24 Haziran 2014 Salı

MİLLET OLMAK VE MİLLİYET;... A. Kemal GÜL

MİLLET OLMAK VE MİLLİYET
A. Kemal GÜL
         Şu günlerde millet olarak hepimizin kafası karışık…80 yurttaşımız Irak’ta gönlü kara, vicdanı körelmiş, eli kanlı teröristlerin tutsağı… Irak’ta Türkmen soydaşlarımız yasta… Ülkemizde huzurumuz yok. Bu güzide ülkemizin bir bölümündeki güvenlik güçlerimiz neredeyse egemen değil. Bayrağımız indiriliyor, araçlarımız yakılıyor, cadde ve sokaklarımız ateşe veriliyor.
       Aslında sokaklar, caddeler değil içimiz yanıyor. Her haber saatinde elimiz yüreğimizde; yarınımız ne getirecek, ne götürecek endişesindeyiz.
       Maalesef bu yurdun asil evlatları insanlarımızı, ‘’yurttaş’’ değil, ‘’birey’’ değil ‘’tane’’ ile sayanların, yurttaşlarımızı mezhep adıyla tanımlayanların kör mantığını yaşıyoruz.
        Cumhuriyeti kuranlar, hiç şüphesiz Orta Doğu’yu bugünkü siyaset adamlarının anlamakta aciz kalacağı kadar iyi biliyorlardı. Ateş denizlerini geçerek kurdukları Cumhuriyeti yurt içinde huzurlu, yurt dışında kuvvetli kılacak olan laikliğe bu sebeple sımsıkı sarıldılar Laiklik konusunda asla taviz vermediler. Memleketin bugünkü haline baktığımız zaman onların ne kadar haklı olduğunu bir kere daha görüyoruz.
       Yaşayarak ihtiyaç duyduğumuz bir gerçek: ‘’Kendi milli ve dini kimliğini benimseyememiş insanlar, hem kendilerine, hem içinde bulundukları topluma zarar verirler. Çünkü halkın temel değerleriyle çatışma içine düşmüşlerdir. Bu hastalığın tedavisi şarttır. Hangi görüşe sahip bulunursanız bulunun, bu gerçekliği kabul etmek aklın ve bilmin gereğidir. O halde milli ve dini kimliği birbirine aykırı unsurlarmış gibi ele almak, birbirinin alternatifi gibi takdim etmek, bu yüzden çağın şartlarına uyum sağlayamamak da aynı derecede hastalıktır ve tedavi edilmelidir. Türkiye’nin çözümü, sosyal psikolojide aranmalıdır’’
         Sevgili Okur; içinde yaşadığımız bugünlerde Türk Milleti olarak, birliğe, beraberliğe, bütünlüğe ve dayanışmaya her zamankinden daha çok ihtiyacımızın var olduğu bir süreçten geçtiğimizin bilişçindeyiz.
       Türk Milleti olarak her zaman ihtiyaç duyduğumuz bir geçek var ki, geleceğimizin ilelebet onurlu inşası için yakın Tarihimizi, Tarihi Kimliğimizi Eğitim Kurumlarımızda, beyinlerimizde şuurlandırarak zindeleştirmeliyiz; değişik enstrümanlarıyla Tarihimize sık sık yolculuk yapmalıyız.
      Millet olma sürecinde her toplumun, içinde yaşadığı sosyal, siyasi ve dini inanç koşullarını içerir niteliklerin gerçeğinde, millet olgusunun tanımlandığını görmekteyiz.  Türk Milletini, vasıflarıyla diğer milletlerden ayıran niteliklerin neler olduğunu bir kısım Batılı yazarların/ otoritelerin kalemlerinden okumak, kendimizi tanımak adına daha reel olsa gerek.
        ‘’Milleti millet yapan şey ırk değildir, çünkü bütün modern milletler etnik karışımdır. Irka dayalı bir millet anlayışı, Avrupa medeniyetini mahveder. Milleti millet yapan unsur din de olamaz. Devletlerin sınırları ile mezheplerin sınırları birbirileriyle özdeş değildir. Milleti, tabii sınırları referans alarak tanımlamak kadar tehlikeli ve keyfi bir teori olmayacağına göre coğrafya da milleti millet yapan unsur olamaz. Çünkü tarih, milletlerin hayat alanlarının sürekli değiştiğini göstermektedir.’’
       Millet bir ruhtur, manevi bir prensiptir. Bu ruhu, bu manevi prensibi aslında bir olan iki şey teşkil eder: Biri, zengin bir hatıralar mirasının müşterek sahipliğidir. Diğeri, birlikte yaşama arzusu konusunda mutabakat ve bir bütün halinde devralınan mirası yüceltme iradesidir. Bizi biz yapan ecdattır. Kahramanlıkla dolu bir mazi, büyük insanlar, şan ve şeref, işte üzerine milli bir ideal inşa edebilecek beşeri sermaye budur. Mazide müşterek bir şan ve şeref, halde müşterek bir irade, birlikte büyük işler başarmış olmak ve yine başarmak istemek; işte millet olmak için gerekli şartlar bunlardır.
       Tıpkı bir ferdin mevcudiyetinin kesintisiz bir yaşama iddiası olması gibi bir milletin mevcudiyeti de her gün tekrarlanan bir plebisittir.( Ernest Renan )
***
       Aynı coğrafyada oturmak, aynı geçmişi yaşamış olmak, aynı dili konuşmak, aynı dine inanmak… Millet olmak için yeterli midir? Değildir.
       Konuya farklı açıdan girelim. Millet denen topluluk, insanlardan oluşur. Fakat insanlardan oluşan her topluluk millet değildir. Bir futbol maçına giden, belli bir takım taraftarları da bir insan topluluğudur. Pek çok müşterek yönleri vardır. Dil, coğrafya, kültür, din, tarih… Ortaktır. Fakat maç bittikten sonra dağılırlar. Gelecek maça kadar irtibatları kalmamıştır. Onlara ancak ‘taraftar’denebilir.
       İnsanlar, aidiyet duygusunu benliklerinde hissettikleri zaman ‘millet’ sıfatını kazanırlar. Meydana getirdikleri topluma, daha iyi bir gelecek hazırlamaya, Kendilerinden sonra gelecek nesilleri de düşündükleri takdirde millet olma vasfına sahip olabilirler.
       İnsan denen yaratıkta üç milyar hücre olduğu söyleniyor, her birinin ayrı ayrı fonksiyonu olan bu üç milyar hücreyi üretmek mümkün olsa, onları bir küvete doldursak, sonra da insan kalıbı içerisinde bu hücreleri birleştirsek… Ve bu birleşimden; konuşan, düşünen, hareket eden bir varlık elde edebilsek… O varlık, elini ateşe uzattığında elini geri çekebilir de. Bu özelliği de kazandırmak mümkün olabilir. Fakat insana ait her özellik kazandırılamaz. Anne ile evlat arasındaki, karşı cinsten insanlar arasındaki etkileşim gibi özelliklerin kazandırılması mümkün değildir. İşte o sebeple o varlığa insan denilemez.
       Milletler de böyledir. Aidiyet duygusu taşımayan ve bu duygu dolaysıyla müşterek bir geçmişi, iyi olması düşünülen bir gelecek düşüncesini paylaşmayan, tasada ve sevinçte bir olmayan insanlar, aynı dili konuşsalar, aynı inanca sahip olsalar bile oluşturdukları topluma millet denemez.
***
       Her etnik grup (kavim) millet olmaya çalışan bir topluluktur. Fakat her etnik grup millet olamamıştır. Bu, çok çeşitli sebeplere bağlı, tabiatın ve tarihin bir kaderidir. Bu kaderde insanların elbette rolü vardır. Bir etnik grup, insanlığa, rüştünü ispatlayan değerler sistemi verememişse, büyük devlet ve medeniyetler vücuda getirememişse, belli seviyelere çıkamamışsa, kültürel ve medeni büyük sınavlardan geçememiş ve insanlığa bir şeyler katmamışsa, millet olma şansını yakalayamamış, etnik grup olarak kendi kültür yapısıyla bütünleşmeye en fazla uygun bir milletin içinde önemsiz bir unsur olarak kalmıştır. Burada, ne kendisinde ne başkasında suç aramak söz konusudur. Bu, bir oluşum kaderidir. Şu anda dünyada beş bin civarında etnik grup olduğu halde, bu sayıda millet bulunmamakta, yüzden az sayıdaki millet içinde etnik gruplar temsil edilmektedir. Mevcut milletlerin de bir kısmı para ve propaganda gücüyle, siyaset ile yani suni olarak oluşturulmuştur.
       Suni millet yaratmakla ve akışı tersine çevirerek, milleti küçük parçalara ayırmakla, hiçbir problem çözülemez; aksine problemler artar.
       Milli bilincin farkına varılmazsa, millet sağlıklı bir toplum olma özelliğini kazanamaz. Millet oluşumunda tarih, kültür ve milli bilinç önemlidir. Millet 18.yy.dan itibaren, sanayi devrimiyle ve burjuva sınıfıyla izah etmek, bir izah tarzı olabilir; ama bu, olsa olsa Batı’nın ‘nation’(nasyon)  dediği şeklin anlatımıdır. Millet olmanın esası aidiyet olmasına rağmen, millette din çok önemli yapı taşıdır ki Batı’nın milleti anlatım tarzında, bu yapı taşı eksiktir; ancak sosyal yapıda her zaman varlığını muhafaza ede gelmiştir. Buna rağmen Batı hala Hıristiyanlığın temelleri üzerinde varlığını devam ettiriyor.
***
      Millet; zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan, beraber yaşama hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi olan ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşiminden vücuda gelen cemiyete millet namı verilir. (ATATÜRK)                                    
       TÜRK MİLLİYETİNİN TEK VE ORTAK TANIMI
       Millet, siyasi ve suni bir oluşum olduğu halde milliyet yahut kavmiyet doğal bir oluşumdur.
       Milliyetin tarifi, görüldüğü gibi, bir siyaset meselesi değil, bir ilim meselesidir. Şahsi ve siyasi mülahazalarla kurulmuş indi nazariyelerle keyfi tariflerin hiçbir ilmi kıymeti yoktur.
       İlim âleminde üzerinde ittifak edilen en son ve objektif tanıma göre ‘millet, herhangi bir esas etrafında toplanmış, dayanışma halinde insan kütlesi demektir’. 
       Etrafında toplanılan bu esas bazen kültür, bazen dil, bazen vatandaşlık, bazen mezhep, bazen vatan kavramından ibaret olabilir. Ülkelerin içinde bulunduğu siyasi ve sosyal şartlara göre bu kavramlardan biri ağırlıklı olabiliyor.
       Türkiye Türklüğü, bilimsel olarak siyasi ve suni bir millet midir, yoksa doğal bir oluşum, sayılabilecek bir milliyet yahut kavmiyet midir?
      Tarihi oluşum bakımından Türkiye Türklüğünün Muhtelif ırklarla dillerin birbirine karışmasından oluşan Fransız milleti veyahut çeşitli diller konuşan bir takım ırk kırıntılarının müşterek bir vatanda yan yana gelmesinden doğan İsviçre milleti gibi siyasi ve suni oluşumlarla kıyaslanmasına hiçbir surette imkân yoktur.
       Etnoloji, antropoloji, etnografya, tarih, dil bilim gibi klasik ilimlerin ittifakıyla sabittir ki miladın onbirinci asrında Anadolu’yu fethederek bugün ki Türkiye devletini kuran Oğuz Türklüğü, ana Türk ırkının devamından başka bir şey değildir, lisanı da müstakil ana Türk dilinin devamıdır ve kültürü de en eski pastoral kültürüne dayanır, üç tarafı denizlerle çevrilmiş bir yarım ada şeklindeki ana vatanın bir coğrafi birliği vardır. Ve bu çerçeveden dokuz asırlık muhteşem mazisi etrafına da taşıp yayılarak geniş bir tarih birliği meydana getirmiştir.
       İşte bundan dolayı, bir ırk birliği, dil birliği, din birliği ve muazzam bir tarih birliğiyle birbirine bağlanmış olan Türkiye Türklüğü siyasi ve suni bir millet değil, doğal bir oluşum niteliğine sahip kuvvetli bir milliyettir.
       Atatürk’ün söylediği gibi ‘’Gerçi bize milliyetçi derler. Ama biz öyle milliyetçileriz ki, işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların milliyetlerinin icaplarını tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz, herhalde hodbince ve mağrurcu bir milliyetçilik değildir’’.
        ‘’Türk milliyetçiliği, terakki ve inkişaf yolunda ve beynelmilel temas ve münasebetlerde, bütün muasır milletlere muvazi ve onlarla bir ahenk yürütmekle beraber Türk içtimai heyetinin hususi seciyelerini ve başlı başına müstakil hüviyetini mahfuz tutmaktır’’.
***                                           
       Batılı Türk dostlarından Claude Farrer (klod Farer)  Türklerin Manevi Gücü isimli eserinde der ki: ‘’Türk var, Türk sanılan var. Yarı Batılı Türk, lavantenler’le düşe kalka çok değişmiştir. Bunlar bana, hiçbir zaman işe yarar bir şey söylememiştir ve öbür Türk, eski Türk, tarlasını bekleyen, sürüsünü otlatan, el sanatlarıyla uğraşan, sade ve tatlı Türk… Tanıdığım Asya ve Avrupa köylerinde(Balkanlar), evlerine girip çıktığım Türk… Ah, inanın bana. Dünyada hiçbir kimse, onun kadar sevilmeye, hürmet edilmeye, itibar edilmeye layık değildir. İnsanlığın varlığıyla iftihar edileceği ondan başka insan yoktur’’.
Klod Farer sonra ilave eder. ‘’Türkler, şu veya bu şekilde yapmış oldukları hataların, içlerinde Türk karakteri taşıyan kendi çocukları tarafından düzeltilmesine layık değil midir?
       Esas ve eski mesleği deniz subaylığı olan bu Fransız yazar Klod Farer, aynı esrinde şuna da dikkat çekiyor:
       ‘’…ve sonra İzmir… Yunan çıkarması sırasında Türk halkına yapılan kalleşlikler ve hakaretler ve bütün cinayetler, işkenceler… İğrenç asker bozuntularının, subaylarının idaresinde yaptığı bütün bu hakaretler, şerefini ebediyen kaybeden Yunan bayrağının ipeğinde bir kan ve çamur lekesi olarak kalacaktır’’.
       Oysa Klod Farer, Türkiye’yi görmek için yola çıkarken, peşin hükümlerle doluydu. Şöyle anlatır: ‘’1902 yazında Fransa’dan ayrılırken Türker’den ölesiye hoşlanmadığımı söylersem bana inanın. Zaten koleji bitiren bütün Fransızlar öyledir. Çünkü öğretim boyunca antik hatıralar ve modern peşin hükümlerle beslenirler. 1904 son baharında tepeden tırnağa kadar Türk dostu olarak vatana döndüğümüzü söylersem bana inanın.’’
       Napolyon Bonapart’ın meşhur sözleri şöyledir:’’İnsanları yükselten iki büyük meziyet vardır: Erkeğin cesur, kadının iffetli olması. Bu iki meziyetin yanı başında iki cinsi de şereflendiren tek bir fazilet vardır: Vatana, icabında her şeyini tereddütsüz feda edebilecek kadar bağlı olmak… İşte Türkler, bu çeşit kahramanlardandır ve ondan dolayı Türkler öldürülebilir, lakin mağlup edilemezler.’’
      18. yy.da William Pitt adlı Avrupalı da bakınız ne diyor: ‘’…O Türkler ki, yegâne sevdikleri şey haktır, hakikattir ve hiçbir haksızlık yapmadıkları halde haksızlığa uğramışlardır.’’ ( W. P., Büyük Siyasiler adlı eserinden)
      Bir başka Avrupalı Lamartin, millet olarak Türk’e hayranlığını açıkça dile getirir; fakat bir eksikliğimizi de söylemekten çekinmez. O eksikliğimiz, ender zamanlar hariç, iyi yöneticilere ve iyi kanunlara kavuşamamamızdır. Lamartin der ki: ‘’Onların yurdu efendiler diyarıdır; kahramanlar, şehitler ülkesidir. Bence insaniyete şeref veren böyle bir milletin düşmanı olmak, insanlığın düşmanı olmaktan farksızdır. Böyle bir lekeden Allah beni korusun.’’Fakat Lamartin şunu eklemeyi ihmal etmez:’’İyi kanunları, daha aydın yöneticileri olsaydı.’’
      …Ve Türk milleti ne zaman gerilese, İslam dünyası da gerilemiştir. Yahya Kemal de İstiklal Savaşı’na bu gözle bakmıştır:
       Şu kopan fırtına Türk ordusudur Ya Rabbi,
       Senin uğrunda ölen ordu budur Ya Rabbi.
       Ta ki yükselsin ezanlara müeyyed namın
       Galip et çünkü bu son ordusudur İslam’ın.
Asırlar boyu her türlü yıpratmaya hedef olan Türk âleminin ayakta durabilmesinin temelinde var olan ve Türk kültür birliğini oluşturan başlıca iki unsur: İslami yeti ruh ve Türklüğü beden olarak alan yüce bir anlayış.
      Tarih boyunca Türkler, yeryüzünde itibarlı, haysiyetli, kendisinden çekinilen, saygı duyulan bir millet olmuştur. Şimdiki ülke gündemine bakıp kahrolmamak mümkün mü?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder