Çoğu zaman insan, kendinde var olan
değerleri ortaya çıkaramadan bir gün bile yaşamamış gibi sessizce gider bu
dünyadan. Mevlana ne güzel söylemiş; ‘’
altın sandık içinde olsa, kapağı açılıp keşfedilme ve o içeriden ben değerliyim
diye bağırıp dursa, kıymeti olur mu? Mutlaka keşfedilmesi, değerinin bilinmesi
gerekir. İnsan da böyledir ve büyük bir cevher taşır. Ancak keşfedilmesi,
işlenmesi, kömürden elmas çıkarılması gibi parlatılması gerekir. İnsan,
dünyadaki telefon ağının yüz katı büyüklüğündeki telekomünikasyon ağına sahip
beyninin işlemesi için harekete geçmesi sağlanmalıdır.
İşte ‘’ insanda alemler gizlidir’’ sözünün anlaşılabilir olması için
motivasyon/ isteklendirme denen desteğin insana verilmesi gereği bu sebepledir.
Bu aynı zamanda eğitim dediğimiz disiplinin özüdür.
Bu disiplinin ve yönlendirmenin hayata
geçirilmesinde olumsuzluklara yer yoktur. Ruhların incinmişliklerine,
kırılganlıklara, düşmanlıklara yer yoktur. Doğru düşünce ve duyguların
filizlenmesini önleyerek mutsuz ve başarısız bir hayata imza atmanın yeri
yoktur.
Bu anlayış ve kavrayış içeriğinde, bir
kısım sorunlarla başlayan yeni eğitim ve öğretim yılının başarılı olması
temennisinde bulunarak bazı realitelere değinmek istiyorum.
Eğitim dinamiğinin, motor gücünün
pozitif motivasyon olduğu vazgeçilemez bir realite gerçeğinden hareketle birkaç
yaşanmış örnek üzerinde duralım:
Tük iye’ye Japonya’dan bir eğitim heyeti
gelir. Temas ve incelemeler yapacak, neticeyi yetkililere aktaracaktır.
Gerektiği kadar da ikili iş birliği gerçekleştirilecektir. İşler buraya kadar
çok iyi…
Japon heyeti, yurdumuzun bazı
bölgelerinde gerekli incelemelerini yapar; sonra bakanlıkta toplanırlar.
Heyetin hakkımızdaki tespiti ilginçtir: ‘’sizin
çocuklarınızda milli şuur yok.’’
Bizimkiler şaşırır! ‘’Bizim çocukların damarlarındaki kan milli duygumuzun kaynağıdır’’derler.
Yine de fazla ses çıkarmazlar, ne de olsa misafirdirler! Bizimkiler sorar, ‘’peki, sizin gençlerinizde milli şuur var
mıdır’’?
Japon uzmanlar anlatmaya başlar: Biz
gençlerimize ilkokula başlamadan ‘’şok
testler’’uygularız. Mesela uçak gibi hızlı giden trenlerimize bindirir, bir
tur yaptırırız. Çok katlı yollardan geçen tren, onları şöyle bir sarsar. Mini
mini çocuklarımız teknolojinin bu baş döndürücü neticesini görerek şok olurlar.
Bu şoktan sonra Hiroşima’ya götürürüz.
Bölgeyi aynen koruruz. Bombalanmış bu bölge hakkında bilgilendirir, değil
hayvan, bitkinin bile yeşermediğini gösteririz. Ve deriz ki,’’eğer sizler çalışmaz, sizden öncekileri
geçmezseniz vatanınız, işte böyle düşmanlar tarafından bombalanır. Hiç bir
canlı yaşayamayacak biçimde size bırakıp giderler. Çalışırsanız, bindiğiniz
hızlı trenleri bile geçerek yeni vasıtalar yaparsınız. Gerisi sizin bileceğiniz
iş.’’Çocuklarımız bununla ikinci bir şok daha yaşarlar. Sizlere şunu
hatırlatırım ki, Türkiye’de birçok teknik elemanlarımız bulunmaktadır. Bunların
her hangi birine bu konuyu sorabilirsiniz.
Bizimkiler şaşkınlık içinde sorarlar: ‘’Peki ya Türkiye için tespitiniz var mı?
Varsa gözlemleriniz nedir?
Japonlar: ‘’elbette var’’derler.’’bizimkinden
çok daha önemli.’’Bir tanesi Çanakkale Savaşlarının olduğu bölge. Bu bölge
gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile. Bir metre kareye altı bin
merminin düştüğü savaşta, Türk’ler her şeye rağmen galip çıkıyor, olamayacağı
olur hale getiriyorlar. En son teknolojiye ve donanıma meydan okuyarak, inancın
galip geldiğinin ispatını yapıyorlar. Üstelik karşılarında tek bir düşman
değil, müttefik güçler, sizin tabirinizle’’ yetmiş iki millet’’var.
Evet, metre kareye altı bin mermi!
Bileniniz var mıydı?...İnanç ve cesaretin zaferi…
Eğitimin motor gücünü oluşturan milli
haysiyet, milli onur, milli şuurla donanımlı olunca, Japon karınca misali
çalışıp üreterek, Japon mucizesini yaratmıştır.
Yüce Peygamberimiz,’’diğer ümmetlerden daha ileri, güçlü
silahlara sahip olmayan ümmetime şefaat etmem’’ diyor. İşte bu emrin
ışığında ve Kur’an Dininin İlme, düşünce üretmeye verdiği önemin çok yerinde
yorumlanması sonucudur ki, Türk-İslam Medeniyeti asırlarca o eşsiz adaletiyle
dünyaya hükmetmiştir. Osmanlı teknolojiye, sanayiye büyük önem vermiştir.
Osmanlı tekstilde ve silah sanayinde fevkalade gelişen bir büyümeyi takip
etmiştir. Harp stratejilerine topu sokmuş, nice zaferi topun tehtitinden doğan
psikolojik üstünlük ve karşı cepheyi delme gücünü de elde etmiştir. Osmanlı
Devleti büyük bir ekonomi, teknik ve askeri güçtür. Bu sayede Kanuni devrinde
Hint Okyanusunda on dokuz yıl tam teçhizatlı bir donanmayı hazır tutmuş, Büyük
Cava Adası Müslümanlarını Haçlı Hollanda saldırılarına karşı korumuştur…
Tabiatıyla
O sevgi medeniyeti Osman Gazi’nin ellerinde bir filize, o filiz bir fidana, o
fidan göklere dal budak saran toprağın, denizlerin yüzünü kaplayan Kafkas
Dağlarından Alpleri, Fırat, Dicle’den, Coşkun Tuna’ya, hâsılı büyük bir çınara
dönüşmüştü. Bu büyük çınarın, Selçuklu Devleti, Osmanlı Devleti ve Türkiye
Cumhuriyeti Devleti hep bu çınarın gölgesinde kan dökmeden, sevgiyle, barışla
hep geleceğe yürüdüler. Bu çınarın gölgesinde ayrım yoktur, bu çınarın gölgesinde
ayrımcılık yoktur, bu çınarın gölgesinde zulüm yoktur, ötekileştirme yoktur. Bu
görkemli çınarın gölgesinde Süleymaniye vardır, Selimiye vardır. Bu büyük
çınarın gölgesinde Mostar Köprüsü vardır, Drina Köprüsü vardır…
Eğitimde milli şuurdan uzaklaşan
Osmanlı’nın son döneminde Türkçenin, buna bağlı olarak Türk Düşünce’sinin ve
bilimsel gelişmenin duraklaması ve hatta gerilemesi sonucunda Osmanlı
İmparatorluğunun her alanda geriye düştüğünü, diğer büyük devletler tarafından
parçalandığını biliyoruz…
Şuurlu ve kaliteyi öne çıkaran eğitim
demek, milletin değerleriyle bezenmiş kaliteli bir yaşam demektir. Unutulmasın
ki bu milletin evlatlarını yıllarca özlerinden koparmaya çalışmışlar ama
başaramamışlar, bundan sonra da başaramayacaklardır. Türk Millet zorlukların
insanı olup, bu zorlukları da aşarak okuyup makamlara geldiğinde Türk’e has
sistemini de kuracaktır.
Unutulmamalıdır ki,’’Türk Milleti’nin kökleri tarihin
derinliklerinde, dalları ise göklerde olan ulu bir çınar ağacı gibidir. Bu
çınar ağacı, kökleri ile tarihimizin derinliklerinden beslenirken gövdesi ve
daları ile daima daha yükseklere uzanacaktır.’’
Eğitim hizmeti, kendi çarkından geçen
insanları ortak duygu ve düşünce birliğine sahip kılmalı, onlara çağdaş ve
uygar insanlar olarak bir ve beraber olma bilincini kazandırmalıdır. Bu
bakımdan Türk Milli Eğitimi gerek genel eğitimde gerekse mesleki eğitimde
milli, üniter, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti esaslarını
yüreklerine sindirmiş, çağdaşlaşmayı ve ‘’muasır
medeniyet seviyesinin üstüne çıkmayı’’amaç edinmiş Türk İnsanını
yetiştirmelidir.
Unutmayalım, ‘’alt yapısı olmayan büyüklük hayalleri küçüklükle biter… Küçük
insanların büyük gururları olur’’…
Yazımızı Hacı Bayram Veli’nin hikmetli
bir sözüyle bitirelim:
‘’Kibir
bele bağlanan taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulur’ ve ne de
‘’Türk Milleti’nin büyüklük sırları’’anlaşılır.
A.Kemal GÜL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder