29 Mayıs 2018 Salı

CHP'NİN SEÇİM BEYANNAMESİ ÜZERİNE BİR İNCELEME... "BÖLÜCÜLÜK BİLDİRGESİ Mİ?.." Soner Polat (Aydınlık Gazetesi, 29.5.2018)

CHP'NİN SEÇİM BEYANNAMESİ "BÖLÜCÜLÜK BİLDİRGESİ Mİ?.." 

Soner Polat 
(Aydınlık Gazetesi, 29.5.2018)

CHP’nin seçim bildirgesi tam anlamıyla vatanseverleri büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. Sırtından bıçaklanan insanlar ne hissederse, Atatürk ve Cumhuriyet sevdalıları da onu hissetti. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak bu olmalıydı! Bu metin, bölücü temalar da içeren bir karşı devrim bildirgesinden başka bir şey değildir. Türkiye’ye onursuzca bölünmeyi dayatmaktadır.

ABDULLAH GÜL’ÜN PARTİSİ
CHP’ye egemen olan güçler daha önce Abdullah Gül ideolojisini CHP’de hâkim kılmıştı. Bu nedenle CHP, Gül’ü muhalefetin çatı adayı olarak göstermek için her yolu denedi. İşin rezilliği ayyuka çıkınca, emperyalist merkezler, “aslında Muharrem İnce’nin önceden kararlaştırıldığını, Gül’ün bir taktik aldatma olduğunu” yaymaya başladı. Ama Saadet Partisi lideri Karamollaoğlu, FOX TV’deki canlı yayında bu yalanı herkesin yüzüne çarptı. CHP’nin başından beri Gül’ün arkasında olduğunu ifşa etti. Zaten Gül’ün adaylığına karşı çıkan bütün vekiller tasfiye edildi. Ayrıca, Gül çizgisini benimsemeyen Muharrem İnce’ye yakın vekiller de kapının önüne koyuldu.

CHP, artık fikirsel ve ideolojik olarak Abdullah Gül’ün partisidir. Bu Parti’de Atatürk ve Cumhuriyet’in bütün izleri silinmiş, bunun yerini, Gül’ün Ortaçağ’dan esinlenen dünya görüşü doldurmuştur. Hiçbir ayırt edici özelliği olmayan bu fikirlerin Gül’den değil de emperyalist merkezlerden kaynaklandığını bilmem söylemeye gerek var mı? Hatırlarsanız, kumpaslarda “Bir savcı bulun, delillendirin!” diyen Gül, Bitlis’in “Güroymak” ilçesini, “Norşin” olarak tanımlamıştı. Gül’e tapanların partisi olan CHP, Gül’e bağlılığının özel bir nişanesi olarak, “Yer ve yörelerin özgün isimlerinin iade edileceğini” seçim bildirgesine koymuştur.

BÖLÜCÜLÜK BAŞKA NASIL OLUR?
İsterseniz, Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığına sorun! Türkiye, “Türk Boğazları” yerine, “Bosphorus ve Dardanelles” ismi geçen NATO yayınlarını veto etmektedir. Yunanistan ve tüm Batı dünyası, Makedonya’yı anayasal ismi ile değil, “Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya” olarak tanımaktadır. Çünkü isim tartışmasının aidiyet tartışmasından önceki aşama olduğunu aklı başında herkes bilir! Demek ki CHP, Gül doktrini çerçevesinde gizli ve sinsi planların içindedir.

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekincelerin kaldırılması, eşitlik vatandaşlık, ana dilde eğitim gibi aymazlıklar bölünmeye giden yolun kaldırım taşlarıdır. Kürt sorunu, “güvenlikçi anlayışa teslim olmadan çözülecek” söylemi PKK’ya teslimiyetin siyasi beyannamesidir. Aşırı kertede bilgisizlik ve cehalet doludur. Bu kafalar değil bir ülkeyi, bir dünya imparatorluğunu 15 günde batırır!

ABD, içimizdeki ve dışımızdaki PKK’yı, bir terör örgütü için tarihin bugüne kadar kaydetmediği ölçüde silahlandırarak, maaşa bağlayarak üzerimize salmıştır. Ayrıca 15 Temmuz hain darbe girişimi ile ülkemizi örtülü olarak işgal etmeye teşebbüs etmiştir. Gül’cü CHP ise bu koşullar altında, “ABD ile stratejik ve askeri ilişkilerle sınırlı olmayan kalıcı bir işbirliğini” hedeflemektedir. Herkesi kör âlemi sersem mi sanıyorsunuz? Bunun anlamı, “Sizin hedefleriniz için biz göreve hazırız!” değil midir? Peki, bu dehaların (!) “özgürlükçü laiklik” söylemini nasıl anlamalıyız?

KIRK KATIR MI, KIRK SATIR MI?
Emperyalist siyaset mühendisliği toplumu, AKP ve Recep Tayyip Erdoğan ile CHP ve Abdullah Gül arasında sıkıştırdı. Ya Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP’si ya da Abdullah Gül’ün CHP’si! “Hangisi daha zararlıdır?” sorusu hâlâ günceldir. Muharrem İnce, “İkisi arasında tercih yapmak zorunda kalsam Erdoğan’ı seçerdim!” demişti. Bu soru bütün CHP’liler için de geçerlidir. Ben kişisel olarak, “CHP’nin vatansever seçmenlerinin bu dayatmayı kabul edeceğine” ihtimal vermiyorum. Doğru soru şudur: “CHP’nin seçim bildirgesi Atatürkçülüğün neresindedir?” Doğu Perinçek’i yok sayarak, gericileri ve bölücüleri pazarlayan Atatürkçü (!) yayın organları var! Onlar bu rezaleti görmüyor mu, yoksa dışarıdan talimat mı aldılar? “Maazallah, muhalefet bölünmesin!” diyorlar. Muhalefet bölünmesin ama ülke bölünsün! Öyle mi? İyi ki Vatan Partisi var!

17 Mayıs 2018 Perşembe

Orta Doğu Barış Konferansı "ANKARA KALESİ-243" Yazan: Prof.Dr.Anıl ÇEÇEN

ANKARA  KALESİ-243
ORTA DOĞU BARIŞ KONFERANSI
                                                                                                 Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Dünya pupa yelken üçüncü bir cihan savaşına doğru sürüklenirken , Orta Doğu bölgesi giderek bir savaş alanına dönüştürülmektedir . Savaş rüzgarları batının emperyalist merkezlerinden pupa yelken  estirilirken , neile karşılaşacağını bilmeyen ve her gün sıcak olaylar ile karşı karşıya kalan bölge ülkeleri ve  halk yığınları ne yapacaklarını bilmeden, her geçen gün artırılan silahlı saldırılar ya da terör olayları ile karşı karşıya bırakılmaktadırlar . Her gece dünya televizyonları  terör ve sıcak olayların etkisi altında kalan kadınları, çocukları ve bölge insanlarının nasıl ezildiklerini ve nasıl yok olmaya mahkum edildiklerini gözler önüne sererken , bir büyük insanlık dramı dünya kamuoyunun önünde  siyaset  sahnesine  konulmaktadır .  Dünyada sekiz milyar insan her gece içleri kan ağlayarak bu sahneleri seyretmek zorunda bırakılırken , hiç kimse  emperyaldevletlerin ,küresel şirketlerin  ve bunların kuklası olan çılgın politikacıların önünü kesememekte ve bu yüzden de  kanlı olaylar sıcak çatışmalar üzerinden  sürüp gitmektedir . Bir anlamda insanlığın yok oluş projesinin , Orta Doğu bölgesi  üzerinden sahneye konulmasıyla birlikte , üçüncü dünya savaşı bir kıyamet senaryosu olarak tüm insanlığa dayatılmaktadır . Bir anlamda kutsal kitapları bile siyasal çıkarları doğrultusunda kullanan  süper emperyalizm ile siyonizmin , tanrıyı kıyamete zorlamak senaryosu üzerinden  bütün dünyayı yok etme projesini adım adım uygulama alanına aktarıldıkları  görülmektedir .Bütün insanlığı bu aşamada  bir avuç emperyalistin ya da siyonistin  sömürgeci  emellerine  alet eden böylesine çılgın  bir üçüncü dünya savaşı  senaryosuna , bütün dünya ülkelerinin ve halklarının bir araya gelerek karşı çıkmaları ve savaş sürecinin önünü kesmeleri , yeni bir insanlık  misyonu olarak öne çıkmaktadır .
                Siyaset bilimi siyasal olayları çatışma ve uzlaşma hareketleri olarak iki ana kategoriye ayırarak incelerken , bütün siyasal gelişmeleri  ya barış amaçlı uzlaşma ya da savaş amaçlı çatışma  girişimleri olarak  ele almaktadır . Bugün başta Orta Doğu bölgesi olmak üzere bütün dünyada yaşanan yeni gelişmelere bakıldığı zaman, körü körüne bir sıcak çatışma senaryosunun uluslararası alanda küresel medya aracılığı ile estirildiği görülmektedir . Bütün dünyayı kendi kontrolü altına almak isteyen küresel sermaye , sahip olduğu parasal güç ile hem siyaseti finanse ederek kendi adamları aracılığı ile  işine gelen siyasal senaryoları tezgahlamakta,,hem de  yeryüzünde yayın yapan bütün basın yayın ve medya kuruluşlarını ele geçirerek kendi hedefleri doğrultusunda propaganda  kampanyalarına alet etmektedir . Bu nedenle her gece televizyonları karşısına geçen ya da internet üzerinden  haber kanallarına giren,milyonlarca insan  büyük bir umutsuzluk  ve karamsarlık ortamına sürüklenip  gitmektedir .Basın-yayın ve medya organları , yeni dönemde haber verme  ya da dünya sorunları üzerine tartışma ortamları yaratarak bu gibi  düzenlemeler üzerinden daha sağlıklı bir küresel  kamuoyu yaratmak gibi  ana görevlerinden hızla uzaklaştırılarak , siyasal iktidarların sesi konumuna getirilmektedirler . Bir anlamda , İkinci dünya savaşı gibi bir büyük felaket senaryosunu insanlığa yaşatan Hitler’in propaganda bakanı Göbels  gibi yeni siyaset ve medya aktörleri yaratılarak , sekiz milyarlık insanlık dünyası bir çılgın kıyamet senaryosuna doğru iteklenmektedirler .  Kutsal kitaplar tanrının kıyamete zorlanması gibi yok oluş planları ile  devreye sokulurken , cahil halk kitleleri  savaş çıkartma doğrultusunda yaratılan sıcak olayların kahramanları görünümünde, sıcak  çatışmaların kurbanları olmaya doğru  yönlendirilmektedirler . Medyanın siyasete alet edilmesiyle  artık kamuoyunu yansıtma dönemi sona ererken , savaş görüntüleri üzerinden yeni bir çatışmacı kamu oyu yaratma girişimlerine emperyalist çevrelerin çıkarları doğrultusunda  hız verildiği görülmektedir .
                İngiliz kaynaklarına göre felaketler coğrafyası , Fransız kaynaklarına göre ise karanlıklar  dünyası olarak tanımlanan  Avrasya bölgesinin merkezini oluşturan Orta Doğu alanı, tarihin her döneminde  savaşlar  meydanına dönüşmekten bir türlü kurtulamamıştır . Üç büyük kıta arasında yer alan  merkezi bölge, kıtalar arasındaki geçişler nedeniyle her zaman için hareketli bir alan olmuş ve dünya tarihinin belirleyicisi olan hemen hemen bütün ana olaylar ve bunlara bağlı siyasal gelişmeler, her zaman için  orta dünya adı verilen merkezi bölgenin toprakları üzerinde yaşanan olaylar ile  yönlendirilmiştir . Bugüne kadar yaşanan olaylar ve dönemler dünya tarihini belirlerken ,bir çok savaş gündeme gelmiş ve siyasetin çatışmacı yönü bu savaşlar üzerinden insanlığın geleceğini belirlemiştir . Avrupalı devletlerin  felaketler ya da karanlıklar coğrafyası adını verdiği merkezi bölgede  yaşanan olaylar geçmişe dönük bir biçimde ele alınırsa , bugün yaşanan  gelişmelerin hiç birisinin yeni olmadığı hepsinin geçmişte yaşanan olayların devamı olarak gündeme geldiği ,ya da  geçmişten gelen birikimin bugünün koşullarına uydurularak yeniden  siyaset sahnesine taşınmak istendiği görülmektedir. Böylesine çok olumsuz  bir  durum ile insanlığın karşı karşıya kaldığı  bir dönemde, dünyayı  Siyonist bir çılgınlık doğrultusunda felakete götüren siyasal projenin yansıması olarak ,Orta Doğu alanında gündeme getirilen  yeni gelişmelerin nereye kadar gideceği , hangi noktada duracağı ya da bunların dışında yeni girişimlerin ne zaman ortaya çıkacağı ve bu gibi yenilikler üzerinden  ne gibi farklı tabloların gündeme geleceği şimdiden belli değildir. Bölge  devletlerinin çatısı altında yaşamakta olan  masum halk kitlelerinin gelecekte  bu  gibi yeni sıcak olaylar ya da felaket senaryoları ile karşı karşıya kalacakları gibi umutsuz bir durum tüm bölge için büyük bir tehdit kaynağı olarak ortaya çıkmaktadır.
                Merkezi coğrafyada böylesine kötü bir çatışma ortamının ortaya çıkmasının ana nedeni  Avrasya bölgesini kontrolu altına alan iki büyük imparatorluğun tarih sahnesinden çekilmiş olmasıdır . İlk olarak Osmanlı İmparatorluğu batılı emperyalistlerin bölgeye girmesi üzerine başlayan Birinci dünya savaşı felaketi üzerine  tarih sahnesinden çekilmiştir . Osmanlı devleti merkezi alanın devleti olarak tarih sahnesinden çekilince, eski Osmanlı ülkelerinden gelen büyük nüfus göçleri , yok olan merkezi imparatorluğun  yerine bu kez merkezi bir ulus devlet kurulmasına neden olmuştur . İngiltere ve Fransa  Birinci cihan savaşının galipleri olarak bölgeye Avrupa’nın ulus devletleri  modelini getirmeye çalışmış ama zaman içerisinde bu planlarında başarısız kalmışlardır . Batılı ülkeler Osmanlı sonrası kurulmuş olan Orta Doğu devletlerine ciddi bir ulus devlet olarak değil ama birer petrol deposu ve benzin istasyonu gibi muamele yapmışlardır . Birinci Dünya Savaşı sırasında  gerçekleşen Sovyet devrimi üzerine Avrasya kıtası yeniden biçimlenirken,  Sovyetler Birliği merkezi alandaki Osmanlı İmparatorluğu boşluğunun doldurulmasında  üzerine düşen misyonları yerine getirerek  etkin olmayı sağlamıştır . Sovyetler Birliği Osmanlı sonrası otorite boşluğu alanının doldurulmasında  istenen  yeni yapılanmayı dünya dengelerinde oluştururken  , küreselleşme aşamasına  gelene kadar merkezi alanda, doğu-batı dengeleri doğrultusunda yeni bir  siyasal yapılanmanın öncüsü olmuştur . Ne var ki , yirminci yüzyılın tam ortalarında Sovyet destekli bir askeri ihtilalin Irak’ta  gerçekleşmesi üzerine , Orta Doğu bölgesinde bir doğu-batı çekişmesi öne çıkmıştır . Irak’a giren Sovyetler sonradan Suriye’ye de girerek bu iki merkez ülkesinin Osmanlı çizgisinden uzaklaşmasını ve giderek Sovyetler Birliği etkisi altında  yeni Rus sömürgelerine dönüşmesini gündeme getirince, başta İngiltere olmak üzere  ABD ve diğer batı ülkelerinin tepkileri ile karşı karşıya kalmışlardır . Rusya’nın Irak darbesi sonrasında  artık Orta Doğu’da bir doğu batı  çekişmesi dönemi  yaşanmaya başlamış ve bu durum soğuk savaş  bitene kadar devam etmiştir . Sovyetler Birliğinin dağılması üzerine biten soğuk savaş dönemi geride kalırken  ,küreselleşme sürecinin başlamasıyla birlikte  bölgede Amerika Birleşik Devletleri ile İsrail ortaklığının hegemonya girişimleri öne çıkmaya başlamıştır .
                Dünya tarihine bakıldığı zaman  merkezi coğrafya da ya bir büyük devlet vardır ve onun getirdiği düzen  orta dünyanın  barış yapılanmasını yaratmaktadır ya da  merkezde yer alan büyük devlet doğu –batı ekseninde  bölgeye yeni gelen güçlerin etkisi altında kalarak parçalanmaktadır. Bu durumda bir büyük devletin gücünden gelen otorite düzeni sarsıldığı için, yer yer ayaklanma ya da dışarıdan gelen saldırı olayları aracılığı ile merkezi alan  bir savaş alanına dönüşmektedir . Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte meydana gelen otorite boşluğunu doldurmak üzere , Amerikan ordusu  onbin kilometre uzaklıktan gelerek körfez savaşı senaryosu ile bölgeye yerleşmiştir . Bu arada ,ikinci dünya savaşı sonrasında ABD’nin bölgeye gelişi ile kurulmuş olan İsrail devletinin de  yarım yüzyıllık bir zaman diliminde komşusu Arap ülkeleri ile  sürekli savaşlara yönelmesi de, bölge barışını ortadan kaldırmış ve böylesine bir süreç içerisinde  Orta Doğu bir savaş alanı olarak bugünlere kadar gelmiştir . Osmanlı hegemonyasının bölgede beş asırlık bir düzen sağlaması ,  daha sonra gündeme gelen Sovyetler Birliğinin  bir yüzyıla yakın bir süre bölgedeki otorite boşluğunu doldurması ile merkezi alanda geçici  barış  dönemleri yaşanabilmiştir . Ne var ki , hem Osmanlıların hem de Sovyetlerin tarih sahnesinden çekilmeleri üzerine  ortaya çıkan  otorite boşluğu yapılanmasını , kutsal toprakların yeni devleti İsrail kendi çıkarları doğrultusunda iyi kullanmayı bilmiş , kurulduğundan sonraki  yetmiş  yıl içinde bölge devletleri ile sürekli savaşarak merkezi alanda barış ortamını kaldırmıştır . Orta Doğunun bütün Arap devletleri ile savaşmasını iyi bilen İsrail, uluslararası Siyonist lobilerin desteği ile  orta dünyanın yeni egemeni olmayı hedeflemiştir . Sosyalist sistemin dağılması üzerine Amerikan ordusunun bölgeye gelerek yerleşmesi ve İsrail’in güvenliği doğrultusunda  bütün Arap ülkelerine savaş açması da,  günümüzdeki kıyamet senaryosunun giderek  tırmanmasına  yol açmıştır .
                Orta Doğu sürekli savaşların ortaya çıktığı bir çatışma alanı olarak dünya tarihinde yerini alırken , savaş dönemleri arasında devreye giren barış dönemleri de dünya tarihi içinde yerini almıştır. Dünyanın tam ortasında büyük ve güçlü devletler ya da imparatorlukların bulunduğu dönemlerde merkezi coğrafya da barış düzeni hüküm sürmekte , böylesine büyük devletler ya hegemonya düzenleri yıkıldığı zaman , yeniden bölgeye egemen olma doğrultusunda bütün güç merkezleri devreye girdiği için çatışma olmakta ve uzun süren çatışma ortamları sonrasında diğer rakiplerini yenerek devre dışı bırakan siyasal güçler ya da büyük devletler, orta dünyada kendi barış modellerini oluşturarak merkezi barış düzenleri kurabilmektedirler . PAX ROMANA  Roma imparatorluğunun var olduğu  dönem de , PAX TURCİCA ya da  PAX  OTTOMANA  Osmanlı devleti döneminde , PAXANGİLİCA Britanya imparatorluğunun bölgeye geldiği dönemde , PAX AMERİCANA  gibi barış planları küreselleşme  aşamasında  güçler çekişmesi üzerinden devreye girmiştir . Bugün de , bölgeye gelmiş olan Amerikan ordusunun gücü üzerinden  kutsal topraklarda üçüncü kez  kurulmuş olan yeni İsrail devletinin ,daha da büyütülerek  bütün bölgeye egemen olabilmesi  için bir PAX İSRAİLİCA barış planı , bütün Arap devletlerine saldırılarak gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır .Büyük İsrail Projesi doğrultusunda  bölgedeki  tüm Arap  devletlerinin tamamının bölünerek parçalanması ve eyaletler biçiminde İsrail’in başkenti yapılacak Kudüs merkezine bağlanabilmesi için , askeri ve terörist saldırılar üzerinden bölge devletlerinin tamamına yönelik bir savaş dönemi ,uzun sürecek bir çatışmalar dizisi olarak orta dünya topraklarında gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır .Kutsal toprakların üç büyük dinin ortaya çıktığı yerler olması  nedeniyle ,bir Yahudi devleti olarak İsrail’in kurulmasına hem İslamiyetin hem de Hrıstıyanlığın itirazları olmuş ve bu doğrultuda  üç  büyük dinin çatışmaları tarihte olduğu gibi bugün de  kaldığı yerden devam  ederek dünya barışını tehlikeye sokmuştur. İki milyarlık nüfusa sahip olan  İslam dünyası ile  üç milyarlık nüfusu kapsayan Hrıstıyandünyasının ,dünyanın ortasında  beş milyonluk küçücük bir İsrail devletinin hegemonyası altına  girmesi beklenemeyeceği için , Orta Doğu’nun geleceğinde ciddi bir savaş dönemi yeniden öne çıkmaktadır .
