A.Kemal GÜL
En güzel
bir şekilde yaratılan insan, iyilik yapmaya da kötülük yapmaya da mütemayil bir
yapıdadır. Bu yapısı gereği o kadar harikulade işler yapar ki bu yapılanları
hayranlıkla izler ve gıpta ederiz. Ama yine aynı insan öyle kötü, çirkin şeyler
yapar ki bu durum karşısında da hayrete düşer ve ‘’bunu insan yapamaz’’ deriz.
İşte insan, hem iyiliği, güzelliği hem de şerri, kötülüğü temsil eden yönüyle
iki zıt durumu bünyesinde birleştiren bir özelliğe sahiptir. İnsan,
yaratılışındaki üstün özellikleri doğru bir şekilde kullandığı ve yaratılış
gayesine uygun olarak yaşadığı takdirde melekten üstün hale gelmekte, bu gayeye
uygun olarak yaşamadığı takdirde ise’’hayvanlar gibi hatta daha da aşağı’’
(Araf, 179.) bir duruma düşmektedir.
Bu durumda
‘’arınma’; Yüce Yaratıcıya samimi kul olanın içine düştüğü günahını ve hatasını
terk edip, dua ve niyaz ile Rabbinden bağışlanma dilemesi ve O’na dönmesidir.
Arınma, kişinin kendini yenilemesi ve iç onarımıdır.
Diğer bir
ifadeyle ‘arınma’, Yüce Yaratıcı ile sevgi bağlarımızı yeniden tesis etmek,
günah ile kirlenen gönül dünyamızı yeniden temizlemektir; arındırmaktır.
Ve
bilinmelidir ki Yüce Yaratıcıya ‘’kul’’ olmaktan uzaklaşan insan günahlarla iç
içe yaşamaya devam ederse zamanla günahını günah olarak görmez ve bunu normal
bir durum olarak algılamaya başlar. İşte bu, günahın manevi dünyamızı kaplaması
halidir.
Gerçek şu
ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe, Allah onların durumunu
değiştirmez…( Ra’d, 11.)
İçinde
bulunduğumuz bu mübarek ramazan ayında arınabilmenin, Yüce Yaratıcıyı kulluk
mükellefiyetiyle memnun etmenin başta gelen şiarı düşkünün, yoksulun ve insani
hak ve değerler adına sömürülenin yanında olmaktır; insan temel hak ve
hürriyetinin gasp edildiği noktada Allaha kulluk mükellefiyetiyle hakkın ve
adaletin gerçekleşmesi adına var olabilen enstrümanları kullanarak harekete
geçebilmektir.
Okuduklarımızdan,
öğrendiklerimizden bahisle zulüm altında inleyen akraba bir toplumun yaşadığı
acı bir dramdan, kendilerine uygulanan zulümden, işkenceden ve katliamlardan
bahsetmek istiyorum:
Bu oruç
ayında Kızıl Çin Hükümeti Doğu Türkistan’da yaşayan Türklere uyguladığı
inançlarına yönelik asimilasyon durumu, milli kimliklerini yok etme durumu.
Bir
taraftan namaz ve oruç ibadeti yasaklanırken diğer taraftan da ‘’ gıda maddesi
satan Doğu Türkistanlı esnafa işyerinde 6 çeşit içki bulundurma zorunluluğu ‘’
getirilerek buna uymayanlar tutuklanıyor. Yine Çin Hükümeti Müslüman Türklerin
bulundukları bölgelerde ‘’içki festivali düzenleyerek Doğu Türkistanlı gençlere
bu festivale katılmaları zorunluluğu’’getiriliyor.
‘’Doğu
Türkistan’ın Kaşgar vilayetinde tesettürlü oldukları için gözaltına alınan
eşlerinin serbest bırakılmasını isteyen Uygur Türklerine polis müdahale edince
olayların çıktığından, 22 Haziran’da, çıkan olaylar sırasında 28 Türk, Çin
polisi tarafından katledildiğini okuyoruz.
Doğu
Türkistan’da şuan hiç kimsenin can ve mal güvenliğinin olmadığını, her gün
binlerce gencin hapse atıldığını ya da öldürüldüğünü, keyfi tutuklama yargısız
infazların devam ettiğini, onların kendisi ve ailesinin koruma savunma
yetkisinin olmadığını okuyoruz.
Memurların,
öğrencilerin, öğretmenlerin, kadınların ve 18 yaşından küçüklerin camiye
girmelerinin de yasak olduğunu öğreniyoruz… Bu Allah’ın lanetlediği aşağılık ve
iğrenç eylemler, durumlar değişik şekillerde vuku bulabilir.
Aslolan
Doğu Türkistan’da Uygur Türklerine ‘’oruç tutma ve namaz kılma yasağı’’getiren,
tesettürlü kardeşimizi gözaltına alan ve bu iğrenç uygulamalara tepki koyanları
katleden Çin Hükümetini şiddetle kınayabildik mi? Başta Türk Hükümeti olmak
üzere, İslam işbirliği Teşkilatını, Birleşmiş Milletleri, uluslar arası insan
hakları kuruluşlarını ve bütün dünya kamuoyunu Doğu Türkistan’da yaşanan
insanlık dışı olayların durdurulması ve soykırım boyutuna gelen katliamların
durdurulması noktasında millet olarak, sivil toplum kurumları olarak, hükümet
olarak yapabileceklerimiz vardır.
Yüce
Yaratana kul olabilme mükellefiyeti amaç ise veya O ilahi iradenin tahsis
emrini yerine getirmek amaç ise, Yüce Yaratan’a karşı borcumuzu ödeme ya da
ezilenin/ sömürülenin haklarının savunucusu mükellefiyetinin yapmaya
çalıştığımız zorunlu ibadetlerin odağını oluşturduğunu görebiliyor muyuz? Ne
dersiniz?
Kerkük’te,
Suriye’de Türkmenler katlediliyor; nerede İslamcı mücahitler? Nerede onların
insan hakları dernekleri, yardım kuruluşları?
Gerçek o
ki, ‘’Türk değilsen, kapıları sana açan devşirme Türkler yardıma koşar, ama
eğer Türk’sen, devşirmesi de devşirme olmayanı da kabuğuna çekilir beklermiş’’
sözü doğru olsa gerek.
Evet, biz
ne icraat sergiliyoruz? Nerede bizim gür ve yerleri titreten sesimiz? O güçlü
önderlerimiz nerede?
Evet, bu
netameli coğrafyada huzur içerisine ilelebet kalmak ve yaşamak istiyorsak
birleyerek oluşmak zorunluluğumuz vardır; bu da ‘’Türk kavramının Ulusal
Kimlik’’olduğunu içselleştirmekten geçer.
Anlaşılan
o ki milliyetçiler, toplumu yaklaşan tehlikeler karşısında ikna edebilecek
inandırıcılıktan uzak ya da milliyetçilerin’’ tehlike’’ olarak gördüğünü,
uğruna milliyetçilik yapılan o millet ‘’tehlike’’ olarak görmüyor olabilir.
Dikkat
edin; ‘’piyasaya’’uyumlu bir dini anlayışın günümüzde hâkim olduğunu görelim.
İslam’ı salt ‘’muamelat’’tan ibaret olduğu bir inanç manzumesi haline
dönüştürüldüğünü görelim. Aldatan sizi Allah ile aldatmasın.
Sağlıklı
ve şuurlu bir ömür dileğiyle Ramazan Bayramınızı kutlar saygılar sunarım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder