27 Aralık 2014 Cumartesi

ERMENİ SORUNU DOSYASI : Ermeni taziyesinin perde arkası.., Ahmet TAKAN

ERMENİ SORUNU DOSYASI: 
Ermeni taziyesinin perde arkası..
Ahmet TAKAN
“Tarihi açılım”, “2015’e ön hamle yaptı”,  “Tabuları yıkan lider” vs… başlıklarıyla yutturulmaya çalışılan yeni sinsi tezgaha daha ayrıntılı bir şekilde bakalım. Başbakan Recep Erdoğan’ın Ermeni torunlarına sunduğu taziye mesajının ardındaki gerçekleri daha iyi tahlil edelim.
Bu meşhur fotoğrafı hatırladınız değil mi?..
Tarih; 29 Ekim 2004. Yer; Roma.. Türkiye, Cumhuriyet Bayramı’nı ve, Cumhuriyetin 81. yılını kutluyor. Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Gül, “Avrupalı dostlarının” kuşatması altında Avrupa Birliği Anayasası’na imza atıyor.. Kimin gölgesi ve himayesinde?.. Fotoğrafa tekrar dikkatlice bakın; Müslümanların katledilmesi emrini veren Haçlı seferlerinin öncüsü Papa X. Innocenzio’nun heykeli altında.
Vee!.. Tarih 23 Nisan 2014; Başbakan Recep Erdoğan yine Milli bir bayramda Türk Devletinin kuruluş temellerinin ve Milli Egemenlik ilanının yapıldığı anlamlı günde, Türk kanı içen Ermenilerin torunlarına taziyelerini sunuyor, hem de devletin resmi internet sitesinden.
Bütün bu olup bitenler basit birer tesadüf mü?
Hayır!..
Sizleri yine biraz geri götüreceğim. AKP’nin ilk iktidar yılı 2002’ye..
Başbakan Abdullah Gül, Recep Erdoğan AKP Genel Başkanı, Ahmet Davutoğlu dış politikadan sorumlu Başbakan Baş Danışmanı.
Erdoğan’ı yasaktan kurtaracak, milletvekili ve Başbakan olma yolunu açacak sihirli formül çantada bekletiliyor. Ama bir şey lazım; Avrupa desteği… Onun da şartları var..
Okyanus ötesi ile yapılan anlaşmalar ile Recep Erdoğan geniş bir Avrupa turuna çıkıyor. Tek tek ziyaret edilen Avrupa liderlerine iki büyük tavizin sözü veriliyor; 1-Kıbrıs, 2-Ermeni meselesi… Her çıktığı kapıdan Erdoğan “okey” alıyor. Sonra bildiğiniz süreç… Rahmetli Rauf Denktaş’a yaşarken yapılan zulümler ve bugün Kıbrıs’ta gelinen nokta.. Bu arada Abdullah Gül Başbakan iken Ahmet Davutoğlu’nun  gizli görüşmelerle hazırladığı Ermeni açılımı ve futbol topu bahanesi ile yürütülen ve uç veren faaliyetler.
Kurulan sinsi tezgahın sonucunda Abdullah Gül Başbakan Cumhurbaşkanı oldu. Recep Erdoğan milletvekili Başbakan.. Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı..
Muhteşem üçlü “Avrupalı dostlara” o günlerde Ermenilerden özür dileme sözü vermişti. Büyük İsrail projesinin büyük Ermenistan aşamasında en kritik adımlarından biri daha 23 Nisan’da 2014’te atıldı. Özür dilemeye 5 dakika var!..
Erdoğan’ın taziye metni, Ahmet Davutoğlu’nun Başbakan Baş Danışmanlığı döneminde hazırlanan taslak metin. Ama bugün muhteşem 3’lünün saflarında kayma var. Davutoğlu, Erdoğan’a daha yakın siyaset çizgisini tercih edip Abdullah ağbisinden uzaklaştı, Erdoğan sonrası Başbakanlığı garanti etti gibi.
Bu satırları daha iyi anlayabilmek için bir de 16 Nisan Çarşamba’ya, Gül ile Erdoğan arasındaki iplerin  koptuğu geceye gidelim. Hatırlarsanız, 22 Nisan’daki ADSIZ’ta Abdullah Gül’ün Recep Erdoğan’a, “Etraflıca tekrar düşünün. Sizin aday olmanız halinde Türkiye’de çok büyük kaos ortamı yaşanabilir. Ülke sizin Cumhurbaşkanlığınıza şu anki şartlar çerçevesinde hazır değil” dediğini yazmıştım. Biraz daha ayrıntı(!) vereyim. O görüşmede, Gül, Erdoğan’a Cumhurbaşkanı olması için uluslararası desteğe de sahip olmadığını vurguladı. Haklıydı(!) Abdullah Gül. 30 Mart sonrasında Obama ve Avrupalı liderlerden kendisini tebrik eden olmamıştı.
Recep Erdoğan yakın çevresi ile istişare etti.Yurt dışında yaşayan Türklerden oy isteme bahanesi ile çıkacağı Avrupa turundan önce 2002’de verdiği sözlere nasıl sadık kalacağının  işaret fişeğini 23 Nisan 2014’te attı.
Bu arada, yakında bir yerlerden “Çin füzelerinden  vazgeçtik” haberlerini de duyarsanız sakın ha şaşırmayın!..
Gül-Erdoğan devlet görüşmesinin gerçekleşeceği(dün) saatten çok önce kaleme aldığım bu yazıda size son AKP kulislerini de aktarayım;
Başbakan Erdoğan’ın milletvekilleri ve diğer parti organlarıyla yaptığı toplantılarda Abdullah Gül’e kimin ne dediği ve neler konuşulduğu yakın isimler tarafından satır satır not ediliyor. Bu notlar doğrudan Gül’e iletiliyor. Erdoğan da bunu duyunca çok sinirlendi ve “Abdullah Bey AKP tabanına dayanıyor, burada siyaset yapıyor ancak hiçbir zaman bizimle aynı yolu yürümüyor. TÜSİAD’ın temsil ettiği zihniyet ile yol yürüyor” diye büyük tepki gösterdi.
Ayrıca, Erdoğan milletvekilleri toplantısında,  “Parti içinde kimin eksiklerini gördüyseniz, eleştirileriniz varsa, doğrudan bana yazın, özellikle paralel yapı ile ilişkili olanları çekinmeden anlatın. Özel kalem müdürüme talimat verdim mektuplarınızı onun aracılığıyla bana ulaştırın” diye talimat verdi.
Aldığım bilgilere göre, Erdoğan Köşk’te çalışacağı bürokratlar ve danışmanların listesini de tamamlamak üzere..
Hayırlara vesile olur İnşaalah!..
[publicize twitter] [publicize facebook] [category istihbarat]
[tags ERMENİ SORUNU DOSYASI, Ermeni taziyesi]

TÜRKİYE ÇÖZÜLEMEYECEKTİR, Prof. Dr. Mustafa E. ERKAL

TÜRKİYE ÇÖZÜLEMEYECEKTİR
Prof. Dr. Mustafa E. ERKAL
25 Ekim 2014 tarihinde ünlü sosyolog ve fikir adamımız Ziya Gökalp kabri başında törenle anılmıştı. Gökalp, Türk Milletine ve İslam Alemine mensubiyetin birbirine rakip olmadığını, bunların birbirinin
alternatifi olamayacağını bize öğretendir.
            Bu defa Aydınlar Ocağı olarak İstiklal Marşımızın milli şairi, haysiyetli, faziletli, milli endişe sahibi örnek insan Mehmet Akif’i 20 Aralık 2014 tarihinde yine kabri başında rahmetle andık. M.Akif, lale devrinde değil; Osmanlı’nın çöküş ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde yaşamıştır. Eserleri bu buhranlı dönemlerin izlerini taşır. Çanakkale Şehitleri şiirini ancak kendisini Türk olarak hisseden bir deha yazabilirdi. “Türke hiçbir kavmin horoz olmasına tahammül edemem” diyen M.Akif, bize “Türke düşman olarak İslâma dost olunamayacağını” öğreten değerdir. Milli Mücadeleyi destekleyen, şehir şehir dolaşarak halkı uyarandır. İşgalci güçlerin emri altındaki İstanbul hükümetinin kışkırtmaları ile çıkarılan isyan ve başkaldırıları –Konya’da olduğu gibi- bastırılmasına yardımcı olmuştur.
            Gerek Z.Gökalp’in, gerek M.Akif’in görüşlerinden; milli kültürü ile yabancılaşan, milli bağımsızlığı ve egemenliği önemsemeyen, egemenliği paylaştırmayı düşünen, kendi tarihi ile hesaplaşma peşine düşen, dış yönlendirmelere açık siyasetçiler, milli kimliği reddederek Türkiye’nin demokratikleşeceğini zanneden bazı sözde aydınlar öncelikle ders çıkarabilmelidir.
            2014 model Damat Feritler’in, Ali Kemal ve Sait Mollaların aramızda dolaştığı ve sözlerinin geçtiği bir dönemi yaşıyoruz. Damat Ferit’in “Heyet-i Nasiha”sının yerini bugün çözüm olamayacak çözüm sürecinde halkı ikna etmede görevlendirilen “Akiller Heyeti” almıştır. Gülünç duruma düşen bu heyette olmayı doğrusu kimse istemez.
            Fikir adamlarımız ve bizi biz yapan değerlerimiz arasında bazı farklar ve hatta tartışmalar olmuştur. Ancak 1920’leri değil; 2010’ları yaşıyoruz. Değerlerimize bütünüyle sahip çıkarak her birinin tuttuğu ışığı fark edebilmeliyiz. M.Akif, Z.Gökalp, Y.Kemal, N.Adsız, Ö.Seyfettin, A.Hikmet Müftüoğlu neticede vatani ahlak’ta birleşmişlerdir. Önemli olan da budur. Bugün bu değerlerimiz hayata dönebilseler; Türkiye’de olup biten acı ve düşündürücü olayları, milli kurumların altını oymakla uğraşanları, ülkeyi güçsüzleştirmek için ellerinden geleni yapanları, bazı şehirlerde kamu düzenini sağlamayı beceremeyenleri, sınırlarımızı ve toprak bütünlüğümüzü tehlikeye atanları, devlete alternatif yapıları yaratanları bir görselerdi; acaba ne derlerdi? Bugün Türkiye’de terör örgütüne af ve maalesef özerklik tartışılıyor. Türksüz bir anayasa hazırlığı var. Biz Milli Mücadeleyi zaferle sonuçlandırmadık mı? Acaba Türkiye yeni bir meydan savaşı mı kaybetti?
            Osmanlı Balkanlar’dan çözülmüştü. Türkiye ise; Ortadoğu’dan çözülmeye çalışılıyor. Ülkenin geleceğinden çok kendi geleceklerini garanti altına almak isteyen birçok vekilimiz hiçbir tepki göstermiyor. Osmanlıcılık ve paralel yapı gündemde tutularak teröre verilen tavizler adeta gizleniyor. Şimdi de anadille eğitim tartışılıyor. Anadil öğretimi ile, anadille eğitim çok farklıdır. Osmanlı’da da eğitim dili Türkçe idi. II.Abdülhamit bir ihtilaf karşısında hutbenin Türkçe olacağı emrini vermişti. Eğitim dili ve hutbe egemenlik hakları ile ilgilidir. Bunlar da devredilemez. 1876 Anayasası’nda vekil olabilmek için Türkçe bilme ve Türk Kimliği esastı. Bugün milli kimliğin etnik çağrışım yaptığı ileri sürülüyor. Ülkeyi rayından çıkaranların, milli iradeye sığınıp her şeyi tahrip etme hakları yoktur. “Milli iradeyi temsil ediyoruz; şu halde elimizde peşin bir beraat ilamı var” saplantısı da demokratik değildir. Hukuk devletinde alınan reye göre aklanma olmaz.   

25 Aralık 2014 Perşembe

NOEL, İSA VE HIRİSTİYANLAR Nurullah AYDIN; 25 Aralık 2014-ANKARA

NOEL, İSA VE HIRİSTİYANLAR
Nurullah AYDIN
25 Aralık 2014-ANKARA
Ortadoğu kökenli üç dinden; Museviler Musa'nın, Hıristiyanlar İsa'nın, Müslümanlar Muhammed'in ne zaman doğduğuna ilişkin ortak bir karara varamamışlardır. Bunun yanında her din, kendi peygamberinin doğum gününü kutlarken diğer din peygamberinin doğum gününü kutlamaz. 
Noel, her yıl 25 Aralık tarihinde İsa'nın doğumunun kutlandığı Hıristiyan bayramı. Ayrıca Doğuş Bayramı, Kutsal Doğuş veya Milât Yortusu olarak da bilinir. 20. yüzyılın başlarından itibaren Noel, Hıristiyan olmayanlar tarafından da kutlananan, dinî motiflerinden arınmış, hediye alışverişi etrafında yoğunlaşan bir bayram olarak da kutlanmaya başlamıştır. Bu seküler Noel versiyonunda mitolojik figür Noel Baba temel bir rol oynar.
Noel, her yıl dünyadaki Hristiyanların çoğunluğu tarafından 25 Aralık'ta kutlanır. Kutlamalar 24 Aralık'ta Noel arifesiyle başlar ve bazı ülkelerde 26 Aralık akşamına kadar devam eder. Ermeni Kilisesi gibi bazı Doğu Ortodoks Kiliseleri, Jülyen takviminde 25 Aralık'a denk gelen 6 Ocak'ı Noel olarak kutlarlar. Hristiyanların çoğunlukta olduğu ülkelerde pratik olarak Noel tatili yılbaşı tatiliyle birleştirilir.
Bazı Ortodoks kiliselerinin Noel'i Jülyen takvimine göre kutlamasının nedeni, şu an kullanılan Gregoryen takviminin Katolik bir din görevlisi olan Papa XIII. Gregory tarafından düzenlettirilmiş olmasıdır.
Noel sözcüğünün kökeni; Latince Natalis (doğum) kelimesidir. Türkçeye Fransızca Noël (Noel sezonu) sözcüğünden geçmiştir.
Bir diğer iddiaya göre Noel kelimesi, Galya dilinde (Keltçe) yeni anlamına gelen “noio” ile güneş manasına gelen “hel”in birleşmesiyle oluşmuştur ve “yeni güneş” anlamına gelmektedir. Noel kelimesi o devrin putperest toplumunda yeni yılın başlangıcında yapılan şenliklere ad olmuştur. Ayrıca Roma İmparatorluğu döneminde halk, mutlu bir olayı karşılamak ve kutlamak için, duygularını “noel, noel” diye bağırarak dile getirirdi.
Noel sözcüğünün kökeni ile ilgili bir diğer açıklama ise Fransızca “haber” veya “yeni” anlamındaki “nouvelle” kelimesinden geldiğidir.
Noel, Hristiyanlıkta İsa'nın doğum günü olarak kutlanılır. İsa (d. MÖ 8-2 - ö. M.S. 29-36), Hıristiyanlık'taki temel figürdür. Doğum ve ölüm tarihleri ile ilgili olarak kimi tarihçiler ve araştırmacılar farklı görüşler belirtirler. Hristiyanlıkta Nasıralı İsa olarak da bilinir. Hristiyan kaynaklarında ve yer yer Kur'an'da İsa Mesih olarak anılır.
İsa, Roma İmparatorluğu'nun Yahudiye eyaletinde kendisi de bir Yahudi olan Meryem'den dünyaya gelmiştir. Hristiyanlıkta ve İslamiyet'te tanrı tarafından babasız doğduğuna inanılır. Soyu, üvey babası Yusuf'a göre tayin edilir. Buna göre soyu Davud peygambere dayanır
Hristiyanlara 300 yıl kadar süren baskıların ardından Roma İmparatoru Büyük Konstantin, M.S. 313 yılında Hristiyanlığı kabul etti ve Roma'da Hristiyanlığa ve diğer dinlerle birlikte resmen izin verdi. Zamanla Hristiyanlık Roma İmparatorluğu'nda en yaygın din haline geldi.
I. Constantinus'un diğer pagan gelenekleri gibi (kutsal pazar günü, İsis modeli Meryem Ana vb.) güneş gününü de toplumda barışı korumak ve karma bir din oluşturmak adına Hristiyanlığa adapte ettirdiği ve İsa'nın doğum günü olarak kabul ettirdiği iddia edilir.
Bazı kaynaklar İsa’nın doğum günü olarak 25 Aralık'ın seçilmesinin, 3. yüzyıl başlarında İsa’nın ölüm tarihinin 25 Mart olarak tahmin edilmesiyle bağlantılı olduğunu rivayet etmektedirler. Aralarında Ermeniler'in de olduğu Doğu Hristiyanları ise 6 Ocak (Epifani) tarihini üçüncü yüzyıldan itibaren Noel olarak kutlamaya başlamıştır.
Roma İmparatorluğu'nda İsa'ın doğumu anısına kutlanan bayramlarla ilgili en eski tarih olarak, 325 ve 336 tarihleri söz konusu edilmektedir. Buna göre Noel bayramı İmparator Büyük Konstantin'in saltanatının sonundan itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Bu İznik'te yapılan Birinci Konsül (325) tarihi ile örtüşmektedir.
M.S. 354 yılında Papa Liberius, 24 Aralık'ı 25 Aralık'a bağlayan geceyi İsa'nın doğum günü yıldönümü olarak ilan etmiştir.
Ermeni Apostolik Kilisesi Mensupları: Türkiye'deki en büyük Hristiyan grup olan Ermeniler Noel'i 6 Ocak tarihinde kutlarlar. Tebrik şekli: Krisdos Dzınav yev haydnetsav! (Mesih doğdu ve belirdi) ve Orhnyal e Dzınuntı yev Haydnutyunı Krisdosi! (Mesih’in doğuşu ve belirişi mübarektir), veya Mutlu Noeller!
Rum Ortodoks Kilisesi Mensupları: Rumlar Noel'i 25 Aralık tarihinde kutlarlar. Tebrik şekli: Kala Hristuyenna! (Mesih'in doğumu kutlu olsun) Καλά Χριστούγεννα veya Mutlu Noeller!.
Süryani Kilisesi Mensupları: Süryaniler Noel'i 25 Aralık tarihinde kutlarlar. Tebrik şekli: Yaldo Brikho!
Katolik Kilisesi Mensupları: Levantenler Noel'i 25 Aralık tarihinde kutlarlar. Tebrik şekli: Mutlu Noeller! (http://tr.wikipedia.org/wiki/Noel)
İsa’nın doğumunu, Hıristiyanların Noel’ini kutlar;  kardeşliğe, sevgiye, hoşgörüye, barışa vesile olmasını dilerim.

ARİFLİĞE GİDEN YOL

ARİFLİĞE GİDEN YOL
Cemal ÇALIŞKAN
“Arifliğe dalmayan karşındakini hor görür, arifler geleceği seyreyler. Öbürü benden korktu zanneyler.”
Allahtan gayrıya kör ol, Kalbi Hakka yönelt, yüzün secdede ol, yönünü kıble yap. Arifliğe giden yol öncelikle efendimizi dinleyelim “İmanın tadını şu üç kişi tatmıştır.1-Ençok Allah ve Resulünü sevmek 2-Sevdiğini Allah için sever, kızdığına da Allah için buğuz eder 3- İslami seçtikten sonra eski dinine dönmeyi, ateş çukuruna düşmek gibi görür.” buyurdu. Özellikle bu yolun yolcuları, haramsız bir mideye sahip olmak gerekir. Çünkü efendimiz “Midesinde haram lokma olanın, kırk gün duası kabul olunmaz” buyurmuştur. Ariflik yoluna girme niyeti olan kimse merdiven basamaklarını her gün bir üst basamağa çıkarak sabırla yükselmeye çalışır. Yunus diyor, yolum vardır bu erkândan içeri” Mevlana devam ediyor ”Yol izin ver sözlerim bildiğince yol alsın. Ya da bırak susayım, her şey gönlümde kalsın” Arifliğin yolunu anlatanı dinleyebilelim. Yunus Emre” Çıktım erik dalına anda yedim üzümü, Bostan ıssı kakıdı der, ne yersin korumu”. Arif olmayan bunu nasıl anlayacaktır? Erik burada şeriatı anlatır. Şeriat İslam dinidir. Tarikattan önce Şeriat gelir. Üzüm ise, tarikattır. Burada erikte büyük bir çekirdek var. Bu sebeple eriğin yarısı faydasızdır. Şeriatta olanların amelleri yarısı pozitif, yarı ise negatif amelleriyle yaşamalarına izin verilir. Üzüm ise, genellikle ufacık çekirdeği bile olsa, o da yenilir. Tarikatta yürüyenin amelleri çoğunlukla pozitif olmalıdır. Hakikat remzini anlatan ise cevizdir ki, tamamı insan için faydalıdır. Bu hakikat yolunda yürümek çok zordur. Bu yüzden Mevlana” Bu sempten koku almayacaksan gelme, Bu ırmaktan testini doldurmayacaksan gelme! Kendini tamamıyla ona bırak! Bu seviyeye varmış olan Yunus, Şeyhinin dergâhına eğri odunun bile girmesine izin vermemiştir. Burası hakikat bölgesidir. Topunun başı eğilsin.
Aşktır ancak sana Burak! ”diyor. 
Bazı sahabeler” Ya Resülullah senin yanında iken melekler bizimle müsafaha yapmakta yarış yaparken senden uzaklaşınca ruhen değişmekteyiz. Meleklerde bizi terk etmektedir.” derler. Efendimiz siz hakikat makamında devamlı duramazsınız, o makamda durabilmek demek Yunus Emre’nin kırk yıl Tap tuğun tekkesine düz odundan başka odun taşımaması demektir. Eğri adamın bırak dergâha gelmesini, ocakta yanacak eğri odunun bile dergâha girmesine izin yoktur.
Tarikatın yolları şeriatsız bulunmaz. Hakikatin yurduna marifetsiz varılmaz. Orası Hallaç gibi kanıyla abdest alıp iki rekât namaz kılanların makamıdır. Rabia Hatun gibi hem dünya hem de ahiretten geçebilmek var. Çokluktan birlik Tevhit makamına geçebilmek var. İbrahim Ethem gibi tacı tahtı atabilmek var. Müşrikler peygamberimize şunu diyordu” sen birçok ilahı, bir ilah mı yapmak istiyorsun? Bir ilah evreni nasıl idare edecek?”
Cemil Meriç “Düşünmeli; düşünceler üzerinde düşünmek. Sonra da o düşüncelerin etkisinden kurtularak tekâmül yolculuğunu sürekli hale getirmek”. Yani okuduğu şeyi Ariflikle okumak, marifet yolculuğunu devam ettirmektir. Öz ağlayınca göz ağlar. Göz ağlayınca semalar ağlar. Firavunun ve avenesine gök ve yer ağlamamıştı, ama Mazlumun ağlamasına gökler titrer. Dendi. Düşünmeyenler nasıl fark edecekler. İşte Kuranı Mübin’deki sıkça geçen siz hiç düşünmüyor mu sununuz sorusunun nedeni bu değil mi? Gizlide açıkta Ariflik hep onunla olmaktır. Ya olduğun gibi görünmek ya da göründüğün gibi olmaktır.
Arif olanlar ancak marifet sahibini tanır. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz.lerinin iki oğlu vardır. Birisi ayyaş, diğeri sofudur. Her ikisini üçler, yediler ve kırklara kavuşması için bir uçurumun kenarına götürür.  Der ki, haydi oğlum kırkla karışın. Fakat uçmaktan Sofu korkar. Ayyaş olana haydi oğlum kırklara karış der. Tereddüt etmeden uçar karışır. Buna benzer bir olay: Şeyhin oğlu nasıl olduysa içki müptelası. Her zaman meyhanede!  Babasının haberi olur. Meyhaneciye ne kadar içerse içsin, ondan para alma. Ben ödeyeceğim der. O günden sonra oğlu bedava içki içmeye devam eder. Bir gün gelir, Şeyhin oğlu meyhaneciye sorar. Bu içtiğim kadehlerin parasını veren kim? Baskı yapınca söylemek zorunda kalır.  Baban der. Oğlan yaptığı densizliklere üzülür. Babasından af diler. Şeriat yoluna koyulur, sonra tarikatta hayli yol alır. Hz. Mevla” Yaşam gülmeyi, sevgi hak etmeyi, vefa unutmamayı, dostluk sadık kalmayı bilenler içindir. ”demiş. Önemli olan “elestü biRabbiküm” sözüne sadık kalmaktır.
Toplumda, insanlara gâvur imam gibi laflar söyleniyor. Bunun bir anlamı olmalıdır. İmamı Gazali “ ömründe en az bir kere böyle suçlanmayan kimsenin imanından kuşku duyarım” demiştir. İşte gördüklerin arasında veli midir, yoksa deli midir? Dilin kemiği yok iyiye de gider kötüye de! 
Dikkatli söz et!
İslam tarihinde, yaşadığı çağlarda her türlü zulme uğrayan, kötü sözlerin söylendiği büyük âlimleri unutulmasın. Şair ”Al bende benlik kalmasın, kimseler halim bilmesin, Yunus gibi şöyle garip bencileyin” Ya da” hamdım, piştim, yandım. Bu yollarda bunlar yaşanılmadan Arifliğe vasıl olunmaz. Hallacın deyişiyle “yetmiş bin perdeden geçerek ”ben Hakkın sözünü söylerim” dediği halde nadanlar tarafından öldürülmüştür. Anlamak da kolay değildir. Şair “bir arardım haldaştan olsun, Hak yoluna girmiş kardaştan olsun, Hali bir olsun, Kali bir olsun Esrara vakıf sırdaştan olsun. ”demiş. Bir başkası nefsini düzeltirsen âlem düzelir. ”der. Dili gönle inmeyenin sözünde hayır yoktur. Aşkı olmayanın da dini olmaz. Dini olmayanlardan da Ariflik olmaz.

19 Aralık 2014 Cuma

Yakın tehdit!, Bülent ESİNOĞLU

Yakın tehdit!
Bülent ESİNOĞLU
Amerika, Suudi Arabistan ve Almanya aralarındaki anlaşma sonucu; petrol fiyatları kasıtlı olarak düşürüldü.
Buna dünyadaki daralma da eklenince, komplo gerçeğe dönüştü.
Beklenmeyen başka gelişmeler de oldu.
Fiyatların düşmesinden ötürü; Rusya, İran, Venezüella zarar gördü.
Suudi Arabistan bu işten ne yarar gördü derseniz; mezhep savaşları sürecinde Vahabi Mezhebini öteki mezheplere karşı öne çıkardı.
Suudi Yönetimi halkına karşı ihanet işledi. Suudi Yönetiminin ABD’ye bağımlılığı daha da arttı.
Arabistan yönetiminde daha fazla dengesizliklerin oluştuğu muhakkak.
Rusya Rublenin değerini düşürdü.
Rusya, Çin ve Hindistan ile yeni enerji Anlaşmaları yaptı.
Çin döviz takası (currincy swap) yoluyla Rusya’ya acil 25 milyar dolar destek çıktı.
Özetle; kurulmakta olan yeni dengeler harekete geçmiş oldu.
RTE, Rusya’ya güvenerek, AB’ye “ister alın ister almayın” restini çekti.
Alman yönetimi ve tekelleri, Amerikan yaptırımlarına kararlı bir şekilde desteklese bile, Diğer Avrupa ülkeleri Rusya ile yaptıkları ticareti kaybettiler.
AB içinde Alman yönetimine karşı muhalefet oluşması eşyanın tabiatına uygundur.
Şimdi olmaz gibi görünen, Avrupa Rusya çatışması yakın tehdit haline geldi.
Tarihte, Rusya ve ABD savaşı yaşanmadı. Ancak Avrupa ile Rusya arasında savaş eksik olmadı.
Yaptırımlar, kayaç gazı ve petrolü hariç, Amerika’ya hiçbir zarı yok.
Ancak, İspanya, İtalya, Portekiz, Çek ve Slovakya, Yunanistan, Bulgaristan kan ağlamaya başladı.
Fransa zaman zaman zırıltı çıkarıyor. Rusya’ya teslim edilmeyen gemilerin parasını Rusya geri istiyor. Vs.
Amerika Ukrayna’yı kazanacağım derken, orta doğuyu iyice tehlikeye soktu.
Üstelik yaptırımlar Ukrayna barışını getirmediği gibi, anlaşmazlıkları derinleştirdi.
Amerika’nın dünyada yarattığı “kontrollü kaos” her an kontrolden çıkabilir.
Dünya ülkelerinin birbirlerine bu kadar büyük borçları varken, zaten sakin bir dünya beklemek saflık olur.
Dünyada çıkacak olan sıcak bir çatışmanın asıl nedeninin borçlar olacağı kesindir.
Ülkelerin borçları ülkelerin üzerinde adeta bir bomba gibi duruyor.
Yakın tehdit; ülkelerin içinden çıkamayacağı bu büyük borçlardır.
Bizden söz edersek; 220-225 milyar doları 2014 yılı içinde bulamazsak, yıl felaket yılı olacaktır.

13 Aralık 2014 Cumartesi

HAK İHLALİ, A. KEMAL GÜL

HAK İHLALİ
Her günün sabahına insanlık adına oldukça onur kırıcı olaylarla uyanıyoruz ve her uyanışımız bizleri hayal kırıklıklarına itiyor. Böyle bir ortamda yaşanan sosyal içerikli sorunların, utanç verici, onur kırıcı siyasi içerikli söylem ve gündemlerin, yaşanan dramların, hak, emek ve kazanç gibi değerlerin yeniden ele alınmasında, insan onuruna saygı temelinde reforme edilmesinde devleti yöneten iktidardan, ilgili kurumlarından beklemek insani ve demokratik bir haktır. 
Özellikle çözüm süreci adı altında oluşturulan utanç verici, milli onuru zedeleyen gündemlerden anlaşılan o ki, ülkenin en ciddi sorunu, sadece iktidarının değil, muhalefetin de aynı merkezden kontrol edilmesi kanaati haklı olarak dillendirilmektedir.
Aksi halde siyasi muhalefet, hak olan gerekçeleri içerir toplumsal muhalefeti oluşturma ve harekete geçirme sürecine haiz halkıyla bir milli mutabakatı oluşturma noktasında aczi yet görüntüsü verirler mi?
Son yıllarda toplumumuzda çok hızlı bir ‘’değer kaybı’’yaşandığı, ahlaki anlamda bir yozlaşmanın onurlarıyla yaşayan insanlarımızı rahatsız etmeye başladığı izlenen bir dramdır. Özellikle siyasal ve bürokratik güç ve makam sahibi kimselerin, bir kısım iş adamlarının kendi menfaatlerini kollayan ve toplumun geniş kesimlerinin zararına yol açan haksız bir takım kazanç elde etme girişimleri, toplumumuzda derin bir rahatsızlık ve güvensizlik duygusu uyandırdığı kanaati giddikçe güçlenmektedir.
Bencillik ve kişisel çıkarın ön plana geçtiği, maddi güç ve servet artırımının aşırı önem kazandığı ve böylece bir amaca ulaşmada her yolun mubah görüldüğü; yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet gibi davranışların ayıplanır olmaktan çıkıp ‘’beceriklilik’’ ve ‘’işbilirlilik’’ olarak görülmeye başlandığı bir süreçten geçiyoruz kanaati vardır. Bunun sonucunda toplumun önde gelen kurumlarına duyulan güvenin yanı sıra, bireylerin birbirlerine olan güveni de sarsılmış, yaygın bir güvensizlik ortamının var olduğu, konusunda uzman kişilerin kanaatleridir. Kırk üç ülkeyi içine alan Dünya Değerler Araştırması’na göre, araştırmanın yapıldığı ülkeler içinde birbirine güveni en alt düzeyde olan bir toplum olduğumuz ortaya çıkmıştır. !991’de yapılan ilk araştırmada insanlarımızın birbirine güvenme oranı 0/0 10 iken, 1997’de yapılan ikincisinde bu oran 0/06.5 düşmüştür. ( bkz.Esmer, a.g.e, s.57)
Güvensizliği de beraberinde taşıyan haksız kazanç elde etme yönelimi, toplumun her alanına yayılan ahlak krizinin sadece bir boyutudur. Dolaysıyla bu sorunu çözmek için ‘’toplum ahlak’’ anlayışı en yüksek kademeden en alt kademeye kadar hâkim anlayış olmalıdır. Toplumun tüm kurum ve kuruluşlarında ahlaki yeniden yapılanmanın gerçekleştirilmesi, ahlaki ilke ve standartların her yerde kurumsallaştırılması gerektiğini- iş kazası adı altında günümüzde yaşanan facialara, cinayetlere bakınca- daha net görebiliyoruz.
İnsan, mal ve servet edinme hakkına sahiptir. Şu kadar var ki, sorumluluk makamında olan kişinin bu hakkını, doğru ve usulüne uygun bir şekilde kullanması noktasında özellikle günümüzde sıkıntı yaşanmaktadır.
Günümüzde samimiyetten uzak, zamanlı- zamansız, yerli-yersiz çok konuşulan ‘’din kavramı’’; insanları kamu ve insan haklarını ihlal etmekten alı koyacak gerçek amil; ‘’dini duyarlılık’’ diğer manada ‘’toplumsal ahlak’’ ve ‘’insana saygı’’, ahret inancı, kötülüğün ve haram lokmanın hesabının ilahi huzurda verileceği inancıdır.
Ülkemizin içler acısı başlıca gündemlerinden ‘’kamu hakkı’’;halkın vergi, hizmet, bağış veya başka bir nedenle devletin mülkiyetine ve hazinesine verdiği veya kamunun doğrudan sahip olduğu mal ve servet gibi ekonomik değerler, yerinde ve zamanında, yapılması gereken tasarrufta kamu yararı için kullanıldığını söyleyebilme noktasında kaygımız vardır.
  Bu konuda aileden başlayarak, tüm okullarda ve mesleklerde ciddi bir ahlaki eğitim yapılmalıdır. Bir yanda objektif hukuk kurallarıyla ve hukukun üstünlüğü ilkesini titizlikle uygulayan ve sürdüren bir yönetim anlayışı ile diğer yanda da tek tek kişilerin vicdanında yerleşmiş ve etkinlik kazanmış en üstün değer olarak ‘’kutsal’’, ‘’iyi’’ve ‘’doğru’’olanın bilgisi ve duygusu ile yetişmiş insanlarla bu tür krizlerin aşılabileceği düşünülmelidir ve görülmelidir.
Sonuç olarak, herkesin üzerine düşeni yapması, toplum hayatının sağlıklı bir şekilde sürdürülmesinin en önemli kurallarındandır. Her şey bir emanet ve her emanetinde bir sorumluluğu vardır. Bu sorumluluğu zihninde ve yüreğinde hissedenler, hayat defterlerine ne yazdıklarını düşünerek hareket eder, üzerlerine düşeni gereği gibi yerine getirirler. Mazeretlere sığınmadan fikir, sanat, teknoloji, ticaret, kısaca her hizmet alanında kişilerin çalışma ve üretim bilinci ile hareket etmesi, toplum hayatının sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesinin en önemli kurallarındandır. Bireysel varoluş kimliğimizi üretme, paylaşma ve saygı anlayışı içerisinde güçlü tuttuğumuz ölçüde, hayatı daha anlamlı ve yaşanabilir kılmaya da o denli katkı yapmış sayılırız.
***
Kendilerini muhafazakâr ve dindar kimseler olarak halka lanse eden yönetici kadronun yüksek perdeden söylemlerinin aksine eylemlerine, tasarruflarına, icraatlarına bakıldığında, ne yazık ki yaşanan İslam’ın, haksız kazanç, sömürü ve israf temelinde bezirgân dininden ibaret olduğunu görüyoruz.
Gerçek bir realite ve hayatın içinde olan ‘’kur’an dini’’,insanları harekete geçiren, onları yükseltme ufkuyla motive eden evrensel bir beyandır. Bu dinin mensupları ataletle yaşayan kabuğunu yırtamayan, kendi fasit dairelerinde kaderlerine razı olan morfinlenmiş zavallılar değillerdir. Yüce Allah, Müslümanların üretken olmalarını teşvik etmektedir. Ve Ku’ran’ın dini, sosyal ve iktisadi dengeleri sağlamak için infakı emrederken, israfı, lüksü ve gösteriş tüketimini de yasaklar. Yüce Allah Kur’an’da yiyip içmeye müsaade etmekte, israf etmeye ve gösteriş amaçlı tüketimde bulunmaya ise müsaade etmemektedir.
Tabiatıyla bir öğreti, ister ilahi olsun ister beşeri, muhataplarının donanımıyla anlam bulacaktır; bu noktada belirleyici olan bilimdir. Ne güzel bir tespit: ‘’Dinsiz bilim topal, bilimsiz din kördür.’’
Ve millet olarak stratejik gücünüz yoksa bağlı olarak stratejik hedefiniz yoksa derin düşünme yetiniz elinizden alınmışsa, sizi tüketici sürü haline getirirler; küresel güç odakları ülkeniz adına projeler yapar, önünüze koyar, sizden uygulanmasını isterler; diğer bir ifadeyle sizi lokmalar halinde yutmaya çalışırlar. Osmanlı’nın içinde bulunduğu son yıllarına bakmanız yeterli bir örnektir. Cumhuriyetimiz aynı oyun versiyonlarına muhataptır.
***
Ecdadımızın sosyal hayat anlayışlarını, irfanını örnek gösteren merhum Turan YAZGAN hocamızın özlü ifadeleriyle yazımızı noktalayalım:
’Türk kültüründe toyun işlevi paylaşımdır. Türk kişioğlu değildir. Kendim oğludur. Türk, babasının adı ile iş görmez. Kendi başarısına dayanmak zorundadır. Türk toplumu sınırsız bir toplumdur. Bunu sağlayan da dağıtmalı toydur. Kimin malı biriktiyse, ilk fırsatta, mesela çocuklardan birinin düğününde bütün malını mülkünü halka dağıtır, herkes payını alırdı. Kimse akçasından, malından dolayı, başkasından güçlü sayılmazdı. Güçlü olmak aksakallılıktan, bilgelikten gelirdi. Kimse parasından, pulundan dolayı adam olamaz. Biz tekrar sınıfsız bir toplum olabiliriz. Bizim töremizde veren elin alan eli bilmesi, alan elin veren eli bilmesi suçtur’’.İbret alına…
A.Kemal GÜL

4 Aralık 2014 Perşembe

KİM İNANDIĞI YOLDAN DOLAYI ÖZÜR DİLER?, Cemal ÇALIŞKAN

KİM İNANDIĞI YOLDAN DOLAYI ÖZÜR DİLER?
Cemal ÇALIŞKAN
Türkiye’de bir grup insan dinin ve dini tedrisatın zor olduğu dönemlerde milletin çocuklarını hem maddi hem de manevi yönden yetişsinler diye karıncanın hacca gitme hesabı, karınca kaderinde bu yola girenler ölümüne koyulmuşlar. Karınca gibi ölürsem de bu yolda öleyim diyenler de olmuştur.  Bu insanlara ve davalarına inanan varlıklı insanlarda buraları maddi yönden destek olmuşlardır. Anadolu’daki iş adamlarının önünü nasıl ki, rahmetli Erbakan hoca açmışsa, Anadolu’daki zeki fakir öğrencilerin önünü de bu davaya yol açanlar açmıştır. Bir zaman gelmiş, bunların eğitimde açtığı yerler kutup yıldızı olmuş, her eğitimci ve öğrenci yönüne belirlemede buraları esas almışladır. Buralardan yetişenler maddi ve manevi kazançla iki kanatlı olduğu için her açılan imtihanların ön sıralarında yer almışlardır. Bunun böyle olduğunu askerîsi ve sivili öğrenmiştir. Bu sebeple de çocuklarını bu insanların açtığı okullarda okutmak için yarış içinde bulunmuşlardır.
Bu iktidarla beraber bu insanlar, yasaların genişlemesiyle daha da ileri adımlar atmışlardır. Yetiştirdiği elamanlar iktidarın teşvik ve arkasında durmasıyla neredeyse askerleri bile hıza getirmişlerdir. Aynı kadro ne zaman ki, AKP’lilerin hırsızlıklarını görüp yakalamasıyla iktidarın birinci derecede hasmı olmuş, hatta yapabilseler devleti de bunlara hasım etmeye çalışmışlardır. İktidar diyor ki, ey arkadaş sen benim emrimde olacaksın, devlet benim. Ben demek devlet demektir, demeye başladılar. Benim dediklerimi yaparsan seninle çalışırım, benim yanlışlarıma göz yummazsan hasmımsın, düşmanımsın demiştir. Böylece bu hizmete çalışanları yardım edenleri birinci derece de düşmanı ilan etmiştir. Enimse kimseyle bir alış verişim yoktur. Dışardan baktığım kadarıyla….
“İmam-hatip okullarının açılma amacı neydi? Tek kanatlı olmaktan milletin evlatlarını kurtaracaktı. Bu görüşü savunanlar bu günkü iktidardır. Fakat sendikalarında, belediyelerinde ve iş yerlerinde diğer kanadı temsil eden fikirleri temsil eden gazete ve yayınlara kapılar kapatıldı. Yine eskiye dönüldü. Demek, bu işin dindarı ve laik görüşlü olmak önemli değilmiş. Güç kimde ise, herkes onun taktığı kanatla uçmaya mecbur oluyor.” Ülkeyi bu zihniyetten kurtaracak, vicdan sahipleri seslerini yükseltmelidir.
17-25 Aralık olayındaki hırsızları yakalayanları, iftiralarla hapse atanlar, hapiste haksızlık yaptıkları insanlara diyorlar ki “Bizde özür dilesinler de, bu yaptığımız haksızlıklardan vaz geçelim”. Bu sözü anlayabilmek için barış yapmak için çalmadık kapı bırakmayan iktidar sahipleri, 30 yılı aşkındır askere, polise, devlet görevlisine ve sivil halka silah sıkan ve beşikteki bebe katli kanlı katillere bu iktidar diyor ki, pişman olun da sizi affedeyim. Katiller ve onların avenelerinin cevabı ise, biz bu yaptıklarımızı bilerek ve isteyerek yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz. Hiçte pişman değiliz cevabını verdiler. Pişman olsak dağa çıkmazdık. Diyenlerin gittiği yol yol değil.  Bu gittikleri yolun ne dinde ne de toplumda karşılığı yok.  Âmâ adam bu yanlış yoldan gittiği için pişman olmuyor. Devlete kafa tutarak silah gösterdi. Bugün ise, iman yolunda çalışan insanlara “ benden özür dile de seni bağışlayayım, diyorlar. Kabahatleri sizin hırsızınızı yakalamaktır. Karşı olduklarını yakalamak için her türlü desteği verdin. Bunu dünya âlem biliyor. Ama senin hırsızların varmış, onları da yakaladılar. O zaman arklarında durmadığın gibi hırsızları yakaladıkları için cezalandırdın. Böylece devlette kelle koltukta görev yapan insanların şevkini kırdın. Eğer anladıysan göklerde senden taraf olmadı. O günden itibaren ülkenin başına çok şeyler geldi, geçti. Şimdi diyorsun ki, dürüstlüğünü, iman yolunu bırak robot gibi benim elimde kukla ol.
Nazlı Ilıcak yazısında şunları yazıyor. Mit memurlarını görevlendiriyor. Yakıp yıkmada görev alıyorlar. Hatta ölümlerde meydana geliyor. Polis olaylara katılan memurları yakalıyor. Mit bunlar benim görevlim dolayısıyla salıver diyor savcıya. Savcı soruyor. Bunlar bu çalışma esnasında hainlerle ilgili bir ipucu yakaladı mı? Mit yanıt veremiyor. Dolayısıyla yanıt alamayan savcı soruşturma başlatıyor. Hatta izinlerde veriliyor. Ne olduysa bu esnada devlette olması gereken şeyler tersine gidiyor. İçişleri bakanı ve Vali polislere, savcının isteklerini yerine getirmeyin diyor. Normal bir demokrasi ülkesinde o içişleri Bakanı ve Vali kodeste olması gerekirken onlarda değil de, devletin işlemesi için görev yapanlar birer birer içe tıkılarak devlet mekanizması bozuluyor. Kimsenin aklının ucundan bile geçmeyen şeyler yapılıyor devlette. Her defasında da iktidar mecliste çoğunluğum var deyip, halkın desteği de yanımda deyip yanlışlarını, adaletsizliklerinin açığa çıkan yönlerini kapatıyor. Cezadan kurtuluyor. Bir zamanlar Mekke putperestlerinin arkasında da çoğunluk vardı. Firavunun arkasında da çoğunluk vardı. Arkasında çoğunluğum var diye Firavunun yaptıklarına haklılık payı kazandıramaz. Sütten çıkınca bütün kaşıklar aktır. Önemli olan çıktığın sütü ak bırakmaktır.

19 Kasım 2014 Çarşamba

Rıfat Serdaroğlu: "STRATEJİK MONTAJ!.." Hadi bakalım Başbakan Ahmet!

Rıfat Serdaroğlu: STRATEJİK MONTAJ!...
Hadi bakalım Başbakan Ahmet!...
N’olucak şimdi? 
Eyvah, eyvah ki ne eyvah! 
Yandın yiğidim şimdi sen!
Son G-20 Toplantısında Yolsuzlukla Mücadele Dönem Başkanı da seçildin.
Artık nerede yolsuzluk var, nerede hırsızlık var, nerede rüşvet dönüyor üzerine gitmek zorundasın!
Hırsızlık yapan ister Cumhurbaşkanı, ister Başbakan, ister Enerji Bakanı, ister Cumhurbaşkanı oğlu, ister Tapu memuru olsun ensesinden yakalayıp, Adalete teslim edeceksin!
Öyle eski Türkiye’de olduğu gibi;
Almanya Deniz Feneri e.V davasında milyonlarca avro’yu iç edip, pavyonlarda metresleriyle yiyen “SADAKA HIRSIZLIĞINDAN” mahkûm olmuş kişilerin Türkiye davalarını yıllarca süründürmek artık olamaz, olmamalı!
Bu hırsızları devletin en üst makamlarına oturtup, “Devlet Korumasına” almak yok! Hırsızları kollayıp, davanın Savcılarını yargılamak olamaz, olmamalı…
Dönemin Başbakanı Recep’in oğlunun vakfına tek seferde 100 Milyon Dolar bağışın, ne karşılığı yapıldığı, bu iş için hangi imar değişikliklerinin gerçekleştirildiğini saklamak, gizlemek, üzerini örtmek olamaz, olmamalı…
Devletten ihale alan dünün inşaat kalfalarını “Büyük İşadamı” yapıp, bunlardan alınan avantalarla oluşturulan “Haram Havuzu” ile gazete-televizyon satın almak ve insanların üzerine saldırtmak olamaz, olmamalı…
Başbakan Ahmet’e bu konudaki ilk görevini, izninizle sizin adınıza veriyorum;
Başbakan Ahmet, sen “G-20 Yolsuzlukla Mücadele Dönem Başkanı” olduğun gün, Türkiye’de bir bomba patladı! Bak anlatayım;
Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi Ses ve Görüntü İnceleme Şubesi, 17 Aralık soruşturmasıyla ilgili tapelerin (ses kayıtlarının çözüm metni) “DOĞRU”olduğunu kabul etti ve açıkladı!
Hani Bakanlarla-Bakan çocukları arasındaki konuşmalar, Reza ’nın önüne yatan Bakan’ın konuşmaları, dönemin Başbakanı ile oğlunun yaptığı “Sıfırlama” konuşmaları vardı ya, işte onların hepsi gerçekmiş, iyi mi?
Şimdi sen öncelikle 17 Aralık soruşturmasında “Takipsizlik Kararı” veren Savcı’nın Adalet Bakanına şunu sormalısın;
“Yahu Bekir, bu Savcı Adli Tıp raporunu niçin beklemedi? Raporu beklemeden nasıl takipsizlik kararı verebildi? Acaba bu Savcıya baskı mı yapıldı?
Şu işi araştır, bu Savcı Paralel mi, dikdörtgen mi, daire mi, nedir bu yahu?”
Birde, TBMM Araştırma Komisyonunu çalıştır. Hırsızlık-Yolsuzluk-Rüşvet gibi pis işlere kim bulaştı ise onların dokunulmazlıklarını kaldır.
Gitsinler, aklanıp gelsinler! Tamam mı, Başbakan Ahmet?
Yakala şu hırsızları, Başbakan’ı olduğun Türk Milletini kimlerin soyduğunu ortaya çıkar.
Kimseden korkma, bak arkanda artık bütün dünya var…
Mahalle Camisinde, cemaat hırsızlardan bıkmış. Her Cuma namazında birkaç kişinin ayakkabıları çalınıyormuş! Ne yaptılarsa çare bulamamışlar.
Emekli Polis Rasim, “Ben bu işi hallederim, iş bende” demiş ve eskiden tanıdığı birini camiye bekçi yapmış. O günden sonra hiç hırsızlık olmamış.
Cami Hocası, nasıl yaptın diye sormuş?
Rasim; “O bekçi yaptığım kişi var ya, o eski hırsızdır. Polislik günlerimden tanırım. O burada olduğu sürece hırsızlık olayı olmaz, gönlünüz rahat olsun”demiş.
Dünyada, yolsuzlukların en fazla yapıldığı ülkenin Başbakanını dönem başkanı seçmişler ya, yukarıdaki fıkra aklıma geldi. Bizimle ne alakası varsa…

13 Kasım 2014 Perşembe

ON KASIMLARDA YAPTIKLARI HATIRLANMA, Cemal ÇALIŞKAN

ON KASIMLARDA YAPTIKLARI HATIRLANMA
Cemal ÇALIŞKAN
“Ölümleriyle nisyana uğrayanlar, yenilikleriyle başarılar gösterenlerdir. Atamız da onlardan biridir." 
Tarihler anlattıkları olaylara göre değer kazanır. On kasım başlangıcı itibariyle Türk milleti için üzüntüyü anlatır. Daha sonraki yıllarda bu üzüntü şekille devam ettirilmiştir. Sebebi kısır akılla istismardır. Hem Atatürk ölmedi içimizde yaşıyor diye şarkılar söyletiriz. Diğer taraftan ölüm yıldönümü yaparız. Mesela Mevlana’nın ölüm yıldönümünde onun insanlığa verdiği mesajlardan söz edilir. Niye Atamızın ölüm yıl dönümlerinde bu millet için çektiği çileden kazandırdığı eserlerden söz edilmez. Atatürk orman çiftliğini ormanlaştırmasaydı, bu günkü saray oraya yapılacak mıydı? Yoksa talan mı edilecekti? Yeni nesillere anlatamadığımız için kulak bilgileriyle nesilleri zehirleyenler içkici ve gayri ahlaki yaşamını Atatürk’e mal edenlerle, kapalı kapılar arkasında cehaletleri yüzünden Ata olmadık iftirayı yapan kara cahillerdir. Sözüm ona dini de bu konuda kullanırlar. Anlatmaya da devam ediyorlar. Yazık ki, ne yazık.  Malını bu millete bağışlamıştı.  Bu iktidar zaten Atatürk derse nikâh tazelemeleri gerekircesine, Atatürk demekten kaçınıyorlar.  Ama onun arazisine Ak saray yapıyorlar. O adı Atatürk’e millet meclisi vermiştir.
Atatürk’ün ölümünün 76. Yıl dönümü anarken Medine Müdafaası kahramanı Fahrettin paşayı da zikretmek gerekir. Bir konuda Atatürk ile kaderleri birleşir. Atatürk Anadolu’da milleti kurtarma çalışmaları yaptığından dolayı İstanbul hükümeti İngiliz baskısıyla görevden almış, ayrıca idam fermanını imzalamıştır. Mondros anlaşmasını yapan Osmanlı hükümeti, İngilizlerin baskısıyla Medine’yi teslim etmeyen Fahrettin paşayı da idama mahkûm etmişlerdi. Çünkü Fahrettin paşa hükümetin ve padişahın hür iradesi olmadığı, baskıyla bu mektupları gönderilmiştir, diyordu. Sonunda birlikte Medine’yi savundukları subayların baskısıyla Medine teslim etmiştir. İngilizler tarafında Malta adasına götürülen Fahrettin Paşa, Atatürk’ün yardımıyla kurtarılmıştır. Büyük taarruza da katılmıştır. Atatürk bu asker için” Daha sağlığında adını tarihe altın harflerle yazdıran kumandır.” Diyordu. Her ikisinin de ruhu şad olsun.
Atatürk yaptıklarıyla tarihe ve insanlığa mal olmuş komutanlardan biridir. Bazıları o zamanı bilmeden şunu neden yapmadılar. Şunu neye yaptılar gibi hayâsızca sorgulamaktadır. Şimdikinler neden otuz yıldır bir soytarı olan PKK’nın hakkından gelemediler. Daha güçlüyüz. Askerin hiçbir eksiği yok. Cevap büyük devletler bitirmemize izin vermezler. Peki, o zaman büyük devletler, onlara istediklerini yaptırdılar mı? Yapmaya kalksan elindeki de giderdi. Bu nedenle alabildiklerini almışlardır. Bizlere düşen bırakılanı korumak ve geliştirmektir.
Türkiye’de Abdülhamid’e Ulu hakan diyenler, Atatürk ve İttihatçılara olduğundan daha çok haksızlık etmişlerdir. Abdülhamit görevini tam yaptığı için mi, bu örgüt oluşturulmuştur. Kendisi için tuttuğu hafiyeleri vatanı korumak için çalıştırsaydı, daha iyi iş yapmış olurdu. Askeri komutanları gençleştirme yöntemi kullansaydı, ülkenin geleceği daha iyi olabilirdi.
Türkiye’de insanlar ülke ve devlet için neler yaptığıyla değerlendirilmezler. Değerlendirmede ölçü kaç cami yaptı, namaz kıldı mı, haçça gitti midir? Bu kafayla devlet adamlarını değerlendirmeye kalkarsan her yere cami, kuran kursu yapmaya kalkanlar çoğalır. Fabrika ve teknolojiyi unutursan düşman uçakları yapılan camileri yıkıp geçer. Belki avam tabası zihniyetinde olanlar karşısında bu yapılanların bir değeri Olur, siyasette oyunu artırmış olur. Ama gerçek din âlimleri nazarında gönül acısı hissine neden olur. İşte halk bunu istiyor diyerek ülkenin geleceğini değil, günlük oy hesapları ön plana alınırsa gelecek nesiller sıkıntı çekerler.
Dünyaya meydan okuyan Teşkilatı mahsusa ve kahramanları ittihatçıların eseridir. Abdülhamit taraftarları canlarını düşünürken karşısındakiler canlarını vatana adamayı düşünüyorlardı. Dinimizce niyet amelden önde gelir. Efendimizde Müminin niyeti amelinden hayırlıdır, buyurmuştur.
Atatürk’ün dindar arasında sevimsizleşmesine nedenlerinden birisi de” her türlü batılı yaşam tarzını kutsallaştıranların, bu yaşamlarını meşrulaştırmak için yaşamlarını Atatürk’’ mal etme sunumudur.  Atatürk’e mal edildiği için dindar ve laikler bundan kazançlı çıkmış, ülke kaybetmiştir.
3 milyon insan cephelerde şehit olmuş Anadolu’da kadınlar, sakat gaziler ve çocuklar kalmıştı. Halk ümitsizlik içinde Amerikan mandacılığını ümit eder olmuştu. Bu durumda Kazım Paşayı ve Atatürk bağımsızlığa inanmışlar, millette buna inanmıştır.  Atatürk milletle bütünleşmiştir. Bazı hocalar halifeliğe bağlılık adına,  işgale rıza göstermişler, İstiklal harbi yapanlara karşı halkı isyana teşvik etmişlerdir. Atatürk’ün din görüşünü öğrenmek için Balıkesir zağanos paşa,  Kastamonu Nasrullah ve Konya’da Türk ocağındaki konuşmaları okunursak anlarız.
Abdülhamid’in Evliyalığından dem vuranlar, Atatürk’ü densizleştirmeyle ne kazanacaklardır? Altın yere düşmekle değer kaybetmez. Büyük devletler milli kahramanlarına olmadık yücelikleri verirlerken bazı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları Bu milli kahramana karşı düşmanlıkları nedendir? Namusumuzu düşmanlara çiğnetmeyip Türkün esirliği kabul etmişliğini tarihe yeniden yazdırmasına mı düşmanlık?

İSRAİL DOSYASI, Prof. Dr., Altan ÇETİN, Kudüs'ü Tarihle Savunmak!........

Kudüs'ü Tarihle Savunmak!........
Prof. Dr. Altan ÇETİN
Tarihte bazı şehirler medeniyet hafızasının bekçisidirler. Buralar zaman, mekân ve insana dair zaman üstüleşen değerler ve anlamlara dair bir şuur merkezi olurlar. Tarihin yeniden üretildiği zaman dilimlerin bu şehirler varoluşun kodlarını duyan kulaklar fısıldayıp, gören gözlere aşikâr ederler. Kudüs, Müslümanlar için manalar manzumesi bir şehirdir. Öte yandan tefrikaları aşmanın en değerli çaresi şüphesiz müşterekleri hatırlamaktır. Kudüs bu manada anlam dünyamızın Arapça, Farsça ve Türkçe tüm dillerinde müşterek resmini çizmektedir. Var oluşumuzun en temel kavram ve hatıralarına şahit olan bu hafıza şehir var olacaklarımıza dair de çok şey söyleyebilir. Kudüs Kriterleri olarak adlandırılabilecek bu süreç bu kaos zemininde bu çok dilli ve kültürlü coğrafyada yeniden müşterek mana çiçeklerini yeşertebilir. Hz. Mevlana’nın dediği gibi “aynı dili konuşanlar değil aynı duyguyu paylaşanlar anlaşırlar”.
Kudüs’ün bu mana dünyasına yeniden bir göz atarsak bize anlatacağı ilk hikâye hiç şüphesiz Hz. Peygamberin Mirac ile sonsuzlaştığı o demlere dair olacaktır. Bu yönüyle Kudüs bizim Sünni, Şii ne olursak olalım Kutsal Kitabın da şahitliğiyle müşterek bir gerçeğimiz olmaktadır. Bu manada Mirac sembolizmiyle Kudüs bizim için bir var olma ve istikamet mekânıdır. Dolayısıyla duygularımızı, düşüncelerimizin bulanıklaştığı tarihi tefrikalarımızın coştuğu bir zamanda Kudüs üzerinden yeninden bir oryantasyon ve yön bulma faaliyeti bu kargaşa eyyamında bize çok şey hatırlatacaktır.
Kudüs’ün anlam dünyamıza fısıldadığı diğer bir sembol isim Hz. Ömer ve fetihtir. Mirac duygusuyla yönlenmiş bir halifenin hizmetçisinin bineğinin yuları elinde girdiği bu kutlu şehir, şehre ve idareye dair bize çok şey anlatmaya başlar. Ruhunda daralmalar yaşayan tüm Arap, Fars ve Türk dilli liderler bu zamanlarda Hz. Ömer’in koluna girip Kudüs’e yeniden merhaba demelidirler. Kudüs eminiz ki bu ihlâslı ve manidar selama kayıtsız kalmayacaktır.
Fetih ve siyaset adına Kudüs’ün verdiği bu ders bugün geri kalmışlık, yolsuzluk, bilgisizlik, hukuksuzluk, cehalet ve tefrikalarla malul coğrafyamızda Kudüs Kriterleri muhakkak anlam dünyamızda tüm bu sıkıntıları aşmamızda yardımcı olacaktır. Hz. Ömer’in fetih sonrası verdiği emandan bir parçayı burada paylaşmak onun temsil ettiği manayı anlatmak adına uygun düşecektir. “Bismillahirrahmanirrahim. Bu, Allah’ın kulu, Müminlerin Emiri Ömer b. el-Hattab’in Ilya (Kudüs) halkına verdiği emandır. Bu emanı, canlarına, mallarına, kilise ve mabetlerine, hastalarına, sağlıklılarına ve sair halka vermiştir. Kiliseleri Müslümanlarca kullanılmayacak ve yıkılmayacaktır. Kiliseden ve arsasından, Hristiyanların haçından ve mallarından hiçbir şey eksiltilmeyecektir.” Bu ifadeler Haçlı Seferleri ile şehirde hilal avına çıkan günümüzde ise Süleyman’ın yıldızını hâkim kılmaya çalışan tarihi akılla Hz. Ömer’in temsil ettiği akıl arasındaki büyük farkı ortaya koymaktadır. 
HZ. ÖMER BİN HATTAB’IN MERSUMUNUN SURETİ KUDÜS FERMANI
1. Allah’a hamd olsun ki, bizi İslam ile aziz kıldı; iman ile şereflendirdi; peygamberi Muhammed ile bize rahmet eyledi; bizi dalaletten hidayete götürdü; aramızdaki dağınıklıktan sonra bizi bir araya getirdi ve kablerimizi birleştirdi; düşmanlarımıza karşı zafer verdi; bize bu beldeleri nasip etti; bizi birbirini seven kardeşler haline getirdi. Ey Allah’ın kulları! Bu nimetlere karşı Allah’a hamd ediniz.
2. Bu Ömer bin Hattab’ın Kudüs-i Şerif’deki Tur-i Zeytun’da millet-i İseviyenin şerefli patriği Safranbos’a verdiği ve bütün re’aya ile papaz ve patrikleri içine alacak şekilde tanzim olunan yazılı ahidnamesidir.
3. Bütün papazlar nerede ve hangi şartlarda olurlarsa oldunlar, biz Müslümanlardan emana sahiptirler. Bütün gayr-i müslimler, zimmet akdinin hükümlerine riayet ettikleri müddetçe, emanları geçerlidir. Biz müminler ve bizden sonra gelecek olanlar, onları korumakla mükellefiz. İtaat ve bağlılıkları devam ettikçe de bu devam edecektir.
4. Verilen bu kroma ve eman sözü kendileri için geçerli olduğu kadar, kiliseleri, manastırları dışarıda ve içeride bulunan bütü ziyaret mahalli olan mukaddes mekanları için geçerlidir.
5. Bu mukaddes mekanlar şunlardır: Kamame Kilisesi; Hz. İsa’nın doğum yeri olan Beytüllahm’deki Büyük Kilise; Kıbleye, kuzeye ve batıya açılan üç kapılı mağara.
6. Kudüs’te bulunan Hristiyanların dışındaki Hristiyan cemaatleri, yani Habeş Hristiyanları, Avrupa’dan ziyaret için gelenler, Kıbtiler, Süryaniler, Ermeniler, Yakubiler, Maruniler ve benzeri taifeler, tamamen adı geçen Patrik’e tabidirler; Patrik bunlara takdim olunur.
7. Zira bu sayılan patrik ve papazlara, Hz. Peygamber mübarek mührü ile eman vermiş ve korunmalarını istemiştir. Biz müminler de, onlara iyi davranan Peygamber hürmetine onlara iyi davranacağız.
8. Bu patrik ve papazlar, cizye ve benzeri mükellefiyetlerden, denizde ve karada muaf olacaklar; bunların Kamame Kilisesine ve diğer mukaddes mekanlara girişlerinden dolayı kendilerinden bir şey alınmayacak. Ancak Hristiyanların elindeki Kamame Kilisesine gelen ziyaretçiler, Patrik olana 1 1/3 dirhem vereceklerdir.
9. Bütün müminler, erkek olsun kadın olsun, sultan, hakim veya vali olsun, zengin olsun fakir olsun, mutlaka bu emirlerimizi koruyacaklardır.
10. Hristiyan reislerine bu mersum (ferman) sahabe-i kiramdan Abdullah, Osman bin Affan, Sa’d bin Zeyd, Abdurrahman bin Avf ve diğer sahabe kardeşlerimizin huzurunda verilmiştir.
11. Bu yazılı fermanda açıkladığımız emirler korunsun, riayet edilsin ve ellerinde kalsın.
12. Müminlerden kim bu fermanımızı okur da şimdi veya kıyamete kadar, ona muhalefet ederse, Allah’ın ahdini bozmuş ve Habibine isyan etmiş olur.’
20 Rebiül-Evvel 15 H. Fermanın metninden de anlaşılacağı üzere, fermanın hükümleri, yine Hz. Peygamber’in hadislerine dayanmaktadır.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Kilise Defterleri, Kamame Defteri, No: 8)
Hz. Peygamber ve Hz. Ömer ile başladığımız Kudüs devrimizde karşımıza bu sefer bu iki dev şahsın yoluyla yollanmış Selahaddin Eyyûbî çıkar. Tarihi süreç içinde fersudeleşmiş yapıların Haçlı sürüleri karşısında yaşadığı muvakkat acz ve yenilgi sonrasında tefrikayı aşmanın ve bahsettiğimiz manalarla donanmanın karşılığını bize anlatan bir isim olarak karşımızda şimdi Selahaddin Eyyûbî vardır. Şarkın en sevgili sultanı Selahaddin bugünkü aktüaliteye benzer bir dramın, kıyımların ve kıtallerin yaşandığı Kudüs’ü bir ideal şehir haline getirerek orayı o hale getirenlere bile emin olacak bir şekle dönüştürerek tarihe damgasını vurmuştur.
Kudüs tefrikalarla bölünmüşlüğün karşılığı olarak Haçlıların egemenliğinde kaldığı yıllar boyunca bölgede yıkımı, istikrarsızlığı, adaletsizliği, çıkarı ve din kavramının yozlaşmasını temsil ederken Selahaddin ile beraber yeniden tarihi misyonunu oynayarak hayata değer katan bir şehir haline gelmiştir. Dolayısıyla Kudüs Kriterlerinden birisi de Selahaddin vesilesi ile Kudüs’ün temsil ettiği direniş ve yenilenmeye dair olacaktır.
SELAHADDİN-İ EYYUBİ’NİN VERDİĞİ KUDÜS FERMAN
Bilindiği gibi, Haçlı Seferlerinin birinci hedefi, Kudüs’ü Müslümanlardan almak idi. Nitekim buna muvaffak oldular ve Fransa başta olmak üzere müttefik Haçlı kuvvetleri Kudüs dahil bütün Filistin arazisini zabt ettiler. Buna karşı direnen Eyyubi Devleti’nin kurucuları Nureddin Eş-Şehid ve Selahaddin-i Eyyubi, Haçlı ordularını bertaraf ettikleri gibi, 20 Eylül 1187 tarihinde, Kudüs’ü yeniden feth ettiler. İşte Selahaddin-i Eyyubi, önceleri Kamame Kilisesini tahrip etmek istemiş; ancak ikaz üzerine, burada Hristiyanlarla yaptığı sulh antlaşmasında, yine Hz. Ömer’in biraz önce zikrettiğimiz Haklar Beyannamesini esas almış ve şu şekilde anlaşmıştır:
1) Kamame Kilisesi Hz. Ömer’in fermanı gereği Hristiyanların elinde kalacak.
2) Üzerindeki Patrik Dairesi Mescid haline getirilecek (Mescid-i Selahaddin).
3) Kamame Kilisesindeki Hristiyan ayinleri Müslümanlara haber verilerek açılacak. Diğer günlerde kapıları kapalı tutulacak ve Müslüman bevvab görev yapacak.’
Orijinali, Kudüs Rum Patrikhanesinde ve bir sureti de Osmanlı Arşivinde bulunmaktadır. Fatih Sultan Mehmed’e gelerek bu fermanı veren Rum Patriği Atnasiyos’tur.)
Kudüs’te zamanın içinde ilerlediğimizde karşımıza şehri güncel tarihiliğine taşıyacak olan devre geliriz. Fatih Sultan Mehmed bu konuda ilk bahsedilmesi gereken kişidir. Belleğin ve tarihi devamlılığın numunesi olan Kudüs fermanı incelendiğinde bu durum çok açık görülecektir. İslam medeniyetinin değişik devirlerindeki Kudüs manası onun devrinde de aynıyla sürmüştür.
FATİH SULTAN MEHMED'İN KUDÜS FERMANI
(Bu) Fatih Sultan Mehmet Han Hz.lerinin kendi el yazısıyla yazıp tasdik ederek ihsan buyurduğu yüce emir (ferman) dir; ki, gereği yerine getirile. Her kim, bu, Padişah'ın kendi el yazısı ile yazarak tasdik ettiği fermanını feshederse (hükümsüz kılarsa) Allah'ın laneti onun üzerine olsun.
-Allah'ın yardımı ve nusreti kıyamet sabahına kadar O'nunla olsun- Fatih Sultan Mehmed'in bu fermanı yazmasının sebebi ve gerekçesi şudur:
Allah'ın izni ve Resul-ü Ekrem efendimizin hurmeti ile Kostantiniyye (İstanbul) şehri fetholunduğunda, her taraf ve kesimden şahlar, krallar ve devlet adamları devlet merkezi İstanbula gelip, fethi tebrik ettikleri günlerde, Kudüs-ü şerifte bulunan Rumların Patriği Atnasyos ismindeki rahip de kendi arzularıyla İstanbul'a gelip tebrik ve saygılarını sundu. Ellerinde bulunan ve Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (sav), Hz. Ömer (ra) ve önceki İslam hükümdarlarının kendilerine vermiş oldukları imzalı, mühürlü fermanları göstererek; bu fermanlarda bulunan hakları bulundukları yerlerde ayniyle sahip olarak tasarruf etme haklarının devamını bizden de rica etti. Ki bunlar şunlardır:
Fermanlarda mevcut olan gölgelikler, bütün namazgahlar, ziyaret yerleri, Gürcü Manastırı olan Mir Yakup ve Kudsü Şerifin dışında kalan manastırlar, kiliseler, Hz. İsa (as)'ın doğduğu yer olan Büyük Beytullahim Kilisesi ve mağarası, kiliseye ait kuzey, kıble ve batı taraflarındaki kapılara ait üç adet anahtar, bütün Hristiyan dinine mensup insanlar, Kudsü şerif patrikleri ve yardımcılarına ait eşyalar  bac (nakliyeden alınan vergi), harac (Müslüman olmayanlardan alınan vergi, cizye) ve sair örfi vergilerden muaf ve salim olmalarıdır.
Şimdi Hz. Peygamber (as), Hz. Ömer (ra) ve geçmişteki hükümdarlar (sultanlar) tarafından  tasdikli fermanlarla ihsan edilen haklar, benim tarafımdan da tasdiklenerek fermanım olmuştur.
Yönetimim ve iktidarım altında olan memleketlerimde denizden ve karadan, devirlerinde hakim durumunda olan idarecilerim, Kudüs-ü şerifin yukarda zikri geçen patrik ve ruhbanlarını korumalılar ve başkalarının onları rencide etmesine müsaade etmemeliler.
Eğer, Resul-ü Ekrem efendimiz (as)'ın kendi mühürleriyle imzalı, Hz. Ömer (ra)'ın kufi yazı ile yazılmış imzalı ve tasdikli ve eski hükümdarların verdiği fermanlarla; benim bu, eskiden verilmiş olan bu hakları aynıyla muhafaza eden fermanımda bulunan hakları, benden sonra gelecek padişahlardan, vezirlerden (bakanlar), âlimlerden, yerel yöneticilerden ve sair Ümmet-i Muhammed'den para  veya hatır için ortadan kaldırmaya kalkışırlarsa Allah'ın ve Resulü'nün hışmına (gazabına) uğrasınlar. Bu böyle bilinsin, fermanımıza itimat edilsin ve gereği yerine getirilsin. Fermanın yazılış tarihi: 862 hicri senesi Şevval ayının ortaları İstanbul (Kostantıniyye)"(Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Kilise Defteri, no: 8)
Yavuz Sultan Selim’in devrinde Kudüs tarihi manasına uygun devirler yaşamıştır. Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve bölgeden çekilmesi sonrası yaşanan kaoslara kadar tarihi süreç yaşanmıştır. Osmanlılar döneminde Kudüs dinler, diller ve halklar için Osmanlı Türk kalkanı altında güvende olmanın sembolü olmuştur. Kudüs’ün kapılarından birisine Lailahe illallah İbrahim halillullah yazacak kadar nezaketli ve medeni olan Osmanlılar bu şehre dair en büyük tarihi miraslardan ve mana zenginliklerinden de birisini temsil etmektedir. Yavuz Sultan Selim’in fetih sonrası fermanından bir parçayı burada paylaşmak anlatılmak istenilenlere canlı şahit olacaktır: “4. Hazret-i Ömer(R.A.} Hazretlerinin olan Ahidnâme-i Hümayun ve merhûm melik Selâhaddinzamanından beri verilen evâmir-i şerifeler mûcebince zabt ve tasarruflarında olan Kamame ve Beytüllahım mağara ve şimal tarafındaki kapu ve kenise-i kübrâları, Mar-Ya'kub ve Deyrü’z-Zeytun ve Habs'ül-Mesih ve Nablüs ve keniselerine tâbi' hem milletleri olan Habeş ve Kıbtî ve Süryanî milletleri, Mar Ya'kub keniselerinde mütemekkin olan Ermeni patrikleri tarafından zabt ve tasarruf olunup âher milelden min ba'd bir ferd müdâhele etdirilmemek babında bu Nişân-ı Hümâyûn-ı saâdet-makrûnımı verdim.” Burada dikkat çekici en önemli husus ise fermanda Hz. Ömer ve Selahaddin’e atıfta bulunulmasıdır. Bu belge ve bilgi bizim Kudüs kriterleri dediğimiz şeyin hayal mahsulü olmadığını bir tarihi hafızanın devamlı işlediğini göstermektedir. Kudüs dün olduğu gibi bugünde mana dünyamızın temadi bir hafıza şehri olarak bu zor günlerde akıllarımızı müşterekleştirme noktasında son derece önemli bir unsur olarak görülebilir ve görülmelidir.
YAVUZ SULTAN SELİM'İN KUDUS FERMANI
1. Emr-i Şerifim mûcebince her kim bir gayrı şekle giderse ve bozarsa, Allah Te`âlânın kılıncına uğrasun.
2. Nişan-ı Şerif-i Alişân-ı Sâmî-i Sultâni Ve Tuğrây-i Garrâyı Cihan Sitân-i Hâkân-î bil- Avn'ir-Rabbânî ve'l-men'ni's-Sübhânî hükmü oldur ki [12];
3. avnillâhi Teâlâ ve Resûlihi, Kudüs-i Şerif'e gelüb mâh-i Safer-ül Hayr'ın 25. gününde feth-i bab olunub Ermeni tâifesine patrik olan Serkiz nâm râhib cümle ruhbân ile maa reâyâ ve berâyâ gelüb atâ ve in'âmımdan ricâ ve temennâ kılmışlardır. Kadimen meşrûtaları olub uhdelerinde olan kenise ve manastır ve sâir ziyâretleri ve içerüde ve taşrada vâki kenise ve ma'bedhâneleri kadimden zabt ve tasarruf edegeldikleri minval üzre Ermeni tâifesine patrik olanlar zabt ve tasarruf eyleyeler.
4. Hazret-i Ömer (R.A.} Hazretlerinin olan Ahidnâme-i Hümayun ve merhûm melik Selâhaddin zamanından beri verilen evâmir-i şerifeler mûcebince zabt ve tasarruflarında olan Kamame ve Beytüllahım mağara ve şimal tarafındaki kapu ve kenise-i kübrâları, Mar-Ya'kub ve Deyr'üz Zeytun ve Habs'ül-Mesih ve Nablüs ve keniselerine tâbi' hem milletleri olan Habeş ve Kıbtî ve Süryanî milletleri, Mar Ya'kub keniselerinde mütemekkin olan Ermeni patrikleri tarafından zabt ve tasarruf olunup âher milelden min ba'd bir ferd müdâhele etdirilmemek babında bu Nişân-ı Hümâyûn-ı saâdet-makrûnımı verdim.
5 buyurdum ki; mûcebince amel olunup, zikrolunan Kenise-i Kübraları, Mar Yakub'da mütemekkin olan Ermeni Patrikleri içerüde ve taşrada vâki olan keniseleri ve manastırlar ve sâir ziyâretgâhları ve kendülerine tabi milletleri ve yamakları olan Habeş ve Kıbtî ve Süryâni milletleri âyinleri üzre zabt ve tasarruf eyleyüp vâki olan umurlarına ve azl ve nasb ve sâir vakıflarına müteallik hususlarına ve mürd olan metropolid ve piskopos ve ruhban ve papaz ve yamaklarının ve sâir Ermeni tâiesi patriklerinin zabt ve tasarruflarında olan kenise ve manastır ve ma'bed ve sâir ziyaretlerinin ve kendülere tâbi hem milletlerine ve yamaklarına âher milelden min ba'd bir ferd müdâhele eylemeyüb ve Kamame ortasında vâki olan türbesi ve Kudüs-i Şerif taşrasında Meryem Ana Makberesi ve Hazret-i İsa (A.S.) doğduğu Beytüllahm mağara ve şimal tarafında olan kapunun miftahı ve içerüde Kamame kapısında iki şamdan ve kandilleri ve türbe kapısında ve içerisinde olan kandilleri ve yaktıkları şem ve buhurları ve kamame içinde âyinleri üzre nâr-ı şem’ zuhurunda kendülere tâbi olan hem milletleriyle türbe dâhiline gi-rüb ve havalisinde devr etmeleri ve kapu içerüsinün zir ü bâlâsı ve iki penceresi ve içerüde olan ma'bed ve ziyâretleri ve su kuyusu ve Kamame havlusunda vâki Mar Yuhanna Kenisesi ve taşrasında Mar-Yakub kurbünde vâki Habs'ül Mesih ve sâir manastırları ve makberelikleri ve medfenleri ve Beytüllahın mağara kurbünde olan odaları ve misâfirhâneleri ve bağ ve bağçe ve zeytünlükleri ve bilcümle zikrolunan kenise ve manastır ve ma'bed ve ziyâretgâhları ve kendülerine tâbi hem milletleri ve sâir emlâk ve tevâbi-i kadimeleri tayin olunduğu üzre Ermeni tâifesi ve patrikleri zabt ve tasarruf eyleyüb ve keniselerine ziyârete gelen Ermeni taifesi zemzem tabir olunur su üzerine ve panayırlarına ve sâir ma'bed ve ziyaretlerine vardıklarında ehl-i örf tâifesinden ve âherden min ba'd bir ferd dahl ve taarruz eylemeyüp ba'del-yevm vech-i meşrûh üzre verilen Nişân-ı Hümâyûn-ı saadet-makrûnum mûcebince amel olunub âher milletten bir ferdi müdâhele ettirmeyüb ol-babda evlâd-ı emcâdımdan veyahud vüzerây-i izâmımdan ve sulehây-ı kirâmımdan ve kadılardan ve beğlerbeği ve sancak beği ve mîr-i mîrân ve voyvodaları ve beytülmal ve kassâm adamları ve subaşıları ve zuamâ ve erbâb-ı tımar ve mutasarrıfın-i emvâl ve sâir kapum kullarımdan ve gayriden muhassalâ vazî’ ve refî’ ve kebirden hiçbir ferd-i efrâd-ı âferideden kâne men kân vechen min'el-vücûh ve sebeben mine'l-esbâb dahl ve taarruz kılmayub tebdil ve tağyir eylemeyeler. Her kim dahl ve taarruz ve tebdîl ve tağyir eder ise, indellâhil-Melik-il-Mu’în zümre-i mücrimîn ve a'dâd-ı âsiminden ma'dûd olalar.
6. Şöyle bileler, hükm-i kişver-ktişâ ve tuğrây-ı garrây-ı âlem-ârâ ile mücellâ ve müzeyyen görenler mazmûn-ı meymûnın muhakkak ve fahvây-i hü-mâyunun musaddak bilüb alâmet-i şerife itimad kılalar.
Kütibe fi sene selâsin ve işrîne ve tis'amie Sahray-ı Kudüs-i Şerif”
Metinleri konu altlarına iliştirilen bu fermanlardaki bir diğerine atıf tarihte eşine az rastlanır bir medeniyet zincirini göstermektedir. Kudüs şehir olarak kutsalı yansıtmanın yanında adaletin, diğerine hürmet ve merhametin ve hatta ona hizmet etme erdeminin İslam dünyası adına iftihar vesikasıdır. Tüm bu resmi belgeler, İslam tarihi boyunca Kudüs’e ve ona dairlere devlet düzeyindeki dikkat ve nezaketi göstermesi bakımından hatırlanması ve her düzeyde hatırlatılması gereken vesikalardır. Hz. Ömer ile başlayan süreç ona atıfla Selahaddin Eyyûbî’de ve yine önceki ikisine atıfla Fatih Sultan Mehmed ve Yavuz Sultan Selim ile devam etmiştir. Bu tespit ne hamasettir ne spekülasyon; tarih ne olup bittiğini vesikaları ile herkese haykırmaktadır. Kudüs sadece diplomatlar ve silahların değil tarihinde koruyacağı bir yer olduğu unutulmamalıdır. Müslümanların diğerine saygı, kutsala hürmet ve kültürel varoluşlara saygı konusunda burada verilen belgelerde de görüleceği gibi hiç kimsenin aklına ihtiyacı yoktur yeter ki kendisini hatırlasın ve kendisi için kendi olabilsin.
Kudüs’ün bizim tarih şuurumuzdaki yeri aslında güncelde yaşanan tarihi sürece dair pek çok benzerliği ve dikkat çekici dersleri içermektedir. Nihai derslerden birisi ise Selahaddin Eyyûbî’nin mezarına koşan işgalci subayların dilinden dökülenler bize çok şey anlatmalıdır. İyi şiddet ve haklı zulüm gibi bir bakış açısı 1095’te Papa Urbanus’un Haçlılarına hareket meşruiyeti verdiği gibi haklı neden ve doğru amaç bağlamında savaşı estetize eden bir akıl gaddarlığı yukarıda aktüel zemin bağlamında verdiğimiz bir ortamda gerekli ve doğru bulabilir. Geçmişten günümüze bir saldırganlık algısı içinde olan bir akıl çok kolaylıkla kendisine haklı nedenler üretebilir ve üretmiştir de. Kendisinin amacının çok saf ve doğru olduğunu düşünen bir kişi doğru amaçla öldürülenlerin maruz kaldığı gaddarlığı meşrulaştırabilir.
Zira Şahıs Avrupa halklarının ilerleyen zamanda kendisine teşekkür edeceğinden bahisle bu psikolojik durumunu ortaya koymuştur. Bu durum ve olay bir münferid hadise olabileceği gibi kurumsallaşmış bir zihnin son aktüalitesi de olabilir: 11 Aralık 1917’de Kudüs'e giren İngiliz Orgeneral Allenby Selahaddin Eyyubi'nin mezarına vurarak; 'Kalk Selahaddin biz yine geldik' şeklinde bir konuşma yaparken de muhtemelen farklı bir psikoloji içinde değildi. Fransız Generali Geavraud, 1920 tarihindeki Meyselun Savaşı'nın ardından Şam'da Selâhaddin'in kabrini Haçlı ruhunu göstererek; "Ey Selâhaddin! Dinle biz döndük" derken ve Osman Gazi’nin sandukasını tekmeleyen Yunanlı komutan hangi tarihi geçmişin güncel örnekleriydiler demeden edemiyor insan. Fransa Dış İşleri Bakanı Gueant, "Cumhurbaşkanımızla ilgili yapılan eleştirilerle ilgili olarak şunu söylemek istiyorum. Şu an herkes, Sarkozy'nin orada olduğuna şükrediyor. Herkes televizyonlardan Kaddafi'nin yaptığı katliamı izlemeye hazırlanıyordu. Tanrıya şükür ki Cumhurbaşkanımız, Haçlı Seferi'nin önderliğini yaparak önce BM'yi, ardından da Arap Birliği ve Afrika Birliği'ni harekete geçirdi" sözleriyle haçlı kavramını daha dün denilecek kadar kısa bir vakitte kullandı. Bugün Kudüs’te var olan İsrail ve onun tarihi hatta mitolojik emelleri bu tarihsel aktüalitenin diğer bir yönü olarak görülmelidir.
Kudüs metaforu ile manasızlaşan anlamlar evrenimize düzen vermek ve değerlerimizi yeniden değerlendirmek adına yaptığımız bu girişte nihayet Türklerle Araplar arasında örülen duvarların, zihni blokların ve oluşturulan tarihsel yargıların ötesine geçmek zaruretine işaret edilmesi gerekmektedir.Kudüs Kriterleri bizim tarihi ve güncel durumumuzu yeniden dizayn edecek bir süreci anlatmalıdır. Bu çalışmanın belki de en büyük amacı ve temennisi kavramların ve tarihin oryantasyonu ile akılların ve yüreklerin yeniden birleştirilmesine katkı sağlamak olacaktır. Bugün mabedi ezilen Kudüs’ü çiğneyen akıl tarihte İslam’ın ortaya koyduğu hukuk, nezaket ve saygının çok uzağında durmaktadır. Mezar tekmeleyenlerin kurdurduğu devletten de zaten mabed çiğnemesi beklenir!
[publicize twitter][publicize facebook][category güvenlik]
[tags İSRAİL DOSYASI, Prof. Dr., Altan ÇETİN, Kudüs]

5 Kasım 2014 Çarşamba

PKK Ambalajlı Ermenistan Projesi Devreye Sokuldu Şehitler Ölüyor, Vatan Bölünüyor. Gör Artık, Gör!!.

PKK Ambalajlı Ermenistan Projesi Devreye Sokuldu
Şehitler Ölüyor, Vatan Bölünüyor. Gör Artık, Gör!!.
Hamasi beylik lafları bırakın. Bu ülke bölünmez diyebilmek için elinizde bir veri var mı? YOK!!.  Bilimsel bir veriye dayanmayan her söz çözüm üretmek yerine rahatlamayı sağlar ki, bu durum tepki enerjilerini topraklamaya, söndürmeye, soğurmaya sebep olur.
Ortadoğu coğrafyası ve Türkiye üzerinde oynanan oyunları açık bir biçimde ortaya koyup tedbir almazsak değil bölünmek, gelecekte “Mohikanların Sonuncusu” filmine malzeme oluruz.
Lafı eğip bükmeyeceğim. Suriye’den aldığım haberler ve Güneydoğu’da görev yapan “adı bende saklı” bir askerimizin açıklamaları üzerinden ülkenin getirildiği yeri görün istiyorum.
Suriye’den gönderilen iletilerde aynen şunlar yazıyor:
“1-Zahide Hanım; iki saattir bizim burada(Şam’da) tepemize yağmur gibi bombalar yağıyor. Türk yetkilileri IŞİD teröristlerine sinyal kırıcılar vermiş.. Dün(28 Ekim 2014) 7 kişiyi kaybettik. Bunlardan ikisi arkadaşımızdı, diğerleri ağır. Lanet olsun işgalcilerle iş birliği yapanlara.. Erdoğan-Davutoğlu hükümeti destek verdikçe ne Türkiye’de ne de Suriye, Irak ve Lübnan’da asla bu savaş bitmeyecek.. Ayrıca Barzani ile Erdoğan anlaştılar. Kobani’den Peşmergeleri de Türkiye’ye alacaklar. Türkiye’de Peşmerge, PKK ve IŞİD’i kahramanlaştırmak için milleti hazırlıyorlar..  Şu anda 200 den fazla Peşmerge’ye Türk vatandaşlığı verilecekmiş. Erdoğan Barzani ile böyle anlaşmış. Türk Milleti’ni buradan uyarıyorlar. Türkleri koruyacak hiç bir devlet gücü yok. Çok kritik ve önemli şeyler oluyor. Kobani’de bir tek canlı Türkmen bırakmadılar. Aynı Hama’da, Humus’ta, Halep’te, Golan’da Türkmen varlığını yok ettikleri gibi. Şu anda bizim olduğumuz mahalleyi bombardımana tuttular.. Kendinize dikkat edin ve korumaya alın..Hazırlıksız bastıracaklar inanın.. Türk Hükümetine Türkler el atmadıkça, meclisi ele geçirmedikçe, hem Türkiye, hem de bölgede bu acılar ve savaşlar devam edecek. Yeminleri var, “bir tek Türk kalmayana kadar savaşacağız” diyorlar.
Suriye TV Ana Haber Merkezi; Türk yetkililerin IŞİD teröristlerine sinyal kırıcılar verdiğini, 2 gündür bu cihazları kullandıklarını, askerlerin bunların bombalarını çözemediğini 21 ana haberlerinde verdi. Türkiye resmen düşman ülke oldu. IŞİD teröristlerine sinyal kırıcıların verilmesini bir yorumcu değerlendirdi. “Türkiye’de Türkleri koruyacak bir devlet yoktur” dedi. Hem yaşadığım topraklar için, hem de;
Anavatanım Türkiye için çok üzüldüm.”
Mesajı değerlendirelim;
Erdoğan-Davutoğlu ikilisi IŞİD’e hala yardım ediyorsa(ki, mesajın doğruluğunu bir askerden teyit ettim), Kobani maskaralığı niçin oynanıyor?
Türk Milletini kandırıp tuzağa düşürmek için tabii ki.
İŞİD bahane edilerek PYD, PKK meşru hale getiriliyor. PKK terör örgütü olmaktan çıkarılıp, mazlumlar için savaşan kahramanlar haline getiriliyor.
ABD’nin Suriye ve Irak’ta IŞİD’i bombalama olayına gelince;
ABD ve ortaklarının Irak’a saldırdığı dönemde Irak’ta bulunan bir savaş muhabiri arkadaşımın verdiği bilgiler doğrultusunda yorumlayalım. Muhabir arkadaşım;
“ ABD’nin Irak’ta hedef binalara attığı bombalar kaldığımız otelin önünden geçip, u dönüşü yapıp, hiç şaşırmadan hedef binayı vuruyordu. O nedenle “sivillerin üzerine düşen bombalar yanlışlıkla atıldı sözü tamamı ile yalandır” demişti.
Peki, o akıllı bombalama sistemi şimdi IŞİD militanlarını neden imha etmiyor? Çünkü etmek istemiyor. IŞİD üzerinden Türkiye, Suriye ve Irak’ı bölüp 2. İsrail’i kuruyorlar.
Unutmayın, bu yıllarca sürecek bir Haçlı seferidir. 21. Yüzyıl Haçlı seferlerine hoş geldiniz Beyler ve Bayanlar…
Gelelim Güneydoğu’da görev yapan bir askerimizden gelen iletiye;
“Güneydoğu’da sokağa çıkmamamız için algı yaratmaya çalışıyorlar. Asker ailesini memleketlerine göndermeye başladı. Çocuklar okullardan alınıyor. Devlet yok imajı veriliyor. PKK şehir yapılanmasını bitirdi. İşin ilginç olanı ise polisin durumu... Polis istihbaratı dağıtıldı. Bölgeyi bilen, istihbaratı bilen personel çekildi. Acemi ekipler bölgede. Ve Yüksekova'da şehit edilen askerlerin failleri bulunmadı. Sadece hükümet göz boyuyor. . Günü kurtarıyorlar. Sokağa çıkamıyoruz artık. Kolluk gücü biziz ama kendimizi kollamaya başladık sadece.”
Polis istihbaratı nasıl dağıtıldı biliyor musunuz? Tabii ki paralel bahanesi ile...  Bir zamanlar her derde deva Ergenekon(darbeciler) tezgahı vardı, şimdi paralel sahneye kondu. Üstelik paralel üzerinden operasyon daha kolay oluyor. Çünkü F-CİA çok nefret topladı. Çok ah aldı. Şimdi de bu ihanet şebekesine duyulan nefret üzerinden gene Türk Milleti’ne tuzak kuruluyor. Güneydoğu PKK ve İsrail için dikensiz gül bahçesine çevriliyor. İhanetin içinden ihanet, kumpasın içinden kumpas çıkıyor.
Asker üzerinde bu baskı devam ederse, asker içinde isyanlar baş gösterebilir. Fizik kuralıdır: Aşırı basınç nedeniyle patlama, dağılma meydana gelir.
Osman Baydemir Diyarbakır Belediye Başkanı olduğu dönemde Güneydoğulu gazetecilere verdiği iftar yemeğinde yaptığı açıklamada;
“Kuzey Irak’ta özerk bir Kürdistan kuruldu. Başşehri Erbil’dir. Kuzey Suriye’de özerk bir Kürdistan kuruldu. Başşehri Kamışlı’dır. İran’da da özerk bir Kürdistan kurulacak. Başşehri Mahabad olacak. Türkiye’de de bir özerk Kürdistan kurulacak. Diyarbakır’ın ismi değiştirilerek ‘Amed’ yapılacak. Başşehir Amed olacak. Bu 4 başşehir Avrupa Birliği’de olduğu gibi yanlarına Ermenistan ve Ürdün’ü de alıp, sınırları da kaldırarak ‘ortak para birimine’ geçecek ve ‘Büyük Kürdistan Birliği’ hayat bulacak.” Demiştir.
İğrenç bir algı operasyonuyla Kobani yaygarası koparılıyor. Suriye ile Türkiye arasında 911 km’lik bir kara sınırı vardır. 911 km’lin kara sınırımızın Suriye tarafı IŞİD’in kontrolündedir. Ayn El Arab(Kobani) denililen bölge 911 km’lik sınır içinde çok küçük bir alandır. Öyleyse Ayn El Arab üzerinden koparılan kıyamet neyin nesidir?
Denize açılan Kürt kılıflı bir İsrail devleti kurmak için kurulan tuzaktır tabii ki...
2. İsrail Devletini kuracaklarından çok eminler ki, Büyük Ermenistan projesi de işleme kondu.
Etyen Mahçupyan Davutoğlu’nun danışmanlık görevine getirildi. Mahçupyan ErmeniSoykırımı yapılmıştır diyen ve bu iddialar doğrultusunda çalışmalar yürüten bir gazetecidir. Ermeni tarihçi Dabağyan Mahçupyan’ın dış bağlantılarına dikkat çekmiştir. PKK’nın silah bırakması gündeme geldiğinde Mahçupyan PKK’ya “sakın silah bırakmayın” diyen şahıstır. Peki, Davutoğlu böyle bir ismi neden danışman almış olabilir?
El altından verildiğini düşündüğümüz sözleri yerine getirmek amacıyla beraber bir çalışma yapmak için olabilir mi?  Olabilir. Neden mi? AKP suç çetesi, Irak ve Suriye’de bulunan Ermenileri Türkiye’ye sığınmacı olarak aldı mı? Aldı. 1915 tehciri ile Suriye’ye giden Ermenilerin torunlarının “topraklarımızı almaya gidiyoruz” dediklerini önceki yazımızda belirtmiştik. Van-Akdamar adasında bulunan Ermeni kilisesi onarılıp çan takılarak ibadete açıldığında, Ermenistan’dan davetli bazı isimler gelmişti. Davutoğlu Ermeniler’e hitaben;
“Bir gün topraklarınıza dönebileceksiniz” demişti. Tam da bu sıra bazı solcuların yere göğe koyamadığı İsmail Beşikçi’ye Ermenistan tarafından bir ödül verildi. Agos gazetesinin haberine göre;
“Sosyolog İsmail Beşikçi, Diyarbakır eski Belediye Başkanı Osman Baydemir ve İsmail Beşikci Vakfı Başkan Yardımcı Avukat Ruşen Arslan, Batı Ermenistan Kongresi'nin davetlisi olarak Ermenistan'a bir ziyaret gerçekleştirdi. Ermeni soykırımı konusunda çalışmalara yapan Türkiyeli araştırmacılar için hazırlanan Gevorg Surenyants nişanı, bu sene ilk defa İsmail Beşikçi'ye verildi.
Yerevan Üniversitesi, insan hakları savunucusu olarak Baydemir’e de Ermeni sorunu ve varlıklarının korunması üzerine belediye başkanlığı döneminde yaptığı çalışmalardan dolayı nişan takttı.
Beşikçi: Kürdistan sorunu ve Ermeni sorunu ayrılamaz
Toplantıda bir konuşma yapan İsmail Beşikçi, Kürdistan sorunuyla ilgili araştırmalarının Ermeni sorununu karşısına çıkardığını, Kürdistan sorunuyla Ermeni sorunu arasında ayrılmaz bir bağ olduğunu o zaman fark ettiğini söyledi.
Baydemir: Soykırım torunlarının topraklarına gelme hakkı var
Osman Baydemir ise, dünyanın neresinde olursa olsun, soykırıma uğramış Ermenilerin torunlarının gelip kendi topraklarına yerleşme haklarının olduğunu ve kardeş haklarla birlikte yaşayabileceklerini söyledi.
Baydemir, Belediye başkanlığı döneminde Ermeni varlıklarının korunması yönünde yapılanlardan da bahsederek, Ortadoğu’nun en büyük Ermeni kilisesi olan Diyarbakır’daki Surp Giragos Kilisesi’nin onarılması ve ibadete açılmasını örnek verdi.
İsmail Beşikçi, Ruşen Arslan ve Osman Baydemir Yerevan'daki Tsitsernakabert (Serçelerin Kalesi) Soykırım Anıtı'nı ziyaret ederek Ermeni Soykırımı'nda hayatını kaybedenlerin anısına bir çelenk bıraktı. (ÖÇ/GK)”Agos
Abdullah Gül, ABD Dışişleri Bakanı Powell ile 2 sayfa dokuz maddelik bir gizli antlaşma yaptığını itiraf etmiştir (Vatan, 24 Mayıs 2003). O maddelerden biri de Ermenistan ile olan ilişkilerin Ermenistan’ın çıkarları doğrultusunda geliştirilmesiydi.
Demirtaş’ın kalkışma çağrısı üzerine sokağa dökülen ve 40 kişinin ölümüne sebep olan PKK’lı teröristler Diyarbakır nüfus müdürlüğünü yaktı. Ne tuhaf değil mi? Irak ve Suriye’de de önce nüfus kütükleri yakıldı. Osmanlı’nın son yıllarında ve Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında da birçok nüfus kütüğü yakılmıştır. Mesela Tunceli’de yaşayan gizli Ermeniler ile ilgili bilgi istendiğinde, Elazığ nüfus kütüğü yakılmıştır ve Tunceli o dönem Elazığ’a bağlıdır. Sonrasında ise insanlar iki kişi şahit göstererek nüfusa kaydolmuştur. Hrant Dink’in “Türkiye’de kendini başka kimliklerde saklayan 500 bin Ermeni var. Asıl siz onların psikolojisi ile ilgilenin” demesi, öldürülmesinde etkili olan açıklamalardan birisidir. Bu açıklama diasporayı fazlası ile rahatsız etmiştir.
Yeni bir bilgiye daha ulaştım. Daha doğrusu, Türk Milletine kurulan kumpaslardan birini daha öğrendim desek daha doğru olur. Bir kişi muhtara gidip “ben bu adreste oturuyorum dediğinde(verdiği adreste oturanlar olduğu halde) muhtar kayıt yapmak zorunda imiş. Tuhaf olan ise;
Kaydı yapılan kişinin kaydı Nüfus kütüklerinde görünmüyor ama Başbakanlıktan görünüyormuş. Muhtarları belli illerde toplayıp konuştular. Yargı mensuplarına vaat ettikleri rüşvet niteliğinde maaş artırımı gibi, muhtarlara da maddi vaatlerde bulunulmuş. Toplantıya katılan ve konuyu bana anlatan kişi tuzağın farkında bile değildi.
Elimizdeki verileri bir araya getirdiğimizde, sığınmacı adıyla gelenlerin;
Verilen gizli sözler gereği yürütülen bir proje olduğunu düşünmek gerekir. Verilen sözlerin 2015 yılına kadar yerine getirilmesine çalışılıyor anlaşılan.
Hatırlayalım;
Ergenekon kumpasından tutuksuz yargılanan Star gazetesinin Uzan Grubuna ait olduğu dönem Ankara Temsilciliğini yapan gazeteci Hayrullah Mahmut Özgür, savunmasında;
“CİA’nın çektiği Erdoğan CD’sini izledim, sanık oldum” demiştir. Ergenekon davasının 82. Duruşmasında Özgür’ün çapraz sorguda verdiği bilgilere göre:
Tayyip Bey, belediye başkanı olduğu dönemde Zapsu ile birlikte ABD Başkonsolosluğu'nu ziyaret ediyor. Başbakan olması halinde neler yapacağını anlatıp sözler veriyor. İşte bu sahnelerin videosunu bazı kişiler Hayrullah Mahmut'a izletiyorlar.
Özgür’ün ifadesinden bir bölüm:
“Görüntülerde RTE, Neo-Sevr dediğimiz sonradan yaşananlarla somutlanan ABD’yle gizli anlaşmanın tüm maddelerini kabul ettiğini, Ermeni soykırımının kabul edileceği, Büyük Ermeni devletinin kurulması, anayasa değişikliği, AB uyum yasalarının değiştirilmesi, TSK etkisizleştirilmesi vb tüm hususları kabul ettiğini söylemektedir. Başkaca taahhütlerde vardı, aklımda kalan bunlardır. Görüntülerde Cüneyt Zapsu da bulunmaktadır.”
Değerli okur, millete umut vermek isteyen aydınlar şöyle diyor;
“-Türk milleti durur durur, ayağa kalkınca kimse durduramaz.”
Bu söz iyi niyetli ama aldatıcıdır. Millete umut verenler şartların 1919 olmadığını görmeli, milleti sloganvari sözler üzerinden rahatlatmayı bırakmalıdır. 1919 şartlarında emperyalist devletler ülkemizi düzenli devlet orduları ile işgal etti. Büyük savaş suçları işleseler de karşımızda devletler vardı. Oysa şu anda savaşlar terör grupları üzerinden yapılıyor. Türkiye’nin durumuna gelince;
AK suç çetesinin yürüttüğü siyaset nedeniyle Güneydoğu PKK üzerinden terörize edildi. Daha önce PKK’ya katılmayan halkın PKK’ya sempati duymasına, yardım etmesine neden oldular. Terör metropollere yayıldı. Şehirler silah deposu haline geldi. Bazı ihbarlar neticesinde güvenlik güçlerinin ele geçirdiği silahlar ürkütücü boyuttadır. Dünyadan toplanan ruh hastası psikopatlar, paralı asker olarak Suriye ve Irak’a geldi. Dolayısı ile hepsi aynı zamanda ülkemizde bulunuyor. El Kaide, insanları domuz bağıyla bağlayıp diri diri gömen Hizbullahçılar yeniden piyasaya çıktı. Ve binlerce yabancı istihbarat elemanı içimizde dolanıyor. Bir de Kobani bahanesi ile Peşmerge ülkeye sokuldu. Gelen Peşmergeler 1. Körfez savaşında Guam adasına gidip CİA’dan eğitim alan CİA elemanlarıdır. Ahmet Takan bazı peşmerge-CİA’nın “kaçarak”(!) kaybolduğunu yazdı. Gerçekten kaçtılar mı, yoksa asıl görev yerleri Türkiye mi?
Bu duruma nasıl geldik?
“Tüm gerçekler üç adımda gelirler: Önce alay edilir. İkinci olarak şiddetle karşı çıkılır. Son olarak, zaten belli olan bir şey denir ve kabul edilir.” Arthur Schopenhauer
Ne demişti kaçaksaray sultanı? “Biz alıştıra alıştıra yapacağız” demişti değil mi? Alıştırdılar. Hem öylesine alçakça alışanlar oldu ki;
İşgal altındaki mecliste bebek katili sapığın mektubu bile okundu.
Kısacası; karşımızda düzenli ordu yok. Türk Ordusunun morali nerede ise sıfıra indirildi. Ordudan istifalar arttı. Savaş pilotları istifaya zorlandı. İstifa etmeleri de kolaylaştırıldı. Donanma kumpaslarla perişan edildi. Jandarma yok edilmek isteniyor. Ordunun manevra kabiliyeti yok ediliyor.
Nizamülmük Siyasetnamesinden şöyle der; "Devlet idaresine kim gelir orduyu, askeri küçültmeye ve zayıflatmaya çalışır; bilin ki o vatan hainidir"
Evet, Türk Milleti ayağa bir kalkarsa onu kimse durduramaz. Fakat bu sefer karşısında düzenli ordu yok. Düşman her an her yerden çıkabilir. Ve 1919’un zararlı dernekleri her yerde beyin yıkıyor. O zaman ne yapmalıyız? Türk Milleti ayağa kalktığında kiminle savaşacağını iyi bilmelidir. Düşmanı tanımalıdır. Hazırlığını ona göre yapmalıdır. Bu uyarıyı yapmak milli aydınların görevidir. Mecburiyetidir.  Ayrıca acildir. Neden mi?
Genelkurmay’ın mahremine, kozmik odaya boşuna girilmedi. Bu ülkenin direnç noktaları ve isimler tespit edildi. Unutmayın, herkes fişlendi. Bu ülkede yabancı istihbarat ajanlarının devlet içinde çalışmasını AK çete yasal hale getirdi. Dolayısıyla; kim kimdir, bütün bilgi ellerindedir. Irak işgal edildiğinde önce aydınlar ve bilim adamları yok edilmiştir. Yani; Irak halkı kör ve sağır edilmiştir. Bağışıklık sistemi çökertilmiştir.
Unutmayın; başarmak için, kiminle-neyle savaşacağımızı bilmek zorundayız. Başarmak için matematik akla ve gerçek bilgiye ihtiyaç var. Hayalcilik ise İNTİHARDIR.
**
Not: Türkiye Cumhuriyeti Devleti yıkılırsa, yerine yeni bir devlet, şeriat devleti kurulacağını sanıp, devletin yıkılmasını bekleyen zavallılara şunu söyleyeyim: Türkiye Cumhuriyeti Devleti yıkılırsa, Anadolu’da Müslüman kimlikli hiç kimse kalmaz. Çünkü bu savaşlar sadece enerji savaşları değildir. Batı’nın “kan davası olan” Haçlı Savaşlarının devamıdır. Ve işgal edilen ülkelerde ilk önce “en aşağılık kesim olan” işbirlikçiler yok edilir.
BİLGİ NOT:
ERMENİ SOYKIRIMI YALANI;
TOPLU MEZARLAR NEREDE?..
“Kıbrıs sorunu konusunda uzman olan Prof. Dr. Ata Atun'un gerek Kıbrıs sorunu konusunda gerekse de Osmanlı Devleti döneminde Anadolu'nun doğu bölgelerinde 1915 yılında gerçekleştirilen Ermeni tehciri konusunda gerçekleri yansıtan İngilizce yayınları, gözden ve bilimden uzak tutulmaya çalışılmış gerçekleri göz önüne koyması ile bilinmektedir.
Özellikle Ermenilerin 1 milyon 500 bin kişi katledildi iddialarını çürüten "Nerede bu toplu mezarlar. 150 adet futbol sahası büyüklüğünde, o dönemde kazma kürekle kazılması ve doldurulması gereken bu mezarlar nerede. Kimler, kaç bin kişi, hangi aletlerle hiç durmadan 155 gün boyunca söz konusu 150 mezarı kazabildi o günün teknolojik koşulları ile. Serebneritsa'daki Sırpların acımasızca katlettiği 8 bin Boşnak'ın toplu mezarları 3 kez yer değiştirilmesine rağmen bulundu da;, Niye bu sözde soykırıma ait toplu mezarların bir tanesi bile bulunmadı" açıklamasını Almanya'daki Würzburg üniversitesinde yapmasından ve konuşmasının YouTube'da yayınlanmasından sonra yazılarının yayınlandığı farklı sitelere ve şasına ait olan "http://ataatun.org"  adresli sitesine sanal saldırılar artmış durumdadır…”