                Osmanlı İmparatorluğu bir biri ardı sıra savaşlar kazanarak merkezi coğrafyanın ülkelerini teker teker kendisine bağlayarak, kendi barış düzenini bir imparatorluk çatısı altında orta dünya halkları için geçerli kılıyordu . Osmanlının merkezi alan barışı savaşlar üzerinden  oluşturuluyordu . Osmanlı sonrasında devreye giren Sovyetler Birliği ise , PAX SOVYETİCA adı verilen  siyasal düzenini merkezi  coğrafya  toprakları üzerinde geçerli kılarken  bir barış kongresi  toplayarak işe başlıyordu .Birinci Dünya Savaşı bittikten sonra , merkezi coğrafya Osmanlı dönemi sonrasında yeniden düzene konulurken  , bu bölgede var olan halkların temsilcileri  I Eylül 1920 tarihinde Azerebaycan’ın BAKÜ kentinde  Doğu Halkları Kurultayı adı altında bir bölgesel kongre, Sovyetler Birliği’nin öncülüğün de toplanmış ve bu kongreye Osmanlı İmparatorluğunun devamı olarak görülen Türkiye Cumhuriyeti  de temsilci göndererek katılmıştır . Bakü kurultayında İstanbul temsilcisi değil ama Ankara temsilcisi muhatap olarak alınırken , batı emperyalizmine karşı bir ulusal kurtuluş savaşı veren Kuvayı Milliye hareketinin merkezi esas alınmış ve çökmüş bir imparatorluğun kalıntısı olan İstanbul muhatap olarak görülmemiştir . Ayrıca Osmanlı İmparatorluğunun dünya savaşını kaybetmesine neden olan son hükümetin temsilcisi olarak Enver paşa da muhatap olarak görülmemiş ama Ankara’daki yeni devlet esas alınmıştır .Batı emperyalizminin dünyaya egemen olduğu bir dönemde bütün doğu bölgelerinde devletler düzeni kurulamadığı için  o dönemde doğu halkları muhatap görülerek  ve Doğu Halkları Konferansı adı altında bir bölgesel toplantı yapılarak ,savaş sonrası dönem için barış ortamının oluşturulmasında bölgesel barış ittifakı  kurulmaya çalışılmıştır . Böylece  emperyalist batı blokunun karşısına doğu halklarını yanına alarak çıkan  bir  Sovyetler Birliği ,   kurucusu olduğu sosyalist blok ile   doğu halklarını kaynaştırmaya çalışmıştır . Akdeniz’in doğusunda kalan bütün ülkelere o dönemde doğu ülkeleri adı verildiği için Sovyetler Birliğinin doğu halkları üzerinden merkezi coğrafyanın da yeni hegemon gücü  olarak görülmesi de , Bakü kurultayı kararları doğrultusunda benimsenmiştir .
                Batı emperyalizmine karşı kurulan doğu bloku olarak Sovyetler Birliği, Bakü kurultayı aracılığı ile bütün merkezi coğrafya ve doğu bölgesi halklarını yanına çekerek  dünya konjonktüründe bir doğu-batı dengesi oluşturmaya çalışmıştır .Osmanlı sonrası yeni dönemde merkezi alandaki otorite boşluğunun doldurulması için bütün doğu halklarını yanına çekmek isteyen yeni imparatorluk olarak Sovyetler Birliği , bu doğrultuda merkezi bölgenin ve burada yer alan ülkelerin  barış ortamına yönlendirilmesinde  etkili olmuştur . Bakü kurultayında alınan kararlar doğrultusunda batıdan gelen emperyalist saldırılara karşı anti-emperyalist çizgide bir doğu dayanışması karara bağlanmış ,ayrıca bölge barışı için bütün doğu halklarının işbirliği yaparak oluşturacakları  dayanışma düzeni için de sosyalist yapılanmanın etkin biçimde kullanılacağı dünya kamuoyuna açıklanmıştır. Bakü kurultayı , yeni imparatorluk düzeni olarak Sovyet yapılanmasının bölge halklarına sahip çıkması ve onlar arasında uluslararası bir dayanışma düzeninin oluşturulması doğrultusunda girişimlerde bulunarak  ,bölgede yeniden sıcak çatışmalar yaratılmaması için çaba göstermiştir . Bu bölgesel kongreye  resmi temsilci ile katılan Türkiye Cumhuriyeti de  batı emperyalizminin orta dünyayı ele geçirmesine karşı  oluşturulan bu doğu birlikteliğinin içinde yer alarak , yeni dönemde savaşları önleyecek bir merkezi dayanışma düzeni için  harekete geçmiştir . Bu doğrultuda  , Türk dış politikası Atatürk’ün önderliğinde bir Sovyet dostluğuna dayandırılmış ve bu durumun sağladığı güvence ortamında da  Türkiye’nin sınır komşusu olan ülkeler ile ,dışarıdan gelebilecek emperyalist müdahalelere karşı  bölgesel bir dayanışma ittifakı  devreye sokulmaya çalışılmıştır . Birinci Dünya Savaşı sonrası koşullarında İkinci Dünya Savaşına engel olmak ve bu doğrultuda yeniden  Orta Doğu’da savaşlar dönemini başlatmamak  amacıyla , Orta Doğu ülkeleri ile Sadabat Paktı adı altında  bir merkezi  dayanışma ittifakı antlaşması İran ile ortaklık üzerine dayandırılmış ve böylece doğu ülkelerine yönelik bir açılım yapılmıştır . İran Şahı ,Afgan Kralı ,Ürdün Kralı gibi  doğulu krallar Türkiye’ye gelmişlerdir.
                Sadabat Paktı sayesinde  Sovyetler Birliğinin Orta Doğu’ya inmesi önlenirken , Balkan Paktı ile de  Hitler ve Mussolini gibi Avrupalı faşist diktatörlerin merkezi bölgeye saldırmalarının önü kesilmeye çalışılmıştır . Dün  İkinci  dünya savaşı günlerinde merkezi coğrafya büyük emperyalist tehditler ile karşı karşıya kalırken , bugün de bölgeye gelen ABD ve onun yavrusu konumundaki İsrail devletinin emperyal amaçları öne çıktığı için,  her iki gücün önderliğinde  yeni bir savaş dönemi  Avrasya   ülkelerine dışarıdan dayatılmaktadır . İsrail’in bölgeye egemen olması için  bütün bölge devletlerinin parçalanarak eyaletler halinde İsrail’in başkenti yapılacak Kudüs’e bağlanması istenmektedir .  Bu nedenle tehdit altına giren bütün bölge devletlerinin bir araya gelerek bir Orta Doğu Barış Konferansı toplamaları acil olarak gerekmektedir . Aksi takdirde dün Irak’ta başlayan terörist savaşın bugün Suriye’de devam etmesi ve yarın da İran ,Mısır,Arabistan ,Lübnan , Ürdün,Yemen,Libya ve Pakistan gibi yedi ülkenin parçalanması da savaşlar aracılığı ile de  gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır . Bir Nato ülkesi olan Türkiye açıktan hedef alınmazken , dolaylı yollardan Türkiye’nin de hem savaşa girmesi hem de  parçalanmasına giden yollar devreye sokulmakta ve bir ulus devlet olarak kurulmuş olan  Atatürk Cumhuriyeti de ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır . Batı emperyalizminin merkezi alana egemen olmak için  yüz yıldır sürdürdüğü saldırıların önlenebilmesi için, tıpkı Atatürk’ün  iki savaş arası dönemde yaptığı gibi Türkiye’nin sınır komşusu olan ülkeler ile bir araya gelerek terör ve savaş girişimlerinin önlenmesi  ,Avrupa Birliği gibi bir merkez birliğinin oluşturulması ve bu doğrultuda bir Orta Doğu ortak pazarının devreye girmesi bölgede barışın tesisi açısından zorunlu görünmektedir .
                Osmanlı sonrası  dönemde  bölge düzeni nasıl ilk BAKÜ kongresi ile sağlandı ise , bu gün de üçüncü dünya savaşına doğru tırmanmakta olan terör ve savaş girişimlerinin önünün kesilebilmesi amacıyla ikinci bir BAKÜ kurultayının  toplanması , devam etmekte olan sıcak çatışmaların bir an önce önünün kesilebilmesi için  zorunlu görünmektedir . Atatürk döneminde olduğu gibi ,  Türkiye’nin burada başı çekmesi ve İran ile bir araya gelerek bölge barışının sarsılmaz  temeller üzerine kurulmasını sağlaması gerekmektedir . Yirminci yüzyıl içinde İran ile gerçekleşmiş olan  SadabatPaktı,Bağdat Paktı ,Ekonomik İşbirliği  Örgütü , Bölgesel kalkınma Teşkilatı  veCento gibi   merkezi yapılanmaların benzeri olabilecek bir çizgide ,ikinci  BAKÜ Kongresinin  bölgedeki  komşu devletlerin işbirliği ile yapılması gerekmektedir . Öncelikle devam eden terörün ve askeri saldırıların bir an önce önlenmesi , sıcak olayların bir üçüncü dünya savaşına dönüşümüne izin verilmemesi  , merkezi alana batılı emperyalist güçlerin dışarıdan müdahale etmelerinin önüne geçilmesi , yeni  BAKÜ Kongresi kararları ile sağlanması acil olarak gerekmektedir . Ayrıca , bölgedeki otorite boşluğunu dolduracak ve bölgesel çatışmalara izin vermeyecek, güçlü bir güvenlik örgütünün bölge ülkelerinin eşit katılımı ile  ortaya  çıkarılması da dünya barışı açısından önem taşımaktadır . BAKÜ hem Orta Doğu Barış Konferansının yapıldığı sembolik kent haline getirilmeli ve İran ile Türkiye arasında bir köprü olan Azerbaycanın başkenti olarak bölgesel yapılanmanın da  merkezi yapılmalıdır .Böylece  , İsrail’in Kudüs’ü ,ya da ABD’nin Bağdat’ı  merkez yaparak bütün oluşturulacak eyaletleri buralara  bağlama  biçimindeki emperyal  planlarının önüne geçilerek ,  bölgesel bir insiyatifin kendi merkezli bir düzeni merkezi alanda ortaya çıkarması sağlanabilecektir . Orta Doğu Barış Konferansına , Merkezi Devletler Birliğine girecek bütün bölge devletleri ile birlikte  , batı emperyalizminin doğu bölgelerine yaptığı saldırıların hedefi olan bütün doğu ülkeleri de katılmalıdır . Böylece , ilk BAKÜ Kurultayında olduğu gibi  bütün Doğu ülkelerinin merkezi coğrafya ülkeleri ile birlikte hareket etmesiyle,  batı emperyalizminin dünya ülkelerine egemen olmasına giden yolun önü kapanarak , mazlum ulusların dayanışmaları üzerinden bir dünya barışı merkezi alanda gerçekleştirilebilecektir .ANKARA  ile TAHRAN’ınBAKÜ’de bir araya gelmesiyle birlikte   İran ve bölge devletlerine yönelik savaş senaryoları önlenerek , bölgesel barış ,dayanışma ve yapılanmaya giden yolların  önü açılabilecektir .
Yurtta ve dünyada  barış düzenlerinin oluşturulabilmesi için gelinmiş olan aşamada bölge de barışın da öncelikli bir konuma sahip olduğu görülmektedir .Küresel emperyalizm ile Siyonizm ortaklığının hedefleri haline gelen bölge devletleri ile birlikte, uluslararası alanda söz sahibi olan büyük devletlerin de devreye girmesi üzerine , merkezi bölgede  barışı kalıcı bir biçimde gerçekleştirmek üzere  çeşitli girişimler  ile  bazı uluslararası yapılanmalar kendiliğinden öne çıkmaktadır . Yüzlerce yıldır dünyayı yönlendirme çizgisinde etkin olan batı emperyalizmi , hem İsrail’i kontrol etmek hem de  bir an önce kalıcı barış düzeni oluşturabilme doğrultusunda  batılı merkezlerde toplantılar düzenleyerek , savaş sürecinin kontrol altında tutulmasına çalışmaktadır . Amerikan devletinin giderek İsrail lobilerinin etki alanına girmesi yüzünden Avrupa’nın önde gelen büyük devletleri bir araya gelerek Birleşmiş Milletler ideali ile ilkeleri doğrultusunda bu Siyonist gidişe dur demeye çalışmaktadır . Batılı başkentlerdeki toplantılardan beklenen sonucular elde edilemeyince , bu sefer doğu ülkeleri ile birlikte  bu ülkelerin başkentleri de devreye girerek  merkezi alanda devam edip gitmekte olan  kıyamet senaryosu savaşının durdurulması için  çabalarda bulunmaktadırlar . Tahran’a dönük bir biçimde batının silahları merkezi coğrafyaya döndürülünce,Moskova ,Pekin ve Astana gibi  doğunun büyük başkentleri devreye girme zorunda kalmışlardır . Batının önde gelen başkentlerinde  Orta Doğu barışı için arayış toplantıları yapılırken , Rusya’nınSoçi kenti ile birlikte Kazakistan’ın başkenti Astana  kenti de  doğu ülkelerinin bir araya geldiği merkez olarak , barış arayışları çabalarının  alternatif  yapılanması olarak öne çıkmıştır . Rusya ve  Çin ile  merkezi  coğrafya yüzünden karşı karşıya gelen  batılı sömürgeciler , Tahranı hedef tahtasına oturturlarken ,  Astana  da başlayan görüşmeler zinciri,  barış arayışlarının  alternatifi olmuştur .
Merkezi alanda doğu ve batı ülkeleri karşı karşıya gelirken, Birleşmiş Milletler  çatısı  kalıcı bir arayışı için yeterli adres olamamış ve bu doğrultuda dünyanın önde gelen büyük devletleri kendilerinin öncü olacağı bir barış düzeni oluşturmak üzere  devreye girmişlerdir . Küreselleşme sürecini kendi çıkarları doğrultusunda  yönlendiren uluslararası tekelci şirketler , Orta Doğu devletlerini de bu doğrultuda paramparça ederken , bölgesel çekişmeleri iyice üçüncü dünya savaşı doğrultusunda yönlendirme arayışları içinde olmuştur .  Küresel şirketler büyürken , devletlerin küçültülmesi operasyonu gündeme getirilerek , geleceğe dönük bir istikrarsızlık ortamı üzerinden  yeni dünya düzeni  oluşturma  arayışları  tırmandırılmaya devam edilmiştir . İnsanlık geleceğe dönük bir  biçimde kalıcı bir barışın arayışı içine girerken , devletler arası çekişmeler ve her ülkenin kendi çıkarları doğrultusunda  öne çıkartılan siyasal plan ve projeler  hızlı bir barışın elde edilmesine yardımcı olmamış, aksine birbirinden çok farklı çizgilerde öne çıkan ülkelerin çıkarları devletlerin ulusal çıkarları ile bir araya gelerek aşılması çok zor olan geçiş aşamalarını zorlamıştır . Bir kaç ülkenin bir araya gelmesi ya da komşu ülkelerin birbirleriyle sürtüşme noktalarına düşmesi gibi  her zaman rastlanan durumların ötesinde toptan bir yeni  Orta Doğu yapılanması gerçekleştirme arayışı , dünyanın büyük devletlerinin de meseleye  kendi çıkarları açısından müdahale etmesinin önünü açmıştır . Kalıcı bir barış düzeninin ilgili ülkeler arasında  yardımlaşma ve destekler yolu ile  elde edilebilmesi her geçen gün daha da zor bir duruma sürüklenirken, uluslararası alanın getirmiş olduğu dayanışma düzeninden yararlanılmaya çalışılmıştır . Batının başkentlerinin yanısıra İstanbul,Soçi ve Astana gibi Asya kıtasının önde gelen kentleri üzerinden barış arayışlarının kesin bir kalıcılığa kavuşabilmesi için elden gelen her yol denenerek çeşitli alternatifler üzerinde  durulmuştur . Bu kadar arayışa rağmen henüz bir ciddi çözüm denemesine geçilememesinin nedeni olarak  ülkeler arasındaki çıkar çekişmelerinin  etkili olduğu görülmektedir .İnsanlık tarihinde görülen barış  arayışlarının somut bir çözüm getirebilmesi için  yapılan arayışlar ancak  tarafların  çabaları ile sonuçlandığından hiçbir özveri göstermeden  barış antlaşmaları yapılmasının mümkün olmadığı  anlaşılmıştır .
 Türkiye ile birlikte bütün orta dünya ülkelerini tehdit eden  üçüncü dünya savaşı girişimlerinin  sona erdirilebilmesi için  Türk devletinin  proaktif girişimlerde bulunarak  , kalıcı bir barış düzeni oluşturulabilmesi için buna uygun bir ortamın yaratılmasına çaba gösterilmesi gerekmektedir . Savaş kalkışmalarına direnerek ya da karşı koyarak bir yerlere gidilemeyeceğini   çeşitli gelişmeler ortaya koymuştur .Türkiye Cumhuriyeti  devleti  Orta Doğu’da kalıcı bir barış düzenine kavuşulabilmesi için tarihte yaşanmış olan olaylardan ders çıkarmasını bilerek hareket etmelidir . Bütün bölgesel gelişmelerin  arkasında yatan nedenler  dikkate alındığı zaman  geçmişin bugünlere getirmiş olduğu  derslerin sonuçlarından yararlanılarak , kalıcı bir barış ortamı yaratılması doğrultusunda emin adımlarla ilerlenebilecektir . Tarihin insanlığa öğrettiği üzere , merkezi alanda barışa ulaşmanın ve bu durumu geleceğe dönük olarak koruyabilmenin  ancak geniş bir dayanışma  ve anlayış ortamı ile mümkün olabildiğini  görmek gerekmektedir . İletişim yolları ile  tüm  bilgi birikiminden her aşamada geniş boyutlarda  yararlanılabilmesi , var olan devlet düzenleri sayesinde en geniş boyutlarda  sağlanabilmektedir .Bu durumda ,her devlet kendinden önceki dönemin ortaya çıkarmış olduğu siyasal birikimden yararlanarak sonuç alabilecektir . Özellikle Avrasya kıtasında yer alan  bölge devletlerinin  merkezi alandaki barış arayışlarını , geçmişten bugüne uzanan bir çizgi içerisinde  ele alarak değerlendirmek mümkün olabilecektir . Belki de  , soğuk savaş sonrası merkezi bölge yapılanması  arayışları , tıpkı Rusya’nın Doğu Halkları Kurultayını topladığı dönemdeki gibi yeni bir açılımın  gerçekleştirilmesiyle mümkün olabilecektir .
Doğu Halkları Kurultayı incelendiği zaman, bugüne ışık tutan konuşmaların bu çatı altında yapıldığı göze çarpmaktadır . Batının önde gelen sermayeci kapitalist devletlerine karşı çıkan doğu halkları  ekonomik açıdan çok zor durumlarda olmalarına rağmen  gene de barış arayışından vazgeçmeyerek,  geleceğin barışını yakalayabilme doğrultusunda arayış ve çalışmalarını  bugüne kadar  sürdürmüşlerdir .Sömürgelerin uyanışı dönemine paralel bir çizgide barış arayışları sürüp giderken  Asya’nın  temsilcisi konumundaki  mazlum uluslar, emperyalizme karşı kendilerini koruyacak bir koruyucu kalkan düzeni oluşturabilmek için  ellerinden  gelen her yolu denemişlerdir . Milli devletler ve sömürgelerin uluslararası düzendeki yerleri  ele alınarak tartışılırsa o zaman  bağımsız ulus devletlerin konumları daha da kesin hatları ile belirlenebilmektedir . Devletler arası rekabet ve çekişmelerin geride bırakılarak  hep birlikte dayanışma içinde barış arayışlarının gündeme getirilmesi, daha gerçekçi bir biçimde  barışa yönelebilmeyi sağlamaktadır .Emperyalizmin  barışçı bir hareketmiş gibi bütün dünya ülkelerine benimsettirmeye çalıştığı turuncu devrimlerin, yeni bir tür sömürgecilikten başka bir  şey olmadığı  anlaşıldığından artık benzeri bir renkli devrimler oluşumu ile gerçek anlamda barışı elde edebilecek yeni bir yaklaşım mümkün olamayacaktır .Emperyalizm gerçek boyutları ile ele alındığı zaman ,anti-emperyalizmin de böylesine bir  ciddi yaklaşımın  ürünü olarak ortaya çıktığı daha iyi bir biçimde anlaşılabilmektedir . Yirminci yüzyılın başlarında yaşanan Birinci dünya savaşı sürecinde yapılan  Doğu Halkları kurultayının bir  benzerinin günümüz koşullarında Merkezi Devletler Birliği biçiminde ele alınarak yeniden yapılmasının  gerektiği anlaşılmaktadır . Bu tür bir  yaklaşımın sonucu olacak ikinci bölge konferansında , Orta Doğu barışı her  yönü le alınarak tartışılacaktır . Merkezi alanda barışı engelleyen ve zaman içerisinde eskiden olduğu gibi savaşları ve çatışmaları ortaya çıkaran nedenler ve konjonktür üzerinde her açıdan durulması gerekmektedir .  Doğu halklarının yerini yeni barış konferansında Merkezi Devletler alacağı için artık bölge barışının  güvencesi halklar olmayacak ama bunların yerine bölgesel devlet düzenleri, sorumluluğun yükünü taşıyacaklardır .Küreselleşmenin bittiği ve bunun yerini bölgeselleşmenin aldığı yeni dönemde , bölge barışı için eskisinden çok farklı bir yaklaşım ile hareket edilmesi , devletler ile güç merkezlerinin  ne gibi bölgesel yapılanma plan ve programlarına sahip olduklarının öncelikle  anlaşılması gerekmektedir.

12 Mayıs 2018 Cumartesi

AB’nin Türkiye hayalleri "Prof. Dr. Ata ATUN" KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

AB’nin 
Türkiye 
hayalleri!.. 

Kıbrıs Rum tarafı, Kıbrıs adasının Kuzey yarısında yaşamlarını sürdüren Kıbrıslı Türkler ile Türkiye’yi yok sayarak tek taraflı ilan ettikleri egemenlikleriyle, tek başlarına anlaşmalar yapmakta, ittifaklar imzalamakta. 

Tabi burada önemli olan Rumların ne yaptığı değil, üst akılların bölgedeki girişimleri.

Rusya’nın asırlardır süregelen arzusu Doğu Akdeniz’de güvenli bir yerinin olması. Adının ne olduğu çok önemli değil. İstediği, Kıbrıs’taki Ağrotur (Akrotiri) ve Dikelya gibi tamamen kendine ait toprağının bulunması. Körün istediği bir göz Allah vermiş iki göz misali şimdi Rusya’nın hem tamamen kendi kontrolünde bir deniz limanı var, hem de Ağrotur gibi… Tabi bir de hava üssü.

Gelelim aynı bölgeden bir taş atımı uzaklıktaki Suriye’ye. Suriye’nin petrol üretimi bilinenden çok daha fazla ve zengin. Petrol yerin sadece 250 metre altında. Çıkarması çok kolay. Toplam olarak 14 petrol kuyusu var ve üretimi de 6-7 milyar varil civarında. Kıyaslama yapmak gerekirse, dünyanın en zengin petrol yataklarına sahip olduğu iddia edilen Suudi Arabistan’ın petrol üretimi ise 12 milyar varil düzeyinde. Sadece bu bilgi bile niye Rusya’nın ve ABD’nin Suriye’de olduklarını açıklamakta. Doğu Akdeniz’deki doğalgaz yatakları da üç aşağı, beş yukarı aynı konumda.

Rusya’nın dünyanın en zengin doğalgaz yataklarına sahip olduğu iddia ediliyor ancak

2009 verilerine göre İsrail’in Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) içinde yer alan Tamar’da 260 milyar metre küp (m3) ve Leviatan’da da 450 milyar m3 doğalgaz rezervi bulunmakta.

2012 verilerine göre de Afrodit bölgesinde 200 milyar m3 doğal gaz rezervi bulunmakta.

Bölgedeki toplam doğalgaz rezervi yaklaşık 900 milyar m3 civarında. Bu rakam ise Rusya’daki rezervin yarısına denk gelmekte.

Suriye ve Kıbrıs’ta mevcut sorununun niye çözülemediğinin yanıtını veriyor bölgedeki petrol ve doğalgaz kaynaklarının varlığı ve büyüklüğü. Gerçekte sorunun kökeninde yatan üst akıl Avrupa Birliği (AB).

AB’nin yumuşak karnı enerji.

Avrupa kıtasında artık ne kömür kaldı ne de başka bir toprak altı zenginliği. Yaşam koşullarının maddi açıdan zorlaşması nedeni ile aileler küçüldü, nüfus artmak yerine gerilemeye başladı. Yüzyıllardır sömürgelerinden elde ettikleri varlıklarını yemeye başladılar. Enerji gereksinimlerini de Rusya’dan petrol ve doğalgaz alarak karşılayabiliyorlar. Diğer üretici ülkelerden tedarik edilen petrol ve doğalgaz taşımacılık ve depolama nedeni ile Rusya’nınkinden daha pahalı. Kısaca AB’nin boğazına Rusya’nın eli yapışmış durumda. Rusya AB’nin boğazını sıkarsa AB ölmez ama yaşam koşulları daha da zorlaşır.

AB bu olasılığı bertaraf edebilmek için Rusya’yı devre dışı bırakmak istiyor ve bu nedenle de gözünü Suriye’ye ve Doğu Akdeniz’e dikti. Niyet çok açık; Suriye’de PYD ve PKK’yı silah ve para desteği ile güçlendirmek, silahlı terör gücünün sayısını 60 bine çıkartmak, ki an itibarı ile bu sayı 60 bini geçmiştir, Kuzey Irak’tan başlamak üzere Doğu Akdeniz’e kadar ulaşan güvenli ve PYD-PKK kontrolünde bir bölge oluşturmak ve bu bölgeye petrol boru hattını döşeyerek Kerkük petrolünü kendi kontrolündeki bu bölgedeki bir limana akıtmak ve Avrupa’ya göndermek.

Aynısını da doğalgaz konusunda yapmak için AB düğmeye basmış durumda. Hedefi Doğu Akdeniz’den çıkarılacak doğalgazı da İsrail, Kıbrıs Rum ve Yunanistan arasında yapılacak bir anlaşma ile Avrupa’ya taşımak. Hafta içinde Lefkoşa’da Kıbrıs Rum, Yunanistan ve İsrail liderleri toplanarak 2018 sonunda East Med doğal gaz boru hattı projesinin mutabakatını yaparak, imzalar attılar

Anlaşmalar yapmak tek başına bir önem arz etmemekte. Önemli olan yapılan anlaşmanın sürdürülebilir olması. Bunun için de AB’nin ileriye dönük 3 aşamalı bir de stratejik planı var.

- Türkiye’de önümüzdeki 10 sene içinde iç savaş çıkarılması,

- İsrail ile Suudi Arabistan’ın bölgede stratejik ortak ve müttefik haline getirilmesi,

- PKK-PYD terör örgütünün, hukuk dışı olmaktan çıkarılarak yasal hale getirilmesi.

Bu pembe ama olmazsa olmaz hayale engel olabilecek bir tek ülke var bölgede. Bu nedenle de ekonomi ve terör başta olmak üzere her türlü yöntemle, her yönden saldırılıyor anavatan Türkiye’mize…

Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org  - Facebook: AtaAtun1

4 Mayıs 2018 Cuma

Kabullenmeden kabul etmiş gibi gözükmek!.. ("PUSUDAKİ İHANET") Prof. Dr. ATA ATUN, - KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

Kabullenmeden kabul etmiş gibi gözükmek

Rum lider Anastasiadis’in gerçekte oynadığı oyun bu. Bugüne değin yedi Rum lider geldi geçti müzakerelerden. Hepsinin de taktiği aynı oldu. Kıbrıs adasının Rum egemenliği altına girmesinin dışında hiçbir öneriyi kabul etmemek ama kabul etmiş gibi görünüp, dünyayı kandırmak, Türk tarafını da suçlu durumuna sokmak…

Günümüzde de Anastasiadis, Guterres çerçevesini, bile bile çirkin bir Bizans oyunu ile yanlış ve çarpıtarak takdim etmeye çalışıyor. Yalanın bini bir para Anastasiadis’de.

Anastasiadis, Cumhurbaşkanı Akıncı’nın yaptığı açıklamadan sonra yaptığı açıklamasında 4 Temmuz tarihli bir kağıttan bahsediyor ve “o şekilde olacaksa kabul ederim” diyor. Guterres çerçevesi tek bir tane ve başka bir versiyonu da yok ama Anastasiadis sanki de 4 Temmuz tarihli ikinci bir çerçeve daha varmış gibi davranarak, BM’yi, AB’yi, ABD’yi ve de Kıbrıs konusu ile ilgili herkesi kandırmaya çalışıyor.

Guterres taraflara kendi çerçevesini 30 Haziran’da verdi ve çerçevenin içeriği o gün açıklandığı gibi altı maddeden oluşmakta. Açıklanan bu çerçeveyi Türk tarafı, KKTC ve Türkiye kabul ederken, Rum tarafı kabul etmemiş ve buna ilaveten de Yunanistan kabul etmeye sıcak bakarken Anastasiadis’in müdahalesi ile reddetmiş, bu nedenle Rum tarafı çerçevenin dışında kalmış, müzakereler de Rumların olumsuz yaklaşımı nedeni ile çökmüştü.

1 Temmuz’da AnastasiadisGuterres’in çerçevesine yanıt gibi bir mektup yazmış ve niye Guterres çerçevesini reddettiği ile kendi görüşlerini belirtmişti. İşte Anastasiadis’inbahsettiği ikinci belge de bu. Anlaşılacağı üzere, sanki Guterres Rumların isteklerini kabul etmiş ve ikinci bir çerçeve belgesi yayınlamışhavasını yaratmaya çalışıyor Rumlar.

Anastasiadis’in öncelikle, Guterres Çerçevesini sadece kendi işine gelen iki maddesini değil, tümü ile kabul ettiğini açıklaması gerekmekte. Dönüşümlü Başkanlığı, yani ikiye bir oranını, Türklerin belirleyici oyunu (Onefavorablevote), iki mülkiyet rejimini yani Türk bölgesinde (KKTC) kalacak topraklarda ilk söz sahibinin bugünkü kullanıcıda olacağını kabul ettiğini açık ve net olarak açıklaması gerekiyor masaya oturmadan önce. Ama Anastasiadis’in işine gelmiyor bunları kabul ettiğini açıklamak. İstiyor ki masaya oturulsun ve sadece askerin çekilmesi ile Güvenlik ve Garantiler konuşulsun.

Anastasiadis’in yalancılığı ve Bizans oyunu, Guterres çerçevesini kabul ettiğini net ve anlaşılır bir şekilde açıklayamaması ama “Akıncı’nın kabul etmesini memnuniyetle karşıladım” diyerek sanki de Guterres çerçevesini kendisi kabul etmiş de, Akıncı kabul etmemiş havasını çizmeye çalışması…

Orijinal Guterres Çerçevesinin içeriğinde de “İki” tane değil, “Altı”tane başlık veya madde var. Ama yalancıların kralı Anastasiadis, sanki de sadece “iki başlık” varmış gibi, kendi işine gelen başlıkları yani Güvenlik ve Garantiler ile Asker konuları çerçevede var, diğer dört tanesi olan, Siyasal Eşitlik, Mülkiyet, Dönüşümlü Başkanlık, Oylama dışarda bırakılmış ve yokmuş gibi takdim etmeye çalışmakta.

Daha da ötesi, Guterres’in çerçevesinde Anatasiadis’in iddia ettiği gibi “Sıfır asker, sıfır Garantiler” diye bir kavram ve madde de yok. Bunlar Anastasiadis’in hayal dünyasında mevcut sadece. Çerçevede garantörlerin tek yanlı müdahale hakkının sürdürülebilir olmadığı dile getiriliyor ama her iki toplumun korkularını giderecek, iki toplumun kendini güvende hissedeceği ve iki toplumun ayrı ayrı kabul edeceği bir garanti sisteminin bulunmasıgerektiği tavsiye ediliyor.Birinin güvenliğinin diğerine tehdit oluşturmayacağı ve özellikle de Türklerin kabul edeceği bir garanti sisteminin olması gerektiği belirtilmekte.

Hatırlatalım; Guterres müzakerelerde,“asker konusu da ayrı bir konudur, asker çekilmesi gerekir mi, çekilecekse ne kadar sürede kaç tane çekilmelidir. Bana sorarsanız bu konuya sizler değil, garantörler tartışmalıdır” demiş, bunun üzerine Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı da “4 saat içinde gelir masaya otururuz” yanıtını vermişti anında.

Tabi, Anastasiadis’i Rumlar da eleştiriyor fena halde. “Kaypaklığın ve yalancılığın bizi sıkıntıya sokuyor, inanılırlığımızı da senin yüzünden yitirdik” diyor bazı Rum siyasiler.

Artık ne eskisi gibi ucu açık müzakereler olacak, ne de sadece Rumların isteklerinin yer aldığı planlar masaya konacak. Müzakereler çökmüşse ve gene çökecekse bunun sorumlusunun Türk tarafı olmayacağı da kesin…

Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

e-mail: ata@ataatun.com veya ataatun@gmail.com
http://www.ataatun.org - Facebook: AtaAtun1