Dün Kıbrıs
Rum Yönetimi Dışişleri Bakanı Yoannis Kasulidis'in, Rum tarafından günlük çıkan
Fileleftheros gazetesinde yayınlanan söyleşisini okudum. Tam gülermisin, ağlarmısın tarzında
düşünceleri var Kasulidis'in Kıbrıs konusunda. Doğal olarak açıklamaları da
aynı kategoride.
Sanki de
Kıbrıs Rum Yönetimi dünyanın en büyük en güçlü devleti ve biz Kıbrıslı
Türklerle “lütfen” konuşuyor.
Ha keza Türkiye’yle de öyle...
Ha keza Türkiye’yle de öyle...
ÜFÜRÜKTEN BİR DEVLET!..
Üfürükten
bir devletin üfürükten bir bakanı olduğunu unutmuş Kasulidis herhalde. Batmış,
çökmüş ve hiç bir saygınlığı olmayan, uyuşturucu kaçakçılığından, silah
kaçakçılığına, kadın ticaretinden, kara para aklamaya kadar her tür melanetin
yer aldığı, gerçekte de yasal olmayan bir devletin dışişlerinden sorumlu bir bürokratı.
Seçilmiş bir siyasi bile değil.
Kasulides'in
ettiği laflar boyundan büyük. Gerçekte tümünü toplasanız Rumların, Kasulides'in
ettiği laflar, tümünün toplam boyundan da büyük.
15 Mayıs
1919'da Anadolu'ya, 20 bin kişilik bir ordu ile arkalarında Avrupa'nın galip
devletlerinin diplomatik gücü ve silah gücü ile çıktıklarında gene böyle
havalar içindeydiler ve Anadolu'nun Ankara'ya kadar olan batı yarısını
alacaklarına inanmışlardı. 9 Eylül
1922'de sadece 2 bin kişi kalan yılgın bir ordu ile Yunanistan'a geri döndüler
ve yaptıkları hatanın adını da "Küçük Asya Felaketi" koydular.
1963
yılında Kıbrıs adasını, aynen Girit'te yaptıkları gibi Türklerden temizlemek
için saldırılar başlattıklarında, Türkiye'nin diplomatik uyarılarına kulak
asmadıkları gibi,megalomanik yapılarından dolayı Türkiye'yi de yok saydılar.
Biz Kıbrıslı Türkleri taciz etmek, Türkiye'ye de sen adaya ayak basamazsın
mesajını vermek için her fırsatta dabol bol "Bekledim de Gelmedin"
şarkısını çaldılar. Megalomanilerinin onları götürdüğü yol, sonunda tümüne
kayıtsız koşulsuz sahip oldukları adanın üçte birini Türklere bırakmakla
sonuçlandı.
Şimdi de
üfürükten bir devletin dışişlerinden sorumlu bürokratı olduğuna
bakmaksızın, “Ya Türk tarafı, Kıbrıs sorununun çözülebilmesi için bazı önemli
tezlerini değiştirecek ya da Kıbrıs sorunu çözülmeyecek” buyurdu Kasulides.
Kasulidesson
50 yıldır süren müzakerelerde üzerinde mutabakata varılmış yakınlaşmaları yok
sayan, BM'nin yıllar boyu süren çalışmaları sonucunda oluşturmayı başardığı
parametreleri değiştirmeye çalışanın kendileri olduğunu, müzakereler boyunca
masaya her konan planı reddeden tarafın da Rumlar olduğunu unutmuşa benziyor.
Kıbrıs'ın
kuzeyine Türkiye'den önce suyun sonra da elektriğin gelmesi ile ellerindeki
yegane koz olan "tanınmış devlet olmak" üstünlüğünün zarar göreceğini
anlayan Kasulides, daha sonra da bir olasılıkla da doğalgaz ile internet
omurgasının gelmesi ile ellerindeki geri kalan politik gücü de kaybedeceklerinin
buna ilaveten de Kıbrıslı Türklerle hiç bir rekabet güçlerinin kalmayacağının
farkındalığı ile şimdiden ağlamaya başladı ve mızıkçılığa yöneldi.
Rumlar,
adada çözüm istiyorlarsa, son 50 yıldır hiç bir değişikliğe uğratmadıkları
kendi maksimalist tezlerini değiştirmek ve isteklerini makul, gerçekçi bir
seviyeye çekmek zorundadırlar. Aksi takdirde Kıbrıslı Türklerin kan, gözyaşı ve
bin bir ezaya karşı gelerek kurdukları KKTC, Türkiye'nin gittikçe artan desteği
ile daha güçlenecek ve adadaki çözüm kendiliğinden iki devletli çözüm şeklinde
dönüşecektir.
Rumların
hayali olan "Üniter Rum Devleti"nin hayata geçmesi zaten
olanaksızdır. Kıbrıslı Türklerin
arasında artık Rumlarla ortak, "Birleşik
Federal Kıbrıs Devleti" kurmak isteyenlerin sayısı da 2004 yılındaki
referandumdan sonra dramatik bir şekilde aşağıya inmiş durumdadır...
Rumlar,
megalomanik düşüncelerle ve sözlerle bu treni de kaçırırlarsa, ki öyle
gözükmektedir, Kıbrıs adasında Türklerle Rumların bir arada yaşaması ütopik bir
hayale dönüşecektir...
Ata ATUN
***
İntiharların Ne Kadarı Önlenebilir
Geçen gün
Girne'de yaşanan intihar olayı beni gerçekten çok üzdü. Beni üzdüğü gibi eminim
bir çok vatandaşımızı da üzdü. Ben şahsen çok etkilendim gencecik bir adamın,
bir telefon konuşmasından sonra intihara karar vermesine ve bu düşüncesini de
hemen anında uygulamaya koymasına.
