29 Kasım 2016 Salı

MONT PELERİN TAVİZLERİ VE KKTC TÜRKLERİNE KARŞI GAFLET, DALÂLET VE İHANET İÇİNDE ÇIRPINAN SÖZDE YÖNETİCİ ŞEBEKESİ

MONT PELERİN’DE VERDİKLERİMİZ … 
Prof. Dr. ATA ATUN
Mont Pelerin müzakere süreci, bilip de bilmediğimizi sandığımız birçok gerçeği gene bize tekrardan hatırlattı. Herhalde dünya siyasetinin üzerimizde yarattığı baskı, birçok gerçeği bize zaman içinde unutturuyor veya da görmememize yol açıyor.
Rum ve Batı medyası tarafından, aynen geçmişte müzakere masasına oturan tüm Rum liderlerin “adada çözüm isteyen melek”ler, Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin de “Çözüm istemeyen ve hiçbir öneriyi kabul etmeyen Mr.No”lar gibi yıllardır tanıtılmasının arkasına saklanan Anastasiadis, gerçekte Mont Pelerin zirvesini tıkamak ve Akıncı’yı ve dolayısı ile Türk tarafını anlaşmaz taraf olarak tanımlamak ve lanse etmek için Mont Pelerin’e gitti ve bu doğrultuda elden geleni yaptı.
Akıncı’yı “Anlaşmaz taraf” konumuna düşürmek çabaları içinde birçok tavizi de koparmayı başardı Anastasiadis Mont Pelerin’de ve Mont pelerin öncesi görüşmelerde.
BM Parametrelerinde yer alan “İki bölgelilik kavramı” ve bu bölgeleri oluşturan toplumların “gerek nüfusta gerekse de mülkiyette nitelikli çoğunluğa sahip olacakları” koşulu, Akıncı’nın “Dört Özgürlüğü” ve “Dört Rum’a bir Türk nüfus oranı”nı kabul etmesiyle açıkça berhava oldu. Ve işin kötü tarafı Türk tarafı adına kabul edilen bu iki koşul, artık ebediyen, bir anlaşma olana kadar masada duracak. Akıncı’dan sonra gelecek olan Kıbrıslı Türk liderler de bu kabulü bir türlü ortadan kaldıramayacaklar.
Anastasiadis’i köşeye sıkıştırmak için Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının yüzde 30’dan aşağıya olmaz uyarısına rağmen Kıbrıslı Türklere kalacak “Toprak yüzdeliği”nin “5’li konferans tarihi” belirlenmeden önce en düşük yüzde 28.2, en fazla yüzde 29.2 olarak masaya koyması ise bir başka stratejik hata. Hatadan da öteye Kıbrıslı Türkler için çok büyük bir kayıp, büyük bir yenilgi. “Kağıt üzerinde iade etmeyi kabul ettik” denilen toprağın miktarı KKTC topraklarının yüzde 25’i ile yüzde 20’si büyüklüğünde, dörtte biri ile beşte biri arası bir miktar.
İade edileceği belirtilen bu toprakların toplam değerinin, 1963-1964 yılları arasında Rumlar tarafından yakıp yıkılan Türk mülkiyetinin, BM’nin adaya gönderdiği “Fact finding” “Gerçekleri tespit” ekibi tarafından kaleme alınan “Ortega Raporu”nda belirtilen miktarından daha az olduğu bir başka gerçek. Bugünün parası ile 2 Milyar Dolar civarında olan, 1963-64 yılları arasında Kıbrıslı Türklerin yakılan, yıkılan evleri, arazileri, el konan hayvanları, zahireleri, dükkanları ve varlıkları hala daha tazmin edilmiş değil. Manevi tazminatın değerini biçmek ise hiç mümkün değil. Soykırım yıllarında çektiğimiz çilenin, kaybettiğimiz geleceğimizin bedeli belki de adanın tümüne bedel. Niye biz bu toprakları iade diyoruz tazmin edilmeden bunu anlamak hiç mümkün değil.
Hem Kıbrıs’ta olayların 1963 yılında başladığına kimseyi inandıramıyoruz, hem de bunca zararımıza rağmen tazmin edilmiyoruz. Üstelik Rumlar ve Yunanlılar Kıbrıs sorunun 1974’de başladığı kuyruklu yalanına hem kendileri inanmış, hem de dünyaya yutturmak için elden geleni yapıyorlar.
Anastasiadis’in masadan kaçıp, Kıbrıs’a döndükten sonra “Bıraktığım yerden devam etmeye hazırım” demesini anlamak ve herhangi bir etik kuralın içine oturtmak zor. Madem bıraktığı yerden devam edecekti ne diye müzakere masasını terk etti, ne diye müzakereleri çıkmaza soktu, bunu önce Rumlar, sonra da aramızdaki Rum sevdalıları ve de Rumların destekçileri açıklamalı….
Müzakereleri iyi niyetimizden aleyhimize döndürdüğümüz kesin. Hatanın neresinden geri dönsek kardır. Anastasiadis’in daha dün yaptığı “Bizim için Kıbrıs sorunu ‘Türklerdeki gibi’ bir seçim konusu değil, bir ulusal çıkarlar konusudur” açıklaması Rumların tüm niyetlerini ortaya koyuyor. Çekinmese “Megali İdea uğruna hayatımı feda ederim” diyecek ama daha zamanı değil. Şimdilik bunu söyleyemiyor ama yukardaki cümle işittiriyor…

24 Kasım 2016 Perşembe

TOHUM TUZAĞI KURAN İHANET ŞEBEKELERİ: "YEREL (GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMEMİŞ, YERLİ/DOĞAL) TOHUM VE ÜRETİCİ & KÖYLÜ HAKLARI İLE HALK SAĞLIĞINA YENİ DARBELER - Tayfun Özkaya"

YEREL (GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMEMİŞ, YERLİ/DOĞAL) TOHUM VE ÜRETİCİ & KÖYLÜ HAKLARI İLE HALK SAĞLIĞINA YENİ DARBELER
Tayfun Özkaya
Yerli veya yabancı tohum şirketlerinin hâkim olduğu Türkiye Tohumcular Birliği (TÜRKTOB) yöneticileri altı ay önce Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’i ziyaret etmişler. Geçtiğimiz hafta da Tohum Sanayicileri ve Üreticileri Alt Birliği benzer bir ziyaret yapmış. Tohum konularını konuşmuşlar. “Şimdi sonuçlarını almaya başlıyoruz. Kendilerine ve tüm Bakanlığımıza, hükümetimize teşekkür ediyoruz” diye gazetelerde açıklama yapıyorlar. Aldıkları sonucu ise “Bakanlar Kurulundan 2018 yılında tüm tohumluklar sertifikalı olacak kararı çıktı, tohumculuk sektörü her zamankinden daha fazla hükümetin gündeminde" olarak açıklıyorlar.
Bildiğiniz gibi 2006 yılında çıkarılan “Tohumculuk Kanunu” büyük tohum tekelleri lehine birçok hüküm içermektedir. Bir kere köy popülasyonları denilen, büyük bir zenginlik gösteren, bir örnek olmayan, gerek lezzet gerekse besleyicilik ve değişen koşullara uyum yeteneği yüksek olan tohumluklar, şirketler bile istese yasa tarafından tohumluk olarak kabul edilmemekte, sertifikalandırılamamaktadır.  Diğer yandan yasa; çiftçilerin binlerce yıldır köylülerce geliştirilmiş çeşitlere ait tohum veya bunlardan üretilen fideleri satmasını, bu bugüne kadar katı bir şekilde uygulanmamasına karşı yasaklamıştı.  Elbette ki bu yasak giderek Türkiye tohumculuğuna hâkim olan yabancı ve onların yanında aynı çıkarları savunan yerli şirketlerden yanadır. Benzer kanunları daha önce uygulamış gelişmiş denilen batılı ülkelerde yerel çeşitlerin %90’lara varan oranlarda yok olduğunu biliyoruz.

Tabii bu topluma böyle anlatılmamaktadır. Kaçak ve sahte tohumların önleneceği, hastalıksız ve verimi yüksek tohumluklara çiftçilerin kavuşacağı söylenmektedir.Şirket tohumları ile birçok hastalık, zararlı ve olumsuz özelliklerin ülke içinde yayıldığı unutulmaktadır. Yerel tohumlar iklim değişikliklerine daha hızlı uyum gösterir, hastalık ve zararlılara daha dayanıklıdır, besleyici değerleri ise daha yüksektir. Çevrelerinde beğenilen tohum ve fide üreten çiftçiler zorla kuşaklar boyu yaptıkları işten uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır.
Bu bir zulümdür!...
"2018’den sonra bütün tohumluklar sertifikalı olacak” ne demektir? Çiftçilerin ektiği tohumu polisler mi kontrol “edecek? Çiftçinin kendi tohumunu ekmesi, takas etmesi yasaklanacak mı? Eğer bu yola girilecekse dünyanın ilk tarım devrimine yakın komşuları ile önderlik etmiş bu coğrafya ve binlerce yıldır geniş biyoçeşitliliği korumaya çalışan köylülere darbe vurulmak istenmektedir. Giderek ağırlaşan küresel iklim değişikliğine karşı en iyi çarenin yerel tohum olduğu bilindiği halde ve biyoçeşitliliği, köylü haklarını koruyan uluslararası anlaşmalara karşı bir yola mı girilecektir? Tohum ve aynı zamanda tarım ilaçları ve hatta aynı anda beşeri ilaçlar alanında tekel olan şirketlere destek mi çıkılacaktır?
Bir avuç şirket tohumuna destek çıkmak yerine Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının yerel tohumları koruması, bunları üreten çiftçilerin haklarına saygı göstermesi, desteklemesi daha doğru değil midir? Yerel tohumlardan yararlanarak köylülerle birlikte katılımcı ıslah yapılarak, herkesin erişebildiği tohumluklar üretmek yerine bir avuç şirketin kısıtlı sayıda çeşidi için araştırma desteği yapmak, bunları üreten şirketleri zenginleştirmekten başka bir işe yaramaz. Şirket tohumları dayanıksız olmaları nedeniyle tarım ilaçları üreten aynı şirketlerin kârlarını arttırırken bir yandan da yoğun zehir kullanımını arttırması nedeniyle kanser başta hastalıkları arttırmaktadır. Bir kollarıyla da beşeri ilaç üreten bu şirketlerden bazıları için, bu durumun gelirlerini arttırmak için, bilinçli olarak istememiş olsalar bile, kârlı olduğunu söylemek zorundayız. İhtiyacımız olan özgür tohumlardır.
Yerel tohumların kökünü kazımaya yönelik çabalar durdurulmalıdır.
YORUM, KATKI VE TAVSİYE 
*** Değerli iletidaşlar,
Sayın Prof. Dr. Özkaya 10 yıl önce(2006'da) çıkarılan “Tohumculuk Yasası”nın sakıncalarını makalelerinde  zaman zaman ele almaktadır. Türkiye Tohumcular Birliği (TÜRKTOB) ve Tohum Sanayicileri ve Üreticileri Alt Birliği ilgililerin: "Bakanlar Kurulundan 2018 yılında tüm tohumluklar sertifikalı olacak kararı çıktı, tohumculuk sektörü her zamankinden daha fazla hükümetin gündeminde" sözlerinin kendi kendini besleyebilen Türkiye'nin nerelere savrulduğunu göstermesi bakımından ibretliktir. 
Yakın zamanda (tohumlarını yitirecek olan)  köylümüz üretemez olacağını anlamak için alim olmaya gerek yok. "Yerel tohumların kökünü kazımaya yönelik çabalar durdurulmalıdır." diye avazlayan yurduna aşık bilim insanımızın  yazısını yaymamızın ülkemiz ve yemeden edemeyen bizler için çok gerekli olduğu düşüncesindeyim. Bilginize...
[REFERANS: Yönlendirilmiş ileti: Gönderen: Tayfun ÖZKAYA <tayfun.ozkaya@ege.edu.tr>
Tarih: 23 Kasım 2016 - Konu: YEREL TOHUM VE KÖYLÜ HAKLARINA YENİ DARBELER]

18 Kasım 2016 Cuma

"İşte 3 Üniversite",Yalçın KOÇAK, TBMM, 18. dönem Sakarya Milletvekili

İŞTE 3 ÜNİVERSİTE (ve yök imamı meselesi)
YALÇIN KOÇAK
TBMM, 18. Dönem Sakarya Milletvekili
Yakın zamanda sormuştuk YÖK imamı kim? Hala ses soluk çıkmadı, Peki bu örgüt tarafından kurulmuş 18 vakıf üniversitesi vardı, kapatılan 15 diğer 3’ü hakkında sormuştuk yine tıs; yazalım bakalım arkası gelecek mi?
Antalya’da hanutçuluk yaparken statü sıçraması ile bir anda hem ülkenin, hem de Büyük Asya’da ki Türk devletlerinin önemli bir işadamı oluveren arkadaşın Antalya’da kurduğu Uluslararası Antalya Üniversitesi bunlardan bir tanesi bu bıçkın işadamımızın Konya Devlet Üniversitesi tarafından Konya’da yeni kurulan bir vakıf üniversitesine verilen büyük bir gayrimenkulün haksız iktisabı dosyasında da adı geçiyor. FETÖ kumpanyasının önemli işadamlarından bir tanesi elini, kolunu sallayarak nasıl gezmektedir.
Bir diğeri Altunizade’de ki Şehir Üniversitesi, her şeyiyle FETÖ kokan bu yapı ve barındırdıkları zaten çok şey ifade ediyor da okuyabilene.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan Hastalığı ve Ameliyatı ile uğraşırken ve YÖK’e Yusuf Ziya Özcan hocayla devam edeceğini deklere etmişken Abdullah Gül tarafından sürpriz bir şekilde YÖK Başkanlığına atanan Gökhan Çetinsaya da Şehir ailesinden. Döneminde açılan Cemaat Üniversiteleri, İmtihan skandalları, ÖSYM sorularının ellerde dolaşması, Şaibeli Konya Jürileri, HDP’nin Üsküp’te artan Rey’i ve nüfuzları ve de hukuksuz hukukçu Şaban Çalış ve Yavuz Atar yardımcılarıyla ünlü YÖK eski Başkanı.
Milli Eğitim Bakanlığı döneminde yurt dışı ve yüksek öğretim genel müdürlüklerini kapatarak bu alanları YÖK inisiyatifi görüntülü FETÖ kumpanyasına bırakan Ömer Dinçer’de şehir’e Vakıf Başkanı olmuş. (Acaba vakıf’a himmeti, yardımı ve koyduğu kaynak ne kadar. Bu paraların vergilerini vererek mi koydu, yoksa başka yumurtaların üstüne mi oturdu?)
Durduk yere Ruslarla kriz çıkarıp milyonlarca dolar tarafların zararına, binlerce kişinin işsiz kalmasına, onlarca firmanın iflasına sebep olan derin strateji dehası eski Başbakanımız da bu kumpanyadan.
Başbakanlık Müsteşarı devletin 1 numarasıdır, neler olup bittiğini en iyi o bilir, nereye ne kadar FETÖ’cü koyulduğunun hesabını son iki müsteşar vermelidir. Ortada bir ihanet vardır, Hainliğin cezası dört Kitap’ta da aynıdır. Bu adamları taltif edersek, gelecek nesiller ve tarih bizden hesap sorar. (Fener Papazı Gregorius’un boynunda ki yafta bize yüz yıl geriden yapmamız gerekenin aklını vermektedir.)
Yapılan, yapanın yanına kâr kalmamalı.
Vakıflar tarafından kurulan “vakıf gibi” üniversitelerin garip bir türetme tüzel kişilikleri olduğunu, bu anlamsız yola emekli akademisyenlerin kendilerine oyun sahası açmak için hukukun arkasına dolanma kurnazlığı gösterdiklerini de bu sütunlarda yazmıştık.
Biruni Üniversitesinin kurucusu olan Dünya Vakfını kapatıyorsunuz ama okula ellemiyorsunuz, izahı nedir? YÖK İmamı’nın talimatı böyle demek ki?
Tuzu da kokuttunuz gari.
Erhan Afyoncu hoca konusuna hâkim fevkalade bir şahsiyettir ancak hiç yöneticilik tecrübesi yoktur. Ne veya hangi kıstaslarla hem de yeni kurulan ve yapılanmasında ciddi devlet tecrübesi ve Ankara’yı tanımak olması gereken bir üniversitenin rektörü yapılmıştır.
Bu Milli Savunma Üniversitesi sıradan bir üniversite değildir; Sonrasında gözyaşı dökmemek için, yığınakta hata yapmamalıyız. Tokatlı ve Tarihçi olması Yekta Hoca’nın yeterlilik kıstasları olabilir ama Cumhurbaşkanımız bu kâhtı ricallere son vermelidir.
Gazi Üniversitesinde kendisine yanlı ve yanlış bilgi verildiği, devam eden uygulamadan ortadadır, Eski Rektör için mahkeme Kuruma yazı yazıp sorular soracak, eski natır yeni hamamcı doğru bilgimi verecek. 
İcraat ortada, gören göz lazım.
Bizim aldığımız devlet terbiyesi; Son karar vericiye yalan da söylenmez, takiye de yapılmaz, şakası dahi caiz değildir. Soytarılık ile devlet adamlığı yürütülemez. Statükodan kurtulmak kolay değildir.
Bir kaledir, Sabitedir.

İki, Üç, Beş değişkendir, değiştirilmelidir.

4 Kasım 2016 Cuma

BAŞYAZI: “İsviçre’de 29+ Tuzağı benzerine düşülmemeli” Prof. Dr. Ata ATUN (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti)

BAŞYAZI:
“İsviçre’de 29+ Tuzağı benzerine düşülmemeli” 
Prof. Dr. Ata ATUN
Anastasiadis’in kimlerle İsviçre’deki Mont Pelerin görüşmesine gideceği, ekibinde kimlerin olacağı yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başladı. Rum tarafında ne kadar Kıbrıs Rum Kilisesinin güvendiği siyasi ve bürokrat varsa, hangi partiyi desteklediklerine bakılmaksızın ekipte yer alıyor. 
Anastasiadis’in danışmanları ve müzakere heyeti üyeleri Polis Poliviu ve Kipros Hrisostomidis, Müzakereci’nin destek grubu başkanı Panayotis Dimitriu, üyeleri Nikos Kleanthus ve Tumazos Çelebis, Başsavcılık adına Nikos Kiriaku, Mülkiyet Çalışma Grubu Başkanı Erato Kozaku Markulli ve Tapu yetkilisi Andreas Haciraftis.
NEYE İNANMALI?..
Hangisinin kim olduğunu, neye inandığını söyleyeyim ki. Markulli’nin babası, 1963-74 ,döneminde Limasol’un EOKA Başkanı. Bayan Markulli d.plomatik görevi süresince Türklerin elini sıkmamakla ünlü. Batılı diplomatların kendisine taktığı lakap da çok ilginç “Kara Cira”. (Cira Rumcada –kadın- demektir).  Kleanthus Larnakalı ve aşırının da aşırısı sağcı, Hrisostomidis, Kıbrıslı Türkler seslenerek “Ya Güney Kıbrıs’ta oturursun ve azınlık haklarına sahip olarak yaşarsın, ya da Güney’de bıraktığın mallarına sahip olamazsın” diyebilecek kadar fanatik Helen milliyetçisi. (5 Mayıs 2005).Buna ilaveten de “Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti'ni daha fazla gecikmeden tanıması gerekir. Süngü minare AB'ye giremez” (4 Ağustos 2005) diyecek kadar da patavatsız ve kendini sözü dinlenmesi gereken adamdan sayan birisi.
RUM EKİBİNİN STRATEJİSİ
Anastasiadis’in başkanlığındaki Rum ekibinin Mon Pelerin’de ardışıklı üç stratejisi var.
Birincisi, Akıncı ve ekibinin, “5’li Konferansın saati, günü, tarihi ve yeri belirlenmedikçe İsviçre’de Toprak konusunu tartışmayız” koşulunu kırmak,
İkincisi, konuyu toprak konusuna getirip, bağlayıcı olmayacağı iddiasıyla, hangi köylerin ve yerlerin verileceğinin dile getirilmesini sağlamak,
Üçüncüsü, Türk tarafının 5’li Konferans talebini reddetmek veya da ucu hale getirerek savuşturmak ve belirsizliğe sokmak.
Rumlar bu tür siyaset oyunlarını eskiden beri uygulamaktalar. Bunun en sonuncusu 2004 yılında masaya konan ve Referandum ile oylanan Annan Planı ve ondan bir evvelki de 1992 yılında masaya konan Gali Fikirler dizisiydi.
Türkler tarafından kabul edilmeği halde, müzakere süreci içinde başımıza kalan “Toprak da yüzde 29+” kavramı, 1992 yılında New York’ta BM Genel Sekreteri Butro Butros Gali başkanlığında yapılan ve adı da “Gali Fikirler Dizisi” olan müzakerenin kazığıdır. 
Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla 18 Haziran 1992'de New York'ta başlayan görüşmede, BM Genel Sekreteri Gali bu turda kendi adıyla anılan bir Harita sundu. Bu haritaya göre Türk tarafına %28.2 oranında bir toprak bırakılmakta, Maraş ve Güzelyurt dahil 37 Türk köyü Rumlara verilmekte, Karpaz'da da bir Rum kantonunun oluşturulmaktaydı. Buna ilaveten de on binlerce Rum'un Kuzey'e dönmesi öngörülüyordu. 
15 Temmuz 1992'de başlayan 2.turda ise BM Genel Sekreteri, kapsamlı bir çözüm planı olan "Gali Fikirler Dizisini" (Set of Ideas on an Overall Framework Agreement on Cyprus)  diye anılan çözüm planını sundu (www.kktcb.org/upload/pdf/5795.pdf).  
KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş bu planın 91 maddesini kabul ederek,  diğerlerini müzakere etmek istedi. Harita konusunda ise, ancak bir paket anlaşma çerçevesinde toprakta % 29(+) oranına inebileceğini açıkladı.
GALİ FİKİRLER DİZİSİ!..
Gali Fikirler Dizisini ve haritayı dönemin Rum lideri Yorgo Vailiu, Rum Ulusal Konseyi’nin baskısı ile reddetti. Her hangi bir paket anlaşma çerçevesi çizilmedi, olmadı ve imzalanmadı ama “Türkler yüzde 29+ toprak düzenlemesini kabul etti” kavramına Rumlar 4 elle sarıldılar ve o günden sonra her toplantıda bu oran masada önümüze kondu.
Akıncı ve ekibi, Mont Pelerin’de yapılacak toplantıda böylesi bir tuzağa tekrardan düşmemeli, 5’li Görüşme saati, yeri, tarihi ve gündemi kesin olarak belirlenmeden asla “Toprak” konusuna değinmemelidir. Geçmişte içine düşülen tuzak bir ders olarak önümüzde durmaktadır.
***
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org //  Facebook: AtaAtun1
http://www.twitter.com/ataatun // 4 Kasım 2016