18 Aralık 2015 Cuma

ANKARA KALESİ "Rusya Dünya'ya Meydan Okuyor" Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

ANKARA KALESİ  
RUSYA DÜNYA‘YA MEYDAN OKUYOR
                                                                                        Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
            Türkiye’nin  Suriye sınırında bir uçağın düşürülmesiyle birlikte dünyanın siyasal gündemi değişmiş ve  Orta Doğu bölgesi ile beraber Türkiye Cumhuriyeti de  yeni bir siyasal krizin içine sürüklenmişlerdir . Soğuk savaş döneminde  uzun süre  iki ayrı kutup içerisinde yer alan Türk devleti ve Rusya Federasyonu , küreselleşme sürecinde normal düzeyde ilişkilerini geliştirmeye çalışırken , birden oldu bitti ile bir uçak krizinin ortaya çıkması üzerine  yeniden eskisi gibi karşı karşıya gelmişlerdir . Sınırların ihlal edildiği gerekçesi ile  Türk devleti kendini savunurken , Rusya Federasyonu resmi makamları  uçağın kesinlikle bir sınır ihlali yapmadığını  , Türkiye-Suriye sınırının  aşılmadığını  ve  Suriye’deki iç savaşın önlenmesi doğrultusunda Rus uçağının  kendisine verilen  görevi yerine getirmeye çalıştığını  öne sürerek    , Türkiye’nin  gerçekleri dikkate almayarak düşmanca davrandığını  olay tarihinden bu yana öne sürerek siyasal gerilimi  önemli ölçüde tırmandırmıştır . Rusya devleti yetkilileri kendilerini savunurken , sürekli olarak Türk devletini suçlamaya çalışmışlar ve  bu doğrultuda Türkiye’nin bilerek ve isteyerek   kasıtlı bir saldırı içinde olduğunu kamuoyu önünde kanıtlamaya çalışmışlardır . Böylece , soğuk savaşın sona ermesinden sonra geçen  çeyrek yüzyıllık dönemdeki  küreselleşme süreci yakınlaşması sona ermiş ve  soğuk savaşın iki komşu ülkesi yeniden düşman durumuna sürüklenmişlerdir . Hiç beklenmedik bir anda gündeme gelen uçak düşürülmesi olayından sonra,  iki ülke ilişkileri her gün artan siyasal gerginlik ortamında  karmakarışık bir  hale gelmiştir .
            Sovyetler Birliğinin ortadan kalkmasından sonra giderek normalleşmeye başlayan Türk-Rus ilişkileri  , çeyrek asırlık bir  küreselleşme dönemi sonrasında yeniden eskisi gibi bir gerginlik  çıkmazına  düşmesiyle, hem iki ülkenin devleti hem de halkları ciddi bir şaşkınlık dönemine girmişlerdir . Bir yandan son yıllarda başlamış olan her alandaki yakınlaşma durgunluk içine  sürüklenmiş , diğer  yandan da  iki devletin her gün birbirini suçlayan resmi açıklamaları da  ortamı kızgınlaştırarak  bir savaş öncesi görünümü gündeme getirmiştir . Son üç yüzyılda  sürekli olarak  karşı karşıya gelen ve savaşan iki büyük devletin yeniden dünyanın merkezi coğrafyasında  bir çatışma ortamına sürüklenmesi  , içine girilmiş olan yeni yüzyılın en önemli siyasal gerginliği olarak tırmanmaya devam etmektedir .  Dünyanın ortalarında yer alan bu iki büyük devletin  beklenmedik bir aşamada yeniden  bir savaş eşiğine gelmesi , Rus Çarlığı ile Osmanlı İmparatorluğunun sürekli olarak savaşmasını ve bu savaşlar sonucunda da iki büyük imparatorluğun  çökmesini hatırlara getirmiştir . Çarlık sonrasında kurulan Sovyetler Birliği ile  Osmanlı devleti sonrasında tarih sahnesine çıkan Türkiye Cumhuriyeti iki büyük devlet arasındaki tarihten gelen  gerginliği yirminci yüzyıl boyunca  tırmandırarak yollarına devam etmişler ama soğuk savaş dönemi dengeleri içinde iki büyük devlet  Osmanlı İmparatorluğu döneminde olduğu gibi  birbirleriyle savaş aşamasına gelmemişlerdir . Üç yüz yıllık savaşlar iki büyük imparatorluğu tarih kitaplarına havale ederken ,  Rusya’da sosyalist sistem ile Türkiye’de Kemalist  model  modern zamanların temsilcisi olarak iki büyük devlet yapısını ortaya çıkarmıştır . Küreselleşme  aşamasında  sosyalist sistem dağılırken , Türkiye’deki Kemalist cumhuriyet yapılanması da  batılı emperyalist merkezler tarafından ortadan kaldırılmak istenmiş ama her yol denenmesine rağmen  bir türlü istenen sonucu ulaşılarak Atatürk Cumhuriyeti tarih sahnesinden kaldırılamamıştır . Batı tipi kapitalist model  Rusya Federasyonuna empoze edilirken  , Türkiye’de çeşitli manevralarla bu çizgide bir  değişime zorlanmış ama  istenen sonuç bir türlü elde edilememiştir .