Psikolog
değilim. Benim kafa yapım matematiksel ağırlıklı, düşünme tarzım da
analitik. İntiharlar önlenebilir mi,
önlenemez mi konusunda hiç bir akademik bilgim yok. İnsanoğlu bu, beynindeki yargı
merkezi ne yapmasına karar verdiyse onu yapar diye düz bir mantıkla
düşünüyorum.
Eminim insan
beyninin intiharla ilgili bölümü, diğer bölümlere nazaran daha derinlerde, daha
uzaklarda ve daha kısıtlı çalışıyor. Herhalde yolu da, çıkış uçları hayatta kalmaya
açılan bir çok süslü ve çekici kapılar ile içinde kaybolunan labirentlerle
doludur.
İntihar etmek
düşüncesini önlemenin, kafadan silip atmanın mümkün olmadığı varsayımıyla
konuya baktığımızda, alınabilecek tedbirlerden bir tanesinin intihara giden
yolu uzatmak ve intihara yol açacak malzemeleri ortadan kaldırmak olabilir diye
düşünüyorum.
Ben Mücahitlik
hizmetime 1970 yılının Eylül ayında Mağusa Sancağına bağlı Merkez Taburunda
başladım. Bittiğinde 1974 Mutlu Barış
Harekatı tamamlanmış ve üzerinden de 4 ay geçmişti. Uzun, yorucu, stresli ve
içinde savaş deneyimi de olan müthiş bir hayat dersi almıştım Mücahitlik
hizmetimden.
Sağ belime asılı
tabanca ile hafif sola kaykılmış vaziyette yürümek ve tabancanın varlığının
verdiği "kimse bana dokunamaz"
duygusu bambaşkaydı. Beşparmak dağları olmasa bile Mağusa'dan görülebilen daha
ufak dağları ben yarattım duygusu hakimdi, tabanca belimde olduğu zamanlar. Bu
nedenle de terhis olduktan sonra bir müddet yürüme zorluğu ve güven eksikliği
çekmiştim.
Sormak isterim;
geçen gün intihar eden gencecik arkadaşımızın belinde tabancası olmasaydı, o
telefon konuşmasından hemen sonra belinden tabancasını çıkarıp, şakağına
dayayıp intihar eder miydi? Görevi bitince tabancasını iş yerine bırakarak
dışarı çıkmak emri ve uygulaması olsaydı, iş yerine gidene kadar fikrini
değişip, her kimse telefondaki, içinden "canı cehenneme" deyip
intihar fikrinden vazgeçmez miydi?
Bence iş yerine
gidene kadarki harcadığı zaman süreci içinde, ilk başta intihar etmek
düşüncesinin yüzde 100'e çıkmış oranı, belki de iş yerine vardığı zaman artık
yüzde 40'lara düşmüş olacaktı ve sinir geçtiğinden veya da azaldığından
intihardan vazgeçme olasılığı da yükselecekti.
Zaten bu amaçla
olsa gerek, KKTC'de avcıların, av sahasına gidene kadar otomobillerinde tüfeği
nasıl taşıyacakları sıkı bir kurala bağlıdır. Tüfek, içine fişek sürülü
olmadan, kırık ve bagajda olmak kaydı ile avcı beraberinde taşınabilir anacak.
Kuraldaki amaç, yolda giderken bir av hayvanı görünce, arabasını durdurmadan
pencereden ateş etmesini ve etrafta bulunan ama o anda gözle görülemeyen
insanları vurmasını önlemek içindir. İkinci amacı da, bir kaza veya olay anında
hemen silahına el atıp, içinde bulunduğu sinirli ortamdan dolayı karşısındakini
vurmasına mani olmak içindir.
Ülkemizde
silahla işlenen suç oranı dünya ortalamalarının çok altındadır. Genelde polise
ve yasalara saygı da çok üst düzeydedir. Bugüne değin yapılan gösteri ve
nümayişlerde protestocular hiç silah kullanılmamışlardır. Silah taşıyarak görev
yapmak zorunda olan devlet personelinin, görevi bitince silahını görevini
yaptığı yerde bırakarak dışarı çıkması, belki de intihar olasılıklarının biraz
daha aşağıya çekilmesine yol açacaktır.
Zaten ada
ülkesiyiz. Suç işleyen kişi, görevli personelin belinde silah olsa da
yakalanacaktır, silah olmasa da.
Bence
denemeliyiz....
***
Ata ATUN
e-mail:
ata.atun@atun.com veya ata@kk.tc
http://www.twitter.com/ataatun
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata
Atun
11 Eylül 2014
"Silah taşıyarak görev yapmak zorunda olan devlet personelinin, görevi bitince silahını görevini yaptığı yerde bırakarak dışarı çıkması, belki de intihar olasılıklarının biraz daha aşağıya çekilmesine yol açacaktır."
YanıtlaSilBaşta BOP Eşbaşkanı olan hain,
tüm TBMM (Türkiye Büyük Masonlar Meclisi) üyeleri,
tüm TSK yani Türkiye Siyonist Kuvvetleri Subayları,
tüm MİT, yani Mason İstihbarat Teşkilatı üyeleri,
AM üyeleri acilen bir defa daha silahlandırılsın.
Olmaz olmaz demeyiniz.
Olur ya,
Toptan bu hainler somut olarak intihar ederler hem Türk Milleti, hem de komşu milletler kurtulur(!)
Biline, İsmet Aydemir