26 Mart 2015 Perşembe

İDAMININ 84.YILINDA “MİLLİ ŞEHİT” KAYMAKAM KEMAL BEY; Prof. Dr. Turgut Turhan (DAÜ Hukuk Fakültesi)

(ALÇAKÇA) İDAMININ 84.YILINDA “MİLLİ ŞEHİT” (Boğazlayan) KAYMAKAMI KEMAL BEY
Prof. Dr. Turgut Turhan (DAÜ Hukuk Fakültesi)
Her sene Türkiye’nin önüne getirilen “Ermeni tehciri” ve soykırım iddiası, özünde İngilizlerin Türkiye’nin başına açtığı bir beladır. 
Almanya gibi, Orta Doğu petrollerine yaklaşmak isteyen İngiltere, daha 1800 li yılların sonunda Anadolu’yu işgal etmeye düşünmeye başlamıştır. Bu nedenle, olası bir işgalde Osmanlı ordusunu arkadan vurabilecek en önemli etnik güç olarak Ermenileri gören İngilizler, Ermenilerin 1894 yılında başlayan ve belli aralıklarla devam eden örgütlenme ve ayaklanma girişimlerini hep desteklemişlerdir. İşte “tehcir” denilen olay da, İngilizlerin kışkırtması ve desteklemesi ile Osmanlı ordusunu arkadan vuran Ermenilerin, orduyu vurdukları yerden uzaklaştırılmasını, sürülmesini ifade etmektedir.
13 Kasım 1918 de İstanbul’a ayak basan İngilizlerin padişah Vahdettin ve sadrazamlarından iki temel isteği olmuştur. Bunlar İttihat ve Terakki üyeleri ile Almanlara yakın olanlar ayıklanarak etkisizleştirilmesi ve Ermeni tehcirine herhangi bir şekilde karışmış bulunanlar yargılanarak şiddetle cezalandırılmalarıdır. Hemen belirtelim ki, İngilizlerin bu isteklerini kabul etmek, kendi ifadesiyle “İngiliz milletine kuvvetli sevgi ve hayranlık duyan” ve “umudunu tanrıya ve İngilizlere bağlayan” Vahdettin ve sadrazamları için hiç de zor olmamıştır. Nitekim Vahdettin, 23 Kasım’da İngiliz gazetesi “The Times”a vermiş olduğu beyanatta, “Ermeniler hakkında icra edilen muameleyi büyük bir teessür ile öğrenmiş bulunmaktayım. Bu gibi fenalıklar ve insanların öldürülmesi kalbimi kırdı. Bu vakıaların müsebbiplerinin son derece şiddetle cezalandırılması için derhal tahkikat açılmasını emrettim” demek suretiyle İngilizlerden gelecek her türlü tehcir suçlaması için soruşturma yapılmasının kapısını sonuna kadar açmıştır.
KAYMAKAM KEMAL BEY
Vahdettin’in İngilizlere yaranmak için verdiği bu tavizleri, üyelerinin yarısı azınlıklar arasından seçilen ve bu nedenle bünyesinde Ermenilerin de bulunduğu! “tehcir tahkikat komisyonları” kurması izlemiştir. İngiltere’yi arkalarına alan bu Ermeni üyelerin yaptıkları asılsız ihbarlar sayesinde sayıları 1397 yi bulan aydın, yazar, gazeteci, vali, kaymakam, milletvekili ve paşalar dahil çeşitli rütbede ordu mensubu “tehcire katıldıkları ve Ermenilerin ölümüne sebebiyet verdikleri” suçlaması ile o dönemin meşhur hapishanesi olan “Bekir Ağa Bölüğü”ne kapatılmıştır. İşte, İngilizlerle Vahdettin ve ekibinin işbirliği ile başlayan bu insan avı sayesinde tehcire katıldığı iddiasıyla Bekir Ağa Bölüğüne kapatılanlar arasında Boğazlayan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili olan Kemal Bey de bulunuyordu.
Tehcir sırasında Ermenilerin öldürülmesine sebep olduğu iddiasıyla daha önce de yargılanmış ve beraat etmiş bulunan Kemal Bey’in aynı suçtan ikinci defa yargılanmasına!! Şubat 1919 da başlanmıştır. Vahdettin’in tercihi ile kurulan İstanbul “Divan-ı Örfi Harbi” sinde yargılanmaya başlanan Kemal Bey hakkında ileri sürülen temel iddia, Boğazlayan köylerinde bilerek ve isteyerek Ermenilerin ölümüne sebebiyet verdiği iddiası olmuştur. Ama Kemal Bey, “Düne kadar hakimler heyeti olan sizler, şu dakikada bir tarih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz” cümlesiyle başladığı savunmasında, bu iddiaların hepsinin birer iftira ve uydurma olduğunu ve bu iddiaların ispatlanamayacağını, zira bu fiilleri işlemediğini, sadece ve sadece İçişleri Bakanlığının emrini yerine getirdiğini dile getirmiştir. Bu konuşmasının üzerine, mahkeme başkanı Mahmut Hayret Paşa Kemal Bey’e, “Mahkemenin hükmünü hiçbir etki altında kalmaksızın vicdani kanaatine göre verecektir” diyerek Kemal Bey’e teminat vermiştir. Nitekim, mahkeme iddiaları gerçekten de ispatlayamamıştır. Başkanın dile getirdiği teminat ve mahkemenin iddiaları ispatlayamaması üzerine yeni sadrazam “İngiliz Ferit” daha fazla dayanamamış ve adil karar vermekte direnen başkan Hayret Paşa’yı görevden alarak, yerine lakabından bile nasıl bir insan olduğu anlaşılan, ittihatçı düşmanı “Nemrut (Kürt) Mustafa Paşa” yı mahkemenin başkanlığına getirmiştir.
“Nemrut Mustafa Paşa”nın mahkeme başkanlığına getirilmesiyle mahkeme tam bir İngiliz-Ermeni gösterisine dönüşmüştür. Mustafa Paşa, “İngiliz Muhipler (Sevenler) Cemiyeti”nin başkanı ünlü hain ve casus Sait Molla’yı mahkemenin sorgu hakimliğine getirmiştir.Öte yandan, iddialarını o zamana kadar ispatlayamayan mahkeme, bir yandan Patrikhane, diğer yandan da Ermeni derneklerinin gazetelere ilan vererek bulduğu yalancı şahitlerle yargılamayı sürdürmeye başlamıştır. O günleri anılarında anlatan ve kendisi de bu mahkemelerce sorgulanan Celal Bayar’ın, bu mahkemeleri, “her cemaate mensup sorgu hakimlerinin sanki bir yerden emir almışçasına aynı suçlamayı yapan ve suçlamalarla ilgili olarak hiç bir belge gösteremeyen” mahkemeler olarak nitelendirmesi, Kemal Bey’i yargılayan mahkemenin ne kadar adil davrandığını!!göstermektedir. Savcısı bir Rum, üyelerinden birisi bir Arnavut Paşa, diğer bir üyesi de bir Ermeni olan bu mahkemeden nasıl bir adalet beklenebilirdi ki? Nitekim, “Nemrut Mustafa Paşa nın, yargılama sırasında, “on binlerce zavallıyı, kadın çocuk demeden, bu Allah’ın kışında soğuk dağ başlarında yürütmek sanki süngülemekten daha mı iyidir?” şeklindeki sorusu da, yapılan yargılamanın, daha baştan İngilizlerle ortak olarak verilen idam kararına gerekçe bulmaya yönelik olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir.
Yargılamanın adil olmadığı ve Kemal Bey’in bir memur olarak Vahdettin ve ekibinin İngilizlerin baskısı ile getirdikleri tehcir kararını uygulamaktan başka bir şey yapmadığı ama yine “İngilizlerin, Ermenilerin ve Damat Ferit’in baskısı” ile “tehcirin sorumlusu, idarecisi ve tertipçisi” olarak kurban seçildiği o kadar açıktır ki, Vahdettin’in eli bile 8 Nisan’da verilen idam kararını imzalamaya gitmemiş ve  Şeyhülislamdan fetva istemiştir. Ancak, Şeyhülislam Sabri Efendi, “Kemal Bey hakkında istenen fetva itfa değil, kaza olur; benimse kazaya salahiyetim yoktur” diyerek önce fetva vermeyi reddetmiş, ancak Damat Ferit’in baskısıyla fetvayı vermeye mecbur olmuştur. Mahkemenin verdiği karar, 10 Nisan 1919 akşam üstü Beyazıt Meydanı’nda infaz edilmiştir. Darağacına çıktığında henüz 35 yaşında olan Kemal Bey’in son olarak “ Aldığı emri yerine getirdiğini, vazifesini yaptığını, vicdanen kendinden emin olduğunu söyledikten sonra, “Ben masumum… Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna deniyorsa, kahrolsun adalet!”diye haykırmıştır.
Bu idamın en acıklı tarafı ise, infazdan haberi olmayan ve o sırada oğluna yemek götürmekte olan Kemal Bey’in babası Arif Bey’in, yolunun üstünde gerçekleştirilen bu infaza rastlaması ve idamdan hemen sonra darağacında asılı bulunan oğlunun cesedi ile karşılaşmasıdır. Buna karşın, resmi raporlarında “Türklere ibret olsun diye idamlara yüksek memurlardan başlanmalıdır” diyen İngilizlerin ise yüzü gülüyordu. “Damat Ferit’in güvenilir bir dost olduğunu”söylüyorlar ve “Osmanlıda da tarafsız mahkemeler varmış” diyebiliyorlardı!! Herhalde, merhumun babasının duyduğu elem ve ızdırap, ancak TBMM nin 1922 yılında çıkardığı özel bir kanunla Kemal Bey’i “Milli Şehit” ilan etmesiyle bir nebze  olsun dinmiştir….
Prof. Dr. Turgut Turhan

18 Mart 2015 Çarşamba

IŞİD, Saddam'ın yeni ordusudur!, Fırat ve Dicle havzasında bir İslâm devleti kurulur mu?, -Kadim Laçin-‏

IŞİD, Saddam'ın yeni ordusudur! 
-Kadim Laçin-‏
Fırat ve Dicle havzasında bir İslâm devleti kurulur mu?
1335 yıldır bir hayal dolaşır ‘’Bereketli Hilal’’ denilen bu topraklarda. Tek tanrılı ve tek peygamberli inanç sisteminin başladığı günden bu yana bu topraklar da inanç çatışmalarından milyonlar katledildi ve hala kan akmasına doymadı insanoğlu. Nice dinler, inançlar ve medeniyetlere ev sahipliği yapan Mezopotamya 21. Yüzyılda da bedel ödemeye devam ediyor.
İsimler değişti, inançlar değişti, peygamberler değişti, halifeler değişti, örgütler, ülkeler, devletler ve halklar değişti ancak ölüm değişmedi.
Şimdi de ölüm’ün adı IŞİD yapıldı.
Temmuz sonuydu, BBC'nin ünlü 5 Live isimli canlı Radyo programıydı Suriye de IŞİD'e katılan bir Britanya vatandaşı canlı yayında konuşuyordu. 22 yaşında ki genç Pakistan kökenli Anne ve Babadan ve İngiltere de doğup büyümüş. Türkiye üzerinde Suriye ye girmiş ve oradan da örgüte katılıp silahlı eylemlere katıldığını açıklıyordu. Çok sayıda öldürme eyleminde görev yaptığını anlatıp duruyordu. BBC muhabirinin '' Ne zaman Britanya'ya döneceksin?'' sorusuna iyi derecede ingilizce olan IŞİD militanı şöyle yanıtlamıştı '' Londra da ki Kraliçenin yaşadığı  Buckingham sarayına birgün İslam bayrağı çekilirse o gün dönerim'' demişti. İşte bu inançta binlerce insan Ortadoğu da kutsal topraklar adına savaş girdabına koyuldu. Avrupa ülkelerinde doğup büyüyen yüzlerce genç cihad savaşına götürülmüştü. Hristyan olduğu için 'Gavur' denilen Britanya'da 1600 camii ve mescit var, sadece Londra da 82 camii bulunuyor. Woking kasabasında 1889 yılında ilk camii açılmıştı. Almanya da ise ilk camii 1924 inşa edildi.  'Hristiyan' Avrupa da binlerce camii bulunuyor ve hiç birine karşı ırkçı, mezhepçi ve dinci saldırı yapılmamakta, özel zamanlarda özel ırkçı girişimler hariç. Avrupa farklı inançlara karşı hoşgörü merkezine dönüştüğünü bilmemiz lazım.
Din, mezhep ve hurafi inanç savaşları artık tarihsel rolünü tamamlamıştır. 21. yüzyılda insanoğlu yeni bilimlere sarılması gerekmez mi?
Maalesef ki ortadoğu halen mezhep, din ve dinsel yaşamın hesaplaşmasına arena olmaya devam ediyor.
Nisan 2013’te ismini bugünkü IŞİD olarak değiştiren örgüt 2004 yılında "Tevhid ve Cihat” adıyla Ebu Musa Zerkavi tarafından Irak'ta kuruldu. Kısa adı IŞİD olan (Irak ve Şam İslam Devleti)  adlı sünni islamın hilafete dayalı devlet projesi Arap milliyetçiliğinin geçtiğimiz yüzyılda hayaliydi. Arap Kaplanları olarak anılan Libya, Suriye ve Irak’tan oluşan devletlerin 350 milyonluk nüfusuyla Arap aleminin birleştirilip İslam devleti etrafından şekillendirilmesi hedeflenmekteydi. 22 Arap devletinin tek çatıda buluşması ve yaklaşık 1400 yıl önceki  islamı yaratan Hz.Muhammed’in hilafet döneminde ki sünni islam anlayışının yerleşmesi öngörülür. Aslında daha da anlamlandırırsak M.Ö 680-750 tarihlerinde kurulmuş Emevi islam devleti kopya edilmektedir. Libya’nın Kaddafi’si, Irak’ın Saddam’ı ve çöl tilkisi lakaplı Suriye devlet başkanı Hafız Esad’ın önderliğini öngörmekteydi. Bu üçlüye zaman zaman Mısır da eklenirdi. Mısır, Libya, Irak ve Suriye Arap aleminin öncü devletleri ve birleşik Arap ülkesi fikri 1.dünya savaşından sonra ortaya çıkar, 2. Dünya savaşı sonrası yaygınlaşır.  Mısır ve Kızıldeniz-Süveyş kanalına yönelik 1952 de ki ABD ve İngiltere saldırısında büyük bir direniş gösteren Mısır devlet başkanı Nasır’la gözle görülür bir milliyetçi yükselişe rastlarız. Oysa Nasır’ın boyun eğmeyişi Josef Stalin ve SSCB’nin büyük desteği sayesindeydi. İşte 1960’lar da Libya, Mısır, Suriye ve Irak’ta ulusalcı Arap partileri ikitdara taşındılar, ibrer despot ve diktatör liderleriyle Arap camiasında yer edindiler. Kuşkusuz bunların başında Irak’ta ki Baas Partisi gelir. Arap milliyetçisi Baas Partisinin başına gelen genç diktatör Saddam Hüseyin devlet başkanı olarak bölgede öldürülünceye kadar adından söz ettirir.
1968 de darbeci asker olan Saddam Hüseyin Baas Partisinin milliyetçi ve ulusalcı sosyalist ne olduğu belli olmayan nasyonelist sosyalist bir Arap hareketi devam ettirir.
Saddam bölgede en güçlü orduyu kurari en güçlü ve en son teknolojiyle donatılmış silahları batıdan ve Rusya dan satın alır. Mısır,Suriye,Libya ve Irak sadece siyasi değil askeri olarak ta ortadoğu ve Arap alemi içerisinde sık sık gövde gösterisi yaparlar. Petrol kayaklarında elde edilen gelirler har vurup har savuran bu devletler ve diktatörleri herkese zaman zaman meydan okurlar. 1970’li yıllardan yıkıldığı 2003’e kadar Irak devlet başkanı olan Saddam 30 Aralık 2006’da idam edildi. 1991 de ve 2003’te ABD önderliğinde ki batılı emperyalistlerin askeri işgaline maruz kalan Irak 9 Nisan 203’te Saddam’ın işgal askerlerinin eline geçirilmesiyle bir dönem kapanmıştı. Ancak onun oluşturduğu ordu vardı. Irak işgali ve Saddam’ın devrilmesinde fazla bir varlık gösteremeyen ordunun başındaki generallerinin 2003’ün sonlarında işine son verilmişti. ABD, Irak ordusunu dağıtmış yönetici ve generallerini işssiz bırakmıştı.
2004 yılında İşsiz kalan bazı generaller, Saddam’ın elemanları ve yöneticileri tekrardan  yeralatına çekilip örgütlenmeye başladılar. İşgale karşı çıkmak şiarıyla yeraltında savaşmak, sabotajlar yapmak ve ülkede kaos örgütlemek isterler. Din, Devlet, Vatan, Millet ve namus adına islamcı milliyetçi gençler yeraltına çağrılır. Eski general ve askerler eğitim çalışmaları, askeri ve savaş taktikleri öğretir. İşte Tevhid ve Cihad ismiyle bir örgüt kurulur.
Irak’ta işgalci güçlere karşı sabotaj ve bombalamaların ardı arkası kesilmez. Bu örgütlenme igalcilere karşı ‘bağımsız Irak’ perspektifiyle yola çıkar ancak giderek sünni islamın, milliyetçi Arap örgütlenmesine dönüşür. Bunu Kürtlere ve Şii’lere, yerleşim alanlarına, inanç ve ibadet merkezlerine yapılan silahlı ve bombalı saldırılarda anlamak mümkün. ABD ve müttefiklerini bölgeye çağıran ve onlarla işbirliği yaptığını iddia ettikleri Şii inançlı Arapları ve Sünni inaçlı Kürtleri hedef alıp katletmeye başlarlar. Bu eylemler ve işgalin muhtevasından kaynaklanan koşullar Kürtler ve Şii’leri ortak hükümet kurmaya zorlamıştı. YNK (Kürdistan Yurtseveler Birliği) lideri Celal Talabani cumhurbaşkanlığına, Şii lider Maliki ise başbakanlığa getirilerek bir ittifak cephesi yaratılıp iktidar yapılmaya çalışılır. İktidarsız iktidarın olduğu Irak’ta işgalci güçler herşeyi belirleyendir. Kürtlere Özerklik ve tartışmalı Kerkük meselesi anayasal bir hak olarak Kürtlerin hanesine yazılırken, Şii’lere hükümet, ordu ve diğer bütün kaynaklar bağlanmıştı. Psikolojik ve sosyolojik olarak ta Irak üç parçaya bölünmüştü. 1. Dünya savaşından bu yana ülkenin horlananları, aşağılananları veya yok sayılanları olarak ötekileştirilmiş Kürtler ve Şii’ler ABD’nin desteğiyle sözde iktidara oturmuşlardı. 90 yıldır ülkeyi yöneten tekçi anlayış Sünni Arap milliyetçiliği ise iktidardan düşmüşlüğün ‘kahrını ve öfkesini’ dışa vuruyordu eylemleriyle. Aslında Sünni Arap nüfus Irak’ta azınlıktaydı fakat iktidar elindeydi. Despot yönetimleriyle Şii inancındaki Arap’ları, Türkmenleri, Kürtleri ve Hristiyan inançlı diğer halkları eziyordu, katlediyor ve sürgüne gönderiyordu. İran’la 10 yıl süren bir savaşta 1 milyon kişiyi katleden Saddam Hüseyin despotizmi şimdi yeraltına çekilmiş ve islam Arap Milliyetçi çetesine dönmüştü.
2004-2014 arasında bu çete değişik isim ve taktiklerle yüzlerce silahlı eylem ve bombalamaya imza attı. Hepsinin başında Saddam’ın generalleri vardı. İşte Haziran 2014’te Musul’da adını duyuran IŞİD'i generallerin yönettiği yaklaşık 50 bin silahlı millitandan oluşuyordu. Bir gece de ve hiç bir silah patlamadan Musul’u ele geçirdiler.
Musul, sünni Arap nüfusunun en yoğun olduğu ve Saddam’ın da en güçlü olduğu bir bölgeydi. Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’da Hilafet ilan eden IŞİD’in TC konsolosluk çalışanlarını da misafir etmesi dikkat çekicidir. 11 Haziran 2014’te konsolosluk görevlleri ve şoförlerden oluşan 49 kişi IŞİD’in korumasına alındı. Dengelere bağlı olarak bu ‘misafirlere’ davranacaklar. AKP hükümetinin IŞİD’e karşı sessizliği, imzasız desteği devam ettikçe bu rehine misafirlerin yaşamları uzayacak aksi durumda katledilmeleri an meselesidir.
IŞİD NEDEN BAŞKA YERDEKİ İSLAM İÇİN SAVAŞMIYOR?
Örgütün dikkat çekici bir yanı var. İsrail-Filistin arasında Ağustos ayında büyük bir çatışma çıktı. Gazze İsrail’in ablukası altında üç hafta boyunca inlim inlim inledi. Sünni İslam inançlı Filistin halkına karşı bombardıman kampanyası yürüten İsrail 2150 kişiyi katletti. Afganistan, Somali, Nijerya, Mısır, Libya’da da mezhep çatışmaları yaşanıyordu. Fakat IŞİD Irak ve Suriye’nin dışına çıkmadı. İslamın ilk yıllarında Emevi inancı temelinde ki Sünni İslam devletini kurmak için kent ve köylerde halifelik ilan etmeyle meşgul oldu. Her iki ülkede Kürtler, Şii’ler ve diğer inançlı grupları hedef aldı.  Yezidileri ve diğer Hristiyan inançlı toplulukları bölgede soykırımdan geçirmeye başladı. Taciz, tecavüz, kesme, yakma ve yıkma eylemleriyle diğer halkları yok etmeye başladı. Kürtlerin güney ve batı Kürdistan’da ki kazanımlarını yok etmeye çalıştı. Şiilere ait camii, okul, yurt, ibadethane, tapınakhane, kütüphane veya müzeleri bombalayarak tahrip etti. Kadın, Kız ve çocuklara yönelik tam bir vahçet uyguladı ve hala uyguluyor.
Peki neden sadece bu halkları hedef aldı?
IŞİD’i kuran güç ve irade Saddam döneminin ordusu, general ve yöneticileriydi. Hesaplaşmaya İslam kılıfı giydirilerek bütün İslam aleminin desteği alınmaya çalışıldı. En garip ele veriş ise Sünni İslama inanan bölgede ki Kürtlere yönelik saldırındaydı. Kürdistan’a yönelik saldırısıydı.. Mademki Sünni İslam devleti kuracaksın neden Sünni Kürtleri katlediyorsun?..İşte IŞİD burada kendisini ele verdi. Saddam’ın generalleri Kürtler den intikam almak istiyordu. Irak’ın işgalinin vebalini Kürtlere ve Şii’lere yıkan IŞİD Saddam’ın yeni ordusuydu.Bu Ordu  Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar’ın Sünni yönetimlerinden de destek almışlardı.  Bunlara da Sünni İslam devleti kurup sizinle olacağım demişti. ABD ve batılı emperyalistlerin de desteğini alarak bölgede 2012’den bu yana palazlanmışlardı.
BAŞBAKAN MALİKİ KANDIRILDI..
2011 VE 2012 yıllarında Nuri Maliki başbakanlığında ki Irak hükümetiyle çeşitli görüşmeler başlar. ABD ve müttefikleri Irak’tan askeri işgal güçlerini çekiyorlar ve Irak ordusu yeniden yapılandırılıyordu. Saddam döneminin bazı üst düzey ordu generalleri Maliki hükümetiyle görüşmeler yapar. Bu görüşmelerde pişmanlık duyduklarını, Saddam döneminde ki hatalarını bir daha yapmayacakalrını, Irak’ın hepimizin olduğunu, ABD’de gidiyor ve bize tekrar görev verin teklifi Maliki hükümetince kabul görür. Bazı en üst düzey generalleri tekrar ordu içerisinde göreve getirilir. Bu dönemde güney Kürdistan’da ki Mesud Barzani yönetimiyle Irak merkezi hükümeti arasında Petrol antlaşmazlıkları baş gösterir. Barzani zaman zaman ‘bağımsızlık’ ilan edebilirim gibi açıklamlarla Irak merkezi hükümetini sıkıştırır... Merkezi hükümette bu generalleri olası olağanüstü durumlara istisnaden yeniden görev verir. Bu generallerin göreve getirilmesine Barzani yönetiminin de onay verdiği iddia edilir. Barzani ve Talabani’in IŞİD’in oluşumu ve eski generallerin yeni Irak ordusunun başına getirilmesinden haberdar olduğu ileri sürülüyor.
Dahası bu generallerin bazılarının Barzani yönetimiyle çalışıtığı da iddia edilmektedir.  Maliki ve Barzani-Talabani yönetimi generallerden ve IŞİD’den haberdardır. Fakat bu generallerin Haziran 2014’te Musul’u 1 saatte ele geçrimeleri, Bağdat’a yönelmeleri, bazı şehir ve havalimanların ele geçirilmelerde ordu adına bir tek kurşun sıkmamış olmaları, geriye çekilip kaçmalarıyla açığa çıktı. Irak ordusu ve Peşmerge IŞİD’e karşı neden savaşmadı? Şeklinde ki bir soruya da yanıt vermiş olalım. Irak ordusunu yönetenler aynı zamanda IŞİD’i de yönetiyorlardı.
Saddam’ın yardımcısı İzzet İbrahim Al Douri’nin IŞİD’de baş rol oyanayan kişi olduğu İngiltere de yayımlanan The Independent gazetesinde 14 Haziran 2014’te açıklanmıştı. Saddam döneminin ünlü generali Al Douri Baas Partisi üyesi, Muhabarat istihbarat yöneticisi ve Özel Devrim Muhafızları komutanıydı. Şimdi IŞİD’i yönetiyordu.Çok sayıda eski Saddam generalı istihbarat ve devrim huhafızı şimdi IŞİD içerisinde intikam için gençleri 'Tanrı ve İslam' adına savaşa, ölüme yolluyor. Sadece onlar mı? Elbetteki hayır.. Onun gibi olan çok sayıda kişi var IŞİD içerisinde. Saddam döneminde ki Irak ordusu yöneticilerinin yüzde  85’i Musul ve El Tikrit bölgesinden sünni Arap kökenli, milliyetçi ve sünni islamcı fikirlere sahiplerdi.
2014 yılının ilk altı ayında yaklaşık 50 bin silahlı kişiyle ordulaşan IŞİD, Irak ve Suriye de Bereketli Hilal denilen bölgeyi ele geçirmek için, yani Mezopotamya, Kerkük, Musul, Sincar, Kerbala, Necef, Bağdat...yani Kürdistan’a karşı savaşmaya başladı. Fırat ve Dicle arasında kalan topraklarda Hilafet ilan etme peşine düştü bunun için cennete gidecek gençleri topladılar. Kutsal toprakları kurtaralım propogandasıyla tam 17 ülkede yaklaşık 8 bin kişiyi bölgeye getirdiler. Sünni Arapların yoğun yaşadığı ve geçmişte Saddam Hüseyin’in kaleleri olarak bilinen bölgelerde ayrı devlet, ayrı yönetim ilan ettiler. Felluce, Ramadani, Musul, Tikriti gibi kent ve bölgelerde hakimiyet kurdular..Ele geçirdikleri banka ve şirketlerden 2 milyar dollarlık bir nakit sermaye elde ettiler. Günlük 2 milyon dollar masrafı olan silahlı gençleri islamın kurtuluşu için cihad görevine getirdiler, ölmenin cennete gitmek olduğunu enjekte ettiler. Binlerce beyaz renkli Toyota marka kamyonetler, Irak ordusuna ait tank ve uçaksavarlar, ağır silah ve bombalarla bölgeyi kan deryasına çevirdiler. Bu büyük organizasyon sadece El Nusra, El Kaide veya küçük dinci grupların işi olamazdı?
Nuri Maliki döneminde Irak ordusuna sızan eski Saddam yanlıları bugün Irak ordusunu ele geçirmiş, dağıtmış, etkisiz hale getirmiştir. Bugün Irak ordusu çökmüş durumdadır.
Sadece Irak ordusu mu? ..İran da bir tek açıklama yapmadı IŞİD’e karşı.. Irak’ın eski başbakanı Nuri Maliki İran’ın müttefiki, Şii ve birlikte çalışıyordu. Aynı şekilde Suriye ordusu IŞİD’e karşı  çok büyük operasyon ve çatışma veya yok etme eylemleri gerçekleştiremedi.
Suriye, Irak ve İran devletleri, hükümetleri bir yönüyle deyim yerindeyse IŞİD’e karşı sessiz kaldılar. Aynı şekilde ABD ve batılı kapitalist devletlerde ilk üç ay sessiz kaldılar. Ne zaman ki çıkarlarına dokunuldu, yurttaşlarının kafaları kesildi ve bu vahşetin videosu yayımlanmaya başladı batılılar da  homurdanmaya başlamışlardı. Kürtlere, savaşın size silah verceğim demişti. Peki aynı batı neden Irak ve Suriye devletlerine bunu söyleyemiyordu?
IŞİD, Saddam eski ordusunun yeni ismidir. İslamlaştırılmış ruhudur, islamın ilk çıktığı yıllarda, yaygınlaştırıldığı yıllarda ki gibi islami motivasyon hareketidir. İslam dan kopartılamaz. İslamın anayasası Kuranı Kerim’in Nisa süresinin uygulnamasıdır. Emeviler dönemindeki Arap İslam milliyetçiliği örnek alınmış! Onden dır ki IŞİD islami argumanları kullanarak bölgede terör estiriyor. Savaşçı gençler topluyor ve farklı inanç, kültür ve kimliklere saldırıryor.
IŞİD, Saddam Hüseyin’in intikamını almaya çalışıyor. Kürtleri ve Şii’leri hedefleyen bir örgütün İslamcılığı inandırılığı da zayıflıyor. Eğer islamcı ise İsrail’e karşı sessizliğinde bir sebep ve derinlik olmalı.
***
IŞİD KRONOLOJİ:
Anlamı:
- Irak ve Şam İslam Devleti
- Devlet'ül İslâmiyye fi'l Irak ve'ş Şam...
- Irak and Damascus İslam State
IŞİD...
İlk kurulduğu yıllarda ismi "Cemaat el-Tevhid vel-Cihad" idi. Ekim 2004'te "Tanzim K?id?t el-Cih?d fî Bilâd el-Rafidayn" ya da daha çok bilinen "Irak el-Kaidesi" adını aldı. Ocak 2006'da birkaç küçük grupla birleşerek "Mücahidîn Şûrâ Konseyi" adını, Ekim 2006'da da "Irak İslâm Devleti" adını aldı. Nisan 2013'te adı "Irak ve Şam İslâm Devleti" olarak değiştirildi. Temmuz 2014'ten bu yana Ebu Bekir el-Bağdadi'nin sözcüsü Adnani'nin Hilafeti ilan etmesi ile ismi "İslam Devleti" olarak kaldı. 
Ocak 2014'te Anbar'daki çatışmalarda örgüt Felluce'yi ve Ramâdî'nin bir kısmını kontrolü altında aldı. 3 Ocak 2014'te IŞİD Felluce'de bağımsız bir İslâm devleti ilan etti.
Halep'te ise İslâmi Cephe ve Özgür Suriye Ordusu, IŞİD'e karşı birlikte bir saldırı başlattı.
25Ocak 2014'te IŞİD, Lübnan'da Şii Hizbullah'a karşı savaşmak üzere yeni bir milis kanat kurulduğunu açıkladı. 18 Şubat 2014'te Irak Süleymanbeg'de polis merkezine düzenlenen IŞİD saldırısında üç kişi ölmüş, 11 kişi de yaralanmıştır. Özgür Suriye Ordusu ve İslamcı gruplar parçalandı. 1 Mart 2014'te örgüt, hakim olduğu Türkiye sınırındaki A'zâz kasabasını Özgür Suriye Ordusu güçleriyle yapılan yoğun çatışmalar sonucunda terk etti.Doğusunda da Suriye Kürt savaşçılarının hışımına uğradı.
17 Mart 2014'te Halep'in Sarin kasabasında YPG'yle çıkan çatışmalar sonucu bölgeyi kontrol altına aldı. Bölgede Süleyman Şah Türbesi de bulunuyor. Bu bölge Osmanlı zamanında Türk toprağı sayılıyordu ve IŞİD, bir video yayınlayarak Türk Ordusu'na bölgeden çekilmesi için üç gün süre tanıdı. 20 Mart 2014'te Niğde'nin Ulukışla ilçesinde uygulama yapan güvenlik güçlerine ateş açılması sonucu ilk belirlemelere göre iki asker ve bir polis öldü, saldırıyı yapanların IŞİD üyesi olduğu bildiriliyordu. 27 Nisan 2014'te Irak ordusuna ait helikopterler, Suriye sınırları içindeki sekiz araçlık bir IŞİD konvoyuna saldırdığı haberi yayıldı. Bu Irak ordusunun Körfez Savaşı'ndan sonraki ilk yurtdışı operasyonu olduğu da söylenebilir.
10 Haziran 2014'te IŞİD, Irak'ın ikinci büyük kenti Musul'da ve Musul'un başkenti olduğu Ninova vilayetinde kontrolü tamamen ele geçirdi.
11 Haziran 2014'te IŞİD, Türkiye'nin Musul Başkonsolosluğu'nu girerek ele geçirdi. Başkonsolos ile birlikte 49 kişinin alıkonduğu bildirildi. Türkiye konsolosluk görevlilerinin iyi olduğu haberleri ve pazarlıklardan söz edildi. Musul’da IŞİD’in Başkonsolosluk ve elektrik santrali baskınlarında toplam 80 Türk vatandaşı rehin alındı. Türkiye, Birleşmiş Milletler ve NATO nezdinde girişimde bulunurken Güvenlik Zirvesi Çankaya Köşkü’nde toplandı. Fakat sonuç yoktu. Yaralı IŞİD üyeleri sınırda Türkiye hastanelerine getirilip tedavi ediliyor, yurtdışından gelip IŞİD’e katılmak isteyenler Türkiye topraklarını kullanarak Suriye ve Irak’a geçiyorlardı.
11 Haziran 2014'te Musul Valisi, IŞİD’in Musul’daki Merkez Bankası şubesini yağmaladığını doğruladı. Örgütün buradan 420 milyon dolar aldığı söyleniyor. IŞİD, kendisini âit twitter hesabından merkez bankası şubesindeki para ve altına el koyduğunu doğruladı. Bu, IŞİD’i Dünya'nın en zengin terör örgütlerinden biri haline getirmektedir. Bu durum aynı zamanda, IŞİD’in artık uluslararası kamuoyu veya devletleri tarafından illegal kabul edilen örgütlerin hepsinden daha fazla paraya hükmettiği anlamına gelmektedir.
***
IŞİD’İN KURULUŞU
Cema'at el-Tevhid vel-Cihad (Arapça: ???? ??????? ??????? ) Ebu Musab Zerkavî tarafından kuruldu. Yerli ve yabancı İslâmcılardan oluşuyordu. Ürdünlü bir selefî olan Zerk?vî, Sovyet-Afgan Savaşı'na katılmak için Afganistan'a seyahat etmiş, fakat Sovyetlerin askerlerini çekmesiyle o da ülkesine geri dönmüştü. Daha sonra tekrar Afganistan'a geri dönen Zerk?vî, Herat yakınlarında İslâmî militan bir kamp kurarak eğitim vermeye başladı. Başlangıçta gerçek anlamda Müslüman olmadığını düşündüğü Ürdün Krallığı'nı yıkma amaçlı çıktığı yolda başka ülkelere de yayılan bütün bir ağını bu düşünce ve ideal üzerine kurdu. İçinde bulunduğu şebekenin 1999 yılında milenyum saldırılarının da sorumlusu olduğu iddia edilmekte. 2002 yılında Ürdün'de öldürülen ABD'li bir diplomatın da sorumluluğunu örgütü üstlendi.
İslam dünyasında örgütlenir.
ABD'nin Afganistan'ı işgaliyle Zerk?vî Irak'a gitti. Burada yara aldığı ayağı için tıbbi destek aldı. Irak'ın kuzeydoğusunda etkin Kürt İslâmcı militan bir grup olan Ansar al-İslâm ile geniş bir ilişki ağı kurdu. Ansar örgütünün Irak istihbaratı ile birlikte çalıştığı, Saddam Hüseyin'in bu grubu Kürdistan'ın bağımsızlığı için savaşan seküler Kürt gruplara karşı kullandığı da iddia edilir. Ocak 2003'te Ansar'ın kurucusu Molla Krekar Saddam Hüseyin rejimiyle herhangi bir bağlantıları olmadığını açıklamıştı. Bölgede ki İstihbarat birimlerinin raporlarına göre Zerk?vî ve Saddam arasında herhangi bir bağlantı bulunmadığı, Saddam'ın Ansar grubunu rejime bir tehdit olarak gördüğü ve bu yüzden örgüt içine istihbaratın sızmış olabileceği öne sürüldü. ABD senatosunun 2006 yılında hazırladığı Irak raporunda "savaş sonrası edinilen bilgiye göre Saddam Hüseyin Zerk?vî'yi yakalamaya çalıştı, fakat bunda başarısız oldu" denildi. ABD'nin Irak'ı işgalinden sonra Cema'at el-Tevhid vel-Cihad al-Ansar ve diğer yabancı örgüt üyelerini de içine katarak ağın daha da genişletti ve Irak işgaline katılan güçlere karşı mücadeleye girişti. Irak'a savaşmak için giden pek çok savaşçı bir şekilde Zerk?vî grubunun içinde kendini buldu. Mayıs 2004'te Cema'at el-Tevhid vel-Cihad bir başka aşırı İslâmist militan grup olan Salafiah al-Mujahidiah ile birleşti.
***
FİNANSMAN GÜCÜ:
Örgütün kendi iç bağışları, zenginlerde para toplama, soygun gibi finansal etkinliklerin yanısıra başka gelirleri de var. RAND araştırma şirketi tarafından Irak el-Kaidesi ve Irak İslam Devleti'ne ait ele geçirilen 200'den fazla belge, harcama raporu ve benzeri döküman analiz edilerek bir araştırma yapıldı. Araştırma sonuçlarına göre 2005 ile 2010 arası örgüte dışarıdan yağılan bağış oranı sadece %5 idi. Geri kalan operasyonel bütçe açığı Irak içinde karşılandı. Örgüte bağlı birimlerin kaçırma, alıkoyma, rehin alma ve diğer aktivitelerden elde ettikleri gelirin %20'sini grup merkezine göndermek zorunda olduğu belirlendi. Yüksek rütbeli komutanlar bu gelirleri yeni saldırılar gerçekleştirilebilmesi için yerel veya bölgesel birimlere aktarır. Kayıtlar Irak İslam Devleti'nin nakit para açısından Musul'daki üyelerine bağımlı olduğunu gösterir. Irak istihbarat birimlerinin bir IŞİD ajanından edindiği bilgiye göre örgütün 2 milyar dolarlık finansal gücü var. Bu servetin büyük çoğunluğunun Musul Merkez Bankası'ndan çalınan paralar ve altınlar olduğu belirtilir.
Yollar da soygunlar yapılır. IŞİD rutin olarak rehin alma eylemleri gerçekleştirir. Bunların çoğunluğunu tır şoförleri oluşturur. Banka soygunu başka bir gelir kaynağıdır. Örgütün Körfez ülkelerinden yüksek miktarlarda bağış topladığı da iddia edilir. Hem İran hem de Irak, Suudi Arabistan ve Katar'ı IŞİD'i finanse etmekle suçladı.Örgütün ayrıca Doğu Suriye'deki petrol kaynaklarından da gelir elde ettiği iddia edilir. Yine Suriye'nin kuzeyinde elektrik satarak da gelir sağladığı öne sürülür.Suriye ve Irak'a gönderilen uluslararası yardımların IŞİD tarafından kullanıldığı rapor edildi. Bütün bunların dışında ABD, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan tarafında örgüte bir süre finansnam desteği, askeri, teknik  teçhizat, diplomatik vb...desteklerin verildiği çeşitli medya organlarınca ileri sürüldü, yazıldı ve çizildi.
***
Aradan aylar geçtikten sonra ABD düğmeye bastı. Artık IŞİD’le çıkarları uyuşmuyordu.
7 Ağustos 2014'te ABD başkanı Barack Obama IŞİD'e karşı bir hava saldırısı emri verdi. Pentagon, uçakların Erbil'i savunan Kürt güçlere saldıran IŞİD topçusunu hedef aldığını duyurdu. Bazı çevrelere göre ABD IŞİD’in sadece Kürdistan ve Erbil’e yakın yerlerini bombaladığı iddiası var. Örgütün merkezi üstlerine dokunmadığı ileri sürülüyor. Bundan amaç ise sadece Barzani’in etkin olduğu yerleri korumak olduğu söylenir.
Ne varki kim söylerse söylesin bugün gelinen durumda ABD, AB, bölge ülkeleri, Kürtler, Aleviler, Yezidiler, Azeriler, Şiiler, Solcular veya sosyalist grupların ilk defa bir konuda buluştuğudur..o da IŞİD’in yok edilmesiydi.
IŞİD’İN KURUCULARI-ÖNDERLERİ:
    Ebu Musab Zerk?vî (2006'da öldürüldü)
    Ebu Ayyub el-Masrî (2010'da öldürüldü)
    Ebu Abdullah el-Rashid Bağdâdî (2010'da öldürüldü)
    Ebu Ömer Bağdâdî
    Ebu Bekir Bağdâdî
   Ebu Omar al-Shishânî
DİĞER BAZI YÖNETİCİLERİ:
    Abu Anas al-Shami (2004'te öldürüldü)
    Abu Azzam (2005'te öldürüldü)
    Abu Omar al-Kurdî (2005'te yakalandı)
    Abdul Hadi al-Iraqî (2006'da yakalandı)
    Hamid Juma Faris Jouri al-Saeedî (2006'da yakalandı)
   Sheik Abd-Al-Rahman (2006'da öldürüldü)
   Khaled al-Mashhadanî (2007'de yakalandı)
    Abu Yaqub al-Masrî (2007'de öldürüldü)
    Haitham al-Badrî (2007'de öldürüldü)
    Mahir al-Zubaydî (2008'de öldürüldü)
    Mohamed Moumou (2008'de öldürüldü)
    Huthaifa al-Batâwî (2011'de öldürüldü)
    Bazı kaynaklara göre yaklaşık 50 bin silahlı militanı ile ortadoğu’da hemde iki ülkeyi birleştirerek bir İslam devleti kurma projesi aslında BOP (Büyük Ortadoğu Projesi)’nin bir devamıdır.  ABD ve batılı emperyalistlerin böl, parçala ve yönet politikasının bir uygulaması bir aşaması da olabilir IŞİD, El kaide, El Nusra veya özgür Suriye Ordusu ancak  bu projenin birer payandası olmak Ezilenlerin görevi olamaz! Demokrasi, Eşitlik, Adalet ve özgür bir dünya hayali olanların projede rol alması düşünülemez!
Farklılıklarımızı, inançlarımızı, kültürlerimizi, kimliklerimizi, renklerimizi, cinslerimizi ve düşüncelerimizi emperyalizmin, mülkiyet ve para sahiplerinin insiyatifine verirsek bundan çıkar sağlamak için her yolu denerler. Yöneten, Ezen, egemen güçlerin sevk ve idaresinde ki bir Ortadoğu’da istikrar biraz daha gecikecek gibi. Yoksulluğu, eskiyi, çürümüşlüğü red ettiğimiz gün özgürlükleri elde etmeye yaklaşmış olacağız!
---
Kadim Laçin
------------------------------------------------------------------------
KAYNAKÇA:
-ROGGIO, BILL (2014-06-11). "ISIS -IŞİD, (İngilizce).
-The Long War Journal. 2014-06-11
-ANTONIUS, George (tarihsiz), The Arab Awakening, The Story of the Arab
National Movement, Khayats, Beirut.
-Bernard Lewis (1968), The Arabs in History,[Tarihte Araplar, İstanbul: İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1979], Hutchinson and Co.Ltd., London.
-BBC dış haberler servisi
-Prof Kamal Majıd, Lübnan TV
-Anti savaş kolaisyonu- www.antiwar.org.uk       
-The Guardian, The Independent gazeteleri
***
YORUM VE KATKI:
Son zamanlarda Türkiye'de Baas hayranı bazı yazarlar, siyasetçiler gövde gösterisi yapmaya başladılar. Belki de kardeş ideoloji! olarak gördükleri içindir. 
Suç eylemi içermedikçe kimsenin düşünce özgürlüğüne karışılmamalı. Ancak bu hayranlık, yalan yanlış saptırmalarla Türk milletini yönlendirmeye çalışırsa, inandırıcılıkları sorgulanmalıdır. Saygıyla, Menteş Azuz
***
'Saddam'ın subayları IŞİD'i eğitiyor'  

