NİTELİKLİ
DEVLET ADAMI
Ali Kemal GÜL
Türk-İslam
Kültürü ve geleneğinde Devlet adamı deyince, sessiz kitleye mensup Türk
Vatandaşı olarak neyi anlıyoruz? Devlet adamı hangi niteliklere haiz olmalıdır?
Bu önemli konuyu irdeleyebildiğimiz kadarıyla özetlemeye çalışalım:
Devlet
adamı yaşamak için değil, yaşatmak için vardır. Devlet adamı özel hayat bilmez,
kamu hayatı için üretme Onun izlediği hayat çizgisini oluşturur. Devlet adamı
eğer yanacaksa, yakmamak için yanar. Devlet adamını fanatikler değil, hakka
veya adalete saygı duyanlar destekler; hak ve adaletin gerçekleşmesi Onun
birincil önceliğidir. Devlet adamı bütünün yanındadır; ötekileştirmez, ayrıştırmaz,
bütünleştirir. Devlet adamı insanlar arasındaki var olan/olabilecek
ihtilafların ortadan kaldırılmasına çalışır, uzlaşmaya öncelik tanır. Devlet
adamı alçak gönüllüdür, sever ve sevdirmeye çalışır. Devlet adamı öfkeden
uzaktır çünkü öfke ile kalkanın zararla oturacağını bilir. Devlet adamı cahil
cesaretinden uzak kalmaya çalışır, tedbire ve bilinçli şuura öncelik tanır.
Devlet
adamı, millettin kutsallarına saygı duyar; itibar için değil, makam için değil,
millete hizmet etmek için, milletin maceralara sürüklenmemesi için, huzur
içinde yaşanması için ödün vermeden çalışır.
Devlet
adamı, millet olarak, ‘‘acıda ortak sevinçte ayrı’’ olmanın ne kadar tehlikeli
olduğunu görür, ülkeyi karışıklığa/bölünmeye sürükleyeceğinin rahatsızlığını
duyarak tavizsiz müdahale eder.
Devlet adamı vicdana hitap ederek konuşur;
sükûnet önceliğidir, konusunda kendini geliştirecek uğraşılar, projeler
üzerinde kafa yorar, üretmek Onun misyonudur, istikrar önceliğidir, çok yüzlü
değil saygın kişiliğe sahiptir.
Devlet adamı hiçbir karşılık beklemeden veya
mazeret üretmeden kendini milletine hizmette bulur, yanlışları anında
düzeltmeye çalışır.
Devlet adamı, din ile politikayı ayırır; dini
siyasete alet etmenin, siyaset için dini kullanmanın İslam tarihini nasıl bir
kan ve dehşet tarihi haline getirdiğini unutmaz; yüce dinimizi manevi makamında
bırakmaz dünya işlerine bulaştırmaya kalkarsanız tefrikanın kaçınılmaz olduğunu
görür ve bilir.
Devlet adamı, bu bilinç ve anlayışla, İslam
tarihinde yaşanan ilgili vakaları unutmaz, unutturmaz; kılıçlara geçirilen
Kur’an sahifelerini unutmaz; Kerbela’yı unutmaz; bütün Emevi sülalesini ortadan
kaldırdığı için ‘’Seffah’(burada’’ kan dökücü’’)’sıfatıyla anılan Abbasi
halifesini unutmaz; haricileri unutmaz; Hasan Sabah’ın haşhaşilerini unutmaz;
İslam dünyasını kana bulayan Şii-Sünni çatışmalarını unutmaz.
Devlet adamı özellikle bir ahlak ve fazilet
abidesi olan tevhit ve vahdet dini İslami, mezhep kılıfı altında sunarak,
mezhepçilik yaparak, Müslüman halkı birbirine karşı kışkırtıp toplumu çözmeye/
ayrıştırmaya yönelik toplum mühendisliği yapanları anında tasfiye eder.
Devlet adamı, yüce bir kavram olan Dini beşeri
ideolojilerle yarıştırmaz; Allah ile kul arasına girmez; Allah ile insanları
aldatmaz; yüzlerce yıllık İslam tarihinden ibret alır yeni fırkalar oluşturmaz.
Bu noktayı açarak vurgulayalım: Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinde, fikir ve inanç özgürlüğü temelinde din ve
devlet işlerini birbirinden ayıran ‘’laik sistem’in, devletin çatısını
oluşturan anayasanın değişmez maddeleri arasına alınarak neden benimsendiğini
ve ödünsüz uygulamaya sokulduğunu, yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz
tecrübelerle çok iyi anlıyoruz.
Devlet
adamı liyakate ve sadakate öncelik tanır, efendimcileri sevmez, gereğinde
‘’hayır’’ diyebilenleri sever, hesap vermeye her zaman hazırdır. Devlet adamı
her zaman milletiyle beraberdir, zikzak yapmaz, emin adımlarla ilerler, günlük
değil uzun vadeli düşünür ve görür. Devlet adamının belleğinde yandaş değil
vatandaş vardır, vatan vardır ve vatana hizmetiyle ebedileşebileceğini bilir.
Devlet
adamının kullandığı dil, amaç olanı araçlandıran, ideal olanı itibarsızlaştıran bir dil
değildir; bu dil Alparslan’ın, Osman Gazi’nin, Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN
dilidir; bu dil gücünü 1299 ruhundan alır; bu dil 1919 ruhunun dilidir.
Devlet
adamı, orta ve uzun vadede millet olarak hedefimizin Türk-İslam Devletleri ile
İslam Âlemi ile kültürel, sosyal, iktisadi ve ekonomik alanlarda
bütünleşmemizin tarihi bir borç ve zorunluluk olduğu gerçeği ortada iken, bütün
etnik toplulukları içeren bir siyasi ve kültürel Tarihin ortak adı olan ‘’Türk
Milleti’’ kavramını ırka indirgemek, Türküm sözünü bir etnisiteden ibaret sayıp
mahküm etmek en büyük bölücülük olduğunu bilir ve bu tür söylem ve eylemleri
mahküm edecek tedbirlere öncelik verir. Çünkü bu tür söylem ve eylemler Türk
Dünyasına karşı bizi itibarsızlaştırdığı gibi, Türk Kimliğini inkâr ediyorsan,
sen kimsin? Derler… Ve hangi inşa edilmiş bir projenin parçası olduğunu görür.
Devlet adamı, Bilge Kağan’ın tespitiyle ‘’Ey
Türk Milleti! Sen, aç olunca tokluk nedir bilmezsin, fakat tok olunca da açlık
nedir düşünmezsin! Böyle olduğun için, seni yüceltmiş olan kağanın sözünü
tutmadın. Onun sözünü almadan yerden yere vardın. O yerlerde tükendin.
Geri
kalanlarınla, daha da zayıflayarak öle yite yürüyordun…’’sözlerinde olduğu gibi
Türk Milletinin bugün de Bilge Kağan’ın veya ondan 1300 yıl sonra Türk adı ile
bir devlet kurmuş olan Atatürk’ün sözlerinin büyük ölçüde unutmuş olduğunu, bu
yüzden hedefini kaybetmiş gibi göründüğü tespitinin verdiği rahatsızlıkla, bu
kör ve çarpık zihniyete karşı savaşır.
Devlet adamı, Ziya Gökalp’ın ifadesiyle,
‘’Türkçülüğün siyasi bir parti olmadığını; ilmi, felsefi, bedii bir okul
olduğunu, başka bir tabirle, kültürel bir uğraşı ve yenilik yolu olduğunu; bu
sebepledir ki, Türkçülük, şimdiye kadar bir siyasi parti şeklinde mücadele
meydanına atılmadığını, bundan sonra da şüphesiz atılmayacağını’’ bilir ve bu
kavramları özümseyerek, kendini Türk Milleti’nin hizmetine vererek Tarihte
onurlu yerini alır.
Devlet adamı, milli güvenliğimizin teminatı
stratejik sınırlarımız olan Misak-i Milli sınırlarının, dünyada Türkün yaşadığı
her toprak parçasından geçtiğinin şuuruyla davranır, Türkün, ulusal ve
uluslararası yasal haklarını ve güvenliğini teminat altına alacak politikaları
ve eylemleri tavizsiz yürütür.
Ve
devlet adamı odur ki, kucaklayıcıdır,
her türlü ayrımcılıktan uzaktır; şefkatlidir, insanı yaşat ki devlet yaşasın
düsturuyla hareket eder; adil ve hakkaniyetlidir, milletin her bireyine vekâlet
eder, dolaysıyla her gruba, her inanca, her siyasi düşünceye aynı mesafededir.
Ve kadınımız hakkında ‘’başörtülü bacı’’, ‘’çapulcu’’ifadeleri ile yüksek
perdeden ayrımcı söylemlerin aksine, başörtülü bacıya da, çapulcuya da aynı
gözle bakan Yunus Emre ruhuna ihtiyacın olduğunu görür.
***
Birey
olarak, toplum olarak unutmamamız gereken bir tespitle yazımızı sonlayalım:
Tarih boyunca kardeşlik, sevgi ve saygıya dayalı olarak sürdürülecek bir hayat
karşısındaki en büyük engel, ilahi hikmet gereği, var oluşunu muhtelif ırk, din
ve dil, kültür ve farklı düşüncelere mensubiyetle gerçekleştiren insanların, bu
durumu bir zenginlik olarak görmek yerine, çatışma, güvensizlik ve ayrımcılık
zeminine dönüştürme girişim ve eğilimleri olagelmiştir. Bugün de yaşadığımız
her türlü olumsuzluğun ardında söz konusu çatışma, güvensizlik ve ayrımcılık
girişim ve eğilimlerinin olduğu muhakkaktır. Bunda ise gönül iklimindeki
duyarsızlaşma ve yozlaşmanın büyük bir payı vardır.
Mazlum
toplumların sığınağı, asilerin ve zalimlerin korkulu rüyası olan, engin, soylu
ve insani vecibelerle mücehhez Şanlı Tarihimizde olduğu gibi temennimiz odur
ki, huzur ve barışı önce kendi iç dünyamızda yakalamak, adım adım onu çevremize
ve dış dünyamıza taşımak, şiddet ve terörün, her türlü ayrımcılığın ve haksızlığın
yok olmaya yüz tuttuğu ve insanlığın birbirine sevgi ve kardeşlik elini
uzattığı, gücün ve hırsın değil; ahlakın ve yüksek insani değerlerin egemen
olduğu, bütün insanların hoşnut olduğu bir dünya inşa etmektir. Gönül ikliminin
zenginleştirildiği bir hayat sürmektir.
***
10
Ağustos da gerçekleştirilecek, devlet adamı vasıflarına haiz Cumhur Başkanı
seçiminde Türk Milleti’nin en isabetli kararını vereceği dilek ve
temennisiyle... Saygılar.
A.Kemal
GÜL
16.07.2014