20 Aralık 2016 Salı

SUİKASTIN ESAS AMACI NE? Türker ERTÜRK E. Amiral, Araştırmacı-Yazar

SUİKASTIN 
ESAS AMACI NE?..
Türker ERTÜRK
Emekli Amiral, Araştırmacı - Yazar
Geçtiğimiz günlerde, Suriye’nin en büyük ve en önemli kenti olan Halep’te; 4 yıldır aralıksız devam eden çatışmalar sona erdi ve Beşar Esad’a bağlı Suriye Merkezi Hükümeti şehirde tam kontrolü sağladı. Tabii ki Suriye’nin bu başarısının arkasında, Rusya ve İran var. Ayrıca, her geçen gün daha fazla birbirine yaklaşan Türkiye-Rusya kader birlikteliği ve birlikteliğin neden olduğu Türkiye’nin Halep’teki isyancılara verdiği desteğin geri çekilmesi kararı var.
Suriye’de Mart 2011’de başlayan ve neredeyse 6 yılını tamamlayacak olan bu savaş normal bir savaş değil ve ülkenin iç dinamiklerinin meydana getirdiği bir gelişme de değil. Suriye’deki savaş, Atlantik üzerinden estirilen Arap Baharının devamı niteliğindeydi. Bu savaşın amacı, Suriye’yi etnik ve mezhepsel olarak atomize etmek ve parçalamaktı. Bu savaş; Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) yönelik olarak kurgulanan ve aynen “Kentsel Dönüşüm” gibi bir “Bölgesel Dönüşüm” projesiydi.

OLTANIN UCUNA NE TAKTILAR?
AKP İktidarı ile Türkiye, kendisi de içinde olmasına rağmen; projeye destek verdi ve Suriye’deki vekalet savaşında, emperyalizmin taşeronluğunu yaptı. Daha başında yazdık, anlattık ve uyardık; “Suriye’nin istikrarının bozulması, ülkemizin istikrarının bozulması ve Suriye’nin bölünmesi, ülkemizin bölünmesi” demekti. Ama ne yazık ki, anlamadılar veya anlamak istemediler.
Emperyalizm Suriye’de Türkiye’yi kullanırken, oltanın ucuna AKP İktidarının“Siyasal İslamcı” ideolojisi, “Yeni Osmanlıcı” hayali gibi mezhepsel bakış açısını besleyecek nitelikte uygun yemler taktı. Halbuki akılcı dış politika, çıkarların ve güvenliğin üzerine otururdu. İdeolojilerin, hayallerin, dinsel ve mezhepsel bakış açılarının üzerine oturtulan dış politika istenmez, hüsranla bitmek zorunda kalırdı, kaldı da!

BİRLİKTELİĞİ İSTEMEYENLER VAR!
Rusya ve İran; Suriye’ye, Suriye halkını korumak için değil, kendi çıkarları için geldiler. Türkiye ise, çıkarlarının gereğini yapmadı. Bindiği dalı kesti ve ne yazık ki, dünyanın her tarafından gelen cihatçılara, radikal İslamcılara, daha doğru bir ifade ile emperyalizmin vekalet savaşçılarına destek verdi. Sorun Beşar’ı sevip sevmeme meselesi değil; ülkemizin çıkarlarının ve güvenliğinin peşinde olup, olmama meselesiydi.
Sonunda şartlar, geç ve güç de olsa Türkiye’yi Rusya’ya yaklaştırdı ve yanlıştan kısmen dönüldü. Ama çıkarlarımız ve güvenliğimiz açısından çok zemin kaybettik. Ayrıca, Türkiye-Rusya birlikteliğini istemeyenler de var.

BATI İÇİN FELAKET OLUR!
Frankfurter Allgemeine Sonntag gazetesine konuşan Alman Federal Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Norbert Röttgen; "Türkiye'nin Suriye'de Rusya'yla anlaşması çok tehlikeli bir gelişme ve bu Batı için bir başka diplomatik felaket olur" dedi. Sanırım, bu ifadene demek istediğimizi açıklıyor.
Dün (19 Aralık2017), Ankara Çankaya’da bulunan Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde düzenlenen silahlı saldırıda, Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Gennadiyeviç Karlov öldürüldü. Suikastı yapan ise; 1994 Aydın Söke doğumlu, genç bir polis.

BİZ HALEP’TE ÖLDÜK, SİZ BURADA ÖLECEKSİNİZ!
Suikast yaparak, Rus Büyükelçisini arkadan vuran Mevlüt Mert Altıntaş adlı polis memuru silahını ateşlemeden önce; “Biz cihatçıyız” anlamına gelen Arapça sözler sarf ediyor ve “Biz Halep’te öldük, siz burada öleceksiniz” diyor. Halbuki Halep’te, Suriye merkezi hükümeti; Rusya ve İran’ın desteğini alarak, en tabii hakkı olan terörle mücadele faaliyetini icra etmiştir.
Yani; 22 yaşındaki gencimiz, arkasında emperyalizmin olduğu cihatçı, radikal İslamcı vekalet savaşçıları ile kendisini özdeşleştiriyor. Soruyorum; bu gencin bu sapık fikrinin oluşumundaki iklimin sorumlusu kim? Düne kadar Halep’teki emperyalizmin vekalet savaşçıları olan teröristleri özgürlük savaşçısı olarak takdim edenler ve bu sapık fikri kitle iletişim araçlarından topluma pompalayanlarda suçlu değil mi?

ARKASINDA KİM VAR?
Rus Büyükelçi’yi vuran polis, AKP iktidara geldiğinde 8 yaşındaymış. Bu çocuk; her geçen gün Atatürk’e ve Cumhuriyetimizin kurucu ideolojisine saldırılan, eğitim ve öğretimin tekliği ilkesinden uzaklaşılan ve laik-bilimsel omurgasından vazgeçilen bir ortamda, “Dindar ve kindar nesiller yetiştireceğiz!” söylemleri içinde büyüdü ve erginleşti.
Bu polise tetiği çektiren, FETÖ veya yabancı istihbarat örgütleri olabilir mi? Olabilir ama, bu gencin hangi iklim tarafından yetiştirildiği gerçeğini asla değiştirmez.

ÇÖZÜM NEDİR?
Bu suikast; Türkiye - Rusya ilişkilerini bozmaz, aksine her iki ülkeyi birbirine daha çok yaklaştırır. Bu saldırının esas amacı; Türkiye’yi kaos ortamına sokmak, istikrarsızlaştırmak, güvenilir olmadığı imajını uluslararası kamuoyuna göstermektir. Artık Türkiye, emperyalizmin direkt olarak hedefindedir. Artık derinleştirilecek olan ekonomik operasyonlar, çoklu kitlesel bombalı saldırılar, iç savaşı tetikleyebilecek kışkırtmalar ve üst düzey devlet yöneticileri de dahil suikastlar beklenmelidir.
Çözüm, başkanlık sistemi ile daha fazla otoriterleşerek asla gelmez. Yaşadığımız sorunlar, durup dururken olmadı. Bunlar; yapılan yanlışların ve fahiş hataların sonuçlarıdır. Türkiye’yi esenliğe çıkarabilmek için; bir an önce Cumhuriyetimizin kurucu ideolojisinin gerektirdiği fabrika ayarlarına dönülmeli, Türk Silahlı Kuvvetleri güçlendirilmeli, laik-akılcı-bilimsel eğitim sistemini esas alan ve eleştirel akla sahip nesiller yetiştirecek eğitim ve öğretim sistemi egemen kılınmalıdır. Aksi, hüsrandır!
***
Türker Ertürk
E. Amiral, Araştırmacı - Yazar
RESMİ İNTERNET SİTESİ:

15 Aralık 2016 Perşembe

CUMHURBAŞKANI (Recep Tayip Erdoğan) "MİLLİ SEFERBERLİK" İLÂN ETTİ!.. "BİR SONRASI SAVAŞ HÂLİDİR!.., Arslan BULUT"

BİR SONRASI SAVAŞ HÂLİDİR!
Arslan BULUT
Tayyip Erdoğan, muhtarlarla yaptığı toplantıda  "Anayasa'mızın 104'üncü maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin başı (Cumhurbaşkanı) olarak PKK'sıyla, DEAŞ'ıyla, FETÖ'süyle, DHKP-C'siyle tüm terör örgütlerine (bil-umum, hırsızlık, yolsuzluk, haksızlık, ayırma, kayırma, torpil, ihanet/hainlik ve suiistimallere) karşı millî bir seferberlik ilân ediyorum" dedi.
AKP, CHP ve MHP genel başkanlarının terörle mücadeleye karşı bir araya gelip ortak tavır açıklamasından sonra Erdoğan'ın seferberlik ilân etmesi Türkiye'nin nasıl bir tehditle karşı karşıya kaldığının göstergesidir.
Öncelikle belirteyim ki Türkiye'ye yönelik terör saldırıları, seferberlik ilânını gerektirecek kadar vahimdir.
Fakat terör eylemleri, belki de Türkiye'yi böyle bir karara zorlamak için mi yoğunlaştırılmıştır. Türk polisine yönelik Beşiktaş'taki bombalı saldırıyı yapan TAK'ın bir istihbarat organizasyonu olduğunu unutmamak gerekir!
Bu itibarla, seferberliğin sadece terörle mücadele veya Türkiye'ye yönelik dış tehditler kapsamında sürdürülmesi gerekir! 
Seferberlik hâlinin "rejimi değiştirmek" için kullanılması hâlinde millî birlik tamamen kaybolur! Bunun kimseye bir faydası olmaz!
 ***
Anayasa'nın 104'üncü maddesi Cumhurbaşkanı'na "Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim ya da olağanüstü hâl ilân etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak" yetkisi veriyor.
15'inci maddede ise "Durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir." deniliyor.
Anayasa'nın 122'nci maddesinde, "Sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hâllerinde hangi hükümlerin uygulanacağı ve işlemlerin nasıl yürütüleceği, idare ile olan ilişkileri, hürriyetlerin nasıl kısıtlanacağı veya durdurulacağı ve savaş veya savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi hâlinde vatandaşlar için getirilecek yükümlülükler kanunla düzenlenir." hükmü var.
Seferberlik ilânı, olağanüstü hâl ve sıkıyönetimden daha etkili, savaş hâlinin bir öncesinde alınan tedbir derecesindedir.
***
Seferberlik ve Savaş Hâli Kanunu'nun 3'üncü maddesinde, "Genel Seferberlik: Ülkenin tümüne yönelik bir tehdidin karşılanması, mevcut bütün güç ve kaynakların kullanılabilmesi için ülkenin bütününde uygulanan seferberliktir." tanımlaması yapılıyor. 
Kanunun, 7'nci maddesine eklenen altıncı fıkrada "Seferberlik ve savaş hâlinin henüz ilân edilmemiş olduğu ancak savaşı gerektirebilecek bir durumun baş gösterdiği gerginlik ve buhran dönemlerinde, kısa zamanda hazırlıkların tamamlanabilmesi ve noksansız olarak üst düzeyde harbe hazır olunması amacıyla, ihtiyaç duyulacak araç, mal ve hizmetlere ilişkin olarak, seferberlik ve savaş hâlinde Türk Silahlı Kuvvetleri harekât kontrolüne girecek olan kamu kurum ve kuruluşlarının imkanlarından Bakanlar Kurulu kararı ile yararlanmak" diye de bir hüküm var.
Aynı kanunun 10'uncu maddesinde "Savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi, ayaklanma olması veya vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten ve dıştan tehlikeye düşüren davranışların ortaya çıkması hâllerinde, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Millî Güvenlik Kurulunun da görüşünü aldıktan sonra genel veya kısmi seferberlik ilânına karar verir. Kararda seferberlik uygulanmasının başlayacağı gün ve saat belirtilir. Bu karar, derhâl Resmi Gazete'de yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur. Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantı hâlinde değilse hemen toplantıya çağırılır. Kısmi seferberlik ilânı hâlinde, seferberlik ilân edilen bölgeler dışında görev verilecek personel, mal ve hizmetlere de yükümlülük uygulanabilir." deniliyor.
***
Kısacası, kamu kurum ve kuruluşları Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde kurulacak harekât merkezinin her isteğini yerine getirmek zorundadır.
Türkiye olağanüstü hâl durumundan seferberlik durumuna geçiyor. Bir sonrası savaş hâlidir!  

2 Aralık 2016 Cuma

GARANTİLER VARKEN (Yavru Vatan "MİLLİ DAVA" KIBRIS'ta) NELER OLMUŞTU HATIRLAYALIM - Prof. Dr. Ata ATUN

GARANTİLER VARKEN (T.C. hükümetlerinin gözü önünde) NELER OLMUŞTU HATIRLAYALIM!..
Prof. Dr. Ata ATUN
Rum Kilisesi bir taraftan dini kisve altında, yasal veya hukuk dışı yollarla Kıbrıs adası üzerinde bulunan Türk topraklarına sahip çıkmaya çalışırken, diğer taraftan da Rum Hükümeti Türklerin azınlık olduğu karma yerleşim yerlerinde, silah zoru ile Türkleri bölgeden uzaklaştırmak ve topraklarını da Rumlara dağıtmak çabalarını başlatmıştı 20. Yüzyılın başında.

Böylece kilise, nüfus çoğunluğunu ve taşınmaz mal mülkiyet gücünü elinde bulundurarak Adanın gerçek sahihi olan Türk toplumunu azınlık durumuna getirerek, ileri aşamalarda kovma, asimilasyon ve terör hareketleriyle bıktırmak suretiyle tüm adaya sahip çıkmayı hedeflemişti. Nitekim Kıbrıs’ın Osmanlı yönetiminde bulunduğu yıllarda bu tür girişimlerde bulunan kilise, İngiliz sömürge döneminde büsbütün azarak, Adanın Rumlaştırılmasında ön plana geçmiş ve etkin rol oynayan bir güç haline gelmiştir.

Kıbrıs kilisesinin gerek Türk şahıslar elinden ve gerekse İngiliz sömürge yöneticilerini ayartarak hile ve desiselerle ada toprağından gasp ettikleri taşınmaz malların miktarı korkunç, boyutlardadır. Yazılı bazı Rumca kaynaklar en acı gerçekleri açıkça ortaya koymaktadırlar.

İstanbul Başbakanlık Arşivi’nde yer alan “Kilise Mukataası ve Emval Defterleri”nde kayıtlı bulunan taşınmaz mal miktarları ile İngiliz sömürge yıllarına doğru kiliseler ve manastırlar adına kaydedilen taşınmaz mal miktarları arasında çok büyük rakam farkı olduğu bilinmektedir. 1821’li yıllarda başkaldırı olaylarında ön planda bulunan Kıbrıs Ortodoks Başpiskoposluğu’nun kendi arşivlerinde saklı bulundurduğu emlak kayıt defterleri ve taşınmaz mülkleri ile ilgili tutanaklar, oldukça karmaşık vaziyette ve de gizlilik içerisindedir.

21 Aralık 1963’de Akritas Planı uyarınca Rumların Türklere karşı başlattığı sistemli saldırılardan sonra Kıbrıslı Türkler, 50 yerleşim biriminden 1,000 dolayında konutu terk etmeye zorlanmışlardır. 1963 yılındaki Rum saldırılarında birkaç gün içinde yaklaşık 700 kişi evini terk etmek zorunda kalmış, 1964 yılı içinde de 25,000 Kıbrıslı Türk mallarını bırakmaya ve göç etmeye zorlanmıştır.

1963 yılı Aralık ayı ile Mayıs 1964 tarihleri arasında Kıbrıslı Türklerin Rumların silahlı saldırıları nedeni ile terk etmeye zorlandıkları köyler şunlardır; (Sayılar evini terk eden kişi adedini vermektedir)

Lefkoşa Bölgesi: Türkeli (Ayios Vasillios) 117, Dali (Dali) 206, Eğlence (Eylendja) 316, Gemikonağı (Karovostasi) 333, Matyat (Mathiatis) 208, Dizdarköy (Nisou) 108, Küçük Kaymaklı (Omorphita) 5.126, Yılmazköy (Skylloura) 289, Demirhan (Trakhonas) 921, Akaca (Akaki) 156, Aredyu (Arediou) 90, Akçay (Argaki) 72, Ay Marina (Ayia Marina Skyllouras) 65, Aybifan (Ayios Epiphanios) 66, Madenliköy (Ayios Yeoryios Lefkas) 143, Denya (Denia) 128, İkidere (Dyo Potami) 40, Zeytinlik (Eliphotes) 91, Arpalık (Ayios Sozomenos) 172, Dereliköy, Bodamya (Potamia) 9, Alevkaya (Alevga) 123, Günebakan (Amadies) 141, Süleymaniye-Selemani (Ayios Ioannis) 142, Bozdağ (Ayios Theodoros Tillyrias) 232, Mansur (Mansoura) 127,  Selçuklu (Selladi Tou Appi) 66, Gaziler (Pyroi) 86.

Baf Bölgesi: Demirci (Ayios Isidoros) 28, Olukönü (Loukrounou) 35, Ciyas (Kithasi) 162, Çıralı (Lemba) 162, Yukarı Arhimandrita (Pano Archimandrita) 72, Yuvalı (Prastio) 83, Çamlıköy (Kalokhorio Lefkas) 307, Aşağı Deftera (Kato Deftera) 37, Koraku (Korakou) 13, Linu (Linou) 18, Güzelyurt (Morphou) 123, Minareli Köy (Neokhorio) 230, Orunda (Orounda) 39, Yukarı Kurtboğan (Pano Koutraphas) 50, Palehor (Palaichori) 251, Peristerona-Baf (Peristerona) 476, Cengizköy (Peristeronari) 61, Taşköy (Petra) 63, Filusa (Phlasou) 97, Yağmuralan (Vroisha) 235, Aktepe (Asproyia) 101, Yoğurtçular (Galataria) 58, Kili (Koili) 119, Kurtağa (Kourtaka) 38, Girit Tera (Kritou Terra) 156, Soğucak (Mamoundali) 121, Yukarı Kalkanlı (Pano Arodes) 101, Fesli (Phasli) 76, Akkargı (Pitargou) 192, Karşıyaka (Prodrami) 129, Yeroşibu (Yeroskipos) 170, Bozalan (Lapithiou) 156.

Larnaka Bölgesi: Aletirke (Alethriko) 25, Akkor (Anaphotia) 94, Aksu (Anglisides) 124, Ablanda (Aplanda) 55, Akhisar (Ayia Anna) 102, Kalavason (Kalavasos) 243, Maroni  (Maroni) 103, Menevi (Meneou) 22, Yukarı Lefkara (Pano Lefkara) 361, Bahçeler (Perivolia) 45, Pirhan (Pyrga) 108, Softalar (Sophtades) 117, Esendağ (Patrophani) 120.

Girne Bölgesi: Şirinevler (Ayios Ermolaos) 20, Lapta (Lepithos) 370, Sadrazamköy (Liveras) 12, Beşparmak (Trapeza) 79, Karşıyaka (Vasilia) 213, Çatalköy (Aiyios Epiktitos) 9, Karaoğlanoğlu (Ayios Yeoryios) 203, Tepebaşı (Diorios) 156, Arapköy (Klepini) 27, Ozanköy (Kazaphani) 598.

Mağusa Bölgesi: Atlılar-Aloda (Aloa) 41, Kuzucuk (Arnadi) 100, Çayırova (Ayios Theodoros) 23, Esenköy (Koilânimos) 12, Boltaşlı (Lythrangomi) 105, Yeni İskele (Trikomo) 7, Pınarlı (Vitsada) 136,  Boğazköy (Monarga) 57, Sınırüstü (Syngrasis) 102.

Limasol Bölgesi: Taşlıca (Anoyira) 93, Çerkez (Tserkezoi) 13, Aşağı Alsandık (Kato Kivides) 117, Ceylan (Kilâni) 35, Yunus-Koloş (Kolossi) 108, Moni (Moniatis) 90, Fasula  (Phasoula) 18, Pissuri (Pissouri) 19, Silifke (Silikou) 166, Kayakale (Trakhoni) 117,   Yerovası (Gerovasa) 83, Gözügüzel (Asomatos) 177.

Silah zoru ile göçe zorlanan Kıbrıslı Türklerin toplam nüfus sayısı 18,357 kişidir.

Rumların saldırılarından sonra Temmuz 1964’te hazırlanan ve BM’ye sunulan “Ortega Raporu”na göre EOKA saldırıları sonucu Kıbrıs Türk halkının tespit edilen zararı aşağıdaki gibidir:

109 kasaba ve köyde tahrip edilen ev sayısı: 527 adet,
109 kasaba ve köyde hasar gören ev sayısı: 2,000 adet,
Saldırılar sonucu göç etmek zorunda kalan Türkler: 25,000 kişi,
Başkalarının desteğine muhtaç olarak yaşayan yaralı ve sakatlar: 7,500 kişi,
Rum işgali altına giren Türk köylerinin sayısı: 103 adet,
Şehit düşen Türk sayısı: 500 kişi ve kayıp Şehit düşen Türklerin sayısı da 203’dür.
Ocak 1964’te adadaki şiddet o kadar artmıştı ki, Kıbrıslı Türkler adanın yüzde beşinden daha az bir bölgeye sıkıştırılmışlardır….
Garanti Anlaşması ve Türkiye’nin garantörlüğü varken yapılan bu saldırıları ve işlenen bu vahşeti unutmamız, üstüne de Garanti Anlaşması ile Türkiye’nin Garantörlüğünün kaldırılmasını istiyor Rumlar…. Pişkinliğin bu kadarına da PES DOĞRUSU.

Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org  - Facebook: AtaAtun1 - http://www.twitter.com/ataatun
2 Aralık 2016

29 Kasım 2016 Salı

MONT PELERİN TAVİZLERİ VE KKTC TÜRKLERİNE KARŞI GAFLET, DALÂLET VE İHANET İÇİNDE ÇIRPINAN SÖZDE YÖNETİCİ ŞEBEKESİ

MONT PELERİN’DE VERDİKLERİMİZ … 
Prof. Dr. ATA ATUN
Mont Pelerin müzakere süreci, bilip de bilmediğimizi sandığımız birçok gerçeği gene bize tekrardan hatırlattı. Herhalde dünya siyasetinin üzerimizde yarattığı baskı, birçok gerçeği bize zaman içinde unutturuyor veya da görmememize yol açıyor.
Rum ve Batı medyası tarafından, aynen geçmişte müzakere masasına oturan tüm Rum liderlerin “adada çözüm isteyen melek”ler, Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin de “Çözüm istemeyen ve hiçbir öneriyi kabul etmeyen Mr.No”lar gibi yıllardır tanıtılmasının arkasına saklanan Anastasiadis, gerçekte Mont Pelerin zirvesini tıkamak ve Akıncı’yı ve dolayısı ile Türk tarafını anlaşmaz taraf olarak tanımlamak ve lanse etmek için Mont Pelerin’e gitti ve bu doğrultuda elden geleni yaptı.
Akıncı’yı “Anlaşmaz taraf” konumuna düşürmek çabaları içinde birçok tavizi de koparmayı başardı Anastasiadis Mont Pelerin’de ve Mont pelerin öncesi görüşmelerde.
BM Parametrelerinde yer alan “İki bölgelilik kavramı” ve bu bölgeleri oluşturan toplumların “gerek nüfusta gerekse de mülkiyette nitelikli çoğunluğa sahip olacakları” koşulu, Akıncı’nın “Dört Özgürlüğü” ve “Dört Rum’a bir Türk nüfus oranı”nı kabul etmesiyle açıkça berhava oldu. Ve işin kötü tarafı Türk tarafı adına kabul edilen bu iki koşul, artık ebediyen, bir anlaşma olana kadar masada duracak. Akıncı’dan sonra gelecek olan Kıbrıslı Türk liderler de bu kabulü bir türlü ortadan kaldıramayacaklar.
Anastasiadis’i köşeye sıkıştırmak için Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının yüzde 30’dan aşağıya olmaz uyarısına rağmen Kıbrıslı Türklere kalacak “Toprak yüzdeliği”nin “5’li konferans tarihi” belirlenmeden önce en düşük yüzde 28.2, en fazla yüzde 29.2 olarak masaya koyması ise bir başka stratejik hata. Hatadan da öteye Kıbrıslı Türkler için çok büyük bir kayıp, büyük bir yenilgi. “Kağıt üzerinde iade etmeyi kabul ettik” denilen toprağın miktarı KKTC topraklarının yüzde 25’i ile yüzde 20’si büyüklüğünde, dörtte biri ile beşte biri arası bir miktar.
İade edileceği belirtilen bu toprakların toplam değerinin, 1963-1964 yılları arasında Rumlar tarafından yakıp yıkılan Türk mülkiyetinin, BM’nin adaya gönderdiği “Fact finding” “Gerçekleri tespit” ekibi tarafından kaleme alınan “Ortega Raporu”nda belirtilen miktarından daha az olduğu bir başka gerçek. Bugünün parası ile 2 Milyar Dolar civarında olan, 1963-64 yılları arasında Kıbrıslı Türklerin yakılan, yıkılan evleri, arazileri, el konan hayvanları, zahireleri, dükkanları ve varlıkları hala daha tazmin edilmiş değil. Manevi tazminatın değerini biçmek ise hiç mümkün değil. Soykırım yıllarında çektiğimiz çilenin, kaybettiğimiz geleceğimizin bedeli belki de adanın tümüne bedel. Niye biz bu toprakları iade diyoruz tazmin edilmeden bunu anlamak hiç mümkün değil.
Hem Kıbrıs’ta olayların 1963 yılında başladığına kimseyi inandıramıyoruz, hem de bunca zararımıza rağmen tazmin edilmiyoruz. Üstelik Rumlar ve Yunanlılar Kıbrıs sorunun 1974’de başladığı kuyruklu yalanına hem kendileri inanmış, hem de dünyaya yutturmak için elden geleni yapıyorlar.
Anastasiadis’in masadan kaçıp, Kıbrıs’a döndükten sonra “Bıraktığım yerden devam etmeye hazırım” demesini anlamak ve herhangi bir etik kuralın içine oturtmak zor. Madem bıraktığı yerden devam edecekti ne diye müzakere masasını terk etti, ne diye müzakereleri çıkmaza soktu, bunu önce Rumlar, sonra da aramızdaki Rum sevdalıları ve de Rumların destekçileri açıklamalı….
Müzakereleri iyi niyetimizden aleyhimize döndürdüğümüz kesin. Hatanın neresinden geri dönsek kardır. Anastasiadis’in daha dün yaptığı “Bizim için Kıbrıs sorunu ‘Türklerdeki gibi’ bir seçim konusu değil, bir ulusal çıkarlar konusudur” açıklaması Rumların tüm niyetlerini ortaya koyuyor. Çekinmese “Megali İdea uğruna hayatımı feda ederim” diyecek ama daha zamanı değil. Şimdilik bunu söyleyemiyor ama yukardaki cümle işittiriyor…

24 Kasım 2016 Perşembe

TOHUM TUZAĞI KURAN İHANET ŞEBEKELERİ: "YEREL (GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMEMİŞ, YERLİ/DOĞAL) TOHUM VE ÜRETİCİ & KÖYLÜ HAKLARI İLE HALK SAĞLIĞINA YENİ DARBELER - Tayfun Özkaya"

YEREL (GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMEMİŞ, YERLİ/DOĞAL) TOHUM VE ÜRETİCİ & KÖYLÜ HAKLARI İLE HALK SAĞLIĞINA YENİ DARBELER
Tayfun Özkaya
Yerli veya yabancı tohum şirketlerinin hâkim olduğu Türkiye Tohumcular Birliği (TÜRKTOB) yöneticileri altı ay önce Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’i ziyaret etmişler. Geçtiğimiz hafta da Tohum Sanayicileri ve Üreticileri Alt Birliği benzer bir ziyaret yapmış. Tohum konularını konuşmuşlar. “Şimdi sonuçlarını almaya başlıyoruz. Kendilerine ve tüm Bakanlığımıza, hükümetimize teşekkür ediyoruz” diye gazetelerde açıklama yapıyorlar. Aldıkları sonucu ise “Bakanlar Kurulundan 2018 yılında tüm tohumluklar sertifikalı olacak kararı çıktı, tohumculuk sektörü her zamankinden daha fazla hükümetin gündeminde" olarak açıklıyorlar.
Bildiğiniz gibi 2006 yılında çıkarılan “Tohumculuk Kanunu” büyük tohum tekelleri lehine birçok hüküm içermektedir. Bir kere köy popülasyonları denilen, büyük bir zenginlik gösteren, bir örnek olmayan, gerek lezzet gerekse besleyicilik ve değişen koşullara uyum yeteneği yüksek olan tohumluklar, şirketler bile istese yasa tarafından tohumluk olarak kabul edilmemekte, sertifikalandırılamamaktadır.  Diğer yandan yasa; çiftçilerin binlerce yıldır köylülerce geliştirilmiş çeşitlere ait tohum veya bunlardan üretilen fideleri satmasını, bu bugüne kadar katı bir şekilde uygulanmamasına karşı yasaklamıştı.  Elbette ki bu yasak giderek Türkiye tohumculuğuna hâkim olan yabancı ve onların yanında aynı çıkarları savunan yerli şirketlerden yanadır. Benzer kanunları daha önce uygulamış gelişmiş denilen batılı ülkelerde yerel çeşitlerin %90’lara varan oranlarda yok olduğunu biliyoruz.

Tabii bu topluma böyle anlatılmamaktadır. Kaçak ve sahte tohumların önleneceği, hastalıksız ve verimi yüksek tohumluklara çiftçilerin kavuşacağı söylenmektedir.Şirket tohumları ile birçok hastalık, zararlı ve olumsuz özelliklerin ülke içinde yayıldığı unutulmaktadır. Yerel tohumlar iklim değişikliklerine daha hızlı uyum gösterir, hastalık ve zararlılara daha dayanıklıdır, besleyici değerleri ise daha yüksektir. Çevrelerinde beğenilen tohum ve fide üreten çiftçiler zorla kuşaklar boyu yaptıkları işten uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır.
Bu bir zulümdür!...
"2018’den sonra bütün tohumluklar sertifikalı olacak” ne demektir? Çiftçilerin ektiği tohumu polisler mi kontrol “edecek? Çiftçinin kendi tohumunu ekmesi, takas etmesi yasaklanacak mı? Eğer bu yola girilecekse dünyanın ilk tarım devrimine yakın komşuları ile önderlik etmiş bu coğrafya ve binlerce yıldır geniş biyoçeşitliliği korumaya çalışan köylülere darbe vurulmak istenmektedir. Giderek ağırlaşan küresel iklim değişikliğine karşı en iyi çarenin yerel tohum olduğu bilindiği halde ve biyoçeşitliliği, köylü haklarını koruyan uluslararası anlaşmalara karşı bir yola mı girilecektir? Tohum ve aynı zamanda tarım ilaçları ve hatta aynı anda beşeri ilaçlar alanında tekel olan şirketlere destek mi çıkılacaktır?
Bir avuç şirket tohumuna destek çıkmak yerine Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının yerel tohumları koruması, bunları üreten çiftçilerin haklarına saygı göstermesi, desteklemesi daha doğru değil midir? Yerel tohumlardan yararlanarak köylülerle birlikte katılımcı ıslah yapılarak, herkesin erişebildiği tohumluklar üretmek yerine bir avuç şirketin kısıtlı sayıda çeşidi için araştırma desteği yapmak, bunları üreten şirketleri zenginleştirmekten başka bir işe yaramaz. Şirket tohumları dayanıksız olmaları nedeniyle tarım ilaçları üreten aynı şirketlerin kârlarını arttırırken bir yandan da yoğun zehir kullanımını arttırması nedeniyle kanser başta hastalıkları arttırmaktadır. Bir kollarıyla da beşeri ilaç üreten bu şirketlerden bazıları için, bu durumun gelirlerini arttırmak için, bilinçli olarak istememiş olsalar bile, kârlı olduğunu söylemek zorundayız. İhtiyacımız olan özgür tohumlardır.
Yerel tohumların kökünü kazımaya yönelik çabalar durdurulmalıdır.
YORUM, KATKI VE TAVSİYE 
*** Değerli iletidaşlar,
Sayın Prof. Dr. Özkaya 10 yıl önce(2006'da) çıkarılan “Tohumculuk Yasası”nın sakıncalarını makalelerinde  zaman zaman ele almaktadır. Türkiye Tohumcular Birliği (TÜRKTOB) ve Tohum Sanayicileri ve Üreticileri Alt Birliği ilgililerin: "Bakanlar Kurulundan 2018 yılında tüm tohumluklar sertifikalı olacak kararı çıktı, tohumculuk sektörü her zamankinden daha fazla hükümetin gündeminde" sözlerinin kendi kendini besleyebilen Türkiye'nin nerelere savrulduğunu göstermesi bakımından ibretliktir. 
Yakın zamanda (tohumlarını yitirecek olan)  köylümüz üretemez olacağını anlamak için alim olmaya gerek yok. "Yerel tohumların kökünü kazımaya yönelik çabalar durdurulmalıdır." diye avazlayan yurduna aşık bilim insanımızın  yazısını yaymamızın ülkemiz ve yemeden edemeyen bizler için çok gerekli olduğu düşüncesindeyim. Bilginize...
[REFERANS: Yönlendirilmiş ileti: Gönderen: Tayfun ÖZKAYA <tayfun.ozkaya@ege.edu.tr>
Tarih: 23 Kasım 2016 - Konu: YEREL TOHUM VE KÖYLÜ HAKLARINA YENİ DARBELER]

18 Kasım 2016 Cuma

"İşte 3 Üniversite",Yalçın KOÇAK, TBMM, 18. dönem Sakarya Milletvekili

İŞTE 3 ÜNİVERSİTE (ve yök imamı meselesi)
YALÇIN KOÇAK
TBMM, 18. Dönem Sakarya Milletvekili
Yakın zamanda sormuştuk YÖK imamı kim? Hala ses soluk çıkmadı, Peki bu örgüt tarafından kurulmuş 18 vakıf üniversitesi vardı, kapatılan 15 diğer 3’ü hakkında sormuştuk yine tıs; yazalım bakalım arkası gelecek mi?
Antalya’da hanutçuluk yaparken statü sıçraması ile bir anda hem ülkenin, hem de Büyük Asya’da ki Türk devletlerinin önemli bir işadamı oluveren arkadaşın Antalya’da kurduğu Uluslararası Antalya Üniversitesi bunlardan bir tanesi bu bıçkın işadamımızın Konya Devlet Üniversitesi tarafından Konya’da yeni kurulan bir vakıf üniversitesine verilen büyük bir gayrimenkulün haksız iktisabı dosyasında da adı geçiyor. FETÖ kumpanyasının önemli işadamlarından bir tanesi elini, kolunu sallayarak nasıl gezmektedir.
Bir diğeri Altunizade’de ki Şehir Üniversitesi, her şeyiyle FETÖ kokan bu yapı ve barındırdıkları zaten çok şey ifade ediyor da okuyabilene.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan Hastalığı ve Ameliyatı ile uğraşırken ve YÖK’e Yusuf Ziya Özcan hocayla devam edeceğini deklere etmişken Abdullah Gül tarafından sürpriz bir şekilde YÖK Başkanlığına atanan Gökhan Çetinsaya da Şehir ailesinden. Döneminde açılan Cemaat Üniversiteleri, İmtihan skandalları, ÖSYM sorularının ellerde dolaşması, Şaibeli Konya Jürileri, HDP’nin Üsküp’te artan Rey’i ve nüfuzları ve de hukuksuz hukukçu Şaban Çalış ve Yavuz Atar yardımcılarıyla ünlü YÖK eski Başkanı.
Milli Eğitim Bakanlığı döneminde yurt dışı ve yüksek öğretim genel müdürlüklerini kapatarak bu alanları YÖK inisiyatifi görüntülü FETÖ kumpanyasına bırakan Ömer Dinçer’de şehir’e Vakıf Başkanı olmuş. (Acaba vakıf’a himmeti, yardımı ve koyduğu kaynak ne kadar. Bu paraların vergilerini vererek mi koydu, yoksa başka yumurtaların üstüne mi oturdu?)
Durduk yere Ruslarla kriz çıkarıp milyonlarca dolar tarafların zararına, binlerce kişinin işsiz kalmasına, onlarca firmanın iflasına sebep olan derin strateji dehası eski Başbakanımız da bu kumpanyadan.
Başbakanlık Müsteşarı devletin 1 numarasıdır, neler olup bittiğini en iyi o bilir, nereye ne kadar FETÖ’cü koyulduğunun hesabını son iki müsteşar vermelidir. Ortada bir ihanet vardır, Hainliğin cezası dört Kitap’ta da aynıdır. Bu adamları taltif edersek, gelecek nesiller ve tarih bizden hesap sorar. (Fener Papazı Gregorius’un boynunda ki yafta bize yüz yıl geriden yapmamız gerekenin aklını vermektedir.)
Yapılan, yapanın yanına kâr kalmamalı.
Vakıflar tarafından kurulan “vakıf gibi” üniversitelerin garip bir türetme tüzel kişilikleri olduğunu, bu anlamsız yola emekli akademisyenlerin kendilerine oyun sahası açmak için hukukun arkasına dolanma kurnazlığı gösterdiklerini de bu sütunlarda yazmıştık.
Biruni Üniversitesinin kurucusu olan Dünya Vakfını kapatıyorsunuz ama okula ellemiyorsunuz, izahı nedir? YÖK İmamı’nın talimatı böyle demek ki?
Tuzu da kokuttunuz gari.
Erhan Afyoncu hoca konusuna hâkim fevkalade bir şahsiyettir ancak hiç yöneticilik tecrübesi yoktur. Ne veya hangi kıstaslarla hem de yeni kurulan ve yapılanmasında ciddi devlet tecrübesi ve Ankara’yı tanımak olması gereken bir üniversitenin rektörü yapılmıştır.
Bu Milli Savunma Üniversitesi sıradan bir üniversite değildir; Sonrasında gözyaşı dökmemek için, yığınakta hata yapmamalıyız. Tokatlı ve Tarihçi olması Yekta Hoca’nın yeterlilik kıstasları olabilir ama Cumhurbaşkanımız bu kâhtı ricallere son vermelidir.
Gazi Üniversitesinde kendisine yanlı ve yanlış bilgi verildiği, devam eden uygulamadan ortadadır, Eski Rektör için mahkeme Kuruma yazı yazıp sorular soracak, eski natır yeni hamamcı doğru bilgimi verecek. 
İcraat ortada, gören göz lazım.
Bizim aldığımız devlet terbiyesi; Son karar vericiye yalan da söylenmez, takiye de yapılmaz, şakası dahi caiz değildir. Soytarılık ile devlet adamlığı yürütülemez. Statükodan kurtulmak kolay değildir.
Bir kaledir, Sabitedir.

İki, Üç, Beş değişkendir, değiştirilmelidir.

4 Kasım 2016 Cuma

BAŞYAZI: “İsviçre’de 29+ Tuzağı benzerine düşülmemeli” Prof. Dr. Ata ATUN (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti)

BAŞYAZI:
“İsviçre’de 29+ Tuzağı benzerine düşülmemeli” 
Prof. Dr. Ata ATUN
Anastasiadis’in kimlerle İsviçre’deki Mont Pelerin görüşmesine gideceği, ekibinde kimlerin olacağı yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başladı. Rum tarafında ne kadar Kıbrıs Rum Kilisesinin güvendiği siyasi ve bürokrat varsa, hangi partiyi desteklediklerine bakılmaksızın ekipte yer alıyor. 
Anastasiadis’in danışmanları ve müzakere heyeti üyeleri Polis Poliviu ve Kipros Hrisostomidis, Müzakereci’nin destek grubu başkanı Panayotis Dimitriu, üyeleri Nikos Kleanthus ve Tumazos Çelebis, Başsavcılık adına Nikos Kiriaku, Mülkiyet Çalışma Grubu Başkanı Erato Kozaku Markulli ve Tapu yetkilisi Andreas Haciraftis.
NEYE İNANMALI?..
Hangisinin kim olduğunu, neye inandığını söyleyeyim ki. Markulli’nin babası, 1963-74 ,döneminde Limasol’un EOKA Başkanı. Bayan Markulli d.plomatik görevi süresince Türklerin elini sıkmamakla ünlü. Batılı diplomatların kendisine taktığı lakap da çok ilginç “Kara Cira”. (Cira Rumcada –kadın- demektir).  Kleanthus Larnakalı ve aşırının da aşırısı sağcı, Hrisostomidis, Kıbrıslı Türkler seslenerek “Ya Güney Kıbrıs’ta oturursun ve azınlık haklarına sahip olarak yaşarsın, ya da Güney’de bıraktığın mallarına sahip olamazsın” diyebilecek kadar fanatik Helen milliyetçisi. (5 Mayıs 2005).Buna ilaveten de “Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti'ni daha fazla gecikmeden tanıması gerekir. Süngü minare AB'ye giremez” (4 Ağustos 2005) diyecek kadar da patavatsız ve kendini sözü dinlenmesi gereken adamdan sayan birisi.
RUM EKİBİNİN STRATEJİSİ
Anastasiadis’in başkanlığındaki Rum ekibinin Mon Pelerin’de ardışıklı üç stratejisi var.
Birincisi, Akıncı ve ekibinin, “5’li Konferansın saati, günü, tarihi ve yeri belirlenmedikçe İsviçre’de Toprak konusunu tartışmayız” koşulunu kırmak,
İkincisi, konuyu toprak konusuna getirip, bağlayıcı olmayacağı iddiasıyla, hangi köylerin ve yerlerin verileceğinin dile getirilmesini sağlamak,
Üçüncüsü, Türk tarafının 5’li Konferans talebini reddetmek veya da ucu hale getirerek savuşturmak ve belirsizliğe sokmak.
Rumlar bu tür siyaset oyunlarını eskiden beri uygulamaktalar. Bunun en sonuncusu 2004 yılında masaya konan ve Referandum ile oylanan Annan Planı ve ondan bir evvelki de 1992 yılında masaya konan Gali Fikirler dizisiydi.
Türkler tarafından kabul edilmeği halde, müzakere süreci içinde başımıza kalan “Toprak da yüzde 29+” kavramı, 1992 yılında New York’ta BM Genel Sekreteri Butro Butros Gali başkanlığında yapılan ve adı da “Gali Fikirler Dizisi” olan müzakerenin kazığıdır. 
Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla 18 Haziran 1992'de New York'ta başlayan görüşmede, BM Genel Sekreteri Gali bu turda kendi adıyla anılan bir Harita sundu. Bu haritaya göre Türk tarafına %28.2 oranında bir toprak bırakılmakta, Maraş ve Güzelyurt dahil 37 Türk köyü Rumlara verilmekte, Karpaz'da da bir Rum kantonunun oluşturulmaktaydı. Buna ilaveten de on binlerce Rum'un Kuzey'e dönmesi öngörülüyordu. 
15 Temmuz 1992'de başlayan 2.turda ise BM Genel Sekreteri, kapsamlı bir çözüm planı olan "Gali Fikirler Dizisini" (Set of Ideas on an Overall Framework Agreement on Cyprus)  diye anılan çözüm planını sundu (www.kktcb.org/upload/pdf/5795.pdf).  
KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş bu planın 91 maddesini kabul ederek,  diğerlerini müzakere etmek istedi. Harita konusunda ise, ancak bir paket anlaşma çerçevesinde toprakta % 29(+) oranına inebileceğini açıkladı.
GALİ FİKİRLER DİZİSİ!..
Gali Fikirler Dizisini ve haritayı dönemin Rum lideri Yorgo Vailiu, Rum Ulusal Konseyi’nin baskısı ile reddetti. Her hangi bir paket anlaşma çerçevesi çizilmedi, olmadı ve imzalanmadı ama “Türkler yüzde 29+ toprak düzenlemesini kabul etti” kavramına Rumlar 4 elle sarıldılar ve o günden sonra her toplantıda bu oran masada önümüze kondu.
Akıncı ve ekibi, Mont Pelerin’de yapılacak toplantıda böylesi bir tuzağa tekrardan düşmemeli, 5’li Görüşme saati, yeri, tarihi ve gündemi kesin olarak belirlenmeden asla “Toprak” konusuna değinmemelidir. Geçmişte içine düşülen tuzak bir ders olarak önümüzde durmaktadır.
***
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org //  Facebook: AtaAtun1
http://www.twitter.com/ataatun // 4 Kasım 2016

25 Ekim 2016 Salı

NE YÜZYIL AMMA... "Yalçın KOÇAK" GENE LOZAN, 1923 - 2016;

NE YÜZYIL AMMA...
Yalçın KOÇAK
GENE LOZAN 1923 - 2016;
Lozan denilen yer Cenevre ve Zürih iki havaalanına da en az 150’şer km mesafede zor bir nokta. Geçen hafta Suriye yi konuşmak bahanesiyle (aslında paylaşmak bahanesiyle) o kadar adam niye, niçin onca eziyeti çektiler; Lozan’da 100 yıl önceki toplantı yapılan otelde toplandılar ve Suriye konusunda karar sürecini İngiltere’nin başkenti Londra’ya bıraktılar, 10 ülkenin koca dışişleri bakanları ve diplomatik heyetleri bu kadar zor ve yorucu bir yolculuğa niye katlandılar, yer seçici olanlar herhalde Lozan’ı kendilerince bilinen ama bizlerce bilinmeyen bir sebeple seçtiler. Lord Curzon'un ''Müttefiklerin davası; bir petrol dalgası üzerinden zafere ulaştı'' diye adlandırdığı 93 yıl önce ki zaferin kime hezimet olduğu bu cümleden anlaşılmıyor mu?
93. yılında Lozan şehrinin önemi ve o gün Lozan’ı imzalamayanların masada yer kapma telaşı bize çok şey anlatmıyor mu? Lozan da, Lozan askıya alınıyor; Lozan cumhuriyetlerinin sınırları tekraren çiziliyor. Tamamına reddiye dizmeliyiz. 
Türkiyenin güneydoğusunun probleminin çözümü, Avrupanın güneydoğusundadır. Vaziyet almalıyız.
BULLWARK’ı DA UNUTMAYALIM…
Çanakkale’nin 100. Yıl anma törenlerine gelen İngiltere veliaht prensi Charles’in gece konaklaması için gelen harp gemisi de enteresandı? BULLWARK.
100 yıl önce adı bilahare Yavuz ve Midilli olan Goeben ve Breslau alman zırhlılarını Akdeniz’de Çanakkale boğazına kadar takip eden geminin adı BULLWARK’tı adamlar 3. Versiyon gemilerine aynı adı verdiler ve BULLWARK Çanakkale’yi geçti; ne nostalji ama.
TÜRKLERDEN KURTULUŞ ŞENLİKLERİ;
Veliaht bizden sonra Suudi Arabistan’a gitti.
Suudilerin bedevi Prensleriyle ellerinde kılıçla folklorik bir gösteride dans etti. Neydi bu gösteri ve oyun havası “Arapların, İngiliz yardımıyla Türklerden nasıl kurtulduğunu anlatıyordu” biliyor musunuz.
GENERAL TOWNSHEND;
Bu yıl 100. Yılını kutladığımız Osmanlı kimliğimiz ile kazandığımız önemli bir zaferdi KUT-ÜL AMARE.
Bu zaferde; İngilizlerce tarihimizden silinenlerden, hafızamızdan kazınanlardan da, geçte olsa uyandık ve öğrendik ki teslim olan İngiliz generalin adı Townshend.
Bu kadarına da pes doğrusu Kuveyt’te ki üssünden Irak’ta ki Musul operasyonunu yöneten generalin de adı da Townshend.
Birileri nümeroloji ya da sembolizm peşinde midir bilemem ama 100 yıl sonra bu kadar tesadüf Cumhuriyet okullarında eksik eğitim almış aklıma ve etrafı demir parmaklıklarla örülmüş emperyal ruhuma; hoş gelmiyor.
Coğrafyama narkozsuz vurulmuş neşter yaraları sızlıyor, ağrıyor. Cerahat üzerine atılmış dikişler patlıyor, bu yaralardan daha çok cerahat, pislik akacak.
AŞİRETLERE İNGİLİZ ALTINI;
Ey doğu ve güneydoğunun aşiret ve beyleri yüz yıl önce yüzbaşı Noel'in, Albay Bell'in dedelerinize kurduğu İngiliz altını tuzakları, bu gün torunlar olarak sizlerede kuruldu. Ne seyyid Taha kendisine vaad edilen beyliği kabul etmiştir, nede Erbil ve Revandüz aşiretleri kendilerine verilecek maaşları kabul etmişlerdi. Celadet Bedirhaninin Anadoluda ki aşiretlere başkaldırı mektupları karşılık bulmamış çeşitli tahrik ve yalanlara rağmen Aşiret reislerimiz bu dolmalara kanmamışlardır. Aşiretlerimizi kutlamak gerekir 100 yıl sonra da yapılan testten sağlam çıktılar.
MUSUL BİZİM MESELEMİZDİR; 
Kürt, Arap ve Türk bize ait bir yerde biz bu işi çözeriz de çakallara ne kalacak, kavga ve telâşeleri ondandır.
Lozan’ı boş verin, Haliç’te sırf bu günler için kongre merkezi yaptık.
Musul için 2. Haliç kongresini toplayalım.
Musul Vilayeti Konseyini bir kez de Haliç'e davet edelim.
Musulun 63 toprak sahibi aşiretinin reisine bir kez daha ev sahipliği yapalım.
Bakın ne bombalar patlayacak,ne hinoğlu hinlikler ortaya çıkacak.
İnsanlarımızı daha fazla çakallara kaptırmayalım.
Organ mafyasına taze hediyeler göndermeyelim. (Avrupa da 9 bin göçmen çocuk kayıp?)
Petrolden kazanılan mermilerle kan akmasın,
Analarımız ağlamasın?.

18 Ekim 2016 Salı

ABD İmparatorluğu düşüş sürecinin eşiğinde; Prof. Dr. Ata ATUN (KKTC)

ABD İmparatorluğu düşüş sürecinin eşiğinde
Ata ATUN
Dünyanın para piyasasında, tüm devletlerin ekonomilerinde, bankacılık sektörlerinde, ithalatlarında ve ihracatlarında neredeyse son 72 yıldır başrolü oynayan ABD dolarının iktidarı, son yıllar içinde dünya genelinde ABD Dolarını uluslararası ticaretten silme ve ulusların kendi paralarını dış ticaretlerinde kullanmayı tercih etme eğiliminden dolayı yavaş yavaş duraklama ve yıkılma süreci içine sürükleniyor. Bugün bazı ülkelerin parasındaki değer kaybı doları yükseliyor gibi gösterse de gerçek öyle değil.

Doların kağıt para olarak kullanıma girmesi 1600'lü yılların sonlarında İngiliz kolonilerinde askeri maliyetleri karşılamak içim basılan banknotlar ile başladı ve yakın tarihe kadar çeşitli süreçlerden geçerek geldi. Gerçekte ABD Doları, Bretton Woods Sistemi ile de anılan bir para birimidir ve bu sistemin temeli Amerikan dolarına dayanmakta.

20. Yüzyıla girildiği vakit uluslararası ticaretin yaygın hale gelmesine paralel olarak ülkeler arasında yapılan ticari işlemlerde para birimlerinin birbirine çevrilmesinde yaşanan sorunlar artmış, bu nedenle de küresel boyutta ortak bir ticaret birimi arayışı başlatılmış. Bu küresel sorunu çözmek için 1944 yılının Temmuz ayında, 2. Dünya Savaşı sırasında ABD’nin küçük bir kasabası olan Bretton Woods’ta Birleşmiş Milletler Para ve Finans Konferansı toplanmış ve Bretton Woods Sistemi yaratılarak, dünya ticaretinde tüm ülkelerin bu sisteme göre ticaret yapmaları kararlaştırılmış, herkes de kabul etmiş.

Bretton Woods Sistemine, “dünyanın önde gelen devletleri arasındaki ticari ve finansal işlemlerde uyulması gereken kuralları içermekte olup dünya tarihinde ilk kez bağımsız ulus ve ülkelerin kendi aralarında ortak bir parasal düzeninin oluşturulması” da denebilir.

Parasını ticarette Amerikan dolarına çevirmeyi kabul eden ülkeler, dolar – altın dönüştürülebilirliğini içeren bu sisteme dahil olmuşlar ve bu sisteme göre 1 ons (31.10 gram) saf altın = 35 dolar veya 1 dolar = 0,88867 gram altın olarak belirlenmiştir.

Bretton Woods Anlaşması, herhangi bir ülkeye devalüasyon, parasının değerini düşürmek, veya da revalüasyon, parasının değerini arttırmak hakkı yani parasını dolar karşısındaki değerini en fazla yüzde 10 boyutunda değiştirme olanağı verir. Yapılacak düzenleme bu oranı aşacaksa, IMF tarafından izin verilmesi gerekmektedir. Daha sonra ise sistemde yaşanan sorunlar nedeniyle 1 ons altın 38 dolara eşitlenerek, sıkıntılar giderilmeye çalışılmıştır.

Öte yandan; Dünya üzerinde mevcut ülkelerin merkez bankalarında bulunan 13.4 trilyon Doların, 2017 yılında 15 trilyon Dolara çıkacağı tahmin ediliyor.

Doları kendi aralarında yapacakları ikili ticarette ortadan kaldırarak milli para birimlerini kullanmak kararı alan İran, Türkiye, Rusya, Çin, Brezilya, Hindistan ve Pakistan’a, diğer bazı ülkelerin de katılmak kararı almış olmaları, ABD Dolarını ve endirekt olarak da ABD ekonomisini olumsuz etkileyeceği kesin. Yıllarca önce ülkelerinde ürettikleri petrollerini sadece Euro karşılığı satacaklarını açıklayan Irak, Libya ve Venezuella devlet başkanlarını bu kararlarından vazgeçirmek için ABD darbeler düzenlemiş ve kararın uygulanmasını durdurabilmişti. Günümüzde ABD’nin düşüşe geçen yaptırım gücü nedeni ile söz konusu milli para birimlerini kullanmaya karar veren bu ülkelerde münferiden veya da senkronik olarak topluca darbeler yapması, Türkiye’de 15 Temmuz’da yaşanan girişim gibi artık olanaksız gözükmektedir.     

İthalatta ve ihracatta milli para birimlerini kullanmaya karar veren bu ülkelerin başlattıkları uygulamanın genişlemesi durumunda, dünya üzerindeki devletlerin merkez bankalarında rezerv olarak duran ABD Dolarlarının hızlı bir şekilde ABD’ye geri dönmesi,  ABD’nin ekonomik olarak çökmesinin yolunu açacaktır. Günümüzde ABD’nin kamu borcu 18 trilyon dolara ulaşmış olup her geçen gün siyasi ve ekonomik gücünü artarak kaybetmektedir.
Buna Amerikan İmparatorluğu “Duraklama Devri”ne girdi de denilebilir. Dünya tarihinde yer almış olan her imparatorluğun başına geldiği gibi, önce bunu “Gerileme Devri”nin, sonra da “Çöküş Dönemi”nin takip edeceği kesin. 
***
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org 
Facebook: AtaAtun1
http://www.twitter.com/ataatun
17 Ekim 2016

24 Eylül 2016 Cumartesi

Güçlü Devlet-Güçlü Hükümet!.. Şimdi Tam Zamanı/Hemen: "KENEVİR BERAAT ETMELİ Mİ?.." Milli Kalkınma ve Sağlıklı Gelişme İçin: "KENEVİR'E ÖZGÜRLÜK"

KENEVİR BERAAT ETMELİ Mİ?..
Nesrin Dabağlar & İNDİGO DERGİSİ
Bir dönümlük kenevir, 25 dönümlük orman kadar oksijen üretir. Bir dönüm kenevirden, dört dönüm ağaca eş kâğıt çıkar.  Bir ağaç 20-50 yılda yetişir, kenevir dört ayda… Kenevir 8 kez kâğıda dönüştürülebilir, ağaç 3 kere… Dönüşümlü ziraatta uygun yaz bitkisidir, dünyanın her yerinde kolaylıkla yetişir. Çok az suya ihtiyaç duyar. Kendisini böceklerden korumak için tarım ilacına ihtiyacı yoktur, dayanıklıdır. Tüm petrokimya ürünleri yenilenebilir olarak kenevirden daha ucuza üretilebilir.
Dünyanın bizi üzerinden silkelemesine çok az kaldı. Bu nüfus artışıyla, bu tavırda tüketmeye devam edersek tekmeyi yiyeceğiz. Ağaçları yok ettik, dereleri kuruttuk, atmosferi kirlettik, plastik çöplerimiz biz gitsek bile milyon yıl yok olmayacak. Tüm dünyayı beton ve çelik ile ördük. Şehirlerimize gökyüzünden baktığımızda, yaşadığımız beton içinde nasıl nefes alabildiğimize şaşırmamak mümkün değil. 1974 yılında Almanya’da bir yıl yaşamıştım. Bulunduğumuz kasabayı planlayanlar, etrafını çember gibi orman ile örmüşlerdi. Ormanı gördüğümdeki şaşkınlığımı hala unutamam. Bu orman insan eliyle oluşturulmuştu ve inanılmaz büyüktü. Leylak ağaçlarını saymaya kalkmıştım umutsuzca. Lakin sayılmayacak kadar uçsuz bucaksızdı orman. Almanlar bizim yıllardır yok ettiğimiz doğal ormanlarımıza özenip, yapay ormanlar oluşturmuşlardı. Ormanın içinde dağ çileği ve yabani mantar bile vardı. Aileler hafta içi çalışır, hafta sonu bu  ormanın içinde toprakla haşır neşir olur, halk havuzunda yüzer, alışverişini yapıp evine dönerdi. Ve inanılmaz bir şekilde arkalarında tek bir çöp bırakmazlardı. Hafta sonları çilek, mantar toplamanın keyfini hala unutamam ve hatırlarım.
Batı ülkeleri sanayileşmeye ve şehirleşmeye bizden önce başladı. Biz de onları takip edip şehirleştik. Ama onlar şehirlerini ormanla çevrelerken, biz doğamızı bitirdik, ormanımızı kestik, yaktık, tarlalarımızı söktük. Sıra şehir ve doğal parklarımıza, dağlarımıza geldi. Bu arada, dünyanın tahıl ambarı olan Anadolu’muza şimdilerde buğday bile ithal ediyor-muşuz. 
Ne mutlu bize…
Şimdi, bizim iki-üç kuşaktır uyuduğumuz bu uykudan uyanma saatindeyiz. Yıllardır katlettiğimiz doğa, bizden öcünü almadan bir şeyler yapmalıyız.  Doğa katliamını engellemeliyiz, ağaçları kurtarmalıyız, tekrar doğal besin ve doğal ilaç kullanımına geçmeliyiz. Bu niyetle neler yapabileceğimize göz atmaya çalışırken, bilmediğim bazı şeyler keşfettim. Ben şaşırdım, amacım biraz da sizi şaşırtmak…
Konuğumuz Kenevir… Hani ekimi yasak olup, özel izinle üretilen, uyuşturucu sınıfından sayılan bu bitki, meğer masummuş… Hak etmediği bir sicil ile fişlenmiş emperyalizm tarafından. Kenevir, insanlık tarihini en eski bitkilerinden. Kenevir, dişisi ve erkeği gözle ayırt edilebilen tek bitki.
Kenevirin kullanıldığı sektörleri sıralayalım:
İlaç yapımında,
Kâğıt yapımında,
Yakıt yapımında, (bio yakıt)
Kumaş yapımında,
Otomotiv sektöründe,
Petrol ve petrokimyanın kullanıldığı her alanda alternatif,
Kozmetik ve sabun yapımında…
AİDS ve kanser tedavisinde kemoterapi ve radyasyon etkisini azaltma, glokom, artrit, romatizma, kalp, sara, astım, mide, uykusuzluk, psikoloji, omurga rahatsızlıkları gibi en az 250 hastalıkta kullanılan kenevirin etken maddesi olan THC’nin sentetiği, gerçeğinin yarısı kadar iyileştirebiliyor. Bazı doktorlar bilinçaltı temizliği için kenevirin tek yöntem olduğunu söylüyor. Eski yıllarda, eski medeniyetlerde bu gerekçe ile yoğun olarak kullanılıyordu. Kenevir bataklık kurutmada çok etkilidir. Radyasyon temizleyicidir. Olağanüstü miktarda Oksijen üretir. Bir dönümlük kenevir, 25 dönümlük orman kadar oksijen üretir.
Bir dönüm kenevirden, dört dönüm ağaca eş kâğıt çıkar.  Bir ağaç 20-50 yılda yetişir, kenevir dört ayda… Kenevir 8 kez kâğıda dönüştürülebilir, ağaç 3 kere… Dönüşümlü ziraatta uygun yaz bitkisidir, dünyanın her yerinde kolaylıkla yetişir. Çok az suya ihtiyaç duyar. Kendisini böceklerden korumak için tarım ilacına ihtiyacı yoktur, dayanıklıdır. Yani kenevir ile yapılan tekstil ürünleri yaygınlaşsa tarım ilacı sektörüne de gerek kalmaz!
Kanvas kelimesi kenevir ürünlerin adıdır, ilk kot pantolon kenevirden yapılmıştır. Sicim, ip, halat, çuval, çanta, halı, torba, döşeme, ayakkabı, şapka yapımında dayanıklı ve idealdir. Tohumunun besin değeri ideal, protein değeri çok yüksek, içindeki iki yağ asidi doğada başka hiç bir yerde yok ve kolesterol dostu. Omega 3-6-9 yağlarını taşıyor. Soyadan çok daha ucuza üretilebiliyor. Hayvan beslemekte ideal bir besin. Onunla beslenen hayvanlarda hormon takviyesine gerek yok. Şu anda hormonlarla ve kimyasallarla dolu fastfood reklamları serbest ama, kenevir kotunun reklamını yapmak yasak! Yani kimyasal olan yasal, doğal olan yasak… Yararlı olan hapiste, zararlı olan ise özgür ve serbest.
Plastikten elde edilen ürünlerin tümü daha sağlıkla ve kolaylıkla kenevirden üretilebiliyor. Kenevir plastiği çok kolayca doğaya dönüşebiliyor. Plastik ise doğada bir milyon yılda yok olmayacak kadar zararlı. Gövdesi kenevirden yapılan arabaların dayanıklılığı çelikten on kat fazladır. Kenevir bazlı asfaltlar asırlarca bozulmadan kalabiliyor. Binaların yalıtımında kullanıldığında son derece dayanıklı, ucuz, esnek ve zararsız. Boya ve vernik üretiminde olağanüstü ucuz ve verimli, dayanıklılık etkileri var. Kenevirle yapılan sabunlar ve kozmetikler doğa dostu ve suları kirletmiyor. Bunları öğrendiğimde, sanayi ve ilaç sektörü, petrol ve suni kimyasallar ile kurulmasaydı dünya bugün hangi durumda olurdu diye hayal ettim ve gözyaşlarıma engel olamadım. Dünya anamız bizi affetsin…
Kenevir ve özellikleri bilinmiyor muydu da biz petrole ve kimyasala dayalı bir medeniyet kurduk?
Elbette biliniyordu ve tüm yan ürünleriyle kenevir, bir zamanlar dünyada önemli bir üretim bitkisiydi, kullanım alanı çok genişti. Ekolojik, çok faydalı ve kullanım alanı saymakla bitmeyen bu bitkiye ne oldu da bugün yasak? Bugün üretimi yasak olan kenevir,18. yüzyılda Amerika’da zorunlu olarak yetiştiriliyordu. Kenevir üretmeyen çiftçi hapse bile atılıyordu. Bugünse üreten hapse atılıyor… Nasıl bu hale geldi, merak ediyorsanız bir bakalım öyküsüne: Bu öyküde tanıdığımız  isimler var yine…
* Amerika’da 1900’lü yılların altın madeni sahibi, siyasetçi, yayıncı, film yapımcısı W. R. Hearst, ülke çapında gazete, dergilerin ve medyanın sahibiydi.  Kâğıt üreticiliği yapıyordu ve ormanları vardı. Kenevirden yapılan kâğıt yüzünden milyonlarca dolar kaybedecekti.
* Rockefeller dünyanın en zengin adamıydı ve petrol şirketi vardı, bio yakıt kenevir yağı onun en büyük rakibiydi. İlaç sektöründeki kenevir bazlı doğal ürünler de düşman edilmişti Rockefeller tarafından.
* Dupont şirketi ana hissedarı Mellon, petrol ürünlerinden plastik üretmek için patentler almıştı. Plastik, selofan, naylon, metanol, rayon, dakron artık petrolden üretilecekti. Ama kenevir endüstrisi Dupont’un pazar payına yüzde seksen engel oluyordu. Derken, birden Andrew Mellon, ABD Başkanı Hoover’in hazine bakanı oluverdi. Yeğenini de Federal Narkotik Bürosunun başına atadı. Hearst, Dupont sahibi Mellon, Rockefeller ve ilaç firmaları, kendi aralarında yaptıkları toplantılarda, kenevirin milyonlarca dolarlık imparatorluklarını tehdit eden düşman olduğuna karar verdiler. Kenevir ortadan kalkmalıydı. Meksikalıların kullandığı argo bir kelime olan Marihuana sözcüğünü, Hearst’ün gazeteleri aracılığıyla en tehlikeli uyuşturucusu olarak beyinlere kazıdılar. Marihuana ismiyle kenevirin aynı şey olduğunu tüm insanlara unutturmak istiyorlardı ve başardılar. Marihuana’yı yasaklatmayı başardıklarında keneviri yasaklatmış oldular. Karar verildiğinde komitede olan doktor bile keneviri yasakladıklarını bilmiyordu.
GELİN
DÜNYAYI PİSLİKTEN, 
ATIK'TAN VE REZİLLİKTEN KURTARALIM
Kitaplar, dergiler, filmler ile sürdürülen kampanyada, marihuana hakkında sahte raporlar ve veriler kullanıldı. 1930’lu yıllardı ve halk eğitimsizdi, subliminal yöntemler konusunda cahildi. Irkçılık henüz bitmemişti ve bu kişiler aynı zamanda ırkçılık üzerinden de kampanya yapıyorlardı. Kenevir ilaçları yasaklandı, kenevir en tehlikeli uyuşturucu olarak haksız yere fişlendi. Tek bir marihuana sigarası satmak bile ömür boyu hapis demekti. Kenevir ilaçları tıp dünyasından çekilerek yerine bugünün öldürücü kimyasal ilaçları geldi. Kâğıt, ormandan üretilmeye başlandı ve tüm dünyada ormanlar katledildi. Petrol yakıtı, egzoz gazlarıyla atmosferi geri dönülemez şekilde tahrip etti, zehirledi. Doğal rezervlerimiz hızla tükendi, dünyanın dengesi bozuldu.
Plastik ve naylon ürünler dünyayı ve denizleri çöplüğe çevirdi. Kenevir yerine kullanılan pamuk nedeniyle kullanılan tarım ilaçları ile zehirlenme ve kanser arttı. Bugün kenevir yasaklı olduğu için, yasadışı kenevir üretimi üzerinden kara para kazanan çok sayıda insan var. Bu paranın kullanıldığı yasadışı örgütler var. İnsanların bazen hayatlarına bile mal olan bu ticaret yüzünden kontrol edilemeyen çıkar ilişkileri ile uluslararası kaçakçılıklar var. Varlığının faydaları çok, yasaklanması nedeniyle ise ülke bazında ve global olarak inanılmaz derecede zarar var. Dünyayı petrokimya ve zararlı kimyasallar ile kirletmek yerine, kenevirin üretimini disiplinli bir kontrol ile yapabilseydik, bugün çok daha güzel bir dünyada yaşıyor olacaktık belki de… Hala da geç kalmış değiliz aslında. Dünyayı kurtarmak için neden olmasın?  Keneviri temize çıkarıp, beraat ettirsek mi acaba?
KAYNAKLAR:
1. Nesrin Dabağlar 12 Temmuz 2013 AraştırmaSayı: 94