7 Mart 2015 Cumartesi

Dolar’ı da Eğitip Donatacaklar mı?, BÜLENT ESİNOĞLU, yurduma CAN feda...

Dolar’ı da Eğitip Donatacaklar mı?

Dolar son günlerde, başını aldı gidiyor. 2.60 TL civarında bir duraklama yapan doların, 3.10 TL’ye kadar çıkacağı ifade ediliyor.

Önce, dolar artınca, ihracatımız artar diyenlerin nasıl yanıldığına…
Bizim imalat sanayimiz dışa bağımlı bir sanayidir. (reengineering, reexport)
Sanayi ürünleri içindeki dolar girdisi, hiçbir ülkede olmadığı kadar yüksektir.

Örnek, otomotiv sanayimiz; motoru dışarıdan alır, redaktörü dışarıdan alır, hatta sacı dışarıdan alır cıvataladıktan sonra içeri veya dışarı satar.

Kendimize ait bir oto sanayimizin olmaması, çalışanların daha da fazla kaybetmesine sebep olur.

Et üretiminin içinde de dolar yüksektir. Yem ithaldir. İneğin sağlığı ile ilgili giderler dolar ile yapılır. Hatta saman ithaldir.

Yani doların artması ihracatı artırmaz. Rekabet gücünü de harap eder.

Enerjiyi dolarla aldığımızdan ve enerji olmadan hiçbir imalat olmayacağından imalat fiyatları artar.

Dünya enerji fiyatları %50 düştüğü halde bizde düşmememsi dolardandır.

Elli gün içinde Türk Lirası dolar karşısında, %14 değer kaybetti. Eskiden olsa %14 devalüasyon denirdi.

Bunun anlamı; iğneden ipliğe, her ürüne zam gelecek demektir.
Yıllık enflasyonun kısa sürede,%10’un üzerine çıkabileceğini ifade edebiliriz.

Peki, Dolar neden durmadan artıyor?

Asıl iki nendi var.
Birincisi ekonomi gerçek üretime dayanmıyor ve iyi yönetilmiyor.
İkincisi ise; (az)gelişmiş ülkelerde, doların değer kazanıyor olmasıdır.

Ekonominin iyi yönetilmediğini bir tarafa bırakalım. Çünkü iç dış siyaset “bir savaş çetesinin” elindedir. Buradan halk için iyi bir sonuç çıkmaz.

Suriye’ye, ABD çıkarları için terör ihraç edip, iki milyon mülteci ithal eden yönetimden, ülke yararına bir şey çıkmaz.

Suriye ile ticaret yapıp kazanmak yerine, savaşıp kaybediyoruz.
Eğitiyor, donatıyor kaybediyoruz. Sadece ekonomiden kaybetmiyoruz. Ahlakımızdan da kaybediyoruz.

2014 yılı için işsizlik %10 olmuştu. Gelmekte olan dolar krizi bunu daha da yukarı çeker.

ABD Dolarının durduk yerde değer kazanması da, ayrı bir sorundur. Sanki ABD de üretim artı, ABD büyük başarılara imza attı da dolar yükseliyor.

Dört buçuk sene, her ay 85 milyar dolar karşılıksız basacaksın, gene de doların değeri dünyada artacak! Hangi iktisat kuralı bunu açıklar?

Adına “Likidite Krizi” diyorlar. Hem piyasada olması gerekenden fazla dolar var. Hem de dolar yok.

Amerika e-dolar üzerinden yeni bir oyun oynuyor.
Bakalım arkasından ne çıkacak?

5 Mart 2015 Perşembe

FAİZ MEYDAN MUHAREBESİ; Mehmet Necati GÜNGÖR

FAİZ MEYDAN MUHAREBESİ
Mehmet Necati GÜNGÖR
“Türkiye Cumhuriyeti, son 200 yıllık yenilmişliğimize, geri kalmışlığımıza, itilip kakılmışlığımıza karşı çare olarak ancak 100 senede bulabildiğimiz merhemin adıdır.” İlhan Kesici
Sıkı durun! AKP Hükümetlerinin 2003-2014 yılları arasında faiz lobisine ödediği paranın tutarı 475 milyar dolar!
Bu rakam eski Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarı ve Milletvekili İlhan Kesici’nin hesabına göre aşağı yukarı 100 Atatürk Barajı’na bedel. Barajı sel almadı ama, 100 Atatürk Barajı ederinde paramızı yel alıp götürdü. Nereye? Faiz lobisine!
Cumhurbaşkanı ile Merkez Bankası ve Başbakan Yardımcısı Babacan arasındaki meydan muharebesini izledikçe, bundan yedi yıl önce, eski planlamacı, CHP İstanbul Milletvekili Sayın İlhan Kesici’nin 2008 Yılı Bütçesi üzerinde Meclis’te yaptığı konuşma aklıma geldi.
Cumhurbaşkanı RTE, İlhan Kesici’nin tam yedi yıl önce TBMM’de söylediği noktaya ancak şimdi gelebilmiş.
Kesici’nin 14 Aralık 2007 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada da vurguladığı üzere;
“Faiz, normalden fazla faiz nispeti olduğu zaman medeni ekonomilerin sevmediği, hatta bazen nefret ettiği bir hâldir. Bu, her ekonomiyi boğar eninde sonunda.”
“Türkiye 2003-2007 yılları arasında bir faiz ödedi.
Türkiye'nin ödediği faiz rakamı, bu beş sene içerisinde 184 milyar dolardır”.
Kesici’ye göre, şimdi ülkeyi yöneten AKP iktidarının yöneticilerinin çok önemli bir bölümü aynı zamanda 1990’ların ikinci yarısında Refah Partisi’nde görev yapıyorlardı.
O zaman Refah Partisinin ekonomi terminolojisinde en çok kullandığı, doğru olarak kullandığı sözlerden birisi de "rant ekonomisi" ve rantiye sınıfı" idi.
İşte bu rantiye  AKP’nin beş yıllık iktidarında 184 milyar dolarlık bir hacme ulaşıyordu.
Ama şimdilerin 1990’ların ikinci yarısından bir önemli farkı var, o da şudur:
O zamanki rantiye, hiç olmazsa yerli insanlarımızdı, bizim insanlarımızdı. Yani onlar bu faizleri aldığı zaman, eninde sonunda ya ekonomiye ya yatırıma intikal ediyordu, ama mutlaka bir işe yarıyordu.
Ama şimdiki rantiye, bütünüyle yabancılar lehine gelişiyor.
Meselâ, Bir Yunan emeklilik fonu AKP iktidara geldikten üç ay sonra, Mart 2003 yılında, cebine 100 milyon dolar koydu, getirdi Türkiye’ye. 2006 yılının Mart ayında da çıktı, tam üç yıl sonra. Arkasından gelen Nisan, Mayıs, Hazirandaki doların TL karşısındaki değeri 1,77 olduğunu filan hissetti, o münasebetle çıktı herhalde. Götürdüğü rakam 225 milyon dolar idi.
Bu ülkenin soydurulmasıydı.
Peki, bu beş yılda ödenmiş olan 184 milyar dolar faiz ne demekti?
Kesici, bunu da şöyle bir örnekle açıklıyordu:
“Türkiye’nin iftihar projesilerinden birisi, ki dünyanın da iftihar projelerinden birisidir, Atatürk Barajı’dır. Yapıldığı zamanki değeri 2,5 milyar dolar civarındadır, şimdiki değeri de 3-3,5 milyar dolar civarında olmuş olsun.
“184 milyar dolar faiz demek, 60 adet Atatürk Barajı’nın, bu coğrafyadan, bu vatandan sökülüp başka bir tarafa götürülmesi demektir, beş senede.”
“Her ülke bir şekilde elbette faiz ödüyordu. Ama mesela şu şekilde:
Japonya’da faiz yüzde 1’in altında idi..
Yunanistan yüzde 4,87’yle borçlanıyor.
Mısır’ın borçlanması yüzde 7,13.
Pakistan’da neredeyse iç savaşa yakın bir hâl vardır, hemen her gün büyük gösteriler oluyor. Bir yarısında Taliban-El Kaide, öbür yarısında ise neredeyse Amerika’nın kontrolü altında diyebileceğimiz bir hâl içerisindedir.
Böyle bir Pakistan’da bile faiz ne kadarmış? Yüzde 9,73.
Gelelim AK Parti yönetiminde hemen her gün başarıdan başarıya koşulduğunu iddia ettikleri aziz ülkemiz Türkiye’ye.
Dünyanın en prestijli haftalık dergisi İngiliz The Economist dergisinin her hafta arka sayfasında verdiği uluslararası bilgilere gore, biraz önceki ülkeler bilgisi normlarında, Türkiye’nin borçlanma faizi yüzde 17,21. 
El insaf! Dünya ortalamasının çok çok üstünde.
…Bir başka uluslararası kuruluş, "Pi Economics". Bu Pi Economics kuruluşunun başkanı Financial Times gazetesinde müthiş bir makale yazdı. Ayrıca raporu filan da var.
Financial Times’daki makalede diyor ki: "Türk lirası çökmeye mahkûmdur." (Şu anda olan da budur. Dolar 2.55 i bulmuştur) Çok sert bir laf değil mi? Yani, TL aşırı değerlidir filan dese amenna, neyse ne. "Çökmeye mahkûmdur…" diyor. Anlayana.
“Bir başka ve resmi bir rapora göre de, ki bu IMF raporudur, Kasım 2007 sonunda bizim Hükümetimize sunulmuştur, “Türkiye genel ekonomik durum bakımdan “en kırılgan” ülkelerin en başlarında bulunmaktadır”.
Görüldüğü gibi, aradan yıllar geçmiş, tablo değişmemiş, üstelik daha da vahim bir seyir izlemektedir.
O zamanın Başbakanı şimdi Cumhurbaşkanı olmuş, Merkez Bankası’na ayar çekiyor.
Ağzı’nı her açtığında “kah faiz lobisi, kah dolar lobisine”ne gün doğuyor.
Türkiye’nin borcu arttıkça da artıyor.
Daha kaç tane Atatürk Barajını ve benzeri varlıklarımızı bu başarısız ekonomi yönetimine feda edeceğiz; kim bilir?!!!
Kesici’nin yazının en başına koyduğum sözlerini hatırlatarak bitirelim.
Bu güzel ülkeyi kısır çekişmelere, kaprislere kurban etmeyelim.

3 Mart 2015 Salı

CAYDIRICI OLAMAYAN DIŞ POLİTİKA, Prof. Dr. Mustafa E. ERKAL

CAYDIRICI OLAMAYAN DIŞ POLİTİKA
Prof. Dr. Mustafa E. ERKAL
            Hocalı şehitlerini rahmet ve saygı ile anıyoruz. Dünyanın neresinde Türk varsa; 23 yıl önce gerçekleşen ve 613 soydaşımızı kaybettiğimiz bu insanlık dışı cinayetleri ve katliamı çevresine tanıtma görevi vardır. Kana susamış Ermeni militanlarının bu alçakça ve insanlık dışı soykırımını sadece telin etmekle, salon toplantılarıyla yetinmekle şehitlerimize görevimizi yapmış sayılamayız. Çevremizdeki ve yurtdışındaki yayın organlarında, görüntülü ve yazılı basında sivil halka yönelmiş bu katliamı açık ve öz bir şekilde, aşırı ayrıntıya girmeden, israrla ve bıkmadan ele almalıyız. Yaşayanlar şehitlerine lâyık olabilirlerse yaşamanın bir anlamı olabilir; yoksa hayat boş geçmiş sayılır.
***
            Yine Malatya civarında iki askeri uçağımızı kaybettik. Dört değerli subayımızı şehit verdik. Daha önce de o bölgede uçağımız düşmüş veya düşürülmüştü. Sabotaj olup olmadığı açıklanmamıştı. Bu defa da birilerinin aleyhine rapor hazırlanabileceğini hiç düşünmeyelim. Uçakların modernleştirilmesinde sorunlar olabilir; ama asıl dikkatler Malatya Kürecik Üssüne ve Suriye’ye çevrilmelidir.
***
            Ortadoğu politikamızın tutulacak bir tarafı kalmamıştır. Bize yakışmayan, itibar ve güven kaybettiren, çelişkilerle dolu, ciddiyetten uzak ve mezhepçi bir çizgi izlemiştir. Bir dönem El Nusra ve IŞİD’e dolaylı veya dolaysız destek ve yardımlarda bulunduk. Yaralıları tedavi ettik. Daha sonra IŞİD karşıtı peşmerge ve PKK’ya Ayn-el Arap (Kobani) ‘da destek olduk. Silahlı peşmerge ve PKK’lıların yasalar çiğnenerek Suriye topraklarına topraklarımızdan geçirilmesine izin verdik. Sayın Başbakan’ın Kobani’de IŞİD ile savaşan peşmergelerin alınlarından öptüğünü ifade eden beyanları basında yer aldı. Böylece IŞİD’in hedefi haline de geldik. Sultanahmet’teki turizm polis bürosu dahil bir çok yere yapılan saldırıda IŞİD’in izine rastladık. Gelişmelere ciddi olmayan, duygusal ve Sünnici bir yaklaşım sergiledik. Bu yanlış ve çelişkileri İslam’ı kullanan, ama İslamcılık iddiasındaki bir mahalle derneği de yapabilirdi. Suriye’de Esad yönetimini kınayın, destek de vermeyin; bunlara diyecek yok...Ama ABD’den daha fazla Esad düşmanlığı ve milletlerarası hukuku hiçe sayar şekilde Türkiye’nin itibarını kırmak neden?
            Süleyman Şah Türbesinin ve Karakolunun başına gelmedik kalmadı. Daha önce baraj suları dolayısıyla mecburen yeri değiştirilmiş ve Suriye hükümeti ile anlaşma yapılmıştı. Bu defa yanlış politikalarla IŞİD’in hedefi olunca; Türk toprağı -Türkiyeli toprak değil- olan türbe ve karakolu terk edip askeri geri çektik ve binayı da yıkıp gittik. Bu defa Suriye sınırları içinde sınırımıza 200 metre mesafede bir araziyi üstelik sahipli bir alanı işgal ettik. Bunun hangi akla hizmet ettiği anlaşılır gibi değildir. Türkiye’yi işgalci konumuna sokan, gecekondu kurar gibi komşu ülkede davranış sergileyen bir zihniyete ülke yönetimi ve dış politika nasıl teslim edilebilir? Bu ülke böyle tavır ve politikalara acaba lâyık mı?
            Suriye’de Süleyman Şah Türbesi ile doğan toprak kaybımız ilk değildir. Ege’de bizim karasularımızda olan küçüklü büyüklü 16 ada ve adacık ve 1 kayalık Yunan işgali altındadır ve terk edilmiştir. Bu ada ve adacıklarda Yunan askeri birlikleri vardır ve hava sahamız askeri helikopterlerle sürekli delik deşik edilmektedir. İç siyasi çatışma ve kavgalardan fırsat bulup gerçekleri göremiyoruz. Ülke çıkarlarını koruyacak iradeyi de zaman zaman gösteremiyoruz. Tabii ki milliyetçiliği reddeden bir anlayışın ülke çıkarlarını koruması da zorlaşmaktadır. Bu ve benzeri çelişki ve yanlış politikaların cevabını 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinde Türk Milleti sandıkta vermek durumundadır.