            Küreeselleşme dönemine geçilirken kuzey yarım kürede önemli sınır değişiklikleri olmuş  ,Çek ve Slovak devletleri birbirlerinden ayrılırken  , Balkanların en büyük devleti olan Yugoslavya Federasyonu  insan hakları görünümlü bir etnik çatışma yolu ile tasfiye edilmiştir . En önemlisi ise  batı blokunun karşısında yer alan  doğu bloku olarak Sovyetler Birliğinin dağılması üzerine on beş adet bağımsız devlet tarih sahnesinde öne çıkmışdır .  Yer kürenin kuzey bölgesinde istediği değişiklikleri başarıyla yerine getiren  batı emperyalizmi ,sıra güney yarı küreye gelince bocalamış  ve  dünyanın batılılaştırılması doğrultusundaki bir küreselleşme oluşumuna güney yarı kürede yer alan devletleri sürükleyememiştir . Bunun en açık örneği de ,Sovyetler birliğinin dağılmasından hemen sonra bir oldu bitti yaratarak Amerikan ordusunun Basra körfezine gelerek yerleşmesi olmuştur . ABD elçisinin kışkırtması üzerine Irak  ordularının Kuveyt devletinin sınırları içine girmesiyle başlayan  yeni dönemde, önce körfez savaşı  ,sonra Irak savaşı ve daha sonra da Suriye savaşının çıkartılmasıyla birlikte , kuzey yerkürede gerçekleşen  dağılma ve parçalanma oluşumlarının  güney bölgesinde yer alan Orta doğu devletlerine de taşınmak istendiğini açıkça ortaya koymuştur . Ne var ki  , merkezi coğrafya da   ikinci dünya savaşı sonrasında kurulmuş olan Yahudi devleti  işin içine karışınca, her şey alt üst olmuştur.  Batı kapitalizminin küreselleşme modeli eski Osmanlı ülkelerine taşınmak istenirken  bu kez İsrail üzerinden Siyonizm öne çıkarak , tarihten gelen Büyük İsrail  İmparatorluğu  oluşumunu yeni aşamada orta dünyanın kutsal toprakları üzerinde  yeni bir siyasal düzene dönüştürmek  istenmiştir .Böylece yeni bir kaos döneminin önü açılmıştır . 
            Küresel sermaye ABD üzerinden bütün dünya kıtalarını  yeni emperyalist açılım ile kendi hegemonyası altına almaya çalışırken , bu durumdan yararlanmak isteyen  iki bin yıllık Siyonizm akımının   orta dünyada kurmayı başardığı Yahudi devletinin , Siyon tepesinde Hz.İsa’nın  dünyaya dönerek kuracağı bir küresel imparatorluk  ideali  çizgisinde yeni bir imparatorluk düzenine dönüştürülmesi  girişimleri   bütün bölge devletlerini hedef alırken ,  doğu ve batı güçlerinin  merkezi alanda bir üçüncü dünya savaşı tehlikesi ile karşı karşıya kalmasına yol açmıştır .Irak üzerinden çıkartılamayan üçüncü dünya savaşı bu kez Suriye üzerinden çıkartılmaya çalışılırken , kutsal kitaplarda dile getirilen bir kıyamet senaryosu olarak  Armegeddon savaşının  Suriye sınırları içerisinde yer alan  Megiddo ya da   diğer adı ile  Amik ovası  bölgelerinde çıkabileceği ilgili uzmanlar tarafından dile getirilmeye çalışılmıştır . Basra körfezi , Irak ve Suriye gibi  ülkelerde iç savaşlar üzerinden çıkartılamayan  üçüncü dünya savaşı , bu kez doğu ve batının önde gelen büyük devletlerinin karşı taraflar olarak yer alabileceği bir kıyamet savaşı senaryosuna doğru  yaşanan olaylar aracılığı ile yönlendirildiği  görülmüştür . Küçük İsrail devletinin Büyük İsrail İmparatorluğuna dönüştürülmesi  sürecinde  gerçekleştirilmesi düşünülen Armegeddon savaşının  ortaya çıkabilmesi için  savaşın tarafları olarak iki büyük bölge ülkesi olan Türkiye ve İran düşünülmüştür . İki büyük devletin rejim ve mezhep farklılıkları bu aşamada  küresel medya üzerinden körüklenilerek  kıyamet senaryosuna geçişin öncüsü olarak bir Türk-İran savaşı ,savaş lobileri aracılığı ile kışkırtılmaya çalışılmıştır . Ne var ki , binlerce yıllık devlet tecrübesine sahip olan bu iki büyük devlet çatışma senaryolarına aldanmayarak  birbirleriyle savaşmamışlar , aksine bölgede barış ortamının korunabilmesi  için  her alanda yeni işbirliklerini geliştirmişlerdir . Böylece  Siyonizmin  Türkiye-İran savaşı üzerinden  kıyamet senaryosunu gerçekleştirme oyunu  bozulunca bu kez , merkezi coğrafya da büyük savaşı çıkaracak yeni senaryo olarak Türkiye-Rusya çatışması  planlanarak  yürürlüğe konulmuştur . Eskiden olduğu gibi ,her fırsatta Türkiye ve Rusya’yı karşı karşıya getiren siyasal manevralar  emperyalist ve Siyonist merkezler tarafından  zamanla uygulama alanına getirilmiştir .
            Büyük İsrail İmparatorluğunun kurulabilmesi için  bölgedeki büyük devletlerin savaştırılması  oyununda  , birinci aşama gerçekleştirilemeyince ikinci aşama olarak  Türkiye-Rusya  çatışması  öne çıkarılmaya başlanmıştır . Rusya’nın  , Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra içine girdiği şaşkınlık ortamından kurtularak gene eskisi gibi batı karşıtı bir yeni soğuk savaş arayışı içine girmesi  , Türk-Rus  savaşı çıkartmak isteyenlerin işine yaramıştır .Özellikle Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesi üzerine  Kırım lobileri yeniden Rusya karşıtı çalışmalara yönelmişler ve bu gerginlik üzerine  Rusya ikinci bir adım daha atarak Ukrayna devletinin doğu sınırlarından  içeri girmiştir . Batı dünyasının desteği ile Rus saldırganlığına karşı kurulmuş olan bir tampon devlet olarak  Ukrayna, yeni dönemde bölünmenin eşiğine gelmiştir . Kiev’in doğusunda yaşayan  ve toplam  nüfusun yarısını oluşturan yirmi  milyonluk Rus asıllı insanın yeniden Rusya sınırları içine çekilmek istenmesi Ukrayna devletini  bölünmenin eşiğine getirirken , Rusya Federasyonunun yeniden eskisi gibi bir emperyal  devlet olmasına giden yolu açmıştır .Kırımın işgalinden sonra Ukrayna topraklarına da giren Rus devleti   yavaş yavaş bulunduğu bölgede genişlemeye doğru yönelirken   ve  giderek saldırganlaşan Rus devletinin bundan sonra  hangi emperyal adımları atacağı tartışılmaya başlarken  , Rusya birden Suriye’ye askeri birlik göndererek  merkezi alandaki savaş sürecine aktif bir taraf olarak dahil olmuştur . Bu ülkede  ,yirminci asrın ortalarında kurulmuş olan Baas rejimini desteklemek ve var olan devlet yapısının yıkılmasını önlemek üzere Suriye topraklarına asker gönderen   Rusya Federasyonu , bu ülkede  batı emperyalizmi ve İsrail siyonizmi tarafından örgütlenen  terör örgütlerine karşı savaşa müdahale etmeye başlamış ve Irak’dan sonra Suriye devletinin de terör aracılığı ile çökertilmesi oyununu bozmaya başladığı anda , bir  Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi olayı gündeme gelmiştir .
            Yeni  dönemde  Irak ve Suriye iç savaşlarını terör örgütleri aracılığı ile bütün bölge ülkelerine yaymak isteyen emperyalizm ve Siyonizm ittifakı ,  asıl hedef olan kıyamet senaryosunun gerçekleştirilebilmesi için   bölgenin büyük devletlerini savaşa doğru kışkırtmış ama bunun  bir türlü gerçekleştirilemediği anda , bir Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi gibi yepyeni bir  durum ortaya çıkartılmıştır . Kuzey yarıküresinde bir çok devletin sınırlarını değiştiren emperyalizm , güney yarı kürede yirmiden fazla devletin sınırlarını değiştirmeyi  ,hatta daha da ileri giderek merkezi coğrafyada bulunan on devleti   parçalayarak çökertmeyi ,  Orta Doğu bölgesindeki terör örgütleri aracılığı ile  gerçekleştirmeye çalışmaktadır .Türkiye Cumhuriyeti  , Osmanlı dönemindeki yedi yüz yıllık savaşları devlet birikimi içerisinde değerlendirerek ikinci dünya savaşına girmemiştir . Türkiye bu cihan savaşına girseydi , Birinci dünya savaşı konjonktürünün ortaya çıkardığı bugünkü devlet yapılanmasını kaybedebilirdi . Yedi yüz yıllık savaşların Osmanlı imparatorluğunu nasıl  çöküşe sürüklediğini dikkate alan Türk devleti , bu yüzden  bir yüzyıla yaklaşan  cumhuriyet döneminde her türlü savaş olayından uzak durmaya çalışmıştır . Bunun bir tek istisnası olarak gündeme gelen Kıbrıs olayında da  ,savaş bir barış harekatı olarak yürütülmüş ve Rumların Türkleri yok etme senaryolarına karşı  bir askeri çıkartma dünya kamuoyunun desteği alınarak yapılmış ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurularak bu ada ülkesine barış getirilmiştir . Benzeri bir biçimde  , Kuzey Irak bölgesinde tüm  merkezi coğrafya ülkelerini tehdit eden terör oluşumlarına karşı da sınırlı operasyonlar yapılarak dünyanın ortasında  terör üzerinden büyük bir savaşın çıkartılması senaryolarına  başarılı bir biçimde engel olunmuştur . Soğuk savaş yıllarında Demirperde olarak nitelendirilen Sovyet sınırındaki bazı  savaş kışkırtmalarına karşı da dikkatli bir tutum izlenerek hareket edilmiştir . Ne var ki , bugün gelinen yeni noktada  bölge devletleri savaştan kaçarken , savaş lobilerinin desteği ile  kurulan terör örgütleri istenen savaşları bölge ülkelerine yaymakta  ve insanlığın geleceğini bir kıyamet senaryosuna bağlayan kesimlere  yardımcı olmaktadır .Kutsal toprakların bir büyük dünya imparatorluğunun merkezi olmasını isteyenler  , savaşları  planlayarak bölgeye ustalıklı bir biçimde yaymaktadırlar .
            Dünyanın yirmi büyük ülkesinin  Antalya’da bir araya gelerek , geleceğin dünyasını görüşmeye başlamalarından  bir hafta sonra uçağın düşürülmesi  bir rastlantı olmanın ötesinde  kıyamet senaryosu doğrultusunda  atılmış bir adım olarak görünmektedir , çünkü gelinen yeni aşamada Türkiye ve Rusya gibi iki büyük devletin savaşa girmesi söz konusudur . Rus devleti  , geçen yüzyılın son yıllarında toparlandıktan sonra yeni politikası ile dünyaya açılırken, ideolojik  imparatorluk olmayı bir yana bırakıyor ama tıpkı Amerika Birleşik Devletleri gibi bir süper emperyal güç olarak öne çıkıyordu . Öncelikle  eski Sovyet Cumhuriyetlerini  yakın bölge olarak ilan ederek , buralardaki eski gücünü yeniden toparlamaya  ağırlık veriyordu . Kafkasya,Karadeniz ve Baltık ülkelerini kendisinin merkezinde olacağı büyük bir imparatorluğun eski eyaletleri olarak gören Rusya ,eski ideolojik imparatorluk yerine  tıpkı ABD gibi  emperyal bir imparatorluğun  kurucusu olarak yeniden tarih sahnesine çıkıyordu . Orta Asya ülkelerindeki kendine Sovyetler Birliği döneminden bağlı olan yönetimleri ayakta tutan Rusya Federasyonu , Kırım’ın işgali sonrasında  Kafkas ve Karadeniz ülkelerinde emperyal adımlar atıyordu .Ukrayna’nın doğu bölgelerini işgal eden  Rus askeri birlikleri ,bu bölgelerde Moskova’ya bağlı yeni eyaletler oluştururken , eski Sovyet hinterlandında hegemonya gücünü giderek artırıyordu . Bu arada , Gürcistan’a dönük olarak yapılan Rus askeri harekatında  Osetya ve Abhazya üzerindeki  Rus baskıları artırılarak ,bu iki küçük ülke üzerinden bölgesel hegemonya yayılması  öne çıkarılmaya çalışılıyordu . Benzeri bir süreç Ermenistan ile gündeme getirilerek , bu ülkenin batı blokuna kayması önleniyordu .
            ABD başkanlık danışmanı Brzezinsky , yazmış olduğu “Stratejik  Vizyon” isimli kitabında  yeni dönemde Rusya’nın bütün Ukrayna’yı,Beyaz Rusya’yı , Gürcistan’ı ve Ermenistan’ı eski Sovyet Cumhuriyetleri olarak işgal edebileceğini öne sürürken , son gelişmeler karşısında haklı çıkmıştır . Rus devleti soğuk savaş döneminden kalma eski geleneksel politikası olarak batı karşıtı bir doğu blokunu gene Moskova merkezli olarak gerçekleştirmeye çalışırken ,Kırım’dan başlayarak teker teker komşu ülkelere yönelik işgal girişimlerini sürdürmektedir . Rusya’nın son aylarda Suriye’ye de girerek  bu eski müttefiki olan ülkeyi  de işgal ederken , rejimin korunması görünümünde bölgesel bir yayılmanın örneklerini vermektedir . Rusların kızıl elmasının  sıcak denizlere ulaşma  hedefi doğrultusunda Antalya’yı ele geçirmek  olduğu dikkate alınırsa , Rus Jeopolitiği Akdeniz üzerinden sıcak denizlere ve bu denizler üzerinden de okyanuslara açılmaya öncelik vermektedir . Nitekim bu politikanın bir başka uzantısında  Güney Kıbrıs Rum yönetiminin ülkesinde göze çarpmaktadır . Birinci dünya savaşı sırasında sıcak denizlere inemeyen Rusya , soğuk savaş yıllarında  hem Suriye’de bir askeri üs kurma şansını elde etmiş hem de  Ortadoks dayanışması doğrultusunda Yunanistan ile yakınlaşarak bu ülke üzerinden Güney Kıbrıs yönetiminde etkisini artırmıştır . İki cihan savaşı arasında  Suriye üzerinden Kıbrıs’a giren Rusya bu ada ülkesinde Akdeniz’in en güçlü Komünist partisi olan AKEL’i kurmuştur . Bugün Kıbrıs Rum kesiminde en etkili siyasal parti olarak yoluna devam eden AKEL , komünizmin bittiği bir aşamada Ruscu bir politikanın sıcak denizlerdeki temsilcisi olmuştur . Rusya  Güney Kıbrıs üzerindeki etkisini , Suriye’deki askeri üssü aracılığı ile  kurarak Doğu Akdeniz’deki gücünü artırabilmiştir . Batılı emperyalistlerin merkezi alandaki  ülkeleri bölerek yeni  küçük devletçikler oluşturma politikalarına kendi çıkarları doğrultusunda karışmaya başlayan Rusya  , hem Kuzey Irak üzerinden Türkiye’nin güneydoğu bölgesi ile hem de  sosyalist sistemin emperyal zorlamaları doğrultusunda Türkiye’nin kuzeyindeki  Fatsa olayları ile  de yakından ilgilenmiştir . Doğu Anadolu vilayetlerinde yarım yüzyıla yakın bir süre işgalci olarak bulunan Rusya ,sıcak denizlere inme yolu üzerinde bulunan Anadolu yarımadasının çeşitli bölgeleri ile her zaman emperyalist bir  çizgide yakından ilgilenmiştir . Bugün Suriye ve Kıbrıs’taki üsleri ile Rusya  bir doğu Akdeniz gücü olarak bu bölgedeki gelişmelere müdahale etmekte ve böylece batı politikalarına karşı çıkmaktadır .
