BİR FACİANIN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI
A. Kemal GÜL |
A.Kemal GÜL
Kalkınmışlıkta
dev adımlar atıldı denilen Türkiye, Türk Milleti olarak yürekten acı yediğimiz
Soma olayının önümüze koyduğu reel gerçekle çok daha iyi anlaşılmıştır. Soma
bize içinde yaşadığımız düzenin acı ama çok net bir fotoğrafını sundu.
Soma’da
301 kişinin hayatını kaybettiği, faciada çoğu madencinin ölüm sebebi olarak
güvenliksiz çalışma şartlarının var olduğu, hükümetin gevşek denetiminin var
olduğu ve işletmeci firmanın çıkarlarına öncelik verdiği gün gibi ortaya çıktı.
Ateş,
duman ve zehir ortamında insanlar acı çekerken, ne yazık ki, sorumlu mevkide
bulunanlar bu felaketi olağan görebiliyor. Ölüm ve kaza bu işin fıtratında var
diyebiliyorlar. İki asır öncesinden örnekler verebiliyorlar. Yüreğine kor
düşmüş madenci yakınlarına tokat atabiliyorlar; tekmeleyebiliyorlar; nedenini,
niçinini araştırmayan sorgulamayan insanların beyinlerini kilitleyebiliyorlar;
her felaketin ardından kitleleri uyuşturmaya yönelik sözüm ona dini içerikli
beyanlar verebiliyorlar.
Günümüz
teknolojisinde bu ve benzeri iş kazalarına meslek faciası, mesleki katliam
denir. Çünkü iş kazaları, iş güvenliğinin yeterli olmadığı, mesleki bilginin
yeterli olmadığı, ihmalkârlığın, ilgisizliğin, suiistimallerin olduğu
işyerlerinde faciaya dönüşür, cinayete dönüşür.
Anlaşılan
o ki, Somada meydana gelen bu cinayet, daha fazla kazanma hırsının sonucudur.
Bu sonuç, abdestli kapitalistlerin İslam’a ve insana bakışının sonucudur.
Ölümün çaresi olmadığı gibi ölüme sebep olanın da mazereti yoktur.
Vahim durumlardan biri de, millet olarak daha
öncede yaşadığımız doğal afetlerde, cana ve mala ziyan veren iş kazalarında
bütünleşebiliyorduk, tek yürek olabiliyorduk. Ancak, millet olarak yaşadığımız
bu elim faciada bu bütünlüğü göremedik, ayrıştırıldık.
Araplar için gözyaşına boğulanlar, Türklüğü
ayaklar altına alıp bölücülerle pazarlık yapanlar. Eleştirildiğinde yakıp
yıkarak, işçi tokatlayanlar. Türk Milletini etnisitelere bölüp halkı
ayrıştıranlar. Bir ahlak ve fazilet abidesi olan tevhit ve vahdet dini İslam’ı
mezhep kılıfı altında sunarak Müslüman Halkı birbirine kışkırtanlar, toplumu
çözmeye/ayrıştırmaya yönelik hangi yapısal projenin mühendisliğini
üstlenmişlerdir?
Türk
Milletinin devlet anlayışında, Hükümet makamı ne ‘’inat’’ ne de ‘’tahrik’’makamıdır.
Devletin dili ve üslubu sokaktaki eşkıya ile aynı olamaz. Ülke ifrat ve tefrit
arasında kalmış tehlikeli bir maceraya doğru sürüklenemez.
Maalesef,
kışkırtıcı, ölçüsüz, bölücü, hakaret içeren ve sürekli birbirini ötekileştiren
bu ‘’dil’’ her geçen gün şiddetini arttırmakta ve toplumun yapısını bozguna
uğratmaktadır.
Bu dil
Türk Hakanlarının dili değildir. Bu dil amaç olanı araçlandıran, ideal olanı
itibarsızlaştıran bir dildir.
Bu ‘’
dil’’ ne Alparslan’ın, ne Osman Gazi’nin, ne de Mustafa Kemal Atatürk’ün dili değildir.
Bu ‘’dil’’ 1299 ruhundan uzak bir dildir. Bu ‘’dil’’ 1919 ruhundan uzak bir
dildir.
Son
yıllarda sistematik bir şekilde Türkiye Cumhuriyetinin kurucu iradesi yok
sayılmakta, bunun yerine saptırma gayretleri gerçekmiş gibi kamuoyuna
sunulmaktadır. Gelinen bu noktada Türk Milletine ait olan egemenliğimize yeni
ortaklar mı aranıyor sorusu aklı zorluyor.
Türk
Milletinin egemenliğinin nasıl tesis edildiğinin derinlemesine incelenmesinde
yarar vardır.
Türk-İslam
Kültürü ile gıdalanmış/benliğini oluşturmuş saygın bir aydınımızın( Prof. Dr.
Ahmet ÇOLAK) ilgililere ve sorumlu her Türk Vatandaşına Yakın Tarihimiz
hakkında ders verir nitelikte konuyla alakalı tespitlerini içerir bir tabloyu
sunalım:
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA NE OLDU?
Osmanlı
Devleti Birinci Dünya Savasından yenik çıktığı için savaşı kazanan devletlerce
sınırları belirlenen irili ufaklı 17 devlete bölündü.
Yeni
kurulan bu devletlerden 15 i Müslüman’dı; halifeliğin 1924’te
kaldırıldığı düşünülürse,
İslam
dininin halifesi halen yaşıyordu.
Bu
Müslüman devletler, sadece bizden değil, İslam’ın halifesini de yok sayarak
Halifeden de ayrılmıştır.
1912
yılında Arnavutlar, Osmanlı Devletinden ayrılarak, Arnavutluğu kurmuştu.
Yani İslam
kardeşliği bizi bir arada tutmaya yetmemişti.
Osmanlı
ordusu da Kızıl ordu gibi benzer akıbete uğramış; orduda bulunan subaylar kendi
soylarının sesini dinlemiş, yeni kurulan bu devletlerin genelkurmaylarını oluşturmuştur
Osmanlı
Ordusunun, Yemen’deki paşası, savaş sonrası kurulan yeni Yemen devletinin
sadrazamı yani başbakanı olmuştur.
Nuri Sait
Paşa ve diğer subaylar,
Ragıp Paşa
gibi paşalar ve diğer askerler yeni kurulan Müslüman devletlerin silahlı
kuvvetlerini oluşturmuşlardır.
Bu
husus son derece önemlidir, Osmanlı ordusunu terk ederek yeni ülkelere
giden bu askerler, Atatürk’ün silah arkadaşlarıydı.
Atatürk’
ün Gençliğe Hitabesinde ifade edilen;
“Ey Türk
istikbalinin evladı,
Muhtaç
olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur”.
Sözleri bu
düşünce ve Saiklerle söylenmiştir.
Bu
askerlerin sayısı hiç de küçümsenmeyecek bir orandadır.
Osmanlı
Ordusunun subay kadrosunun 3/5′ünü oluşturmaktadırlar.
Şöyle
ki: Birinci Dünya Savaşına girerken Osmanlı Ordusunun subay sayısı
yaklaşık 21 bindir. Bunlardan 4 bini savaşta şehit olmuş veya esir düşerek ordu
dışında kalmıştır.
Kurtuluş
savaşına katılan subay sayısı ise yaklaşık 4 bindir.
SSCB’ne
benzer şekilde Osmanlı bürokratları, savaş sonrası ülkeyi terk etmiş, soylarının
sesini dinleyerek yeni kurulan bu devletlerin bürokrasisini oluşturmuştur.
Somut
örnekler verecek olursak, Osmanlı Ayan Meclisi üyesi ve kısa bir süre
başkanlığını da yapan Mekke Şerifi Hüseyin savaş devam ederken İngiliz tarafına
geçmiş, savaş sonrasında da Arabistan’ın yeni kralı olmuştur.
Şerif
Hüseyin’in oğullarından Abdullah Ürdün’e, Faysal Irak’a kral yapılmıştır.
Ziya
Gökalp’ın Arap asistanı bir gün Ziya Gökalp’a çıkar, Şam Üniversitesi’ne
gideceğini ve orada rektör olacağını söyler.
Ziya
Gökalp kendisine;
“Sen asistanlığı beceremiyorsun nasıl
rektör olacaksın?” der.
Gerçekten
asistan Şam’a gider.
Üniversitedeki
kadroların boş olmasından istifade ederek rektör olur.
Osmanlı
Eğitmeni, teorisyen ve siyasetçisi Mustafa Satı Beyde Osmanlıdan ayrılıp yeni
kurulan devletlerde Arap milliyetçiliği doğrultusunda teorisyenlik, müsteşarlık
ve bakanlık yapmıştır.
Osmanlı
vatandaşlarından kendisini TÜRK hissetmeyenler, hissettikleri
doğrultuda yeni kurulan devletlere göç etmişlerdir.
Bu durum bizim için son derece
önemlidir.
Osmanlı
vatandaşı olup da kendini Arap hissedenler yeni kurulan Arap devletlerine,
Suriye, Irak, Suudi Arabistan, Mısır gibi ülkelere göç etmişlerdir.
Mardin,
Siirt, Urfa’ da yaşayan Arap kökenli vatandaşların bir kısmı da kendisini yeni
kurulan bu Arap devletlerine yakın hissetmiş ve buralara göçmüştür
Bunlardan
bir kısmı ise kendisini Büyük Türk Milletinin bir parçası olarak hissetmiş yeni
kurulan bu devletlere gitmeyerek ülkemizde kalmıştır.
KÜRTLER NE YAPTI?
Aynı
şekilde Kürtlerin Güneydoğuda yaşayan bir kısmı kendisini Türk
hissetmeyerek, Türkiye den Irak, Suriye veya Lübnan’a göçmüşlerdir.
Kendisini
Türk Milletinin bir parçası olarak hissedenler, yeni kurulan Türkiye
Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalmayı tercih etmişlerdir.
Benzer
şekilde yine ülkemizde yaşayan Çerkezlerin büyük kısmı burada kalırken, diğer
kısmı da Ürdün veya Lübnan‘a çok az kısmı da Mısır’a gitmeyi tercih
etmişlerdir.
Gürcülerin
büyük kısmı yeni kurulan devlette, Türkiye Cumhuriyetinde kalmayı tercih etmiş,
çok az bir kısmı ise Acaristan veya Gürcistan’a gitmiştir.
Bir C
Üzerinde
düşünmek, milli bir hassasiyeti vurgulamak isterim: Türkiye Cumhuriyeti
ibarelerinin yok edilmesine, ‘’Ne mutlu Türküm diyene’’ifadelerinin, Türk ve
Türklüğü çağrıştıran her türlü düşünce ve sözün kaldırılmasına, Türk Milleti’nin
yok sayılarak adı olmayan bir milletten bahsedilmesine, okullarda okunan andın
yasaklanmasına gereken tepkinin gösterilmemesi düşündürücüdür. Ulusal
çıkarlarımız, yaşam hakkımız ve her türlü değerlerimiz başka düşüncelerle
görmezden gelinmekte, bunlara tepki verecek mekanizmalar sanki arıza yapmış
gibi duyarsız kalması düşündürücüdür.
Türk
Milleti’nin kendi hassasiyetlerini dikkate alarak, her türlü siyasi düşünce ve
yaklaşımın dışında, kendi değerlerine sahip çıkmak için, gerekli mekanizmaları
çeşitli şekillerde uyarması ve kendine sahip çıkması zorunluluğu vardır.
Ve
endişemiz odur ki, Türk Silahlı kuvvetleri ‘’milli ordu’’vasfını kaybetmesin.
Ne demek milli ordu? Milli orduda etnik farklılıklar olmaz. Mezhep
farklılıkları olmaz, sorgulanmaz. Milli ordu güneyden kuzeye, doğudan batıya
tüm yurt sathını kapsar. Aksi halde, üç kıtaya yayılmış Osmanlı
İmparatorluğunun dağılmasından elimizde kalan Türk Yurdu öz vatanımız Anadolu’yu
korumakta zorlanabiliriz.
Yukarıda
Hocamızın sunduğu tablodan da anlaşılacağı gibi ve çok iyi biline ki, on sekiz
kişiden oluşan vatan evladı kadrosuyla Samsun’a çıkan Gazi Paşamızın
önderliğinde Sakarya ile Aras nehri arasında kalan bozkırlarda yaşayan on
milyon kadar Türk’ün zamanın emperyalistlerine karşı verdiği ölüm kalım
savaşını zaferle taçlandırarak Türk’ün son kalesi Anadolu’muzda kurduğu
bağımsız devleti ebediyen yaşayacaktır.
Gazi
Paşamızın Türk Milletinin iradesini temsil eden kadrosuyla kurduğu bu Genç
Cumhuriyeti bu milletin hakiki evlatları Türk Gençliğine emanet etmiştir. Bu
gençlik devlete ortak arayanları hüsrana uğratır, Tarihin çöplüğüne atar.
Bir hatırlatma ile yazımızı
sonlandıralım:
Ülkemizde
mutlak demokrasi içerisinde üretime katılan emeğin, sermayenin, ham maddenin,
zamanın hakkını adil bir biçimde verecek uygulamalara yeniden geçmelidir.1980
öncesine kadar bu anlayış kısmen de olsa oturmuştu. Ülkemiz çağdaş kölelerle,
kan içici sermaye anlayışı ile artık yaşamamalı.
Sendika
ağalığına hayat hakkı tanımayarak güçlü bir sendikacılığa geçilmelidir. Bu
işler bağırmakla, gürültü ile değil; sabır, sükûnet, bilgi ve tecrübeye saygı
duyan bir anlayışla çözülür.
Demokratik
rejimini olgunlaştırmaya, tamamlamaya çalışan bu güzide ülkemizde Başbakan
olabilirsiniz. Cumhur Başkanı da olabilirsiniz ama egemen değilsiniz.
Tanrı’dansınız ama Tanrı değilsiniz. Ruhundan üflendi, ruhu değilsiniz. Bir
şeysiniz ama her şey değilsiniz. Sınırı koruyun, sınırsız değilsiniz.
Hz.
Peygamber tarafından övülme onurunu hak etmiş Türk Milletinin hizmetkârlığına talip
olmanın kutsal bir şeref olduğunu unutmadan...
Son olması
dileğiyle Soma Şehitlerimizi rahmetle anıyor, başta kederli ailelerine ve
milletimize sabırlar diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder