19 Kasım 2014 Çarşamba

Rıfat Serdaroğlu: "STRATEJİK MONTAJ!.." Hadi bakalım Başbakan Ahmet!

Rıfat Serdaroğlu: STRATEJİK MONTAJ!...
Hadi bakalım Başbakan Ahmet!...
N’olucak şimdi? 
Eyvah, eyvah ki ne eyvah! 
Yandın yiğidim şimdi sen!
Son G-20 Toplantısında Yolsuzlukla Mücadele Dönem Başkanı da seçildin.
Artık nerede yolsuzluk var, nerede hırsızlık var, nerede rüşvet dönüyor üzerine gitmek zorundasın!
Hırsızlık yapan ister Cumhurbaşkanı, ister Başbakan, ister Enerji Bakanı, ister Cumhurbaşkanı oğlu, ister Tapu memuru olsun ensesinden yakalayıp, Adalete teslim edeceksin!
Öyle eski Türkiye’de olduğu gibi;
Almanya Deniz Feneri e.V davasında milyonlarca avro’yu iç edip, pavyonlarda metresleriyle yiyen “SADAKA HIRSIZLIĞINDAN” mahkûm olmuş kişilerin Türkiye davalarını yıllarca süründürmek artık olamaz, olmamalı!
Bu hırsızları devletin en üst makamlarına oturtup, “Devlet Korumasına” almak yok! Hırsızları kollayıp, davanın Savcılarını yargılamak olamaz, olmamalı…
Dönemin Başbakanı Recep’in oğlunun vakfına tek seferde 100 Milyon Dolar bağışın, ne karşılığı yapıldığı, bu iş için hangi imar değişikliklerinin gerçekleştirildiğini saklamak, gizlemek, üzerini örtmek olamaz, olmamalı…
Devletten ihale alan dünün inşaat kalfalarını “Büyük İşadamı” yapıp, bunlardan alınan avantalarla oluşturulan “Haram Havuzu” ile gazete-televizyon satın almak ve insanların üzerine saldırtmak olamaz, olmamalı…
Başbakan Ahmet’e bu konudaki ilk görevini, izninizle sizin adınıza veriyorum;
Başbakan Ahmet, sen “G-20 Yolsuzlukla Mücadele Dönem Başkanı” olduğun gün, Türkiye’de bir bomba patladı! Bak anlatayım;
Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi Ses ve Görüntü İnceleme Şubesi, 17 Aralık soruşturmasıyla ilgili tapelerin (ses kayıtlarının çözüm metni) “DOĞRU”olduğunu kabul etti ve açıkladı!
Hani Bakanlarla-Bakan çocukları arasındaki konuşmalar, Reza ’nın önüne yatan Bakan’ın konuşmaları, dönemin Başbakanı ile oğlunun yaptığı “Sıfırlama” konuşmaları vardı ya, işte onların hepsi gerçekmiş, iyi mi?
Şimdi sen öncelikle 17 Aralık soruşturmasında “Takipsizlik Kararı” veren Savcı’nın Adalet Bakanına şunu sormalısın;
“Yahu Bekir, bu Savcı Adli Tıp raporunu niçin beklemedi? Raporu beklemeden nasıl takipsizlik kararı verebildi? Acaba bu Savcıya baskı mı yapıldı?
Şu işi araştır, bu Savcı Paralel mi, dikdörtgen mi, daire mi, nedir bu yahu?”
Birde, TBMM Araştırma Komisyonunu çalıştır. Hırsızlık-Yolsuzluk-Rüşvet gibi pis işlere kim bulaştı ise onların dokunulmazlıklarını kaldır.
Gitsinler, aklanıp gelsinler! Tamam mı, Başbakan Ahmet?
Yakala şu hırsızları, Başbakan’ı olduğun Türk Milletini kimlerin soyduğunu ortaya çıkar.
Kimseden korkma, bak arkanda artık bütün dünya var…
Mahalle Camisinde, cemaat hırsızlardan bıkmış. Her Cuma namazında birkaç kişinin ayakkabıları çalınıyormuş! Ne yaptılarsa çare bulamamışlar.
Emekli Polis Rasim, “Ben bu işi hallederim, iş bende” demiş ve eskiden tanıdığı birini camiye bekçi yapmış. O günden sonra hiç hırsızlık olmamış.
Cami Hocası, nasıl yaptın diye sormuş?
Rasim; “O bekçi yaptığım kişi var ya, o eski hırsızdır. Polislik günlerimden tanırım. O burada olduğu sürece hırsızlık olayı olmaz, gönlünüz rahat olsun”demiş.
Dünyada, yolsuzlukların en fazla yapıldığı ülkenin Başbakanını dönem başkanı seçmişler ya, yukarıdaki fıkra aklıma geldi. Bizimle ne alakası varsa…

13 Kasım 2014 Perşembe

ON KASIMLARDA YAPTIKLARI HATIRLANMA, Cemal ÇALIŞKAN

ON KASIMLARDA YAPTIKLARI HATIRLANMA
Cemal ÇALIŞKAN
“Ölümleriyle nisyana uğrayanlar, yenilikleriyle başarılar gösterenlerdir. Atamız da onlardan biridir." 
Tarihler anlattıkları olaylara göre değer kazanır. On kasım başlangıcı itibariyle Türk milleti için üzüntüyü anlatır. Daha sonraki yıllarda bu üzüntü şekille devam ettirilmiştir. Sebebi kısır akılla istismardır. Hem Atatürk ölmedi içimizde yaşıyor diye şarkılar söyletiriz. Diğer taraftan ölüm yıldönümü yaparız. Mesela Mevlana’nın ölüm yıldönümünde onun insanlığa verdiği mesajlardan söz edilir. Niye Atamızın ölüm yıl dönümlerinde bu millet için çektiği çileden kazandırdığı eserlerden söz edilmez. Atatürk orman çiftliğini ormanlaştırmasaydı, bu günkü saray oraya yapılacak mıydı? Yoksa talan mı edilecekti? Yeni nesillere anlatamadığımız için kulak bilgileriyle nesilleri zehirleyenler içkici ve gayri ahlaki yaşamını Atatürk’e mal edenlerle, kapalı kapılar arkasında cehaletleri yüzünden Ata olmadık iftirayı yapan kara cahillerdir. Sözüm ona dini de bu konuda kullanırlar. Anlatmaya da devam ediyorlar. Yazık ki, ne yazık.  Malını bu millete bağışlamıştı.  Bu iktidar zaten Atatürk derse nikâh tazelemeleri gerekircesine, Atatürk demekten kaçınıyorlar.  Ama onun arazisine Ak saray yapıyorlar. O adı Atatürk’e millet meclisi vermiştir.
Atatürk’ün ölümünün 76. Yıl dönümü anarken Medine Müdafaası kahramanı Fahrettin paşayı da zikretmek gerekir. Bir konuda Atatürk ile kaderleri birleşir. Atatürk Anadolu’da milleti kurtarma çalışmaları yaptığından dolayı İstanbul hükümeti İngiliz baskısıyla görevden almış, ayrıca idam fermanını imzalamıştır. Mondros anlaşmasını yapan Osmanlı hükümeti, İngilizlerin baskısıyla Medine’yi teslim etmeyen Fahrettin paşayı da idama mahkûm etmişlerdi. Çünkü Fahrettin paşa hükümetin ve padişahın hür iradesi olmadığı, baskıyla bu mektupları gönderilmiştir, diyordu. Sonunda birlikte Medine’yi savundukları subayların baskısıyla Medine teslim etmiştir. İngilizler tarafında Malta adasına götürülen Fahrettin Paşa, Atatürk’ün yardımıyla kurtarılmıştır. Büyük taarruza da katılmıştır. Atatürk bu asker için” Daha sağlığında adını tarihe altın harflerle yazdıran kumandır.” Diyordu. Her ikisinin de ruhu şad olsun.
Atatürk yaptıklarıyla tarihe ve insanlığa mal olmuş komutanlardan biridir. Bazıları o zamanı bilmeden şunu neden yapmadılar. Şunu neye yaptılar gibi hayâsızca sorgulamaktadır. Şimdikinler neden otuz yıldır bir soytarı olan PKK’nın hakkından gelemediler. Daha güçlüyüz. Askerin hiçbir eksiği yok. Cevap büyük devletler bitirmemize izin vermezler. Peki, o zaman büyük devletler, onlara istediklerini yaptırdılar mı? Yapmaya kalksan elindeki de giderdi. Bu nedenle alabildiklerini almışlardır. Bizlere düşen bırakılanı korumak ve geliştirmektir.
Türkiye’de Abdülhamid’e Ulu hakan diyenler, Atatürk ve İttihatçılara olduğundan daha çok haksızlık etmişlerdir. Abdülhamit görevini tam yaptığı için mi, bu örgüt oluşturulmuştur. Kendisi için tuttuğu hafiyeleri vatanı korumak için çalıştırsaydı, daha iyi iş yapmış olurdu. Askeri komutanları gençleştirme yöntemi kullansaydı, ülkenin geleceği daha iyi olabilirdi.
Türkiye’de insanlar ülke ve devlet için neler yaptığıyla değerlendirilmezler. Değerlendirmede ölçü kaç cami yaptı, namaz kıldı mı, haçça gitti midir? Bu kafayla devlet adamlarını değerlendirmeye kalkarsan her yere cami, kuran kursu yapmaya kalkanlar çoğalır. Fabrika ve teknolojiyi unutursan düşman uçakları yapılan camileri yıkıp geçer. Belki avam tabası zihniyetinde olanlar karşısında bu yapılanların bir değeri Olur, siyasette oyunu artırmış olur. Ama gerçek din âlimleri nazarında gönül acısı hissine neden olur. İşte halk bunu istiyor diyerek ülkenin geleceğini değil, günlük oy hesapları ön plana alınırsa gelecek nesiller sıkıntı çekerler.
Dünyaya meydan okuyan Teşkilatı mahsusa ve kahramanları ittihatçıların eseridir. Abdülhamit taraftarları canlarını düşünürken karşısındakiler canlarını vatana adamayı düşünüyorlardı. Dinimizce niyet amelden önde gelir. Efendimizde Müminin niyeti amelinden hayırlıdır, buyurmuştur.
Atatürk’ün dindar arasında sevimsizleşmesine nedenlerinden birisi de” her türlü batılı yaşam tarzını kutsallaştıranların, bu yaşamlarını meşrulaştırmak için yaşamlarını Atatürk’’ mal etme sunumudur.  Atatürk’e mal edildiği için dindar ve laikler bundan kazançlı çıkmış, ülke kaybetmiştir.
3 milyon insan cephelerde şehit olmuş Anadolu’da kadınlar, sakat gaziler ve çocuklar kalmıştı. Halk ümitsizlik içinde Amerikan mandacılığını ümit eder olmuştu. Bu durumda Kazım Paşayı ve Atatürk bağımsızlığa inanmışlar, millette buna inanmıştır.  Atatürk milletle bütünleşmiştir. Bazı hocalar halifeliğe bağlılık adına,  işgale rıza göstermişler, İstiklal harbi yapanlara karşı halkı isyana teşvik etmişlerdir. Atatürk’ün din görüşünü öğrenmek için Balıkesir zağanos paşa,  Kastamonu Nasrullah ve Konya’da Türk ocağındaki konuşmaları okunursak anlarız.
Abdülhamid’in Evliyalığından dem vuranlar, Atatürk’ü densizleştirmeyle ne kazanacaklardır? Altın yere düşmekle değer kaybetmez. Büyük devletler milli kahramanlarına olmadık yücelikleri verirlerken bazı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları Bu milli kahramana karşı düşmanlıkları nedendir? Namusumuzu düşmanlara çiğnetmeyip Türkün esirliği kabul etmişliğini tarihe yeniden yazdırmasına mı düşmanlık?

İSRAİL DOSYASI, Prof. Dr., Altan ÇETİN, Kudüs'ü Tarihle Savunmak!........

Kudüs'ü Tarihle Savunmak!........
Prof. Dr. Altan ÇETİN
Tarihte bazı şehirler medeniyet hafızasının bekçisidirler. Buralar zaman, mekân ve insana dair zaman üstüleşen değerler ve anlamlara dair bir şuur merkezi olurlar. Tarihin yeniden üretildiği zaman dilimlerin bu şehirler varoluşun kodlarını duyan kulaklar fısıldayıp, gören gözlere aşikâr ederler. Kudüs, Müslümanlar için manalar manzumesi bir şehirdir. Öte yandan tefrikaları aşmanın en değerli çaresi şüphesiz müşterekleri hatırlamaktır. Kudüs bu manada anlam dünyamızın Arapça, Farsça ve Türkçe tüm dillerinde müşterek resmini çizmektedir. Var oluşumuzun en temel kavram ve hatıralarına şahit olan bu hafıza şehir var olacaklarımıza dair de çok şey söyleyebilir. Kudüs Kriterleri olarak adlandırılabilecek bu süreç bu kaos zemininde bu çok dilli ve kültürlü coğrafyada yeniden müşterek mana çiçeklerini yeşertebilir. Hz. Mevlana’nın dediği gibi “aynı dili konuşanlar değil aynı duyguyu paylaşanlar anlaşırlar”.
Kudüs’ün bu mana dünyasına yeniden bir göz atarsak bize anlatacağı ilk hikâye hiç şüphesiz Hz. Peygamberin Mirac ile sonsuzlaştığı o demlere dair olacaktır. Bu yönüyle Kudüs bizim Sünni, Şii ne olursak olalım Kutsal Kitabın da şahitliğiyle müşterek bir gerçeğimiz olmaktadır. Bu manada Mirac sembolizmiyle Kudüs bizim için bir var olma ve istikamet mekânıdır. Dolayısıyla duygularımızı, düşüncelerimizin bulanıklaştığı tarihi tefrikalarımızın coştuğu bir zamanda Kudüs üzerinden yeninden bir oryantasyon ve yön bulma faaliyeti bu kargaşa eyyamında bize çok şey hatırlatacaktır.
Kudüs’ün anlam dünyamıza fısıldadığı diğer bir sembol isim Hz. Ömer ve fetihtir. Mirac duygusuyla yönlenmiş bir halifenin hizmetçisinin bineğinin yuları elinde girdiği bu kutlu şehir, şehre ve idareye dair bize çok şey anlatmaya başlar. Ruhunda daralmalar yaşayan tüm Arap, Fars ve Türk dilli liderler bu zamanlarda Hz. Ömer’in koluna girip Kudüs’e yeniden merhaba demelidirler. Kudüs eminiz ki bu ihlâslı ve manidar selama kayıtsız kalmayacaktır.
Fetih ve siyaset adına Kudüs’ün verdiği bu ders bugün geri kalmışlık, yolsuzluk, bilgisizlik, hukuksuzluk, cehalet ve tefrikalarla malul coğrafyamızda Kudüs Kriterleri muhakkak anlam dünyamızda tüm bu sıkıntıları aşmamızda yardımcı olacaktır. Hz. Ömer’in fetih sonrası verdiği emandan bir parçayı burada paylaşmak onun temsil ettiği manayı anlatmak adına uygun düşecektir. “Bismillahirrahmanirrahim. Bu, Allah’ın kulu, Müminlerin Emiri Ömer b. el-Hattab’in Ilya (Kudüs) halkına verdiği emandır. Bu emanı, canlarına, mallarına, kilise ve mabetlerine, hastalarına, sağlıklılarına ve sair halka vermiştir. Kiliseleri Müslümanlarca kullanılmayacak ve yıkılmayacaktır. Kiliseden ve arsasından, Hristiyanların haçından ve mallarından hiçbir şey eksiltilmeyecektir.” Bu ifadeler Haçlı Seferleri ile şehirde hilal avına çıkan günümüzde ise Süleyman’ın yıldızını hâkim kılmaya çalışan tarihi akılla Hz. Ömer’in temsil ettiği akıl arasındaki büyük farkı ortaya koymaktadır. 
HZ. ÖMER BİN HATTAB’IN MERSUMUNUN SURETİ KUDÜS FERMANI
1. Allah’a hamd olsun ki, bizi İslam ile aziz kıldı; iman ile şereflendirdi; peygamberi Muhammed ile bize rahmet eyledi; bizi dalaletten hidayete götürdü; aramızdaki dağınıklıktan sonra bizi bir araya getirdi ve kablerimizi birleştirdi; düşmanlarımıza karşı zafer verdi; bize bu beldeleri nasip etti; bizi birbirini seven kardeşler haline getirdi. Ey Allah’ın kulları! Bu nimetlere karşı Allah’a hamd ediniz.
2. Bu Ömer bin Hattab’ın Kudüs-i Şerif’deki Tur-i Zeytun’da millet-i İseviyenin şerefli patriği Safranbos’a verdiği ve bütün re’aya ile papaz ve patrikleri içine alacak şekilde tanzim olunan yazılı ahidnamesidir.
3. Bütün papazlar nerede ve hangi şartlarda olurlarsa oldunlar, biz Müslümanlardan emana sahiptirler. Bütün gayr-i müslimler, zimmet akdinin hükümlerine riayet ettikleri müddetçe, emanları geçerlidir. Biz müminler ve bizden sonra gelecek olanlar, onları korumakla mükellefiz. İtaat ve bağlılıkları devam ettikçe de bu devam edecektir.
4. Verilen bu kroma ve eman sözü kendileri için geçerli olduğu kadar, kiliseleri, manastırları dışarıda ve içeride bulunan bütü ziyaret mahalli olan mukaddes mekanları için geçerlidir.
5. Bu mukaddes mekanlar şunlardır: Kamame Kilisesi; Hz. İsa’nın doğum yeri olan Beytüllahm’deki Büyük Kilise; Kıbleye, kuzeye ve batıya açılan üç kapılı mağara.
6. Kudüs’te bulunan Hristiyanların dışındaki Hristiyan cemaatleri, yani Habeş Hristiyanları, Avrupa’dan ziyaret için gelenler, Kıbtiler, Süryaniler, Ermeniler, Yakubiler, Maruniler ve benzeri taifeler, tamamen adı geçen Patrik’e tabidirler; Patrik bunlara takdim olunur.
7. Zira bu sayılan patrik ve papazlara, Hz. Peygamber mübarek mührü ile eman vermiş ve korunmalarını istemiştir. Biz müminler de, onlara iyi davranan Peygamber hürmetine onlara iyi davranacağız.
8. Bu patrik ve papazlar, cizye ve benzeri mükellefiyetlerden, denizde ve karada muaf olacaklar; bunların Kamame Kilisesine ve diğer mukaddes mekanlara girişlerinden dolayı kendilerinden bir şey alınmayacak. Ancak Hristiyanların elindeki Kamame Kilisesine gelen ziyaretçiler, Patrik olana 1 1/3 dirhem vereceklerdir.
9. Bütün müminler, erkek olsun kadın olsun, sultan, hakim veya vali olsun, zengin olsun fakir olsun, mutlaka bu emirlerimizi koruyacaklardır.
10. Hristiyan reislerine bu mersum (ferman) sahabe-i kiramdan Abdullah, Osman bin Affan, Sa’d bin Zeyd, Abdurrahman bin Avf ve diğer sahabe kardeşlerimizin huzurunda verilmiştir.
11. Bu yazılı fermanda açıkladığımız emirler korunsun, riayet edilsin ve ellerinde kalsın.
12. Müminlerden kim bu fermanımızı okur da şimdi veya kıyamete kadar, ona muhalefet ederse, Allah’ın ahdini bozmuş ve Habibine isyan etmiş olur.’
20 Rebiül-Evvel 15 H. Fermanın metninden de anlaşılacağı üzere, fermanın hükümleri, yine Hz. Peygamber’in hadislerine dayanmaktadır.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Kilise Defterleri, Kamame Defteri, No: 8)
Hz. Peygamber ve Hz. Ömer ile başladığımız Kudüs devrimizde karşımıza bu sefer bu iki dev şahsın yoluyla yollanmış Selahaddin Eyyûbî çıkar. Tarihi süreç içinde fersudeleşmiş yapıların Haçlı sürüleri karşısında yaşadığı muvakkat acz ve yenilgi sonrasında tefrikayı aşmanın ve bahsettiğimiz manalarla donanmanın karşılığını bize anlatan bir isim olarak karşımızda şimdi Selahaddin Eyyûbî vardır. Şarkın en sevgili sultanı Selahaddin bugünkü aktüaliteye benzer bir dramın, kıyımların ve kıtallerin yaşandığı Kudüs’ü bir ideal şehir haline getirerek orayı o hale getirenlere bile emin olacak bir şekle dönüştürerek tarihe damgasını vurmuştur.
Kudüs tefrikalarla bölünmüşlüğün karşılığı olarak Haçlıların egemenliğinde kaldığı yıllar boyunca bölgede yıkımı, istikrarsızlığı, adaletsizliği, çıkarı ve din kavramının yozlaşmasını temsil ederken Selahaddin ile beraber yeniden tarihi misyonunu oynayarak hayata değer katan bir şehir haline gelmiştir. Dolayısıyla Kudüs Kriterlerinden birisi de Selahaddin vesilesi ile Kudüs’ün temsil ettiği direniş ve yenilenmeye dair olacaktır.
SELAHADDİN-İ EYYUBİ’NİN VERDİĞİ KUDÜS FERMAN
Bilindiği gibi, Haçlı Seferlerinin birinci hedefi, Kudüs’ü Müslümanlardan almak idi. Nitekim buna muvaffak oldular ve Fransa başta olmak üzere müttefik Haçlı kuvvetleri Kudüs dahil bütün Filistin arazisini zabt ettiler. Buna karşı direnen Eyyubi Devleti’nin kurucuları Nureddin Eş-Şehid ve Selahaddin-i Eyyubi, Haçlı ordularını bertaraf ettikleri gibi, 20 Eylül 1187 tarihinde, Kudüs’ü yeniden feth ettiler. İşte Selahaddin-i Eyyubi, önceleri Kamame Kilisesini tahrip etmek istemiş; ancak ikaz üzerine, burada Hristiyanlarla yaptığı sulh antlaşmasında, yine Hz. Ömer’in biraz önce zikrettiğimiz Haklar Beyannamesini esas almış ve şu şekilde anlaşmıştır:
1) Kamame Kilisesi Hz. Ömer’in fermanı gereği Hristiyanların elinde kalacak.
2) Üzerindeki Patrik Dairesi Mescid haline getirilecek (Mescid-i Selahaddin).
3) Kamame Kilisesindeki Hristiyan ayinleri Müslümanlara haber verilerek açılacak. Diğer günlerde kapıları kapalı tutulacak ve Müslüman bevvab görev yapacak.’
Orijinali, Kudüs Rum Patrikhanesinde ve bir sureti de Osmanlı Arşivinde bulunmaktadır. Fatih Sultan Mehmed’e gelerek bu fermanı veren Rum Patriği Atnasiyos’tur.)
Kudüs’te zamanın içinde ilerlediğimizde karşımıza şehri güncel tarihiliğine taşıyacak olan devre geliriz. Fatih Sultan Mehmed bu konuda ilk bahsedilmesi gereken kişidir. Belleğin ve tarihi devamlılığın numunesi olan Kudüs fermanı incelendiğinde bu durum çok açık görülecektir. İslam medeniyetinin değişik devirlerindeki Kudüs manası onun devrinde de aynıyla sürmüştür.
FATİH SULTAN MEHMED'İN KUDÜS FERMANI
(Bu) Fatih Sultan Mehmet Han Hz.lerinin kendi el yazısıyla yazıp tasdik ederek ihsan buyurduğu yüce emir (ferman) dir; ki, gereği yerine getirile. Her kim, bu, Padişah'ın kendi el yazısı ile yazarak tasdik ettiği fermanını feshederse (hükümsüz kılarsa) Allah'ın laneti onun üzerine olsun.
-Allah'ın yardımı ve nusreti kıyamet sabahına kadar O'nunla olsun- Fatih Sultan Mehmed'in bu fermanı yazmasının sebebi ve gerekçesi şudur:
Allah'ın izni ve Resul-ü Ekrem efendimizin hurmeti ile Kostantiniyye (İstanbul) şehri fetholunduğunda, her taraf ve kesimden şahlar, krallar ve devlet adamları devlet merkezi İstanbula gelip, fethi tebrik ettikleri günlerde, Kudüs-ü şerifte bulunan Rumların Patriği Atnasyos ismindeki rahip de kendi arzularıyla İstanbul'a gelip tebrik ve saygılarını sundu. Ellerinde bulunan ve Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (sav), Hz. Ömer (ra) ve önceki İslam hükümdarlarının kendilerine vermiş oldukları imzalı, mühürlü fermanları göstererek; bu fermanlarda bulunan hakları bulundukları yerlerde ayniyle sahip olarak tasarruf etme haklarının devamını bizden de rica etti. Ki bunlar şunlardır:
Fermanlarda mevcut olan gölgelikler, bütün namazgahlar, ziyaret yerleri, Gürcü Manastırı olan Mir Yakup ve Kudsü Şerifin dışında kalan manastırlar, kiliseler, Hz. İsa (as)'ın doğduğu yer olan Büyük Beytullahim Kilisesi ve mağarası, kiliseye ait kuzey, kıble ve batı taraflarındaki kapılara ait üç adet anahtar, bütün Hristiyan dinine mensup insanlar, Kudsü şerif patrikleri ve yardımcılarına ait eşyalar  bac (nakliyeden alınan vergi), harac (Müslüman olmayanlardan alınan vergi, cizye) ve sair örfi vergilerden muaf ve salim olmalarıdır.
Şimdi Hz. Peygamber (as), Hz. Ömer (ra) ve geçmişteki hükümdarlar (sultanlar) tarafından  tasdikli fermanlarla ihsan edilen haklar, benim tarafımdan da tasdiklenerek fermanım olmuştur.
Yönetimim ve iktidarım altında olan memleketlerimde denizden ve karadan, devirlerinde hakim durumunda olan idarecilerim, Kudüs-ü şerifin yukarda zikri geçen patrik ve ruhbanlarını korumalılar ve başkalarının onları rencide etmesine müsaade etmemeliler.
Eğer, Resul-ü Ekrem efendimiz (as)'ın kendi mühürleriyle imzalı, Hz. Ömer (ra)'ın kufi yazı ile yazılmış imzalı ve tasdikli ve eski hükümdarların verdiği fermanlarla; benim bu, eskiden verilmiş olan bu hakları aynıyla muhafaza eden fermanımda bulunan hakları, benden sonra gelecek padişahlardan, vezirlerden (bakanlar), âlimlerden, yerel yöneticilerden ve sair Ümmet-i Muhammed'den para  veya hatır için ortadan kaldırmaya kalkışırlarsa Allah'ın ve Resulü'nün hışmına (gazabına) uğrasınlar. Bu böyle bilinsin, fermanımıza itimat edilsin ve gereği yerine getirilsin. Fermanın yazılış tarihi: 862 hicri senesi Şevval ayının ortaları İstanbul (Kostantıniyye)"(Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Kilise Defteri, no: 8)
Yavuz Sultan Selim’in devrinde Kudüs tarihi manasına uygun devirler yaşamıştır. Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve bölgeden çekilmesi sonrası yaşanan kaoslara kadar tarihi süreç yaşanmıştır. Osmanlılar döneminde Kudüs dinler, diller ve halklar için Osmanlı Türk kalkanı altında güvende olmanın sembolü olmuştur. Kudüs’ün kapılarından birisine Lailahe illallah İbrahim halillullah yazacak kadar nezaketli ve medeni olan Osmanlılar bu şehre dair en büyük tarihi miraslardan ve mana zenginliklerinden de birisini temsil etmektedir. Yavuz Sultan Selim’in fetih sonrası fermanından bir parçayı burada paylaşmak anlatılmak istenilenlere canlı şahit olacaktır: “4. Hazret-i Ömer(R.A.} Hazretlerinin olan Ahidnâme-i Hümayun ve merhûm melik Selâhaddinzamanından beri verilen evâmir-i şerifeler mûcebince zabt ve tasarruflarında olan Kamame ve Beytüllahım mağara ve şimal tarafındaki kapu ve kenise-i kübrâları, Mar-Ya'kub ve Deyrü’z-Zeytun ve Habs'ül-Mesih ve Nablüs ve keniselerine tâbi' hem milletleri olan Habeş ve Kıbtî ve Süryanî milletleri, Mar Ya'kub keniselerinde mütemekkin olan Ermeni patrikleri tarafından zabt ve tasarruf olunup âher milelden min ba'd bir ferd müdâhele etdirilmemek babında bu Nişân-ı Hümâyûn-ı saâdet-makrûnımı verdim.” Burada dikkat çekici en önemli husus ise fermanda Hz. Ömer ve Selahaddin’e atıfta bulunulmasıdır. Bu belge ve bilgi bizim Kudüs kriterleri dediğimiz şeyin hayal mahsulü olmadığını bir tarihi hafızanın devamlı işlediğini göstermektedir. Kudüs dün olduğu gibi bugünde mana dünyamızın temadi bir hafıza şehri olarak bu zor günlerde akıllarımızı müşterekleştirme noktasında son derece önemli bir unsur olarak görülebilir ve görülmelidir.
YAVUZ SULTAN SELİM'İN KUDUS FERMANI
1. Emr-i Şerifim mûcebince her kim bir gayrı şekle giderse ve bozarsa, Allah Te`âlânın kılıncına uğrasun.
2. Nişan-ı Şerif-i Alişân-ı Sâmî-i Sultâni Ve Tuğrây-i Garrâyı Cihan Sitân-i Hâkân-î bil- Avn'ir-Rabbânî ve'l-men'ni's-Sübhânî hükmü oldur ki [12];
3. avnillâhi Teâlâ ve Resûlihi, Kudüs-i Şerif'e gelüb mâh-i Safer-ül Hayr'ın 25. gününde feth-i bab olunub Ermeni tâifesine patrik olan Serkiz nâm râhib cümle ruhbân ile maa reâyâ ve berâyâ gelüb atâ ve in'âmımdan ricâ ve temennâ kılmışlardır. Kadimen meşrûtaları olub uhdelerinde olan kenise ve manastır ve sâir ziyâretleri ve içerüde ve taşrada vâki kenise ve ma'bedhâneleri kadimden zabt ve tasarruf edegeldikleri minval üzre Ermeni tâifesine patrik olanlar zabt ve tasarruf eyleyeler.
4. Hazret-i Ömer (R.A.} Hazretlerinin olan Ahidnâme-i Hümayun ve merhûm melik Selâhaddin zamanından beri verilen evâmir-i şerifeler mûcebince zabt ve tasarruflarında olan Kamame ve Beytüllahım mağara ve şimal tarafındaki kapu ve kenise-i kübrâları, Mar-Ya'kub ve Deyr'üz Zeytun ve Habs'ül-Mesih ve Nablüs ve keniselerine tâbi' hem milletleri olan Habeş ve Kıbtî ve Süryanî milletleri, Mar Ya'kub keniselerinde mütemekkin olan Ermeni patrikleri tarafından zabt ve tasarruf olunup âher milelden min ba'd bir ferd müdâhele etdirilmemek babında bu Nişân-ı Hümâyûn-ı saâdet-makrûnımı verdim.
5 buyurdum ki; mûcebince amel olunup, zikrolunan Kenise-i Kübraları, Mar Yakub'da mütemekkin olan Ermeni Patrikleri içerüde ve taşrada vâki olan keniseleri ve manastırlar ve sâir ziyâretgâhları ve kendülerine tabi milletleri ve yamakları olan Habeş ve Kıbtî ve Süryâni milletleri âyinleri üzre zabt ve tasarruf eyleyüp vâki olan umurlarına ve azl ve nasb ve sâir vakıflarına müteallik hususlarına ve mürd olan metropolid ve piskopos ve ruhban ve papaz ve yamaklarının ve sâir Ermeni tâiesi patriklerinin zabt ve tasarruflarında olan kenise ve manastır ve ma'bed ve sâir ziyaretlerinin ve kendülere tâbi hem milletlerine ve yamaklarına âher milelden min ba'd bir ferd müdâhele eylemeyüb ve Kamame ortasında vâki olan türbesi ve Kudüs-i Şerif taşrasında Meryem Ana Makberesi ve Hazret-i İsa (A.S.) doğduğu Beytüllahm mağara ve şimal tarafında olan kapunun miftahı ve içerüde Kamame kapısında iki şamdan ve kandilleri ve türbe kapısında ve içerisinde olan kandilleri ve yaktıkları şem ve buhurları ve kamame içinde âyinleri üzre nâr-ı şem’ zuhurunda kendülere tâbi olan hem milletleriyle türbe dâhiline gi-rüb ve havalisinde devr etmeleri ve kapu içerüsinün zir ü bâlâsı ve iki penceresi ve içerüde olan ma'bed ve ziyâretleri ve su kuyusu ve Kamame havlusunda vâki Mar Yuhanna Kenisesi ve taşrasında Mar-Yakub kurbünde vâki Habs'ül Mesih ve sâir manastırları ve makberelikleri ve medfenleri ve Beytüllahın mağara kurbünde olan odaları ve misâfirhâneleri ve bağ ve bağçe ve zeytünlükleri ve bilcümle zikrolunan kenise ve manastır ve ma'bed ve ziyâretgâhları ve kendülerine tâbi hem milletleri ve sâir emlâk ve tevâbi-i kadimeleri tayin olunduğu üzre Ermeni tâifesi ve patrikleri zabt ve tasarruf eyleyüb ve keniselerine ziyârete gelen Ermeni taifesi zemzem tabir olunur su üzerine ve panayırlarına ve sâir ma'bed ve ziyaretlerine vardıklarında ehl-i örf tâifesinden ve âherden min ba'd bir ferd dahl ve taarruz eylemeyüp ba'del-yevm vech-i meşrûh üzre verilen Nişân-ı Hümâyûn-ı saadet-makrûnum mûcebince amel olunub âher milletten bir ferdi müdâhele ettirmeyüb ol-babda evlâd-ı emcâdımdan veyahud vüzerây-i izâmımdan ve sulehây-ı kirâmımdan ve kadılardan ve beğlerbeği ve sancak beği ve mîr-i mîrân ve voyvodaları ve beytülmal ve kassâm adamları ve subaşıları ve zuamâ ve erbâb-ı tımar ve mutasarrıfın-i emvâl ve sâir kapum kullarımdan ve gayriden muhassalâ vazî’ ve refî’ ve kebirden hiçbir ferd-i efrâd-ı âferideden kâne men kân vechen min'el-vücûh ve sebeben mine'l-esbâb dahl ve taarruz kılmayub tebdil ve tağyir eylemeyeler. Her kim dahl ve taarruz ve tebdîl ve tağyir eder ise, indellâhil-Melik-il-Mu’în zümre-i mücrimîn ve a'dâd-ı âsiminden ma'dûd olalar.
6. Şöyle bileler, hükm-i kişver-ktişâ ve tuğrây-ı garrây-ı âlem-ârâ ile mücellâ ve müzeyyen görenler mazmûn-ı meymûnın muhakkak ve fahvây-i hü-mâyunun musaddak bilüb alâmet-i şerife itimad kılalar.
Kütibe fi sene selâsin ve işrîne ve tis'amie Sahray-ı Kudüs-i Şerif”
Metinleri konu altlarına iliştirilen bu fermanlardaki bir diğerine atıf tarihte eşine az rastlanır bir medeniyet zincirini göstermektedir. Kudüs şehir olarak kutsalı yansıtmanın yanında adaletin, diğerine hürmet ve merhametin ve hatta ona hizmet etme erdeminin İslam dünyası adına iftihar vesikasıdır. Tüm bu resmi belgeler, İslam tarihi boyunca Kudüs’e ve ona dairlere devlet düzeyindeki dikkat ve nezaketi göstermesi bakımından hatırlanması ve her düzeyde hatırlatılması gereken vesikalardır. Hz. Ömer ile başlayan süreç ona atıfla Selahaddin Eyyûbî’de ve yine önceki ikisine atıfla Fatih Sultan Mehmed ve Yavuz Sultan Selim ile devam etmiştir. Bu tespit ne hamasettir ne spekülasyon; tarih ne olup bittiğini vesikaları ile herkese haykırmaktadır. Kudüs sadece diplomatlar ve silahların değil tarihinde koruyacağı bir yer olduğu unutulmamalıdır. Müslümanların diğerine saygı, kutsala hürmet ve kültürel varoluşlara saygı konusunda burada verilen belgelerde de görüleceği gibi hiç kimsenin aklına ihtiyacı yoktur yeter ki kendisini hatırlasın ve kendisi için kendi olabilsin.
Kudüs’ün bizim tarih şuurumuzdaki yeri aslında güncelde yaşanan tarihi sürece dair pek çok benzerliği ve dikkat çekici dersleri içermektedir. Nihai derslerden birisi ise Selahaddin Eyyûbî’nin mezarına koşan işgalci subayların dilinden dökülenler bize çok şey anlatmalıdır. İyi şiddet ve haklı zulüm gibi bir bakış açısı 1095’te Papa Urbanus’un Haçlılarına hareket meşruiyeti verdiği gibi haklı neden ve doğru amaç bağlamında savaşı estetize eden bir akıl gaddarlığı yukarıda aktüel zemin bağlamında verdiğimiz bir ortamda gerekli ve doğru bulabilir. Geçmişten günümüze bir saldırganlık algısı içinde olan bir akıl çok kolaylıkla kendisine haklı nedenler üretebilir ve üretmiştir de. Kendisinin amacının çok saf ve doğru olduğunu düşünen bir kişi doğru amaçla öldürülenlerin maruz kaldığı gaddarlığı meşrulaştırabilir.
Zira Şahıs Avrupa halklarının ilerleyen zamanda kendisine teşekkür edeceğinden bahisle bu psikolojik durumunu ortaya koymuştur. Bu durum ve olay bir münferid hadise olabileceği gibi kurumsallaşmış bir zihnin son aktüalitesi de olabilir: 11 Aralık 1917’de Kudüs'e giren İngiliz Orgeneral Allenby Selahaddin Eyyubi'nin mezarına vurarak; 'Kalk Selahaddin biz yine geldik' şeklinde bir konuşma yaparken de muhtemelen farklı bir psikoloji içinde değildi. Fransız Generali Geavraud, 1920 tarihindeki Meyselun Savaşı'nın ardından Şam'da Selâhaddin'in kabrini Haçlı ruhunu göstererek; "Ey Selâhaddin! Dinle biz döndük" derken ve Osman Gazi’nin sandukasını tekmeleyen Yunanlı komutan hangi tarihi geçmişin güncel örnekleriydiler demeden edemiyor insan. Fransa Dış İşleri Bakanı Gueant, "Cumhurbaşkanımızla ilgili yapılan eleştirilerle ilgili olarak şunu söylemek istiyorum. Şu an herkes, Sarkozy'nin orada olduğuna şükrediyor. Herkes televizyonlardan Kaddafi'nin yaptığı katliamı izlemeye hazırlanıyordu. Tanrıya şükür ki Cumhurbaşkanımız, Haçlı Seferi'nin önderliğini yaparak önce BM'yi, ardından da Arap Birliği ve Afrika Birliği'ni harekete geçirdi" sözleriyle haçlı kavramını daha dün denilecek kadar kısa bir vakitte kullandı. Bugün Kudüs’te var olan İsrail ve onun tarihi hatta mitolojik emelleri bu tarihsel aktüalitenin diğer bir yönü olarak görülmelidir.
Kudüs metaforu ile manasızlaşan anlamlar evrenimize düzen vermek ve değerlerimizi yeniden değerlendirmek adına yaptığımız bu girişte nihayet Türklerle Araplar arasında örülen duvarların, zihni blokların ve oluşturulan tarihsel yargıların ötesine geçmek zaruretine işaret edilmesi gerekmektedir.Kudüs Kriterleri bizim tarihi ve güncel durumumuzu yeniden dizayn edecek bir süreci anlatmalıdır. Bu çalışmanın belki de en büyük amacı ve temennisi kavramların ve tarihin oryantasyonu ile akılların ve yüreklerin yeniden birleştirilmesine katkı sağlamak olacaktır. Bugün mabedi ezilen Kudüs’ü çiğneyen akıl tarihte İslam’ın ortaya koyduğu hukuk, nezaket ve saygının çok uzağında durmaktadır. Mezar tekmeleyenlerin kurdurduğu devletten de zaten mabed çiğnemesi beklenir!
[publicize twitter][publicize facebook][category güvenlik]
[tags İSRAİL DOSYASI, Prof. Dr., Altan ÇETİN, Kudüs]

5 Kasım 2014 Çarşamba

PKK Ambalajlı Ermenistan Projesi Devreye Sokuldu Şehitler Ölüyor, Vatan Bölünüyor. Gör Artık, Gör!!.

PKK Ambalajlı Ermenistan Projesi Devreye Sokuldu
Şehitler Ölüyor, Vatan Bölünüyor. Gör Artık, Gör!!.
Hamasi beylik lafları bırakın. Bu ülke bölünmez diyebilmek için elinizde bir veri var mı? YOK!!.  Bilimsel bir veriye dayanmayan her söz çözüm üretmek yerine rahatlamayı sağlar ki, bu durum tepki enerjilerini topraklamaya, söndürmeye, soğurmaya sebep olur.
Ortadoğu coğrafyası ve Türkiye üzerinde oynanan oyunları açık bir biçimde ortaya koyup tedbir almazsak değil bölünmek, gelecekte “Mohikanların Sonuncusu” filmine malzeme oluruz.
Lafı eğip bükmeyeceğim. Suriye’den aldığım haberler ve Güneydoğu’da görev yapan “adı bende saklı” bir askerimizin açıklamaları üzerinden ülkenin getirildiği yeri görün istiyorum.
Suriye’den gönderilen iletilerde aynen şunlar yazıyor:
“1-Zahide Hanım; iki saattir bizim burada(Şam’da) tepemize yağmur gibi bombalar yağıyor. Türk yetkilileri IŞİD teröristlerine sinyal kırıcılar vermiş.. Dün(28 Ekim 2014) 7 kişiyi kaybettik. Bunlardan ikisi arkadaşımızdı, diğerleri ağır. Lanet olsun işgalcilerle iş birliği yapanlara.. Erdoğan-Davutoğlu hükümeti destek verdikçe ne Türkiye’de ne de Suriye, Irak ve Lübnan’da asla bu savaş bitmeyecek.. Ayrıca Barzani ile Erdoğan anlaştılar. Kobani’den Peşmergeleri de Türkiye’ye alacaklar. Türkiye’de Peşmerge, PKK ve IŞİD’i kahramanlaştırmak için milleti hazırlıyorlar..  Şu anda 200 den fazla Peşmerge’ye Türk vatandaşlığı verilecekmiş. Erdoğan Barzani ile böyle anlaşmış. Türk Milleti’ni buradan uyarıyorlar. Türkleri koruyacak hiç bir devlet gücü yok. Çok kritik ve önemli şeyler oluyor. Kobani’de bir tek canlı Türkmen bırakmadılar. Aynı Hama’da, Humus’ta, Halep’te, Golan’da Türkmen varlığını yok ettikleri gibi. Şu anda bizim olduğumuz mahalleyi bombardımana tuttular.. Kendinize dikkat edin ve korumaya alın..Hazırlıksız bastıracaklar inanın.. Türk Hükümetine Türkler el atmadıkça, meclisi ele geçirmedikçe, hem Türkiye, hem de bölgede bu acılar ve savaşlar devam edecek. Yeminleri var, “bir tek Türk kalmayana kadar savaşacağız” diyorlar.
Suriye TV Ana Haber Merkezi; Türk yetkililerin IŞİD teröristlerine sinyal kırıcılar verdiğini, 2 gündür bu cihazları kullandıklarını, askerlerin bunların bombalarını çözemediğini 21 ana haberlerinde verdi. Türkiye resmen düşman ülke oldu. IŞİD teröristlerine sinyal kırıcıların verilmesini bir yorumcu değerlendirdi. “Türkiye’de Türkleri koruyacak bir devlet yoktur” dedi. Hem yaşadığım topraklar için, hem de;
Anavatanım Türkiye için çok üzüldüm.”
Mesajı değerlendirelim;
Erdoğan-Davutoğlu ikilisi IŞİD’e hala yardım ediyorsa(ki, mesajın doğruluğunu bir askerden teyit ettim), Kobani maskaralığı niçin oynanıyor?
Türk Milletini kandırıp tuzağa düşürmek için tabii ki.
İŞİD bahane edilerek PYD, PKK meşru hale getiriliyor. PKK terör örgütü olmaktan çıkarılıp, mazlumlar için savaşan kahramanlar haline getiriliyor.
ABD’nin Suriye ve Irak’ta IŞİD’i bombalama olayına gelince;
ABD ve ortaklarının Irak’a saldırdığı dönemde Irak’ta bulunan bir savaş muhabiri arkadaşımın verdiği bilgiler doğrultusunda yorumlayalım. Muhabir arkadaşım;
“ ABD’nin Irak’ta hedef binalara attığı bombalar kaldığımız otelin önünden geçip, u dönüşü yapıp, hiç şaşırmadan hedef binayı vuruyordu. O nedenle “sivillerin üzerine düşen bombalar yanlışlıkla atıldı sözü tamamı ile yalandır” demişti.
Peki, o akıllı bombalama sistemi şimdi IŞİD militanlarını neden imha etmiyor? Çünkü etmek istemiyor. IŞİD üzerinden Türkiye, Suriye ve Irak’ı bölüp 2. İsrail’i kuruyorlar.
Unutmayın, bu yıllarca sürecek bir Haçlı seferidir. 21. Yüzyıl Haçlı seferlerine hoş geldiniz Beyler ve Bayanlar…
Gelelim Güneydoğu’da görev yapan bir askerimizden gelen iletiye;
“Güneydoğu’da sokağa çıkmamamız için algı yaratmaya çalışıyorlar. Asker ailesini memleketlerine göndermeye başladı. Çocuklar okullardan alınıyor. Devlet yok imajı veriliyor. PKK şehir yapılanmasını bitirdi. İşin ilginç olanı ise polisin durumu... Polis istihbaratı dağıtıldı. Bölgeyi bilen, istihbaratı bilen personel çekildi. Acemi ekipler bölgede. Ve Yüksekova'da şehit edilen askerlerin failleri bulunmadı. Sadece hükümet göz boyuyor. . Günü kurtarıyorlar. Sokağa çıkamıyoruz artık. Kolluk gücü biziz ama kendimizi kollamaya başladık sadece.”
Polis istihbaratı nasıl dağıtıldı biliyor musunuz? Tabii ki paralel bahanesi ile...  Bir zamanlar her derde deva Ergenekon(darbeciler) tezgahı vardı, şimdi paralel sahneye kondu. Üstelik paralel üzerinden operasyon daha kolay oluyor. Çünkü F-CİA çok nefret topladı. Çok ah aldı. Şimdi de bu ihanet şebekesine duyulan nefret üzerinden gene Türk Milleti’ne tuzak kuruluyor. Güneydoğu PKK ve İsrail için dikensiz gül bahçesine çevriliyor. İhanetin içinden ihanet, kumpasın içinden kumpas çıkıyor.
Asker üzerinde bu baskı devam ederse, asker içinde isyanlar baş gösterebilir. Fizik kuralıdır: Aşırı basınç nedeniyle patlama, dağılma meydana gelir.
Osman Baydemir Diyarbakır Belediye Başkanı olduğu dönemde Güneydoğulu gazetecilere verdiği iftar yemeğinde yaptığı açıklamada;
“Kuzey Irak’ta özerk bir Kürdistan kuruldu. Başşehri Erbil’dir. Kuzey Suriye’de özerk bir Kürdistan kuruldu. Başşehri Kamışlı’dır. İran’da da özerk bir Kürdistan kurulacak. Başşehri Mahabad olacak. Türkiye’de de bir özerk Kürdistan kurulacak. Diyarbakır’ın ismi değiştirilerek ‘Amed’ yapılacak. Başşehir Amed olacak. Bu 4 başşehir Avrupa Birliği’de olduğu gibi yanlarına Ermenistan ve Ürdün’ü de alıp, sınırları da kaldırarak ‘ortak para birimine’ geçecek ve ‘Büyük Kürdistan Birliği’ hayat bulacak.” Demiştir.
İğrenç bir algı operasyonuyla Kobani yaygarası koparılıyor. Suriye ile Türkiye arasında 911 km’lik bir kara sınırı vardır. 911 km’lin kara sınırımızın Suriye tarafı IŞİD’in kontrolündedir. Ayn El Arab(Kobani) denililen bölge 911 km’lik sınır içinde çok küçük bir alandır. Öyleyse Ayn El Arab üzerinden koparılan kıyamet neyin nesidir?
Denize açılan Kürt kılıflı bir İsrail devleti kurmak için kurulan tuzaktır tabii ki...
2. İsrail Devletini kuracaklarından çok eminler ki, Büyük Ermenistan projesi de işleme kondu.
Etyen Mahçupyan Davutoğlu’nun danışmanlık görevine getirildi. Mahçupyan ErmeniSoykırımı yapılmıştır diyen ve bu iddialar doğrultusunda çalışmalar yürüten bir gazetecidir. Ermeni tarihçi Dabağyan Mahçupyan’ın dış bağlantılarına dikkat çekmiştir. PKK’nın silah bırakması gündeme geldiğinde Mahçupyan PKK’ya “sakın silah bırakmayın” diyen şahıstır. Peki, Davutoğlu böyle bir ismi neden danışman almış olabilir?
El altından verildiğini düşündüğümüz sözleri yerine getirmek amacıyla beraber bir çalışma yapmak için olabilir mi?  Olabilir. Neden mi? AKP suç çetesi, Irak ve Suriye’de bulunan Ermenileri Türkiye’ye sığınmacı olarak aldı mı? Aldı. 1915 tehciri ile Suriye’ye giden Ermenilerin torunlarının “topraklarımızı almaya gidiyoruz” dediklerini önceki yazımızda belirtmiştik. Van-Akdamar adasında bulunan Ermeni kilisesi onarılıp çan takılarak ibadete açıldığında, Ermenistan’dan davetli bazı isimler gelmişti. Davutoğlu Ermeniler’e hitaben;
“Bir gün topraklarınıza dönebileceksiniz” demişti. Tam da bu sıra bazı solcuların yere göğe koyamadığı İsmail Beşikçi’ye Ermenistan tarafından bir ödül verildi. Agos gazetesinin haberine göre;
“Sosyolog İsmail Beşikçi, Diyarbakır eski Belediye Başkanı Osman Baydemir ve İsmail Beşikci Vakfı Başkan Yardımcı Avukat Ruşen Arslan, Batı Ermenistan Kongresi'nin davetlisi olarak Ermenistan'a bir ziyaret gerçekleştirdi. Ermeni soykırımı konusunda çalışmalara yapan Türkiyeli araştırmacılar için hazırlanan Gevorg Surenyants nişanı, bu sene ilk defa İsmail Beşikçi'ye verildi.
Yerevan Üniversitesi, insan hakları savunucusu olarak Baydemir’e de Ermeni sorunu ve varlıklarının korunması üzerine belediye başkanlığı döneminde yaptığı çalışmalardan dolayı nişan takttı.
Beşikçi: Kürdistan sorunu ve Ermeni sorunu ayrılamaz
Toplantıda bir konuşma yapan İsmail Beşikçi, Kürdistan sorunuyla ilgili araştırmalarının Ermeni sorununu karşısına çıkardığını, Kürdistan sorunuyla Ermeni sorunu arasında ayrılmaz bir bağ olduğunu o zaman fark ettiğini söyledi.
Baydemir: Soykırım torunlarının topraklarına gelme hakkı var
Osman Baydemir ise, dünyanın neresinde olursa olsun, soykırıma uğramış Ermenilerin torunlarının gelip kendi topraklarına yerleşme haklarının olduğunu ve kardeş haklarla birlikte yaşayabileceklerini söyledi.
Baydemir, Belediye başkanlığı döneminde Ermeni varlıklarının korunması yönünde yapılanlardan da bahsederek, Ortadoğu’nun en büyük Ermeni kilisesi olan Diyarbakır’daki Surp Giragos Kilisesi’nin onarılması ve ibadete açılmasını örnek verdi.
İsmail Beşikçi, Ruşen Arslan ve Osman Baydemir Yerevan'daki Tsitsernakabert (Serçelerin Kalesi) Soykırım Anıtı'nı ziyaret ederek Ermeni Soykırımı'nda hayatını kaybedenlerin anısına bir çelenk bıraktı. (ÖÇ/GK)”Agos
Abdullah Gül, ABD Dışişleri Bakanı Powell ile 2 sayfa dokuz maddelik bir gizli antlaşma yaptığını itiraf etmiştir (Vatan, 24 Mayıs 2003). O maddelerden biri de Ermenistan ile olan ilişkilerin Ermenistan’ın çıkarları doğrultusunda geliştirilmesiydi.
Demirtaş’ın kalkışma çağrısı üzerine sokağa dökülen ve 40 kişinin ölümüne sebep olan PKK’lı teröristler Diyarbakır nüfus müdürlüğünü yaktı. Ne tuhaf değil mi? Irak ve Suriye’de de önce nüfus kütükleri yakıldı. Osmanlı’nın son yıllarında ve Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında da birçok nüfus kütüğü yakılmıştır. Mesela Tunceli’de yaşayan gizli Ermeniler ile ilgili bilgi istendiğinde, Elazığ nüfus kütüğü yakılmıştır ve Tunceli o dönem Elazığ’a bağlıdır. Sonrasında ise insanlar iki kişi şahit göstererek nüfusa kaydolmuştur. Hrant Dink’in “Türkiye’de kendini başka kimliklerde saklayan 500 bin Ermeni var. Asıl siz onların psikolojisi ile ilgilenin” demesi, öldürülmesinde etkili olan açıklamalardan birisidir. Bu açıklama diasporayı fazlası ile rahatsız etmiştir.
Yeni bir bilgiye daha ulaştım. Daha doğrusu, Türk Milletine kurulan kumpaslardan birini daha öğrendim desek daha doğru olur. Bir kişi muhtara gidip “ben bu adreste oturuyorum dediğinde(verdiği adreste oturanlar olduğu halde) muhtar kayıt yapmak zorunda imiş. Tuhaf olan ise;
Kaydı yapılan kişinin kaydı Nüfus kütüklerinde görünmüyor ama Başbakanlıktan görünüyormuş. Muhtarları belli illerde toplayıp konuştular. Yargı mensuplarına vaat ettikleri rüşvet niteliğinde maaş artırımı gibi, muhtarlara da maddi vaatlerde bulunulmuş. Toplantıya katılan ve konuyu bana anlatan kişi tuzağın farkında bile değildi.
Elimizdeki verileri bir araya getirdiğimizde, sığınmacı adıyla gelenlerin;
Verilen gizli sözler gereği yürütülen bir proje olduğunu düşünmek gerekir. Verilen sözlerin 2015 yılına kadar yerine getirilmesine çalışılıyor anlaşılan.
Hatırlayalım;
Ergenekon kumpasından tutuksuz yargılanan Star gazetesinin Uzan Grubuna ait olduğu dönem Ankara Temsilciliğini yapan gazeteci Hayrullah Mahmut Özgür, savunmasında;
“CİA’nın çektiği Erdoğan CD’sini izledim, sanık oldum” demiştir. Ergenekon davasının 82. Duruşmasında Özgür’ün çapraz sorguda verdiği bilgilere göre:
Tayyip Bey, belediye başkanı olduğu dönemde Zapsu ile birlikte ABD Başkonsolosluğu'nu ziyaret ediyor. Başbakan olması halinde neler yapacağını anlatıp sözler veriyor. İşte bu sahnelerin videosunu bazı kişiler Hayrullah Mahmut'a izletiyorlar.
Özgür’ün ifadesinden bir bölüm:
“Görüntülerde RTE, Neo-Sevr dediğimiz sonradan yaşananlarla somutlanan ABD’yle gizli anlaşmanın tüm maddelerini kabul ettiğini, Ermeni soykırımının kabul edileceği, Büyük Ermeni devletinin kurulması, anayasa değişikliği, AB uyum yasalarının değiştirilmesi, TSK etkisizleştirilmesi vb tüm hususları kabul ettiğini söylemektedir. Başkaca taahhütlerde vardı, aklımda kalan bunlardır. Görüntülerde Cüneyt Zapsu da bulunmaktadır.”
Değerli okur, millete umut vermek isteyen aydınlar şöyle diyor;
“-Türk milleti durur durur, ayağa kalkınca kimse durduramaz.”
Bu söz iyi niyetli ama aldatıcıdır. Millete umut verenler şartların 1919 olmadığını görmeli, milleti sloganvari sözler üzerinden rahatlatmayı bırakmalıdır. 1919 şartlarında emperyalist devletler ülkemizi düzenli devlet orduları ile işgal etti. Büyük savaş suçları işleseler de karşımızda devletler vardı. Oysa şu anda savaşlar terör grupları üzerinden yapılıyor. Türkiye’nin durumuna gelince;
AK suç çetesinin yürüttüğü siyaset nedeniyle Güneydoğu PKK üzerinden terörize edildi. Daha önce PKK’ya katılmayan halkın PKK’ya sempati duymasına, yardım etmesine neden oldular. Terör metropollere yayıldı. Şehirler silah deposu haline geldi. Bazı ihbarlar neticesinde güvenlik güçlerinin ele geçirdiği silahlar ürkütücü boyuttadır. Dünyadan toplanan ruh hastası psikopatlar, paralı asker olarak Suriye ve Irak’a geldi. Dolayısı ile hepsi aynı zamanda ülkemizde bulunuyor. El Kaide, insanları domuz bağıyla bağlayıp diri diri gömen Hizbullahçılar yeniden piyasaya çıktı. Ve binlerce yabancı istihbarat elemanı içimizde dolanıyor. Bir de Kobani bahanesi ile Peşmerge ülkeye sokuldu. Gelen Peşmergeler 1. Körfez savaşında Guam adasına gidip CİA’dan eğitim alan CİA elemanlarıdır. Ahmet Takan bazı peşmerge-CİA’nın “kaçarak”(!) kaybolduğunu yazdı. Gerçekten kaçtılar mı, yoksa asıl görev yerleri Türkiye mi?
Bu duruma nasıl geldik?
“Tüm gerçekler üç adımda gelirler: Önce alay edilir. İkinci olarak şiddetle karşı çıkılır. Son olarak, zaten belli olan bir şey denir ve kabul edilir.” Arthur Schopenhauer
Ne demişti kaçaksaray sultanı? “Biz alıştıra alıştıra yapacağız” demişti değil mi? Alıştırdılar. Hem öylesine alçakça alışanlar oldu ki;
İşgal altındaki mecliste bebek katili sapığın mektubu bile okundu.
Kısacası; karşımızda düzenli ordu yok. Türk Ordusunun morali nerede ise sıfıra indirildi. Ordudan istifalar arttı. Savaş pilotları istifaya zorlandı. İstifa etmeleri de kolaylaştırıldı. Donanma kumpaslarla perişan edildi. Jandarma yok edilmek isteniyor. Ordunun manevra kabiliyeti yok ediliyor.
Nizamülmük Siyasetnamesinden şöyle der; "Devlet idaresine kim gelir orduyu, askeri küçültmeye ve zayıflatmaya çalışır; bilin ki o vatan hainidir"
Evet, Türk Milleti ayağa bir kalkarsa onu kimse durduramaz. Fakat bu sefer karşısında düzenli ordu yok. Düşman her an her yerden çıkabilir. Ve 1919’un zararlı dernekleri her yerde beyin yıkıyor. O zaman ne yapmalıyız? Türk Milleti ayağa kalktığında kiminle savaşacağını iyi bilmelidir. Düşmanı tanımalıdır. Hazırlığını ona göre yapmalıdır. Bu uyarıyı yapmak milli aydınların görevidir. Mecburiyetidir.  Ayrıca acildir. Neden mi?
Genelkurmay’ın mahremine, kozmik odaya boşuna girilmedi. Bu ülkenin direnç noktaları ve isimler tespit edildi. Unutmayın, herkes fişlendi. Bu ülkede yabancı istihbarat ajanlarının devlet içinde çalışmasını AK çete yasal hale getirdi. Dolayısıyla; kim kimdir, bütün bilgi ellerindedir. Irak işgal edildiğinde önce aydınlar ve bilim adamları yok edilmiştir. Yani; Irak halkı kör ve sağır edilmiştir. Bağışıklık sistemi çökertilmiştir.
Unutmayın; başarmak için, kiminle-neyle savaşacağımızı bilmek zorundayız. Başarmak için matematik akla ve gerçek bilgiye ihtiyaç var. Hayalcilik ise İNTİHARDIR.
**
Not: Türkiye Cumhuriyeti Devleti yıkılırsa, yerine yeni bir devlet, şeriat devleti kurulacağını sanıp, devletin yıkılmasını bekleyen zavallılara şunu söyleyeyim: Türkiye Cumhuriyeti Devleti yıkılırsa, Anadolu’da Müslüman kimlikli hiç kimse kalmaz. Çünkü bu savaşlar sadece enerji savaşları değildir. Batı’nın “kan davası olan” Haçlı Savaşlarının devamıdır. Ve işgal edilen ülkelerde ilk önce “en aşağılık kesim olan” işbirlikçiler yok edilir.
BİLGİ NOT:
ERMENİ SOYKIRIMI YALANI;
TOPLU MEZARLAR NEREDE?..
“Kıbrıs sorunu konusunda uzman olan Prof. Dr. Ata Atun'un gerek Kıbrıs sorunu konusunda gerekse de Osmanlı Devleti döneminde Anadolu'nun doğu bölgelerinde 1915 yılında gerçekleştirilen Ermeni tehciri konusunda gerçekleri yansıtan İngilizce yayınları, gözden ve bilimden uzak tutulmaya çalışılmış gerçekleri göz önüne koyması ile bilinmektedir.
Özellikle Ermenilerin 1 milyon 500 bin kişi katledildi iddialarını çürüten "Nerede bu toplu mezarlar. 150 adet futbol sahası büyüklüğünde, o dönemde kazma kürekle kazılması ve doldurulması gereken bu mezarlar nerede. Kimler, kaç bin kişi, hangi aletlerle hiç durmadan 155 gün boyunca söz konusu 150 mezarı kazabildi o günün teknolojik koşulları ile. Serebneritsa'daki Sırpların acımasızca katlettiği 8 bin Boşnak'ın toplu mezarları 3 kez yer değiştirilmesine rağmen bulundu da;, Niye bu sözde soykırıma ait toplu mezarların bir tanesi bile bulunmadı" açıklamasını Almanya'daki Würzburg üniversitesinde yapmasından ve konuşmasının YouTube'da yayınlanmasından sonra yazılarının yayınlandığı farklı sitelere ve şasına ait olan "http://ataatun.org"  adresli sitesine sanal saldırılar artmış durumdadır…” 

ÇÖKEN ÇÖZÜM SÜRECİ; Prof. Dr. Mustafa E. ERKAL

ÇÖKEN ÇÖZÜM SÜRECİ
Prof. Dr. Mustafa E. ERKAL
Geçenlerde Fatih-Kıztaşı civarında bir camideydim. Cuma namazı öncesi vaaz veren hoca efendi alanı dışına sık sık çıktı ve zihinleri oldukça karıştırdı. Kürsüyü işgal eden kişinin hedefi milliyetçiliğin çok kötü bir şey olduğu yani milli menfaatleri, milli kültürü savunmanın onu koruyarak geliştirmenin, ekonomiden sanata kadar milli varlığa sahip çıkmanın kötü bir şey olduğunu ortaya koymaktı. Milliyetçilik İle ırkçılık arasındaki farktan haberi olmadığı anlaşılıyordu. İbni Haldun’da da geçen asabiyet kavramını kendine göre yorumladı. Sorun sadece bu kişinin sorunu değildir. Milli mücadeleye karşı çıkıp manda yönetimini uygun bulanlar, onu macera olarak yorumlayanlar da aynı çizgideydi. Onların artıkları bugün milliyet ve milli kimlik düşmanlığı yapıyorlar. Bunlar mensup olunan din dairesi ile milliyetin çelişmediğini anlayabilmiş değiller. İslam ile müşerref olan bir Alman’a daha iyi Müslüman olabilmesi için Alman kimliğini çöpe atmasını mı tavsiye edeceğiz? Protestan olan bir Alman veya Rus’a, Katolik bir Fransız’a, Rusluğunu, Almanlığını ve Fransızlığını terk et ki iyi bir Hıristiyan olasın telkininde mi bulunacağız? Fark idrakinin aşırı noktalara varması ve sadece biyolojik gerekçelerle sosyal olayları yorumlama ırkçılıktır ve Türk kültürüne de terstir. Camide kürsüyü işgal eden kişinin fark idrakinin zirvede olduğu bazı Arap ülkelerinde önemli hizmetler yapabileceğini düşündüm.
Son yıllarda ülkemiz “ben kimim” sorusuna cevap bulmakta zorlanan, kafası karışık bazı aydın ve siyasetçiler bollaştı. Milli kimlikler üzerinde estirilen tahripkâr küresel rüzgarlar, mahalli ve bölgesel sıfatları öne çıkarmış, parçalar bütünün önüne dikilmiştir. Etnik veya mezhep mensubiyeti milli seviyedeki birlikteliğe karşı kullanılmaktadır. Etnik sıfatı ne olursa olsun; milliyeti ve milli kimliği Türk olması gereken vatandaşlarımızın etnik ırkçılığa sapmadan mensubu oldukları Türk Milletinin, milliyetlerinin milliyetçiliğini yapmaları kadar normal bir şey olamaz. Milli kimliği reddetmek, o kimlik kapsamındaki mahalli sıfatları ve etniklikleri de reddetmektir. Milli birlik ve bütünlüğü dışlayarak etnisiteyi yaşatmak mümkün değildir. Bu olsa olsa başka bir milliyete hizmet etmek ve kullanılmak olur. Türk’ü Türkiye’de bir etnik parça veya bütünü tamamlayan bir mozaik taşı gibi görürseniz; birlik ve bütünlüğü zaten reddediyorsunuz demektir. Genelde bölücü ve ırkçı terörden sıyrılmak için terörist dalkavukluğu yapanlar ve hayali çözümlere, açılımlara teslim olanlar etnik dalkavukluğu bırakmak zorundadırlar.
Alman anayasasında milli birlik ve bütünlüğün tehlikeye düşmesi halinde Alman milletinin meşru müdafaa hakkı doğar diye bir cümle bulunmaktaydı. Bunun İptal edildiğini hiç zannetmiyorum. Türk Milletinin bu hakkını da herhalde %40’ın üstünde reyle iktidara gelenler ve milli iradeyiz diye ortada dolaşanlar yerine getirmeli, ülkeyi tanınmaz hale sokmamalıdırlar.
İspanya’da bölücü terör örgütüyle iş birliği yapan Batasuna Partisi Anayasa mahkemesince kapatılır. Buna karşılık AİHM’ye kararın iptali için başvurulur. AİHM’nin verdiği karar ders niteliğindedir: “...Terörle özdeşleşen bir siyasi partinin ve çevrelerin demokratik hakları kullanma lüksü olamaz”.
Türkiye’deki manzara bunun tam tersidir. Toplumun önünde burnunu karıştıran, göbeğini kaşıyan adamı meşhur ettik. Halkı örgüte yönlendirdik. İmralı’nın desteğini aradık. Olmadık haklar tanıyarak demokrasimizi teröre yenik düşürdük. Güvenlik güçlerine valilerin izni ile operasyon imkanı tanıdık. Askeri vesayeti kıracağız diye Devlet otoritesini zayıflattık. Bazı yörelerde kamu düzenini koruyamadık. Milli kimliği dışlayarak, egemenliği paylaştırarak, silah bırakmamış terör örgütü ile müzakere yaparak etnik ayırımcılık ve bölücülüğü demokratikleşme ve bütünleştirme zannettik. Milletler arası hukuka ve çıkarılan tezkereye rağmen, kollarında ABD bayrağı olan peşmerge sürüsünü sınırlarımızdan geçirerek Suriye’ye yönlendirdik. Ülkenin güney sınırını yol geçen hanına çevirdik. ABD’den daha fazla Esad düşmanı olduk. Hayali çözümü ona buna ihale ettik. Bir de akil adamlar komedisi oynadık. Araştırmalara göre %20’nin altında tasvip gören terör uluslararası siyasetin malzemesi yaptık. Çözüm süreci ve açılım macerası öyle bir çöktü ki, Yüksekova’da cadde ortasında üç Mehmetçiğimizi, bir korucumuzu ve son olarak da astsubay Necdet Aydoğdu’yu şehit verdik. Türkiye bu kadar yanlış yönetilmeye, Ankara’nın Bağdat’laştırılmasına layık mı?