10 Nisan 2018 Salı

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN "ÇİN VE YENİ İPEK YOLU" Ankara Kalesi, No: 242

ÇİN 
VE 
YENİ İPEK YOLU

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN


Küreselleşme dönemi sona ererken ve bunun yerini bölgeselleşme süreci alırken , yeni dünya düzeni arayışları içerisinde, uluslararası konjonktürde gene orta dünyanın öne çıktığı ve bu bölge üzerinden bir yeni İpek yolu arayışının belirginlik kazandığı görülmektedir . Tarihin derinliklerinde kalmış bir konu olarak bilimsel araştırmalara konu olan İpek yolu oluşumunun , yirmi birinci yüzyılın ortalarına doğru yeniden dünyanın gündemine girmesi , üzerinde durulması gereken bir konu olmuştur . Eski İpek yolu tarihe mal olmuş bir konu olarak geride kalırken , bugünün dünyasında yeni bir İpek yolu oluşturma girişimlerinin arkasında yatan gerçekleri ve gerekçeleri ele alarak öncelikle tartışmak gerekmektedir . Tarihin kötü yönlerinin tekrar gündeme gelmemesi için , tarihten dersler alarak ve bunlardan faydalanarak daha iyi bir yönde yeni bir tarih çizgisinin tamamlanması , insanlık aleminin dünyanın geleceği için dikkate alması gereken bir husustur . Hiçbir siyasal gelişme ya da toplumsal olay durduk yerde tekerrür etmediği gibi , tarihsel sürecin devamı çizgisinde birbirine benzer bir çok olay sırasıyla yeniden ortaya çıkabilmektedir . Bu durumun değerlendirilebilmesi için sadece tarih bilimi değil ama bütün sosyal bilimlerin ortak bir tavır içinde konuyu inceleyerek açıklamaları gerekmektedir .İpek yolu olgusu da bu doğrultuda hem bir tarihi konu hem de bir güncel oluşum olarak gündeme yeniden gelmektedir .Bu nedenle konunun her yönü ile ele alınarak tartışılması gelecekte dünya düzeni açısından kaçınılmaz bir biçimde zorunlu hale gelmiştir .

İpek yolu , tarihin ilk dönemlerinde Çin’de ipek kozasından üretilen çeşitli giyim eşyasının ve benzeri malların bir kervan yolu ile batı bölgesine taşınmasını sağlayan geçiş yolunun adı olarak konulmuştur . Akdeniz kıyılarından başlayarak Çin’e kadar bütün Avrupa ve Asya bölgelerini baştan başa kat eden kervan yoluna , tarih biliminde ve coğrafya kitaplarında İpek yolu adı verilmiştir . Hatay bölgesinden Asya kıtasına giriş yapan İpek yolu, İran ve Afganistan’ın kuzeyini geçtikten sonra Pamir bölgesine ulaşmakta ve burada kara bölgelerinin doğusu ile batısından gelen çeşitli kervanlar bir araya gelerek ipek ürünlerini takas ederek değişmekteydiler . Taş kule adı verilen bir ticari merkezde gerçekleştirilen değiş tokuş işlemleri ,dünya ticaretinin önde gelen etkinlikleri olarak tarih boyunca devam edip bugünlere kadar gelmiştir . Rusya ve Türkistan toprakları ipek yolunun kuzey bölgelerini oluştururken , İran ve Hindistan ise güney bölgeleri olarak ipek yolu kervanlarının gelip geçtiği ülkeler olarak coğrafya alanlarında yerlerini alıyorlardı . Taklamakan çölü geçilemez bir bölge olarak kesişme noktaları arasındaki bağlantıları önlerken , kervanlar bu hattın kuzeyi ve güneyinden geçerek mallarını gidecek adreslere ulaştırabiliyorlardı . Batıyı uzak doğuya , Avrupa’yı Asya’ya ,Hindistan’ı Çin’e , Orta Asya’yı Akdeniz’e bağlayan ipek yolu güzergahları zaman içerisinde dünya ticaretinin ana merkezleri olarak yeryüzü haritası üzerindeki yerlerini alıyorlardı . İlk zamanlarda Çin’in Sarı ırmak bölgesinde gerçekleştirilen ipek üretimi daha sonraki aşamalarda ülkenin her bölgesine yayılınca , bu kez ipek eşya taşıyan kervanlar hem Asya’nın her bölgesine yayılıyorlar hem de güneydeki Akdeniz hattının üzerine çıkarak , Osmanlı İmparatorluğu ile Rus Çarlığının toprakları üzerinden , dünya ana karasının batı bölgesini oluşturan Avrupa kıtasının bütün bölgeleri ile kentlerine doğru genişleme eğilimleri gösteriyorlardı . Büyük Okyanus kıyılarından yola çıkan İpek yolu kervanları uzun mesafeleri arkada bırakarak Atlas okyanusu kıyılarına kadar ulaşabiliyorlardı .İki okyanus arasında kalan üç kıtayı sürekli olarak kateden ipek yolu kervanları Asya ve Avrupa kıtalarını ekonomik açıdan birleştirirken , Akdeniz üzerinden Afrika kıtasının kuzey yarısındaki yerlere kadar gidebiliyorlardı .

Tarihi İpek yolu geride kalırken , bugünün dünyasında bir de yeni İpek yolu oluşumunun ortaya çıkması , küreselleşme sonrası dönemde dünya bir bölgeselleşme oluşumuna doğru giderken güncellik kazanmıştır . Özellikle yüz yıllardır kendi içine kapanmış ve sırtını batı dünyasına dönmüş bir biçimde yaşayan Çin gibi bir büyük dev ülkenin bütün dünyaya açılımı sırasında , yeni İpek yolu tartışmalarının önem kazanarak öne çıktığı artık yadsınamaz bir biçimde evrensel kamuoyunda yer etmiştir . Tek bir yol olmayan İpek yolu kervanların geçip gittiği bölgelerin zaman içindeki genel adı haline gelmiştir . Doğu yarıkürenin büyük bölümünü kapsayan ticari rotalardan oluşan İpek yolu aynı zamanda bir ulaşım kanalları ağı konumunda idi .Dağlık bölgeler ile ovaları , platolar ile denizleri bir araya getirerek kaynaştıran İpek yolu havzası ,geçen yüzyıllarda olduğu gibi yirmi birinci yüzyılda da dünya ticaretinin ana havzası olarak etkinlik kazanmaktadır . Resimlerde gösterilmeye çalışıldığı gibi aslında İpek yolu bir deve yolu değildi . O dünya ticaretinin küreselleşmesi süreci içinde bu oluşumun prototipi olarak gerçeklik kazanıyordu . Milat sonrası dönemlerde dünya üretiminin ana merkezi olan Çin bölgesi , yüzyıllarca İpek yolu üzerinden batı pazarlarına açılarak mallarını gönderebiliyordu . Ticaretin devam ettiği barış dönemlerinde bu ticari yolun kavşakları mal değişimi sayesinde canlanırken , savaş dönemlerinde bu gibi hareketlenmelerin durakladığı görülmüştür . Birbirine bağlı bir yollar şebekesi olarak gerçeklik kazanan İpek yolu güzergahı , birbirini izleyen dönemler içinde yeni ve eski devlet düzenleri doğrultusunda değişimler geçirerek farklı yapılanmalara sürüklenmiştir . Asya kıtasının sonsuz steplerinde kurulan imparatorluklar , birbirini izleyen bir sıra içinde etkinlik kazanırken , ticareti denetimleri altında tutan para ve sermaye sahibi toplum kesimlerinin tercihleri doğrultusunda çeşitli yönelimler , İpek yolu üzerinden Avrupa ve Asya kıtalarının farklı bölgelerine doğru yansımalar gösteriyordu . İsa’dan önce ikinci yüzyılda başlayan İpek yolu ticareti , modern çağın batı merkezli su yolu ticaret düzeninin kurulduğu on beşinci yüzyıla kadar devam edip gelmiştir .

Hun İmparatorluğundan Han İmparatorluğuna dönüşen Çin devleti , Roma imparatorluğu döneminde , batı ülkelerinin mal gereksinmelerinin karşılanmasında önde gelen bir rol oynayarak , İpek yolu üzerinden Asya-Avrupa hattının oluşumuna giden yolu açıyordu . Normal karayollarının yapımından yüzyıllar önce oluşturulan İpek yolu , bozkır ve dağlık alanlar üzerinden ülkeleri birbirine bağlıyordu .Birbirine bağlanan ülkeler üzerinden geçip giden İpek yolu alanında kervansaraylar kurulurken , yerel pazarlar da İpek yolu ticaretinin destekleri ile önem kazanıyordu . Ankara –İstanbul hattı üzerinde Samanpazarı-Beypazarı-Adapazarı gibi üç büyük pazarın birbirine bağlı bir sıra çizgisi içinde gerçeklik kazanması , İpek yolunun ortaya çıkardığı pazarlar arasındaki yol bağlantısı ekonomi üzerinden bir küreselleşme sürecinin gerçeklik kazanmasına giden yolu açıyordu .Pazarlar arasında gidip gelen ipek kervanlarının gittikleri bölgelere hareketlilik getirmesi , bu coğrafya üzerinde kurulmuş olan yeni devletler ile imparatorlukların zenginleşmesine katkıda bulunuyordu . Bu yoldan zenginleşen devletler de sahip oldukları ekonomik zenginlikler sayesinde daha geniş alanlara yayılarak imparatorluklara dönüşüyorlardı . İpek yolunun geniş dağıtım şebekesinin sayesinde bin bir çeşit mal develerin sırtlarında ülkeden ülkeye taşınıyordu .Altın, gümüş gibi kıymetli madenler bu yollarda taşınırken Çin barutu ile Venedik camı ,Semerkandkağıtı ile Çin porselenleri dünyanın çeşitli ülkelerinde satılma şansı elde ediyorlardı . Selçuklu devletini yıkan Moğollar Kırım’a gelince veba mikrobundan kırılarak yok olma noktasına gelirken , İpek yolunun çıkmazına saplanıp kalıyorlardı . Ay ışığında tiril tiril titreyen bir kumaş türü olarak ipek ürünleri her zaman için dünya ticaretinin önde gelen malı konumunu İpek yolu sayesinde koruyordu .Orta Asya stepleri İpek yolu sayesinde yaşam kazanırken , üç büyük kıtanın bozkırları da aynı doğrultuda yeni bir jeopolitik önem kazanıyorlardı . Asya topraklarında petrol ve diğer madenler çıkana kadar , ülke ve bölgelerin önem kazanmaları, İpek yolu hatlarına dayanılarak elde ediliyordu .

Petrol yatakları ile birlikte yeraltı maden sahaları da önem kazanırken , gene İpek yollarının kavşakları üzerinden tüccarlar dünya pazarlarına çıkabiliyorlardı . Çin gibi Asya ülkelerinin geniş sahalar ile var olduğu kıtasal topraklar üzerinde , ticaret sayesinde canlı bir yaşam düzeni kurulurken , kuş uçmaz kervan geçmez bozkırlar geride kalıyordu . Büyük devletler sahip oldukları emperyal düzen üzerinden İpek yolu sahalarına egemen olmaya çalışmışlar ama bölge halklarının direnmesi yüzünden istedikleri bağımlı düzenleri kuramamışlardır .Orta Asya’nın Türk devletleri platolar üzerinde geçirdikleri eski durgun dönemlerden zamanla uzaklaşırlarken , dünya ticaretinin yeni merkezleri konumuna gelmişlerdir . Çöl alanda tarım yapan halklar , elde ettikleri ürünlerini dünya pazarlarına ulaştırırlarken , İpek yolu yapılanmalarından olabildiğince yararlanmışlardır . Petrol alanları sarı altın yaratırken , pamuk tarlaları da beyaz altın olarak kabül edilmişlerdir . Bölge halkları kendi toprakları üzerinden kazandıklarını İpek yolu kanallarından giderek dünya ticaretine yansıtmaya çaba göstermişlerdir .Bu düzen Milat yıllarından başlayarak on beşinci yüzyıla kadar devam edip gelmiştir . Ne var ki, iki büyük cihan savaşının gerçekleştiği yirminci yüzyılda imparatorluklar dağıtılırken , ulus devletlere giden yollar açılmış ve bu nedenle de İpek yolu hatlarının geçtiği alanlarda sınırlar yeniden çizilerek eskisinden farklı devlet yapılarının ortaya çıkması sağlanmıştır . Yeni dönemde devletler imparatorluktan ulusal yapılara dönüşürken , İpek yolu farklı bir yola girmiştir . Bir yandan yeni başkentler İpek yolu ticaretinde hegemonya kurmaya çalışırken eski ticaret kentleri de konumlarını koruyarak yeni dönemde ulus devletlerin başkentleri ile rekabet şansını kullanmaya çalışmışlardır .

Eski İpek yolu Çin’de üretilen ipek malı giyim eşyalarının batı pazarlarına eriştirilmesine dönük bir hedef doğrultusunda oluşturulmaya çalışılmıştır . Ne var ki , yirmi birinci yüzyılda uluslararası konjonktürün değişmesi üzerine, ikinci kez siyasal gündeme gelmiş olan yeni İpek yolu ise bu kez bir süper güç ve endüstri devi konumuna gelen Çin Halk Cumhuriyetinin dünya piyasalarına açılması gibi bir amaç çizgisinde ortaya çıkmıştır. Yirminci yüzyıla kadar kapitalizm batı merkezli olarak gelişirken , Asya kıtasının tamamı batılı emperyal ülkelerin işgali altına girmiş ve bu doğrultuda Çin,Hindistan ve Endonezya gibi büyük ülkeler sömürgeci batı emperyalizminin dominyonları konumuna düşmüşlerdir . Birinci ve İkinci dünya savaşı sonrasında yerküre yeniden düzenlenirken , Çin Afyon savaşından kurtarılarak komünist bir devlet biçimine dönüştürülmüş , Hindistan ise İngiliz emperyalizminin Asya kıtasındaki ana merkezi konumuna gelmiştir . İngilizler onbeşinci yüzyıl sonrasında Birleşik Krallık adı altında bir dünya devleti kurmaya yöneldiklerinde ,Çin ve Hindistan’a özel önem vermişler ve bu iki büyük ülkenin kendi hegemonyaları altında kalmasını istemişlerdir . Çin bir afyon savaşına mahkum edildiği aşamada uyanıp kalkınabilmek için en az yüzyıllık bir zaman kayıbınauğramıştır .Hindistan ise daha yoksul ve geri bir ülke konumundan kurtulamadığı için İngiliz emperyalizminin elinde bir deneme tahtası olarak kullanılmıştır . Batı emperyalizmi , Akdeniz üzerinden doğu sularına girerek Orta Doğu’ya egemen olmaya çalışırken eski İpek yolunun merkezi konumundaki kentlere de el koymuştur . Böylece , eskiden doğudan batıya doğru yönlendirilen dünya ticareti bu aşamadan sonra yön değiştirerek tamamen ters bir biçimde batıdan doğuya doğru yönlendirilmeye başlanmıştır . İngiliz kumaşları Asya pazarlarında en ön planda yer almaya başlarken , Çin malı ipek eşyaların bu pazarlardaki eski yerlerini kaybettikleri görülmüştür .”Asılacaksan İngiliz sicimi ile asıl “ biçimindeki sözler ile İngiliz mallarının sağlamlığının reklamı yapılmış ama Çin işi ipek eşyalar zamanla önemini yitirmiştir . Böylesine bir emperyal dönüşüm sonrasında , İpek yolu eskisi gibi çalışamamış ,savaşlar sonrasında imparatorlukların dağılması ve yeni devletlerinkurulmasıyla birlikte doğu bölgesi ve Orta Doğu pazarlarında gerileme ve durgunluk dönemlerine sürüklenilmiştir . Emperyalizmin bölgeye gelmesiyle birlikte batılı ürünler doğunun pazarlarında geniş yeralmıştır .

Yirminci yüzyılda Rusya ve Çin sosyalist rejimlere yönelirken , batılı kapitalist ülkeler ile ekonomik rekabet şansını elde edememişler ve bu yüzden yoksul kalmışlardır . Çin’de eskisi gibi dış pazarlara yönelen bir ekonomi olmadığı için İpek yolu üzerinden ticaretin dünya pazarlarına açılışı yapılamamıştır . Sosyalist rejimler içe dönük üretime yöneldiği için dış ticaret gerilemiş ve bu durum da İpek yolu ticaretinin durgunlaşmasına neden olmuştur . İngilizler Orta Doğu’ya gelirken aynı zamanda Afrika’nın güney ucu olan Kap burnundan deniz yolu açarak , doğu batı ticaretini kendi sömürgeleri aracılığı ile kontrol etmeye çalışmış ve böylece İpek yolunun gerilemesinden doğan ticaretteki durgunluğu aşabilme yolunda yeni bir alternatifi devreye sokmuşlardır . Aynı dönemlerde Mısır’daki Süveyş kanalının açılması da doğu-batı ticaretini hızlandıran önemli bir gelişme olmuş ve böylece eski İpek yolu ticaretinin yerini Süveyş kanalı ile Kap burnu yolları almıştır .Dünya savaşları sırasında bu bölgelerde de karışıklıklar öne çıktığı için ticaret yollarındaki güvenlik ortadan kalkmış ve bu aşamadan sonra gene eski İpek yolu aranmaya başlanmıştır .Sosyalist sistemin çöküşü sonrasında devreye girmiş olan küreselleşme olgusu dünya ticaretini her yönü ile geliştirirken, İpek yolu arayışları yeniden önem kazanmıştır .Batılı ülkelerin malları bütün dünya ülkelerinde piyasa ekonomisi üzerinden yaygınlık kazanırken , sosyalist Çin de yeni dünya düzeninde dış ticarete açılmıştır .Çine Hong Kong gibi bir İngiliz sömürgesinin devredilmesi dönüm noktası olmuş ,bu aşamadan sonra Çin’in batı bölgesinde Şangay merkezli bir ekonomik üretim merkezi kurulmuştur . Çin Pekin merkezli devlet yapısında sosyalist sistemi korurken , dünya ülkeleri ile piyasada rekabete girmek için Şangay merkezli ikinci bir Çin düzenini kapitalizm uygulaması ile yaratarak ,dünya ekonomisinde başa güreşmeye doğru yol almıştır .

Çin’in yeni dönemde bir ekonomik dev olarak piyasalara yönelmesi ile birlikte , Amerika Birleşik Devletleri ile Çin Halk Cumhuriyeti arasında ekonomik büyüklük yarışı başlamış ve küreselleşme döneminin çeyrek asırlık dönemi geride bırakılırken , Çin Şangay düzeni ile kurduğu ekonomik devlet yapılanması ile dünyanın bir numaralı ekonomisi konumuna gelmiştir . Çin kendisinden beklenen bu gelişmeye on yıl önceden ulaşarak , yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde bu aşamaya gelirken Amerika Birleşik Devletleri gibi bir Atlantik devini resmen geride bırakmıştır . ABD ekonomisinin bütün değerli kağıtlarını ele geçiren Çin , sahip olduğu bu ekonomik gücü giderek artan üretim gücü ile de destekleyince , haklı olarak dünyanın yeni süper gücü konumuna gelmiştir . Çin bugün gelmiş olduğu yeni aşamada ,giderek dünyanın geleceğini belirleme şansını daha fazla kullanabilmekte ve batılı emperyalist devletleri geride bırakmaktadır . Asya kıtasının en büyük devleti olan Çin Halk Cumhuriyeti ticarette önceliği Asyalı komşusu olan ülkelere verirken , eskisi gibi İpek yolu güzergahlarından yararlanmakta ve bu yol aracılığı ile son dönemlerde geliştirdiği üretim fazlası malları Asya’nın yoksul ülkelerine öncelikli olarak ulaştırmaya çalışmaktadır . Pekin’deki sosyalist rejim eskisi gibi yoksul ülkelere öncelik tanırken , Şangay’daki kapitalist Çin’ de batının önde gelen ekonomik devleri ile her alanda yarışarak küresel bir ekonomik hegemonya oluşumunu dikkatli bir biçimde gündeme getirmektedir . Sosyalist Çin’in sesini daha da yükselterek dünya siyasetine müdahale etmesini isteyen çevreler kadar , Şangay’daki kapitalist Çin’in gelişmekte olan ülkelere daha fazla ekonomik yardım yapmasını isteyenler de öne çıkarak Çin’e baskı yapmaya çalışmaktadırlar . Küreselleşme döneminde insiyatif tekelci şirketlerin eline geçerken , devletler eski güçlerini kaybetme noktasına gelmiştir . Böylesine bir gerileme süreci içine giren ulus devletlerin batılı kapitalist emperyalistlerin altında kalmamak üzere, Çin önderliğinde yeni bir ekonomik düzen arayışına gittikleri son zamanlarda görülmektedir . Sosyalist düzenini koruyarak kapitalizme yönelen Çin, hem doğu-batı ilişkilerinde hem de sosyalizm-kapitalizm tartışmalarında giderek öne çıkmakta ve dünyanın yeni önderi konumu ile bütün devletlere ve halklara yön gösterebilmektedir .

İkinci dünya savaşı sonrasında sosyalist bir Çin’in ortaya çıkması sürecinde Çin’e en yakın olan bir ülke olarak İngiltere yeni dönemde de başı çekerek , kapitalist Çin’in oluşturulmasında Hong Kong adasını bu ülkeye iade ederek önemli bir katkı sağlamıştır . Daha sonraki yıllarda Çin ve İngiltere ticareti önemli miktarda gelişmeler gösterirken , Avrupa ekonomisinin durgunluğundan şikayet eden İngiltere, bu birlikten Brexit kararı ile çıkarak bağımsız bir siyasete yönelmiş ve daha sonra da Çin ile bir araya gelerek Pekin-Londra hattında etkin olacak bir yeni İpek yolu oluşumunu gerçekleştirmiştir . Yeni İpek yolu resmen gündeme gelirken “Bir kuşak ve bir yol” sloganı kullanılmış ve bu doğrultuda yepyeni bir İpek yolu inşa edilmeye başlanmıştır .Sosyalist rejimi ile refah toplumuna ulaşmayı hedefleyen Çin , kapitalist yönü ile de aynı hedefe yönlenerek, kısa bir zaman dilimi içinde dünyanın en zengin ülkesi olma başarısını göstermiştir .Ekonominin geliştirilmesi ile daha üst düzeyde refah toplumuna geçmeyi düşünen Asya ülkeleri, kısa zamanda Çin’in yanında yer alarak yeni İpek yolu üzerinde kendilerine merkezi yer aramaya yönelmişlerdir . Yoksul ülkelerin batı emperyalizminin tuzağına düşerek savaşlara yönlendirilmesi gibi bir oyuna Çin seyirci kalmayarak ,sahip olduğu yeni ekonomik gücü ile yoksul ülkeleri savaşlara sürüklenme batağından kurtarmaya çalışmaktadır . Bu çerçevede yeni kuşak ve yol insiyatifi girişimi tam anlamıyla bir barış programı olarak devreye girmektedir . Pekin- Londra hattı üzerinde bulunan bütün Asya ve Avrupa ülkelerine yeni İpek yolunun refah oluşumu zenginlik olarak yansıtılırken , batılı emperyalistlerin engellemeleri öne çıkmaktadır . Kuşak ve yol girişimi bir barış girişimi olarak öne çıkartılırken doğayı koruyarak bölge halklarının insanı gereksinmelerinin karşılanmasına öncelik verecek bir proje olarak ilan edilmektedir . Çin’in cesur bir girişimi olarak gündeme gelen yeni kuşak İpek yolu, İngiltere’nin Avrupa Birliğinden çıkarak Çin’in yanına gelmesiyle birlikte daha hızlı bir gerçekleşme aşamasına gelmiştir . Batı emperyalizmine karşı çıkan doğu uluslarının lideri konumundaki Çin Halk Cumhuriyeti ,insanlığı emperyalizmin esaretinden kurtarmak üzere yeni İpek yolu üzerinden bir büyük barış ve dayanışma projesini tüm insanlığa sunmaktadır .

Küreselleşme döneminde çok büyüyen Çin ekonomisi dünya liderliğine gelirken , eskiden kalma her türlü emperyal yapılanmaları tasfiye ederek yoluna devam etmeye çalışmaktadır . Ortak bir gelecek için insanlığın yararına girişimlerde bulunan Çin Halk Cumhuriyeti , yeni İpek yolu aracılığı ile de barışçı girişimlerini Asya,Afrika ve Avrupa kıtalarına yaymakta ve böylece ABD işgaline karşı bir İpek yolu dayanışması yaratarak , dünya barışını korumaya öncelik vermektedir . İnsanlığın birliğini engelleyen her türlü sorunun çözümüne öncelik veren Çin, dünyanın ana karası konumundaki üç büyük kıtanın üzerinde etkinliğini artırarak yoluna devam etmeye çalışmaktadır . Üç kıtanın ülkelerini ABD saldırganlığına karşı korumaya öncelik veren Çin diplomasisi , zamanla komşularla sıkı dayanışma sağlayarak emperyal saldırıların önünü kesmeye çalışmaktadır . Çin devleti Pekin’de düzenlemiş olduğu bir büyük kongre aracılığı ile uluslararası işbirliği ve dünya barışını korumak üzere Kuşak yol insiyatifini başlattığını açıklamıştır . Çin devlet başkanı bu kongre de Çin’in gelecekte yeni İpek yolu aracılığı ile bölgesel ve kıtasal sorunların çözümüne ağırlık vereceğini resmen açıklamıştır . Daha iyi bir geleceğe yolculuk yaparken insanlığın öncelikle barış ve refah düzenine kavuşması gerektiğini belirten Çin devlet başkanı, aynı zamanda bütün ülkeler ile karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesine de öncelik vereceklerini ilan etmiştir . Halklar arası dostluk ve dayanışma gücünün artırılabilmesi için Kuşak yol insiyatifi ile hareket edeceğini açıklayan Çin;herkes için güvenlik politikalarına öncelik verileceğini ,adalet ruhu ile insan ilişkilerinin daha eşitlikçi bir çizgide düzenleneceğini ,terörün önlenmesi için her türlü girişimin yapılacağını , halk kitlelerinin daha fazla refah düzenlerinden yararlandırılacağını ,ekonomik büyüme sağlanırken yeniliğe yönelen bir kalkınma oluşumuna öncelik verileceğini ,her türlü kalkınmanın çevreci çizgide doğaya açılacağını açıklamıştır .

Farklı ülkeleri ve uygarlıkları birbirine bağlayacak olan orta kuşak yol projesi , herkes için yenilikler getirerek daha iyi bir dünya düzeninin oluşumuna katkı sağlayacak gibi görünmektedir . İnsanlık için ortak bir eğitim ve kültür düzeni oluşturulması çabalarında yeni İpek yolunun alt yapı sağlayacağını söyleyen Çin devlet başkanı , herkesin kazanacağı ve çok yönlü bir çizgide çalışacak Kuşak yol projesi sayesinde turizmin gelişeceği ve insanların eskisinden çok daha fazla sayıda ülke görmesinin sağlanacağı yeni İpek yolu girişiminin hedefleri arasında yer aldığını açıklamıştır . Kapitalizmi emperyal çizgide uygulayan batılı ülkelerin Çin’in önderliğindeki yeni İpek yolu projesine karşı çıkmaları ya da bu büyük projeye engel olmalarına izin verilmeyeceği de açıkça ifade edilmiştir . Yol güzergahında yer alan bütün ülkelerin sınır komşuluğu üzerinden sıkı bir dayanışma içine girerek ortak refahtan pay almalarına dikkat edileceği de resmi toplantıda açıklanmıştır . Kökleri kadim İpek yoluna giden yeni Kuşak yol projesinin bir an önce tamamlanabilmesi için bölge devletlerinin işbirliği yapmaları talep edilmiştir . Uzun bir yolculuğun yalnızca tek adımla başladığını söyleyen Çin atasözünü dile getiren Çin devlet başkanı , Roma’nın bir günde kurulmadığını bu yüzden belirli bir süre içinde Kuşak yol projesinin tamamlanmasına çaba gösterileceğini de dünya kamuoyuna ifade etmiştir. Çin böylesine bir büyük proje ile tüm insanlığa işbirliği önerirken , terör ve savaşlara yol açan emperyal kapitalizme karşı bir dayanışma oluşumunu da gerçekleştirmiştir . Özellikle Rusya,Hindistan ve Brezilya gibi çok büyük ülkelerle işbirliği yaparak oluşturduğu Bric ülkeleri dayanışması aracılığı ile alternatif bir yeni dünya düzeni oluşturabilmek için çaba göstermiştir.

Yeni dönemde dünya liderliğine soyunan Çin , yeni yıla girerken açıklamış olduğu “Yeni Dünya Bildirisi “ ile yepyeni bir uygarlık yapılanmasının gerçekleştirilmesi gerektiğini açıkça ilan etmiştir . Çıkış noktası olarak insanlık kavramını ele alan Çin devleti ,insan odaklı bir bakış açısı ile her türlü dünya efendiliği ya da hegemonyacılık girişimlerine karşı çıkarak, daha hümanist bir dünya düzeni için bütün ülkelere işbirliği çağrısında bulunmuştur . Bağımsızlığını koruyabilen devletlerin daha insancı politikalar ile kendi toplumlarının ilerlemesine katkı sağlayacağını kabül eden Çin yönetimi ,milli devletlerin bir araya gelerek emperyalizme karşı bir insanlık barikatı oluşturmaları gerektiğini ifade etmiştir . Ekonomik gelişmelerin yarattığı refah düzeyinin daha adil bir biçimde paylaştırılması gerektiğini Çinliler her fırsatta dile getirmişlerdir . Terör ve savaşlara karşı bir ortak güvenlik sisteminin güçlü bir biçimde kurulması için bütün devletlerin işbirliği yapması istenmiştir . Yepyeni bir uygarlık düzeni ile yeni bir dünya düzenine girilmesi gerektiğini vurgulayan Çin yönetimi,bu doğrultuda atılması gereken adımları da yılbaşı bildirisinde saymıştır . Yeni dünya bildirisi ile alternatif bir küresel düzen öneren Çin devleti , bu doğrultuda bütün devletlere ve halklara dönük bir çağrı yapmıştır . Kapitalist ekonomisinin yanı sıra sosyalist devlet düzenini de koruyarak sürdüren Çin her açıdan büyük bir atılıma girerek, insanlığın gereksinmesi olan farklı bir dünya düzeni oluşturabilmek üzere adımlarını atmaya devam etmektedir .Yaşamstandarlarının istikrarlı bir biçimde yükseltileceği toplum düzeni ile birlikte kalkınmaya yönelik olarak atılan adımların ekolojik gerçeklere ve çevre koşullarına uygun olarak sürdürülmesi gerektiği gene Çin aracılığı ile kamuoyuna aktarılmıştır . Pekin’de yapılan bir toplantı ile Pekin insiyatifi adı altında haksız ve adil olmayan dünya düzenini değiştirmek üzere, Çin’in her türlü girişimde bulunacağı bir anlamda insanlığa vaad olarak açıklanmıştır . İşlemeyen demokrasilerin ve çökme noktasına gelmiş devlet düzenlerinin yeniden onarılabilmesi için küresel bir işbirliği programını insanlığa sunan Çin yönetimi ,önümüzdeki dönemde bu doğrultuda her türlü girişimlere kalkışacağını da bir söz verme olarak ifade etmiştir . Bir anlamda , var olan dünya düzenindeki bütün sorunlarayönelik çeşitli çözüm önerileri geliştiren Çin Cumhuriyeti bütün dünya halkları için geleceğin umudu olmaya yönelmiş ve önerdiği çözümlerle de yirmi birinci yüzyılın süper gücü olmaya adaylığını koyarak yeni bir seferberliğe kalkışmıştır .

Yeni dönemde Büyük Britanya İmparatorluğu ile Çin Halk Cumhuriyeti ortaklığında yeniden gündeme gelen İpek yolu oluşumu , geleceğin dünyasını belirleyecek gibi görünmektedir . Pekin’den yola çıkacak malların ,Çin’in komşularından başlayarak Türkistan bölgesi ile Afganistan, Pakistan,İran ve Türkiye hattı üzerinden Akdeniz kıyılarına getirilmesi heyecan verici bir gelişme olarak, dünya ticaretini orta dünya çizgisinden batı pazarlarına taşıyacakmış gibi görünmektedir .Böyle bir proje doğrultusunda komşu olan ülkeler arasında sıkı bir dayanışma gerekmekte ve bu yoldan sağlanacak güvenlik hattı ile de Kuşak yolu projesi gerçekleşme yoluna girmektedir . İngiltere batı ülkeleri ile ilişkilerini yenilerken , Çin ABD ile Pasifik savaşını bırakarak dünya ticaretini Avrasya hattı üzerinden üç kıtanın ortasına getirirken , merkezi coğrafya da daha önceden geliştirilmiş olan Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail gibi emperyalbölgesel projeler ile karşı karşıya kalmaktadır .ABD ve İsrail ikilisi kendi projelerini eski Osmanlı hinterlandı üzerinde geliştirmeye çalışırken , tüm Avrasya bölgesini üçüncü dünya savaşı olarak dile getirilen yeni bir kıyamet senaryosu ile karşı karşıya bırakmaktadırlar . İsrail sahip olduğu atom santralları üzerinden bölgede üç yüzü aşkın nükleer silahı depolarken bütün merkezi coğrafya devletleri yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bırakılmaktadır . Siyonist lobilerin denetimi altında tutulan dünyanın eski süper gücü olan ABD ‘de tam bu aşamada bölgeye beş bin Tır kamyonu dolusu silahı getirerek parasını petrol zenginlerinin banka hesaplarına el koyarak ödetmekte ve bu silahları hızla bölge ülkelerine dağıtarak yeni bir cihan savaşını kendi hegemonya düzenini korumak üzere İsrail siyonizmi ile gerçekleştirmeye çalışmaktadır . Çin ile Pasifik okyanusunda savaşmak istemeyen ABD’nin ise, yeni süper güç olan Çin’i Orta Doğu’da savaştırmak için çalıştığı görülürken , gelecekte Almanya önderliğindeki Avrupa kıtası ile Çin önderliğindeki Asya kıtasının ordularını Orta Doğu bölgesinde savaştırarak , süper güç konumuna gelmekte olan başlıca rakiplerini uzaktan kumandalı bir dünya savaşı ile yok ederek yeniden dünyanın tek egemen gücü haline gelmek istediği anlaşılmaktadır .

Türkiye tam bu aşamada komşuları ile birlikte geleceğin savaş alanı olabilecek merkezi bölgedeki devletler ile birlikte yok olmak tehlikesi ile karşı karşıya bırakılmaktadır . Yeni İpek yolunun içinden geçeceği merkezi ülkeler içerisinde Türkiye’nin İran ile birlikte komşu ülkeler olarak yer alması beklenirken , ABD’nin silah taşıyarak , İsrail’in saldırılar düzenleyerek kışkırtmaya çalıştığı Armegedon savaşı tehlikesi ile yüz yüze gelmektedirler . Bütün Asya ülkeleri ile birlikte İran ve Türkiye gelecekte çok kazançlı bir ortaklığa geliştirilmiş komşuluk ilişkileri üzerinden yönlendirilirken , böylesine büyük bir projeyi önlemek üzere ABD-İsrail ikilisinin orta kuşak üzerindeki yeni İpek yolunun önünü kesmek üzere, Türkiye ile birlikte bütün bölge ülkelerini üçüncü dünya savaşı konumundaki bir kıyamet senaryosuna doğru sürüklemektedirler . Türkiye yeni İpek yolu aracılığı ile daha gelişmiş ve zengin bir ülke olmaya doğru ilerlerken ve bu doğrultuda komşuları ile sıkı bir dayanışma içerisinde işbirliğine yönelirken , İsrail ile ABD’nin çıkarları doğrultusunda bir bölge savaşı merkezi alanda yer alan ülkelere dayatılmaktadır . Böylesine büyük bir savaşın bütün bölge ülkelerini yok etmesini planlayanlar ise, bu işe Türkiye-İran savaşını kışkırtarak başlamaya çalışmaktadırlar . Gelecekte Türkiye ve İran gibi iki komşu ülke , sınırları içerisinde barındırdıkları yüz elli milyonu aşkın Türk asıllı vatandaşları ile bir araya gelerek bir Merkezi Devletler Birliği adı altında antiemperyalist bir dayanışma düzenini dünya barışı için kuracaklarına , doğu ve batı güçlerinin cephe ülkesi olmaya doğru itelenmektedirler. Böylesine bir yok olma senaryosuna seksen milyonluk iki komşu ve soydaş ülke olarak İran ve Türkiye alet olmamalıdırlar . Bu amaçla , hem merkezi alan devletleri hem de İpek yolunda yer alan merkezi coğrafya ülkeleri yeni bir Avrasya paktında bir araya gelerek , Atlantik güçleri ile Siyonizm ortaklığının insanlığı yok etmeye yönelen savaş senaryolarını ortadan kaldırmalıdırlar .Atatürk’ün yurtta ve dünyada barış ilkesine bölgede de barış anlayışı da bugün için acilen eklenmelidir .

6 Nisan 2018 Cuma

Kıbrıslı Türkler Rum mu olmuş? - Prof. Dr. ATA ATUN (KAYNAK & DAYANAK: 02 Nisan 2018 Hürriyet gazetesinde yayınlanan, muvazaalı (sözde) haber)

Kıbrıslı Türkler 
Rum mu olmuş?

2 Nisan Pazartesi günü Türkiye’nin amiral gemisi olarak tanımlanan bir gazetesinde yer alan “Kıbrıs’ta 110 bin Türk Rum vatandaşı oldu” başlıklı haber gerçekten de hem yanıltıcı hem de üzücü. Söz konusu gazeteyi kınıyorum.

Başlığın devamında yer alan “110 bin 734 Kıbrıslı Türk, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nden kaynaklanan hakları nedeniyle Avrupa Birliği (AB) vatandaşlığı aldı.” cümlesi de gazete tarafından yapılan yanlışın ve bilgisizliğin ne boyutlarda olduğunu gözler önüne sermekte. Böylesi büyük isimli ve Kıbrıs davasına büyük hizmeti geçmiş bir gazetenin bu denli bilgisizce/araştırmadan yaptığı bu habere diyecek bir söz bulamıyorum zira Kıbrıslı bir Türk olarak benim kendi geçmişim, yazılanlara tamamen zıt ve bu habere konulan başlığa uymamakta.
***
Doğduğumda, Kıbrıs adası İngiliz Sömürge Yönetimi tarafından yönetildiğinden İngiliz toprağı olarak kabul edilmekteydi. Yürürlükte olan yasalar, mahkemeler, idari yapılaşma ve bütün idari kurallar, Türkçe adı ile “Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallığı” (United Kingdom of Great Britain and Northern Ireland) olan, halk dilindeki adı ile İngiltere’de fiilen uygulananlardı. Paramız İngiliz Lirası, şilin ve kuruş, uzunluk ölçüleri inç (25.4 mm), çarşı arşını (68 cm), inşaat arşını – yarda- (61 cm), mil (1609 m.), ağırlık ölçüleri de okka (1282 gr), libra ve pound (454 gr) idi. Devlet dairelerindeki resmi dil İngilizce, bizler de İngiliz Sömürge İdaresi vatandaşları idik. Pasaportlarımız İngiliz Pasaportu, kimliklerimiz de İngiliz Sömürge İdaresi Kimliği idi. İngiltere’ye veya Ortak Refah (Common wealth) topluluğu üyesi herhangi bir ülkeye gidip yerleşmek, çalışmak, iş kurmak vb. serbestti bu pasaportlarla.

İngiliz vatandaşlığımız, 16 Ağustos 1960 tarihinde, yüzde 70 Rum ve yüzde 30 Türk ortaklığı ile kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti ile son buldu. Anayasada var olan bir madde nedeni ile Kıbrıslı Türkler ve Rumlar, İngiliz vatandaşlığı ve Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlığı arasında bir seçim yapmak zorunda bırakıldı. Babamın “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucusuyuz. Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olarak hayata devam edelim” kararı ile ailecek Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olduk. Yani 1960 yılında ailecek hepimiz Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olarak kayda geçtik, isimlerimiz Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşları listesinde yerini aldı.

Kıbrıslı Rumlar adanın yönetimini ele geçirmek için 21 Aralık 1963, Cumartesi günü sabahı Kıbrıslı Türklere organize saldırılar başlatınca, bizleri Türkiye halkına “Rum Vatandaşı” olarak tanıtan gazetenin iddialarının aksine, derme çatma silahlarla Rumlarla çatışmalara girdik ve kahramanca karşı koyduk. Anavatanımız Türkiye’nin desteği ve yardımları sayesinde, yüzlerce şehit ve evlerimizin yakılmasına, taşınabilir eşyalarımızın Rumlar tarafından yağmalanması pahasına, Kıbrıs adasının tüm Türk yerleşim yerlerinde dimdik ayakta durabildik ve Rum egemenliğini kabul etmedik. Çok eziyetler çektik. Aramızda 3-4 kez göçmen olan aileler oldu. Bu aileler her seferinde hayata sıfırdan başlayıp tırnakları ile toprağı kazıyarak hayata tutundular ama “Rum olmayı veya da Rum vatandaşı olmayı” asla kabul etmediler. Ne pahasına olursa olsun ata yadigarı Kıbrıs adasını da asla terk etmediler.

15 Temmuz 1974 günü adayı Yunanistan’a bağlamak için adadaki Yunan subayları tarafından darbe yapılıp sıra Kıbrıs Türklerini yok etmeye gelince, Türkiye Enosis’e giden bu hamleyi kabul etmedi ve askeri müdahale de bulundu. Ben dahil hepimiz, Mücahit olarak kahraman Türk Ordusu ile, Mehmetçik ile omuz omuza, bizleri “Rum Vatandaşı” olarak Türkiye halkına tanıtan gazetenin iddialarının aksine, Rumlara karşı birlikte savaştık. Mehmetçik 20 Temmuz 1974’de, Cumhuriyet tarihimizin en büyük destanını yazdı Kıbrıs’ta.

Benim, ailemin ve benim durumumda olan tüm Kıbrıslı Türklerin adları 16 Ağustos 1960 yılından beridir Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşları arasında yer almakta. Rumlar kendilerini, silah zoru ile 21 Aralık 1963 günü el koydukları Kıbrıs Cumhuriyetinin sahibi zannediyorlarsa ve 16 Ağustos 1960 tarihinde kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinin vatandaş olan Kıbrıslı Türkleri kendi vatandaşları addediyorlarsa, hem kendileri, hem de bizleri Türkiye halkına “Rum Vatandaşı” olarak tanıtan gazetenin sözde yazar ve editörleri çok yanılıyor.

Özetle; Aramızda her ne kadar Rum aşığı hainler olsa da biz Rum değiliz, olmadık, olmayacağız. Rumlarla, İngilizlerle yaşadığımız 400 küsur sene boyunca ne dilimizi unuttuk, ne dinimizi. Bu pasaport/kimlik bize 1960 yılında kurucu ortağı olduğumuz cumhuriyet tarafından verilmiş olup, Rumlarla hiçbir ilgisi yoktur. Türkiye’nin bu sözde lider gazetesi, Kıbrıslı Türkleri aşağılayıcı ve kamuoyunu yanıltıcı haber başlığından dolayı özür dilemelidir ki, ben artık bu gazeteyi, bizlerden özür dileyene kadar almayacağım ve okumayacağım. Tüm Kıbrıslı Türkleri ve bizlere inanan, güvenen, yıllarca desteklerini esirgemeyen Türkiyeli kardeşlerimizi de bu gazeteyi bizlerden özür dileyene kadar boykot etmeye davet ediyorum.

Yazıklar olsun böylesi çirkin, aşağılayıcı ve yanıltıcı başlığı kullanan yazara ve buna onay veren editöre.

Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata@ataatun.com veya ataatun@gmail.com // http://www.ataatun.org // Facebook: AtaAtun1

5 Nisan 2018 Perşembe

"AVUKATLAR GÜNÜ KUTLAMA MESAJI" Avukat. Prof. Dr. Nurullah AYDIN

AVUKATLAR GÜNÜ KUTLAMA MESAJI
Av. Nurullah AYDIN
Türkiye kaos içinde ama çoğu farkında değil.
Devlet kavramının altüst edilişi,
Ülkenin yeraltı yerüstü kaynaklarının yabancıların eline geçişi,
Zengin yoksul/fakir farkının artması,
Tarafsızlık ve yansızlığın terkedilmesi,
Millet kavramının azınlık radikal dinci zihniyetin inancı düşüncesi imiş gibi yansıtılması,
Hukukun, adaletin katledilmesi.
Ayrımcılığın ve nefret söyleminin egemen hale geldiği, bir dönemde, aydınların hukukçuların görevi, diğer meslek gruplarına göre daha da önem kazanmaktadır.
Halk; derin bir uyku içindedir. Rahat, huzurlu memnun. Olup bitenleri görememenin, uyandırılacağını düşünememenin keyfini sürüyor. Saadetin hep böyle devam etmesini, hiç uyandırılmamasını ister. Ama bir gün gelecek, uyandırılacaklar.
Biliyorum; halk okumayı, düşünmeyi sevmiyor. Düşünürse rahatının kaçmasından korkuyor. Mücadeleden ürküyor. Öylesine ürküyor ki; sizin için yapılan mücadelelerle ilgisinin olmadığını, göstermek ihtiyacını duyuyor.
Ülkenin birçok sorunu var. Şer güçler, sayılamayacak kadar çok. Diken üzerinde. Fakat halk dikenli bir yolda ayağını yaralamadan yürümenin, mümkün olmayacağını unutuyor.
Tehlikeyi görünce, korkulu bir rüya görürmüşçesine sırtını dönüyor. Yeni ve eskisinden daha derin bir uykuya dalıyor.
Hiçbir feryat, halkı uyandıramıyor. Tehlikeyi anlamasını temin edemiyor. Yaklaşan düşmanın, ara sıra yumruğunu yiyor; hassas bir yerinize iğne batırılmış gibi şöyle bir sıçrıyor; şaşkın şaşkın bakıyor ve sonra da başını yastığa gömüyor.
Nasıl mı? Türkiye’de, Siyasetin Yargı’yı Kuşatmasından öte; Yargı’nın, Siyaset tarafından teslim alınması ve yapılandırılması gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Yargı dahil olmak üzere, devletin ve toplumun kurumları, köhnemiş çağdışı zihniyete sahip olanların birimi haline dönüştürülmüştür.
Siyasete tabi olan Yargı kimliği sergileniyor. Belli zihniyete sahip kişilerce devlet bünyesinde oluşturulan Yargı’nın dramatik bir örneği ortaya konulmuştur. Yargı, siyaset iç içedir, birbirine şirin görünme yarışı içine girmişlerdir.
Uygulamalarla; yasama, yürütme ve yargı arasındaki danışıklı ilişki, bağımsız ve tarafsız Yargı anlayışıyla bağdaşmayan unsurlar bütün gerçekliğiyle ortaya çıkmaktadır.
Türkiye; kin, nefret ve öfke ile intikam diye sayıklayan, dini istismar eden, adaleti katleden bir kesimle karşı karşıyadır.
Üstünlerin Hukukunu gerçekleştirmenin hazzıyla birbirlerini kutlayanlar artmaktadır. Devlet nüfuzunun kötüye kullanılması suretiyle oluşan böyle bir tablodan demokrasi, insan hakları, kamu hizmeti verimliliği ve toplumsal barışın çıkmayacağı açıktır.
Türkiye, hukuku askıya alan bu ilişkiye mahkûm olmayacaktır. Kendisini kuşatan yapıyı kıracak ve Hukuk Devletini yeniden inşa edecektir.
İnanıyor ve umut ediyorum ki;
Ülke sathında kamu gücünün kötüye kullanılması suretiyle oluşturulmuş çıkar ilişkilerine girmeden ve tenezzül etmeden;
Sivil Toplumun sesi olacaklardır.
Mağdurların hak ve hukukuna sahip çıkacaklardır.
Çevre katliamına karşı çıkacaklardır.
Yaratılan korku ve baskı iklimine karşı haykıracaklardır.
Hukuktan yana, adaletten yana, haktan yana olacaklardır.
Üstünlerin hukukunun temsilcisi olmayacaklardır.
Güçsüzlerin, mazlumların ve mağdurların sesi olacaklardır.
Bu gerçekler ortamında Türk Milleti’nin avukatlarının avukatlar gününü kutlarım.
Av. Nurullah AYDIN