            Bir tarafta Rusya’nın yeni emperyal güç olarak yayılma planları diğer yanda ise batılı ülkeler ile İsrail’in  Orta Doğu ülkelerini yeniden düzenleme  ve bu doğrultuda yirmiden fazla Müslüman ülkenin sınırlarının değiştirileceği  gerçeği , aynı anda dünyanın siyasal gündemine oturmaktadır .Merkezi alana demokrasi getirme  numaraları ile bölgeye giren batılı emperyalistler  , kutsal topraklardaki güçlerini artırma doğrultusunda  atağa geçerken  , bir doğulu güç olarak Rusya da bu  bölgede harekete geçmiştir . Merkezi coğrafyada kesişen bu iki insiyatif son aşamada bir Türk-Rus savaşı  oluşumu ile yeni bir gündem belirleyebilir . Demokrasi görünümünde , küreselleşme senaryoları ya da insan hakları tartışmaları ile bölgede istedikleri düzenleri kuramayan batılı emperyalistler,  istediklerine bir büyük savaş sonrasında kavuşabilecekleri düşüncesi ile dün Türk-İran savaşını kışkırtırken , bugün de bir Türk-Rus savaşının çığırtkanları olarak öne çıkmaktadırlar. Emperyal  destekli  bir  kırk yıllık bir terör yüzünden  bütünlüğünü kaybetme noktasına gelen  Türkiye’yi üyesi bulunduğu Nato hiç korumazken , Rusya’nın Suriye’ye askeri birlik göndermesi üzerine  Türkiye’yi korumak için her türlü yola başvuracağını Nato yetkilileri açıklamıştır . Tam bir çifte standart olarak adlandırılabilecek bu durum bile , merkezi alanda batı emperyalizminin savaş istediğini bu doğrultuda Türkiye’yi bir cephe ülkesi olarak kullanmaya hazırlandığını açıkça ortaya koymaktadır . Normal yollardan bölge ülkelerini parçalayamayan , küçük eyaletler aracılığı ile Yeni Bizans ya da  Büyük İsrail imparatorluklarını kuramayan batılı emperyalistler, amaçlarına ulaşma doğrultusunda  bölgenin iki büyük devletini birbirleriyle kapışmaya doğru sürüklemektedirler .                 İsrail siyonizmi  merkezi imparatorluk için bölge devletlerinin parçalanmalarına ağırlık verirken , Atlantik emperyalizmi de  Avrasya kıtasına egemen olabilmek  Rusya Federasyonunun parçalanmasına öncelik vermektedir . Şu an dünya haritasına göre dünyanın en geniş topraklarına sahip olan Rusya, bir imparatorluk konumundan yararlanarak bütün Avrasya   kıtası ve  komşu bölgelerini  fethetmeye hazırlanırken , Rus emperyalizminin saldırganlığını önleyebilmek üzere bu büyük devletin parçalanmasına giden yolu batılı emperyal devletler desteklemektedirler . Hem Rusya’nın hem de Türkiye dahil bütün merkezi alan devletlerinin parçalanmasına giden yolun bir büyük savaş ile mümkün olabileceğine ,dünyanın önde gelen merkezleri  yavaş yavaş inanmaya başlamışlardır . Olayların bu doğrultuda yönlendirilmesi ile her geçen zaman diliminde  savaş hazırlıklarının daha da öne çıktığı görülmektedir . Rusya bölge ülkelerindeki askeri varlığını  artırarak ve ordusunda büyük yenilikler yaparak bir büyük savaşa hazırlanırken , batı ittifakı da Türkiye’de  böylesine bir savaş hazırlığının karşı cephesini oluşturmaya çalışmaktadır . İkinci dünya savaşı sonrasında Türkiye’ye gelerek merkezi coğrafyaya yerleşen Nato,  bir Atlantik insiyatifi olarak  bu bölgede  batı egemenliğinin temsilcisi olmuştur . Bugün de  Nato’nun tıpkı Rusya gibi  savaş oluşumlarına yakın durması  , savaş lobilerinin çıkartmak için her yolu denediği  üçüncü dünya savaşı riskini artırmakta ve  dolaylı yollardan İsrail’in kutsal kitaplara dayandırdığı Armegeddon  isimli kıyamet  senaryosunun gerçekleşme şansını artırmaktadır . Savaştan yana olan lobiler her gün savaş yoluna su taşırken , terör örgütlerinin işi fazlasıyla azıtarak  büyük terör saldırılarına yönelmelerini de dolaylı yollardan desteklemektedirler . Batılı çevreler , Orta Doğu ülkelerinin sınırlarının değiştirilmesi ve Rusya Federasyonunun  egemenlik alanının küçültülmesi gibi senaryoların ancak bir savaş sonucunda mümkün olabileceğini düşünmeleri , insanlığı bir üçüncü dünya savaşı riski ile karşı karşıya getirmektedir . Rus devletinin tepesinde devletin yetiştirdiği  militan isimlerin  yıllardır egemen olması bu büyük devleti kendisini de yok edecek bir savaşa  hazırlandığını göstermekte ve buna karşı  güçlerin de benzeri bir  örgütlenme arayışı içine girmesine neden  olmaktadır , Dünya kapitalist sisteminin içine sürüklendiği bunalımdan kurtulabilmesi için de savaş giderek gerekli görünmeye başlayınca ,tüm kapitalist  ve emperyalist  çevreler  dünyayı savaşa doğru zorlamaktadırlar .
            Batıyı karşısına alan  ve  batı emperyalizminin  orta dünyayı ele geçirerek doğuya doğru yönelmesinin  kendisini yok edeceğini iyi bilen  Rusya , böylesine bir gelişmeye izin vermemek üzere  savaşa hazırlanmaktadır . Bu ülkenin lideri kısa boylu olmasına rağmen sürekli olarak medyatık gösterilerde sporcu kimliği ile öne çıkarken aslında  hem çatışmaya hem de her türlü savaş senaryolarına hazır olduklarını açıkça ortaya koymaktadır . Kış sporlarını  sevenlerin  savaş sporunu da  sevdiklerine dair bir görüntüyü  Ruslar  medya kanalları üzerinden dünya kamu oyuna aktarmaya çalışmaktadırlar . Rusya bugün sahip olduğu büyüklükte, federasyona dahil olan eyalet devletlerini zaman içerisinde elinde tutamayacağını gördükçe  daha da saldırganlaşarak eski Sovyet cumhuriyetleri üzerinden  egemenlik alanını genişletmeye öncelik verirken , aslında batı emperyalizminin savaş senaryolarına da alet olmaktadır .Batı bir anlamda Rusya’yı dolduruşa getirerek  bir üçüncü dünya savaşına doğru çekmek istemekte ve böylesine bir savaş sürecinde bu büyük ülkeyi çökerterek parçalayabilmenin arayışı içine girmektedir . Rusya’nın  dağılması ancak böylesine bir büyük savaş senaryosu ile mümkün olabileceği için  , orta dünyanın geleceğinde kurulacak   Büyük İsrail yapılanmasında  bunun içinde yer alacak  Türkiye ve İran gibi orta boy devletlerin de  direnişleri  ancak bir büyük savaş aracılığı ile önlenebilecektir . Türkiye’nin öncülüğündeki İslam devletleri ordularının Nato’nun öncülüğünde  Rusya’ya karşı kullanılması , batılıların her iki isteğinin de gerçekleşmesine yardımcı olabilecek  bir yolu açabilecektir . Rusya Suriye’de teröre karşı savaşırken savaşın bir  Müslüman-Hrıstıyan  çatışmasına dönüşmesi tıpkı Osmanlı  devleti ile Rus Çarlığının birlikte yıkılmalarına giden savaşlar dönemini yeniden başlatabilecektir . Rusya’nın kendi  büyüklüğünü  korumak için yakın çevresinde savaşlara girişmesi  aslında kendi sonunu getirecek bir çıkmaz yola  saplandığını göstermektedir .
            Rusya dünya hegemonyasına soyunarak batıyı karşısına alırken  batı merkezli bir yeni dünya düzeni kurulmasına açıkça karşı çıkmaktadır . Çin ile bir araya gelerek oluşturdukları Şangay İşbirliği Örgütü ,  gene Çin,Hindistan,Brezilya gibi üç büyük dev ülke ile bir araya gelerek kurdukları  BRİC ülkeleri  topluluğu  ile eski Sovyet Cumhuriyetlerini bir araya getirerek oluşturduğu Bağımsız Devletler Topluluğu  gibi uluslar arası yapılanmalar, aslında ABD ve Avrupa Birliği dayanışmasından ortaya çıkan  Batı  bloku yapılanmasına karşı çıkan çabaların bir sonucudur . Ayrıca kapitalist sistemin patronları ile para babalarının birlikte örgütledikleri Dünya Ekonomik Forumuna karşı gene  Çin,Hindistan ve Brezilya ile  örgütlenen Dünya Sosyal Forumu oluşumu da bir yana bırakılamayacak düzeyde önemli gelişmeler olarak yeni dünya düzeninin oluşumunda karşı insiyatifler  görünümünde öne çıkmaktadır .Rusya batıya  karşı  direnişe geçerken ,yalnız hareket etmemekte eski Sovyet cumhuriyetleri ile birlikte  bütün Asya ülkelerini ,Afrika ve  Latin Amerika devletlerini de yanına çekerek  batılı emperyalistlerin yeni bir çıkar düzeni kurmalarına karşı çıkmaktadır . Rusya’nın bu anti emperyalist tutumu  eski sosyalist dönemden kalma bir alışkanlık ile devam ederken , içine girilmiş bulunan çok kutuplu dünya da  tamamen ters bir yönde  bir Rus emperyalizmini de öne çıkarmaktadır . Batı emperyalizmi ile mücadele ederken kendi emperyalizmini örgütlemek durumunda kalan Rus devleti  , bugün gelinen noktada sürekli çelişkiler içinde bocalamaktadır . Batı emperyalizmine karşı çıkarken   G-20 ülkeleri arasında Çin,Brezilya  ve Hindistan ile birlikte yer almaktan çekinmemekte ,böylece yeni dünya düzeninin oluşturulması gibi yaşamsal öneme sahip olan bir konuyu ,batının önde gelen emperyalistlerinin  eline bırakmamaya çalışmaktadır . Daha önceleri batının zengin ülkelerini bir araya getiren G-7 grubunun zirvelerine de bir Hrıstıyan ülke olarak katılarak bu emperyal  yapıyı G-8 grubuna dönüştüren Rusya  ,bu gibi çelişkili politikaları ile  tüm emperyalistler gibi çıkarcı bir tutumun yeni temsilcisi olmuştur . Batıya meydan okuyan , batılıların emperyalist ve Siyonist girişimlerinin önünde set kurmaya çalışan Rusya , G-20 zirvesinde onlarla beraber olarak dünya ülkelerine kötü  örnek olmaktadır . Bu durumda , zengin batılı ülkeler ile bu tür zirvelerde birlikte olabilen Rusya’nın  müttefiklerine karşı dürüst davranabilmesi giderek zorlaşmaktadır .
            Yarısı Avrupa’da yarısı da Asya’da yer alan bir Avrasya ülkesi olarak  Rusya  bölünmüş bir ülkedir . Avrupalı yanı ile Asya’dan uzak , Asyalı yanı ile de Avrupa’dan uzak kalan ikili  bir jeopolitik konuma sahip bulunan Rusya , tam anlamıyla şizofrenik bir  uluslar arası politikanın takipçisi durumundadır . Tek yanlı politikalar ya da girişimlerin getirdiği bir istikrar ve düzenlilikten yoksun bulunan Rusya , ikili yönü ile uluslar arası alanda batı emperyalizmine karşı başarılı sonuçlar almaya çalışırken zaman zaman savaş senaryolarına kolaylıkla sürüklenebilmektedir . Suriye’de düşürülen uçak olayı sonrasında  hemen savaş öncesi  bir durum yaratarak sert önlemler alması ,bu durumun  açık bir göstergesidir .Rusya batıya meydan okurken , aslında batının oyununa gelmekte hem Orta Doğu ülkelerinin bölünmesine giden yolda bir alet olarak kullanılmakta hem de kendi sonunu hazırlayacak büyük bir savaş senaryosuna doğru sürüklenerek  çıkmaz yolda kaybolmanın  getirdiği  riskli işlere bulaşmaktadır . Rusya Suriye devletini kurtarayım derken  bir büyük Armageddon senaryosuna alet olma riski ile açıkça karşı karşıyadır . Geçmişten gelen ülke  büyüklüğünü elinde tutabilecek nüfus gücünden yoksun bulunan Rus devleti nin sadece  petrol ve gaz gelirleriyle bir yerlere gidemeyeceği anlaşılmıştır . Japonya ya da Güney Kore gibi  sanayi devrimini yaşamayan bir Rusya’nın dünyanın  patronu konumuna gelebilmesi mümkün değildir . Günümüzde  Çin yeni ekonomik güç olarak yükselirken , Rusya geride kalmakta  petrol ve doğal gaz gelirleriyle büyük ülkesini ayakta tutabilecek  örgütlenmelere girmektedir .Sadece askeri bir güç olarak  Rusya’nın istediği   düzeye gelerek dünyaya egemen olabilmesi  hayal olmanın ötesine gidememektedir .
            Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla ortaya çıkan yumuşama ortamında Türkiye  Osmanlı’yı yıkan Moskof düşmanlığından vaz geçerek bu komşu ülkeye yeni partner yaklaşımı içinde yönelmiştir . Osmanlı döneminde öne çıkan uzaklaşmanın yerini yakınlaşma almış ve bu doğrultuda her alanda dostluk ve ortaklık ilişkileri geliştirilmiştir . Milyonlarca turist her sene Türkiye’ye gelmiş ,binlerce Türk-Rus evliliği gerçekleşmiş , Türk ve Rus işadamları hem ortaklıklar kurmuşlar hem de iki ülkede karşılıklı yatırımlarda bulunmuşlardır . Soğuk savaş döneminde yer altından komünizm gelememiş ama  küreselleşme döneminde yer altından  hem petrol hem de  gaz gelmiştir . Batı emperyalizminin Karadeniz ve Kafkasya bölgelerine girme konusundaki ısrarlarına karşı Türk ve Rus işbirliği aracılığı ile direnilmiştir . Rusya nüfusunun üçte birini oluşturan  Türk ve Müslüman bölgeler ile Türkiye yakın ilişkilerini geliştirerek  bir anlamda iki devlet arasında yeni bir barış köprüsünün kurulmasına giden yolu açmıştır . Geri dönülmeyecek düzeyde gerçekleştirilen bu gibi olumlu gelişmeler bir yana bırakılarak yeniden eski düşman günler ortamına hiç dönülemeyeceği açıktır . İki ülkede etkin çalışmalar yapan  Siyonist lobilerin çabalarına rağmen , kıyamet senaryolarını  gündeme getirebilecek bir büyük savaşa  Türk ve Rus devletlerinin batılı emperyalistlerin oyunları ile  girişmesi beklenemez . Orta Doğu’da  İsrail yüzünden tırmandırılan savaş senaryolarının Kafkaslar ya da Karadeniz üzerinden dünyanın kuzey bölgelerine taşınması  çok gerçekçi olmayan bir senaryo olarak giderek  geride kalmaktadır . Bugün gelinen yeni aşamada bütün devletler uyanarak toparlanmaya başladığı için artık sınırları değiştirecek savaş senaryolarının  gerçekleştirilmesi  çok zordur . Rusya şizofrenik  yapısı ile istediği kadar bir Asyalı mantığı içinde  batıya karşı meydan okusun ,hiç bir zaman  emperyal savaşlarla bir yerlere gidemez . Önemli olan , batılı savaş lobilerinin  kıyamet senaryolarına da alet olmayacak çizgide bir sorumluluğu bu büyük devletin yetkililerinin gösterebilmesidir . Rusya gelecekte Şangay örgütü ve BRİC ülkeleri ile birlikte Dünya Sosyal Forumu çizgisinde bir dünya barışı için öne çıkmalı ve savaşa karşı  dünya ülkeleri ile bu doğrultuda dayanışma içine girebilmelidir .
             Rusya ,Türkiye ile savaşmak yerine  içine girilmiş olan barış ortamını sürekli kılabilmenin arayışı içinde olabilmelidir . Elli yıl Avrupa kapısında bekletilerek  dışlanan Türkiye Cumhuriyeti ile  Rusya geleceğe dönük bir Avrasya işbirliğini yeni dönemde başlatabilir . Bu  doğrultuda Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk devletleri Türkiye ve Rusya arasında yeni dönemde bir köprü olabilir . Bu bölgelerin dünyaya açılımında Türkiye ve Rusya bir rakip olmanın ötesinde  geleceğe dönük kalıcı işbirlikleri örgütlenebilir . Türk ve Rus  şirketleri  Avrasya bölgesinin gelişmesinde  daha sıkı işbirliği yürütebilirler . Ayrıca Rusya Federasyonu içinde yer alan Türk Cumhuriyetleri ile de yeni dönemde Türkiye’nin oluşturacağı karşılıklı ilişkiler iki devlet arasında soğukluğun giderilmesinde etkin olabilecektir . Türkiye ve Rusya arasında çalışan turizm firmaları iki ülke  halklarının  karşılıklı olarak birbirlerinin ülkelerini gezip görmelerini daha yoğun programlar ile geliştirebileceklerdir . Türkiye’nin bir güney ülkesi olması Rusya’nın ise bir Kuzey ülkesi olması aslında iki ülkenin etkinlikleri ve ürünleri arasında bir  tamamlayıcı etkiyi olumlu bir biçimde öne çıkarmaktadır . İki ülkenin ekonomik ve ticari ilişkilerinde bu durumdan kaynaklanan olumlu ilişkilerin hızla geliştirilmesi de ,Türk ve Rus devletleri arasında başlatılmış olan ilişkilerin daha da gelişmesine yardımcı olabilecektir . Devlet yetkililerinin ya da siyasal kadroların  başlatılmış olan olumlu ilişkileri bozmalarına, iki ülke halkı karşı çıkarak izin vermemelidir .
            Şu an  dünyaya meydan okuyan bir büyük dev konumundaki Rusya’nın bu tutumunun yeni saldırganlıklara ya da işgallere yönelmemesi için  dünya kamuoyunun da harekete geçerek  bu eski kutup başı ülke ile yeni dönemin işbirliklerini  geliştirmesinde dünya barışı açısından büyük yarar vardır . Kendi hegemonyaları için bir kıyamet senaryosu ile  üçüncü dünya savaşını gündeme getiren  savaş lobilerine karşı Rusya karşı çıkabilmeli , Birleşmiş Milletler örgütündeki üst düzey konumundan yararlanarak dünya barışı için öncü çalışmalar yapabilmelidir . Rusya’nın üçüncü dünya savaşını batı blokuna karşı başlatan karşı taraf olarak değil  ama  Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi bir büyük devlet konumunda davranması ,hem dünya barışını kurtaracak hem de savaş lobilerinin kıyamet senaryolarının önünü kapatacaktır . Düşen uçağın gölgesi Türk-Rus ilişkilerinin geleceğini olumsuz bir çizgide etkilememelidir . Dünyanın  yirmi büyük ekonomisi içinde yer alan iki büyük devletin kendi aralarında geliştireceği  sosyal ve ekonomik ilişkiler , hem  yeni bir dünya savaşını önleyecek hem de  merkezi coğrafya üzerinden geleceğe dönük kıyamet senaryolarının kesin olarak bitirilmesini sağlayacaktır . Bu aşamada her iki devlet kendi ülkelerinde etkili çalışmalar yapan emperyalist ve Siyonist lobilere karşı  ortak önlemler almak durumundadırlar . Her iki ülkenin bugünkü yönetimleri geleceğe doğru adım atarken , geçmişten gelen  olumsuzlukları  dikkate alarak hareket  etmek zorundadırlar . Rusya’nın önümüzdeki dönemde dünyaya karşı meydan okumaya devam etmesi gibi olumsuz bir durum öne çıkarsa  ,o zaman Türkiye Cumhuriyetinin de  Türk dünyası ve Türk devletleri ile bir araya gelerek ortak hareket etmesi kaçınılmaz olacaktır . Böylesine bir durumda Rusya’yı kendi içinde zor duruma düşürecek ve kendi nüfusunun üçte birini oluşturan  Türk ve Müslüman asıllı  vatandaşları ile Rus devleti ters düşmek gibi istenmeyecek  bir olumsuz duruma düşebilecektir .
            Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Atatürk bugün yaşasaydı Rusya ile savaşmazdı .Onun dış politikasının ana esası Rusya ile dostluk, İran ile ortaklık ve batılı  emperyal  ülkeler ile mesafeli  ilişkiler kurmaktır .Modern Rusya’nın kurucusu Lenin de yaşasaydı o da  Türkiye ile savaşmazdı . Lenin ve Atatürk arasında yazılan mektuplarda iki ülke halklarının emperyalizme karşı ortak bir dayanışma içinde olması gerektiği gelecek kuşaklara bir öğüt olarak bırakılmıştır . Bugün  her iki devletin yöneticileri bu gerçekleri bilerek sorumluluk içinde hareket etmek  zorundadırlar .

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder