SAĞLIKLI SİYASET
AHLAKLI SİYASET…
Siyasi başarıyı, sadece köşe kapma zaferi olarak görenlerin,
ahlakı dışlamalarından daha doğal ne
olabilir ki?
Hele bir de, ulaştığı her makam, zenginlik ve politik güçle,
tatmin olmayan, bireysel ihtirasları öfkeyle beslene gelmişse onda ahlak, zaten
soksan durmaz!...
Demokrasi ne sadece sandıktır, ne de %50+1 Milli İrade’dir .
Nicel üstünlüğü sağlamak zafer sayılınca yöntemin gayri-yasallılığı
ya da kirlenmişliği önemsenmez. Siyasette, nicelik Milli İrade adına nitelikleri
yok sayan baskın karakter halini almışsa, bu tanımına göre her türden ayak
oyunu da siyasetin fıtratı - cilvesi sayılır hale gelir… Ki bu siyaset ne
sağlıklıdır ne de ahlaki..
*
Özetlersek : “Sağlıklı siyaset ahlaklı siyasetle başlar”.
*
Siyasetçilerden, ahlak kuralları ve yasalar çerçevesinde
görev yürütmeleri gerektiğine dair şeref ve namus sözü vererek yönetime talip
olmaları istenir. Bu yemini ederler de!...
Ne var ki daha ilk adımlarında, ülkenin bekası ve toplumun
refahı adına ne yapacaklarını düşünmek yerine, gelecek seçimdeki ikbal
kaygısına düşüp bu yemini unutuvermek, kirlenmişlik değil midir? Ya bir de
siyaset, hırsları gerçekleştirme fırsatı olarak görülürse….!
Bu telaşla atılır kirliliğe ilk adım… Ve devamında kirlenen
olmakla kalınmaz, “kirleten” de olunur.
*
Siyasetçinin asli görevi, toplumsal ahlaka uygun biçimde hukuk
düzenlemesinde görev üstlenmektir. Göreve başlarken edilen yeminle de, bu asli
görevin hakkıyla yerine getirileceğine dair toplum huzurunda verilmiş şeref ve
namus sözüyle siyasetçi kendisini yükümlü kılar.
Sözün yerine getirilmemesi durumunda, yemin sahibinin
düşeceği durum ve hak edeceği sıfat kendi yemini ile millet huzurunda ta baştan
karar altına alınmıştır. Ne yazık ki; kirlenmişlik öncelikle bu yeminin bozulmasıyla
başlar
*.
Özetlersek: Ahlakı dışlayan siyaset kirlidir…
*
Hele hele; bir toplum kirli siyasetçiyi, fırsatlar
yaratarak, kılavuz karga rolüyle meydanlara sürmüşse, artık o toplumun -
burnundan topuğuna - nelerin içine batacağı ta başından bellidir. Ülkeleri
açmazlara sokanlar işte o basiretsiz kargalardır. Şu da mutlak bilinmelidir ki;
o basiretsiz kargalar kadar, o kargalara geçit verip ortam hazırlayanlar da suçun
asli faili ve ortağıdır.
“Çağının tanığı olmak yetmez” diyerek gücünün, aklının,
bilgi ve birikimlerinin yettiği oranda; ışık olmak, toplumun gözü kulağı, en
çok da dili olmak adına yola çıkanlar siyaset arenasında hak ettiği yeri
alamıyorsa; bu da kirlenmişlikte madalyonun öteki yüzüdür.
Eğer siyaset arenasında yer tutmak için, ya “suya sabuna
dokunmaz olmak” ya da “icazetli yandaş olmak” ön koşulları isteniyor ve bu
durum bir kirlenmişlik olarak görülmüyor ve karşı durulmuyorsa, ne kargaların
kılavuzluğundan, ne de burunların batmışlığından şikayet etmeye kimsenin hakkı
yoktur!...
Ne yazık ki; yeterli eğitim düzeyine ulaşamamış toplumlar siyasetin
kirlenmişliğinden çok fazla rahatsızlık duymazlar. Zira bu durum onlara “işin
fıtratı” olarak öğretilmiştir.
Öfkeli söylemlerle sokak ağzının siyaset meydanlarına
taşınması da bu işin bir başka ayağıdır.
Bu durumun toplumda yarattığı tahribatlar sayılamayacak
kadar çoktur. Biz bu olumsuzluklardan iki önemli başlıkla yetinelim:
Aydınların büyük bir bölümü, kirlenmişlikten ötürü saygınlık
erozyonuna uğramış siyasete soğuk bakmaktadır. Bu soğuk bakışın meydanları
kimlere bırakacağı “örneklerinden” bellidir.
Toplumsal yönetim bilimi olarak tanımlanması gereken
siyaset, kirlenip de; liyakat – bilgi ve yetkinlik göz ardı edilince, devletin
temel taşları kurumlar, işlemez hale gelirler.
Şu, açık bir gerçektir ki “bilgilileri yetkisiz; yetkilileri bilgisiz, aydınları ilgisiz” toplumlarda
siyaset, çıkan çivileri yerine oturtamaz… Öylesi toplumlarda görülür ancak,
“parlamenter sistemi bekleme odasına aldık!” diyebilecek cesarett(!?!) sahibi
“ileri demokrasi” tüccarları…
Böyle bir ortamda kurumların, güvenilir biçimde, yasal
çerçeve içinde işlevlerini sürdüremeyeceği açık değil midir?.
Eğitiminden hukuka, sağlığınsan maliyesine, ithalatından
ihracatına, ordusundan, polisine…en geniş yelpazede tahribata uğramış
kurumların topluma yeniden kazandırılmasının çok kolay olmayacağı açıktır.
Ancak “erken başlamak için bugünden başlanmalıdır” ilkesinden hareketle siyasi
ahlakın tolumda hakim kılınması adına ilk adım atılmalıdır. Ve bu adıma tepeden
başlanmalıdır. Bu zorlu süreç göze alınmalıdır.
*
Özetlersek: Zorlu süreçler göze alınırken; kimlerin de
“kimler kadar” cesaret sahibi olmaları gerektiği yakın tarihimizde açıkça beyan
edilmiştir.
*
Gün olup da; iktidarı paylaşmak zorunluluğu hasıl olunca
“hesap yolunu” kırmızı çizgiler içine aldırma ve “saraylara” uzanan yolları kesme
gayretleri karşı operasyon olarak ortaya konacaktır.
Bir seçim sürecinin üzerinden henüz “bir zaman” geçmemişken
olası bir seçim yenilenmesi talepleri aynı oyunun farklı bir ayağı mı acaba?
*
Ah be kir; örtünmeye çalıştıkça daha çok açıkta kalmakta
edep yerlerin!..
*
Ninem derdi ki; “Kir paçadan akmaya başladı mı; şalvarı dize
indirmek faydasız… ”
(DEVAM EDECEK….)
25. 07 2015
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ
mehmethalilarik@gmailçcom
0535 202 11 61
***
ANLARSIN!...
Zafer sarhoşuyken sen;
Tam da;
savcı da,
yargıç
da,
tanık da benim derken…
Ve güç bende nutukları çekerken…
Dönü verir
devran…
*
Şaşarsın!…
Çığlıkların da
dindiremez öfkeni…
Alevlerde kalırsın;
Kinin
düğümlenir boğazında… yutamazsın!..
Saldırgan tavrını aynada görsen;
Kendini tanıyamazsın…
*
Geldi mi işin sonu, son istasyon muydu bu!?..
Gelmez kimse yardımına,
bekleme!... kes umudunu…
Sönen ocağın baykuşu çoktur!...
sana söylemediler mi bunu!?...
“Zulmile abad olmayı yeğ tutanın berbattır sonu!..”.
*
Tarih yazmanıdır gerçeğin…
unutturmaz…
yan tutmaz!...
Vaktolup erişince gün; suyu çekilir çeliğin!...
“Ne sultanlar, ne tiranlar gördü bu devran…”
Hitler, Mussolini, Pinoşe..
Saddam,
Çavusesku…Markos, Mobutu…
Ve yüzlercesi; kurtulamadı
tarihin çizdiği sondan…
Gün olur, devran döner;
Sırça
köşkler kırılır…
biter saltanat;
Tek başına yarıyolda… kalakalırsın!..
Savcısıyım dediğin divan, senin için kurulur.
Geçmişin
hesapları, bir bir sorulur!...
Bitmiştir deniz, gelmiştir sonu… y o-l u n
Tükenmişliğin resmidir bu!...
Tarih ister ki;
Çizdiği resimlerden ibret alınsın!...
*
Gözyaşıyla kurulur vicdanlarda mahkemenin hası;
Ve o gün,
silinir gönüllerin pası!…
Vaktolup erişince gün;
Ve
işte o gün…artık sen mah-kum-sun!...
*
Tak edipte cana,
kalkmayagörsün
onyedisinde
bir yumruk;
havaya!...
Ve hatta;
düşmüşse
baharında bir çocuk taprağa…
Ve sarılmışsa tabut albayrağa;
Ne haller
olduğunu anlayamazsın!...
Düşen yeşil yaprağa inat,
can
kesiilir yürek!..
kıpkızıl kan…
kesilir bayrak!..
Ve tek yumruk olur milyonlar
Ve
çocuk kokar toprak!...
*
Dil susar…
Vicdan susar mı sanırsın!?...
Ve işte o gün…
a n- l a
r- s ı n!...
son istasyondasın!....
Başın döner… Dolanır ayakların… …
Ve o an;
canlar gelir
aklına;
canını yaktığın canlar!.
Silivri, hasdal, hadımköy, Buca, Mamak… Ulucanlar!...
*
Bil ki; vicdanındır, yapışan y a-k a-n a…
*
Kala kalmışsındır ortasında yolun;
kesilmiştir
soluğun…
Vicdanın da dışlamıştır seni;
yıkılmıştır sığınacak kovuğun…
ve
gelmiştir sonun!..
Son çare;
Öyle yazar
tarihler..
Ya havluyu atarsın, ya bırakıp kaçarsın!..
*
Milyonlar ayaktaysa; bil ki;
görünmüştür ışığın ucu..
Gidicisin…
zorlama…
kabullen
sonucu!..
Der ki Köroğlu; “zulm ile abad olanın ahiri berbattır!..”
Ve Dadaloğlu; “Kurtlar sofrasına dönmüşse ülke;
isyan
haktır!...”
Demez, bu Osman; Bu Haşmet, Bu Ramazan bu Şaban;
Tarih bu!... gün
gelende;
görev ifa olacaktır!..
Verilmemiş hesaplar bir bir sorulacaktır!...
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