A.Kemal GÜL
Türk Milleti’nin
milli birlik şuurunu en güçlü manada sergilediği an, Kurtuluş Savaşı ve onu
izleyen süreçte ortaya çıkmıştır. Yok olma eşiğine gelmiş, toprakları
paylaşılmış, ordusu dağıtılmış, maddi manevi bütün varlığı tehdit altına girmiş
bir durumda iken, herkesin olmaz dediği şey olmuş ve Türk Milleti bütün dünyaya
karşı öyle güçlü bir irade göstermiştir ki, kısa süre sonra bütün dünyanın
saygı duyduğu bir devlet haline gelmiştir.
Türk
Milletindeki bu cevheri ilk fark eden Atatürk olmuştur. İşte böyle günlerde
geleceğini kendi eline alma uyanıklığını gösteremeyen ulusların geleceği
karanlık ve korkuludur.
Türk Ulusu bu
gerçeği anlamıştı. Bu bilinç ve anlayış sonucuydu ki, erkeği ve kadınıyla
kurtuluş umudu veren her içten çağrıya koşmakta idi…
Atatürk, Türk
Milleti’nin her ferdinin tek bir yumruk haline gelmesi için gerekli olan milli
birlik ve beraberlik bilincinin kavranması aşamasında büyük bir çaba göstermiş,
yaptığı her konuşmada, her kongrede, her yazısında, mevcut durumun zorluğu
karşısında Türk Milleti’ni birliğe ve beraberliğe yöneltmiştir.
Milli birlik
sağlandıktan sonra, Türk Milleti’ni oluşturan her birey, yaşlısı genci, kadını
çocuğu demeden canını dişine takarak vatanı için mücadele etmiş, canını malını
bu yolda harcamaktan çekinmemiştir.
Halkı saran bu
heyecan ve şevk dalgası etkisini uzun süre sürdürmüş, zorluklar karşısında Türk
Milleti’ni bir araya gelerek topluca tepki göstermesi bir gelenek haline
gelmiştir. Bu duygu birliği ve bu bilinç sayesinde genç Türkiye Cumhuriyeti
büyük bir kalkınma hamlesine girişmiş, her türlü iç ve dış düşmana rağmen güçlü
bir devlet kurmayı başarmıştır.
Tarihin çeşitli
dönemlerinde karşı karşıya kaldığımız zorluklar birlik ve beraberlikle çözüme
kavuşmuştur. Ancak bu birliğin gücü, topraklarımızda gözü olan, Türk
Milleti’nin içteki ve dıştaki düşmanlarını oldukça rahatsız etmiştir.
Devletimizi kendilerince zayıf düşürmek için ilk önce bu birliği parçalamanın
ne kadar zaruri olduğunu fark etmişlerdir. Bu amaçla kimliği hiç değişmeyen bu
çevreler, tarih boyunca oynadıkları oyunlarına yeni senaryolar yazarak, Türk
Milleti’ni zarara uğratmak için ellerinden geleni yapmışlardır. Bunun için
yakın tarihimize bir göz atmamız yeterlidir.
1970-80
döneminde yaşadığımız, kardeşin kardeşi vurduğu sağ- sol çatışmalarının asıl
sebebi ve kışkırtıcıları, terör hareketlerine silah dâhil olmak üzere her türlü
maddi ve manevi destek sağlayanlar, halkın birliğini parçalamak isteyenler hep
aynı çevrelerdir ve zaman içinde tek tek ortaya çıkarılmışlardır. Kurtuluş
Savaşı öncesinde Türkiye’yi paylaşmaya kalkışanlarla bugün Türk Devletini
karıştırmaya, üniter yapısını bozmaya çalışanlar, 1980’den itibaren devreye
sokulan ayrılıkçı terör senaryosunu hazırlayanlar, bu karışıklıktan büyük
çıkarlar elde edecek olanlar aynı odaklardır.
Terör ve siyasi
tehditlerin yanı sıra, ülke üzerinde baskı kurmak, devleti zor durumda bırakmak
için kullanılan bir diğer silah da ekonomidir. Bir ülkenin güçlü bir devlete ve
güçlü bir orduya sahip olması için güçlü bir ekonomiye de sahip olması gerekir.
Ekonomisi güçlü olan devletlerin halkı refah ve huzur içinde olduğu için maddi
vaatlere kapalı, kanun dışı faaliyetlere de uzak olacaktır.
İşte bütün bu tehditler
ve zorluklar karşısında Türk Milleti’nin en büyük silahı, etkin ayrılıkçı
odaklarca dillendirilen ya da özerklik isteyen oligarşilerin öncülüğünde
dayatılmaya çalışılan çözüm süreci gibi şirin görülen ihanet içerir oyunlara
gelmeden, birlik ve beraberlik halinde hareket etmesidir.
Birlik bilincini
elde etmiş bir Türk vatandaşı devletini, milletini ilgilendiren sorunlar
karşısında bilinçli ve duyarlı davranacağı gibi, çevresindekileri de bu yönde
teşvik ederek harekete geçirecektir. Kurtuluş Savaşı gibi en vahim durumda bile
bütün sorunların üstesinden gelmeyi sağlayan bu güç sayesinde bugün ve
gelecekte karşılaşacağımız sorunları çözmek çok daha kolay olacaktır.
Birçok
sosyologun ve tarihçinin ortaya koyduğu bir gerçek var ki o da; bir milletin başarısının
temel kaynağının, o milletin mensuplarının paylaştığı ve inandığı milli bir
vizyonun olduğudur. Kişiler belirledikleri geniş görüşlülük yoluyla, uzak
görüşlülük yoluyla geleceklerini planlayabiliyorlar. Kişiler için olduğu gibi
bu durum kurumlar için de, milletler için de aynı geçerliliğe sahiptir.
Türk Milleti’ne
mensubiyetin gereği olarak, bezirgân dinini değil Kur’an dinini gönlümüze
sindirmiş bireyler olarak bizlere düşen geleceğimizin imarı için, Türk
Milleti’nin bekası için çok çalışmak; başarıya ulaşmak açısından da sabırla,
sebatla düşünerek, üreterek, nitelikli, kaliteli, bilgili ve geçmiş ile bugünü
özümseyerek geleceği şekillendirebilecek güçlü ve sağlıklı bir toplum olmak;
coğrafi konumu, doğal ekonomik değerleri ve çevresindeki ülkelerin
istikrarsızlığı nedeniyle dünyanın en sıcak bölgesinde bulunan ülkemiz için
hayati önem arz etmektedir.
Ülkemiz ve
insanımızın, gerek tarihi birikimi ve gerekse milli ve manevi dinamikleriyle
21. Yüzyılda dünya ölçeğinde her alanda söz sahibi olabilecek bir potansiyele
sahip olduğuna inanmak her Türk Vatandaşının ortak inancı olmalıdır.
İnsan hak ve
özgürlüklerine dayalı demokrasimizi tamamlamak, adaleti baş tacı yapan laik,
sosyal, üniter hukuk devletini sonsuza kadar yaşatmak her Türk Vatandaşının ortak
ideali olmalıdır.
Anlaşılan o ki,
ana sorunumuz gerçek aydını bulup öncü olmasında sıkıntı yaşıyoruz:
Küresel-Liberal-Kapitalist belası içinde sorunlara çözüm bulmak oldukça zor
olsa da, gerçek aydını bulan ve dinleyip anlayan bir halk ile halkı anlayan ve
ona değer veren bir aydın arasındaki uzlaşmayla, parçaların değil, bütünün
mutluluğunu yakalamaya çalışmakla, sorunların çoğu çözülür. Özellikle siyasetçi
istismarcı olmadan bu algıya yer verirse, böyle bir yaklaşıma ulaşırsa,
toplumun mutlu olmasında büyük rol sahibi olacaktır.
Unutmayalım:
‘’Kimin himmeti milletteyse o tek başına bir millettir.’’
A.Kemal GÜL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder