28 Mayıs 2014 Çarşamba

BAŞARI UFAK, ÖDÜLLER BÜYÜK; CEMAL ÇALIŞKAN

               BAŞARI UFAK, ÖDÜLLER BÜYÜK
CEMAL ÇALIŞKAN
Türk insanı bir zamanlar, bizden bir şey olmaz derdi. Bu fikir zihinlerde meşrutiyetten itibaren nasırlaşmıştı. Atatürk “Bir Türk dünyaya bedel” sözünü bu sabit fikri Türk insanının zihninden yıkmak için söylemişti. Ayrıca “ Yurtta sulh, dünyada sulh sözünü” de içerde barış yapılmadan dışarıdaki barışa ülkenin katkısı olmayacağını vurgulamak için söylemişti. Bazıları bu sözlerin felsefi derinliğini incelemeden dudak bükerek küçümsediğini biliyoruz. Bazıları Atatürk tarafından söylediği için bu sözleri küçümserler,  anlamadan karşı olmayı birer marifet sayarlar. Günümüzde Kürt sorunuyla birlikte içerde sulhun ne kadar zaruri olduğu daha iyi anlaşılmıştır. Bu sorunu çözmeden Türk devleti önünü nasıl görecektir? Dünya barışı, Osmanlı gibi dış dünyaya kapalı olmakla, ilgilenmemek sağlanamaz
Yazımın başında ifade ettiğim gibi Türk devleti, milletler arası yarışmalarda tarihiyle uygun düşen hiçbir başarı gösterememiştir. Arada bir başarı gösterenlere gösterdikleri başarılarının çok üstünde ödüller vermekle, sporcuları şımarttıkları için ayni başarıyı o sporcular devam ettirememişlerdir. Başarı yerine başarısızlığı seçmişlerdir. Aldıkları maddi ödüllerle adamların yedi sülalesini doyuracak kadar paraya boğarsanız, başarısızlıktan başka nasıl bir sonuç bekleyeceksiniz?
AKP’nin ilk dönemlerinde milli sporcular az bir başarılarına karşı, büyük ödüllerin verilmesi, sonraki başarılarına ket vurmuştur. Öncelikle bu insanlara maddiyattan önce maneviyatlar verilmiş olsaydı, başarılar devam ederdi. Örnek olarak İsimlerini okullara, şehirdeki parklara caddelere vermek bir başka türlü ödül olabilirdi. Çünkü spor sadece maneviyatsızca parayla olacak ve yaşatılacak meslekler olmaz. Türk toplumu kadar ufak bir olayı büyüten, küçük bir başarıyı deve yapan bir başka ülke ve millete rastlanmaz.
Türkiye her türlü dalda emek vererek büyüttüğü insanları, takip edip koruyamadığından elimizden kaybolup gitmektedir. Günden güne büyüttüklerimiz küçülmekteler. Çünkü büyüklüğün ahlaki kültürel ve hazım edilmiş bir alt yapıya sahip olmamışız. Bizden pireyi deve yapmada, bizden olmayan develeri de bit yapmada üzerimizde kimse bulunmaz. Bu ahlaki alt yapı tarihi birikimimize rağmen yoktur. Bazısı tarihi birikimi inkârda, bir takımı da bu birikimi ilahlaştırmakta yarış halindedir. Birikimi insanlar ve toplumlar realiteye göre kendileri ayarlarlar. İfrat ve tefrit yapılıyor. İtidale, orta yola kimse girmiyor.
 Türkiye’den başka ülkelerde, hangi dalda başarılı olmuşsa insanlar, o başarıyı öncelikle sürdürmesi için tedbirler almışlardır. Başarılı oldu diye, egosu ve yedi ceddi zengin edilmez. Bunun aksini yapan devletimiz, daha sonra bu insanların arkasını aramazlar. Devletimiz anlarla uğraşmakta, adeta devlet gibi değil, fani insan gibi yaşamakta ve yapmaktadır. Dün başarılı ve güzel ahlaklı olanlar, ertesi gün de ahlaksız ve şerefsiz olarak yansıtılmakta yerin dibe batırılmaktadır. Böylesi tutarsızlıklar her yerde kol geziyor.  Bir insanı yermek ve övmek için peygamberimiz “ Bir insan hakkında şahadet edebilmek için o kişiyle: Ya alış veriş yapacaksın, ya komşuluk yapacaksın ya da yolculuk yapacaksın” buyurmuştur. Bunlardan hiç birini yapmayan insan, başka birinin iyi veya kötü olduğu konusunda söz etmemesi gerekirken nerdeyse bazısını “cennete” bazısını “cehenneme” koymaya can atıp karar veriyor. Kendisini ilah yerine koyuyor. Bu konuda söz söylemesi ne kadar doğru oluyor? Düşman olduğun kişiyle yarın dost, dost olduğunla da düşman olma olasılığı her zaman mümkündür. Efendimizin buyurduğu gibi övgüde ve yergide ölçüyü kaçırmamalıyız.
 Bizler 1876–1839 Meşrutiyet -Tanzimat ve Cumhuriyetin ilanıyla birçok değişimleri yaşadık.  Avrupalı olabilmek için de değişimleri sürekli hale getirdik. Fakat kafa ve zihinlerimizi bir türlü değişime tabi tutamadık. Bütün bunları, eski alışkanlıklarımızdan kurtulup olayları sorgulayıp akıl süzgecinden geçirme, anladıklarımızı eleştirme süzgecinden geçirme seviyesine ve düşüncesini ulaşamadık. Peki, aşağı yukarı bu değişim başlayalı iki yüz yıla yakın bir zaman geçti. Bu konuda bir arpa boyu yol alamamışız. Hala eski menfaat ve tembellik alışkanlıklarımızdan kendimizi kurtarabilmiş değiliz. Niçin ilim sahiplerine ve toplumdaki hayır sahiplerine sırf bizden olmadıkları için saygısızlık yapıp düşmanlık göstermekteyiz? Türk basını da eften püften bedensel güzelliğine sahip olanları büyütülerek öne çıkarmaktadır? Demek ki basın,  göz nuru döken, alın teri döken ülkesi ve insanlık adına bir şeyler üreten ilim sahiplerine değil, sanatsal adına olanları öne çıkarıyor. Siyaset kaliteli insanlara değil, oy getirisi olanlara sahip çıkmıştır. Rahmetli Atatürk ise, kalitesi ve ülkeye getirisi olanlara sahip çıkmıştır.
Son olarak kömür kazasında vefat edenler aklıma, önceki yıllarda Genel Kurmayın üç aylık” acemi askerleri dağda PKK haydutlarının karşısına gönderip de pisipisine şehit edilmesini hatırladım. Bütün bu yapılanlar ceza müeyyideleri olmadığı için basında yazılıp çizilenleri Genel Kurmay gündemine almadı. Gençlerimiz haydutların namlularına hedef edildi. Aynen bunun gibi Kömürlerde çalışanlarda hiçbir eğitim görmeden bu tehlikeli çalışma ortamlarına sürüldüler. Ölenler öldükleriyle kaldı. Her şey unutuldu. Soma kazasıyla birlikte baskılar artınca nerdeyse, İktidar bütün dinin müjdelerini ve ülkenin kaynaklarını oraya aktarma çalışmalarını duyurmaya başladı. Peki, önden ölenlerin hakları ne olacak. Dinimiz haktan ve adaletten ayrılanları “ZALİMLEROLARAK” İSİMLENDİRİYOR. Zalim olmak isteyenler hakları olmayanlara ülke kaynaklarını aktarmaya devam etsinler.  Allah bir daha milletimizin başına böylesi kazaları getirmesin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder