31 Ocak 2018 Çarşamba

"Köy Enstitüleri'ni kimin kapattığı, kimin kapatmaktan beter ettiğini..." Zeki KENTEL, Gazeteci-Araştırmacı-Yazar

Köy Enstitüleri'ni kimin kapattığı, kimin kapatmaktan beter ettiğini... 
Zeki KENTEL, Gazeteci-Araştırmacı-Yazar
ANADOLU'NUN DİNAMİĞİ ÜLKENİN KALKINMASINA NASIL KATILACAK...?
KÖYE RAĞMEN KÖY İÇİN, MİLLETE RAĞMEN MİLLET İÇİN NASIL OLUR...?
17 NİSAN KÖY ENSTİTÜLERİ...!

Değerli Dostlar
1940'lı yılların başındayız... Alman orduları; Volga kıyılarında Stalingrad'ta, Bulgaristan'da, Yunanistan'da Türkiye sınırlarında, Meriç kıyılarında.
Türkiye; yurdun savunması ve bir Alman işgali yaşamamak için 20 yaş kesimi (1317 - 1336 / 1901 - 1920 doğumluları ) insanını silâh altına almış.
Kahraman ordu, Trakya'da insan boyu kar, diz boyu çamurda yüzbinlerin üzerinde Mehmetçiği ile çadırlı ordugâhta... Ordugâhın savaş hazırlıkları ve yer değişimleri Mehmetçik yayan, malzeme ve mühimmat öküz arabaları, talikalar ve katırlar ile büyük zorluklar içinde yapılıyor.
Milli Mücadele'nin yaralarını saramamış yeni devlet, İkinci Dünya Savaşı'na girmeden savaşa girmiş kadar zor koşullar içinde.
Ekmek, aş yok... 
Hayvana sap yok, saman yok... 
Kışın soğuğundan, yazın sıcağından barınacak yer yok...! Cephane var mı, yok mu bilmem ama asker süngü hücumu ile saldırı ve savunma ağırlıklı talim ve terbiye görüyor...!
Haydarpaşa Asker Hastanesi ( şimdiki GATA ) tüm katları, koğuşları ve koridorları; iki katlı ranza, iki katlı kereste raflarda ot yataklarda; soğukların, yoklukların hastalıkları içinde ( tifus, ciğer, uyuz, sıtma, zafiyet vb) şifa bekleyen Mehmetçiklerle koyun koyuna dop dolu. Yeni gelen hastalara boş yatak yok.
İlâç yok. Yerli aspirin taklitleri. Kaputbezinden sargılar. Şifayap olan da yok. Eli ayağı tutan memleketine 6 aylık hava değişimi ile gönderiliyor.
------------------------------------------------------------İşte bu yokluk ve yoksulluk içinde devlet, bu yokluk ve yoksulluğu kırmak için köye okul götürmek, köylüyü okutmak istiyor. Cumhuriyetle birlikte ülkenin gelişip zenginleşmesinin, kalkınmasının başlangıç noktasının köy olacağı kafalara DANK etmiş durumda.
17 Nisan 1940, Köy Okullarına öğretmen ve eğitmen yetiştirme, yöre kalkınmasında etkin bir görev üstlenmek üzere Türkiye koşullarına özgü eğitim kurumları yasası TBMM'de kabul ediliyor.
Zeki Kentel'in babası Trakya'da bu çadırlı orduğâhta iki yıl geçirdi ve çevresinin diz boyu çamur ve insan boyu karla kaplı o çadırda genç yaşta ömrünü tamamladı. Şehirde yaşama şansımız kalmamıştı. İlkokul diplomamı babama göstermek kısmet olmadı. Annem ile köye, eğitmen olan dayımızın yanına döndük... Dayının çocuklarıyla birlikte kendine zor yeten çorbasına şehirden iki kaşık daha katılmıştı.
Babasız yetim kalışının ardından okumak için çırpınan, ailenin de okutmak için çırpındığı, tek suçu şehir ilkokulu mezunu olduğu için Zeki Kentel, "KEPİRTEPE KÖY ENSTİTÜSÜ'nün kapısından geri döndürüldü...
Belki tüm hayatı boyunca KEPİRTEPE özlemini, ülke kalkınmasının, köy kalkınmasının rüyalarını süsleyen coşkularının sıcaklığını ve bilincini hiç kaybetmeden yaşayan ve yaşatan, ileri yaşında ülke sorunlarına aykırı ve sıradışı yaklaşım içinde bir Zeki Kentel, KÖY ENSTİTÜLERİ gerçeğine aykırı ve sıradışı bir yaklaşım ile karşınızda:
----------------------------------------------------------
Cumhuriyet Türkiyesi'nin ülke gerçeğine, kendi öz kaynaklarına dayalı olarak kurduğu bir eğitim sisteminin adıdır KÖY ENSTİTÜLERİ. Yabana muhtaç olmadan kendini yeniden üreten, kendini, kendi kendine üretken bilgi ve beceriyle donatan bir eğitim kurumunun adıdır KÖY ENSTİTÜLERİ.
O günlerin KEPİRTEPE KÖY ENSTİTÜSÜ'nün basit yün-aba giysileri içinde köy çocukları, Ankara HASANOĞLAN KÖY ENSTİTÜSÜ'nün temelinde, kerpicinde, duvarında, çatısında emeği olan köy çocukları, ülkenin imarına ellerinin nasırlarını bıraktıkları, yeni nasırlar kazandıkları, ülkede büyük bir hızın, büyük bir değişimin kıvılcımları olmuşlardır.
Her yıl 17 Nisanlarda panelde, söyleşide, köşe yazısında,ekranda KÖY ENSTİTÜLERİ üzerine konuşulanları dikkatle izlerim ama sadece izlerim. Bu izlediklerimden kendi dağarcığıma hemen hemen hiç bir şey girmez. Onlar bir kulağımdan girip diğerinden çıkan nostaljilerini, özlemlerini, masallarını anlatırlar.
Bunları izlerken gözlerimin önünde hangi anıların, hangi acı gerçeklerin ve hangi özlemlerin dolaştığını sizlere ifade edecek bir gücüm yoktur. Yaşamını, geçimini, çocuklarının yetişmesini sanat okulunun verebildiği üretken bilgi ve elbecerisi ile sağlamış bir kişiden edebi benzetmeler elbette kimse beklemeyecektir.
30-40 senedir bu konuda KÖY ENSTİTÜLERİ hakkında sadece özlemleri dile getirenleri yadırgadığımı da, belki yazımın en sonunda söylenmesi uygun olacak bir sözü yeri geldiğinde yazımın başında da söylemekten çekinmeyeceğimi ve aykırı olacağımı belirtmeliyim.
EVET, 1936'larda askerliğini onbaşı veya çavuş olarak yapan köy çocukları 6 ay süreli tarımsal uygulamalı kurslarda yetiştirilerek köylerinde eğitmen oldular.
Bu deneyimlerin ardından, uygulamaların olumlu sonuçlar vermesi üzerine ülke eğitimine daha köklü çözüm getirmek amacıyla 17 Nisan 1940, Köy Okullarına öğretmen ve eğitmen yetiştirme, yöre kalkınmasında etkin bir görev üstlenmek üzere Türkiye koşullarına özgü eğitim kurumları yasası TBMM'de kabul edilmiştir.
Köye okul girişimi 1937 ve 1939 yıllarında Saffet Arıkan'ın ve Hasan Ali Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığı ve İsmail Hakkı Tonguç'un ilköğretim Müdürlüğü dönemlerinde etkin olarak ülke gündeminde kendine lâyık olduğu yeri almıştır.
KÖY ENSTİTÜLERİ'ne 5 yıllık köy ilkokulunu bitirenlerle, köyün kendi, sadece okuma yazma bilen insanından 6 ayda eğitmen olarak yetiştirilenlerin okuttukları 3 yıllık köyokullarından çıkan 2 yıllık hazırlık sınıfı okuyan sadece ve sadece köy çocukları alınıyordu.
Sayıları 20'ye ulaşan KÖY ENSTİTÜLERİ'nde genel bilgi ve kültür derslerinin yanı sıra tarımsal ve teknik üretken bilgi ve beceriler kazandırmaya yönelik uygulamalı dersler ağırlıklı idiler. Böylece ENSTİTÜLERİ'N kendi alt yapı sorunları da devlete yük olmadan kendi üretkenliği içinde çözülmüs oluyordu.
Evet, idealler güzeldi. Fakat bu güzel ideallerın yanında sosyal güvenlik başta olmak üzere birçok eksiklikler vardı. Bu çocuklar kendilerini vatan ve millet için bir kurbanlık görmenin ezikliği içinde idiler. Yasada, zorunlu yirmi yıllık göreve karşılık olarak, değişmez yirmi lira aylık ile hiç bir zaman uygulamaya konulamayan, ekip biçebileceği kadar arazi, hayvan ve araç - gereç verileceği yazılı idi.
Cumhuriyetin üzerine kurulduğu mantık içinde, içinden çıktıkları köyün geleneğinden, örflerinden koparılmışlardı. Sanki köydeki kalkınma köylüsüz olacaktı. Sanki köye rağmen köy için mantığı ile yetiştirilmişlerdi. Köyde bir şeyleri kırmak istiyorlardı.
Kendilerine öğretilenlere göre belki haklıydılar ama alacakları yoktu. Kendi öz köyünde kendi öz köylüleri ile, kendi insanları ile çatışmalar yaşadılar. Köy ile, Anadolu ile bütünleşmeleri zayıf kalmıştı. Ayni dili konuşamıyorlardı.
Aslolan köyünden kopmadan köylü ile birlikte olmanın sırrı öğretilememişti. Köylünün, kendi çocuklarına sahip çıkması için gerekli ortamın sırrı, davranış biçimi henüz keşfedilmemiş ve öğretilmemişti. Millete mal edilemediler. Kendilerini içinden çıktıkları köye kabul ettirebilmelerinde karşılarına büyük zorluklar çıktı.
Bunun için de daha yeşermeden, çevresini yeşertmeden Anadolu'nun dinamiğini ülkenin kalkınmasına katacak Anadolu kırsalının gençliğine karşı acımasız saldırılar yapıldı. Bu acımasız saldırılara karşı hiç kimsenin ama hiç kimsenin gıkı çıkmadı. Evet bir yanlışlık ve bir eksiklik vardı ama kimse buna kafa yormadı, kimse bu soruya yanıt vermek için kendisini üzmedi....
Anılan süreçte, ülkede sürüp giden komünist suçlamasından bu okullar en ağır şekilde nasiplerini aldılar. Kenan Öner-Hasan Ali Yücel davası bunun en çarpıcı örneklerinden biridir.
Türk Milli Eğitimine büyük destek veren ve bu okulların kuruluşuna büyük katkısı olan İsmet Paşa bile Hasan Ali Yücel'i ve kendi eseri olan okulları savunmadı. Hasan Ali Yücel bu okullar yüzünden komünizmden suçlu bulundu ve ceza yedi.
Bulunduğum okula, amacı ülkeye kaliteli ve kalifiye işçi yetiştirmek olan bir okula, mezunu olmakla kıvanç duyduğum bir okula, bir spor karşılaşması için beyaz yün ceket-pantolon içinde gelen kız-erkek Anadolu pırlantaları karşılaşma süresince, onlar kadar çulu olmayan sınıf arkadaşlarım tarafından Moskof ...., vb. hakaretlere maruz kaldılar. Köylülük bilinci ile karşı çıkışıma bir meydan dayağım eksik kalmıştı.
Bugün kuruluş yıldönümlerinde ağıtlar yakan gazetelerin köşelerinin ve manşetlerinin 1950 öncesinde ve sonrasında Kenan Öner'den geri kalan yanları yoktu. Demokrat Parti'den mebus olmak isteyen, hızlı Atatürkçü (açık olarak yazıyorum, Nadir Nadi - Cumhuriyet, SESSIZ KALARAK) ve başkaları bu saf Anadolu çocuklarına ve okullarına en ağır suçlamaları yaptılar.
Bu pırlantalar, askerlik görevini yapmak üzere geldikleri yedek subay okullarında komünist ön yargısı ile "Gözün üstünde kaşın var" kabilinden suçlamalarla kıtalara onbaşı - çavuş olarak çıkarıldılar. Ne yani ayak takımı başımıza bir de subay mı, amir mi olacaktı...!
1946'lı yıllarda İsmet Paşa'nın ülkeye bela ettiği demokrasi! ilkönce bu okulların başını yedi. Öyle ki, KÖY ENSTİTÜLERİ'ne karşı yapılan acımasız saldırılarda okulların kurucusu olan CHP hükümetleri bu okulların yıkımlarının öncüsü oldular.
Köy Enstitüleri kapatılırken bu kurumlarla bütünleşmiş olan bir avuç insanın ve Anadolu çocuğunun içine düştükleri acılarından hiç kimsenin ama hiç kimsenin haberi olmadı.
Şimdi bana kızacaklar olabilir. Ama işte gerçek bu. Ben KÖY ENSTİTÜLERİ üzerine en az 40 yıldır doğru veya yanlış konuşan, arada sırada da bir şeyler yazan kişi olarak, maalesef gerçek bu.
Bana, İsmet İnönü başta olmak üzere, Halide Edip Adıvar, Nadir Nadi, Fethi Okyar, Makbule Atadan, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Şemsettin Günaltay, Celal Bayar ve başka birçok Milli Mücadele adamının (Gazi Mustafa Kemal'in devrimlerinin en yakın arkadaşlarının) aynı çelişkiyi yaşamadıklarını kim söyleyebilir? Geride başka adam mı kaldı ki....?
BUNLARIN HANGİSİ KÖY ENSTİTÜLERİNİ SAVUNDU...? HİÇ KİMSE SAVUNMADI...!
BUGÜNKÜ KÖY ENSTİTÜLERİ SAVUNUCULARININ HEPSİ, O GÜNLERİ YAŞAMAYANLARIN HEPSİ SADECE BİR NOSTALJİYİ, BİR HAYALİ, BİR ÖZLEMİ, BİR HİKAYEYİ SAVUNUYORLAR......
EVET.... KÖY ENSTİTÜLERİ, 
Türkiye'nin çağdaşlığı yakalaması için gerekli Samurayları yetiştirecek kurumlar olmamaları için bir neden yoktu... Ama bildiğiniz gibi Japon mucizesi, kaynağını kendi dinamiklerinden, kendi geleneğinden, örfünden alıyordu.
KÖY ENSTİTÜLERİ, KÖYLÜ VEYA ANADOLU HALKI İSTEDİ DİYE KURULMAMIŞTI. KAPATILMALARI DA YİNE KÖYLÜ VEYA ANADOLU ALKI İSTEDİ DİYE KAPATILMADI.
BURADA ANADOLU GERÇEĞİNDEN SOYUT BAZILARI AĞALARDAN, KIRSALIN AĞALARINDAN SÖZ EDERLER. BURADA SÖZÜ EDİLECEK AĞA KIRSALIN KENDİSİNDEN HESAP SORACAĞI KORKUSUNU YAŞAYAN EGEMEN OLİGARŞİNİN AĞASIDIR.
KİMLER KURDU İSE KAPILARINA KİLİT VURULMASI DA ONLAR ELİYLE OLDU.....! KÖY ENSTİTÜLERİNİN BAŞARISIZLIKLARI KÖYE RAĞMEN KÖY İÇİN YANLIŞLIĞINDAN KAYNAKLANMAKTADIR.
BİZ SEKSEN YILDIR BİR ÇUVALDIZ BOYU YOL ALAMADIYSAK, BUNUN EN BAŞTA GELEN NEDENİ MİLLETTEN SOYUT, ONUN DİNAMİĞİNDEN HABERSİZ KENDİ İÇİMİZDEN ÇIKARDIĞIMIZ, ÖZÜMÜZE YABANCI YETİŞTİRDİĞİMİZ EGEMEN OLİGARŞİDİR.

Demokratlığı kimseye bırakmayanlar, KÖY ENSTİTÜLERİ'ne ağıt yakanlar durumu bir kere de Anadolu insanının bakış açısından yeniden değerlemelidir.
KÖY ENSTİTÜLERİ'nin bunu gerçekleştirememelerinin nedeni, Anadolu'yu çağa dönüştürme yolunda, kurucuların hareket noktalarının maddi gerçekleri doğru olmakla birlikte, Anadolu'nun sahip olduğu dinamikten, bu dinamiğin çıktığı kültür, örf ve gelenekten soyut olmalarından kaynaklanmaktadır. Hasan Ali Yücel'de CHP iktidardan düştükten sonra yayınladığı yazılarda bu somut gerçeğe uzak olduklarını vurgulamıştı.
Anadolu'dan soyut bir radikal hareketin, zayıf da olsa varolan demokratik koşullarda başarılı olması mümkün değildir.
Bugün dünyada komünizm öcüsü kalmadı ama yeni başka öcüler üretildi. Bugün de vatana büyük katkısı olacak Anadolu dinamiği ve gençler (aynı kırsalın çocukları) benzer dışlanma ile karşı karşıya bulunuyor.
Sonuç olarak bilmemiz gereken, eğer tarihten ibret alacaksak, KÖY ENSTİTÜLERİ komünist yuvasıdır diyenler kimlerdi...?
O saf Anadolu çocuklarını Yd. Sb. okullarından gözünün üstünde kaşın vardır denilerek kıtalara er veya onbaşı olarak çıkaranlar kimlerdi...?
Hasan Ali Yücel`i bu okullar nedeniyle komünizmden mahkum olmasına seyirci kalanlar kimlerdi?
İnönü`nün Yargıtay Başkanı Halil Özyörük DP'den Mebus olmak için Menderes`in yanında idi ve Adalet Bakanı oldu.
Atatürkçülüğü kimseye bırakmayan CUMHURİYET'in Nadir Nadi'si Menderes`in koltuğunun altında MEBUS oldu.
Köy Enstitüleri kapatılırken tek bir kişi evet tek bir kişi karşı çıkmadı. Bugün Köy Enstitüleri gerceğini çok az da olsa kıyısından, köşesinden özlemle AAHHH..AAAHHH....! edebiyatını yapanlar işte o suçluların torunlarıdır.
O gün bu okulları suçlayanların çocukları, dedelerinin görevlerine devam ediyorlar. Yine bir başka okulda ama Anadolu`nun kendi kurduğu okullara giden çocuklara hiç bir yol göstermeksizin ve yardım etmeksizin "Sen okumayacaksın! senin okumaya hakkın yok! Sen cahil kalacaksın! dayatmasını yapıyorlar."
Çünkü onlar köylü, onlar şopar, onlar zenci...!!!
ONLAR AŞAĞILIK KASTIN VE ORADA KALMASI GEREKEN ÇOCUKLARI....!
Üstelik Anadolu'dan köyden çıkıp da, kendi özümüze yabanci bir eğitimle yetiştikten sonra Ankara'da sistemle bütünleşince kendi köylüsüne aynı zenci muamelesini yine onlar yapıyor...! Sistem kendi özünü, kendi kökünü yadsıdığı sürece biz bu kör döğüşüne devam edeceğiz.
Dün ülkede egemen oligarşinin iç düşman olarak gördüğü komünist yuvaları KÖY ENSTİTÜLERİ ile komünizm temizlendi. Nazım, Said-i Nursi, vb. içdüşmanlar zindanda çürütüldüler. ,
Bugün yeni içdüşmanlaımız yetişti. Aynı egemen kadro İmam Hatipler ve başörtüsü ile kafayı öyle bulmuş ki, ülkenin kalkınması yolunda, Anadolu kırsalının dinamiğinin ülkenin kalkınmasına katma yolunda gündeminde tek bir önerisi yok...
Biz sürekli düşman üretiriz. Dış düşmanımız kalmayınca içeride komünistler ve şeriatçılar sıra ile baş düşmanımız oldular. Dün şeriatçıların desteği ile komünistleri temizledik.
Bugün de eski tüfeklerin desteği ile şeriatçıları temizleme savaşı veriyoruz. Ülkenin kalkınmasına sıra ne zaman gelecek....? Ülkenin kalkınmasının projelerini bilen var mııııı...?
Bu yanıtsız soruların karşısında Zeki Kentel de aykırı düşünmeye, eğer fırsat verilirse aykırı söylemeye ve aykırı yazmaya devam edeceğe benziyor......! Bilmem anlatabiliyor muyum.....?
KÖY ENSTİTÜLERİ, Türkiye Cumhuriyeti'nin en büyük ve en parlak başarılarından biridir. Ne yazık ki, aynı zamanda da en büyük bozgunlarından biri olmuştur.
Milleti adam yerine koymayan bu kafa, bu egemen oligarşi, devam ettiği sürece bu bozgunlar devam edecektir.
SAYGILARIMLA,  ZEKİ KENTEL

22 Ocak 2018 Pazartesi

"RUMLARI İYİ OKUMAK GEREKLİ" Prof. Dr. ATA ATUN

RUMLARI 
İYİ OKUMAK GEREKLİ


Prof. Dr. ATA ATUN

Rum lider Anastasiadis bir çok güzel işler yapmış gibi öne çıkmaya ve dikkat çekmeye çalışıyor ama açıkça şov yaptığı ve seçimlere oynadığı kesin. Rum başkanlık seçimlerine 10 gün kala, kararsızları cezp etmek ve oylarını artırmak için Rum lider Anastasiadis’in yapmadığı kalmadı. Hem kendi, hem yandaş basın, hem de hükümetin üst düzey bürokratları, hükümetin icraat ve başarılarını öne çıkarırken, rakipleri sürekli yeni cepheler açarak siyaset ortamını bulandırıyorlar.

Avrupa Birliği’nin “Avrupa’yı Birbirine Bağlama” mekanizması aracılığıyla, Güney Kıbrıs’a ilk etapta, elektrik üretiminde kullanılmak üzere, sıvılaştırılmış doğal gazın tekrar gaz haline getirilmesi için gereken altyapının tesis edilmesi için 100 milyon Euro ödenek vermeyi kararlaştırması Rum gazetelerinde başköşede ve manşette kaldı birkaç gün.

Bu haber bana biraz abartılı ve garip geldi.

Madem Rumlar tek yanlı ilan ettikleri ve bana göre korsan statüsündeki Münhasır Ekonomik Bölge içinde doğal gaz buldular, niye sıvılaştırılmış doğal gazın tekrar gaz haline getirilmesi için milyar dolarlık bir alt yapıya gereksinim duydular, bana pek mantıklı gelmedi. Ya son yedi yıldır propagandasını yaptıkları doğal gaz, söz konusu korsanlık yaparak ilan ettikleri Münhasır Bölgede vardır ve çıkarınca hem kendileri kullanacak ve fazlasını da borularla deniz altından Rodos- Girit- Yunanistan bağlantısı ile AB’ye gönderecekler, ya da başka üreticilerden sıvılaştırılmış doğal gazı satın alacaklar ve tankerlerle deniz yolu ile taşıyıp elektrik santrallerini çalıştıracaklar.

Anastasiadis’in seçim öncesi şova yönelik temas ve ziyaretlerinin hızı da pek kesilmiş değil.

Mısır Başkanı Sisi’yi Kıbrıs’a davet edip üçlü bir anlaşma imzaladıktan sonra Türkiye ile Suudi Arabistan’ın arasının bozulmasını fırsat bilip hemen ertesi günü Riyad’a gitti ve Suudi Arabistan’la ittifak Anlaşması imzaladı. Arkasından da Ürdün Kralını adaya davet edip bir başka Üçlü anlaşmayı da onunla imzaladı. Sanki de bal arısı gibi durmadan çalışıyor gözüküyor ama ürettiği bir şeyler yok.

Amaç belli.

Neredeyse İki yüz sene evvel Avrupa devletlerinin Osmanlı Devletine yaptığı baskılar sonucu Yunanistan’ın bağımsızlık kazanmasını ve aradan yaklaşık doksan yıl geçtikten sonra da Girit’in gene Avrupa Devletlerinin büyük baskısı ile Osmanlı Devletinden koparılıp Yunanistan’a verilmesini, Batı Trakya’ya ve Ege adalarına tek bir mermi atmadan sahip olmalarını örnek almış olmalı ki, illaki Avrupa Birliğinin yardımı ile Türkiye’yi adadan atacak ve Garantileri de iptal ettirecek bir havada yoluna devam ediyor. Hayal görüyor gerçekte.

Hele bir de silahlanmaları ile ilgili haberler yayınlanıyor ki Rum Basınında evlere şenlik. Kendilerini her zamanki Megalomanik düşüncelerinden dolayı yenilmez görmeye başladılar gene. Hayal güçleri içinde Türk Ordusunu perişan edip denize dökerek Kıbrıs adasından atacakları yer almaya başladı. Belli ki Adına Küçük Asya Felaketi dedikleri 30 Ağustos 1922 yenilgisini, 8 Ağustos 1964 Erenköy felaketini, 16 Ağustos 1974 Kıbrıs Barış Harekatı hezimetini unutmuşlar. Geçmişten ders almadan pespembe yeni hayaller kurmaya başlamışlar. Bunun sonunda eminim gene bir çılgınlık yapacaklar ve bu sefer adanın tümü ile Batı Trakya’yı kaybedecekler. İşin boyutu o denli büyük.

Türk askerini Kıbrıs adasından atmak için silahlanıyorlar, sıvı doğal gazı tekrar gaz haline getirmek için para harcıyorlar ama bütçeleri de 2017 yılında toplam 4.6 Milyar Avro açık veriyor. Sonra da bu açığı “Ana” mı (Yunanistan) yoksa “Baba” mı (Avrupa Birliği) kapatsın diye kendi aralarında siyasi kavga çıkarıyorlar… Rum olmak böyle bir şey!

Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1

15 Ocak 2018 Pazartesi

VİRGÜLÜNE DOKUNMADAN "Mehmet Necati GÜNGÖR" UYAP’I FETÖCÜLER ELE GEÇİRMİŞ!..

VİRGÜLÜNE DOKUNMADAN
Mehmet Necati GÜNGÖR
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu son zamanlarda önemli uyarılarda bulunuyor.
Biz de facebooktan takip ediyor, uyarılarına kulak veriyoruz.
Vatandaş olarak, Feyzioğlu’nun sözlerine dikkat kesilmemizin sebebi, O’nun boş bir hukukçu olmadığı, vatandaşlarıyla gerçekleri paylaşmada kullandığı dürüst ve yetkin üsluptur.
Son olarak, Cumhurbaşkanının
“UYAP’I FETÖCÜLER ELE GEÇİRMİŞ!”
yolundaki özeleştirisini ele aldı, bakın, neler söyledi.
Face’de paylaştığı bu söylemini virgülüne dokunmadan sizlerle paylaşmak istedim.
“Bugün sayın Cumhurbaşkanı kürsüden şunu söyledi. Aynen okuyorum:
‘Uyap’ı maalesef fetöcülere kaptırdık; bu bir öz eleştiridir. Evet, Uyap’ı fetöcülere kaptırdık.’
Ben buradan sayın Cumhurbaşkanına cevap veriyorum. Söylüyorum:
Evet sayın Cumhurbaşkanı Uyap’ı bir dönemde, -inşallah şimdi halâ değildir-, fetöcüler ele geçirdi.
Ama sayın Cumhurbaşkanı siz Uap’ı Fetöcülere kaptırmadınız. Siz Uyap’ı Teslim ettiniz. Evet, teslim ettiniz. Hiç o yüzden kaptırdık falan demeyin.
Ben sadece kendi yaptığımdan söyleyeyim;
Ankara Barosu Başkanı iken F tipi sizinle el ele bu devleti ele geçiriyor diye sizi uyardım mı?
Uyardım.
Türkiye Barolar Birliği Başkanı iken uyardım mı, uyardım.
Siz n’aptınız, salonu terkettiniz.
Siz salonu terk etmek yerine eğer dinlemeyi bilen bir yönetici olsaydınız sayın Cumhurbaşkanı, Başbakanlığınızda, Cumhurbaşkanlığınızda sizin gibi düşünmeyenlerden fikir almayı becerebilseydiniz, bu gün Uyap’ı Fetöcülere kaptırdık, hay Allah diye öz eleştiri yapmayacaktınız.”
Evet, o gün o toplantıda sayın Cumhurbaşkanı salonu terk eterken, “hadi gidiyoruz” diyerek kendinden önceki Cumhurbaşkanına, Genelkurmay Başkanına ve öteki devlet erkânına adeta emir vermiş, onlar da peşinden o salonu terk etmişlerdi.
Şimdi Gül kalkmış, eski Cumhurbaşkanı olarak kendinden sonraki Cumhurbaşkanının yerine oynamaya kalkışıyor yeniden.
Sayın Gül, şunu bilmelidir ki; bu milletten alacağı tek bir oy yoktur.
Erdoğan’la öyle bir yarışa girerse bu yarışı Erdoğan’ın kazanacağı, kendisinin ise oy yerine baş zarfları toplayacağı muhakkaktır.
Evet, sayın Feyzioğlu’nun da ifade ettiği gibi sayın Cumhurbaşkanı o gün kendisinin sözlerine kulak vermek bir yana, O’na hakaret ederek salonu terk etmişti.
“Ne istedilerse vermedik mi?” diye hayıflanan ses de Erdoğan’ın sesiydi.
Aynı ses bugün “Uyap’ı kaptırdık” diye öz eleştiri yapıyor.
Sadece Uyap’ı mı? Uyap’la birlikte adaleti de Fetö’ye kaptırdıklarını yeni yeni fark etmiyor muyuz?
Altına zırhlı araba verilen savcı şimdi nerede?
Bazı hakim ve savcıların Fetöcü iddiasıyla meslekten atılmalarını, bir kısmının halâ hapishanelerde olmasını nasıl yorumlamak lâzım?
Erdoğan’ın beğendiğim bir tarafı var. Hatalarını itiraf ediyor.
İçindekileri saklamıyor, Gül gibi yerin altına konuşmuyor.
Meselâ;
“Aldatıldık”, “kandırıldık” diyebiliyor.
Bütün bunlar özeleştiri değil de nedir?