13 Aralık 2014 Cumartesi

HAK İHLALİ, A. KEMAL GÜL

HAK İHLALİ
Her günün sabahına insanlık adına oldukça onur kırıcı olaylarla uyanıyoruz ve her uyanışımız bizleri hayal kırıklıklarına itiyor. Böyle bir ortamda yaşanan sosyal içerikli sorunların, utanç verici, onur kırıcı siyasi içerikli söylem ve gündemlerin, yaşanan dramların, hak, emek ve kazanç gibi değerlerin yeniden ele alınmasında, insan onuruna saygı temelinde reforme edilmesinde devleti yöneten iktidardan, ilgili kurumlarından beklemek insani ve demokratik bir haktır. 
Özellikle çözüm süreci adı altında oluşturulan utanç verici, milli onuru zedeleyen gündemlerden anlaşılan o ki, ülkenin en ciddi sorunu, sadece iktidarının değil, muhalefetin de aynı merkezden kontrol edilmesi kanaati haklı olarak dillendirilmektedir.
Aksi halde siyasi muhalefet, hak olan gerekçeleri içerir toplumsal muhalefeti oluşturma ve harekete geçirme sürecine haiz halkıyla bir milli mutabakatı oluşturma noktasında aczi yet görüntüsü verirler mi?
Son yıllarda toplumumuzda çok hızlı bir ‘’değer kaybı’’yaşandığı, ahlaki anlamda bir yozlaşmanın onurlarıyla yaşayan insanlarımızı rahatsız etmeye başladığı izlenen bir dramdır. Özellikle siyasal ve bürokratik güç ve makam sahibi kimselerin, bir kısım iş adamlarının kendi menfaatlerini kollayan ve toplumun geniş kesimlerinin zararına yol açan haksız bir takım kazanç elde etme girişimleri, toplumumuzda derin bir rahatsızlık ve güvensizlik duygusu uyandırdığı kanaati giddikçe güçlenmektedir.
Bencillik ve kişisel çıkarın ön plana geçtiği, maddi güç ve servet artırımının aşırı önem kazandığı ve böylece bir amaca ulaşmada her yolun mubah görüldüğü; yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet gibi davranışların ayıplanır olmaktan çıkıp ‘’beceriklilik’’ ve ‘’işbilirlilik’’ olarak görülmeye başlandığı bir süreçten geçiyoruz kanaati vardır. Bunun sonucunda toplumun önde gelen kurumlarına duyulan güvenin yanı sıra, bireylerin birbirlerine olan güveni de sarsılmış, yaygın bir güvensizlik ortamının var olduğu, konusunda uzman kişilerin kanaatleridir. Kırk üç ülkeyi içine alan Dünya Değerler Araştırması’na göre, araştırmanın yapıldığı ülkeler içinde birbirine güveni en alt düzeyde olan bir toplum olduğumuz ortaya çıkmıştır. !991’de yapılan ilk araştırmada insanlarımızın birbirine güvenme oranı 0/0 10 iken, 1997’de yapılan ikincisinde bu oran 0/06.5 düşmüştür. ( bkz.Esmer, a.g.e, s.57)
Güvensizliği de beraberinde taşıyan haksız kazanç elde etme yönelimi, toplumun her alanına yayılan ahlak krizinin sadece bir boyutudur. Dolaysıyla bu sorunu çözmek için ‘’toplum ahlak’’ anlayışı en yüksek kademeden en alt kademeye kadar hâkim anlayış olmalıdır. Toplumun tüm kurum ve kuruluşlarında ahlaki yeniden yapılanmanın gerçekleştirilmesi, ahlaki ilke ve standartların her yerde kurumsallaştırılması gerektiğini- iş kazası adı altında günümüzde yaşanan facialara, cinayetlere bakınca- daha net görebiliyoruz.
İnsan, mal ve servet edinme hakkına sahiptir. Şu kadar var ki, sorumluluk makamında olan kişinin bu hakkını, doğru ve usulüne uygun bir şekilde kullanması noktasında özellikle günümüzde sıkıntı yaşanmaktadır.
Günümüzde samimiyetten uzak, zamanlı- zamansız, yerli-yersiz çok konuşulan ‘’din kavramı’’; insanları kamu ve insan haklarını ihlal etmekten alı koyacak gerçek amil; ‘’dini duyarlılık’’ diğer manada ‘’toplumsal ahlak’’ ve ‘’insana saygı’’, ahret inancı, kötülüğün ve haram lokmanın hesabının ilahi huzurda verileceği inancıdır.
Ülkemizin içler acısı başlıca gündemlerinden ‘’kamu hakkı’’;halkın vergi, hizmet, bağış veya başka bir nedenle devletin mülkiyetine ve hazinesine verdiği veya kamunun doğrudan sahip olduğu mal ve servet gibi ekonomik değerler, yerinde ve zamanında, yapılması gereken tasarrufta kamu yararı için kullanıldığını söyleyebilme noktasında kaygımız vardır.
  Bu konuda aileden başlayarak, tüm okullarda ve mesleklerde ciddi bir ahlaki eğitim yapılmalıdır. Bir yanda objektif hukuk kurallarıyla ve hukukun üstünlüğü ilkesini titizlikle uygulayan ve sürdüren bir yönetim anlayışı ile diğer yanda da tek tek kişilerin vicdanında yerleşmiş ve etkinlik kazanmış en üstün değer olarak ‘’kutsal’’, ‘’iyi’’ve ‘’doğru’’olanın bilgisi ve duygusu ile yetişmiş insanlarla bu tür krizlerin aşılabileceği düşünülmelidir ve görülmelidir.
Sonuç olarak, herkesin üzerine düşeni yapması, toplum hayatının sağlıklı bir şekilde sürdürülmesinin en önemli kurallarındandır. Her şey bir emanet ve her emanetinde bir sorumluluğu vardır. Bu sorumluluğu zihninde ve yüreğinde hissedenler, hayat defterlerine ne yazdıklarını düşünerek hareket eder, üzerlerine düşeni gereği gibi yerine getirirler. Mazeretlere sığınmadan fikir, sanat, teknoloji, ticaret, kısaca her hizmet alanında kişilerin çalışma ve üretim bilinci ile hareket etmesi, toplum hayatının sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesinin en önemli kurallarındandır. Bireysel varoluş kimliğimizi üretme, paylaşma ve saygı anlayışı içerisinde güçlü tuttuğumuz ölçüde, hayatı daha anlamlı ve yaşanabilir kılmaya da o denli katkı yapmış sayılırız.
***
Kendilerini muhafazakâr ve dindar kimseler olarak halka lanse eden yönetici kadronun yüksek perdeden söylemlerinin aksine eylemlerine, tasarruflarına, icraatlarına bakıldığında, ne yazık ki yaşanan İslam’ın, haksız kazanç, sömürü ve israf temelinde bezirgân dininden ibaret olduğunu görüyoruz.
Gerçek bir realite ve hayatın içinde olan ‘’kur’an dini’’,insanları harekete geçiren, onları yükseltme ufkuyla motive eden evrensel bir beyandır. Bu dinin mensupları ataletle yaşayan kabuğunu yırtamayan, kendi fasit dairelerinde kaderlerine razı olan morfinlenmiş zavallılar değillerdir. Yüce Allah, Müslümanların üretken olmalarını teşvik etmektedir. Ve Ku’ran’ın dini, sosyal ve iktisadi dengeleri sağlamak için infakı emrederken, israfı, lüksü ve gösteriş tüketimini de yasaklar. Yüce Allah Kur’an’da yiyip içmeye müsaade etmekte, israf etmeye ve gösteriş amaçlı tüketimde bulunmaya ise müsaade etmemektedir.
Tabiatıyla bir öğreti, ister ilahi olsun ister beşeri, muhataplarının donanımıyla anlam bulacaktır; bu noktada belirleyici olan bilimdir. Ne güzel bir tespit: ‘’Dinsiz bilim topal, bilimsiz din kördür.’’
Ve millet olarak stratejik gücünüz yoksa bağlı olarak stratejik hedefiniz yoksa derin düşünme yetiniz elinizden alınmışsa, sizi tüketici sürü haline getirirler; küresel güç odakları ülkeniz adına projeler yapar, önünüze koyar, sizden uygulanmasını isterler; diğer bir ifadeyle sizi lokmalar halinde yutmaya çalışırlar. Osmanlı’nın içinde bulunduğu son yıllarına bakmanız yeterli bir örnektir. Cumhuriyetimiz aynı oyun versiyonlarına muhataptır.
***
Ecdadımızın sosyal hayat anlayışlarını, irfanını örnek gösteren merhum Turan YAZGAN hocamızın özlü ifadeleriyle yazımızı noktalayalım:
’Türk kültüründe toyun işlevi paylaşımdır. Türk kişioğlu değildir. Kendim oğludur. Türk, babasının adı ile iş görmez. Kendi başarısına dayanmak zorundadır. Türk toplumu sınırsız bir toplumdur. Bunu sağlayan da dağıtmalı toydur. Kimin malı biriktiyse, ilk fırsatta, mesela çocuklardan birinin düğününde bütün malını mülkünü halka dağıtır, herkes payını alırdı. Kimse akçasından, malından dolayı, başkasından güçlü sayılmazdı. Güçlü olmak aksakallılıktan, bilgelikten gelirdi. Kimse parasından, pulundan dolayı adam olamaz. Biz tekrar sınıfsız bir toplum olabiliriz. Bizim töremizde veren elin alan eli bilmesi, alan elin veren eli bilmesi suçtur’’.İbret alına…
A.Kemal GÜL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder