HAK İHLALİ
Her günün
sabahına insanlık adına oldukça onur kırıcı olaylarla uyanıyoruz ve her
uyanışımız bizleri hayal kırıklıklarına itiyor. Böyle bir ortamda yaşanan
sosyal içerikli sorunların, utanç verici, onur kırıcı siyasi içerikli söylem ve
gündemlerin, yaşanan dramların, hak, emek ve kazanç gibi değerlerin yeniden ele
alınmasında, insan onuruna saygı temelinde reforme edilmesinde devleti yöneten
iktidardan, ilgili kurumlarından beklemek insani ve demokratik bir haktır.
Özellikle
çözüm süreci adı altında oluşturulan utanç verici, milli onuru zedeleyen
gündemlerden anlaşılan o ki, ülkenin en ciddi sorunu, sadece iktidarının değil,
muhalefetin de aynı merkezden kontrol edilmesi kanaati haklı olarak
dillendirilmektedir.
Aksi halde
siyasi muhalefet, hak olan gerekçeleri içerir toplumsal muhalefeti oluşturma ve
harekete geçirme sürecine haiz halkıyla bir milli mutabakatı oluşturma
noktasında aczi yet görüntüsü verirler mi?
Son yıllarda
toplumumuzda çok hızlı bir ‘’değer kaybı’’yaşandığı, ahlaki anlamda bir
yozlaşmanın onurlarıyla yaşayan insanlarımızı rahatsız etmeye başladığı izlenen
bir dramdır. Özellikle siyasal ve bürokratik güç ve makam sahibi kimselerin,
bir kısım iş adamlarının kendi menfaatlerini kollayan ve toplumun geniş
kesimlerinin zararına yol açan haksız bir takım kazanç elde etme girişimleri,
toplumumuzda derin bir rahatsızlık ve güvensizlik duygusu uyandırdığı kanaati
giddikçe güçlenmektedir.
Bencillik ve
kişisel çıkarın ön plana geçtiği, maddi güç ve servet artırımının aşırı önem
kazandığı ve böylece bir amaca ulaşmada her yolun mubah görüldüğü; yolsuzluk,
usulsüzlük, rüşvet gibi davranışların ayıplanır olmaktan çıkıp ‘’beceriklilik’’
ve ‘’işbilirlilik’’ olarak görülmeye başlandığı bir süreçten geçiyoruz kanaati
vardır. Bunun sonucunda toplumun önde gelen kurumlarına duyulan güvenin yanı
sıra, bireylerin birbirlerine olan güveni de sarsılmış, yaygın bir güvensizlik
ortamının var olduğu, konusunda uzman kişilerin kanaatleridir. Kırk üç ülkeyi
içine alan Dünya Değerler Araştırması’na göre, araştırmanın yapıldığı ülkeler
içinde birbirine güveni en alt düzeyde olan bir toplum olduğumuz ortaya
çıkmıştır. !991’de yapılan ilk araştırmada insanlarımızın birbirine güvenme
oranı 0/0 10 iken, 1997’de yapılan ikincisinde bu oran 0/06.5 düşmüştür. (
bkz.Esmer, a.g.e, s.57)
Güvensizliği
de beraberinde taşıyan haksız kazanç elde etme yönelimi, toplumun her alanına
yayılan ahlak krizinin sadece bir boyutudur. Dolaysıyla bu sorunu çözmek için
‘’toplum ahlak’’ anlayışı en yüksek kademeden en alt kademeye kadar hâkim
anlayış olmalıdır. Toplumun tüm kurum ve kuruluşlarında ahlaki yeniden
yapılanmanın gerçekleştirilmesi, ahlaki ilke ve standartların her yerde
kurumsallaştırılması gerektiğini- iş kazası adı altında günümüzde yaşanan
facialara, cinayetlere bakınca- daha net görebiliyoruz.
İnsan, mal
ve servet edinme hakkına sahiptir. Şu kadar var ki, sorumluluk makamında olan
kişinin bu hakkını, doğru ve usulüne uygun bir şekilde kullanması noktasında
özellikle günümüzde sıkıntı yaşanmaktadır.
Günümüzde
samimiyetten uzak, zamanlı- zamansız, yerli-yersiz çok konuşulan ‘’din
kavramı’’; insanları kamu ve insan haklarını ihlal etmekten alı koyacak gerçek
amil; ‘’dini duyarlılık’’ diğer manada ‘’toplumsal ahlak’’ ve ‘’insana saygı’’,
ahret inancı, kötülüğün ve haram lokmanın hesabının ilahi huzurda verileceği
inancıdır.
Ülkemizin
içler acısı başlıca gündemlerinden ‘’kamu hakkı’’;halkın vergi, hizmet, bağış
veya başka bir nedenle devletin mülkiyetine ve hazinesine verdiği veya kamunun
doğrudan sahip olduğu mal ve servet gibi ekonomik değerler, yerinde ve
zamanında, yapılması gereken tasarrufta kamu yararı için kullanıldığını
söyleyebilme noktasında kaygımız vardır.
Bu konuda aileden başlayarak, tüm okullarda
ve mesleklerde ciddi bir ahlaki eğitim yapılmalıdır. Bir yanda objektif hukuk
kurallarıyla ve hukukun üstünlüğü ilkesini titizlikle uygulayan ve sürdüren bir
yönetim anlayışı ile diğer yanda da tek tek kişilerin vicdanında yerleşmiş ve
etkinlik kazanmış en üstün değer olarak ‘’kutsal’’, ‘’iyi’’ve ‘’doğru’’olanın
bilgisi ve duygusu ile yetişmiş insanlarla bu tür krizlerin aşılabileceği
düşünülmelidir ve görülmelidir.
Sonuç
olarak, herkesin üzerine düşeni yapması, toplum hayatının sağlıklı bir şekilde
sürdürülmesinin en önemli kurallarındandır. Her şey bir emanet ve her
emanetinde bir sorumluluğu vardır. Bu sorumluluğu zihninde ve yüreğinde
hissedenler, hayat defterlerine ne yazdıklarını düşünerek hareket eder,
üzerlerine düşeni gereği gibi yerine getirirler. Mazeretlere sığınmadan fikir,
sanat, teknoloji, ticaret, kısaca her hizmet alanında kişilerin çalışma ve
üretim bilinci ile hareket etmesi, toplum hayatının sağlıklı bir şekilde
sürdürülebilmesinin en önemli kurallarındandır. Bireysel varoluş kimliğimizi
üretme, paylaşma ve saygı anlayışı içerisinde güçlü tuttuğumuz ölçüde, hayatı
daha anlamlı ve yaşanabilir kılmaya da o denli katkı yapmış sayılırız.
***
Kendilerini
muhafazakâr ve dindar kimseler olarak halka lanse eden yönetici kadronun yüksek
perdeden söylemlerinin aksine eylemlerine, tasarruflarına, icraatlarına
bakıldığında, ne yazık ki yaşanan İslam’ın, haksız kazanç, sömürü ve israf
temelinde bezirgân dininden ibaret olduğunu görüyoruz.
Gerçek bir
realite ve hayatın içinde olan ‘’kur’an dini’’,insanları harekete geçiren,
onları yükseltme ufkuyla motive eden evrensel bir beyandır. Bu dinin mensupları
ataletle yaşayan kabuğunu yırtamayan, kendi fasit dairelerinde kaderlerine razı
olan morfinlenmiş zavallılar değillerdir. Yüce Allah, Müslümanların üretken
olmalarını teşvik etmektedir. Ve Ku’ran’ın dini, sosyal ve iktisadi dengeleri
sağlamak için infakı emrederken, israfı, lüksü ve gösteriş tüketimini de
yasaklar. Yüce Allah Kur’an’da yiyip içmeye müsaade etmekte, israf etmeye ve
gösteriş amaçlı tüketimde bulunmaya ise müsaade etmemektedir.
Tabiatıyla
bir öğreti, ister ilahi olsun ister beşeri, muhataplarının donanımıyla anlam
bulacaktır; bu noktada belirleyici olan bilimdir. Ne güzel bir tespit: ‘’Dinsiz
bilim topal, bilimsiz din kördür.’’
Ve millet
olarak stratejik gücünüz yoksa bağlı olarak stratejik hedefiniz yoksa derin
düşünme yetiniz elinizden alınmışsa, sizi tüketici sürü haline getirirler;
küresel güç odakları ülkeniz adına projeler yapar, önünüze koyar, sizden
uygulanmasını isterler; diğer bir ifadeyle sizi lokmalar halinde yutmaya
çalışırlar. Osmanlı’nın içinde bulunduğu son yıllarına bakmanız yeterli bir
örnektir. Cumhuriyetimiz aynı oyun versiyonlarına muhataptır.
***
Ecdadımızın
sosyal hayat anlayışlarını, irfanını örnek gösteren merhum Turan YAZGAN
hocamızın özlü ifadeleriyle yazımızı noktalayalım:
‘’Türk kültüründe toyun işlevi paylaşımdır. Türk
kişioğlu değildir. Kendim oğludur. Türk, babasının adı ile iş görmez. Kendi
başarısına dayanmak zorundadır. Türk toplumu sınırsız bir toplumdur. Bunu
sağlayan da dağıtmalı toydur. Kimin malı biriktiyse, ilk fırsatta, mesela
çocuklardan birinin düğününde bütün malını mülkünü halka dağıtır, herkes payını
alırdı. Kimse akçasından, malından dolayı, başkasından güçlü sayılmazdı. Güçlü
olmak aksakallılıktan, bilgelikten gelirdi. Kimse parasından, pulundan dolayı
adam olamaz. Biz tekrar sınıfsız bir toplum olabiliriz. Bizim töremizde veren
elin alan eli bilmesi, alan elin veren eli bilmesi suçtur’’.İbret alına…
A.Kemal GÜL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder