CİHADİYE…
18. dönem Sakarya Milletvekili
Geçen
gün zihinlerimizi ve gündemimizi Cihadist diye saçma sapan bir kavramla
karıştırmaya çalıştılar, CİAdistler.
Gelin
bir 100 yıl evvele piketaj yapalım ( Kırıklıkların tespiti ile doğrudan ne
kadar uzaklaştığımızın anlaşılması). Abdülhamit hal edilmiş, taht’ta Sultan
Reşad bulunmakta. 11 Kasım 1914 de Halife Sultan Reşad son cihadı ekberi ilan
etmiş.
Dünyanın
karışıklık yıllarıdır, imparatorlukların hırpalanma, İzm’lerin hazırlanma
yıllarıdır 1910’lu yıllar ve bizim acı reçetemizin, laboratuar kobaylığımızın
hazırlık yıllarıdır. Müttefiklerimiz İngilizin yalnız bıraktığı, Şahı açığa
çıkarma oyununun oynandığı yıllardır.
Hayretim
odur ki, bu ne diplomasi, bu ne siyaset imparatorluğumu parçalayan İngiliz,
Lozan’dan sonra en tepemde gene İngiliz??.
Bir
tenakuz yok mu beyler. Tecavüzcüsüne aşık olma sendromu bu olsa gerek. Bu da
bir gerçek, belli ki tarihi yeniden yazmak gerek.
Her
neyse tarihten örnek çıkaracağız ya Sultan Reşad hazretlerinin himayesinde üç
dernek bir teşkilat kuruluyor. Bunlar Cihadiye teşkilatları. Teşkilatsız
Osmanlı toplumu teşkilatlanınca bakın neler yapıyor, nasıl destanlar yazıyor.
İzci Teşkilatı; bilmeden Çanakkale’ye
kahraman hazırlıyor, Teşkilatı Mahsusaya ve Karakola eleman hazırlıyor. Dahili
ve harici haber alma elemanları ve özel imhacılar yetiştiriliyor.
Donanma Cemiyeti; Yunanistan’ın Averoff
adlı, savaş gücü yüksek bir gemi alması üzerine, Türk milleti kıyam ediyor.
Almanya’dan altı gemi satın alıyor. İngiltere’ye de iki gemi sipariş ederek
parasını da ödüyor. İngiliz gene kahpelik yaparak ne bu iki gemiyi ne de
savaştan sonra bedellerini iade ediyor. Buda benim vasiyetim olsun; İngilizlerden
iki savaş gemisi alacağımız var, bilene.
Gün
gelir birileri ister diye. Bunlar tamamen milletin yardımlarıyla yapılıyor. Bu
millet bu kıyamı 60’da da yaptı, Alyanslarını verdi, bileziklerini verdi?.
Hilal-i Ahmer Cemiyeti; bugün Kızılay diye
bildiğimiz yapı. Hanımlarda Cihad’a koşmuş, yaralı bakmış, dul, yetim, öksüz
kalanları sahiplenmiş, cepheye eldiven, kaşkol, çorap örülmüş, battaniye,
çarşaf, kaput dikilmiş hatun kişilerimiz çok yararlı işlere gönül vermiş.
Müdafa-i Milliye; Mondros’la kapatıldığı da
söylense bir milletin, milli kültürünü, harsını, varlığını idame ettirmesini
istemesinden daha doğal hakkı ne ola ki ? Milli haklarımın müdafaası için
kapısı, penceresi olan derneğe değil onlar için vuran bir yüreğe ihtiyaç
vardır. Hind denizinin ötesinden gelen yürek seslerini dahi İngiliz
öğretilisiyle yazdırılan tarih hala Hind Müslümanları diye yazar; onlar hala
bizi ve ilgimizi bekleyen, Dilimizi bekleyen Babür Türkleriydiler ve hala
bekliyorlar.
100
milyon TÜRK, TÜRKÇE konuşmak için bekliyor, Bunun ne anlama geldiğini bilen,
anlayan, düşünen bir idrak sahibi belki okur, umuduyla yazıyorum.
Toplu vurunca yürekler,
onu top sindiremeyecektir.
Müdafa-i Milliye; 1939 dan beri Tanzim
edilen bir devletin, bir milletin isyanının, öze dönüşüm arzusunun dışa
vurumuydu, Anadolu insanının mayasında var olan esaret zincirlerinin
kırılmasının, prangaların getirenlerin boynuna Çanakkale’de dolanması öyküsünün
adıydı. Odası kireç tutmayanların, mayası esaret tutmayanların başına esaret
gömleği geçirilemedi. Başardı da 250 bin tomurcuğuna mal oldu. Sonra Lozan’da
uğrunda öldüğü değerleriyle üstüne toprak attılar, benliğini de defnettiler.
Batılı
ol, batı kulübün de ol dediler. 90 yıl oldu hala TANZİM ATıyorlar, ediyorlar,
bir türlü Batı kulüplerine bizi almıyorlar. Peki çare, Son Çare Lala Paşa
çalışalım.
İşte
bugün dışa vurumlar, yüz yıl geriden gelen gaip ve garip sesler, ÖZEDÖNÜŞÜM
talepleridir bunlar, Tarihi yeniden yazmak arzusudur bunlar,
Tarihin Cihadı devam
ediyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder