27 Aralık 2014 Cumartesi

ERMENİ SORUNU DOSYASI : Ermeni taziyesinin perde arkası.., Ahmet TAKAN

ERMENİ SORUNU DOSYASI: 
Ermeni taziyesinin perde arkası..
Ahmet TAKAN
“Tarihi açılım”, “2015’e ön hamle yaptı”,  “Tabuları yıkan lider” vs… başlıklarıyla yutturulmaya çalışılan yeni sinsi tezgaha daha ayrıntılı bir şekilde bakalım. Başbakan Recep Erdoğan’ın Ermeni torunlarına sunduğu taziye mesajının ardındaki gerçekleri daha iyi tahlil edelim.
Bu meşhur fotoğrafı hatırladınız değil mi?..
Tarih; 29 Ekim 2004. Yer; Roma.. Türkiye, Cumhuriyet Bayramı’nı ve, Cumhuriyetin 81. yılını kutluyor. Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Gül, “Avrupalı dostlarının” kuşatması altında Avrupa Birliği Anayasası’na imza atıyor.. Kimin gölgesi ve himayesinde?.. Fotoğrafa tekrar dikkatlice bakın; Müslümanların katledilmesi emrini veren Haçlı seferlerinin öncüsü Papa X. Innocenzio’nun heykeli altında.
Vee!.. Tarih 23 Nisan 2014; Başbakan Recep Erdoğan yine Milli bir bayramda Türk Devletinin kuruluş temellerinin ve Milli Egemenlik ilanının yapıldığı anlamlı günde, Türk kanı içen Ermenilerin torunlarına taziyelerini sunuyor, hem de devletin resmi internet sitesinden.
Bütün bu olup bitenler basit birer tesadüf mü?
Hayır!..
Sizleri yine biraz geri götüreceğim. AKP’nin ilk iktidar yılı 2002’ye..
Başbakan Abdullah Gül, Recep Erdoğan AKP Genel Başkanı, Ahmet Davutoğlu dış politikadan sorumlu Başbakan Baş Danışmanı.
Erdoğan’ı yasaktan kurtaracak, milletvekili ve Başbakan olma yolunu açacak sihirli formül çantada bekletiliyor. Ama bir şey lazım; Avrupa desteği… Onun da şartları var..
Okyanus ötesi ile yapılan anlaşmalar ile Recep Erdoğan geniş bir Avrupa turuna çıkıyor. Tek tek ziyaret edilen Avrupa liderlerine iki büyük tavizin sözü veriliyor; 1-Kıbrıs, 2-Ermeni meselesi… Her çıktığı kapıdan Erdoğan “okey” alıyor. Sonra bildiğiniz süreç… Rahmetli Rauf Denktaş’a yaşarken yapılan zulümler ve bugün Kıbrıs’ta gelinen nokta.. Bu arada Abdullah Gül Başbakan iken Ahmet Davutoğlu’nun  gizli görüşmelerle hazırladığı Ermeni açılımı ve futbol topu bahanesi ile yürütülen ve uç veren faaliyetler.
Kurulan sinsi tezgahın sonucunda Abdullah Gül Başbakan Cumhurbaşkanı oldu. Recep Erdoğan milletvekili Başbakan.. Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı..
Muhteşem üçlü “Avrupalı dostlara” o günlerde Ermenilerden özür dileme sözü vermişti. Büyük İsrail projesinin büyük Ermenistan aşamasında en kritik adımlarından biri daha 23 Nisan’da 2014’te atıldı. Özür dilemeye 5 dakika var!..
Erdoğan’ın taziye metni, Ahmet Davutoğlu’nun Başbakan Baş Danışmanlığı döneminde hazırlanan taslak metin. Ama bugün muhteşem 3’lünün saflarında kayma var. Davutoğlu, Erdoğan’a daha yakın siyaset çizgisini tercih edip Abdullah ağbisinden uzaklaştı, Erdoğan sonrası Başbakanlığı garanti etti gibi.
Bu satırları daha iyi anlayabilmek için bir de 16 Nisan Çarşamba’ya, Gül ile Erdoğan arasındaki iplerin  koptuğu geceye gidelim. Hatırlarsanız, 22 Nisan’daki ADSIZ’ta Abdullah Gül’ün Recep Erdoğan’a, “Etraflıca tekrar düşünün. Sizin aday olmanız halinde Türkiye’de çok büyük kaos ortamı yaşanabilir. Ülke sizin Cumhurbaşkanlığınıza şu anki şartlar çerçevesinde hazır değil” dediğini yazmıştım. Biraz daha ayrıntı(!) vereyim. O görüşmede, Gül, Erdoğan’a Cumhurbaşkanı olması için uluslararası desteğe de sahip olmadığını vurguladı. Haklıydı(!) Abdullah Gül. 30 Mart sonrasında Obama ve Avrupalı liderlerden kendisini tebrik eden olmamıştı.
Recep Erdoğan yakın çevresi ile istişare etti.Yurt dışında yaşayan Türklerden oy isteme bahanesi ile çıkacağı Avrupa turundan önce 2002’de verdiği sözlere nasıl sadık kalacağının  işaret fişeğini 23 Nisan 2014’te attı.
Bu arada, yakında bir yerlerden “Çin füzelerinden  vazgeçtik” haberlerini de duyarsanız sakın ha şaşırmayın!..
Gül-Erdoğan devlet görüşmesinin gerçekleşeceği(dün) saatten çok önce kaleme aldığım bu yazıda size son AKP kulislerini de aktarayım;
Başbakan Erdoğan’ın milletvekilleri ve diğer parti organlarıyla yaptığı toplantılarda Abdullah Gül’e kimin ne dediği ve neler konuşulduğu yakın isimler tarafından satır satır not ediliyor. Bu notlar doğrudan Gül’e iletiliyor. Erdoğan da bunu duyunca çok sinirlendi ve “Abdullah Bey AKP tabanına dayanıyor, burada siyaset yapıyor ancak hiçbir zaman bizimle aynı yolu yürümüyor. TÜSİAD’ın temsil ettiği zihniyet ile yol yürüyor” diye büyük tepki gösterdi.
Ayrıca, Erdoğan milletvekilleri toplantısında,  “Parti içinde kimin eksiklerini gördüyseniz, eleştirileriniz varsa, doğrudan bana yazın, özellikle paralel yapı ile ilişkili olanları çekinmeden anlatın. Özel kalem müdürüme talimat verdim mektuplarınızı onun aracılığıyla bana ulaştırın” diye talimat verdi.
Aldığım bilgilere göre, Erdoğan Köşk’te çalışacağı bürokratlar ve danışmanların listesini de tamamlamak üzere..
Hayırlara vesile olur İnşaalah!..
[publicize twitter] [publicize facebook] [category istihbarat]
[tags ERMENİ SORUNU DOSYASI, Ermeni taziyesi]

TÜRKİYE ÇÖZÜLEMEYECEKTİR, Prof. Dr. Mustafa E. ERKAL

TÜRKİYE ÇÖZÜLEMEYECEKTİR
Prof. Dr. Mustafa E. ERKAL
25 Ekim 2014 tarihinde ünlü sosyolog ve fikir adamımız Ziya Gökalp kabri başında törenle anılmıştı. Gökalp, Türk Milletine ve İslam Alemine mensubiyetin birbirine rakip olmadığını, bunların birbirinin
alternatifi olamayacağını bize öğretendir.
            Bu defa Aydınlar Ocağı olarak İstiklal Marşımızın milli şairi, haysiyetli, faziletli, milli endişe sahibi örnek insan Mehmet Akif’i 20 Aralık 2014 tarihinde yine kabri başında rahmetle andık. M.Akif, lale devrinde değil; Osmanlı’nın çöküş ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde yaşamıştır. Eserleri bu buhranlı dönemlerin izlerini taşır. Çanakkale Şehitleri şiirini ancak kendisini Türk olarak hisseden bir deha yazabilirdi. “Türke hiçbir kavmin horoz olmasına tahammül edemem” diyen M.Akif, bize “Türke düşman olarak İslâma dost olunamayacağını” öğreten değerdir. Milli Mücadeleyi destekleyen, şehir şehir dolaşarak halkı uyarandır. İşgalci güçlerin emri altındaki İstanbul hükümetinin kışkırtmaları ile çıkarılan isyan ve başkaldırıları –Konya’da olduğu gibi- bastırılmasına yardımcı olmuştur.
            Gerek Z.Gökalp’in, gerek M.Akif’in görüşlerinden; milli kültürü ile yabancılaşan, milli bağımsızlığı ve egemenliği önemsemeyen, egemenliği paylaştırmayı düşünen, kendi tarihi ile hesaplaşma peşine düşen, dış yönlendirmelere açık siyasetçiler, milli kimliği reddederek Türkiye’nin demokratikleşeceğini zanneden bazı sözde aydınlar öncelikle ders çıkarabilmelidir.
            2014 model Damat Feritler’in, Ali Kemal ve Sait Mollaların aramızda dolaştığı ve sözlerinin geçtiği bir dönemi yaşıyoruz. Damat Ferit’in “Heyet-i Nasiha”sının yerini bugün çözüm olamayacak çözüm sürecinde halkı ikna etmede görevlendirilen “Akiller Heyeti” almıştır. Gülünç duruma düşen bu heyette olmayı doğrusu kimse istemez.
            Fikir adamlarımız ve bizi biz yapan değerlerimiz arasında bazı farklar ve hatta tartışmalar olmuştur. Ancak 1920’leri değil; 2010’ları yaşıyoruz. Değerlerimize bütünüyle sahip çıkarak her birinin tuttuğu ışığı fark edebilmeliyiz. M.Akif, Z.Gökalp, Y.Kemal, N.Adsız, Ö.Seyfettin, A.Hikmet Müftüoğlu neticede vatani ahlak’ta birleşmişlerdir. Önemli olan da budur. Bugün bu değerlerimiz hayata dönebilseler; Türkiye’de olup biten acı ve düşündürücü olayları, milli kurumların altını oymakla uğraşanları, ülkeyi güçsüzleştirmek için ellerinden geleni yapanları, bazı şehirlerde kamu düzenini sağlamayı beceremeyenleri, sınırlarımızı ve toprak bütünlüğümüzü tehlikeye atanları, devlete alternatif yapıları yaratanları bir görselerdi; acaba ne derlerdi? Bugün Türkiye’de terör örgütüne af ve maalesef özerklik tartışılıyor. Türksüz bir anayasa hazırlığı var. Biz Milli Mücadeleyi zaferle sonuçlandırmadık mı? Acaba Türkiye yeni bir meydan savaşı mı kaybetti?
            Osmanlı Balkanlar’dan çözülmüştü. Türkiye ise; Ortadoğu’dan çözülmeye çalışılıyor. Ülkenin geleceğinden çok kendi geleceklerini garanti altına almak isteyen birçok vekilimiz hiçbir tepki göstermiyor. Osmanlıcılık ve paralel yapı gündemde tutularak teröre verilen tavizler adeta gizleniyor. Şimdi de anadille eğitim tartışılıyor. Anadil öğretimi ile, anadille eğitim çok farklıdır. Osmanlı’da da eğitim dili Türkçe idi. II.Abdülhamit bir ihtilaf karşısında hutbenin Türkçe olacağı emrini vermişti. Eğitim dili ve hutbe egemenlik hakları ile ilgilidir. Bunlar da devredilemez. 1876 Anayasası’nda vekil olabilmek için Türkçe bilme ve Türk Kimliği esastı. Bugün milli kimliğin etnik çağrışım yaptığı ileri sürülüyor. Ülkeyi rayından çıkaranların, milli iradeye sığınıp her şeyi tahrip etme hakları yoktur. “Milli iradeyi temsil ediyoruz; şu halde elimizde peşin bir beraat ilamı var” saplantısı da demokratik değildir. Hukuk devletinde alınan reye göre aklanma olmaz.   

25 Aralık 2014 Perşembe

NOEL, İSA VE HIRİSTİYANLAR Nurullah AYDIN; 25 Aralık 2014-ANKARA

NOEL, İSA VE HIRİSTİYANLAR
Nurullah AYDIN
25 Aralık 2014-ANKARA
Ortadoğu kökenli üç dinden; Museviler Musa'nın, Hıristiyanlar İsa'nın, Müslümanlar Muhammed'in ne zaman doğduğuna ilişkin ortak bir karara varamamışlardır. Bunun yanında her din, kendi peygamberinin doğum gününü kutlarken diğer din peygamberinin doğum gününü kutlamaz. 
Noel, her yıl 25 Aralık tarihinde İsa'nın doğumunun kutlandığı Hıristiyan bayramı. Ayrıca Doğuş Bayramı, Kutsal Doğuş veya Milât Yortusu olarak da bilinir. 20. yüzyılın başlarından itibaren Noel, Hıristiyan olmayanlar tarafından da kutlananan, dinî motiflerinden arınmış, hediye alışverişi etrafında yoğunlaşan bir bayram olarak da kutlanmaya başlamıştır. Bu seküler Noel versiyonunda mitolojik figür Noel Baba temel bir rol oynar.
Noel, her yıl dünyadaki Hristiyanların çoğunluğu tarafından 25 Aralık'ta kutlanır. Kutlamalar 24 Aralık'ta Noel arifesiyle başlar ve bazı ülkelerde 26 Aralık akşamına kadar devam eder. Ermeni Kilisesi gibi bazı Doğu Ortodoks Kiliseleri, Jülyen takviminde 25 Aralık'a denk gelen 6 Ocak'ı Noel olarak kutlarlar. Hristiyanların çoğunlukta olduğu ülkelerde pratik olarak Noel tatili yılbaşı tatiliyle birleştirilir.
Bazı Ortodoks kiliselerinin Noel'i Jülyen takvimine göre kutlamasının nedeni, şu an kullanılan Gregoryen takviminin Katolik bir din görevlisi olan Papa XIII. Gregory tarafından düzenlettirilmiş olmasıdır.
Noel sözcüğünün kökeni; Latince Natalis (doğum) kelimesidir. Türkçeye Fransızca Noël (Noel sezonu) sözcüğünden geçmiştir.
Bir diğer iddiaya göre Noel kelimesi, Galya dilinde (Keltçe) yeni anlamına gelen “noio” ile güneş manasına gelen “hel”in birleşmesiyle oluşmuştur ve “yeni güneş” anlamına gelmektedir. Noel kelimesi o devrin putperest toplumunda yeni yılın başlangıcında yapılan şenliklere ad olmuştur. Ayrıca Roma İmparatorluğu döneminde halk, mutlu bir olayı karşılamak ve kutlamak için, duygularını “noel, noel” diye bağırarak dile getirirdi.
Noel sözcüğünün kökeni ile ilgili bir diğer açıklama ise Fransızca “haber” veya “yeni” anlamındaki “nouvelle” kelimesinden geldiğidir.
Noel, Hristiyanlıkta İsa'nın doğum günü olarak kutlanılır. İsa (d. MÖ 8-2 - ö. M.S. 29-36), Hıristiyanlık'taki temel figürdür. Doğum ve ölüm tarihleri ile ilgili olarak kimi tarihçiler ve araştırmacılar farklı görüşler belirtirler. Hristiyanlıkta Nasıralı İsa olarak da bilinir. Hristiyan kaynaklarında ve yer yer Kur'an'da İsa Mesih olarak anılır.
İsa, Roma İmparatorluğu'nun Yahudiye eyaletinde kendisi de bir Yahudi olan Meryem'den dünyaya gelmiştir. Hristiyanlıkta ve İslamiyet'te tanrı tarafından babasız doğduğuna inanılır. Soyu, üvey babası Yusuf'a göre tayin edilir. Buna göre soyu Davud peygambere dayanır
Hristiyanlara 300 yıl kadar süren baskıların ardından Roma İmparatoru Büyük Konstantin, M.S. 313 yılında Hristiyanlığı kabul etti ve Roma'da Hristiyanlığa ve diğer dinlerle birlikte resmen izin verdi. Zamanla Hristiyanlık Roma İmparatorluğu'nda en yaygın din haline geldi.
I. Constantinus'un diğer pagan gelenekleri gibi (kutsal pazar günü, İsis modeli Meryem Ana vb.) güneş gününü de toplumda barışı korumak ve karma bir din oluşturmak adına Hristiyanlığa adapte ettirdiği ve İsa'nın doğum günü olarak kabul ettirdiği iddia edilir.
Bazı kaynaklar İsa’nın doğum günü olarak 25 Aralık'ın seçilmesinin, 3. yüzyıl başlarında İsa’nın ölüm tarihinin 25 Mart olarak tahmin edilmesiyle bağlantılı olduğunu rivayet etmektedirler. Aralarında Ermeniler'in de olduğu Doğu Hristiyanları ise 6 Ocak (Epifani) tarihini üçüncü yüzyıldan itibaren Noel olarak kutlamaya başlamıştır.
Roma İmparatorluğu'nda İsa'ın doğumu anısına kutlanan bayramlarla ilgili en eski tarih olarak, 325 ve 336 tarihleri söz konusu edilmektedir. Buna göre Noel bayramı İmparator Büyük Konstantin'in saltanatının sonundan itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Bu İznik'te yapılan Birinci Konsül (325) tarihi ile örtüşmektedir.
M.S. 354 yılında Papa Liberius, 24 Aralık'ı 25 Aralık'a bağlayan geceyi İsa'nın doğum günü yıldönümü olarak ilan etmiştir.
Ermeni Apostolik Kilisesi Mensupları: Türkiye'deki en büyük Hristiyan grup olan Ermeniler Noel'i 6 Ocak tarihinde kutlarlar. Tebrik şekli: Krisdos Dzınav yev haydnetsav! (Mesih doğdu ve belirdi) ve Orhnyal e Dzınuntı yev Haydnutyunı Krisdosi! (Mesih’in doğuşu ve belirişi mübarektir), veya Mutlu Noeller!
Rum Ortodoks Kilisesi Mensupları: Rumlar Noel'i 25 Aralık tarihinde kutlarlar. Tebrik şekli: Kala Hristuyenna! (Mesih'in doğumu kutlu olsun) Καλά Χριστούγεννα veya Mutlu Noeller!.
Süryani Kilisesi Mensupları: Süryaniler Noel'i 25 Aralık tarihinde kutlarlar. Tebrik şekli: Yaldo Brikho!
Katolik Kilisesi Mensupları: Levantenler Noel'i 25 Aralık tarihinde kutlarlar. Tebrik şekli: Mutlu Noeller! (http://tr.wikipedia.org/wiki/Noel)
İsa’nın doğumunu, Hıristiyanların Noel’ini kutlar;  kardeşliğe, sevgiye, hoşgörüye, barışa vesile olmasını dilerim.

ARİFLİĞE GİDEN YOL

ARİFLİĞE GİDEN YOL
Cemal ÇALIŞKAN
“Arifliğe dalmayan karşındakini hor görür, arifler geleceği seyreyler. Öbürü benden korktu zanneyler.”
Allahtan gayrıya kör ol, Kalbi Hakka yönelt, yüzün secdede ol, yönünü kıble yap. Arifliğe giden yol öncelikle efendimizi dinleyelim “İmanın tadını şu üç kişi tatmıştır.1-Ençok Allah ve Resulünü sevmek 2-Sevdiğini Allah için sever, kızdığına da Allah için buğuz eder 3- İslami seçtikten sonra eski dinine dönmeyi, ateş çukuruna düşmek gibi görür.” buyurdu. Özellikle bu yolun yolcuları, haramsız bir mideye sahip olmak gerekir. Çünkü efendimiz “Midesinde haram lokma olanın, kırk gün duası kabul olunmaz” buyurmuştur. Ariflik yoluna girme niyeti olan kimse merdiven basamaklarını her gün bir üst basamağa çıkarak sabırla yükselmeye çalışır. Yunus diyor, yolum vardır bu erkândan içeri” Mevlana devam ediyor ”Yol izin ver sözlerim bildiğince yol alsın. Ya da bırak susayım, her şey gönlümde kalsın” Arifliğin yolunu anlatanı dinleyebilelim. Yunus Emre” Çıktım erik dalına anda yedim üzümü, Bostan ıssı kakıdı der, ne yersin korumu”. Arif olmayan bunu nasıl anlayacaktır? Erik burada şeriatı anlatır. Şeriat İslam dinidir. Tarikattan önce Şeriat gelir. Üzüm ise, tarikattır. Burada erikte büyük bir çekirdek var. Bu sebeple eriğin yarısı faydasızdır. Şeriatta olanların amelleri yarısı pozitif, yarı ise negatif amelleriyle yaşamalarına izin verilir. Üzüm ise, genellikle ufacık çekirdeği bile olsa, o da yenilir. Tarikatta yürüyenin amelleri çoğunlukla pozitif olmalıdır. Hakikat remzini anlatan ise cevizdir ki, tamamı insan için faydalıdır. Bu hakikat yolunda yürümek çok zordur. Bu yüzden Mevlana” Bu sempten koku almayacaksan gelme, Bu ırmaktan testini doldurmayacaksan gelme! Kendini tamamıyla ona bırak! Bu seviyeye varmış olan Yunus, Şeyhinin dergâhına eğri odunun bile girmesine izin vermemiştir. Burası hakikat bölgesidir. Topunun başı eğilsin.
Aşktır ancak sana Burak! ”diyor. 
Bazı sahabeler” Ya Resülullah senin yanında iken melekler bizimle müsafaha yapmakta yarış yaparken senden uzaklaşınca ruhen değişmekteyiz. Meleklerde bizi terk etmektedir.” derler. Efendimiz siz hakikat makamında devamlı duramazsınız, o makamda durabilmek demek Yunus Emre’nin kırk yıl Tap tuğun tekkesine düz odundan başka odun taşımaması demektir. Eğri adamın bırak dergâha gelmesini, ocakta yanacak eğri odunun bile dergâha girmesine izin yoktur.
Tarikatın yolları şeriatsız bulunmaz. Hakikatin yurduna marifetsiz varılmaz. Orası Hallaç gibi kanıyla abdest alıp iki rekât namaz kılanların makamıdır. Rabia Hatun gibi hem dünya hem de ahiretten geçebilmek var. Çokluktan birlik Tevhit makamına geçebilmek var. İbrahim Ethem gibi tacı tahtı atabilmek var. Müşrikler peygamberimize şunu diyordu” sen birçok ilahı, bir ilah mı yapmak istiyorsun? Bir ilah evreni nasıl idare edecek?”
Cemil Meriç “Düşünmeli; düşünceler üzerinde düşünmek. Sonra da o düşüncelerin etkisinden kurtularak tekâmül yolculuğunu sürekli hale getirmek”. Yani okuduğu şeyi Ariflikle okumak, marifet yolculuğunu devam ettirmektir. Öz ağlayınca göz ağlar. Göz ağlayınca semalar ağlar. Firavunun ve avenesine gök ve yer ağlamamıştı, ama Mazlumun ağlamasına gökler titrer. Dendi. Düşünmeyenler nasıl fark edecekler. İşte Kuranı Mübin’deki sıkça geçen siz hiç düşünmüyor mu sununuz sorusunun nedeni bu değil mi? Gizlide açıkta Ariflik hep onunla olmaktır. Ya olduğun gibi görünmek ya da göründüğün gibi olmaktır.
Arif olanlar ancak marifet sahibini tanır. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz.lerinin iki oğlu vardır. Birisi ayyaş, diğeri sofudur. Her ikisini üçler, yediler ve kırklara kavuşması için bir uçurumun kenarına götürür.  Der ki, haydi oğlum kırkla karışın. Fakat uçmaktan Sofu korkar. Ayyaş olana haydi oğlum kırklara karış der. Tereddüt etmeden uçar karışır. Buna benzer bir olay: Şeyhin oğlu nasıl olduysa içki müptelası. Her zaman meyhanede!  Babasının haberi olur. Meyhaneciye ne kadar içerse içsin, ondan para alma. Ben ödeyeceğim der. O günden sonra oğlu bedava içki içmeye devam eder. Bir gün gelir, Şeyhin oğlu meyhaneciye sorar. Bu içtiğim kadehlerin parasını veren kim? Baskı yapınca söylemek zorunda kalır.  Baban der. Oğlan yaptığı densizliklere üzülür. Babasından af diler. Şeriat yoluna koyulur, sonra tarikatta hayli yol alır. Hz. Mevla” Yaşam gülmeyi, sevgi hak etmeyi, vefa unutmamayı, dostluk sadık kalmayı bilenler içindir. ”demiş. Önemli olan “elestü biRabbiküm” sözüne sadık kalmaktır.
Toplumda, insanlara gâvur imam gibi laflar söyleniyor. Bunun bir anlamı olmalıdır. İmamı Gazali “ ömründe en az bir kere böyle suçlanmayan kimsenin imanından kuşku duyarım” demiştir. İşte gördüklerin arasında veli midir, yoksa deli midir? Dilin kemiği yok iyiye de gider kötüye de! 
Dikkatli söz et!
İslam tarihinde, yaşadığı çağlarda her türlü zulme uğrayan, kötü sözlerin söylendiği büyük âlimleri unutulmasın. Şair ”Al bende benlik kalmasın, kimseler halim bilmesin, Yunus gibi şöyle garip bencileyin” Ya da” hamdım, piştim, yandım. Bu yollarda bunlar yaşanılmadan Arifliğe vasıl olunmaz. Hallacın deyişiyle “yetmiş bin perdeden geçerek ”ben Hakkın sözünü söylerim” dediği halde nadanlar tarafından öldürülmüştür. Anlamak da kolay değildir. Şair “bir arardım haldaştan olsun, Hak yoluna girmiş kardaştan olsun, Hali bir olsun, Kali bir olsun Esrara vakıf sırdaştan olsun. ”demiş. Bir başkası nefsini düzeltirsen âlem düzelir. ”der. Dili gönle inmeyenin sözünde hayır yoktur. Aşkı olmayanın da dini olmaz. Dini olmayanlardan da Ariflik olmaz.

19 Aralık 2014 Cuma

Yakın tehdit!, Bülent ESİNOĞLU

Yakın tehdit!
Bülent ESİNOĞLU
Amerika, Suudi Arabistan ve Almanya aralarındaki anlaşma sonucu; petrol fiyatları kasıtlı olarak düşürüldü.
Buna dünyadaki daralma da eklenince, komplo gerçeğe dönüştü.
Beklenmeyen başka gelişmeler de oldu.
Fiyatların düşmesinden ötürü; Rusya, İran, Venezüella zarar gördü.
Suudi Arabistan bu işten ne yarar gördü derseniz; mezhep savaşları sürecinde Vahabi Mezhebini öteki mezheplere karşı öne çıkardı.
Suudi Yönetimi halkına karşı ihanet işledi. Suudi Yönetiminin ABD’ye bağımlılığı daha da arttı.
Arabistan yönetiminde daha fazla dengesizliklerin oluştuğu muhakkak.
Rusya Rublenin değerini düşürdü.
Rusya, Çin ve Hindistan ile yeni enerji Anlaşmaları yaptı.
Çin döviz takası (currincy swap) yoluyla Rusya’ya acil 25 milyar dolar destek çıktı.
Özetle; kurulmakta olan yeni dengeler harekete geçmiş oldu.
RTE, Rusya’ya güvenerek, AB’ye “ister alın ister almayın” restini çekti.
Alman yönetimi ve tekelleri, Amerikan yaptırımlarına kararlı bir şekilde desteklese bile, Diğer Avrupa ülkeleri Rusya ile yaptıkları ticareti kaybettiler.
AB içinde Alman yönetimine karşı muhalefet oluşması eşyanın tabiatına uygundur.
Şimdi olmaz gibi görünen, Avrupa Rusya çatışması yakın tehdit haline geldi.
Tarihte, Rusya ve ABD savaşı yaşanmadı. Ancak Avrupa ile Rusya arasında savaş eksik olmadı.
Yaptırımlar, kayaç gazı ve petrolü hariç, Amerika’ya hiçbir zarı yok.
Ancak, İspanya, İtalya, Portekiz, Çek ve Slovakya, Yunanistan, Bulgaristan kan ağlamaya başladı.
Fransa zaman zaman zırıltı çıkarıyor. Rusya’ya teslim edilmeyen gemilerin parasını Rusya geri istiyor. Vs.
Amerika Ukrayna’yı kazanacağım derken, orta doğuyu iyice tehlikeye soktu.
Üstelik yaptırımlar Ukrayna barışını getirmediği gibi, anlaşmazlıkları derinleştirdi.
Amerika’nın dünyada yarattığı “kontrollü kaos” her an kontrolden çıkabilir.
Dünya ülkelerinin birbirlerine bu kadar büyük borçları varken, zaten sakin bir dünya beklemek saflık olur.
Dünyada çıkacak olan sıcak bir çatışmanın asıl nedeninin borçlar olacağı kesindir.
Ülkelerin borçları ülkelerin üzerinde adeta bir bomba gibi duruyor.
Yakın tehdit; ülkelerin içinden çıkamayacağı bu büyük borçlardır.
Bizden söz edersek; 220-225 milyar doları 2014 yılı içinde bulamazsak, yıl felaket yılı olacaktır.

13 Aralık 2014 Cumartesi

HAK İHLALİ, A. KEMAL GÜL

HAK İHLALİ
Her günün sabahına insanlık adına oldukça onur kırıcı olaylarla uyanıyoruz ve her uyanışımız bizleri hayal kırıklıklarına itiyor. Böyle bir ortamda yaşanan sosyal içerikli sorunların, utanç verici, onur kırıcı siyasi içerikli söylem ve gündemlerin, yaşanan dramların, hak, emek ve kazanç gibi değerlerin yeniden ele alınmasında, insan onuruna saygı temelinde reforme edilmesinde devleti yöneten iktidardan, ilgili kurumlarından beklemek insani ve demokratik bir haktır. 
Özellikle çözüm süreci adı altında oluşturulan utanç verici, milli onuru zedeleyen gündemlerden anlaşılan o ki, ülkenin en ciddi sorunu, sadece iktidarının değil, muhalefetin de aynı merkezden kontrol edilmesi kanaati haklı olarak dillendirilmektedir.
Aksi halde siyasi muhalefet, hak olan gerekçeleri içerir toplumsal muhalefeti oluşturma ve harekete geçirme sürecine haiz halkıyla bir milli mutabakatı oluşturma noktasında aczi yet görüntüsü verirler mi?
Son yıllarda toplumumuzda çok hızlı bir ‘’değer kaybı’’yaşandığı, ahlaki anlamda bir yozlaşmanın onurlarıyla yaşayan insanlarımızı rahatsız etmeye başladığı izlenen bir dramdır. Özellikle siyasal ve bürokratik güç ve makam sahibi kimselerin, bir kısım iş adamlarının kendi menfaatlerini kollayan ve toplumun geniş kesimlerinin zararına yol açan haksız bir takım kazanç elde etme girişimleri, toplumumuzda derin bir rahatsızlık ve güvensizlik duygusu uyandırdığı kanaati giddikçe güçlenmektedir.
Bencillik ve kişisel çıkarın ön plana geçtiği, maddi güç ve servet artırımının aşırı önem kazandığı ve böylece bir amaca ulaşmada her yolun mubah görüldüğü; yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet gibi davranışların ayıplanır olmaktan çıkıp ‘’beceriklilik’’ ve ‘’işbilirlilik’’ olarak görülmeye başlandığı bir süreçten geçiyoruz kanaati vardır. Bunun sonucunda toplumun önde gelen kurumlarına duyulan güvenin yanı sıra, bireylerin birbirlerine olan güveni de sarsılmış, yaygın bir güvensizlik ortamının var olduğu, konusunda uzman kişilerin kanaatleridir. Kırk üç ülkeyi içine alan Dünya Değerler Araştırması’na göre, araştırmanın yapıldığı ülkeler içinde birbirine güveni en alt düzeyde olan bir toplum olduğumuz ortaya çıkmıştır. !991’de yapılan ilk araştırmada insanlarımızın birbirine güvenme oranı 0/0 10 iken, 1997’de yapılan ikincisinde bu oran 0/06.5 düşmüştür. ( bkz.Esmer, a.g.e, s.57)
Güvensizliği de beraberinde taşıyan haksız kazanç elde etme yönelimi, toplumun her alanına yayılan ahlak krizinin sadece bir boyutudur. Dolaysıyla bu sorunu çözmek için ‘’toplum ahlak’’ anlayışı en yüksek kademeden en alt kademeye kadar hâkim anlayış olmalıdır. Toplumun tüm kurum ve kuruluşlarında ahlaki yeniden yapılanmanın gerçekleştirilmesi, ahlaki ilke ve standartların her yerde kurumsallaştırılması gerektiğini- iş kazası adı altında günümüzde yaşanan facialara, cinayetlere bakınca- daha net görebiliyoruz.
İnsan, mal ve servet edinme hakkına sahiptir. Şu kadar var ki, sorumluluk makamında olan kişinin bu hakkını, doğru ve usulüne uygun bir şekilde kullanması noktasında özellikle günümüzde sıkıntı yaşanmaktadır.
Günümüzde samimiyetten uzak, zamanlı- zamansız, yerli-yersiz çok konuşulan ‘’din kavramı’’; insanları kamu ve insan haklarını ihlal etmekten alı koyacak gerçek amil; ‘’dini duyarlılık’’ diğer manada ‘’toplumsal ahlak’’ ve ‘’insana saygı’’, ahret inancı, kötülüğün ve haram lokmanın hesabının ilahi huzurda verileceği inancıdır.
Ülkemizin içler acısı başlıca gündemlerinden ‘’kamu hakkı’’;halkın vergi, hizmet, bağış veya başka bir nedenle devletin mülkiyetine ve hazinesine verdiği veya kamunun doğrudan sahip olduğu mal ve servet gibi ekonomik değerler, yerinde ve zamanında, yapılması gereken tasarrufta kamu yararı için kullanıldığını söyleyebilme noktasında kaygımız vardır.
  Bu konuda aileden başlayarak, tüm okullarda ve mesleklerde ciddi bir ahlaki eğitim yapılmalıdır. Bir yanda objektif hukuk kurallarıyla ve hukukun üstünlüğü ilkesini titizlikle uygulayan ve sürdüren bir yönetim anlayışı ile diğer yanda da tek tek kişilerin vicdanında yerleşmiş ve etkinlik kazanmış en üstün değer olarak ‘’kutsal’’, ‘’iyi’’ve ‘’doğru’’olanın bilgisi ve duygusu ile yetişmiş insanlarla bu tür krizlerin aşılabileceği düşünülmelidir ve görülmelidir.
Sonuç olarak, herkesin üzerine düşeni yapması, toplum hayatının sağlıklı bir şekilde sürdürülmesinin en önemli kurallarındandır. Her şey bir emanet ve her emanetinde bir sorumluluğu vardır. Bu sorumluluğu zihninde ve yüreğinde hissedenler, hayat defterlerine ne yazdıklarını düşünerek hareket eder, üzerlerine düşeni gereği gibi yerine getirirler. Mazeretlere sığınmadan fikir, sanat, teknoloji, ticaret, kısaca her hizmet alanında kişilerin çalışma ve üretim bilinci ile hareket etmesi, toplum hayatının sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesinin en önemli kurallarındandır. Bireysel varoluş kimliğimizi üretme, paylaşma ve saygı anlayışı içerisinde güçlü tuttuğumuz ölçüde, hayatı daha anlamlı ve yaşanabilir kılmaya da o denli katkı yapmış sayılırız.
***
Kendilerini muhafazakâr ve dindar kimseler olarak halka lanse eden yönetici kadronun yüksek perdeden söylemlerinin aksine eylemlerine, tasarruflarına, icraatlarına bakıldığında, ne yazık ki yaşanan İslam’ın, haksız kazanç, sömürü ve israf temelinde bezirgân dininden ibaret olduğunu görüyoruz.
Gerçek bir realite ve hayatın içinde olan ‘’kur’an dini’’,insanları harekete geçiren, onları yükseltme ufkuyla motive eden evrensel bir beyandır. Bu dinin mensupları ataletle yaşayan kabuğunu yırtamayan, kendi fasit dairelerinde kaderlerine razı olan morfinlenmiş zavallılar değillerdir. Yüce Allah, Müslümanların üretken olmalarını teşvik etmektedir. Ve Ku’ran’ın dini, sosyal ve iktisadi dengeleri sağlamak için infakı emrederken, israfı, lüksü ve gösteriş tüketimini de yasaklar. Yüce Allah Kur’an’da yiyip içmeye müsaade etmekte, israf etmeye ve gösteriş amaçlı tüketimde bulunmaya ise müsaade etmemektedir.
Tabiatıyla bir öğreti, ister ilahi olsun ister beşeri, muhataplarının donanımıyla anlam bulacaktır; bu noktada belirleyici olan bilimdir. Ne güzel bir tespit: ‘’Dinsiz bilim topal, bilimsiz din kördür.’’
Ve millet olarak stratejik gücünüz yoksa bağlı olarak stratejik hedefiniz yoksa derin düşünme yetiniz elinizden alınmışsa, sizi tüketici sürü haline getirirler; küresel güç odakları ülkeniz adına projeler yapar, önünüze koyar, sizden uygulanmasını isterler; diğer bir ifadeyle sizi lokmalar halinde yutmaya çalışırlar. Osmanlı’nın içinde bulunduğu son yıllarına bakmanız yeterli bir örnektir. Cumhuriyetimiz aynı oyun versiyonlarına muhataptır.
***
Ecdadımızın sosyal hayat anlayışlarını, irfanını örnek gösteren merhum Turan YAZGAN hocamızın özlü ifadeleriyle yazımızı noktalayalım:
’Türk kültüründe toyun işlevi paylaşımdır. Türk kişioğlu değildir. Kendim oğludur. Türk, babasının adı ile iş görmez. Kendi başarısına dayanmak zorundadır. Türk toplumu sınırsız bir toplumdur. Bunu sağlayan da dağıtmalı toydur. Kimin malı biriktiyse, ilk fırsatta, mesela çocuklardan birinin düğününde bütün malını mülkünü halka dağıtır, herkes payını alırdı. Kimse akçasından, malından dolayı, başkasından güçlü sayılmazdı. Güçlü olmak aksakallılıktan, bilgelikten gelirdi. Kimse parasından, pulundan dolayı adam olamaz. Biz tekrar sınıfsız bir toplum olabiliriz. Bizim töremizde veren elin alan eli bilmesi, alan elin veren eli bilmesi suçtur’’.İbret alına…
A.Kemal GÜL

4 Aralık 2014 Perşembe

KİM İNANDIĞI YOLDAN DOLAYI ÖZÜR DİLER?, Cemal ÇALIŞKAN

KİM İNANDIĞI YOLDAN DOLAYI ÖZÜR DİLER?
Cemal ÇALIŞKAN
Türkiye’de bir grup insan dinin ve dini tedrisatın zor olduğu dönemlerde milletin çocuklarını hem maddi hem de manevi yönden yetişsinler diye karıncanın hacca gitme hesabı, karınca kaderinde bu yola girenler ölümüne koyulmuşlar. Karınca gibi ölürsem de bu yolda öleyim diyenler de olmuştur.  Bu insanlara ve davalarına inanan varlıklı insanlarda buraları maddi yönden destek olmuşlardır. Anadolu’daki iş adamlarının önünü nasıl ki, rahmetli Erbakan hoca açmışsa, Anadolu’daki zeki fakir öğrencilerin önünü de bu davaya yol açanlar açmıştır. Bir zaman gelmiş, bunların eğitimde açtığı yerler kutup yıldızı olmuş, her eğitimci ve öğrenci yönüne belirlemede buraları esas almışladır. Buralardan yetişenler maddi ve manevi kazançla iki kanatlı olduğu için her açılan imtihanların ön sıralarında yer almışlardır. Bunun böyle olduğunu askerîsi ve sivili öğrenmiştir. Bu sebeple de çocuklarını bu insanların açtığı okullarda okutmak için yarış içinde bulunmuşlardır.
Bu iktidarla beraber bu insanlar, yasaların genişlemesiyle daha da ileri adımlar atmışlardır. Yetiştirdiği elamanlar iktidarın teşvik ve arkasında durmasıyla neredeyse askerleri bile hıza getirmişlerdir. Aynı kadro ne zaman ki, AKP’lilerin hırsızlıklarını görüp yakalamasıyla iktidarın birinci derecede hasmı olmuş, hatta yapabilseler devleti de bunlara hasım etmeye çalışmışlardır. İktidar diyor ki, ey arkadaş sen benim emrimde olacaksın, devlet benim. Ben demek devlet demektir, demeye başladılar. Benim dediklerimi yaparsan seninle çalışırım, benim yanlışlarıma göz yummazsan hasmımsın, düşmanımsın demiştir. Böylece bu hizmete çalışanları yardım edenleri birinci derece de düşmanı ilan etmiştir. Enimse kimseyle bir alış verişim yoktur. Dışardan baktığım kadarıyla….
“İmam-hatip okullarının açılma amacı neydi? Tek kanatlı olmaktan milletin evlatlarını kurtaracaktı. Bu görüşü savunanlar bu günkü iktidardır. Fakat sendikalarında, belediyelerinde ve iş yerlerinde diğer kanadı temsil eden fikirleri temsil eden gazete ve yayınlara kapılar kapatıldı. Yine eskiye dönüldü. Demek, bu işin dindarı ve laik görüşlü olmak önemli değilmiş. Güç kimde ise, herkes onun taktığı kanatla uçmaya mecbur oluyor.” Ülkeyi bu zihniyetten kurtaracak, vicdan sahipleri seslerini yükseltmelidir.
17-25 Aralık olayındaki hırsızları yakalayanları, iftiralarla hapse atanlar, hapiste haksızlık yaptıkları insanlara diyorlar ki “Bizde özür dilesinler de, bu yaptığımız haksızlıklardan vaz geçelim”. Bu sözü anlayabilmek için barış yapmak için çalmadık kapı bırakmayan iktidar sahipleri, 30 yılı aşkındır askere, polise, devlet görevlisine ve sivil halka silah sıkan ve beşikteki bebe katli kanlı katillere bu iktidar diyor ki, pişman olun da sizi affedeyim. Katiller ve onların avenelerinin cevabı ise, biz bu yaptıklarımızı bilerek ve isteyerek yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz. Hiçte pişman değiliz cevabını verdiler. Pişman olsak dağa çıkmazdık. Diyenlerin gittiği yol yol değil.  Bu gittikleri yolun ne dinde ne de toplumda karşılığı yok.  Âmâ adam bu yanlış yoldan gittiği için pişman olmuyor. Devlete kafa tutarak silah gösterdi. Bugün ise, iman yolunda çalışan insanlara “ benden özür dile de seni bağışlayayım, diyorlar. Kabahatleri sizin hırsızınızı yakalamaktır. Karşı olduklarını yakalamak için her türlü desteği verdin. Bunu dünya âlem biliyor. Ama senin hırsızların varmış, onları da yakaladılar. O zaman arklarında durmadığın gibi hırsızları yakaladıkları için cezalandırdın. Böylece devlette kelle koltukta görev yapan insanların şevkini kırdın. Eğer anladıysan göklerde senden taraf olmadı. O günden itibaren ülkenin başına çok şeyler geldi, geçti. Şimdi diyorsun ki, dürüstlüğünü, iman yolunu bırak robot gibi benim elimde kukla ol.
Nazlı Ilıcak yazısında şunları yazıyor. Mit memurlarını görevlendiriyor. Yakıp yıkmada görev alıyorlar. Hatta ölümlerde meydana geliyor. Polis olaylara katılan memurları yakalıyor. Mit bunlar benim görevlim dolayısıyla salıver diyor savcıya. Savcı soruyor. Bunlar bu çalışma esnasında hainlerle ilgili bir ipucu yakaladı mı? Mit yanıt veremiyor. Dolayısıyla yanıt alamayan savcı soruşturma başlatıyor. Hatta izinlerde veriliyor. Ne olduysa bu esnada devlette olması gereken şeyler tersine gidiyor. İçişleri bakanı ve Vali polislere, savcının isteklerini yerine getirmeyin diyor. Normal bir demokrasi ülkesinde o içişleri Bakanı ve Vali kodeste olması gerekirken onlarda değil de, devletin işlemesi için görev yapanlar birer birer içe tıkılarak devlet mekanizması bozuluyor. Kimsenin aklının ucundan bile geçmeyen şeyler yapılıyor devlette. Her defasında da iktidar mecliste çoğunluğum var deyip, halkın desteği de yanımda deyip yanlışlarını, adaletsizliklerinin açığa çıkan yönlerini kapatıyor. Cezadan kurtuluyor. Bir zamanlar Mekke putperestlerinin arkasında da çoğunluk vardı. Firavunun arkasında da çoğunluk vardı. Arkasında çoğunluğum var diye Firavunun yaptıklarına haklılık payı kazandıramaz. Sütten çıkınca bütün kaşıklar aktır. Önemli olan çıktığın sütü ak bırakmaktır.