28 Mart 2014 Cuma

PİRİMİZ AHMET YESEVİ HAZRETLERİ;,, Cemal ÇALIŞKAN

PİRİMİZ AHMET YESEVİ HAZRETLERİ
Cemal ÇALIŞKAN
“Günümüzde, Hoca Ahmet’in Hikmetlerine ve Şeyh Edibali’nin öğütlerine devlet yetkililerinin her zamankinden fazlaca gönül vermesi gerekir. Bu zıtlaşmayı ülke uzun süre kaldıramaz.” Hoca Ahmet Yesevi ile ilgili Çeşitli Üniversite Hocaları tarafından sunulan bildirilerin Prof. Mahmut Esat Coş an’ın yazdığı bir önsözle kitaplaştırılmıştır. Fakat önceden hocalara konular verilmediği için hepsi de aynı bilgileri tekrar etmişlerdir. Böylece hocalardan birisinin yazdıklarını okuyan diğerlerini de okumuş oluyor. Çünkü hepsi aynı şeyleri söylemişlerdir. Bu bilgi şölenini hazırlayanlar, hocalara sen Ahmet Yeevinin “ itkadi yönünü”, sen fıkıh yönünü, sen edebiyat yönünü, sen İslami anlatma teknik yönünü ve Tasavvuf yönüne hazırlan gibi konular dağıtılmış olsaydı, hem hocaların emekleri karşılığını görür, hem de okuyan kişi hocanın çeşitli alanlardaki bilgilerini öğrenmiş olurdu. Bu sebeple orginazatörlük çok önemlidir.
Daha önce Ahmet Yeseviden Köyodaları isimle yazdığım yazıda söz etmiştim. Demiştim ki, Şehirlerde İslam terbiyesi dergâhlarda öğretilirken, köylerde de, söz konusu olan odalarda öğretiliyordu. Ahmet Yesevi, doğduğu ve yaşadığı memlekette “ismine” Pir-i Türkistan, Hazret-i Türkistan gibi hitap etmişlerdir. Oralarda bu isimle anılmaktadır. Türklerin yaşadığı Orta Asya Bozkırlarında “Medine de Hazreti Muhammet, Türkistan’da Hoca Ahmet Yesevi” sözleri bir darbı mesel haline getirilmiştir.  Bu yazımda, sözünü ettiğim kitaptan alıntılar yaparak Ahmet Yeseviyi anlatmaya çalışacağım. O “laf ebesi, kal ehli değil, hal ehli bir insandır. Allah amelleri niyetlere göre değerlendiriyor. İnsanlar iş yapmaya koşuyor ama herkesin niyeti, başka başkadır. Ancak Kulluk için yaratıldıkları bilincinde olanların çalışmaları iki cihanda geçerli olacaktır. Bu niyetle yapılan işler, dinimizce makbüliyete geçmektedir. Peygamberimiz, âlimler yeryüzünün ışıklarıdır, ayrıca peygamberlerin varisleridir” buyurmuştur.
Ahmet Yesevinin doğduğu yer, Kazakistan’ın güneyinde, Özbekistan'ın dışında bulunan, Doğu Türkistan’dan sayılan Sayran denilen bir yerdedir. Hocası Yusuf Hamedaniye 27 yaşında intisap etmiştir. Ahmet Yesevi zamanını üçe ayırmış olup bir kısmını öğrenci okutmak, bir kısmıyla ibadet, diğeriyle de dünya geçimini temin etmeye ayırmıştır. Bütün tarikatlarda her şeyin aslı esası helal lokmaya dayanır. Alın teriyle yaşamak ve elinin emeğini yemek, kimseye yük olmamak ve kazandığını başkalarına yedirmek esastır. Ahmet Yesevinin takip ettiği yol ve öğretisi buna dayanır. Efendimiz “Köyden Medine gelen bir Araba hoş geldin diye elini uzattı. Arapın elleri nasırlı olduğu için çekindi. Efendimiz Arab’ın elini tutarak esas öpülmesi gereken senin elindir. Kişinin kendi eliyle kazanıp yediği lokmadan daha hayırlı bir lokma yememiştir” buyurdu. Yunus Emre de “Dürüst kazan, ye, yedir, Bir gönül ele getir.” Diyerek alın teriyle kazanmanın yüceliğine vurgu yapmaktadır. Her tarikat liderinin bir meslek sahibi olup kendi el emeğini yediği bilinmektedir. Ahmet Yesevinin babası Sayram'ın tanınmış kişilerinden olup, keramet ve menkıbeleriyle tanınır, Hz. Âlinin ahfadından olduğu kabul edilen şeyh İbrahim adında bir zattır.
Babası ve annesi çocukken öldüğü için ablası Yeseviyi alıp 7 yaşında Yesevi şehrine getirmiştir. İlk tahsilini burada yapmıştır. Yesevi M. 1166 yılında vefat etmiş mezarı üzerindeki türbe XIV. Asırda Timur tarafından yeniden tamir edilmiş, bu tamirat iki yıl sürmüştür. Timürun yenilmezliği Yeseviye gösterdiği saygıdan ileri geldiği inancı Türkistan’da hâkimdir. Yesevinin ahlaki görüşü: Haddini bilmek, Allah’a ve insana saygı duymak ve geniş hoşgörülü olmaktır. Gurur, kibir ve riya gibi menfi sıfatlar Müslüman’a yakıştırılamaz, demiştir. Onun hikmetlerinden bir dörtlük:” İnsan odur, fakir olup yolda yatsa, Toprak gibi âlem halkı basıp geçse, Yusuf gibi kardeşi köle diye satsa, Kulun kulu, o kul ne diye gururlansın” der. Sultan Sencer kendisine yüklü bir hediye göndermiş, o da hepsini fakirlere dağıtmıştır. Yesevi hayatını helal lokmayla geçirmiştir. Hikmetlerinde bir dörtlükte: molla müftü olanlar, yalan fetva verenler, akı kara kılanlar cehenneme girmişler,
            Kadı, imam olanlar, haksız dava kılanlar, Eşek gibi olarak yük altında kalmışlar. Rüşvet alan hâkimler, haram alıp yiyenler, Parmağını dişleyip korkup durup kalmışlar.”demiştir.
Güçlüyken, üstünken kavgadan vazgeç. Kızgınken yumuşak davran, hata yapma. Benlikten geçmeyince tevazu sahibi olamazsın. Hak yoluna giremezsin. Nefsini pak edemezsin. Yalancılar Hz. Muhammendin ümmetinden değildirler. Yalancıya cennet yoktur. Yalan söyleyenler imansız gidenlerden olurlar. Aşk sırrını her namerde söyleme, ne kadar yakarsan yak, rüzgârlı yerde çıra yanmaz. Anadolu’nun her bir tepesinde Horasan erlerinin mezarları bulunmaktadır.  Anadolu’nun manevi fatihleri Hacı Bayram Veli, Hacı Bek taş-ı Veli, Yunus emre ve Mevlana her bakımdan Ahmet Yesevinin yolunun temsilcileridir. “Garip görseniz, incitmeyin siz, Garip görseniz, dağ etmeyin siz, Garip Ahmet sözü asla eskimez, eğer yer altına girse, çürümez.” Yesevi Türk boylarına, daha açık bir deyişle, kırsal kesimin sade insanlarına sesleniyordu. İlmin yüceliğine rağmen, halk sadeliğine inmenin sırrına ermiştir. Mevlana “ Arifin yetmiş iki dili olmalı” der. O her yerde ehlisünnet inancını sade olarak Türk halkına anlatmıştır. Yesevi göre” Cümle yaratılmışlara bir göz ile bakmayan, Halka müderris olsa hakikatte asidir.

ADAM GİBİ ADAMA DESTEK,.. Nurullah AYDIN

ADAM GİBİ ADAMA DESTEK
 Nurullah AYDIN
Kimi seçmeliyiz? Adam gibi adamlara destek vermeliyiz. Peki adam gibi adamlar kim?Bazıları mutlu, bazıları suskun, bazıları ezik, bazıları sinmiş durumda.
Mutlu olanlarda; gurur, kibir, pişkince arsızca yüzlerinde.
Mutlu olanların ortak özellikleri: makam, servet, şehvet düşkünü, yalancı, çıkarcı olmaları.
Toplumu ayakta tutan bütün ortak değerler, paramparça ediliyor.
Her konuda; Ya halkımız ya Milletimiz diyorlar. Hangi milletten oldukları belli ama açıkça söyleme cesaretinden yoksunlar. Tarihi fırsatı yakalamışlar, kin, öfke ve hınçla saldırıyorlar. Sinsice tuzak kuruyorlar.
Bilinçaltlarındaki aşağılık komplekslerini tatmin içinde yalakalık yapanları taltif ediyorlar.
Kötülüğü; insanlarımıza yapıyorlar. İnsanlarımızı bizden olan olmayan diye ayırdılar.
Kötülüğü; siyaset’e yapıyorlar. Robotlaşmış biat eden etmeyen diye ayırdılar.
Kötülüğü; medya’ya yapıyorlar. Yandaş, candaş diye ayırdılar.
Kötülüğü; ticarete yapıyorlar. Yeşil olan-olmayan diye ayırdılar.
Kötülüğü; din’e yapıyorlar. Dindar insanların inancını ya bu, ya da değil diye ayırdılar.
Kötülüğü; kızlara, kadınlara yapıyorlar. Kadınları ayırdılar.
Kötülüğü; eğitime yapıyorlar. Okulları ayırdılar.
Kötülüğü; bürokrasi’ye yapıyorlar. Yeteneksizleri takdir ve taltif ediyorlar.
Kötülüğü; kardeşliğe yapıyorlar. Toplum ayrışmaya başladı.
Kötülüğü; adalet’e yapıyorlar. Hakim-savcıları ayırdılar.
Kötülüğü; ordu’ya yapıyorlar. Darbeci ordu, cuntacı ordu, millete ihanet eden ordu, katil ordu diyorlar. Asker bizim, ordu bizim.
Kötülüğü; polis’e yapıyorlar. Polis kamplara ayrıldı, bölündü, parçalandı. Yakışır mı bu. Polis bizim, devlet bizim, adalet bizim, halkımızın.
Nereye kadar gider bu iş?
Yapılan siyaset; bir ülkeyi böylesine nasıl ayrıştırabilir?
Vicdan nasıl bunu kabul edebilir?
Ülkesini böylesine ayrışmış görmekten bir insan nasıl rahat uyuyabilir?
Ülkeyi; korku almış bürümüş, adalete güven kalmamış, gelir uçurumu artmış, işsizlik, yoksulluk, açlık almış başını gidiyor, bunları görmemek midir insan olmak?
Herkes; cumhuriyet, demokrasi, insan hakları, adalet, kardeşlik, mutlu ve huzurlu bir yaşam, geleceğe güven duymak istiyor. Ülkeyi ve çocukların geleceğini tehlikeye atmak değil.
Adamlığı; kine öç almaya ben ve ötekiye dökenler, ticarete dökenler ve peşinden körü körüne sürüklenenler, ülkemizi ne hale getirdiğinize bir bakın, elinizi vicdanınıza koyun, vicdanınıza ve geç olmadan bu ayrıştırma siyasetini terk edin.
Her kafadan bir sesin çıktığı, herkesin her konuda uzman olduğu bir ortamda gerçeklerin ne olduğu anlaşılabilir mi?
Bunun için de; yapılması gereken nedir?
Binlerce yıldır aynı coğrafyada kaynaşan bütünleşen toplumun farklı renklerini, sevgi-saygı-paylaşım-adil yönetimle enerjik hale getirmek gerekir.
Bu ayrıştırıcı, bölücü kötülüğe alet olanları, bu topraklar, geçmişte affetmedi, şimdi de gelecekte de affetmeyecek. Biz de affetmeyeceğiz.
Çare; aydınlanma ve adam gibi adamlara güvenmekten geçer. Tarih, akıl, bilim böyle diyor. Adam gibi adamları bekleyin!
Günün Sözü: Dünya gerçeklerini algılayabilecek yöneticileri, aydınları, siyasetçileri etkili olmayan bir toplum, yabancı güçlerin emir eri olanlarca idare edilmeye mahkûmdur.

(ULUSAL HABER, 27 Mart 2014-ANKARA)

Savaş Konseyi ve No fly zone!.., Bülent ESİNOĞLU

Savaş Konseyi ve No fly zone!
Bülent ESİNOĞLU
Savaş Konseyinin ses kayıtlarının, epey ses getireceğine ve önemli sonuçları olacağına inanıyorum.
Bu ses bombasının kime yaradığına bakarak da, kimin sızdırdığı hakkında bir kanaate de varabiliriz.
Savaş Konseyinin kendi aralarındaki konuşmalarını, yorumlamadan önce, konseyin alt yapısı konusunda bir şeyler söylemek gerekir.
Savaş konseyinin bireylerinin kendi aralarında yaptığı görüşmelerin, savaş kararı alacak bir heyete hiç yakışmadığını söylemek mümkün.
İfadeler ve karşılıklı sarf edilen sözlerden; bu çalışmayı yapanların, böyle bir çalışmaya uygun alt yapıya sahip olmadıkları, bilgi düzeylerinin böyle bir konuyu konuşacak kapasiteden yoksun olduklarını gösteriyor.
Yaa diye başlayan konuşmalar, bir fikir tamamlanmadan bir başka fikre ait ifadeler, karşıdakinin ne söylediğini anlamadan kendi düşüncesini temellendirmeye çalışan söylemler, görüşmenin kalitesini aşağıya çekiyordu.
Yani bir fikir, bir strateji üretmekten çok uzak olan bir çalışma…
Gelelim bu konuşmalardan bizim çıkaracağımız sonuç ve derslere…
Devlet memurları oturmuş, iktidarın seçim propagandasına seçim malzemesi üretmeye çalışıyor. Genelkurmay II. Başkanı siyasetin göbeğinde duruyor.
Oysa Genelkurmay Başkanı bir hafta önce, Suriye uçağı TSK tarafından düşürüldüğünde, El-Kaideye yardım ediyorsunuz şeklinde gelişen yorumlara, bizi siyasete karıştırmayın diyordu.
Genelkurmay II. Başkanı iktidar için Süleyman Şah Türbesi üzerinden iktidara propaganda malzemesi hazırlıyor.
İkinci çıkarılabilecek önemli sonuç; 2011 yılında, da bunlar Suriye’ye savaş açmaya kalkışmışlar, ordu buna bazı gerekçeler göstererek karşı olmuş.
Anlaşılan odur ki; o zaman Genelkurmay Başkanı olan Sn. Işık Koşaner bu işe karşı çıkmış.
Yaşar Günel ve Feridun Sinirlioğlu’nun konuşmalarından şunu çıkarabiliyoruz.
Yakın zamanda, Amerikalılar ve ordunun yaptığı bir resmi toplantı da, Amerikalıların, “No fly zone” ile ilgili bir talebin, toplantıda bulunanlara dağıtıldığı söylüyor.
Yani bir Kürt Koridoru açılması meselesi, ABD tarafından yeniden gündeme getiriliyor. Bir başka bakışla; ABD’nin Kür Koridorundan hiçbir şekilde vaz geçmediği, bu konuda ısrarının devam ettiği ortaya çıkıyor.
Hakan Fidan ise, 2000’e yakın TIR’la silah gönderdiğini itiraf etmiş oluyor. Artı kendisi için savaşa gerekçe üretmenin basit olduğunu ifade ederek, iktidara psikolojik savaşta da yardımcı olduğunu dair ipuçları veriyor.       
Dört MİT elemanı sekiz füze attın mı algı yönetimi tamamlanmış oluyor.
Asıl Türk Halkına ifşa edilen gerçekse, Davutoğlu’nun ağzından geliyor. ABD Dışişleri Bakanı Kerry ile yaptığı görüşmelerden birine atfen; Kerry’nin “siz Suriye’ye karşı savaş kararı alabildiniz mi, siz savaş kararı alın gerisi kolay demeye getiriyor.” Yani Kerry Türkiye’nin savaş kararı alamamasından mustarip.
Anlaşılan odur ki; çok kereler, ADB tarafından savaş kararı alınması için zorlanmışlar.
Gerek ordudan gerekse halktan gelen muhalefet bunları korkutmuş.
Kimin sızdırdığı konusu ise, şöyle bakmak gerekir; savaş çıkmaması Türk Halkı ve Suriye halkının yararınadır. ABD ve Avrupa’nın aleyhinedir.
Her yerde, halkını düşünen birileri elbet olacaktır. Bu ülkede hainler olduğu kadar fedailer de vardır.
28.3.2014, bulentesinoglu@gmail.com

25 Mart 2014 Salı

Mustafa Nevruz SINACI; AKP'YE REDDİYE VE GÜNCEL DEMOKRAT PARTİ'YE UYARI!.........

AKP’YE REDDİYE 
(ve güncel DP’ye uyarı)
Mustafa Nevruz SINACI
Vakti zamanında, merhum Menderes’i ‘maindros’ (Grekçe) hitabıyla anan, Demokrat Parti’den istihza ile bahseden; Atatürk ve Türk İnkılâbı, bir şekilde söz konusu olduğunda ise, “bırakın şu Selânikli Kemal”i diyerek insanları azarlayan, sözde İslâmcı, hakikatte din tüccarı zihniyet.; Başta Çoban Sülü ile bilhassa Karaoğlan B. Ecevit’in hesaplı himmetleri sayesinde, N. Erbakan’ın milli nizam, milli selâmet, refah, fazilet, saadet çizgisinin ilk zuhur ettiği 1970 yılında, halk arasında hayret uyandıran büyük çelişkiler, nifak ve aykırılıklarla vücut buldu.
Hâlâ, Milli Nizam ve Milli Selâmet Partilerinin ad’ında kullanılan; Refah’la birlikte terk edilen ‘milli’ söyleminin, hangi amaç ve anlamda ikame edildiği muğlâktır. Ancak ‘AK Evler’ lügatinde “ne kadar millet o kadar devlet” anlamında derc edildiği görülmektedir. Şu kadar ki, MNP’nin tarihi süreç ve geleneksel silsilesinde milli nizam/milli selâmet/milli görüş ve adil düzen gibi söz, spot, slogan ve söylemlerin;. “Türk ve Türkiye milliyetçiliği, Adalet ahlâkı ve evrensel hukuk” gibi orijinal tanım, objektif ve norm kavramları çağrıştırdığı halde, kesinlikle / asla kapsamadığı 40 yıl içinde sarahaten anlaşılmıştır...
BİR SİLSİLE-İ MERATİPTİR Kİ!..
Bu silsile-i meratipte, Asr-ı Saadet (dört Halife) döneminin arı-duru, orijinal İslâm, sırat-ı müstakim ve ehlisünnet vel’cemaat anlayışının da emaresi olmayıp; Müslümanları bir birlerine düşürmek ve bölmekle görevli Yahudi âlim Abdullah Bin Sebe ile İslâma fitne, fesat, ihtiras ve tefrikalar sokan Muaviye mektebine mensup gibi müşahede edilir.; Dolayısıyla da, tıpkı işgal, nefret ve fetret (İstiklâl Harbi) dönemlerinde görüldüğü gibi, Kraliçe’nin “Şarki İslâm Akademileri”nden mezun ve memur din tüccarı Ebu Cehil’den neş’et dönme, devşirme, mason ve misyoner “din alimi” kisveli şarlatan kriptolardan fetva aldıkları iddia edilir ve halk içinde yoğunlukla söylenir!.. Zaten uygulamalar da bu iddiaları doğrular mahiyettedir!..
FETVALAR İLE ALDATMAK
Bu şeytani fetvalara göre: Genellikle kul hakkını gasp, kamu kaynaklarını tasallut, hak ihlâlleri, rüşvet-iltimas, yalan-talan, ayırma-kayırma, yolsuzluk-suiistimal ve illa zina serbest; Kamu ihalesi verilen bir müteahhitlerden (cebri) bağış almak helâldir. 14 Ekim 1969 tarihinde Konya’dan bağımsız milletvekili olarak Meclise girmeyi başaran Prof. Necmettin Erbakan’ın siyaset çizgisi ve/veya Anadolu deyimiyle saadet zincirinde bunlar daima varittir. Geleneğin yol büyükleri: Necip Fazıl Kısakürek, M. Zahit Kotku, Bayburtlu Paşa Dede, AP’den istifa eden Hüsamettin Akmumcu ve Hüseyin Abbas ile Hasan Aksay olarak gösterip; Neş’et/Esin kaynaklarının da Eşref Edip ve Milli Şair Mehmet Akif Ersoy (?) olduğunu iddia ederler!..
1971’de Milli nizam partisinin kapatılmasıyla, 1972 yılında Milli Selâmet’e iblâğ olan ‘milli nizam/milli görüş ve milli selâmet’ misyonu’nun ilk icraatı 14 Ekim 1973 seçimlerinde elde ettikleri 3 parlamenter ile önce Karaoğlan Ecevit, sonra Demirel’le koalisyonlara katılıp; Ecevit’le 1974 affını çıkartarak, akabinde 1. ve 2. Milli Cephe hükümetleriyle Türkiye’nin en büyük felâketi, bölünme, çözülme ve antidemokratik açılım sürecini tetiklemek olmuştur!..
ASLA DEMOKRAT, SAĞCI VEYA MİLLİYETÇİ OLMADILAR!..
Sonra vukuatlar peş peşe sürer gelir. “27 Mayıs karşı devrim süreci” Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş, Özal, Çiller, Yılmaz, “hep birbirlerinin paralelinde, tamamlayıcı-bütünleyici unsurlar, ittifak ve iştirakler olarak” 2002’ye kadar gelir. Son halka, kendi partisini (rol icabı) bölerek kapattırmak suretiyle; Sözde yeni ad, libas ve gömlekle politikada bekraunda soyunan AKP’dir. Teşekkülün adı sadece açılım cihetiyle “adalet ve kalkınma partisi” olup; Şimdiye kadar adının anlamıyla ilgisi (örtüştüğü, müsemma olduğu) maalesef görülememiştir!
On iki yıla yönelen iktidarına (!) rağmen asla adı ile müsemma olmayı başaramayan bu partinin başkanı, özellikle son günlerde ve seçim konuşmalarında sıkça Menderes’i andığı halde; Gerçekte, MNP-AKP çizgisinin 1970’de başlayıp, 2014’e kadar sürüp gelen tarihinde: Kadim Demokrat Parti davası, 46 Ruh ve misyonu ile örtüştüğü görülmemiştir. Dahası Adnan Menderes’e yapılanları, bugün Devlet’te sabık ortağının kendisine yapmakta olduğunu beyan ve ilan etmesi çok komik, haddini aşan ve zatıyla mülzem olmayan iddialar meyanındadır…
Kaldı ki, bütün ısrar, istek ve yazılı-sözlü taleplere rağmen, henüz 27 Mayıs’ın davası başlamamış; 14 Mayıs Milli Demokrasi Bayramı olarak ilân edilmemiş; Milli birlik, kardeşlik ve beraberlik ruhu “demokrasi ve demokrat partinin istediği yönde” pekiştirilememiş.; Başta Atatürk Cumhuriyeti’nin kadim insan hakları, evrensel hukuk, adalet ahlâkı, gerçek lâiklik ve mutlak eşitlik bağlamında demokratik siyasi hayata intikali sağlanamamıştır.
Şu an için ülkemizde hâlâ, 27 Mayıs ürünü olan adaletsizlik, ayrımcılık, ağalık, cunta, sulta, vesayet ve dikta hüküm sürmektedir. Zenginler ve fakirler arasındaki korkunç uçurum, gelir dağılımındaki utanç verici adaletsizlik, maaş ve ücretler arasındaki iğrenç dengesizlik ve yıllardır Millet Vekili seçilmeyip.; Bol maaş, haksız ayrıcalık, dokunulmazlık ve imtiyazlarla donatılmış “Parti Sahibi Memurları” ile idareye tasallut;
Aradan geçen 90 küsur yıla rağmen, Demokrasi, insan hakları, adalet ve hukukun olmazsa olmaz emri: “Devlet idaresinde Millet İradesinin hâkim ve hükümran kılınamaması” büyük bir ayıp, tarihi vebal, hicap ve utançtır!..       
ŞİDDETLE MEN, TENZİH VE TEKZİP OLUNUR
Hangi cihette bakarsanız bakın, AKP’nin tarihi, kadim Demokrat Parti ve Menderes’le hiçbir ilgi-alâka, misyon bağı, benzerlik ve örtüşmesi yoktur. Son 11 yılın icraatları dikkate alındığında, zaten böyle bir iddiada bulunmak abes, gülünç, suiistimal ve istismar olur. En azından;. Celâl Bayar, Adnan Menderes ve kadim DP, on yıllık iktidarında 100 yıla bedel kalkınma/gelişme, maddi-manevi, ilmi/milli, iktisadi, sanayi ihyanın mimarı olmuş; AKP ise bütün bu yükselen değerleri satmak, devleti acze düşürmek, açılım ve çözüm adıyla çözülme sürecini başlatmış olmakla malûldür.
Sonuçta: AKP’yi, Demokrat Parti, başta Celâl Bayar olmak üzere nezih kadroları ve bilhassa Demokrasi Şehidi Adnan Menderes’e benzemekten men, tenzih, red ve tekzip eder;
Bu vesileyle de: 29 Mart 2009 Yerel Seçimlerinde İl Genel Meclisi bazında 1 538 947 oy alarak; Belediye Başkan ve Belediye Meclisi Üye Seçimi bağlamında aldığı 1 156 630 oy ile 148 Belediye Başkanlığı kazanan GÜNCEL Demokrat Parti’nin mevcut ve mer-i başkan ve yönetimini.; Yukarda sabit 2009 seçim sonuçlarını aşamadıkları ve partinin oy oranını yükseltemedikleri takdirde medeni, insani/siyasi/demokrat gelenek ve gerçek doğrultuda, bütün kurulları, asıl ve yedekleri ile birlikte onurları ile istifaya davet ederim..      
DEMOKRASİ ADALET VE HUKUK İÇİN
“İYİ, ADİL, DÜRÜST VE DEMOKRAT OLAN”
KAZANSIN
Zira “demokrasi, adalet ve hukuk yarışında” iyi olan kazanır.
Kazanamayanlar kötü, kifayetsiz muhteris, bencil ve cahillerdir.
Demokrasi, Demokrat Parti ve Türkiye Cumhuriyeti daima kazanmak, yükselmek ve Büyük Önder Atatürk ile Celâl Bayar, Adnan Menderes ve dava arkadaşlarının her vesileyle tekrarladıkları gibi:, “Türkiye Cumhuriyeti ve Aziz Türk Milleti, muasır medeniyet seviyesini mutlaka aşmak; Birlik, bütünlük içinde mamur, ümran ‘Yurtta Sulh Cihanda Sulh’ ikliminde özgür, mutlu ve müreffeh bir yaşam düzeyine” çıkartılmak zorundadır…  
GÖREV VE SORUMLULUK:    
İşte Bu Görev: Cumhuriyetçi, Demokrat ve Lâik,
Namuslu-dürüst, şeffaf-saydam, onurlu-sorumlu ve çalışkan;
Gerçek Demokrat Partililere aittir…
(Ankara, 25 Mart 2014) 
SİYASETE DİKTA VE CUNTA 
(açılım) AYARLARI
Mustafa Nevruz SINACI
            Sözde muhalefetin, sadece milleti kandırmaya matuf ve fakat hiçbir ciddi ve samimi tarafı olmayan direnişine rağmen;.
            30 Eylül 2013 Tarihli sözde “demokratikleşme paketi”nde vaat ve taahhüt edilen tavizlere ilişkin:, 6529 Sayılı “Temel hak ve hürriyetlerin geliştirilmesi amacıyla çeşitli kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun”, 02 Mart 2014 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.
            Buna göre:
           KÜRTÇE, ERMENİCE VE RUMCA PROPOGANDA
            “Siyasi partiler ve adaylar tarafından yapılacak her türlü propaganda, Türkçenin yanı sıra farklı dil ve lehçelerde de yapılabilir.” (Madde:1)
            Bu hüküm, hiçbir gerek ve ihtiyaç olmaksızın, TBMM’de milleti temsil adına iş gören parlamenterlerin, müvekkillerine (temsil ettikleri veya temsile zorunlu oldukları halk’a) gidip akıl, fikir almadıkları, kesinlikle millete sormadan teşebbüs ettikleri hukuk, siyasi etik, genel ahlâk, cumhuriyetin temel ilkeleri ile demokrasiye bütünüyle aykırı bir kalkışmadır. Neticesi hesap edilmeden hayata geçirilmesinin bedeli çok ağır olacak; Dahası, başta Amerika, Rusya, Çin, Yunanistan ve Bulgaristan olmak üzere, emsal uygulamalar dikkate alınmadan, müesses devlet aleyhine, “çağdışı, ihanete yol açabilecek tehlikeli bir teşebbüs” algısına yol açacaktır.
            EŞ BAŞKANLIK SİSTEMİ:         
            “Siyasi partiler, tüzüklerinde yer almak ve iki kişiden fazla olmamak kaydıyla eş genel başkanlık sistemini uygulayabilirler. Eş genel başkanlar, bu Kanunda genel başkan için öngörülen hükümlere tabidir.” (Madde: 2)
            Eğer bu tasarım, AKP yeni geldiğinde ve 2002 yıllarında hayata geçse idi; Tıpkı ABD rejiminde uygulanan “yedek başkanlık” sistemi gibi, Türk siyaset sistemine ekstra teminatlar, millet adına güveni garantiler, sağlam, sağlıklı takipler ve hiçbir yolsuzluğa fırsat vermeyecek derecede sıkı denetim imkânları sunabilecekti. Nitekim (Anayasa ve 2820 Sa. Kanuna aykırı) ırkçı ve bölücü bir parti yetkilisinin alenen itiraf ettiği gibi, kendilerine ait belediyelerde her hangi bir yolsuzluk yapılmamasının tek nedeni ‘eş başkanlık’ sistemi olduğu gerçeğidir. Daha açık bir anlatımla: Bütün dünya denetim, devamlılık ve sağlıklı sürdürülebilirlik sistemlerine ağırlık verirken; Bizde tan bir gericilik, yobazlık, dikta ve cunta nedeni olan “Şeflik” sistemi kıskançlıkla korunmaktadır. Bu nedenle, eş başkanlık sistemi, kurumlar ve siyasette mutlaka uygulanması gereken, hayırlı ve yararlı bir düzenlemedir.
            ÖRGÜTLENME MODELİ HAKKINDA      
            “Siyasi partilerin ilçe teşkilatı; ilçe kongresi, ilçe başkanı, ilçe yönetim kurulu ve kurulmuş ise belde teşkilatından meydana gelir. Parti tüzüğünde ilçe disiplin kurulu teşkili de öngörülebilir. Beldelerde teşkilat kurulması zorunlu değildir.” (Madde: 3)
            Bu düzenleme, her ne kadar “ihtiyari/keyfi ve zorunluluk arz etmeyen” bir nitelikte olsa bile; Gerçekte siyasete, millet iradesinin temin, tezahür ve tecelli sahasına vurulmuş çok büyük bir darbedir. Muhtemelen bazı özel haller ile ince hesaplara dayanmakta ve birilerinin kolay örgütlenmesine ortam hazırlama imkânı sağlamaya matuf bulunmaktadır. Oysa Türkiye, Türk Milleti ve Türk Demokrasisinin gerçek ihtiyacı OCAK / BUCAK örgütlenmesidir.
            HAZİNEDEN GASP VE MİLLİ HAK İKTİSABI   
            “Bu madde uyarınca yapılacak yardımlar sadece parti ihtiyaçları veya parti çalışmalarında kullanılır. Milletvekili seçimlerinde geçerli oyların %3’ünden fazlasını alan partilere de devlet yardımı yapılır. Bu yardım en az devlet yardımı alan partinin ikinci fıkra gereğince aldığı yardım ve seçimlerde aldığı toplam geçerli oy esas alınarak kazandıkları oyla orantılı olarak yapılır. Bu fıkra uyarınca yapılacak yardım bir milyon Türk Lirasından az olamaz. Bunun için her yıl Maliye Bakanlığı bütçesine yeterli ödenek konulur.” (Madde: 4)
          Hazine yardımı, milletin rıza ve muvafakatine aykırı; cebren gasp, millet malını irtikap ve tasallut olup; İnsanlık/demokrasi/hukuk ve ahlâk dışıdır. Partilerin kitlesellik özelliği bu nedenle mümkün olamaz. Adalet, hukuk ve demokrasi gerçekleşmez. İcat edenler kahrolsun!..
ADAY KİMDİR? SEÇMEN NEDİR?
SEÇİM NE İÇİN YAPILIR?
Mustafa Nevruz SINACI
Mevcut tanımlama sisteminde adına “seçim” denilen ve fakat esasta seçimle, seçmek ya da seçilmekle hiçbir ilgisi, alâkası bulunmayan “30 Mart yerel yönetici belirleme” aksiyon, usul, eylem yahut ritüeline çok az kaldı. Günü gelince, 18 yaşından gün almış tüm vatandaşlar “seçmen” sıfatına bürünerek; Parti sahibi, sulta, cunta, vesayet, oligark, kripto veya eşkıyanın önlerine koyduğu listede yer alan seçenekler (adaylar) arasından birine oy verecekler. 
Bu eylem ve işleme yasa “vatandaşlık görevi” diyor.
Peki, öyleyse, gerçek anlam ve hakiki bağlamda vatandaş nedir?
Vatandaş: Kısaca, vatan/yurt üzerinde eşit hak sahibi sıfatıyla mevcuda paydaş olan; Adına Anayasa denilen toplumsal sözleşmede hüküm altına alınan ve evrensel hukukun temel ilkesi gereği:, Devlet idaresinde, bizzat seçeceği ve icabında azil edebileceği vekilleri yoluyla tayin, tespit ve belirleme hakkını kullanan; Böylece de, beşeriyetin ve medeni siyasetin üç ana ilkesi Cumhuriyet, Lâiklik ve Demokrasi bağlamında görev ve sorumluluğunu yerine getiren; Keza devlet cihazına karşı yükümlülüklerine sahip ve saygılı; İyi, onurlu-sorumlu, namuslu ve dürüst kişiler olup; Anayasa ve Siyasi Partiler Kanununun 11. maddesi bu tarifi amirdir.
Nasıl ki, anarşi, terör, tedhiş, rüşvet, iltimas, hırsızlık, yolsuzluk; Taammüden can, mal ve ırza tasallut; Gasp, irtikap, adi ve nitelikli dolandırıcılık, ferdi veya organize sahtecilik, suç örgütlerine iştirak, ihaleye fesat karıştırma, görevi istismar ve suiistimal, din tüccarlığı/siyaset simsarlığı, haksızlık, zulüm, işkence gibi yüz kızartıcı, utanç verici, insanlık dışı, hayvan altı, yaratıklar Avukat, Hâkim, Savcı ve idareci olamazlarsa, asla ve kesinlikle seçmen ve siyasetçi de olamazlar. Olmamaları da gerekir.
Modern sosyoloji, politika bilimi, medeni siyaset ve mülki idare ilminin gereği budur.
Ayrıca: Vatandaş, “dolaylı demokrasi” rejiminde, halk adına temsil görevini fiilen ve profesyonel olarak yürütecek vekilini bizzat kendisi seçmek zorunda ve durumundadır. Hangi derece ve düzeyde olursa olsun, başkalarının belirlediği adayın leh veya aleyhine oy verilmesi saçmalık, ahlâksızlık, nitelikli dolandırıcılık ve sahtekârlıktır. Kaldı ki, esas itibarıyla Milletin Avukatı hükmünde olan “Millet Vekili” de, aynı usul ve hükme tabii olup, asil istediği zaman vekili azletme salâhiyetine sahip bulunmadıkça vekâlet caiz değildir. Hukuki ve ahlâki olmaz.
Şu hale nazaran:
1. ADAYHalk içinde yüksek fazilet, gerçek ilim, mutlak dürüstlük, adalet ve ahlâki erdemlerle temayüz etmiş; Şerefli, soylu, prensip/ilke ve yerleşik karakter sahibi; Kendini hak yoluna ve millet hizmetine adamış.; Hırs, ihtiras, gösteriş ve alâyişten uzak kimselerden; Parti sahibi, sulta-cunta, vesayet ve dikta gibi terör-tedhiş, soygun-vurgun erbabı tarafından değil; Bizzat mahalle halkı ve yerel unsurlar tarafından, millet yöneticiliğine önerilen Hazreti İnsan.     
2SEÇİM: Mutlak surette millet adına ve milletten aldığı yetkiyi sadece millet için; Namuslu, dürüst, demokrat, onurlu, sorumlu, eşit/adil ve ilmî disiplinler dâhilinde kullanmaya ehliyetli, kadim ve liyakatli adayların:, (Daima takip, teftiş ve denetime açık olacak ve sürekli halka hesap vermeye hazır vekil taliplerinin) Bizzat vatandaş ‘seçmen’ tarafından bilumum ön hazırlık, oylama ve ilân evreleriyle ‘Yargı gözetimi ve Hâkim teminatı’ çerçevesinde, tam şeffaf, mutlak dürüst, adil ve eşit biçimde ifa ve icra edilen şerefli, soylu icraat’a seçim denir.
Bunun dışında, seçim adı altında yapılan her şey saçmalık, maskaralık, aldatma, oyun, düzen, sahtekârlık, nitelikli dolandırıcılık, suç örgütlerine katkı, amansız halk düşmanı hırsız, yolsuz ve soysuzlara yardım ve yataklıktır.               
  3. SEÇMEN: Yaşam çevresinde; Namuslu, dürüst, örnek ve önder insan gibi yüksek sıfatlarla temayüz etmiş, halk için hayırlı ve yararlı olacağına inanılan, kendisine itimat edilen kişilerden; Doğrudan halk tarafından belirlenip aday gösterilmiş Vekil adaylarına oy verecek; Bu esas ve kriterlere uymayan, “millete rağmen aday alarak dayatılmış ve/veya adaylığı satın almış fırsatçı, işbirlikçi, fesatçı, güdümlü uşak ve köpeklere” oy vermeyecek kadar akıllı kişi.      

Açılım ve Yerel Seçim süreci!.., Bülent ESİNOĞLU

Açılım ve Yerel Seçim süreci!
Bülent ESİNOĞLU
Erdoğan’ın seçim sürecinde kullandığı ana konu Paralel Devlet, Kılıçdaroğlu’nun kullandığı ana tema ise, yolsuzluk oldu.
Erdoğan tüm seçim süreçlerinde olduğu gibi, bu seçim sürecinde de, sahte milliyetçilik yaptığından, Açılım Sürecinden, yani bölünmeden hiç bahsetmiyor.
Sadece şehitler gelmiyor cümlesi ile yetiniyor.
Çünkü biliyor ki, açılım süreci milli iklimle çatışıyor.
Ne olduğu belli olmayan Açılım süreci, ne hikmetse, İşçi Partisinin dışında, bir de, yarım ağızla MHP tarafından ifade ediliyor.
Kılçdaroğlu, şu sıralarda ortada kalan Açılım Sürecine sahip çıkıyor.
Özetle, biri, sahte de olsa, milli bir çizgi izliyor, diğeri gayri milli bir çizgide yol alıyor.
Erdoğan milli oylara talip oluyor. Kılıçdaroğlu da gerici ve bölücü oylara talip oluyor.
Bir hedef koymaksızın, plan ve program belirtmeksizin, çözüm yollarını ifade etmeksizin bir seçim propagandası yürüyüp gidiyor.
Kılıçdaroğlu, daha büyük bir yanlışla, Erdoğan’ın kullanıp attığı Cemaat çaputuna sarılıyor.
Fethullah’dan medet umuyor. İttifak tekliflerini bu yolda değerlendiriyor.
Gelişen iç ve dış dinamikler, ülke savunmasını en üst düzeye çıkardığı bir dönemde, millici bir söylemin prim yapacağı bir ortamda, Batıcı, enternasyonal görünüm CHP için intihardır.
Batıcılık yaşadığımız tarihi süreçte, kan, gözyaşı ve gericiliktir.
Siyasi ve psikolojik duruma, doğru tanı koyamayan CHP kurmayları, CHP’yi bölücü Kürtlerin yanında gösteren bir profil çiziyor.
Sanki PKK ile resmi görüşmeleri Erdoğan değil de, Kılıçdaroğlu yapmış gibi…
Daha dün, silahlı kuvvetler, Suriye’de, Suriye ordusunun Bölücü Kürtlere ve El-Kaideye karşı yaptığı mücadele sırasında, uçağı düşürülüyor. Kılıçdaroğlu hemen Esad’ı suçlayan AKP’nin yanında yer alıyor.
Ertesi gün, yani bugün, yaptığı yanlışın büyüklüğünü anlıyor, düzeltme yapıyor.
Düzeltmeyi de, genel savaş karşıtlığı düzeyinde ifade ediyor. AKP’nin Suriye’de PYD’ye (aslında PKK’ya) yaptığı yardımı açık etmiyor.
CHP’nin elinde tutması gereken asıl koz; ne idüğü belirsiz Açılım Süreci iken, bu konuda muhalefet yapmayarak, AKP’ye inanılmaz bir yardım yapmış oluyor.
Ondan sonra da, oyları bölmeyelim diye terane tutturuyorlar.
Evet, hırsıza hırsız diyeceksin de, yok mu senin planın programın?
Özelleştirmelerin ortaya koyduğu işsizlik ne olacak? Özelleştirmeleri desteklemeye devam mı edeceksin?
Asıl büyük talan ve yolsuzluk özelleştirmelerde yapılmadı mı?
Açılım Sürecinin sonunda, geleceğimiz yerin bölünme olduğunu bilmiyor musunuz?
Özetle, CHP’nin yaptığı muhalefet, sadece MHP’nin işine geliyor. AKP’li seçmeni hiç ilgilendirmiyor.
Yerel seçimlerde, CHP bu yanlış duruşunun bedelini; MHP’nin gerisinde kalarak ödemesi hiç de sürpriz olmaz.
“Ya müzakere, ya savaş” çığlıklarının atıldığı yerde, bölünmeyi yok sayarak seçim yarışı yapmanın, hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
İç huzur olmadan aş da, iş de olmaz.

ÖZGÜRLÜK, YASAK VE KORKU, Nurullah AYDIN

ÖZGÜRLÜK, YASAK VE KORKU
Nurullah AYDIN
Evrenin sonsuz varoluşunda; galaksiler, yıldız kümeleri, kuyruklu yıldızlar, sistemler, güneş, gezegenler ve dünya var. İnsanoğlu belli süreli dünyada doğuyor, yaşıyor ve ölüyor.
Doğmadan önce nasıl bir boyutta ne olduğunu bilemediği gibi bedenen öldükten sonra da başka bir formatta varolup olmadığını henüz bilemiyor.
İnsan yaşadığı sonsuz evrenin dünya gezegeninde; sahip olduğu akıl ve beş duyuyla kendini doğayı evreni anlamaya öğrenmeye bilmeye çabalamaktadır.
Geçmişten günümüze değişmeyen merak etme gerçeği; bilimsel çalışmalarda düşünsel çalışmalarda temel nokta olmuştur.
Dinler, felsefe, fizik, kimya, biyoloji bilim alanları;, farklı cevaplar vermeye çalışmış ama açık ve net bir tespit yapamamaktadır.
Dünyada sınırlı süre yaşayan insan; özgürlükle yasaklarla korkuyla yaşarken, mutlu olma-rahat etme-yaşadığını hissetme konularında da aynı şekilde çaba içinde olmuştur.
Bunlar içinde yine insanlar için dinler, felsefe, ideolojiler öneriler getirmiştir.
İnsanlar bu kavramlar arasında gidip gelmekte bazen bocalamakta bazen ferahlamaktadır.
Ama gelgitli bu arayışlar kesin net açık bir düşünce inanç ve yaşam ortamı sağlayamamıştır.
Ben ve öteki anlayışına dayalı dinler, ideolojiler; insanları kin, nefret, öfke akımına sokmaktadır.
Benlik, ego, sömürü, istismar; yalan, talan, dolan anlayışı ile insanlığı tehdit etmeye devam etmektedir.
Akla odaklananlar, beş duyuyu odak alanlar yanında, bunları yok sayıp binlerce yıl öncesinin dini kitaplara ve o din temsilcisine odaklı düşünen ve yaşayanlar; ikilem oluşturmaktadırlar.
Yaşadıkları dönemde insanları düşünce ve yaşayışlarıyla aydınlatan insanlara; tapınma algısı, peşinden gitme, sözlerini kutsal görme anlayışı tehlikeli bir şekilde sürüyor.
Evrenin sonsuz gerçekliğinde dünyada yaşayan insanlar; hala gelişmiş-gelişmemiş, algılamış-algılamamış insanların peşinde sürüklenip gidiyor.
İnsanların çoğu; yaşadığı çağın düşünce-bilim-sanat gerçekliğinden habersizdir.  Tapındığı kişi, mal cinsellik veya şöhrette mutluluk arayanlar kısa dünya hayatından zevk almadan ölüp meçhule gitmektedirler.
Aydınlatma çabasında olanların sesi, etkisi rolü ise sınırlı kalmaktadır. Ancak yine de insanlığın kendini bulması aydınlatma çabasında olanların mücadeleleri ile olmuştur olacaktır.
İşte Özgürlük haykırışı; bu nedenle, insanlık tarihinin vazgeçilmez simgesi olmuştur.
Yasaklarla insanın kendini bulması kendine gelmesi çabası engellenirken, korku verilmek istenir.
Psikolojik varlık olan insanın duygularıyla korku algısıyla oynayanlar; sindirme, susturma ve köleleştirme düzenini kurabilmektedirler.
İnsanın özgürlüğün ne olduğunu, yasakların ne anlama geldiğini, korkunun ne olduğunu hissetmesi; insanı insan olma gerçekliğine götürür.
Okumak ve öğrenmek; bilmenin anlamanın ve gereğine göre yaşamanın da temel çıkış noktasıdır.
Güneş; gezegeni dünyayı ışıklarıyla aydınlatırken, insanların beslenmesi için bitkilerin hayvanlarında yaşam ortamını sağlar.
İnsanlar; aydınlanmanın ışıklarını varlığında hissettikçe, başta kendisi olmak üzere diğer insanları da aydınlatabilir, doğayla barış içinde, huzur içinde, mutlu bir şekilde yaşar.
Günün Sözü; Aydınlanmış insan diğer insanları da aydınlatmalıdır.
24 Mart 2014-ANKARA

22 Mart 2014 Cumartesi

İSLAMCILARIN İSLAMA İHANETİ, Prof. Dr. Nurullah AYDIN, 21 Mart 2014-ANKARA

Prof. Dr. Nurullah AYDIN, 21 Mart 2014-ANKARA
Onlar din, iman, kitap derler. Dediklerinin tam tersini yaparlar.
İslam dünyasında; zenginlik içinde yaşayan dini önderler, sefaleti yaşayan halk yığınları var.
İslam tarihi boyunca; İslam alimi denen kişiler birbirlerini tekfirlikle suçlamışlar. Mezhepler kurmuşlar,  tarikatlar kurmuşlar, böldükçe bölmüşler.
Yaşananlar tarihte yaşananların devamıdır.
Müslümanlar; kim doğru, kim haklı, kim gerçekçi soruları arasında boğuluyor, bunalıyor.
İslamcı siyasi liderler yandaş alim fetvalarıyla da katlettikçe katletmişler, soydukça soymuşlar. Geçmişte ilahi mesajları kendi ve yandaşlarını çıkarlarına uygun yorumlatmışlardı. Şimdi de aynı anlayış sürmektedir.
Siyasal İslamcı hareketler, sivil alanda birey ve toplumu hedef almaktan ziyade doğrudan devleti ele geçirmeyi hedefler. Devleti nemalanma aracı olarak görüyorlar.
İslam dünyasındaki katliamlar, İslamcıların kardeşlerini öldürme fahileşeliğidir.
Müslümanları katledenler yanında katlettirenler de İslamcıdır. Müslüman Müslümanın katili, suçlayıcısı, itham edicisi, soyucusu, aldatıcısıdır.
Kimisi hırsızlığın meşru olduğuna,
Kimisi servetine servet katmanın arka planını araştırmaya gerek olmadığına,
Kimisi bağışın hırsızlık olmadığına,
Kimisi yalan söylenebileceğine,
Kimisi emeksiz, sebepsiz zenginleşmenin haram olmadığına,
Kimisi ölü eşle cinsel ilişki de bulunulabileceğine,
Kimisi kardeş katlinin caiz olduğuna,
Kimisi şeyhi ile badelenmenin caiz olduğuna,
Kimisi takiyye nin caiz olduğuna fetva veriyor.
Bunlar kendilerini Müslüman diye yansıtıyor. Öylesine ki İslam bunların tekelinde kendilerinden olmayanları Müslüman bile görmüyorlar.
Müslümanlar; olguları/kavramları içeriği yerine yüzeysel tartışıyor.
Mağdur-mazlum, haklı-haksız kavramları içiçe geçmiş durumdadır.
Övenler-yerenler, suçlayanlar-suçlananlar sürekli dini kavramlar üzerinden yapılmıştır.
Güç, makam, şöhret, servet için çatışan, takiyye yapan, değişen dönüşen dönekler var.
Müslümanlar arasında, tuzu kuru olanlarla, yoksullar ilişkisi; biat-itaat-sorgulamama odaklı dengeye oturtulmuştur. Çelişkiyi sorgulayanlar; nefrete, öfkeye muhatap oluyor.
Müslümanlar; olan bitenleri analiz edemiyorlar, akılcı değerlendiremiyorlar.
Samimi Müslümanlar; Maddi hayatla manevi hayat konusunda ikilem yaşıyorlar.
Samimi Müslümanlar; Gerçeklerle yüzleşemediler, yüzleşemiyorlar.
Samimi Müslümanlar; Beyana güven duyma saflığı, Müslümanları bunaltıyor.
Samimi Müslümanlar; Her seferinde güvendikleri kişilerce, hayal kırıklığı yaşıyor.
Samimi Müslümanlar; önderleri olanları sorgulamadılar. Görmek istediklerini görüyorlar, duymak istediklerini duyuyorlar, çelişkileri, istismarı yok sayıyorlar.
Fikir ayrılıklarını içtihat/yorum ayrılığı görüyorlar. Fikir ayrılığında ihtilafta rahmet var, diyorlar. Oysa fikir ayrılığının çıkara dayalı derin fikir ayrılığı olduğunu fark edemiyorlar.
İslamcı önderlerdeki döneklik; bir kişilik zafiyetidir ama Müslümanlar derindeki kişilik zafiyetini göremiyor, anlayamıyor, yakıştırmıyorlar.
İslamcı önderler; dinî üslubu ve motifleri, iktidar tekelinin tutkalı olarak kullanır.
İslamcı önderler; iktidarı bırakmazlar. Gerekirse çocuklarını, kardeşlerini, halkı katleder.
İslamcı önderlerde; servet/mal biriktirme, para/maaş, makam/koltuk, ün/şöhret gibi maddi hayat talebi, manevi değerlerden önde gelir. Nefis açlığını doyuramazlar.
Gerçekleri konuşanlara, yazanlara karşı; nefret ve öç alma tutkusu ile hareket ederler.
Kazan-Kazan, kullan-kullan anlayışı İslamcıların sinsi sloganıdır.
Amaca ulaşmak için her yol mübah derler.
Günümüz İslam dünyasında hemen her ülkede İslamcı siyasetçilerin, şaşkın İslam alimlerinin ve samimi Müslümanların durumu bu.
Peki ya İlahi mesaj ne diyor?

Günün Sözü: akıl bilim ve sanattan mahrum insan şaşkındır. 

Mehmet Arif DEMİRER; "AKP’nin DEMOKRAT PARTİLİ SEÇMENLERİNE (%30) AÇIK MEKTUP"

AKP’nin DEMOKRAT PARTİLİ SEÇMENLERİNE (%30)
AÇIK MEKTUP
Mehmet Arif DEMİRER
Son günlerde T.C. Başbakanı ve AKP Genel Başkanı seçim konuşmalarında sık sık Menderes’i andı. Menderes’e yapılanları bugün Devlet’te sabık ortağının kendisine yapmakta olduğunu ilan ve iddia etti. Gelin bir Menderes-Erdoğan ve DP-AKP kıyaslaması yapalım:
29 Kasım 1955 Salı günü DP Meclis Grubu, üç DP Bakanı (İktisat ve Ticaret Vekili Sıtkı Yırcalı, Maliye Vekili Hasan Polatkan ve Devlet Vekili ve Başvekil Yardımcısı ve Döviz Tahsis Komitesi Reisi Fatin Rüştü Zorlu) hakkında basında yayımlanan söylentileri görüşmek üzere toplanmıştı. Ortam çok gergindi. Bakanlar “hadiselerin tetkikinin selametle cereyanını temin maksadiyle” (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivlerindeki zabıtlardan alıntı) peş peşe istifa ettilrr, ardından Grubun eğilimleri doğrultusunda mutedil olarak tanına milletvekillerinden yeni bir hükümetin kurulmasına yol açmak üzere tüm bakanlar istifa etti. Üç bakan hakkında derhal bir Soruşturma Komisyonunun kurulması da kararlaştırıldı. Yeni bir hükümet kuruldu.
19 Mart 2014 günü Meclis’te dört AKP eski bakanı hakkında söylenti değil savcılıktan gelen fezlekeler, bırakın okunmayı, buzdolabının derin soğutucusuna gömüldü. 
DP ve AKP arasındaki farkı merak edenlere, No 1.
Menderes’in Cumhurbaşkanı Bayar idi, ATATÜRK’ün son Başbakanı. Erdoğan’ın akp Grubu’na seçtirdiği Cumhurbaşkanı ise Erbakan’ın eski Devlet Bakanı Gül. No 2.
Menderes, 1951 yılında 5816 sayılı ATATÜRK Aleyhine İşlenen Suçlar hakkında Kanun ile 1953 yılında 6187 sayılı dini siyasete alet edenlerin cezalandırılmasına ilişkin kanunu çıkarmış, 10 Kasım 1953 günü de (benim de nöbetçi izci olarak katıldığım) muhteşem bir törenle ATATÜRK’ü vatan toprağına kavuşturan ANITKABİR’in açılışını yapmıştı. No 3.
ATATÜRK, 17 Eylül 1938 günü Başbakanı Bayar’dan yeni kalınma planındaki 26 yatırım projeleri hakkında bilgi almış ve o projeleri “memleketin en önemli meseleleri” olarak tanımlayarak “ekonomik seferberlik” yaklaşımı ile gerçekleştirilmesini istemişti. 26 yatırım projesi 4 yılda tamamlanacaktı. 10 Kasım’dan sonra bir 31.3.1939 tarihinde bir Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile o yatırımlardan “sarfınazar” edildi. Menderes 10 yılda daha büyük ölçekli 260 projeyi ülke ekonomisine kazandırarak ATATÜRK’ün gerçek vasiyetini gerçekleştirdi. Erdoğan, Menderes’in yatırımlarını sattı sattı ama bitiremedi. No 4
Menderes’in Cumhuriyet’in temel ilkeleri ile bir sorunu yoktu. CHP milletvekillerinin de desteği ile Ezan’ın zorunlu olarak Türkçe okunması yasağını kaldırdı ama ATATÜRK gibi ülkeye değerli bi müze kazandırmak amacı ile Trabzon Ayasofya’sında restorasyonu başlattı ve 1959’da ibadete son verdi. AKP Hükümeti 2013 yılında müzeyi yeniden cami yaptı. No 5
Menderes; çıkardığı Büyük Doğu Dergisi ve başkanı olduğu Büyük Doğu Cemiyeti’nde ATATÜRK ve Cumhuriyet düşmanlığı yapan, başta Gül ve Erdoğan olmak üzere tüm AKP kurucularının üstadı Necip Fazıl’ı, örtülü ödenekten 147 bin lira vererek, susturdu; bir daha ağzına ve kalemine ATATÜRK ve Cumhuriyet karşıtı sözcükler bulaştırtmadı. No 6. O Necip Fazıl da Yassıada’da Örtülü Ödenek davasında yargılanırken bir süre sonra 15 idam kararını imzalayacak Salim Başol’u ‘Adaletin Ulvi Siması’ olarak tanımlamıştı.

Hatırlatıyorum…                      

19 Mart 2014 Çarşamba

ÖLMEZ ÇANAKKALE RUHU; Cemal ÇALIŞKAN

ÖLMEZ ÇANAKKALE RUHU
Cemal ÇALIŞKAN
Unutulan Ruh“ İstanbul’da yolda giderken temiz sakallı birinin yolda çalıştığını gördük. Belediye işçisi sanarak gidip selam verdik. Adam selamı aldıktan sonra kazmanın sapına dayanarak, konuşmaya başladı. Aha şurada oturuyorum. Sevabına almak için bu yolu açıyorum. Babam Çanakkale’de şehit oldu. Helva dağıtamadım. Oğlum da Birinci dünya savaşında şehit oldu. Mevlit okutamadım. Hatırı yapmak için de param yok. Hiç olmazsa dedim. Şu yolu açayım da Allah’tan sevap alayım deyip kazmaya devam etti”. Nurettin Topçu bu olayı anlattıktan sonra, beraberindeki arkadaşı ile yürümeye devam eder. Nureddin Topçu sonunda arkadaşına derki “İşte biz bu adamdaki ruhu unuttuk.” Doğru söze ne denir, İslam’la başlayıp İslam’a uymayan her türlü şeyi yaparız.
Bu sene tüm şehitlerimizi, özellikle de Çanakkale şehitlerimizin ölmez ruh zaferlerinin 99. yıl dönümünü anımsayıp anıyoruz.  Fakat ortalıkta bu ruha yakışan söz söyleyenleri duyup işitemiyoruz. Günümüzde, O şehitlerin ruhunu savunduklarını iddia edenler bile ne kadar o ruhtan uzak bir hayat yaşadıkları gözlerden gizlenmiyor. Bunları duyuyor ve üzülüyoruz.  Bu Şehitler genç yaşlarında, bedenlerini satarak ölmezliği satın almışlar, bize yaşadığımız şu ülkeyi bırakmışlardı. Fakat siyaset uğruna, dinin kullanıldığı bir ortam günümüzdeki kadar görmemiştik. Günümüzdeki gördüklerimizi İslam tarihinde, İslam’a ve peygamber yoluna sahip çıkma adına, sayısız büyük insanların kanının döküldüğü ve ölümüne neden olunduğu kargaşalara şahit oluyoruz. Onların açtığı bu yol, kıyamete kadar Müslümanlar arasında nifak tohumlarının açılmasına neden olmuştur. Bunu kısaca söz edersek, Hz. Osman’ın kendi yakınlarını devletin makamlarına yerleştirmesi, onların yaptıkları zulmü şikâyet edenlere inanmaması sonucunda şehit edilmiştir. Sonra da ortalık karışmıştır. Önce Hz. Ali ve Ayşe anamızın taraftarları “camal” muharebesinde karşılaşmış, birçok sahabe kanları dökülmüş, sonra da Sıffın’da Hz. Ali ve Muaviye’nin ordusu karşı karşıya gelip savaşmışlardı. Binlerce insanın ölümüne neden olunmuştur. Böylece kıyamete kadar kapanmayacak fitne kapılarının açılmasına öncülük etmişlerdir. Suç kimdendi demek yerine bu yaraların bu gün yeniden nüksetmemesi için ne yapılabilirimin, kaygısını taşımalıyız. Günümüzde her şey o kadar karışık ve puslu. doğru yanlış bir birinin içine karışmıştır. Aynı safta duran, aynı hayırlı işlerin olması için paralarını birleştirenler, bir sabah kalktıklarında bir adamın sözleriyle rüzgârın önüne kattığı kuru yaprak gibi inanların savrulduğu görmek insanları üzmüştür. İşte aklıma Efendimizin “ Bir zaman gelecek ki, koşandan yürüyen, yürüyenden ayakta duran, ayakta durandan oturan, oturandan da yan üzeri yatan daha hayırlı olacaktır” sözü geldi. Tarihi seyir içinde siyasete dalan nice değerlerimiz kendilerini bu debdebe içinde koruyamamışlar, kirli paraya, kirli oyunlara yalanlara hatta büyük günahlara dâhil olmuşlardır. Bizim karakterimizdir. Vur deyince öldür anlarız.
Öteden beri yine AK Parti kazansın, ama bu kadar yüksek oy vermeyelim. Yoldan çıkarlar demiştim. Ak parti kendilerinin yoldan çıktığı gibi Milli sporcuları da yoldan çıkardı. Ufak başarılarına nerdeyse, Türkiye’yi vermeye kalktılar. Onlarda ne yaptı. Bu verilenler bize yeter deyip yan gelip yattılar. Başarılarını askıya aldılar.  Efendimizin sözlerini ve Çanakkale şehitlerimizin ruhları hürmetine, bu yakışıksız kavgaya alet olmayalım. Kendi kendimizle kavga edip yarın üzüleceğimiz havalara girmeyelim. Bu gün ellerinde güç olanlar, güçleri gidince bir hiç olduklarını alalayacaklardır. Bunu şimdiden anlamaları gerekir.
            Bizlerde bu ülkeyi, gelecek nesillere bağımsız dertsiz olarak bırakabilmemiz için Çanakkale’deki şehit olanların ruhunu yaşatmalı ve unutturmamalıyız. Vatanımızı yedi düvel işkâl ettiği zaman, Lise ve Üniversite öğrencileri kalemi ve kitabı bir tarafa bırakarak vatanın bağımsızlığı için Çanakkale’ye koşmuşlardır. Cephelerde şehit olan bu kahramanlar, bu günün spor taraftarlarından bin kat daha heyecan ve istekle savaşa katılmıştır. Ne yazık ki, bu ruhu gençlerimize biz yetişkinler aşılayamadık. Okullarda ve dışarıda bu konuda verilecek konferansa katılmamak için köşe buca kaçan öğrencilerin bulunması, Milli eğitimin ve İdarecilerimizin ayıbıdır. Bu muharebeler özellikle dini duygunun ağır bastığı savaşlardı. Diyanet görevlilerinin detaylı tarihi bilgi edinmeden bir hadis ve ayetle bu konuda görevleri yerine getirdiklerini saymaları, bu ruhun yok olması manasına gelir..
Malazgirt zaferi, nasıl Türk milletine Anadolu kapılarını açmıştır. Çanakkale zaferi de, işkâl edilmek istenen ülkeye yeniden istiklale gidecek kapıları açmıştır. Nedense, Atalarımızın kanlarıyla Türk yurdu yaptığı bu topraklar üzerinde yaşayanlara Türk milleti demekten kaçınarak 36 etnik kökenden söz eden bir başbakana sahibiz. Türklüğü unutturmaya çalışılıyor. Başbakan iki de bir de “ Ne dedik, Ten vatan, ne dedik Tek millet, ne dedik tek bayrak” sözlerini tekrar edip duruyor da, nedense O Milletin adını söylemekten korkuyor. Sen korksan da “ Bu Millet Türküm” demekten korkmayacaktır.

“Dış komploya inanmıyorum” Bülent ESİNOGLU

“Dış komploya inanmıyorum”

Bülent ESİNOGLU
Türkiye’nin sorunları Gül’e çok ağır geldi.
Bir de, karizması Erdoğan’dan geride kalınca, işler hepten sarpa sardı.
Ülkenin içinde büyük alt-üst oluşlar yaşanırken sessiz kaldı.
Hükümetin birkaç kez, kalması ya da gitmesi gibi olaylar cereyan etti.
Yani ülke verilmesi gereken kararlar aşamasından geldi, geçti.
Türkiye’nin yangın yerine döndüğü günler oldu. Ortalarda görünmedi.
Sütre gerisine yerleşenlerden zaten liderlik beklenmez de…
Her neyse…
Uluslararası tekeller kendi verdikleri kararları uygulatabilecekleri liderlerle çalışırlar.
Daha temiz Türkçe ile söylesek; kullanacakları kuklaları ülkelerin kilit noktalarında bulundururlar.
Bu tür liderler, uluslararası finans kuruluşlarının kararlarını, milli devletin kararları haline dönüştüren organlardır.
Yaşadığımız tarihi dönem itibariyle, uluslararası tekellerin Berlusconi, Tony Blair, Sarkozi, Yelsin, T. Özal, Tansu Çiller gibi kişileri üretmesi, ülkelerin başına taşıması, tesadüfi bir olgu değildir.
Yaşadığımız bu tarihi dönemde, bunun aksi zaten mümkün değildi. Tekeller milli devletlerin kararlarına ayak uydurmaya kalksa, kendi büyüme olanaklarını zaten kaybederlerdi.
Uluslararası tekellerin belirlediği liderlerden, Amerika ve Avrupa’nın; NATO, AB gibi merkezleri aleyhinde söz veya yorum duyamazsınız.
 Son gelişmeleri kast ederek, Gül diyor ki; “bu olayların içinde dış güçlerin olduğuna inanmıyorum, dış komploya inanmıyorum”.
Konuşmasının içinde, bir de şu ifadeyi söylemeye gerek duyuyor. “AB bizim için en büyük çıpadır.”
Siz sevgili okurlarım, bu iki cümleyi, yukarıda izah etmeye çalıştığım tekeller dünyasının mantığı içinde düşünürseniz, inanıyorum ki benim vardığım sonuca siz de varırsınız.
Gül şunu demek istiyor; ABD veya dış güçler diye bizim iç işlerimize karışan bir unsur yoktur.
“AB bizim için en büyük çıpadır” sözü ise; AB’nin vereceği talimatlara uyarız anlamındadır.
Gül batıya selam göndererek diyor ki; aradığınız yeni adam benim.
Batı ve Batı tekellerinin aradığı yeni adam; Gül müdür bilmiyorum ama…
Batı, Türk halkı ne istiyor ona bakmaz, sadece kendi tekellerinin, yeni projelerinin uygulanacağı bir ortam var mı, “bu ortamı verdiğim talimatlarla sürdürebilir miyim”, ona bakar.
Tekellerin ana merkezi Amerika ve Avrupa’da işler kesat.
Evdeki hesaplarının artık Çarşıya uymadığı, Ukrayna ve Suriye’de kanıtlandı.
Bence Gül yanlış yere salam gönderiyor!