24 Aralık 2018 Pazartesi

ATATÜRK VE ABDÜLHAMİT "Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN" - Bugünün koşullarında yan yana gelmesi pek de mümkün görünmeyen iki büyük isimi bir arada ele almak, içinde bulunulan durumun daha iyi anlaşılabilmesi açısından yararlı olacaktır. (Ankara: 21 Aralık 2018-Cuma)

ATATÜRK VE ABDÜLHAMİT

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Bugünün koşullarında yan yana gelmesi pek de mümkün görünmeyen iki büyük isimi bir arada ele almak, içinde bulunulan durumun daha iyi anlaşılabilmesi açısından yararlı olacaktır. Osmanlı tarihinde tahta II. Abdülhamit olarak çıkmış olan padişah ile Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, büyük önder Atatürk’ün artık beraberce ele alınarak değerlendirilmesinin zamanı gelmiştir. Dünyanın merkezi bölgesindeki cihan devletini dış saldırılar ve iç karışıklıklar yaratarak çöküşe mahkûm eden Batılı emperyalist devletlerin oluşturduğu düşünceler ve bu doğrultuda estirilen rüzgârlarla, Türkiye’de Atatürkçüler ile Abdülhamitçiler karşı karşıya gelmişlerdir. Bir yanda Abdülhamit’ten yana olan Müslüman kesimler ile bunun karşısında yer alan laiklikten yana olan Atatürkçüler, ya da Atatürk’ü savunan laikçiler saflaşması giderek Türk toplumunu ciddi bir yarılma ve dağılmanın eşiğine getirmiştir. Olayı sadece din açısından ele alanlar, Türk toplumunun böylesine bir saflaşmaya ve zaman içerisinde Türk devletinin bir dağılma aşamasına katkıda bulunmuşlardır. Konuya duygusal yaklaşan İslamcılar ile laikçiler de böylesine bir çıkmazın gündeme gelmesinde ve giderek ülkede ikili bir kamplaşmanın ortaya çıkmasında konu mankeni ya da siyaset figüranı olarak kullanılmışlardır. Gelinen bu noktada, konunun tek yanlı olarak ele alınamayacağı, tarihten ve uluslararası konjonktürden gelen çok farklı yönlerinin de bulunduğu görülmektedir. Bu nedenle, Türk tarihinin iki önemli devlet adamı olan Atatürk ve Abdülhamit’in birlikte ele alınarak karşılıklı değerlendirilmesinin sadece din açısından yapılamayacağı anlaşılmıştır. Dinci bir yaklaşım bu iki büyük ismi karşı karşıya getirirken, konunun diğer açılardan ele alınmasını sağlayacak daha genel ve geniş açılı bir yaklaşım ise Türkiye Cumhuriyet’inin bugün içinde bulunduğu çıkmaz açısından önemli tarih derslerinin çıkarılmasını sağlayabilecektir.

Tam otuz üç yıl süre ile dünyanın merkezindeki bir cihan devleti yöneten kudretli bir padişah
Abdülhamit, Osmanlı İmparatorluğu çöküş süreci içerisinde başa geçen ve tam otuz üç yıl süre ile dünyanın merkezindeki bir cihan devleti yöneten kudretli bir padişahtır. Aynı zaman halife olarak ta İslam dünyasının etkili bir yöneticisidir. Osmanlı İmparatorluğunu sınırları içinde yönetirken aynı zamanda, güney ve doğu Asya’da yaşayan Müslüman toplumların da önderi olmuş ve Rusya’da yaşayan Müslümanları da yakından etkilemiştir. Abdülhamit’in Rusya Müslümanları ile yakından ilgilenmesinden Rus devleti rahatsız olmuştur ama Anadolu ulusal kurtuluş savaşına ilk yardım Rusya Müslümanlarından gelmiştir. Daha sonra Hint Müslümanlarının da Türk Kurtuluş Savaşına maddi yardım sağlamasında gene Abdülhamit’in panislamist politikayı bir halife olarak başarılı bir biçimde yürütmesinin son derece etkili bir rolü görülmektedir. Bir ön Asya devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nun Orta ve Güney Asya bölgelerindeki Müslümanlarla Abdülhamit aracılığı ile yakından ilgilenmesi, Rus İmparatorluğu ile beraber Batının önde gelen sömürge imparatorluklarını da korkutmuş ve Osmanlı halifesinin yönetimi altında bütün Asya Müslümanlarının bir araya gelmelerini önleyebilmek üzere her türlü oyuna kalkışmışlardır. Abdülhamit’in ciddi bir devlet adamı olarak, yönettiği İmparatorluğun yeryüzünde bulunduğu konumu iyi bilmesi, yeryüzünün jeopolitik yapısı doğrultusunda merkezi bir imparatorluğu ayakta tutabilmek üzere Batının saldırganlığına karşı Doğu bölgelerinde etkinlikler kurarak denge sağlama çabası içine girdiği anlaşılmaktadır. Böylesine bir devlet adamı yaklaşımı da, modern bir devletin yönetimine uygun düşmektedir. Altı yüzyıllık bir uzun zaman sürecinden sonra düşüşe geçene bir imparatorluğun başı olarak, devleti otuz üç yıl ayakta tutabilmek ve giderek artan Batılı emperyalistlerin saldırılarına karşı doğu-batı dengeleri aramak ancak modern bir devlet anlayışı çerçevesinde düşünebilirlerdi. Abdülhamit’in bu doğrultuda ki girişimleri daha sonraki dönemde Atatürk’ün önderliğinde yürütülen Türk Kurtuluş Savaşına Rusya ve Hindistan Müslümanların destek sağlamasına ve maddi yardımlarda bulunmasına yol açmış ve Türk milletini yeryüzünde yalnız kalmaktan kurtarmıştır.

Tarihsel süreç içerisinde Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih sahnesinden çekilmesinden sonra...
Tarihsel süreç içerisinde Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih sahnesinden çekilmesinden sonra, onun yerine devletin merkezi ülkesinde bir Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı verilmiş ve Mustafa Kemal Paşa böylesine milli bir mücadelenin öncüsü ve önderi olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Dünyanın merkezi coğrafyasında topraklarda ve benzeri bir konumda bir büyük imparatorluk çökerken, geri kalan Türk topluluğu, elde kalan orta boy bir ülke olan Anadolu üzerinde Ulusal Kurtuluş Savaşına kalkışmıştır. Abdülhamit’in büyük çabalarla kurtaramadığı İmparatorluk yıkılınca yerine yeni bir devlet Atatürk’ün öncülüğünde kurulabilmiştir. Bu açıdan Atatürk ile Abdülhamit arasında çok önemli bir benzerlik bulunmaktadır. İkisi de dünyanın önde gelen emperyalist devletlerin saldırılarına karşı, merkezi coğrafyadaki bir devlet koruma ve kollama çabası içerisinde olmuşlardır. Abdülhamit çökmekte olan bir devleti kurtarmaya çalışırken, Atatürk yıkılan bir yapı sonrasında yepyeni bir devleti yeniden aynı coğrafya üzerinden kurma çabası içerisinde olmuştur. Bu ortak konum, Atatürk ile Abdülhamit’in beraberce ele alınarak değerlendirilmesinde ana çıkış noktası olarak kabul edilebilir. İki devlet başkanının dünya coğrafyasının getirdiği konum üzerinde benzeri bir jeopolitik nedeniyle, uluslararası ilişkilerde benzeri bir eğilim göstermeleri ve bir strateji ile devletlerini korumaya kalkışmaları daha kolay anlaşılabilmektedir. Dünyanın merkezindeki devletler, hem doğu ile batı hem de kuzey ile güney arasındaki dengelere göre varlıklarını korumak durumundadırlar. İkisi de bu bilimsel gerçeği bilerek hareket etmişlerdir.

Devlet aklı denilen kavramın farkındaydılar.
Abdülhamit bir cihan imparatorluğunun uzun süreli ve dirayetli bir padişahı olarak, Atatürk de ondan sonraki dönemde aynı topraklarda yepyeni bir devletin kurucusu olarak, devlet aklı denilen kavramın farkındaydılar. Her ikisi de uluslararası alanda geçmişten gelen devletlerarası büyük oyunun ne olduğunu bilen ve bu doğrultuda kendi devletlerini koruyarak geleceğe dönük olarak kurumlaştırmaya çalışan bir çabanın içerisinde olmuşlardır. Altı yüz yıl sonra çökmekte olan bir imparatorluğu ayakta tutabilmek ve gelecek yüzyıla taşımak gibi önemli bir misyonu başarıyla yerine getiren Abdülhamit, kurtlarla dans oyununu iyi oynamıştır. Rusya’ya karşı İngiltere’yi, İngiltere’ye karşı Almanya’yı kullanmasını başaran Abdülhamit’in, Almanya’yı da Fransa ile dengelemeye çalıştığı zamanlar olmuştur. O dönemin dört büyük emperyalist gücünü birbirine karşı kullanarak, bazen çatıştırarak bazen de dengeleyerek otuz üç yıl gibi uzun bir süre Osmanlı tahtını ayakta tutabilmiştir. Batılı güçler arasındaki bu çekişmede imparatorluk topraklarının işgaline karşıda doğulu Müslüman topluluklar ile yakınlaşarak dünyanın merkezinde bir doğu batı dengesi arayışını düzene kavuşturmak için önemli girişimlerde bulunmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu aslında beş yüz yıllık bir egemenliği tamamladıktan sonra 1828 yılında Yunanistan’ın kopmasıyla yıkılma aşamasına gelmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu aslında beş yüz yıllık bir egemenliği tamamladıktan sonra 1828 yılında Yunanistan’ın kopmasıyla yıkılma aşamasına gelmiştir. Ne var ki o dönemde dünya gücünü temsil eden İngiltere, kendisine karşı yeni bir büyük güç olarak Rusya ya da Almanya’nın çıkışını engelleyebilmek için Osmanlı devletinin ömrünü uzatmaya çalışmıştır. Londra büyükelçisi Mustafa Reşit Paşa bu doğrultuda, İstanbul’a geri gönderilerek Sadrazam yapılmış ve bu aşamadan sonra Osmanlı devleti üzerinde İngiliz baskısı giderek artmıştır. Rusya’nın bir büyük güç olarak güneye inmesini istemeyen İngiltere, kendisine rakip olarak ortaya çıkan Almanya’nın da doğuya doğru genişlemesini önlemek istemiş ve bu doğrultuda bitmiş olan Osmanlı devletini yarı himayesine alarak yirminci yüzyıla kadar bu devletin devam etmesini istemiştir. Tanzimat fermanı ile Osmanlı devletinin sanayileşmesi önlenmiş ve Osmanlı-İngiliz Ticaret Antlaşmasıyla Osmanlı ülkesi İngiltere için serbest pazar konumuna getirilmiştir. II. Mahmut bu aşamada başa geçmiş ve yaptığı reformlarla devlet ile orduyu yeniden düzenlemiştir. Bankerler aracılığı ile çökertilen Yeniçeri Ocağı basılarak feshedilmiş ve yerine yepyeni bir ordu kurularak Osmanlı devletinin ömrü bir yarım yüzyıl daha uzatılmıştır. On dokuzuncu yüzyılın son yarısında başa geçen Abdülhamit ise dirayeti ve otoritesi ile devleti toparlayarak, Osmanlı egemenliğinin yirminci yüzyılın başlarına kadar sürmesini sağlamıştır. Abdülhamit’in yaptıklarıyla daha sonra başa geçen İttihat ve Terakki iktidarı Birinci Dünya Savaşının sonuna kadar ülkeyi yönetebilme şansını yakalayabilmiştir. Gayrimüslim kesimlerin örgütlenmesiyle bir senaryo düzenlenmiş ve Abdülhamit tahttan indirilmiştir. Başa geçen İttihatçılar ise Abdülhamit’in yaptıklarına sahip çıkarak devam ettirmişlerdir. Bir anlamda İttihat ve Terakki iktidarı Abdülhamit’in devamı olmuştur.
Ondokuzuncu yüzyıl Osmanlı’nın en uzun asrı olmuştur.
Ondokuzuncu yüzyıl Osmanlı’nın en uzun asrı olmuştur. Çünkü bu dönemde gelişen olaylar ve saldırılar ile bu büyük merkezi devletin yavaş yavaş ortadan kalkmasına giden yolu açmıştır. II. Mahmut ile birinci yarıyı, II. Abdülhamit ile ikinci yarıyı kurtaran Osmanlı devleti, bu kritik yüzyılı geride bırakarak yirminci yüzyıla ulaşabilmiştir. Onbeşinci yüzyılda okyanuslara açılarak bütün dünya kıtalarını işgal ederek sömürgeleştiren, batının emperyal devletleri artık dünyanın merkezini de ele geçirerek kendi egemenliklerinde bir dünya hegemonyası arayışı içindeydiler. İngiltere ve Fransa’ya rakip olarak Almanya ve İtalya’nın ortaya çıkması, kuzey gücü olan Rusya’nın ise güneye inmeye çalışması sonucunda Birinci Dünya savaşına giden yol gündeme gelmiştir. Batılı güçler dünyanın merkezi ele geçirmek için birbirleriyle yarışırlarken, kuzey gücü olan Rusya ise önce Kırım savaşı, daha sonra Kafkasya savaşı ile güneye inmeye başlamış ve yirminci yüzyılın başlarında da büyük bir Balkan savaşı çıkartarak Osmanlının Avrupa bağlantısının önünü kesmiştir. Bu üç bölgede göç eden Türk ve Müslüman ahali, imparatorluğun merkez topraklarına yerleşerek devleti yeniden güçlendirmenin arayışı içinde olmuşlar ama bu konuda Müslümanlar ile gayrimüslimler anlaşamamışlardır. Abdülhamit ise İslam’ın halifesi olarak Müslüman ahali ile beraber hareket etmek zorunda kalmıştır.
İmparatorluğun Balkan ülkeleri zamanla Hıristiyan ülkeler olarak Osmanlı’dan kopunca geriye Müslüman ahalinin yaşadığı topraklar kalmıştır.
İmparatorluğun Balkan ülkeleri zamanla Hıristiyan ülkeler olarak Osmanlı’dan kopunca geriye Müslüman ahalinin yaşadığı topraklar kalmıştır. Özellikle, Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Anadolu’nun Müslüman topluluklardan oluşan bir nüfusa sahip olması nedeniyle, Abdülhamit İslam’ın halifesi olarak yeni bir panislamizm politikasına başlamış ve böylece dini kullanarak, Balkanlarda yaşanan kopmaların imparatorluğun diğer bölgelerine yayılmasını önlemek istemiştir. Osmanlı beşyüz yıl esas ülkesi olarak kabul ettiği Balkanların elinden çıkmasından sonra giderek tam anlamıyla İslam devletine doğru bir dönüşüm aşamasına gelmiştir. Hıristiyanların yaşadığı ülkelerin Balkan Savaşı sonrasında bağımsız olması üzerine, Abdülhamit geri kalan Müslüman bölgeleri merkezden yönetmek üzere başkenti Şam’a taşımak istemiştir. Böylece, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Anadolu topraklarını, Hıristiyan Avrupa’ya karşı bir büyük Müslüman devletin çatısı altında tutmak istemiştir. Ne var ki, Abdülhamit’in bu girişimine karşı çıkan Selanik’in gayrimüslim kesimleri Hareket Ordusunu hazırlayarak İstanbul’a göndermişler ve 31 Mart olayını kışkırtarak da Abdülhamit’i tahttan indirmişlerdir. Böylece, panslavizm ve pancermenizm akımlarına karşı Abdülhamit’in uygulamaya başladığı panislamizmin önü kesilmiş ve ittihatçılar aracılığı ile panturanizm akımının önü açılmıştır. İngilizler bu aşamada hem Türk milliyetçiliğini hem de Arap milliyetçiliğini örgütleyerek, Abdülhamit’in Büyük İslam İmparatorluğu projesinin önünü kesmişlerdir. İngilizlerin desteği başa geçen İttihatçılar ise sonradan Abdülhamit’in haklılığını anlayarak Almanya’ya yakın bir siyaset izlemeye başlamışlardır. Almanlara yaptırılan Berlin – Bağdat demiryolunun bittiği aşamada Abdülhamit, gayrimüslim unsurların ortak hareketi ile tahttan indirilmiştir. Ermeni, gürcü ve Yahudi temsilcilerden oluşan heyet Abdülhamit’in tahttan indirilmesi işini tamamlamışlardır.
Abdülhamit aslında pek de dinci bir padişah değildi.
Hıristiyan topraklarının elden gitmesinden sonra zorunlu olarak panislamizm’e yönelen Abdülhamit aslında pek de dinci bir padişah değildi. Tıplı II. Mahmut gibi devleti çağdaşlaştırma doğrultusunda önemli adımlar atmış, amcası Abdülaziz ile beraber gittiği Avrupa ülkelerinde gördüğü batılı ve modern yaşam tarzını ülkesine getirmek istemiştir. Avrupa tipi eğitim yapan birçok okulu zamanında açan padişah, devlet ile beraber toplumu da batı tipi modern bir tarzda yeniden kurmak istemiştir. Kadın ile erkeğin beraberce yaşayacağı bir Avrupalı ülke olarak Osmanlıyı yeniden oluşturmaya çalışırken, sürekli olarak batılı ülkelerin saldırıları ile karşı karşıya kılmıştır. Batılı emperyalistler çağdaşlaşan bir Osmanlı devletini hiç bir zaman istememişler, bu büyük devletin ortadan kalkması için ellerinden gelen her yolu denemişlerdir. Batılılar kendilerinin dışında kalan ülkelerin kalkmasını istemedikleri için, diğer devletlere uyguladıkları sömürge politikalarının benzerlerini Osmanlı için de gündeme getirmişlerdir. Abdülhamit sürekli olarak bu gibi olumsuz girişimlere karşı çıkarak ülkesini ve devletini güçlendirebilmenin yollarını aramıştır.
Osmanlı devletinin ilk ciddi istihbarat örgütünü kurmuştur.
Yabancı devlet ajanlarının cirit atmasına karşı önlem olarak Osmanlı devletinin ilk ciddi istihbarat örgütünü kurmuş ve katı bir sansür uygulayarak, ajan kılıklı gazetecilerin Osmanlı devletine karşı yıkıcı propaganda yapmalarına izin vermiştir. Jurnal ve hafiye teşkilatı ile kendi yönetimini güvence altına almasına rağmen, Abdülhamit kendi döneminde batı tipi bir basının örgütlenmesine izin vermiş ve desteklemiştir. Onun ısrarla izlediği panislamizm politikasına karşı çıkan gayrimüslimler Babıâli denilen merkezde basını kurarak Abdülhamit yönetimine karşı savaş açmışlardır. Modernleşmeye çok önem veren padişah, batı tipi bir basının oluşumunu önlememiş, sıkı denetim altında Babıali’nin gelişmesinin önünü açmıştır. Osmanlının ilk ciddi basınının Abdülhamit döneminde gerçekleştiği söylenebilir. Batı tipi okullar açarak aydın nüfusun gelişmesine yardımcı olan Abdülhamit bu okullardan işbirlikçi ve mandacı aydınların yetişmesini istememiş ve buna karşı önlemler almıştır. Bu nedenle, gayrimüslim aydınlar sürekli olarak Abdülhamit’i kızıl sultan adıyla bir diktatör gibi göstermeye çalışmışlardır. Bağımsız düşüncenin gelişmesi için okullara felsefe dersi koyduran Abdülhamit, emperyal devletlere bağımlı işbirlikçi aydınların ülkeyi kışkırtmalarına izin vermemiştir. Tıpkı Atatürk’ün yaptığı gibi aydınlanmadan yana bir yol izlemiş ama aydınların içinden hain çıkmasına ve ülke aleyhine emperyalist güçlerle işbirliği yapmalarına izin vermemiştir. Abdülhamit’in ne derece haklı olduğu daha sonraki yıllarda Atatürk’ün ilan etmiş olduğu 150’likler listesi ile ortaya çıkmıştır. Osmanlının önde gelen aydınları Batı ülkelerinin işbirlikçisi gibi davranarak ülkenin çöküşüne alet olmuşlardır. Türkiye bugünde benzeri bir durum yaşamakta ve ne yazıktır ki, yüz yıl sonra yeniden aydınların emperyalistlerle neoliberalizm görüntüsü altında işbirlikçiliğine sahne olmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu gibi bir büyük cihan devletinin çöküşüne neden olan bu ihaneti Atatürk ve Abdülhamit cezalandırmak istemiştir ama günümüzün Türkiye yönetiminden böyle bir tepki çıkmaması için ciddi bir psikolojik savaş saldırısı, demokrasi mücadelesi görünümünde son derece ustalıklı olarak sürdürülmektedir.
Bugünün Türkiye’sinde Atatürkçüler ile Abdülhamitçiler karşı karşıya getirilmeye çalışılmaktadır. Böylesine bir durumun yaratılmasında din faktörü kullanılmakta ve panislamizmi Batı emperyalizmine karşı uygulamaya çalışan Abdülhamit’i dinciler bayrak haline getirilerek Türkiye Cumhuriyetini laik ve çağdaş bir cumhuriyet olarak kurmuş olan Atatürk’e ve onun izinden giden Atatürkçülere karşı geliştirilen saldırılarda bir büyük Hakan ve Büyük Önder çekişmesi yaratmaya çalışmaktadır. Türkiye’nin tıpkı Osmanlı’nın son dönemine benzer bir yıkıcı emperyalist saldırı ile karşı karşıya kaldığı bugünkü aşamada, Abdülhamitçilerle Atatürkçülerin karşı karşıya gelmelerinin ne derece büyük bir tarihsel hata olduğunu yüz yıl önce yaşanmış olan olaylar göstermektedir. Atatürk ve Abdülhamit’in ortak noktaları her türlü emperyalizme karşı çıkmak ve direnerek bu gibi saldırılara karşı savaşmak olmasına rağmen, günümüzün Atatürkçüleri ile Abdülhamitçilerinin dışa karşı bir savaşı ya da direnişi bırakarak birbirleriyle uğraşmalarının büyük bir senaryonun sahneleri olarak gündeme geldiği görülmektedir. Bugün türk devletinin başında Atatürk ya da Abdülhamit olsaydı ilk yapacakları iş her türlü emperyalist saldırıya karşı çıkarak ve direnerek kendi devletlerini ve ülkelerini korumak olacaktı. Özellikle türban meselesi, laikliği savunan Atatürkçülerle, Abdülhamit’in izinden giden Müslüman kesimleri karşı karşıya getirmek için kullanılmaktadır. Üniversitelerde ilk türban sorununu çıkartan hanımın bir yakın akrabasının sonradan siyasette öne çıkması, aileler düzeyinde nasıl bir hazırlık yapıldığının en açık göstergesi olarak öne çıkmaktadır. Atatürk’ün cumhuriyetinde, onun getirmiş olduğu çağdaş eğitim sisteminde Atatürkçülerle Abdülhamitçilerin karşı karşıya kalması nedeniyle, Türk eğitim sistemi ve toplumu çökme aşamasına doğru hızla sürüklemektedir. Türk bayrağına karşı türbanın bir siyasal simge halinde kullanılması, geleneksel Müslüman kesimleri tahrik etmekte ve bunun sonucu olarak da Atatürkçülerle Abdülhamitçiler karşı karşıya getirilmektedir. Birbirleriyle uğraşmak ve çatışmak durumunda kalan bu toplum kesimleri dış tehdit ve tehlikelere karşı toplum ve millet olarak işbirliği yapacağına türban kışkırtmasıyla karşı karşıya gelmekteler ve böylece emperyalist devletler Türkiye’yi bölmek üzere hazırlamış oldukları her türlü senaryoyu kolaylıkla uygulama alanına aktarabilmektedirler. Birbirleriyle uğraşan bu kesimleri dışa karşı bir araya gelemedikleri görülmekte ve bu nedenle de Türkiye bir türlü toparlanamamaktadır.
Atatürkçülerle Abdülhamitçiler karşı karşıya!..
Atatürk bir devlet adamı ve kurucusu olarak Abdülhamit gibi modernizm ve pozitivizmden yana idi. Bu yönleri ile bilime inanıyor ve tek yol gösterici olarak bilimi kabul ediyordu. Hıristiyan batının saldırılarına karşı bir var olma mücadelesi veren Müslüman Türk milletinin devletini kurduğunu iyi biliyordu. Devletin kuruluş günü olan Meclis’in açılış töreni öncesinde Hacıbayram camiisine giderek milletin temsilcileriyle beraber dua etmiş ve bir Cuma günü Meclis’i açmıştır. Meclisi açış konuşmasında olduğu gibi daha sonradan yaptığı bir konuşmada Türk halkının dini olan Müslümanlık ile ilgili destekleyici sözler söylemiştir ama devleti kurarken de çağdaş dünya devletlerinde olduğu gibi laik bir düzeni oturtmaya çaba göstermiştir. Müslüman bir milletin çağdaş örgütlenmesi olarak Türkiye Cumhuriyetinin laik temelleri bizzat Atatürk tarafından atılmıştır. Tanzimat döneminde başlayan batıya yönelik değişim atılımları hem Abdülhamit hem de Atatürk dönemlerinde devam etmiştir. Her iki devlet adamı, kendi devletlerinin tıpkı batının güçlü devletlerinin sahip olduğu çağdaş düzeye getirebilmek için uğraş vermişlerdir. Bu doğrultuda bir araya gelen iki devlet adamının sonraki takipçilerinin karşı karşıya gelmesinde bir emperyal oyunun olduğu artık ortaya çıkmaktadır. Her iki kesimin önde gelen temsilcilerinin böylesine olumsuz bir durumun nedenleri üzerinde durmak ve araştırarak çözüm getirmek gibi sorumlulukları vardır.
Osmanlı devletini çökerten emperyalist saldırılar
Osmanlı devletini çökerten emperyalist saldırıların benzerleri Anadolu halkı üzerine yöneltilirken, Türk halkı bir var olma mücadelesi vermek zorunda kalmıştır. Ulusal kurtuluş savaşı sırasında, Türk ulusunun çeşitli fertleri bir araya gelerek dış saldırılara karşı bira rada bir mücadele verirken cephede ya da siperde laiklik yada türban tartışması yapmıyorlardı. Bir devletin yada milletin varlığına kasteden emperyalist bir saldırının var olduğu aşamada, ulusal fertleri arasındaki her türlü ayrılık kendiliğinden kalkar ve dışa karşı bir ortak mücadele gündeme gelir. Dünyanın her yerinde ulusal kurtuluş savaşları böylesine bir aşamada ortaya çıkar ve toplumun bir araya gelerek kenetlenmesiyle başarıya ulaşır. Türkiye’de bugün böylesine bir dayanışma içinde dışa karşı ortak mücadele yapılacağına laiklik ve türban sorunları ile iç çekişmeler tırmandırılmakta ve toplumun gücü iç nedenlerle kırılarak, dışa karşı yönlendirilmesi gereken ulusal birlik ve beraberlik önlenmektedir. Atatürkçüler laiklik nedeniyle suçlanırken, geleneksel Müslüman kesimlerde türban nedeniyle gericilik noktasına sürüklenmektedirler. Türk kadınının geleneksel başörtüsünün, türban adı altında bir siyasal simgeye dönüştürülmesi, Türkiye Cumhuriyetini Atatürk’ün laik devlet modelinden çekip çıkararak, Amerikan Emperyalizminin Büyük Orta Doğu projesinin deney ülkesi konumuna getirmektedir. Türk devleti kurucusu Atatürk’ün çizmiş olduğu laik ve çağdaş çizgiden kaydırılırken, Abdülhamitçilerin geleneksel değeri olan islamcı bir yapılanmaya doğru zorlanmaktadır. Yeni Türkiye Cumhuriyeti adı altında bu emperyalist oyun tezgâhlanmaktadır.
Evet; Yeni Türkiye Cumhuriyeti adı altında bu emperyalist oyun tezgâhlanmaktadır.
İnsanlığın bütün kazanımlarını geride bır akara, dünyayı yeniden bir Ortaçağ düzenine sürüklemek isteyen küresel emperyalizm, bilimi bırakarak dine sarılmakta, ve dini insanları pasifleştiren ruhsal durumundan yararlanarak bütün dünyanın kontrolünü ele geçirmek istemektedir. Böylesine bir haksız saldırıya bugün hayatta olsalar, hem Atatürk hem Abdülhamit karşı çıkarlardı. Bu iki liderin bugünkü takipçilerinin, böylesine bir emperyalist oyuna alet olarak birbirleriyle çekişmeyi bırakmaları gerekmektedir. Atatürkçüler ve Abdülhamitçiler için bugünün koşullarında ilk yerine getirilecek ulusal görev her türlü emperyalist saldırı ve oyuna karşı çıkmak olmalıdır. Laikliği savunan Atatürkçülerin din düşmanı olmaları mümkün değildir. Atatürk bir Müslüman ülkede laik ve çağdaş bir cumhuriyet kurmuştur. Böylesine bir bilinçle hareket edecek olan Atatürkçülerin Türk halkının geleneksel değerlerine din ve vicdan özgürlüğüne saygı göstermesi kaçınılmazdır. Müslüman kesimlerde, okumuş ve aydın kesimlerin laiklik düzenine sahip çıkmalarına, çağdaş bilimin verileri olan pozitif değerlere saygı göstermelerine anlayış göstermelidirler. Böylece karşılıklı anlayış hem bir ortam yumuşaması sağlayacak hem de, gayrimüslim kesimlerin ülkeyi bölme doğrultusunda kışkırttıkları çekişme ve çatışmalara elverişli bir ortam yaratmayacaktır. Türkiye, laik devlet ve Müslüman milletiyle dışa karşı tek vücut olabilmeyi artık öğrenmelidir.
Türkiye, laik devlet ve Müslüman milletiyle dışa karşı tek vücut olabilmeyi artık öğrenmelidir.
Atatürk ve Abdülhamit bir toplantı sırasında Osmanlı sarayında beraber bulunmuşlardır. Bu toplantı sonrasında, Abdülhamit, Mustafa Kemal’den çok etkilendiğini ve bu gencin Türk ulusunun geleceğinde önemli işler başaracağını yakınındakilere aktarmıştır. Atatürk ise devlet başkanı olduktan sonra Abdülhamit ile ilgili düşüncelerini dile getirirken, O’nun büyük bir devlet adamı olduğunu ülkesi ve devleti için önemli değişimler gerçekleştirdiğini açıkça söylemiştir. Ayrıca Abdülhamit ile ilgili eleştirilere katılmadığını da açıkça ifade etmiştir. Birbirlerinin izleyicisi olan bu iki devlet adamı, ülke ve devletleri için hayatlarını feda ederken, onların izleyicilerinin birbirleriyle uğraşmalarının anlamsızlığı iyice ortaya çıkmaktadır.
Her türlü emperyalizme karşı çıkarak iç ve dış düşmanlara karşı direnerek mücadele eden Atatürk ve Abdülhamit’in izinden giden toplum kesimlerinin bugün bir araya gelerek Türk devletinin varlığı için birlikte hareket etmeleri gerekmektedir. Birlik ve beraberliğin dışa karşı gerçekleşebilmesi için de, iç sorunların artık daha fazla deşilmeden bir yana bırakılması gerekmektedir.
Atatürk ve Abdülhamit’in ortak antiemperyalist çizgisi bugünün Türkiye’si için dışa karşı verilecek var olma savaşımının ortak paydası olmalıdır. Karşılıklı hoşgörü ve anlayış, yeni bir başlangıç için ilk adımların atılmasında yararlı olabilecektir. Yeniden emperyalizme karşı verilecek var olma mücadelesinde, iç kavgalar artık bir kenara bırakılmalıdır.
Abdülhamitçiler ile Atatürkçüler arasında bir yakınlaşma ve diyalog köprüsü kurulabilir.
Türkiye’nin bugün karşı karşıya kaldığı sorunlar dikkate alınırsa, bunların tıpkı Atatürk döneminde çözüme kavuşturulması doğrultusunda Abdülhamitçiler ile Atatürkçüler arasında bir yakınlaşma ve diyalog köprüsü kurulabilir. Bu sorunlar yüzünden Türk devleti Yugoslavya gibi dağılırsa ya da Irak’ta gibi çökertilirse, bunun altında bütün Türk ulusu kalacaktır. Gün iç çelişkileri bir yana bırakarak dışa karşı iş birliği yapma günüdür. Dış sorunlara karşı Atatürk ve Abdülhamit’in ortak bir çizgide benzeri bir diplomasi uyguladığını Müslüman ve laik kesimler hatırlayarak hareket etmelidirler. Osmanlı’nın gayrimüslim unsurlarının, imparatorluk sonrasında bu coğrafyada kendi büyük devletlerini kurma projelerine hem Abdülhamit hem de Atatürk karşı çıkmışlardır. Abdülhamit Filistin topraklarını vermeyerek Siyonistleri geri çevirmiştir. Atatürk’te Orta Doğu’da bir İsrail devletinin kurulmasına karşı çıkarak Siyonizm yerine Kemalizm’in Orta Doğu’nun geleceğini oluşturması için çaba harcamıştır. Atatürk daha da ileri giderek İsrail’in Avustralya’da kurulması gerektiğini dünya dengelerinin dikkate alarak köşkteki bir toplantıda açıkça dile getirmiştir. Abdülhamit Ermeni devletinin kuruluşunu önlemek için elinden gelen girişimleri yapmış ve bu doğrultuda güneydoğu halkının temsilcilerinden Hamidiye alaylarını oluşturarak Anadolu’da bir Ermeni devleti oluşumunu önlemeye çalışmıştır. Atatürk’te İttihat ve Terakki dönemi sonrasında ortaya çıkan yeni tabloya göre hareket etmiş ve son Osmanlı Meclisinde alınan Misakı Milli kararı doğrultusunda ulusal sınırlar içinde bir Türk devleti oluşturulması için çalışmıştır. Ermenilere ve Yahudilere karşı izlenen ortak tutum Yunanlılara karşıda sürdürülmüş, Abdülhamit Balkan savaşı sırasında Yunanistan’ın büyüme eğilimlerine karşı çıkmış, Atatürk ise ulusal kurtuluş savaşının son sahnesini Yunanlılara ayırarak Megaloidea projesini Yunanlılarla beraber Akdeniz’e dökmüşütr. İslamcı geçinen Abdülhamitçilerle, laik devlet savunucusu Atatürkçülerin milli tarihimizin bu gerçeklerini bilerek antiemperyalist cephede yeniden Kuvayı Milliye günlerinde olduğu gibi biraraya gelmelerinde Ön Asya’da Türk varlığının korunabilmesi açısından tarihsel zorunluluk vardır. Emperyalist ve Siyonist çevreler bu durumu iyi bildikleri için, ılımlı İslam ya da Büyük Orta Doğu gibi kendi çıkarlarına uygun düşen projelerle, Müslüman Türk halkı ile laik cumhuriyeti savunanları birbirlerine karşı kışkırtmaktadırlar. Medya gücü böylesine bir kışkırtma doğrultusunda geliştirilen, psikolojik savaş senaryolarını kamuoyuna taşımak için kullanılmaktadır.
Küresel sermaye bu doğrultuda Türk medyasına girerek emperyal politikalar doğrultusunda devleti ve milleti baskı altına almaya uğraşmaktadır.
Bugün yaşanmakta olan emperyalist oyunlar ve senaryoların hiçbirisi yeni değildir.
Bugün yaşanmakta olan emperyalist oyunlar ve senaryoların hiçbirisi yeni değildir. Abdülhamit ve Atatürk döneminde uygulanmış olan anti Türk ve Müslüman politikaların benzerleri günümüzde yeniden devreye sokulmaktadır. Bu aşamada Atatürkçülerin dikkatli davranarak laiklik adına, gayrimüslimlerin emperyalist oyunlarına alet olmamaları, Abdülhamitçilerin de İslam adına batı emperyalizminin bütün İslam dünyasını ele geçirmeye yönelik oyunlarına kanmamaları gerekmektedir. Aradan emperyal güçler ve onların yerli işbirlikçileri çekildiği zaman, Türk milleti tıpkı Kuvayı Milliye günlerinde olduğu gibi emperyalizme ve Siyonizm’e karşı açıkça birlik ve bütünlük içerisinde hareket edebilecektir.
***
Müslümanlar Abdülhamit’in Avrupa görmüş bir devlet adamı olarak çağdaş uygarlıktan yana olduğunu, batılı bir devlet ve toplum yaşamını Osmanlı ülkesine getirmek için elinden geleni yaptığını, çağdaş bir devlet yapılanması ile beraber yeni eğitim kurumları ile aydınlık bir ülke kurmak için çaba gösterdiğini hatırlamalıdırlar. Osmanlı kadınını topluma kazandırmak isteyen Abdülhamit’in çarşaf giymeyi yasakladığını bugünün türbancıları iyi bilmek durumundadırlar. Batılı bir yaşamın simgelerinden birisi olan içkiyi Atatürk’ün rakı ile Abdülhamit’in rom ile günlük yaşamlarına taşıdıkları gene anımsanması gereken olgulardan birisidir. Her ikiside Arap tipi bir dini düzen peşinde olsalardı, çağdaş batılı yaşamın bir simgesi olan içkiyi toplumun önünde kullanmazlardı. Çarşafa karşı çıkmakta ve içki kullanmakta aynı çizgide olan iki devlet adamının, çağdaş uygarlığa dönük yepyeni bir ülke yaratmak için çaba gösterdikleri söylenebilir. İkisi de dünyanın ortasında bir Türk ve Müslüman toplumun devletini yönettiklerini çok iyi biliyorlardı. Bu doğrultuda jeopolitik konumlarının gerektirdiği her adımı atmaktan çekinmemişlerdir. Müslüman Türkler tarihten gelen böylesine bir bilinci günümüz Türkiye’sinde göstermek zorundadırlar.
Viyana’dan Pekin’e kadar olan bütün Avrasya sahası Türklerin yaşam alanıdır.
Abdülhamit Maceristan’dan Endonezya’ya kadar temsilciler göndererek Avrasya kıtasının bütün bölgelerindeki Türk ve Müslüman ülke ve toplumlarla çok yakından ilgilenmişlerdir. Atatürk’te dünyanın ortasında bir Türk devleti kurarken, Avrupa’nın ortasında bir Türk imparatorluğu kurmuş olan Macarlar’dan yararlanarak bu ülkenin uzmanları Türkiye’ye davet etmiş ve onların deneyimlerinden yararlanarak, çağdaş Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur. Osmanlı İmparatorluğu gibi Türkiye Cumhuriyeti de bir Avrasya devletidir. Bu nedenle Viyana’dan Pekin’e kadar olan bütün Avrasya sahası Türklerin yaşam alanıdır. Atatürk’te Macar uzmanlarla beraber çalışırken, Afganistan ordusunun kurulması için bu Türk ülkesiyle yakından ilgilenmiştir. Böylesine tarihi gerçekler hem Abdülhamit’in hem de Atatürk’ün Avrasyacı devlet adamları olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu bir dünya imparatorluğu olarak merkezi coğrafyada tam altı yüzyıl egemen olmuştur. Bugün Osmanlı’dan meydana gelen otorite boşluğunun doldurulabilmesi için Atatürk’ün Türkiye’sinin tarihten gelen bilinçle öne geçmesi ve bir Avrasya bütünleşmesine giden yolda, Merkezi coğrafyanın devletlerinin bir araya gelmesinden oluşacak Merkezi Devletler Birliği’nin oluşumu için öncülük yapması gerekmektedir. Dünya barışını kalıcı kılacak böylesine bir yeni yapılanmada Atatürkçüler ile beraber Abdülhamitçilerin beraberce hareket etmeleri bütün emperyalist oyunları bozacak ve saldırılara karşı önlem olacaktır.

6 Aralık 2018 Perşembe

SEÇME YAZILAR: "Dr. Yurdagül ATUN : KKTC’de büyük tehlike: Maronit açılımı., BAKAN ERSOY'UN ŞİRKETİ ETS'NİN PAZARLADIĞI İŞGAL ALTINDAKİ ADALARDA 19 OTEL VAR., -KKTC MECLİSİNİN ALMASI GEREKEN TARİHİ KARAR VE YENİ STRATEJİMİZ NE OLMALI? Sabahattin İsmail., TEMEL SAĞIROĞLU: KRİZ KEŞKE BU KADAR BASİT OLSAYDI., Ahmet Kılıçaslan Aytar: BUENOS AIRES G20ZİRVESİ VE R. T. E."

KKTC’de büyük tehlike: Maronit açılımı
Dr. Yurdagül ATUN
KKTC Cumhurbaşkanlığından Maronitlerin KKTC’ye dönmesi için gerekenlerin acilen yapılması yönünde bir uyarı geldi bazı dairelere.
Müsteşar Gürdal Hüdaoğlu'nun Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlığı Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı ve Ekonomi ve Enerji Bakanlığı’na ayrı ayrı iletilen yazısında Gürpınar Karpaşa ve Özhan köylerinin altyapı işleri için toplam 9 milyon 820 bin 891 lira 7 kuruşluk keşif bedeli belirlediği ifadeleri ile arazide yapılan çalışmalar sonucunda söz konusu köyler için altyapı kapsamında keşif raporları ve haritaların hazırlandığı yani kaynağın hazır olduğu belirtiliyor.
Özetle “Cumhurbaşkanlığı'nda 26 Temmuz 2017'de gerçekleştirilen üst düzey toplantıda karara bağlanan ve kamuoyuna duyurulan Maronit Açılımı çerçevesinde Gürpınar Karpaşa ve Özhan köylerinin yerleşime hazır hale getirilmesi için planlanan çalışmaların tamamlanması gerekmektedir. Mali kaynak yaratılmasına imkân sağladığı anlaşılan yeni koşullarda gerekli projelerin ivedilikle tamamlanması büyük önem taşımaktadır” diyor Hüdaoğlu.
Crans-Montana sürecinin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından Kıbrıs Türk tarafının “ne olur vazgeçmeyin” niyetiyle beyan ettiği bir dizi açılımdan biri bu.
Öyle “aman gelsinler ne olacak ki” sözleriyle geçiştirilmeyecek bir durum bu Maronit açılımı. İyiniyet göstergesi olarak ortaya konan en küçük adımı dahi atmayan Rumlara bir jest olmaktan öteKKTC’nin toprak bütünlüğünün iğfali aynı zamanda.
Buradaki tehlikenin büyüklüğüne ve nedenlerine geçmeden önce Maronitlerin Gürpınar Muhtarı Parteslis Hacıfessas’la birlikte 2012 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nu ziyaret ederek köylerine dönme isteklerini dile getirdiklerini Eroğlu’nun ise "Şu anda hemen gelin diyecek pozisyonda değilim bunun değerlendirilmesi lazım" dediğini sonrasında bu konuyu gündeme dahi getirmediğini hatırlatmak gerek.
Eroğlu gitti Rum taleplerinin kutsandığı bir döneme girildi.
Gelelim esas konuya;
Bundan 20 gün kadar önce Güney Kıbrıs’ta Maronitler Rumlar ve Kıbrıs Türkleri arasında bir toplantı gerçekleşiyor. Gürpınar Muhtarı Partelli Hacıfesa bu toplantıda yaptığı konuşmada“Kıbrıslı Türklerin Başsavcılığının kuzeydeki bütün mülklerinin Maronitlere verilebileceğini söylediği bilgisini ilettiklerini” iddia ediyor.
Bu toplantıda ayrıca Gürpınar'daki Maronitlere ait binaların yüzde 20'sinin Kıbrıslı Türklere tapulandığı bu binaların dahi yasal sahiplerine geri verileceğini bugünkü kullanıcılarına ise tazminat ve/veya başka mülk verilebileceği teyidinde bulunulduğu ileri sürülüyor.
Üstelik bu evlerin/binaların bakım ve onarımları ile altyapı çalışmalarının da Türklere ait olacağı!
Öncelikle bunun müzakerelerin en çetrefilli konusu olan “mülkiyet” konusunda Rum tezlerinin kabulü olan bir açıklama olduğunu söyleyelim zira Kıbrıs Türkleri Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı dönemine kadar mülkiyet konusunu hep takas ve tazminat üzerine şekillendirmişler Kıbrıs Türklerini tekrar göç etmeye/yer değiştirmeye zorlayacak her türlü talebi ellerinin tersiyle itmişlerdi.
Bugün “üç-beş Maronit’ten bir şey olmaz” diyenler takas ve tazminatla birlikte “iade”tuzağına düşüleceğini ve bu uygulamanın “emsal” teşkil ederek Kıbrıs Türklerinin ellerini zayıflatacağını ve Kıbrıs Türklerinin yeniden evinden barkından edilmesine kapı açacağını idrak edebilmeli.
Bir başka mühim ve gözden kaçan konu her fırsatta Rum idaresi altında yaşamaktan memnun olduklarını vurgulayan Maronitlerin ne sebepten Türk tarafından yaşama sevdasına düştükleri. Rum Meclisi’ndeki Maronit Temsilcisi Yiannakis Musas bundan birkaç yıl önce Maronit toplumunun belirli bir stratejiye (!) sahip olduğunu ve köylerine dönmenin tek yol olduğunu düşündüğünü belirtmiş ama Maronit toplumun 1960 yılında Kıbrıs Rum tarafına ait olmayı kabul ettiğini Kıbrıs Rum toplumuna ait olmaya devam etmek istediklerini ve bu isteğe saygı duyulması gerektiğini de ifade etmişti!
Adam açıkça söylüyor; Türk tarafında yaşamak istiyoruz ama Rum yönetimi altında!
Maronitlerin Rum Meclisindeki şimdiki temsilcisi Andonis Hacirusos da Rum Yönetimi Başkanı Anastasiadis’e “Maronit Cemaatinin hedefi köylerine mallarına ve kiliselerine geri dönmektir. Vatanın yeniden birleşmesi için belirleyici öneme sahip kritik bir dönemden geçtiğimizin bilincindeyiz. Bu zor çabada Maronitler olarak sizin tarafındayız” dedi ve “Maronitlerin Özhan ve Gürpınar’a derhal yerleşmek ve olası bir siyasi çözümde Rum oluşturucu devletçiğinde olmak istediğini” de konuşmasının sonuna ekledi.
Görüldüğü gibi Maronit açılımı Türk tezlerinin yerle bir edilerek Rum taleplerinin yerine getirilmesi demek. Rum yönetiminde yaşamak isteyen Maronitler Türk tarafına gelerek evlerine yerleştikten sonra sırada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti topraklarının adım adım “gerçek sahiplerine” iddiasıyla Rumlara verilmesi var. Peki İngiliz İdaresi döneminde Rumlara verilen Türk toprakları 1950-1974 yılları arasında Kıbrıs Türklerinin yakılıp yıkılan köyleri Ortega Raporunda yer alan maddi manevi kayıpların tazminatları ne olacak diye soran yok. Türk düşmanlığı atağı geçirenlerin bu durumu görmezden gelmesi normal ancak Kıbrıs Türklerinin bu adada verdikleri varoluş mücadelesini 1950-1974 yılları arasında Kıbrıs Türklerine yaşatılan zulümleri ve bir alacak verecek davası varsa alacaklı tarafın Türk tarafı olduğunu bilenlerin buna sessiz kalması kabul edilebilir değil. Kıbrıs sorununda Rum tarafını romantize edip bizim tarafı şeytanlaştıran Batı’dan adalet ve lehimize bir davranış bekleyemeyeceğimize göre üzerimizdeki ölü toprağından kurtulmamız muhakeme edebilmemiz kar-zarar hesapları yapabilmemiz Rum’un avukatlığına soyunmak yerine kendi haklarımızı savunmamız gerek hem de acil olarak…
Son olarak Güneyden Kuzeye göçmek isteyen kafası karışık Maronit kardeşlerimize bir hatırlatma; Tamam Rum yönetiminde yaşamak isteyebilirsin de burası Türk yönetimi. Rahmetli Rauf Denktaş’ın son günlerinde söylediği üzere bağımsız bir cumhuriyet üstelik. Size ne vaat edildi bilmiyorum ama hem öyle hem böyle olmuyor. Rum tarafında yaşamaktan memnun değilseniz buyurun gelin ev alın yatırım yapın Türk idaresi altında yaşayın ama “dur k…a yer edeyim sonra sana neler edeyim” yok. Bilmem anlatabildim mi?
Not: Maronitler 9. ve 13. yüzyılda Levant'tan dinsel ve siyasi çatışmalar sebebiyle kaçarak Kıbrıs'a yerleşen Hristiyan Araplar. Maronit açılımıyla 1200 civarında Maronit’in KKTC’ye yerleştirilmesi hedefleniyor. 1200 sayısı -iki kişiden hesap edilirse-600 konutun iadesi anlamına geliyor.
================================
Op. Dr. Aytekin Ertuğrul : Sayın ( E) Oramiral Özden Örnek (E) Dz. K. Komutanı
draertugrul@hotmail.com
Uzun süre tutukluluk ve uzun süre mahkûmiyetle Özden Örnek komutanımızı yan yana getiren olumsuzlukları herkes biliyor. Sizi 1978 Mayısında İskenderun gemisi 2. Komutanı olarak komutan Erdal Baykal ile birlikte beni Çapa’da ziyarete geldiğiniz ve beni sevindirdiğiniz günü bu gün gibi unutmadım hep sakladım. Sizin içinde bulunduğunuz durumun Türk Hukukunda yerini hukukçularımız gösteremiyorlar.
Ben Dz. K. K. lığımza karşı kurulan kumpası çok iyi anlıyorum. Ama olaya karşı gösterilen kayıtsızlığı ve gafleti hayıflanarak anıyorum. Donanma Komutanımız iken sizi ziyarete gelmiştim. O zaman Deniz kuvvetlerimize musallat olan bir kişiden de söz açmıştım. Benim başında bulunduğum İskenderun Deniz Hastanesine de Kumpas kurulmuştu. Biz kumpası yardık. Beraat ettik. Geldim Dz. K. K. lığına. Komutanımız Salim Dervişoğlu idi. Anlattım isim de verdim. Ama bir şey yapmadılar. Size de söyledim ama bir şey yapılmadı. O ortada iken Dz. K. K. lığımıza her türlü olumsuzluğu yapabilir.15 sene uğraştım hep mahkemelerde onun yanında yer aldılar. Hatta sağlık komutanlığı da öyle tavır aldı. Diyebilirim ki benim arkasını bırakmadan takip ettiğim davalar sonucunda TSK lerinden ayrılmak zorunda kaldı. Ama yaptıkları da yanına kar kaldı. Bu hukuk mücadelesi ve davalar sırasında gerek TSK leri mercilerinde ve gerekse sivil adli mercilerde o kadar çok himaye gördü ki anlatılması kabul edilmesi çok zor.
Gelelim 21 Nisan sözcü gazetesine. Barbaros’un torunları isyanda ve diyorsunuz ki: Başımıza bu işleri açanlarla mücadele edeceğim. Geçtiğimiz günler ( 17 Nisan) Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümü idi. Köy Enstitülerini kapatarak Türk milletinin Dünya milletleri gibi aydınlanmasını ve onlarla mücadele edebilecek düzeye ulaşmasını önlemek amacıyla bu okulları kapatanlarla Balyoz Ergenekon vs. davaları kurgulayanlar savcılıklarını üstlenenler hepsi ama hepsi aynı insanlardır.
Milletimiz Tarihin en büyük milletidir Bu açık acılardan ve olumsuzluklardan mutlaka geçecek ve Çağdaş uygarlık yoluna eski temellerine dönerek yeniden çıkacaktır
Uzatmayalım sözü bu gün uygulanan hukuk sistemi Cumhuriyetimizin hukuk sistemi değildir. Cumhuriyetimizin hukuk sisteminde askerler askeri suçlardan dolayı Askeri mahkemelerde yargılanabilirlerdi. Bir gece yarısı kanunu(5918 sayılı k. ) ile bu değiştirildi. Ancak zamanın CHP genel başkanı. Sayın Deniz Baykal ve gurup başkan vekilleri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu Sayın Hakkı Süha Okay ve Sayın Kemal Anadol kanunu Anayasa Mahkemesine götürdüler. Anayasa Mahkemesi başkanı Sayın Haşim Kılıç dâhil kanunu oy birliği ile iptal etti. ( Anayasa Mahkemesinin 21. Ocak 2010 tarihli 2009/52 esas ve 2010/16 sayılı kararı) Bunun üzerine Anayasamızın 145 maddesine şu fıkra eklendi. ” Devletin güvenliğine Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür. ” Bu eklenen fıkra yürürlük için yeterli oyu sağlayamadı referanduma götürüldü. Referandumda %56 oyla kabul edildi. ( referandumda da evet oylarına bazı sandıklarda özel bir ilgi gösterildiği hafızalardadır!!!!!!) Oysa 1982 Anayasası %92 oyla Türk Milleti tarafından onaylanmıştı. Milletimizin %92 oyu ile onaylanan bir Anayasa ilkesi fasulye un şeker ve kömür desteği ile ve hatta biraz da bazı oyunlarla ve müdahalelerle %56 çoğunlukla değiştirildi. Ve Türk ordusuna bu zorla değiştirilen değişiklikle Kumpas kuruldu. Anayasa ihlal edilerek kurulan mahkemelerde yargılama yapıldı. İşin özeti budur. Ayrıca sanık olarak yargılanan kuvvet komutanları ile eski Genelkurmay Başkanımızın Anayasamızın 148. Maddesinin açık hükmüne karşın Anayasamızın 37. Maddesi ihlal edilerek kurulan Özel mahkemelerde yargılanmalarının Anayasayı ihlalden de öte çiğnemek ve ilga etmek gibi daha ağır hukuk ihlalleri olduğu izahtan varestedir. Bu acı günlerin ve haksızlıkların en kısa sürede Türk milletinin azım ve kararı ile sonuçlanacağını ümitle beklemekteyim. Sevil hanım bizi her zaman arayabilir ve istekleri olursa isteklerini bize iletebilir. Eşim ve ben elimizdeki olanaklarla kendisine karınca kadarınca yardım etmekten mutluluk duyarız. Derin saygılarımla ve geçmiş olsun dileklerimle.
Op. Dr. Aytekin Ertuğrul
1983-1990 Dz. K. K. Sağ D. Başkanı
================================
BAKAN ERSOY'UN ŞİRKETİ ETS'NİN PAZARLADIĞI İŞGAL ALTINDAKİ ADALARDA 19 OTEL VAR
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy'un işgal altındaki Keçi ve Gavdos adalarına kondurulan Yunan otellerini pazarlamasından sonra adalarımızda Yunan oteller zincirinin kurulduğu ortaya çıktı...
Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlardan olan Akdeniz ve Ege denizindeki adaların kime ait olduğuna ilişkin tartışmalar uluslararası alanda tartışılırken Yunanistan"ın emrivaki ile işgal ettiiği adalardaki oteller ve bu otellerden bazılarını Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy'un şirketi ets tur'un pazarlaması ile ilgili tartışmalara hergün bir yenisi ekleniyor.
Konuyu Yeniçağ Gazetesi'ndeki köşesinde gündeme getiren Ahmet Takan bugün olayın başka bir yönüne dikkat çekiyor
Takan "İşgal edilen Türk topraklarında Yunan oteller zinciri..." başlıklı yazısında şunları söylüyor:
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy'un işgal altındaki Keçi ve Gavdos adalarına kondurulan Yunan otellerini pazarlamasından sonra adalarımızda Yunan oteller zincirinin kurulduğu ortaya çıktı.
Yunan işgali altında olan İzmir Koyun Adası'nda 4 otel Aydın Hurşit Adası'nda 6 otel Aydın Nergizçik Adası'nda 1 otel Aydın Marathi Adası'nda 1 otel Aydın Eşek Adası'nda 2 otel Muğla Keçi Adası'nda 1 otel Antalya Gavdos Adası'nda 4 otel olmak üzere toplam 19 otel İşletmeye açılarak Yunan oteller zinciri kurulmuş.
Peki Tüm bunlar olup biterken "One minit"çiler ne yapmış?. .
Aynı Türk adalannın işgalinde yaptıklan gibi hoş görü içerisinde Yunan'a yol verip kıllarını bile kıpırdatmamışlar!. .
Belki bu oteller de neymiş diye merak edersiniz veya günün birinde Turizm Bakanı Ersoy'un şirketi etstur'un ünlü gemisine atlar bir gezinti yaparsanız diye listeyi sunalım...
Ama unutmayın!. .
Bu otellerde konaklayabilmeniz İçin aynı Binali Yıldırım gibi pasaport İle kendi adalanmıza giriş yapabilirsiniz.
Yunan başka türlü izin vermiyor.
İşte işgal edilen Türk adalannda İşletilen Yunan otelleri;
İzmir Koyun Adası'nda;
Captain Diamantis Mansion Grand Apartment Captain Diamantis Mansion Standard Room Captain Diamantis Mansion Executive Suİte ve Captain Diamantis Mansion Deluxe Room.
Aydın Hurşit Adası'nda;
Nektaria on the Be- ach Studİos Nektaria Studios Rena Eftİchia Rooms&Studios Costareli ve Patras Apartments.
Aydın Nergizçik Adası'nda;
Katsavidis. Aydın Marathi Adası'nda; Pantelis Marathi Island Resort.
Aydın Eşek Adası'nda;
Studİos Ageri ve Island Studİos. Muğla Keçi Adası'nda; H Hotel Pserimos Villas. (Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy'un şirketi etstur da Yunan H Hotel Pserimos Villas'ı pazarlıyor. )
Antalya Gavdos Adası'nda;
Gavdos Princess Gavdos Studİos Metochi Gavdos ve Manthos Casa. (Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy'un şirketi etstur da Yunan Gavdos Studİos Otelini pazarlıyor. )
Turizm işletmesi belgeleri kimden?
İşgal edilen Türk topraklarında Yunan küstahlıkları devam ederken Türkiye'de iktidan ve muhalefeti İle siyasiler 3 maymunu oynarken "bunlar nasıl oluyor" sorusu biraz komik kaçacaktır.
Türk adalarını işgal eden üzerinde ağır silahlarla gerçek mermilerle askerî tatbikatlar yapan Türk kara sulannda petrolümüzü çalıp satan Yunan'a ara sıra dümenden söylenmekten öte ne yapılabildi?.
Cevap; Koskocaman bir hiç!. .
Ege'de İşgal edilen Türk topraklannda içler acısı durumu durmadan yılmadan belgeleriyle ortaya döken Millî Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım adalanmızın İşgali döneminde Atilla Koç Ertuğrul Günay Ömer Çelik Yalçın Topçu Mahir Ünal Nabi Avcı Numan Kurtulmuş ve Mehmet Nuri Ersoy'un Turizm Bakanı olarak görev yaptığını hatırlatıp "hâlihazırda işgal altındaki Türk adalannda faaliyet gösteren toplam 19 Yunan oteline Turizm Yatırımı ve Turizm İşletmesi Belgelerini kim verdi?
TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı mı yoksa Yunan Turizm Bakanlığı mı" diye soruyor.
Ümit Yalım bir gerçeği daha gözler önüne seriyor; 'Türkiye Seyahat Acentalan Birliği TÜRSAB'ın başvurusu üzerine İstanbul 5. Asliye Ticaret Mahkemesi 29 Mart 2017'debooking.com'un Türkiye'deki faaliyetlerini yasakladı.
Mahkeme karanna göre booking.com Türkiye'de yerleşik otel ve konaklama tesislerini pazarlayamaz ve pazarlanmasına aracılık edemez.
Ancak booking.com şirketi Türkiye'de yerleşik olan Hurşit Adası'nda 6 Nergizçik Adası'nda 1Eşek Adası'nda 2 Keçi Adası'nda 1 ve Gavdos Adası'nda 4 olmak üzere toplam 14 Yunan otelini pazarlıyor ve pazarlanmasına aracılık ediyor. Anayasanın 138. Maddesine göre yürütme organları mahkeme kararlarına uymak zorundadır.
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ve Turizm Bakanlığı booking.com ile ilgili mahkeme karanna neden uymuyor.
Anılan şirkete neden müdahil olmuyor?
TÜRSAB uyuyor mu?
TÜRSAB mahkemeye verdiği booking.com şirketinin Türkiye'de yerleşik 14 Yunan otelini pazarlamasına neden sessiz kalıyor?"
Şu belgeleriyle ortaya dökülenlerin milyonda biri başka bir ülkede olsa ne bakan ne de hükümet kalır!. .
Böyle başa böyle tarak misali...
Böyle muhalefete böyle iktidar!. .
================================
KKTC MECLİSİNİN ALMASI GEREKEN TARİHİ KARAR VE YENİ STRATEJİMİZ NE OLMALI?
Sabahattin İsmail

- Rum Meclisinin 1964 ve 1967'de aldığı ENOSİS kararlarını iptal etmemesi tam aksi yakın geçmişte 1950 Plebisitinin okullarda kutlanması için Meclis'ten yeni karar çıkarması; bu arada AKELtarafından Kasım 2016'da 1931 isyanının okullarda kutlanmasına ilişkin bir önergenin Meclise vermesi ve bu önergenin hala geri çekilmemesi
Rum Meclisi’nde geçmişte alınan diğer Türklük düşmanı 6 kararın-yasanın iptal edilmemesi
- Kilise'nin Türk düşmanı ırkçı ENOSİS'çi çözüm karşıtı faaliyetlerinin yoğunlaşarak devam etmesi
- ELAM APOEL EOKA Dernekleri vb Türk düşmanı militan örgütlerin ırkçı-saldırgan faaliyetlerine devam etmeleri giderek güçlenmeleri ve Meclis'te de temsil edilmeleri
- Güney'e geçen Türklere saldırıların devam etmesi ve saldırganların cezalandırılmaması;
- Rum okullarında Türk düşmanlığı aşılayan ırkçı eğitim sisteminin ısrarla sürdürülmesi ve Türk düşmanı bireyler yetiştirilmesi; kitapların Türk düşmanlığı aşılayan bölümlerinin temizlenmemesi
- Türk Halkına ve KKTC'ye karşı yaşamın tüm alanlarında uygulanan insanlık dışı ambargoların tecrit politikalarının aşağılama dışlama yok sayma karalama politikalarının- faaliyetlerinin tüm dünyada yoğunlaşarak devam etmesi
- Rum devlet Başkanı Anastasiadis'in Türk Halkını azınlık olarak nitelemesi çoğunluğun azınlığı idare etmesi gerektiğini söylemesi ve bu çerçevede egemen eşitliğimizi devlet yönetimine eşit-etkin katılımımızı dönüşümlü başkanlığı Yunan vatandaşları ve Rumlara tanınacak 4 özgürlüğün Türk vatandaşlarına da tanınmasını ve Türkiye'nin etkin ve fiili garantörlüğünü reddetmesi ve adı federal içeriği ÜNİTER birleşik Kıbrıs isteğini ortaya koyması karşısında yani bir strateji belirlemek zorunlu hale gelmiştir...
YENİ STRATEJİ NE OLMALI?
Geçmişte de defalarca yazdım yine yazmak istiyorum. Yeni stratejinin ne olması konusundaki düşüncelerim şöyledir:
1- KKTC Meclisi geçmişte alınan federasyon kararını iptal etmeli ve yerine bundan sonra çözümün ancak iki eşit-egemen devlet temelinde olacağı yönünde bir karar almalıdır…Akıncı bunu kabul edip saygı gösterirse Meclisin çizeceği bu çerçeve içinde müzakereciliğini sürdürür etmezse Meclis onu müzakerecilik görevinden almalı ve yerine Meclis kararlarına saygı gösterip iki egemen devlete dayalı bir çözümü müzakere edebilecek yeni bir müzakereci atamalıdır…
2- Siyasi partiler bu konuda görüş birliği sağlayamaması veya karar almak için yeterli çoğunluk olmaması halinde görüşmelerin devam edip etmeme konusu halka sorulmalı ve kararı doğrudan halkın vermesi istenmelidir...Meclis bu amaçla bir referandum yasası geçirerek demokratik bir referanduma gitmelidir...Katılımcı demokrasinin gereği olarak Halkın kararına-iradesine herkes saygı göstermelidir göstermek zorundadır...Kararı Halk vereceği için kimse birbirini "çözüm karşıtlığı" ile suçlayamayacaktır. .
3- Halk "görüşmeler devam etsin" derse bu kez ucu açık olmayan ve kırmızı çizgilerimizi ortaya koyan takvimli bir müzakere süreci şart olmalıdır. .
4- Bu müzakere sürecinde ise Kıbrıs Türk Halkının 1963’den gelen tazminat hakları mutlaka masaya getirilmeli ve bundan asla taviz verilmemelidir. . Öngörülen takvim içinde de eşit-egemenlik temelinde Türkiye'nin garantörlüğünde bir anlaşma olmaması halinde artık görüşmelerin noktalandığı Dünyaya ilan edilmelidir.
5- Halk görüşmeler bitsin ve "KKTC ile yola devam edilsin" derse KKTC yeniden yapılanarak Kosova modelinde olduğu gibi TANINMA istemelidir. Bu amaçla tanınmayı engelleyen BMkararlarının kaldırılması için yoğun girişim yapılmalıdır.
6- Yeniden yapılanma çerçevesinde ise devlet küçültülmelidir. Bu bağlamda Başkanlık sistemine geçilmeli bakanlık belediye daire memur sayısı azaltılmalı geniş çaplı özelleştirmeler-Özerkleştirmeler yapılmalı üretim ekonomisine geçilmeli eğitim ve sağlık tam gün olmalı eğitim üretime yönelik olmalı küçük ama etkin bürokrasisi azaltılmış süratli çalışan bir devlet yaratılmalıdır...Siyasi partiler yasası seçim yasası sendikalar yasası belediyeler yasası yeniden yapılanmaya uygun şekilde değiştirilmelidir. .
7- TANINMA çabalarının sonuçsuz kalması halinde KKTC Dünyada birçok örneği bulunan Dışişleri ve savunmada Türkiye'ye bağlı diğer konularda bağımsız Özerk devlet statüsüne geçmelidir...( Rahmetli Bülent Ecevit'in her zaman savunduğu statü). .
8- Bu çerçevede Türkiye ile savunma işbirliği anlaşması imzalanmalı Türkiye'ye 1 hava 1 denizbir kara üssü verilmeli Türk askeri bu üslere konuşlanarak yerleşim yerlerinden çekilmeli GKKteknolojik kapasitesi yüksek profesyonel bir ordu haline getirilmeli askerlik süresi kısaltılmalı ülkedeki hayat normalleşmelidir...
9- Arzu ederlerse Güney'deki komşu Rum devleti ile ekonomi ortak çevre sorunları polisiye olaylar sağlık turizm su elektrik iletişim ulaşım vb konularda iki devletin eşit-egemenliği temelinde işbirliğine açık olunmalıdır...
10- Rum tarafının doğalgaz faaliyetlerine son vermemesi halinde (ki öyle görünmektedir) O zaman KKTC MEB alanları için açılan ihale çerçevesinde TPAO mutlaka sondajlara başlamalıdır…
================================
TEMEL SAĞIROĞLU: KRİZ KEŞKE BU KADAR BASİT OLSAYDI
Yiğidin türküsü Kuru soğan 5 lira
Fakirin pirzolası Patates 4 lira
Elektrik doğal gaz faturaları ıspanaklı kol böreği…
Her gün 10 bin esnaf kepenk kapatıyor.
İşsizlik son 25 yılın zirvesinde…
Eğer içinde bulunduğumuz ekonomik krizin bu kadarla sınırlı kalacağını sanıyorsanız;
Özür dilerim ama çok vahim bir şekilde yanılıyorsunuz demektir.
Keşke ama keşke bu kadar olsaydı da hepimiz öpüp başımıza koysaydık.
Bunlar yemek öncesi aperatif meze dahi değil. Ana yemek arkadan geliyor.
Bakın neler olacak:
AKP iktidara geldiğinde125 milyar dolar borcumuz vardı. Bu tutarın 23 Milyar doları IMF e olan borcumuzdu.
Dünya liderimizin deyimiyle Bu borcu Amerikalı George vermişti ve ivedilikle de ödenmeliydi.
Ödendi de…
Agop dan 348 Milyar dolar daha borç alınarak George ye olan 23 Milyar dolarlık borcumuz ödendi.
Bu gün itibarıyla Agop’a olan borcumuz 450 Milyar dolar.
Yani arkamızdan 23 lük George indi onun yerine 450 lik Agop bindi.
Bu ne demek:
Agop dan bu borcu % 2 faizle aldık ve üçer aylık dönemlerde anapara+faiz şeklinde geri ödüyoruz.
Bu borcun 3 aylık faiz tutarı 2 Milyar 250 milyon dolar.
Ana para ile birlikte her 3 ayda ödememiz gereken tutar ise 15 Milyar dolar.
Nasıl ödenecek:
Elbette ki Reisin ikamet ettigi sarayın masrafları kısıtlanmayacak.
Dünya liderimizin Milyar dolarlık uçan sarayı da hangarda bekletilmeyecek. Milletvekili ve Bakanlar da herhangi fedakarlıkta bulunmayacak. Suriyelilere yapılan yardımlar kesilmeyecek. Kredibilitesi sıfira düşmüş olan Türkiyeye Agop veya diğer tefeci kurumlar da yeni bir kredi vermeyecek.
İki yol var:
1- Halk ödeyecek
2- Teminat olarak verilen tüm kamu kurumları yabancıların kuracağı bir konsorsiyum ile Agopun eline geçecek.
Kırk katır mı?
Kırk satır mı?
Maalesef 17 yıldır bu ülkeyi tek başına; Dediğim dedik / Çaldığım düdük şekilde yöneten AKPiktidarı ile geldiğimiz nokta budur.
Söylemeye dilim varmıyor:
Yanılmayı diliyorum. Keşke yanılsam ama görünen odur ki 2019 bir çok acı ve bir çok felaketin yaşanacağı bir yıl olacak.
Türk Lirası Rus Manatından bile değersiz duruma gelecek.
Enflasyon nostalji yaparak bizleri eski günlere götürecek.
Birden fazla Banka iflas bayrağını çekecek.
Vergiler ve cezalar lanet halkası gibi halkın boynuna geçirilecek.
İşsizlik ve zamlar dayanılmaz boyutlara ulaşacak.
Belediyeler maaş bile ödeyemez duruma düşecek.
Özür dilerim.
Bu kara tabloyu çizdiğim için sizlerden çok özür diliyorum.
Yanılmayı ise her şeyden fazla istiyorum.
VER MEHTERİ AKP SEÇMENİ ARKADAŞIM
BU TABLOYA SENİN KATKIN UNUTULMAZ
Sevgilerimle
https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/12/02/kriz-keske-bu-kadar-basit-olsaydi/
================================
Ahmet Kılıçaslan Aytar: BUENOS AIRES G20ZİRVESİ VE R. T. E
Arjantin/ Buenos Aires’te düzenlenen G20 Liderler Zirvesi uluslararası ilişkilerin çok zorlu olduğu bir dönemde yapıldı.
ABD Başkanı Trump Küresel Liberal Sistemi;
Tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin kurulması için sermaye ihracının bolca yapıldığı
Dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşıldığı tüm toprakların en büyük kapitalist güçler arasında bölüşümünün tamamlandığı bir durumdan
Yeni bir emperyalist çağa geçirmenin kararlılığındaydı…
*
Amerikalıların çıkarlarına hizmet etmeyen ama çıkarlarını azami düzeyde tutmak için ABD’nin imkanlarını araçsallaştıran
Gelişmiş ve istikrarlı ülkeler ile emperyal küreselleşmeyle henüz bütünleşmemiş istikrarsız devletlerin
ABD ekonomisine yeniden yatırım yapmasını sağlamak üzere
ABD’yi uluslararası ticaret anlaşmalarından geri çekiyor eski düzeni belirleyen hükümetlerarası yapıları tasfiye ediyordu.
*
Başta Çin ekonomik büyümesi ve askeri gelişimiyle uluslararası politikanın güçlü bir oyuncusu olmuştu.
Ya da Çin yükselirken ABD’nin düşüşte olduğu bir süreçten geçiliyordu…
İki ülke de birbirleriyle çatışan stratejik zorunluluklara sahiptiler.
Bir başka perspektifte ABD Çin’e Güney Çin Denizi’nde bir askeri saldırıya geçmek yerine Ticaret Savaşı açmış
Ticaret savaşını giderek küresel boyutta genişletirken dünyaya yeni bir ayar çekiyordu…
*
Başkan Trump üstelik kollektif eylemlere karşı muhalefetiyle iklim tehdidine karşı koymak için giderek artan acil uyarılara karşı çıkıyor
Ama iklim değişikliği konusundaki muğlak duruş çeşitli ihtilaflara neden oluyordu.
*
Aynı zamanda Rusya- Ukrayna krizi ve Suudi Arabistan ile ilişkileri kuşatan gerginlikler
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Trump’a karşı bir Avrupa cephesi oluşturma girişimleri
Ortadoğu ve Doğu Akdeniz sorunları ve daha nicesi uluslararası ilişkileri zorluyordu…
*
Buenos Aires G20 Zirvesi bu çerçevede Başkan Trump’ın “Önce Amerika” ilkesi doğrultusunda bir zaferiyle başladı.
Trump Kanada Başbakanı J. Trudeau ve Meksika Devlet Başkanı E. Pena Nieto ile birlikte
Kuzey Amerika serbest ticaret anlaşması NAFTA yerine geçecek yaklaşık 1.2 dolarlık ticareti ilgilendiren ABD-Meksika-Kanada Anlaşmasının (USMCA) imzaladı.
Yine de G20′ de yapılacak zorlu görüşmeler daha başka yol gösterici temel ilkelere ihtiyaç gösteriyordu…
*
Trump zirveden önce ithal otomobillere daha fazla gümrük vergisi uygulayabileceğini ima etti.
Bu Çin ile ticaret savaşının genişlemesi çok taraflılık ve serbest ticaret için daha büyük zorlukların oluşması anlamındaydı.
Küresel farklılıkların kısıtlanıp kısıtlanamayacağı ve bunun G20 zirvesinin sonunda ortak bildiride yer alıp almayacağı endişesi oluştu.
Gözler Trump’ın Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping ile yapacağı görüşmeye çevrildi.
*
Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping zirve konuşmasında
Küresel ekonomide çeşitli risklerin hızla geliştiğini
Teknolojik devrim ve yeni sanayi dönüşümünün köklü değişimleri tetiklediğine zenginlik uçurumunun sosyal çelişkileri derinleştirdiğine işaret etti.
Dünya ekonomisinin bir başka tarihsel tercihle karşı karşıya olduğunu vurguladı…
*
Açıklık ve işbirliğine bağlı kalınması ve çok taraflı ticaret sisteminin desteklenmesi
Güçlü bir ortaklık kurularak makro politika koordinasyonunun geliştirilmesi
Yeniliğe bağlı kalmanın ve büyüme için yeni bir ivmenin oluşturulması
Kapsayıcı küresel gelişmenin teşvik edilmesi için kazan-kazan işbirliği yapılması ilkelerine bağlılığın esas alınmasını istedi…
*
Nihayet ABD ve Çin mali piyasaları sarsan dünya ekonomik büyümesini tehdit eden ticaret anlaşmazlıklarında 90 günlük bir ateşkese ulaştı….
Her iki taraf mevcut tarifeleri daha da yükseltmeden ve diğer ürünlere yeni tarifeler getirmeden ticaret kısıtlayıcı önlemlerin artmasını engellemeye karar verdi.
Karşılıklı saygı eşitlik ve yarar temelinde meseleleri ele almak için derhal çaba göstermeyi kabul ettiler…
Beyaz Saray Çin’in Amerika’nın büyük ticaret açığını azaltmaya yönelik çok önemli miktarda tarım enerji sanayi ve diğer ürünleri satın almayı kabul ettiğini açıkladı.
Şimdi iki ülkenin Pekin’in teknoloji politikaları üzerindeki farklılıklarını çözmek için 90 günü bulunuyor.
Aksi taktirde ABD’deki gümrük vergisi artışı Çin’de 200 milyar dolarlık ithalatta etkili olacaktır…
*
Böylece Başkan Trump USMCA anlaşmasından sonra müzakere taktiklerinde ikinci bir zafer daha kazandı.
Çin’e verdiği önemli ekonomik imtiyazlar karşılığında ABD’ nin önemli önceliklerine dair Çin taahhüdünü güvence altına aldı…
O sırada Çin’in bölgesel hegemonyasıyla mücadelede ortak bir amaç geliştirmek için Japon Başbakanı S. Abe ve Hindistan Başbakanı N. Modi’le de görüştü…
*
Trump Zirve’de Rusya-Ukrayna krizi bahanesiyle Devlet Başkanı V. Putin ile yapacağı görüşmeyi iptal etti.
Aslında Moskova’da bir gökdelen inşa etmek üzere Trump adına müzakere ettiğini kabul eden eski avukatı Michael Cohen’in
Trump’ın Rusya ile kapsamlı belgeli ilişkilere sahip olduğu ve Amerikan halkına yalan söylediği ithamından dolayı
Bir çok sorunu birlikte çözmesi gereken Putin ile görüşmeden kaçındı barış için bir fırsatı yok saydı.
*
Buenos Aires G20 Zirvesi çok taraflılığı yüzyılın yaşam çizgisi olarak savunur gibi bir intiba yarattı.
Ama esasen ABD’ nin bir çok konuda ve küresel boyutta dünyaya yeni bir ayar verme ısrarını sürdürdüğünü gösterdi.
*
Nitekim 31 maddeden oluşan ve ağırlıklı olarak uluslararası ekonomik düzene vurgu yapılan Zirve Sonuç Bildirge’sinde;
Kurallara bağlı bir uluslararası düzene
ABD’nin itirazlarına rağmen Paris İklim Anlaşması’nın aynen uygulanmasına
Dünya Ticaret Örgütü’nün reforme edilmesine vurgu yapıldı…
*
Suriye ve Doğu Akdeniz bölgesinin jeopolitiği birlikte anıldığı şu sırada Erdoğan’da G20Zirvesi’nde binbir yoldan ABD Başkanı Trump ile görüşmeyi başardı.
Erdoğan Suriye’deki askeri varlığını;
Suudi Arabistan ve BAE gibi Sünni Arap bloğu ile yakınlaşmak:
İŞİD ve İran milisleri ve güçlerine karşı terörle mücadele etmek :
Fransa ve İngiltere ile birlikte Kuzey Suriye’ye oluşturulan koridorda hidrokarbon kaynaklarını uluslararası firmaları üzerinden Suriye’de merkez hükümete bağlı Kürt tabanı üzerinden uluslararası hukuk garantisinde bir şirketler devleti oluşturmak:
Suriye’nin yeniden inşasından pay almak çabasını sürdürmek:
İsrail hava kuvvetlerini engelleyen Rus füzelerine karşı savunmacı bir duruş sergilemek:
Gerektiğinde Suriye ile ilgili kararlarda Rusya’nın önderliğini reddetmek
Doğu Akdeniz hidrokarbonları bölgesine nezaret görevinde olmak nedenleriyle tutan Başkan Trump’tan;
*
Türkiye’nin Mümbiç’i terörden temizlemesi icazetini istedi ve Halbank konusunda Türkiye lehine bir karar ile Fethullah Gülen’in Türkiye’ye verilmesini talep etti.
Başkan Trump bu konularda Erdoğan’a asla meşruiyet tanımayan havasındaydı ve sadece bir kez daha dinledi.
Çünkü Erdoğan görüşmeden sonra “Ümidimi kaybetmek istemiyorum” dedi…
Uçan Sarayı’na bindi ve Paraguay’a uçtu sonra ver elini Venezuella!…
3.12.2018
https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/12/02/buenos-aires-g20-zirvesi-ve-r-t-e-ahmet-kilicaslan-aytar/