6 Şubat 2016 Cumartesi

OYUN BİTTİ !.. "SONUÇ FİRAR VEYA İNTİHAR", İSMAİL AMASYALI

OYUN BİTTİ...
SONUÇ FİRAR VEYA İNTİHAR
İSMAİL AMASYALI
19. Dönem Kocaeli Milletvekili
Türk milleti, biri 1918’de diğeri 2015 olmak üzere iki büyük ihanetle karşı karşıya kalmıştır.
Birinci Dünya savaşına ittifak devletleri ile girmiş olan Osmanlı Devleti Almanya ve Bulgaristan’ın yenilmesi ile 29 Eylül 1918’de tek başına kalmış, 30 Ekim 1918’de Limni adasının Mondros Limanında ateşkes anlaşması imzalamıştır.
25 maddeden oluşan teslimiyet belgesi Osmanlı Devleti adına Bahriye Nazırı Rauf Bey, ihtilaf devletleri adına da İngiliz Amiral’in imza ettiği anlaşmanın özetinde “ORDUNUN DAĞITILMASI, İHTİLAF DEVLETLERİNİN KENDİ GÜVENLİĞİ İÇİN OSMANLI TOPRAKLARINDAN İSTEDİĞİ YERLERİ İŞGAL” esasına dayalıdır.
Türk milleti, Allah’ın iltifatına mazhar olarak içinden çıkan vatan evlatları Anadolu topraklarında örgütlenerek adına TC Devleti denilen bugünkü vatanı inşa etmişlerdir. 1919’da başlayan İstiklal muharebesi ve kurulan Kuvayi Milliye ordusu 23 Nisan 1920’de açılan TBMM, geçici hükümet durumunda olan Heyyeti Temsiliyye nin yetkileri, Mustafa Kemal’in ‘MECLİSİN ÜZERİNDE BİR GÜÇ YOKTUR’ ifadelerinin yer aldığı teklifle 24 Nisan 1920 yetkilerinin tümünü TBMM’ye bırakmıştır.
25 Nisan’da TBMM’nin açıldığı ikinci günde Karahisar Mebusu Şükrü Bey, Mondros Mütakeresi ile koca bir imparatorluğu parçalayanlar ve TBMM’nin kurulmasına karşı çıkan vatan hainlerinin cezalandırılması hususunda iki maddelik kanun teklifi sunmuş, 27 Nisan’da Refik Şevki Bey kanuna ‘Hıyaneti Vataniyye Kanunu’ denmesini önermiş, kanun 29 Nisan’da tüm milletvekilleri tarafından ayakta alkışlanmış, yürürlükle birlikte başta padişah ve saray mensupları firar veya intihar ederek önemli bölümü de idam edilerek ihanetin bedellerini ödemişlerdir.
29 Nisan 1920 tarihinden 2002 yılına kadar faaliyet gösteren TBMM ve TC Hükümetleri Misak-ı Milli hudutlarını değiştirmeye, ülkenin herhangi bir kalesinde Türk Bayrağından başka bayrağın dalgalanmasına izin vermemiş, tüm isyan ve kalkışmaların bedelini kanla ödeterek hudutları, şehir, kasaba ve köylerini Türk milletinin can, mal güvenliğini korumasını bilmiştir.
Osmanlı döneminde sonra TC Devletine karşı da başkaldıran Kürdistan Devleti kurmak hayalinde olan içteki hainler, bölgede menfaat hesabı yapan devletler Ak Parti iktidarı ile yeni bir denemeye daha girişmişlerdir. Kürdistan Devletinin Irak bölümünde Mesut Barzani başkanlığında Özerk Kürdistan Bölgesini tamamlayanlar 900 km. hudut bölgemizde Özerk Suriye Ordusu kurdurarak bu ordunun muharip güçlerinden Salih Müslim başkanlığında 65.000 kişiden oluşan Kürt silahlı gücü (Kürtçe, Partiya Yekitiya Demokrat) kısa adı PYD ile Kürdistan Devletinin Suriye ayağının kurulması aşamasına girişmişlerdir.
Suriye, Irak, Kürdistan oluşumuna yakın DİYARBAKIR, MARDİN, ŞIRNAK, CİZRE, HAKKARİ bölgesinin Kürdistan Devletine iltihakını öngören Kürtler ve ittifak devletleri ABD, Rusya dağlarda hazırlanan birlikleri şehire indirme planları ile TC Hükümetini 2007 yılında Abdullah Öcalan ile mütareke masasına oturtturmuşlardır. 
Mondros Mütarekesi, Limni odasının Mondros limanında iki kişi ile imza edilmiş, garip bir tesadüf Kürt açılımı adı altında müzakere süreci de İmralı adasında iki kişi tarafından başlatılmıştır, Kürtler ve ittifak devletleri ABD, RUSYA’yı temsilen Abdullah ÖCALAN, TC Hükümeti adına Beşir ATALAY.
Mondros mütarekesinin 5.nci maddesinde ordunun dağıtılması şart olarak yazılmış ve Osmanlı ordusu dağıtılmıştır. Muhtemeldir ki, İmralı Adasında başlatılan görüşmenin ön şartı TC Ordusunun dağıtılması esasına dayalıdır. Bu anlaşma çerçevesinde plana uygun POLİS, İSTİHBARAT, İTİRAFÇI, SAVCI VE HAKİMLERDEN oluşan heyet faaliyete geçirilerek operasyonlara Türk milletinin şanlı tarihine damgasını vuran ERGENEKON BALYOZ yakıştırmaları ile kavram kargaşası yaratılıp, GenelKurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları, Muvazzaf, Kurmay, General ve Subaylar hapishanelere konmuş, işlemler devam ederken, Başbakan “BEN BU DAVALARIN SAVCISIYIM”, Başbakan Yardımcısı Arınç “Vah vah iyi ki bu ordu ile savaşa girmemişiz” diyerek İmralı’da ki müzakere heyetine ordunun dağıldığı teminatı verilmeye çalışılmıştır.
Asgari 5 yıl hapishanelerde çürütülen ordu mensupları ile alakalı tüm işlemlerin sahte olduğu ortaya çıkınca savcılar FİRAR ETMİŞ kalanlarda intihar veya adaletin vereceği cezalar arasında tercih yapmaya mecbur kalmışlar. Azmettiriciler ise KANDIRILDIK, PARALEL YAPI algıları ile milleti meşgul etmektedirler. Bundan ders çıkarmayı, DEVLET ADAMI HÜVİYETİNE bürünmeyi beceremeyen siyasiler daha büyük bir tehlikenin oluşmasını bizzat kendileri sağlamış, yeni bir ikili ile Dolmabahçe mutabakatını açıklarlarken MARDİN, CİZRE, ŞIRNAK, HAKKARİ, SİİRT illeri iki yıl süre ile savaş nizamına getirilmiş, Valiler, Kaymakamlar, Emniyet Müdürü, Jandarma Komutanı, Savcı ve Hakimler mevzilerin kurulmasına, silah mühimmat sevkiyatına, tüneller kazılmasına YATAKLIK VE YARDIM ETMİŞLERDİR. TBMM bunlara emir verenleri cezalandırmak için örnek, “Hiyaneti Vataniyye” kanununu gündeme getirmesi, müzakereye açmaması nedeni ile iç savaş başlatılmıştır.
Ak Parti, CHP, MHP VE HDP milletvekilleri bu gaflet içerisinde iken, Ak Parti içerisinden çıkan iki kişi İTİRAFÇILIK yasasından istifade ederim düşüncesi ile sorumluyu işaret ederek “tüm gelişmelerden dünün Başbakanı, bugünün Cumhurbaşkanının bilgisi dahilindedir” diyen Hüseyin ÇELİK, Bülent ARINÇ’ta kendilerini kurtaramayacaktır.
Zafer Ordunun ve Yargının olacak, siyaset kesin kaybedecek, tarih tekerrür edecektir.
OYUN BİTTİ.

5 Şubat 2016 Cuma

Başbakan DAVUTOĞLU ve "GÖLE MAYA ÇALMAK", Mehmet Necati GÜNGÖR

Mehmet Necati GÜNGÖR
GÖLE MAYA ÇALMAK
Mehmet Necati GÜNGÖR
Televizyonlarda Davutoğlu’nu dinledik.
Mardin’den ses veriyordu.
Oysa Akşehir’de olması gerekirdi.
Hoca Nasreddin, Akşehir’de gölü mayalamıştı.
Davutoğlu Mardin’de neyi mayaladı, anlaşılamadı.
Hoca’ya sormuşlar ya, “Maya tutar mı?” diye.
O da cevap vermiş:
“Ya tutarsa?”
Davutoğlu’nun ki o hesap.
Tutar mı, tutmaz mı, onu zaman gösterir de;
Bizce “hayal pilavına kaşık sallamak” tan öte bir anlam ifade etmedi bu konuşma.
Temenniler güzel, kardeşlik vurgusu güzel, yaraların sarılması güzel, kamu düzeninin sağlanması güzel.
Daha dün; o bölgede bir camide imam, Cuma namazında şehitler için dua istiyor.
Cemaat ayaklanıyor, nasıl böyle bir duada bulunursun diye.
Tüylerimizi diken diken eden bir olay.
Cami cemaati bile bölünmüş.
Asıl soru şu:
“Bu kardeşliği nasıl sağlayacaksınız?”
Davutoğu, hükümetin stratejisini 10 maddede açıklamış.
Birinci madde; milletle devlet arasındaki farkları tamamen kaldıracaklarmış.
Nasıl bir fark, anlayamadık.
İkinci madde; kamu düzeninin inşası.
İyi ya, bütün millet bunu bekliyoruz. Teröristle halk ayrılsın, kamu düzenini tehdit eden unsurlar imha edilsin.
Günlerden beri bunun yapılmaya çalışıldığını sanıyorduk.
Üçüncü ayak; yeni anayasa, demokratik reform.
İnsanın “bu ne ayak?” diye sorası geliyor.
Demokratik reformdan “Türksüz vatandaşlık tarifi”, ya da yok sayılan “Türk tipi” başkanlık olmasın?
Sosyal yaraların sarılmasına “hayır” diyen kim?
Bölge ekonomisini ayağa kaldırdınız da, elinizden tutan mı oldu?
“Tarihi dokuyu koruyan şehir ihya çalışmaları.”
Doku mu kaldı Allah aşkına?
Etkin bir iletişim sağlanacak, olup biten dünyaya etkin bir şekilde anlatılacakmış.
Anlaaat, dinleyen kim?
Yerel yönetimlerin yetkileri arttırılacakmış.
Artık, muhatap, milletin ta kendisi olacakmış.
Apo’dan vaz mı geçildi?
“Balkanlardan Ortadoğu’ya birleştirici kardeşlik ruhu.”
Kim istemez sayın Davutoğlu?
Hayallerinizin bir kısmına katılmamak mümkün değil.
Ama, gerçekler ortada ve ne yazık ki değişmiyor.
Ülkeyi bu duruma kim getirdi?
O hendekler kimlerin gözleri önünde kazıldı?
Patlayıcılar yerleştirilirken sizler neredeydiniz?
Şehir diye bir şey mi kaldı? Her yer harabe.
Desenize; AKP’li müteahhitlere yeni iş alanları açılacak…
İyi de, bu binaların yeniden yerle bir edilmeyeceğini nasıl garanti ediyorsunuz?
Biz bu masalları çok dinledik...
“Gölge etme, başka ihsan istemez.” Diyojen.
“Bizim oğlan bina okur, döner döner yine okur.” Türk atasözü.