında bulunmaktan hapse atılırlar, üstelik tüm mallarına el konur!
Hapse atılan işadamları kendi aralarında konuşmaktadırlar; “Yahu bu nasıl iş? Zorla para verdirdiler, şimdi niçin verdiniz diye içeri attılar. Yetmedi kırk yıllık emeğimizin üstüne çöktüler! Şeytan bunların yanında çırak kalır!
Bornovalı şöyle der; Yıllardır Rifat Aga bizleri uyarmadı mı? Biz ne yaptık? Dinlemedik, bize yapılanlar az bile…

6 Eylül 2016 Salı

Darbe mi? Oyun mu? Tiyatro mu? Yoksa bir Operasyon mu? Hayalet Darbesi!..

Darbe mi?, Oyun mu?, Tiyatro mu?. Yoksa bir Operasyon mu?.. Yorum için çok emek ve araştırma gerekiyor... A. D. Şimşek
Hayalet darbesi 
Ergün Diler
Bugün önemli bulduğum olayları kısa kısa geçelim.
Ama peşinen söylüyorum hepsi bir başına çok ama çok önemli.
"Gündem değişir, yazamam" diye paylaşmak istiyorum.
Yazdıklarımın altına dikkatle bakın! Neler göreceksiniz neler.
Bu NOT'u düştükten sonra adım atalım...
Öncelikle 15 Temmuz gecesine gidelim. Ortada cevap bekleyen yüzlerce soru var. Kimse cevabı bulabilmiş değil. Cevapların nerede olduğu da belli değil.
Öyle KARA NOKTALAR var ki kimse işin içinden çıkamıyor.
İnanın uzun süre bunları anlamayacağız.
Büyük bir oyun sahneye konuldu. Ve oyun bir el tarafından sürdürülüyor.
En azından bazı kritik yerlerde onu görebiliyorum...
Ama kafamın karıştığı çok önemli bir yer var! Gelin birlikte düşünelim...
4 Temmuz 2003 günü Amerikan askerleri askerimizin başına çuval geçirdi. Kuzey Irak'taki Süleymaniye kasabasında... Bir BİNBAŞI yönetimindeki askerlerimiz DİRENİP DİRENMEME konusunda iletişime geçti. "Çatışmayın!" talimatı verildi.
Onlar da ellerindeki silahlarla Amerikalı askerlere teslim oldu. Tabii bunlar anlatılanlar. Derinlerde çok daha önemli işlerin yattığı belli... Amerikan 173. Hava İndirme Tugayı'na bağlı askerler yanlarına Peşmergeler'i de alarak askerlerimizin olduğu yere gitti.
Oradaki askerlerimiz çatışmadığı için baskınla başlarına çuval geçirildi ve 60 saat gözaltında tutuldu! Kriz başladı.
ABD'de bayram olduğu için yani onların BAĞIMSIZLIK GÜNÜ olduğu için saatlerce kimseye ulaşılamadı.
Operasyon buna göre kurgulanmıştı zaten...
Bu olay TÜRK-AMERİKAN ilişkilerini derinden vurdu! Aslında bunu iki taraf da biliyordu. Washington'ın söyleyeceği hiçbir şey yoktu! Çuval olayı da tıpkı 15 Temmuz darbe girişimi gibi CUMA günü yapılıyordu... Özellikle Amerikalı askerlerin, askerlerimize tutuklu oldukları saatte hakaret etmesi bu çatlağı büyüttü.
Ve hiç kapanmadı.
Askerlerimiz gözaltındayken Ankara'da hareketli saatler yaşandı...
Kimse ne yapacağını tam olarak kestiremiyordu. Gerçek olan tek şey, askerlerimizin Amerikalılar tarafından alınıp götürülmesiydi...
İşte tam burada kafam karışıyor! İşin içinden çıkamıyorum.
Çabaladım, uğraştım ama çıkış yolu bulamadım... 15 Temmuz gecesi GENELKURMAY KARARGAHINDA olanlardan biri de Tuğgeneral Mehmet Partigöç'tü... Darbe girişimi önlendikten sonra Partigöç'ün Tümgeneral Mehmet Dişli ve Korgeneral Metin İyidil ile birlikte kalkışmanın öndeki isimleri olduğu ortaya çıktı. Sivil ayağına ve finans ayağına daha sonra geliriz. Ama hareketin en çok görüldüğü HAVA KUVVETLERİ'nde ise Akın Öztürk öne çıkıyordu.
Ortada gariplikler vardı! Anlamakta zorlandığım yerler çoktu!
Açalım...
15 Temmuz gecesi GENELKURMAY'dan ülkedeki tüm askeri birliklere EYS ile yani EVRAK YÖNETİM SİSTEMİ ile emir yayınlandı. Genelkurmay'daki bir BİLGİSAYARDAN bu yapıldı.
O kullanılan bilgisayarın kime ait olduğunu henüz öğrenemedik. Tüm askeri birliklere yani Kara, Hava ve Deniz'e bu EMİR gidiyordu. Normalde GENELKURMAY BAŞKANI ıslak imza ile bu kararı imzalar, bu emir de sisteme girilir ve 9 saniye içinde bütün birlikler dışarıda olurdu. Sistem böyle çalışıyordu. Bir ve bütünlüğü korumak için oluşturulmuş bir yapıydı.
O gece yani 15 Temmuz gecesi TÜRK ORDUSU'na verilen emrin altında bir TUĞGENERAL olan Mehmet Partigöç'ün ismi vardı. Bir Tuğgeneral nasıl oluyordu da bu gücü kendinde buluyordu. Genelkurmay Başkanı DARBECİLERİN elindeyken, silahlar çekilmiş, kemerlerle boğazlar sıkılmışken bu emir neden AKAR'ın imzasıyla yayınlanmıyordu. Önlerinde Genelkurmay Başkanı'nın imzaladığı belge olmasa da SİSTEME GİRİLİR ve KOMUTAN ONAYLI notu düşürülerek bütün birlikler dışarı çıkarılabilirdi!
Ama bu yapılmadı! Mehmet Partigöç cemaatçi midir değil midir bilemem!
Kimseye kefil olacak halimiz yok.
Ama DARBECİLER karargahı ele geçirmişken neden GENELKURMAY BAŞKANI'NIN KARARIDIR diyerek bu emri sisteme girmedi! Bu aklımın almadığı bir durum. Bir açıklaması vardır ama ben bulamadım.
İşin garipliği devam ediyor! Burada da sona ermiyor!
Genelkurmay Başkanı ile kuvvet komutanları devredışı kalmışken Mehmet Partigöç'ün ismi niye yazıldı! DARBECİ OLARAK ALINAN DAHA ÜST RÜTBELİ SUBAYLAR VAR OYSA...
Neden o?
Bu soruyu niçin soruyorum biliyor musunuz?
3 TEMMUZ 2003'te askerimizin başına ÇUVAL GEÇİRİLİRKEN yanına aldığı 11 askerle sınırı geçen ve askerleri kurtarmak isteyen "HAYALET" takma isimli MEHMET PARTİGÖÇ'tü! Cemaatçi mi değil mi bilemem! Ama cemaat mensubu bir askerin AMERİKALILAR'LA SAVAŞMAYA GİTMEYECEĞİNİ TAHMİN edecek kadar aklımız var!
PARTİGÖÇ yani HAYALET aldığı 11 askerle kimselere görünmeden takılmadan sınırı geçti. Bunu bilen bilir! Bu olay ortadayken MEHMET PARTİGÖÇ ismini Genelkurmay'dan verilen emrin altına kim koydu? Kendisi mi? Bir başkası mı? Çözemediğim bu!
Dediğim gibi CEMAATÇİ çıkarsa şaşırır mıyım? Elbette hayır! Ama cemaatçi bir asker nasıl oldu da Amerikalılar'la çarpışmaya gitti! HAYALET, GENELKURMAY'da galiba...
O emir GENELKURMAY'daki pek çok odada bulunan bir bilgisayardan birliklere gönderilebiliyor.
Ekranın sağ üst köşesinde görünmeyen bir numara var. O emrin hangi bilgisayardan çıktığı hemen bulunur. Eğer HASAN'ın bilgisayarını Ali kullanmışsa bu da GÖRÜNTÜLERDEN ortaya çıkar...
Bütün bunlar ortaya çıktığında ise 15 Temmuz ile ilgili ciddi bir yol almış oluruz... Partigöç de ÖZEL KUVVETLER'de ve daha doğrusu orduda efsane komutanlardan biri...
Dediğim gibi cemaatçi olduğunu söyleyen çok! Ama ortada böyle de bir gerçek var! Hangisi doğru. Bilemedim.
Siz de düşünün! Eğer bir şey öğrenirsem sizlerle paylaşacağım...
Devam...
Cemaatin ilk PAŞALARINDAN biri İLHAN KILIÇ'tır. Açık açık cemaati koruyan kollayanların başında gelir.
Ordu içindeki güçlerden biriydi. 28 Şubat'ı hatırlayın. Rahmetli Erbakan iftar daveti vermiş, herkes gelmişti. ŞEKERİ ÇIKTIĞI İÇİN GELEMEYEN KİMDİ?
Evet! Pensilvanya! O iftar büyüdü, darbeye kadar gitti. O sancılı günlerde İlhan Kılıç Paşa KARARLARI imzalattırmak için Erbakan'ın makamına kadar giden isimdi. MGK Genel Sekreteri'ydi! Daha sonra Hava Kuvvetleri Komutanı oldu. Şimdi HAVA'da adam kalmayışının nedenini anlıyor musunuz? İşte bu PAŞA'nın iki çocuğu var. HEDİYELİK EŞYA SATAN şirketleri var. Zora düşmüşler.
Batacaklarmış! Ama bir el hemen devreye girmiş. Giren kim mi?
İsim vermek istemem!
Ama ilk üçteki çok büyük ve zengin ailenin sarışın hanımefendisi! Ne gerekiyorsa yapmış...
Nasıl iş anlamadım.
Nereden biliyordu da yardıma koştu? Neden ismini çekinmeden onlarla yan yana getirdi! Elbette çocukları ve yaptığı işi suçlamıyorum.
Sadece trafiğe dikkat çekiyorum. Hep derim ya "Cemaat denilince ne olur namazında niyazında insanları anlamayın!" diye...
Bu da öyle bir durum!
Beyaz Türk bir aile ve cemaatçi paşanın çocukları...
İlişkileri takip etmek hiç ama hiç kolay değil...
Yerim bitti! Yazacağım daha çok şey vardı! Artık yarına...
**
NOT: Silahlı Kuvvetler'de gizli, çok gizli emirler mesaj ve evrak dağıtım sistemi (MEDAS) ile verilir. Ancak 15 Temmuz akşamı EYS kullanıldı.

3 Eylül 2016 Cumartesi

Paralel HAVALİMANI ?!.., "CÜNEYT ŞAŞMAZ & CESUR YORUM" - Mutlaka ( ve herkes tarafından,dikkatle ) Okunması Gerek...

Paralel HAVALİMANI ?!..
CÜNEYT ŞAŞMAZ
CESUR YORUM
Paralel Yapı ile mücadele tüm hızıyla sürüyor.
Devlet, içine çöreklenen UR'dan kurtulmak için elinden geleni yapıyor.
Böyle büyük mücadeleler haliyle kırıp dökmeden olmaz.
Bu tip operasyonlarda yürürken PARADAN ayrılmamak şarttır.
Şu ana kadar yapılan çok şey olsa da PARA ile ilgili atılan ciddi bir adım yok.
Ve bizler PARA ile KOMPLOLARI yan yana düşünmeyiz!
Ama PARASI olan gücünü kullanır.
Bunu ıskalarız.
MHP kaset olayını düşünün!
Partiyi kim ele geçirmek istedi?!
Kimler burada görev aldı?!
Nasıl görev dağılımı yapıldı?!
Hiç bilmediğimiz yerlerde neler olup bitiyordu?!
Emri veren kimdi?!
Sorgulamadan yerine getirenler kimdi?!
Soru çok!
Açalım...
MHP'nin KASET olayında başrol Faruk Bayındır isimli birine aitti.
Kimdi bu şahıs?!
Çok yazılan çizilen bir şey yok!
Ama çok kritik bir yerdeydi!
Kayınpederinin uyuşturucu kaçakçısı olduğu biliniyordu.
Emniyet'ten Veli isimli bir yetkili Faruk Bayındır'ın emireri gibiydi.
Zaten ortağı da TEŞKİLAT'ın avukatıydı.
Bayındır ismi gündeme geldiği zaman paralel gazetecilerden E. C. ile E. D. hemen devreye girdi.
Şimdi uzaklarda olan bir başka gazeteciye "Faruk ile iyi geçin. Ne istiyorsa yerine getir!"emri verildi.
Gazetecilikle bir ilgisi yoktu ama emir demiri kesiyordu.
MHP kasetleri bazı gazetecilerin içinde yer aldığı bir kumpastı.
Faruk Bayındır önemliydi ama asıl önemi BÜYÜK ORTAK Yalçın Ayaslı'dan kaynaklanıyordu.
Bu isimle ilgili pek fazla bir şey bulma imkanınız yok.
AMA VAR!
Yıllardır cemaatle yan yana duran HABERTÜRK bile bu BAYINDIR'ın satın aldığı jeti haber yaptı.
JET Türkiye'de kimsede yoktu.
58 milyon dolara alınmıştı.
Markası GLOBAL EXPRESS XRS idi...
Kalktığı gibi ikmal yapmadan AMERİKA'ya inebiliyordu.
Zaten buna özellikle önem verilmişti.
Parayı verenin BAYINDIR olduğu yazılıp çizilse de patron YALÇIN AYASLI'ydı...
O satın almıştı.
Bir amacı vardı!
Bayındır ile Ayaslı TARKİM HAVACILIK'ta ortaktı.
Daha sonra da şimdiki BORA JET'te!
Uçaklar garip bir şekilde peşin parayla alınıyordu.
Parayı sokakta bulan bunu yapmazdı ama durum böyleydi...
Ayaslı'nın bir ayağı da BOSNA'daydı.
Acaba kaç kez ABD BÜYÜKELÇİLİĞİ'ne gidiyordu!
Ve acaba neler konuşuyordu?
Devam...
Yalçın Ayaslı BOĞAZ'da önemli bir yalı aldı.
Ancak kimse bunu bilmedi.
Özellikle AMERİKALI misafirler gelip burada konaklıyordu.
Yalının önüne koca bir YAT da çekilmişti.
Eeee, Boğaz turu olmazsa olmazdı!
Yalçın AYASLI, ODTÜ'lü idi.
Ve AK PARTİ'de çok etkili olan bir isimle çok ama çok yakındılar.
Aslında yakın olduğu isimler birden fazlaydı!
Mesela BORA JET kurulduğunda VERGİLER ödenmiyordu.
Birileri hemen korumayı görev biliyordu.
Yalçın AYASLI gerçekten özel bir isimdi.
Dünyada belki de OBAMA ile en sık görüşen tek TÜRK'tü.
Lüks yaşayan biri değildi.
Ama 58 milyon dolara uçak alıyordu.
GARİP!
Devam...
AYASLI'nın en garip yönü bütün önemli toplantılarını BODRUM'daki TEKNESİNDE YAPMASIYDI!
Bütün görüşmeler orada olurdu!
Peki oraya kimler gitti?!
Kimler kimlerle omuz omuza verdi?!
Bunlara da geliriz.
Ortağı Faruk Bayındır gizli sandığı toplantılarda "MHP'yi devirdim. Kimse artık önümde duramaz!" diyordu...
Peki Faruk Bayındır kimdi?!
Cemaat içindeki rolü neydi?!
FLORYA İMAMI buydu!
Yanında ve arkasında çok önemli işadamları vardı.
Mesela her SALI Florya'da çok özel toplantılar yapılırdı.
HAZIM SESLİ orada olurdu.
Faruk da...
Hatta şimdilerde özel bir havayolu şirketinin sahibi olan isim de...
Düşünün, bulursunuz!
Büyük bir şirketi var.
Hatta Yalçın Ayaslı bu şirketi KUZEY IRAK'a uçuran isimdi...
Hep iç içe...
Ama hiç görmüyoruz...
Faruk Bayındır ile Yalçın Ayaslı ortak olunca hangi hangara çöktüler?!
CEM UZAN'IN SAHİBİ OLDUĞU HANGARA!
Peki madem hangara geldik, devam edelim...
Çünkü bütün SIR'lar burada...
OBAMA ile direkt konuşabilen biri neden BORA JET'le TARKİM HAVACILIK'la uğraşıyordu?!
Amacı ne olabilirdi?!
Faruk Bayındır mesela BARZANİ ailesine çok özen gösteriyordu.
JETLERİ bu aileye veriyordu.
Barzani'nin kızları hep bu uçaklarla taşınırdı.
Ama asla ve kat'a kayıt tutulmazdı.
Kimse de bilmezdi.
Londra-İstanbul çok olurdu...
Uçaktaki herkesin ismi bilerek YANLIŞ yazılırdı.
GİZLEMEK için!
Bayındır'ın arkasında da ŞİRKETLER vardı.
Koca patronlar vardı.
Bayındır'ın kızı da Amerika'da cemaatin okulunda okuyordu...
Neyse konudan kopmayalım...
AYASLI neden UÇAK işine girmişti?
Buraya dönelim...
Mesela 17-25 ARALIK operasyonu başlayınca bazı işadamları Faruk Bayındır'ı arayıp jetlerini hazır tuttu!
24 saat!
Kimlerdi bunlar?
Yazacağız!
Bekleyin!..
Bu hangarı kullanan çok isim vardı.
SİYASİ!
İlişkiler iç içe geçmişti.
Devam...
ATATÜRK HAVALİMANI'nda en özel hangar Bayındır ve Ayaslı'nındı!
İKİ GİRİŞİ VARDI.
NORMALDE polis ve gümrük memurunun durması gereken yerlerde kimse yoktu.
ÇOK ÖZEL MİSAFİRLER KAYITSIZ BİR ŞEKİLDE BURADAN UÇAĞA BİNİYOR VE İSTEDİKLERİ YERLERE GİDİYORDU!
Çoğu yabancıydı.
Çok sayıda Amerikalı buradan gelip uçuyordu.
MANİFESTO, yani kayıt bilgisi, tutulmuyordu.
Daha önemli olanı ise bunların UÇAKLARI PARA DOLU BİR ŞEKİLDE İNİYOR ve kimseye tek satır izahat vermiyorlardı.
Böyle ayrıcalık bunlardan başka kimsede yoktu.
Hangar ÖZEL olduğu için 58 milyon dolarlık uçak da özeldi.
Amerika'dan ya da başka bir yerden alınan insanlar buradan KAYITDIŞI olarak Türkiye'ye girip istedikleri yere gidiyor sonra da tekrar binip kayboluyorlardı.
Mesela Fethullah Gülen gelse ve İstanbul'da toplantılarını yapsa kimse görmüyordu.
Geldiği gibi elini kolunu sallayıp gidebiliyordu.
Böyle çok adam geldi gitti.
Hiç kayıt yok.
Oradaki DEVLET BUNLARDI!
Ve çok ama çok sayıda siyasetçi ile işadamı buradaydı.
AJANLARI saymıyorum bile...
Kim izin verdi?
Kim bunu hazırladı?
Neden yaptı?
Bilen biliyor!
Bilmeyenler için sözümüz yok...
Cemaatin gazetecilerinin pek çoğu gazeteci falan değil.
Ama içlerinde olanlar var.
Üç kuruş maaşla geçinenleri içeriye alırken HANGAR KARDEŞLİĞİ KURANLARI ISKALAMAK DOĞRU DEĞİL...
Bela bunlar!
Ayda 2000 lira kazanan bir muhabiri almanın hiç bir getirisi yok.
Örgütün hiçbir sırrına hakim olmayanların alınmasının mantıklı izahı da yok...
Zaten işin içinde olanlar dışarıda.
Parası olmayanlar burada...
Bu nedenle KUMPASLARIN içinde olan PATRONLAR İSTANBUL'u turluyor.
Bunlara gitmek şart.
Gitmezseniz yarın onlar size gelir.
Bu kesin!
Mesela Yalçın Ayaslı'nın kurduğu TCF yani Turkish Cultural Foundation var!
Bunun başındaki G. K. isimli şahsın eşi CIA ajanı...
Bizlerin bilmediği Amerika-Türkiye arasında muazzam bir HAT var...
Şimdilik bu AĞ'daki işadamlarını yazmıyorum.
Tek tek yazacağımı bilmeleri iyi olur.
Operasyonlara bakıyorum.
Bir süre sonra hiç bilmediğiniz ve hiç duymadığınız ilişkileri burada okuyacaksınız...
Herkes yalan söylüyor ve kendini gizliyor.
BÜYÜK PLANIN İÇİNDEKİLER PARA SAHİPLERİ.
İnanın futbolcular ya da gazeteciler değil...
İSTANBUL'un orta yerinde, dünyanın merkezinde, ATATÜRK HAVALİMANI'NDA KARARGAHkuruldu.
Kimselerin giremeyeceği kapıların arkasında özel SIR dolu toplantılar yapıldı.
Bu adamlar bunların bilinmediğini sanıyor...
Ve Ankara'yı kandırdıklarını düşünüyor...
Bakacağız ve göreceğiz...
Kim kandırılmış, anlayacağız...
BORAJET ve TARKİM HAVACILIK'tan devam edelim...
Yalçın Ayaslı'yı yazdım.
ODTÜ'den Amerika'ya gitti.
Ve başarılı oldu.
Çok para kazandı.
Obama ile direkt konuşan belki de tek TÜRK'tü.
58 milyon dolara GLOBAL EXPRESS XRS marka uçak aldı.
Bundan Türkiye'de kimsede yoktu.
Sade yaşayan biri için çok ama çok iddialı bir uçaktı.
Bu uçak Cem Uzan'dan ele geçirilen HANGARA çekiliyordu.
TARKİM'in diğer uçakları gibi.
Tabii bu HANGARA gelmeyen yoktu.
Bizler bilmezdik.
Mesela cemaatle bağı bilindiği halde bunu inkar eden önemli turizmci bir işadamı kendini uçağında ele veriyordu!
Herkesin tanıdığı ünlü bir turizmciydi!
Uçağının kuyruk numarası TC-FTG idi!
Dikkat edin FTG...
FETHULLAH GÜLEN...
Çok soru geldiğine göre konuyu biraz daha açalım.
Belki anlaşılması daha kolay olur!
Paralel Yapı'nın gücü PARA AĞI'ndan geliyordu.
Hem içeriden hem dışarıdan gelen para asıl gücü oluşturuyordu.
Mesele paranın izini takip etmekti!
HAVADA iş çeviren ekip FLORYA'da otururdu.
Evlerinden biri ya da birkaçı burada olurdu.
Mesela SALI günleri önemli isimler burada toplanırdı.
Battaniye Kralı Hazım Sesli, Yalçın Ayaslı'nın ortağı Faruk Bayındır (Bu isim önemli değil arkasındaki önemli), Atlasjet'in sahibi Murat Ersoy ve ANKARA'dan gelen bazı iş adamları HEYET halinde oturur karar alırlardı.
Sanırım BORAJET'in FENERBAHÇE formasında yer alması da böyle bir şeydi.
Paralel ile mücadele eden Aziz Yıldırım bunu bilmiyordu.
Bilmeden Fener'e Paralel'i alıyor ve göğsünde taşıyordu!
Biz böyleydik.
Bilmeden yürürdük.
Dedikoduyu severdik.
Analitik düşünmezdik.
Mesela bildiğim kadarıyla BORAJET zararda olan bir şirket.
Ama Fenerbahçe'nin formasında var!
Üstelik ilk yenilgilerini aldıkları camianın göğsünde yer bulacak kadar akıllılar.
Hatırlayın Çağlayan'ı ve Fenerliler'i...
Beyin Yalçın Ayaslı aşağıda da Amerika'da okuyan Fatih Akol isimli bir profesyonel vardı!
Tabii iyi ilişkileri olan biri!
Siyaseten!
ATLASJET Irak'ta ZAGROSJET isimli bir firma kurdu.
Bu operasyonda Faruk Bayındır görev aldı.
Bir de Irak'la ilişkileri düzenleyen S. Y. isimli biri vardı.
Ne var bunda?
Bir şirket bir başka yerde yatırım yapamaz mı?
Elbette yapar!
Ama ortada çok büyük gariplikler vardı!
Mesela bu HANGAR'da bakım yapılmıyordu!
Yapılamazdı.
İmkansızdı.
Öyle bir yetki de teknik de yoktu.
Yalçın Ayaslı ile Faruk Bayındır'ın sahibi görünen hangarda ZAGROSJET uçağı gelip konaklıyordu!
TAMİR ve BAKIM GEREKÇESİYLE...
JETLER için ayrılan HANGARA koca AIRBUS 321 geliyordu.
İçinden ne çıkıyordu?!
Kimi getiriyorlardı?!
Amaçları neydi?!
Orasını bilemem!
Birileri Irak'a iniyor oradan da bu uçaklarla HANGARA MI geliyordu?!
Soru çok!
Cevap bende değil.
Ama bildiğim şu ki PARA HAVADA uçuşuyordu!
Kim kime ne veriyordu?!
Karşılığında ne alınıyordu bilmiyorum.
Ama para var!
Gariplikler bu kadar değildi!
Zagrosjet uçağı geldiği anda ne hangarda ne dışında uçak bırakılmıyordu.
Hepsi toplanıp bir kenara itiliyordu.
ÖZEL OLAN NEYDİ?!
Ne geliyor ne gidiyordu?!
Yalçın Ayaslı genelde yaz ayları İstanbul'da olurdu.
Hangarına gelir ve yabancılarla inerdi.
Bunlara ÖZEL KAPI açılmıştı!
Kimse pasaport kimlik gibi gereksiz şeyler göstermek zorunda kalmıyordu!
CIA ajanı da gelse, Graham Fuller de gelse, Henri Barkey de gelse biz bilmezdik.
Gelen istediği zaman işini bitirip çıkıp giderdi.
Polis yok, güvenlik yok, gümrükçü yok.
Paralel HAVALİMANI yani!
Bu hangar çok ama çok yabancı ağırladı.
Bir de asıl iş geceleri olurdu.
GİZLİ TOPLANTILARIN yapılacağı zaman seçilmiş iki üç personel dışında kimse kalamazdı.
Herkes gider gelmesi gerekenler gelirdi.
Dışarıdan ZAMAN AYARLI UÇUŞ YAPAN çok kişi buraya geldi.
Herhangi bir belge gerekmediği için isteyen ALTIN da para da getirilebilirdi!
Getirildi mi bilmiyorum.
Ama bu ayrıcalık ne içindi?!
Buradan uçan çok özel kişiler hep farklı isimlerle havalandı.
Yalçın Ayaslı'nın aracısı EMNİYET'in de avukatı olan H. K. idi.
İlişkilerini bu ismin üzerinden düzenlerdi.
Ayaslı BOSNA'dan gelir beklemeden özel toplantılar için BODRUM'a uçardı.
Orada kendisini bekleyen TEKNEDE özel toplantılar yapılırdı.
Buralara kimler giderdi?!
Gidenler vardı!
Çok hem de!
Mesela bu HANGAR'ı ve projeyi onaylayan Faruk Bayındır'ın sürekli yanında tuttuğu S. Z.idi.
Bir de havacılık camiasında etkin görevi olan A.A. vardı.
İzin işlerine o bakardı!
Oğlunun düğününü kim yaptı?
Altına Range Rover kim verdi?
Karmakarışık işler.
Bir el herkesi çekip kullanmış.
Paralel havaalanı içinde operasyon üstüne operasyon çekilmiş!
Bu oyunda o kadar çok isim var ki!
Anlatsam roman olur.
Ama isimlerin çok az kısmını zorunlu olduğum için yazıyorum.
Sıralı tam listede kimler yok ki!
Şaşırırsınız!
Neden HANGARA girdim peki?
Çünkü devlet tüm hızıyla operasyonları yaparken burada bulunan izleri atlıyor!
İsim vermem ama şoke olacağınız çok isim buradan geçti.
HANGARDA büyük bir İTTİFAK kuruldu.
Hiç bilmedik bunu!
İstediklerini getirip istediklerini götürdüler.
GLOBAL düşünüp GLOBAL oynadılar.
Bütün bunların içinde merak ettiğim HANGİ İSİMLER buradan giriş-çıkış yaptı!
Buna nasıl göz yumuldu?!
Ve bu ekibe verilen GÖREV neydi?!
Bunu bilmiyorum.
Ama bu önemli oyuncular çok daha önemli oyuncuları HANGARDA sakladı.
Ne geldiklerini ne gittiklerini öğrenebildik.
ARANAN ÇOK KİŞİ BİR ANDA ORTADAN KAYBOLDU!
Bunlar nasıl oldu?!
Bu HANGAR'dan götürülenler var mıydı?!
Devletin arayıp da bulamadığı isimler buradan çıkış yaptı mı?!
Eğer yaptıysa bu izin kimlere verildi kimlere verilmedi!
Öyle ya paralelcilerin hepsi kaçamadı!
Kimin geçiş üstünlüğü vardı!
Bunlar sadece soru!
Askerler, polisler, gazeteciler, hukukçular örgütten hesap verirken EN ZENGİNLER VE OYUN KURANLAR dışarıda!
Gariplik burada!
15 Temmuz'u bilenler dışarıda, 16 Temmuz planını yapanlar dışarıda, kullandıkları içeride!
15 Temmuz'da hepimiz AKINCI ÜSSÜ'nü konuştuk.
"Darbenin merkezi" dedik!
Peki ATATÜRK HAVALİMANI ve HANGAR neydi?!
Havadaki tehlikeyi neden kimse görmüyordu?!
Kuyruk numaralarını "FTG" yapanlardan HANGARA inen DERİN İSİMLERE kadar hiçbir şey bilmiyoruz.
Takılınca öğrenmek için çabalıyoruz.
15 Temmuz'u DEVLET bilmiyordu!
Cumhurbaşkanı ve hükümet bilmiyordu!
Ama bilen çok patron vardı!
Ve inanın çok kripto ortalıkta.
Bunu bilen yok!
İsim vermek istemiyorum...
Şimdilik.
Ama ne eski cemaat mensupları ne de "itiraf ediyorum" diyenler bir şey söylüyor...
Neyi bekliyorlar anlamıyorum.
Paralel Yapı denildiğinde namazında niyazında insanları anlamayın!
Yok öyle bir şey!
Saf ve gönülden bağlananları korumak için bunları yazıyorum.
Operasyonla ülkeyi ele geçirmek isteyenler gücü elinde tutanlar.
İKTİDAR SEÇKİNLERİ.
NOT: Fenerbahçe ve FETÖ ile BORAJET'i yazdık.
Dün Fener'e saldıranlar şimdi 'göğüs'te.
Akıl alır gibi değil.
Şirketin uçakları yatıyor Fenerbahçe BORAJET'i taşıyor!
Unutmayın FUTBOL DÜNYASI operasyonu yapmayan yapamayan en önemli merkezlerden.
Bunca para hala onların kontrolünde.
"Top"tan üç maymun oynanıyor!
Benden söylemesi...
NOT2: Faruk Bayındır 17-25 Aralık'tan sonra şirket hisselerini eşine bıraktı!
--
"Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev; HAYAT'tır."
Nusret DEMİRAL, DGM (Onursal) Cumhuriyet BaşSavcısı
-- 
''Muhterem Milletim'e şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başına taç ettiği adamların kanındaki ve vicdanındaki cevheri asliyi çok iyi tahlil etmek dikkatinden, bir an tevakki etmesinler...'' Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
--
"E​y​ KUL​; B​üyüklenme​,​ zayifsin gayet​!​, K​endini ​küçüklerden küçük gör,
Bütün kul'a saydırmak istersen kendini eğer...​" Raif DEMİRAL
--
''Bizler; Gözünde Vatanını, Gönlünde ATATÜRK ilke ve İnkılaplarını tutabilen, 
Vicdanında dinini saklayabilen, Milliyetçilik ve laiklik düşüncesi içinde görev yapanlardanız.'' Nusret DEMİRAL, DGM (Onursal) Cumhuriyet BaşSavcısı
--
"Cumhuriyet’in temelinin laik bir dünya görüşüne dayalı olduğu hiçbir zaman unutulmamalı ve bu gerçek gözden kaçmamalıdır. Zira Türk halkı teokratik yönetimden çok acı çekmiştir.
Geri kalışının nedenleri arasında bunun önemli bir yeri vardır."
Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal ATATÜRK, 1930/Kırklareli
--
Demokratik düşünce ve kanaatlerimin engellenmesi ve/veya şiddet/baskı altına alınması, bu nedenle, "hakkımda olası her türlü antidemokratik yasal girişimi" TC Anayasası, AİHM ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi kapsamında, her türlü yasal haklarım saklı kalmak üzere, peşinen reddederim.

2 Eylül 2016 Cuma

Ahmet Kılıçaslan Aytar‏: "Bugün 1 Eylül, Dünya Barış Günü'dür."

DÜNYA 
BARIŞ 
GÜNÜ!...
Ahmet Kılıçaslan Aytar‏
Bugün 1 Eylül, Dünya Barış Günü'dür.
Suriye'de 250 bin insanın yaşamına mâlolan, 5 milyon insanı sığınmacıya dönüştüren, ülkenin bütün alt yapısını çökerten savaşın altıncı yılı sürüyor.
Başkan Obama'nın bu savaşı Amerikalılara ve dünya halklarına bir insani müdahale olarak satma girişimleri bütünüyle başarısız olmuştur...
*
Şimdi Rusya'nın girişimi ile Suriye İç Savaşı'nın siyasi çözümüne ilişkin Cenevre Görüşmeleri eğer toplanabilirse,sonuçta;
Dünyanın bir kez daha böyle bir katliam, saldırı ve yağma ile karşılaşmamasını,
Ya? Savaş suçları işleyen rejim kadar muhalif tarafların, teröristlerin ve destekleyen ülkelerin paylarını üstlenmelerini: suçların esaslı bir biçimde kategorize edilmesini: bu sistematik hukukun BM'de yeni bir dünya statüsüne yol açmasını öngörüyor...
*
Halbuki ABD ve Türkiye yönetimleri, Suriye ve Irak'ta radikal örgütleri silahlandırıp yönlendirmek ve savaşa salmak: diğer bir devletin iç işlerine müdahale etmek: başka bir devletin sınırları içinde iç savaş çıkarmak: insan haklarına saygılı olmamak: barışı tehdit edici davranışlardan uzak durmamak: hukuku ihlâl edenlerle yardımlaşmak fiilleriyle itham ediliyor.
Üstüne üstlük Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye'de yaşanmakta olan insani durumu ahlâksız bir ticarete dönüştürmekle suçlanıyor...
*
Ama Erdoğan liderliğinde Türkiye halâ kendisini doğrudan Suriye savaşının içine çeken tehlikeli bir politikayı yürütmekte ısrar ediyor.
Türkiye Uluslararası Hukuk'a aykırı şekilde Suriye topraklarını istila etmiştir.
Fırat Kalkanı operasyonunu "Artık sabrımız taştı" sözleriyle açıklayan Cumhurbaşkanı Erdoğan;
IŞİD'i değil, IŞİD'e karşı mücadelenin başını çeken Kürt savunma gücü YPG'yi hedef alıp "PYD'nin kökünü kazıyacağız" diyor...
Erdoğan, Türkiye'nin "İŞİD'le mücadele etmek" teziyle elinde tuttuğu zayıfta olsa meşru hakkı bile bile gayri meşru hale çeviriyor...
*
Türkiye'nin istilasını ABD de desteklemektedir.
Washington'un başlıca düşüncesi, Suriye'den hareketle üzerine atılı Uluslararası Hukuk'a aykırı savaş suçlarından sıyırmak ve Ortadoğu'daki jeostratejik egemenliğini sağlamlaştırmaktır.
Erdoğan da ne pahasına olursa olsun savaş suçlarından sıyrılmak ve Türkiye'yi bölgesinde ABD egemenliğine sağlam bir taşeron yapmak amacındadır.
Birlikte Suriye'deki savaşı tırmandırmak ve suçları üzerine yıkmak için olmazsa olmaz Beşar Esad rejimini devirmenin koşullarını yaratmak arzusuyla yanıp tutuşuyorlar...
*
Türkiye'nin istilası Suriye İç Savaşı'nı alevlendirmiştir.
Yine de Cuma günkü basın açıklamasında, Beyaz Saray Basın Sözcüsü J.Earnest,Suriye'de süregiden şiddetten Rusya'yı ve Suriye hükümetini sorumlu tutmaya çalışıyor.
Earnest, "Rusya, Esad rejiminin sıklıkla masum kadınların ve çocukların yaşamına mal olan öldürücü askeri taktiklerini desteklemeye razı olduğu sürece bir siyasi çözüme ulaşılması zordur" diyor.
Ardından, Rusya'nın eylemlerinin Suriye'de yalnızca aşırılıkçılığı körüklediğini ekliyor...
*
Hayret! Bunca pişkinliğin arka planında zenginlerin ve onların siyasetteki, medyadaki adamlarının "serbest girişim sistemi" dediği çağdaş kapitalizm bulunuyor.
Her siyasi kararın insanlığın son derece küçük bir kesiminin servetini koruma ve arttırma ihtiyacı eliyle dayatıldığı bir dünya oluşmuştur.
Birkaç yüz insan doymak bilmez açgözlülüklerini tatmin etmek için uygarlığın boğazına sarılmış, onu yıkımla tehdit etmektedir...
Cumhurbaşkanı Erdoğan'da bu kapsamda anılmalıdır.
*
İşte, ordu ve istihbarat kurumunun ezici çoğunluğunun desteğine sahip olan Demoratların adayı Hillary Clinton'ın,
Yurtdışı askeri angajmanlar konusundaki isteğinde kimse eline su dökemiyor.
Rusya ile doğrudan bir çatışma anlamına gelse bile Suriye'deki ABD askeri operasyonlarını Kasım'dan sonra geniş ölçüde yoğunlaştırmaya hazır oluşu hakkında hiçbir şüpheye yer bırakmıyor...
*
Cumhuriyetçi D.Trump, ABD'li zenginlerin çıplak şiddetini ve çöküşünü ifade ediyor.
Bir yanda "Önce Amerikalılar" milliyetçiliğini yükseltirken, öte yanda sınırsız askeri güç kullanımı ile CIA işkenceleri ve suikastları talebini birleştiriyor.
Avrupa'ya karşı hayli sert ve pragmatik tutumun şekillenebileceği,
Rusya'ya daha pragmatik ve tarafsız bir tutum oluşacağı,
Ortadoğu'ya daha duyarsız, iç işlerine karışmama ilkesi temelinde yaklaşılacağı,
Ama Çin'e yaklaşımın çok daha düşmanca olacağı düşünülüyor...
*
İkisinin de "Büyük Amerika" söylemi, ekonomik rakiplerin yükselişini engellemek ve on yılların ekonomik gerilemesinin, ticaret ve ödemeler dengesinde büyüyen açıkların ardından Amerikan egemenliğini yeniden kurma çabasında askeri gücün sınırsız kullanımı ve mali suçların en kötü biçimlerine batmak anlamına geliyor...
Bu noktada ikisi ve Türkiye'de Erdoğan da artık nerede olursa olsun bir konvansiyonel savaşın muhatabı olan herkese kayıp yazacağını çok iyi biliyor... 
Rağmen, azgınlık bu ya!
Bu azgınlar, bu kez Suriye'den nükleer imha olasılığını barındıran bir tehdit ile insanlığı karşı karşıya getiriyor...
*
Herkes kaybeder ama bu herkesin kaybedeceği bir savaş olacaktır.
Başkan Truman, uranyumdan üretilen kritik bir kitleyi Hiroşima'da ve plütonyumdan üretilen bir diğerini de Nagazaki'de kullanmak istemişti.
Her ikisi anında yaklaşık 100 bin kişiyi öldürdü.
İnsanlar yaralandıklarını, radyasyon aldklarını, daha sonra öleceklerini, onun etkilerinden uzun yıllar boyunca acı çekeceklerini ve nükleer savaşın bir Nükleer Kış yaratacağını bilmiyordu...
*
Halbuki insanlık en az 200 bin yaşındadır, şimdiye kadar her şey normal yürüyor ve doğa kanunları işliyor.
Hayatın kanunları 3 milyar yıldan daha fazla bir zamandan beri gelişiyor.
Homo Sapiens bir milyon yılın onda 8'lik kısmını geçirirken akıllı bir varlık değildi,iki yüz bin yıl önce hemen hiçbir şey bilinmiyordu.
Bugün türlerin evrimini yöneten yasalar biliniyor...
*
Hiç kimsenin insan türünün bu serüvenine son vermek istediğini düşünmek doğru değildir.
Ama dünyada yaklaşık 1000 nükleer tesiste, Hiroşima'da kullanılan bomba ayarında 20 bin nükleer silah yapımı için uranyum ve plütonyum bulunuyor.
Az miktarda plütonyumla bir atom bombası yapılabilirken üstelik geçen 20 yılda radyoaktif materyalin kaçırıldığı, kaybolduğu ve yasa dışı olarak ele geçirildiğine dair 2800 olayın rapor edildiği bildiriliyor.
Konvansiyonel taktik silahlarının nükleer silaha dönüştürme girişimi de sürüyor...
*
Nükleer bir savaşın tetikleyicisi olmak ne ABD'ye ne Rusya'ya ne Çin'e ne de Erdoğan'a kazandıracaktır. 
Bu savaş hangi karakterde olacaktır, dünya nasıl tepki verecektir, küresel ekonomi üzerinde nasıl etkisi olacaktır? 
Bütün bunlar bilim kurgu gibi görünüyor ve son dünya savaşı gibi bir şeye benzemiyor...
*
Yazık ki, ABD'nin ve Erdoğan'ın küresel bir felaket doğrultusunda yol alan askeri meydan okumaları tırmandırma yönündeki söylemleri,
Militarizme ve savaşa düşmanlığını defalarca göstermiş olan Amerikan ya da Türk halkının desteği şöyle dursun, bir kamuoyu tartışması görüntüsü bile olmaksızın sürüyor.
Türkiye'de ve dünyanın bir çok yerindeki kapitalist medyanın da Suriye çatışmasının çarpıcı tırmanışına ilişkin fiili bir karartma uyguladığı görülüyor.
*
Şimdilerde dünyada herkesin, siyasi partilerin, üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının ve medyanın çok güçlü bir şekilde nükleer bir felakete yol açılmaması talebinde olması ve yaşamı koruması gerekiyor.
Ancak insanların bunun bilincine varması halinde siyasetçilerde ve askeri liderlerde stratejik veya taktik nükleer silahların kullanımının soykırıma nadiren neden olmadığı bilinci oluşabilecektir.
Aslında bu tam bir deliliktir; çünkü hiçbir politikacının görevi bu gerçekleri insanlara aktarmaktan muaf kalmak değildir.
Bu doğrulara inanmak gerekiyor, aksi halde mücadele edecek hiçbir şey kalmayacaktır.
*
Bugün Dünya Barış Günü'dür...
1.9.2016