9 Eylül 2016 Cuma

Rıfat Serdaroğlu: "BAYRAM ŞEKERLERİ" 2016 / 1, 2 ve 3 - 09 Eylül 2016 & Kurban Bayramınız Hayırlı ve Kutlu Olsun,

Rıfat Serdaroğlu: 
BAYRAM ŞEKERLERİ-1 (2016)
Değerli, Okurlar;
Kurban Bayramı yaklaşıyor. Bayramda yaşça büyük olanların küçüklere, olanakları ölçüsünde armağanlar vermesi adettendir. Ben de hediye niyetine ufak-tefek notlar vermek istedim.
Erdoğan gibi babadan zengin değilim ki, her birinize birer maaş dağıtayım!
Bilal gibi MİLYAR Dolarlarla oynayan bir değilim ki, emeklilere dağıtayım!
Binali gibi bir sürü gemi filosuna sahip oğlum yok ki, kumarhane turu attırayım!
Zafer gibi 7 yüz bin avroluk saatim yok ki, içinizden bir gence bayramda sevdiği kızın babasına hava atması için vereyim!
Muammer’in oğlu gibi, aylık kirası 20 bin avro olan evde oturan oğlum yok ki, sizlere boğaz manzarası seyrettireyim.
Bana, Egemen’e gönderdikleri gibi, çikolata kutusu-elbise çantası içinde milyon dolarlar gönderenler yok ki, sizlerle paylaşayım!
Bana, Binali’nin emriyle 630 Milyon Dolar avanta veren devlet yüklenicileri yok ki, Havuz Medyasında “Demokrasi Kahramanı” diye fotoğraflarınızı bastırayım!
Ne yapacaksınız? O zaman sizlerde kaderinize razı olacaksınız! Buyurun…
-Öcalan istedi, Erdoğan’ın adamları tutukladı;
Bebek katili Öcalan’ı İmralı’da 8 (Sekiz) ay boyunca TC Devleti adına sorgulayan Albay Uğur, televizyon canlı yayınında Ergenekon operasyonuyla tutuklananların listesini Öcalan’ın hazırladığını ve Savcı Zekeriya Öz’ün bu listeyi kendisine gösterdiğini iddia etti!
Öcalan kim; 54 bin insanımızın hayatını ve gelecek nesillerimizin 400 Milyar dolarını çalan şerefsizin teki!
Zekeriya Öz kim; Erdoğan’ın tüm siyasi gücünü emrine verdiği, altına zırhlı araba çektiği, onlarca koruma ile koruttuğu, üzerine titrediği, onu askeri vesayetten kurtaracak kişi olarak tanıttığı, Cemaat tetikçisi şerefsizin teki!
Bayram Şekeri şu;
Yahu arkadaş, bu şerefsizler Erdoğan’ı her zaman nasıl bulurlar, nasıl inandırırlar, nasıl kandırırlar, nasıl aldatırlar? Erdoğan kendisinin de dediği gibi ne kadar safmış ki, her önüne gelen onu kandırmış!
Bilen varsa, Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik ile bedava Pensilvanya seyahati, masraflar benden! (Hocaefendi orada yüzünüze tükürecek. Ondan sonra kısmetiniz bir açılacak ki…)
Çılgın Gençler-Türkiye Gençlik Birliği;
TGB’li gençlerin çalışmalarını hep imrenerek izledim. 10 yıl önce kurulan bu derneğin “Temel İlkeler Bildirgesi” 1’inci maddesi şöyledir;
“Türkiye Gençlik Birliği, ulusal bağımsızlık amacı ve Cumhuriyet Devrimleri etrafında birleşmiş Türk Gençliğinin ortak mücadele örgütüdür. TGB, Türk Gençliğini sağ-sol ayırımı yapmadan Vatan Savunmasında birleştirmek amacıyla yola çıkmıştır…”
Bu pırıl-pırıl gençler, 10’uncu kuruluş yılları sebebiyle “Şu Çılgın Gençler” isimli bir kitap yayınladılar. Kimsenin kitabına kolay-kolay önsöz yazmayan
Sayın Yılmaz Özdil, bu kitaba önsöz yazdı.
Böylesine bilgili-aktif-vatansever-cesur gençlerin bir araya geldiği TGB’nin
Türk Milleti nezdindeki görüntüsü “Perinçek’in partisinin Gençlik Kolu” şeklindedir.
Bugün, yaşı en az 40 olan her hangi bir vatandaşa “Doğu Perinçek” dediğinizde size, “Ha şu Öcalan’ı PKK kamplarında ziyaret edip, PKK bayrakları altında gülerek poz veren adam mı” der.
Perinçek’in son günlerde AKP ve Erdoğan’ı destekleyen mesajlarını da ilgiyle izliyoruz! Bu yetmezmiş gibi, Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Yaşar Okuyan; “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanında yer almanın “Milli bir görev” olduğunu söyleyen konuşması geldi!
TGB’lilere soruyorum;
Sizler, 10 yıllık çalışmalarınızla kendinizi Türk kamuoyuna ispat ettiniz!
Öcalan ile Erdoğan arasındaki bir çizgide sizi savurmalarına izin verecek misiniz?
Önünüzde iki yol var; Ya yolunu kaybetmiş kişileri kaderleriyle başbaşa bırakıp, şimdilik tek başınıza yürüyeceksiniz, ya da dernek tüzüğünüzü ve Temel İlkeler Bildirgesini değiştireceksiniz.
Amacınız Türkiye’ye ve Türk Milletine hizmet ise önce kendi özgürlüğünüzü kazanın, sonra yeni ve gerçek yol arkadaşları bulursunuz!
“Adamın, ağrıları varmış, doktora gitmiş;
“Doktor Bey, sol kolumu şöyle geri atıp aşağı indirdiğimde ve sağ kolumu geri atıp şöyle indirdiğimde ve tekrar kaldırdığımda sırtımda ağrılar oluyor. Ne yapmamı önerirsiniz?
Doktor gülmüş; Siz de yapmayın o hareketi!
Adam kızmış; “O zaman ceketi nasıl giyeceğim Doktor Bey?”
Bayram şekeri şu;
Sağ kolunuzda Yaşar Okuyan, sol kolunuzda Doğu Perinçek olduğu müddetçe, siz o “Vatana Hizmet” ceketini giyemezsiniz. Kendinize yazık etmeyin…
***
Rıfat Serdaroğlu: 
BAYRAM ŞEKERLERİ-2 (2016)
Son günlerde başta Erdoğan olmak üzere AKP’liler, yapılan FETÖ operasyonlarından rahatsız olduklarını, büyük yanlışlar yapıldığını söylemeye başladılar.
Bilgi-Beceri-Deneyim-Öngörü gerektiren önemli projelerinin hangisinde başarılı oldular ki, devlete kendi elleriyle soktukları FETÖ militanlarını, kimseye zarar vermeden temizlemekte başarılı olsunlar? Elbette ki bu işi de yüzlerine gözlerine bulaştıracaklardı! Nitekim öyle oldu!
Bademlerin yolsuzluklar ve yandaş kayırma dışında hiçbir işte niçin başarılı olamadıklarına gelince;
-Her konuda çok cahiller ve eğitimsizler!
-Kötü niyetliler ve gölgelerinden bile korkuyorlar. Bunların Bakanlık-Başbakanlık-TBMM Başkanlığı yapmış olanlardan bir tanesi bile, tek başına halkın içinde dolaşamazlar!
-Kul hakkı yiyorlar, hiçbir iktidarın almadığı kadar mazlum ahı alıyorlar!
Bir işe başlarken yanlış başlıyorlar, hatalarını anlayınca düzeltmek için bir yanlış daha yapıp ortalığın içine ediyorlar…
Gelelim bu günkü Bayram Şekerlerine;
Hangisi Yalancı?
-Slovenya’nın Bled kasabasında bir bölgesel güvenlik forumunda konuşan
TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu şu açıklamalarda bulundu;
“Suriye’de kapsayıcı, mezhepsel olmayan yani Lâik bir yönetim gerekli. Lâiklik önemli ve şarttır.”
-TBMM Başkanı Kahraman İsmail, İslam Ülkeleri Akademisyen ve Yazarlar Birliği’nin (AY-BİR) düzenlendiği toplantıların altıncısında konuştu;
“Lâiklik ilkesi Anayasadan çıkarılmalıdır. Ne biçim Anayasa bu yahu, bir yerinde bile “Allah” ifadesi geçmiyor!”
Bayram Şekeri; Bademlerin TBMM Başkanı ile Dışişleri Bakanı, Cumhuriyetin temel ilkesi Lâiklik konusunda farklı konuşuyor. Sizce hangisi yalancı?
İkisi de mi? Hadi canım sizde, olur mu hiç öyle şey!
Arslan Vali;
-İstanbul Valisi Vasip Şahin, düşündü düşündü ve sonunda konuştu;
“Genel anakent karşılaştırılmalarında İstanbul en güvenli kentler arasındadır…”
Böyle arslan gibi Valiler olursa, tabii ki güvenli olur.
Vasip Şahin’den önceki Vali Mutlu, “Fethullah Terör Örgütü üyesi olmaktan tutuklandı ve mallarına el kondu. Mutlu Vali’nin Çapkın Emniyet Müdürü de aynı örgüte üye olmaktan tutuklandı ve onun da mallarına el kondu!
Bayram Şekeri;
Valisi, Emniyet Müdürü “Terör Örgütü” üyesi olan bir anakentte, güvenlik olmaz da ne olur? Sıkıysa biri aykırı davransın da, görsün gününü!
Aha Bir Yalancı Daha;
-Başbakan Yardımcısı Numan Karun Kurtulmuş;
“ABD Yönetiminin 15 Temmuz darbesi ile bağlantısının olmadığını düşünüyoruz!”
-İçişleri Bakanı Gaziosmanpaşalı Soylu Süleyman; “15 Temmuz darbesinin arkasında ABD var. Orada yayınlanan birkaç dergi, birkaç aydır faaliyette bulunuyordu!”
-Bayram Şekeri;
Önce Erdoğan’ı “Hırsızlıkla” suçlayıp sonra emrine giren bu iki Bakana şunu derim; “Darbelerin önünde hep Türk Milleti olur. Biz hep önde olacaksak, arkadakinin ne önemi var? Yapabilecekseniz, ABD’yi öne alın, bi de biz arkaya geçelim yahu!”
AKP’nin Milliyetçiliği;
-Türk Milliyetçiğini ayaklar altına aldım, diyen kim?
-Ne Mutlu Türküm Diyene yazılarını, görüntü kirliliği yapıyor diye kaldırtan kim?
-Okullarımızdan milli andımızı kaldırtan kim? Tabii ki, Erdoğan…
Salı sabaha karşı Türk Polisi, Yeniçağ Yazarı 3 Türk Milliyetçisinin evlerini basarak, Servet Avcı-Yavuz Selim Demirağ ve Adnan İslamoğulları adlı yazarları gözaltına aldı!
Bu yazarlar, FETÖ’ ne karşı amansızca mücadele eden insanlar. Kitapları ortada!
Eee AKP bu, önce tutuklayacak sonra ayaklar altına alacak!
Bu arada Türk Devletini yıkmak için çalışan PKK’nın siyasi kanadı olan HDP Milletvekilleri, devlete rest çekiyorlar; “Biz kendimiz gelip ifade vermiyoruz. Sıkıysa gelin bizi alın!” PKK’lılar dışarda, Türk Milliyetçileri içerde!
Haydi, hep beraber; “Milliyetçi Erdoğan, Milliyetçi Badem…”
Not; Dün bu konuda herkes konuştu, bir tek “Saray Ülkücüleri Başkanı Bahçeli” ağzını açmadı. Ne de olsa Saraya gide-gele yoruldu adamcağız…

Rıfat Serdaroğlu:
***
Rıfat Serdaroğlu:
BAYRAM ŞEKERLERİ-3 (2016)
Türk Polisinin kötü bir huyu vardır. Savcılık emriyle bir tutuklamaya gidecekse ya Cuma akşamı ya bayram ya da tatil öncesi gider ve kişiyi alır. Tatil kaç günse, ne Avukatına ulaşabilirsin, ne de Savcıya! Tatil süresince Polis seninle olan işini kolayca bitirir ve “Gönüllü İtirafını” severek alır.
Böylesi olaylara siyasi hayatımız ve yaşadığımız darbeler esnasında çok karşılaştığımız için oldukça deneyimliyizdir, evvelallah!
Malum bizde mevsim dört, darbe beş! Üstelik darbeler, mevsimler gibi gelirken haber de vermezler. Öyle şerefsizdir bizim darbeler!
Bu yüzden, Bayram Şekerlerini tatilden önce bitirmek için çabalıyorum. Hayırlısı…
CNN-KÜRT, CNN-ŞERİAT OLDU;
Aydın Doğan’ın Erdoğan’dan torpilli elemanı, her şeyi bilen yarım üniversite mezunu Ahmet Hakan, “Çözüm Süreci” denen “İhanet Sürecinde” ne kadar Kürtçü-Bölücü, sapkın adam varsa programına çıkarır ve bu adamların
Türk Milletine hakaret etmelerini keyifle seyrederdi!
Şimdi çözüm süreci bitip “Ölüm Süreci” başlayınca, Ahmet Hakan “İslam Devletinin” taşlarını döşemeye başladı. Sanki Türkiye’nin her derdi bitti, ülke huzur adasına döndü, ekonomi şahlanışta, dış dünyada itibarımız tavan yapmış gibi, “Lâiklik Kaldırılsın mı-Kaldırılmasın mı” tartışmasını yaptırıyor.
Hem de kimlerle?
Türkiye’de yüzlerce İlahiyat Profesörü, tüm dinleri ve ülkelerin yönetim sistemlerini, demokrasiyi, din devletlerindeki durumu çok iyi bilen yüzlerce uzman varken, toplumun tanımadığı Saray’daki danışmanların gönderdiği iki militan ile!
Hür dünyanın asırlarca tartışıp, kan döküp vardığı “Lâikliğin Demokrasinin Temel Taşı” olduğu gerçeğini Aydın Doğan’ın Ahmet Hakan’ı alt üst edecek ha! Yazıklar olsun…
Bayram Şekeri; Eyy Aydın Doğan ister sakal bırak, ister şalvar giy, ister Cübbeli Hocayı da kadroya al, ister Saray’daki zikir törenlerine katıl, ister Bilal’in vakfında gönüllü olarak çalış, çaren yok sıra sana da gelecek. Bademden kurtulsan, bizlerden yani Atatürkçülerden-Vatanseverlerden-Türk Milletinden kaçamayacaksın. Sana şeker meker yok!
Adaletin Batsın Badem;
-Şaban Dişli, AKP Milletvekili ve şu an AKP Genel Başkan Yardımcısı!
Kardeşi Tümgeneral Mehmet Dişli, Genelkurmay Başkanı Hulusi’yi esir almış, ordudan atılmış, tutuklanmış bir darbeci!
*Şaban Dişli, halen görevinin başındadır! Doğru olan da budur. Çünkü suçun şahsiliği prensibi bizim hukuk sistemimizin temelidir.
-Can Dündar yurtdışında! Bildiğimiz kadarıyla hakkında bir tutuklama kararı yok. Yazılarına devam ediyor. Eşi Dilek Dündar, yurtdışına kocasının yanına gitmek için bilet alıyor, bir sürü masraf ediyor, havalimanına geldiğinde pasaportunun iptal edildiğini öğreniyor. Pasaportunu iptal eden makam, zahmet edip “Pasaportunuz şu gerekçeyle iptal edilmiştir” diye bilgi de vermiyor!
İnsana saygıları yok ki!
*Dilek Dündar’ın pasaportu niçin iptal edildi?
Yanıt; Can Dündar’ın eşi olduğu için! Eee hani suçun şahsiliği prensibi vardı?
Kaldı ki Can Dündar hakkında bir karar yok! Olsa bile Dilek Dündar’ın ne suçu var? Şaban Dişli’ye uygulanan hukuk, niçin Dilek Dündar’a uygulanmaz?
Mafya mısınız siz? Adaletiniz batsın sizin!
Bank Asya Masumları;
-Bir memur veya bir işçi, çocuğunun okul taksidini Bank Asya’dan yatırdı diye, işinden oldu ve kovuldu!
Bugün Halkbank-Ziraat Bankası-TMSF-Merkez Bankasının tepelerindeki yöneticilerin çoğu, Bank Asya yönetiminden getirildiler. Halen de çalışıyorlar!
Badem, Bank Asya’ya mevduat toplama izni verir, suçsuz!
Badem, Kamu Kuruluşlarına “Bank Asya ile çalışın” diye emir verir, suçsuz!
Badem, Bank Asya’nın yöneticilerini Kamu Bankalarında görevlendirir, suçsuz!
Fakat memur veya işçi, çocuğunun okul parasını Bank Asya’dan yatırdığı için, suçludur! İşinden atın, konuşursa içeri atın, nasılsa arayanı soranı yok!
Melek Bu Bademler, Melek;
Adamı Vali yapan kim? Badem!
Adamı İçişleri Bakan Müsteşarı yapan kim? Badem!
Adamı ikinci kez Vali yapan kim? Badem!
Adamı İl Emniyet Müdürü yapan kim? Badem!
Adamı İl Defterdarı yapan kim? Badem!
Valilere, “Cemaate her türlü desteği verin” diye emir veren kim? Yine Badem…
Vali makamında, sağında Emniyet Müdürü solunda Defterdar olduğu halde oturmaktadır! Karşılarında o ilin önde gelen işadamları vardır.
Vali; “Bakın arkadaşlar, Reis Cemaate destek verin dedi. Sıra sizde! Hadi bakalım Müdürümüz ve Defterdarımızın önünde gösterin himmetinizi” der.
İşadamlarının çoğunluğu, içlerinden “Haram zıkkım olsun” diye, diye paraları bastırırlar.
Onlardan biri yanlışlıkla “Efendim makbuz alsak” der ama Emniyet Müdürü, “Himmetin makbuzu mu olur a Müslüman” diye fırçayı basar.
Gün gelir, himmet parası veren o işadamları, FETÖ’ne para yardımında bulunmaktan hapse atılırlar, üstelik tüm mallarına el konur!
Hapse atılan işadamları kendi aralarında konuşmaktadırlar; “Yahu bu nasıl iş? Zorla para verdirdiler, şimdi niçin verdiniz diye içeri attılar. Yetmedi kırk yıllık emeğimizin üstüne çöktüler! Şeytan bunların yanında çırak kalır!
Bornovalı şöyle der; Yıllardır Rifat Aga bizleri uyarmadı mı? Biz ne yaptık? Dinlemedik, bize yapılanlar az bile…