12.
CUMHURBAŞKANI SEÇİMLERİ
Cemal
ÇALIŞKAN
Siyaset alanı pazarda
pazarcıların, çığırtkanlığına, camide görevlilerin, okul münazaralarında
öğrencilerin ve televizyonda yarışmacıların görünüş ve konuşmaları itibariyle
birbirlerine çok benzetmektedir. Buralardaki sarf edilen emekten ve alın
terinden daha fazlası siyasi arenada sarf edilmezse başarılı olunmaz. Cami
görevi yapan arkadaş ne kadar âlim olursa olsun, ses ve hatiplik
kabiliyeti yoksa cami cemaati yanında pek fazla itibar bulunmaz. Cami
kürsüsünde konuşma yapan hoca efendi, konuşmasıyla cemaati etkileyemezse,
kendisini dinleyecek cemaat bulamaz. Pazardaki satıcı, iyi çığırtkanlık
yapamazsa, malını alacak müşteri bulamaz.
Okul münazaralarında,
öğrenciler tezlerini iyi savunmazsa, tezlerini sağlam temeller üzerine bina
edemezlerse, yarışı kazanamazlar. Televizyon yarışmalarına katılan insanlar,
kendilerine oy veren seyircileri ikna edecek davranış ve konuşmaları
sergileyemezlerse, birinci gelemezler. İşte siyasi arenaya çıkan siyasetçiler
de bunlar gibi olmalıdır. Yoksa başarılı olamaz. 12. Cumhurbaşkanı seçimleri de
bunu bize göstermiş oldu. Galiba Ekmeleddin hoca bu anlattığımız olayları bile
öğrenmiş olmamış ki gayet rahat, kahvede çay içerek secimi kazanabileceğine
nasıl inanmış olabildi? Çünkü hiçbir acele, kaygı ve heyecan taşımadı. Demek ki
kazanamayacağını zaten biliyordu. Üniversite kürsüsünden doktora öğrencilerine
ders vermeye siyasetin benzemediğinin hocaya birisinin öğretmesi gerekiyordu.
Toplumun karşısında
takdim edeceği kişinin ismini söylemekten aciz bir insana, toplum oy verir mi?
Adama bunamış derler. İstiklal marşıyla, Çanakkale şirini bilmeyene kim oy
verir? İhsan beyi destekleyenlere gelelim. Destekledikleri adayın tam ismini
söylemekten acizler. Bu adayla, destekleyicileri arasında daha bir gönül bağı
kurulmamış, kalplerinden bir birlerine giden yol oluşmamıştır. Oturup bir çay
içip samimi şekilde konuşmaları da oluşmamıştır. Adayları ile destekleyicileri
arasında yollar birbirleriyle kesişmemiştir.
Bu siyaset Son
Osmanlı ordusu gibi başı belli olmayan, savaştan başka her şeyle meşgul olan
askerlerden oluşan bir siyasi figür görüntüsünü vermiştir. Öbür taraf ise,
Kurtuluş savaşındaki sadece vatanını düşmanlardan temizlemek için ölmekten ve
öldürmekten başka çıkar yol olmadığına bütün gönlüyle inanmış askerlerden
oluşan İstiklal savaşı ordusuna benzeyen bir siyasi figürü sergilemiştir. Sonuç
olarak da başarı Atatürk’ün askerleri gibi olan siyasi taraf seçimi kazandı.
Ateş olmayan yerde
duman olur mu?
Ben Ekmeleddin Bey ve
destekleyenlerin de duman göremedim. Ateş olmayınca yemek pişer mi? Alın teri
yoksa emekte yoktur. Kim Ekmeleddin Bey gibi emeği, ateşi ve heyecanı olmayan
adama oy verir? Fakat Cumhuru temsil makamındaki insanda, heyecandan daha çok,
akıl, izan ve hikmet bulunmalıdır. Çünkü heyecanın zirvedeki bir adamda bulunması,
ip cambazın ipten düşmesi kadar ülkeye zarar verir. Ama kazanmak için bunun
tersi gerekiyor. Cumhurbaşkanını Meclis seçseydi, mükemmel bir aday oludu. Ama
halk böylelerini seçemez. Çünkü çok dürüst!
Bugün iktidar
sahipleri dostla düşmanla, dostluk kurabilecek kadar serinkanlı olması gerekir.
Cumhurbaşkanı başkomutan olduğu için söylevleriyle davranışları uyumlu olmak
zorundadır. Askerler önce yapar sonra da yaptıklarını millete duyururlar.
Yapmadan söylemiş olsalar, gülünç olurdu. Her zaman ve her mekânda devlet
yönetiminde bulunanlar yanlışlara kulak tıkarsa, hikmet sahibi olan insanlar
İdeoloji ve inançlarını bir tarafa bırakarak baskıcılara ve kulak tıkayanlara
karşı güç birliği yaparlar.
Her dönemde böyle
olmuştur. Buna örnek, hem CHP dönümünde hem de DP iktidarı zamanındaki yapılan
despotizme karşı, İnsan hakları ve hürriyet için ilk Mecliste Ali kemal
bey, Avni bey, Ali Şükrü bey gibi insanlar çalışmalar yapmışladır. 1945 yılına
geldiğimizde İstanbul Üniversitesi Anayasa prof Ali Fuat Başgil öncülüğünde
insan hakları derneği kuruldu. Ahmet Emin Yalmanda bu derneğe katıldı.
DP’li Tevfik Rüştü
önderliğinde Mareşal Fevzi çakmak Paşanın da bulunduğu ikinci insan hakları
derneği de DP Menderes iktidarı despotizmine karşı kuruldu. Bu derneğe emekli
elçiler, generallerde katıldı. Mareşal Fevzi Paşa 1946’da insan haklarını
arıyoruz. Milliyet ve ideoloji söz konusu değildir, diye bir yazı yazdı. Bunun
üzerine DP’liler başta Mareşal ve diğer DP’lilerin partileriyle ilişkilerini
kestiler. Hatta Mareşali komünistlikle suçladılar. Adamlar kendilerini
iktidarın hışmından zor kurtardılar. Bugün paralelci dedikleri adamların
uğradıkları zulmü görüyoruz. Tarih tekerrür ediyor. Bu günkü Başbakan da
kendine muhalefet edenleri paralel devlet, paralel yapı, ateist, solcu ve
terörist” sözleriyle suçlaması geçmiş dönemlerdeki olanları ve yapılanları
hatırlatmaktadır.
Yukarıda değindiğimiz
gibi 1Ekim 1947’de Ali Fuat Başgil ve Ahmet Emin Yalman önderliğinde
“Siyasete bulaşmadan, her türlü totaliter gidişe ve taassuba karşı çıkmak”
amacıyla bir dernek kurup bir gurup aydınla bu doğrultu da çalışma yapmaya
başladılar. Derneğin başkanlığını Liberal dindar Ali Fuat Başgil yapıyordu. Bu
kurulan dernek, siyasi düşüncenin yanında, sosyal ve iktisadi konularla da
ilgilenmekteydi.
Dernek insanların
fiil ve hareketlerine sağlam güvence altına alınmasında ve ifade hürriyetinin
gerçekleşmesinde önemli çalışmalar yapmıştır. Dernek bu günkü sivil toplum
örgütleri gibi kaynakları ölçüsünde hangi alanda bir hürriyet ve insan hakkı
ihlali yaşanıyorsa, kamunun dikkatini çekebilmek için çalışmalar yapmıştır. Bu
derneğin çalışmasıyla CHP’nin karşısına güçlü bir muhalefet çıkarmıştır. Bu
nedenle 1946 seçimlerinde iktidar, muhafazakâr olan Şemsettin Günaltay’ı
Başbakanlığa getirmek zorunda kalmıştır. Böylece halk dini hürriyetin havasını
teneffüs etmeye başlamıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder