5 Haziran 2014 Perşembe

BİR FACİANIN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI; A.Kemal GÜL

BİR FACİANIN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI
A. Kemal GÜL
A.Kemal GÜL
Kalkınmışlıkta dev adımlar atıldı denilen Türkiye, Türk Milleti olarak yürekten acı yediğimiz Soma olayının önümüze koyduğu reel gerçekle çok daha iyi anlaşılmıştır. Soma bize içinde yaşadığımız düzenin acı ama çok net bir fotoğrafını sundu.
Soma’da 301 kişinin hayatını kaybettiği, faciada çoğu madencinin ölüm sebebi olarak güvenliksiz çalışma şartlarının var olduğu, hükümetin gevşek denetiminin var olduğu ve işletmeci firmanın çıkarlarına öncelik verdiği gün gibi ortaya çıktı.
Ateş, duman ve zehir ortamında insanlar acı çekerken, ne yazık ki, sorumlu mevkide bulunanlar bu felaketi olağan görebiliyor. Ölüm ve kaza bu işin fıtratında var diyebiliyorlar. İki asır öncesinden örnekler verebiliyorlar. Yüreğine kor düşmüş madenci yakınlarına tokat atabiliyorlar; tekmeleyebiliyorlar; nedenini, niçinini araştırmayan sorgulamayan insanların beyinlerini kilitleyebiliyorlar; her felaketin ardından kitleleri uyuşturmaya yönelik sözüm ona dini içerikli beyanlar verebiliyorlar.
Günümüz teknolojisinde bu ve benzeri iş kazalarına meslek faciası, mesleki katliam denir. Çünkü iş kazaları, iş güvenliğinin yeterli olmadığı, mesleki bilginin yeterli olmadığı, ihmalkârlığın, ilgisizliğin, suiistimallerin olduğu işyerlerinde faciaya dönüşür, cinayete dönüşür.
Anlaşılan o ki, Somada meydana gelen bu cinayet, daha fazla kazanma hırsının sonucudur. Bu sonuç, abdestli kapitalistlerin İslam’a ve insana bakışının sonucudur. Ölümün çaresi olmadığı gibi ölüme sebep olanın da mazereti yoktur.
 Vahim durumlardan biri de, millet olarak daha öncede yaşadığımız doğal afetlerde, cana ve mala ziyan veren iş kazalarında bütünleşebiliyorduk, tek yürek olabiliyorduk. Ancak, millet olarak yaşadığımız bu elim faciada bu bütünlüğü göremedik, ayrıştırıldık.
 Araplar için gözyaşına boğulanlar, Türklüğü ayaklar altına alıp bölücülerle pazarlık yapanlar. Eleştirildiğinde yakıp yıkarak, işçi tokatlayanlar. Türk Milletini etnisitelere bölüp halkı ayrıştıranlar. Bir ahlak ve fazilet abidesi olan tevhit ve vahdet dini İslam’ı mezhep kılıfı altında sunarak Müslüman Halkı birbirine kışkırtanlar, toplumu çözmeye/ayrıştırmaya yönelik hangi yapısal projenin mühendisliğini üstlenmişlerdir?
Türk Milletinin devlet anlayışında, Hükümet makamı ne ‘’inat’’ ne de ‘’tahrik’’makamıdır. Devletin dili ve üslubu sokaktaki eşkıya ile aynı olamaz. Ülke ifrat ve tefrit arasında kalmış tehlikeli bir maceraya doğru sürüklenemez.
Maalesef, kışkırtıcı, ölçüsüz, bölücü, hakaret içeren ve sürekli birbirini ötekileştiren bu ‘’dil’’ her geçen gün şiddetini arttırmakta ve toplumun yapısını bozguna uğratmaktadır.
Bu dil Türk Hakanlarının dili değildir. Bu dil amaç olanı araçlandıran, ideal olanı itibarsızlaştıran bir dildir.
Bu ‘’ dil’’ ne Alparslan’ın, ne Osman Gazi’nin, ne de Mustafa Kemal Atatürk’ün dili değildir. Bu ‘’dil’’ 1299 ruhundan uzak bir dildir. Bu ‘’dil’’ 1919 ruhundan uzak bir dildir.
Son yıllarda sistematik bir şekilde Türkiye Cumhuriyetinin kurucu iradesi yok sayılmakta, bunun yerine saptırma gayretleri gerçekmiş gibi kamuoyuna sunulmaktadır. Gelinen bu noktada Türk Milletine ait olan egemenliğimize yeni ortaklar mı aranıyor sorusu aklı zorluyor.
Türk Milletinin egemenliğinin nasıl tesis edildiğinin derinlemesine incelenmesinde yarar vardır.
Türk-İslam Kültürü ile gıdalanmış/benliğini oluşturmuş saygın bir aydınımızın( Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK) ilgililere ve sorumlu her Türk Vatandaşına Yakın Tarihimiz hakkında ders verir nitelikte konuyla alakalı tespitlerini içerir bir tabloyu sunalım:
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA NE OLDU?
Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savasından yenik çıktığı için savaşı kazanan devletlerce sınırları belirlenen irili ufaklı 17 devlete bölündü.
Yeni kurulan bu devletlerden 15 i Müslüman’dı;  halifeliğin 1924’te kaldırıldığı düşünülürse,
 İslam dininin halifesi halen yaşıyordu.
Bu Müslüman devletler, sadece bizden değil, İslam’ın halifesini de yok sayarak Halifeden de ayrılmıştır.
1912 yılında Arnavutlar, Osmanlı Devletinden ayrılarak, Arnavutluğu kurmuştu.
 Yani İslam kardeşliği bizi bir arada tutmaya yetmemişti.
Osmanlı ordusu da Kızıl ordu gibi benzer akıbete uğramış; orduda bulunan subaylar kendi soylarının sesini dinlemiş, yeni kurulan bu devletlerin genelkurmaylarını oluşturmuştur
Osmanlı Ordusunun, Yemen’deki paşası, savaş sonrası kurulan yeni Yemen devletinin sadrazamı yani başbakanı olmuştur.
Nuri Sait Paşa ve diğer subaylar,
Ragıp Paşa gibi paşalar ve diğer askerler yeni kurulan Müslüman devletlerin silahlı kuvvetlerini oluşturmuşlardır.
 Bu husus son derece önemlidir, Osmanlı ordusunu terk ederek yeni ülkelere giden bu askerler, Atatürk’ün silah arkadaşlarıydı.
Atatürk’ ün Gençliğe Hitabesinde ifade edilen;
“Ey Türk istikbalinin evladı,
Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur”.
Sözleri bu düşünce ve Saiklerle söylenmiştir.
Bu askerlerin sayısı hiç de küçümsenmeyecek bir orandadır.
 Osmanlı Ordusunun subay kadrosunun 3/5′ünü oluşturmaktadırlar.
Şöyle ki:  Birinci Dünya Savaşına girerken Osmanlı Ordusunun subay sayısı yaklaşık 21 bindir. Bunlardan 4 bini savaşta şehit olmuş veya esir düşerek ordu dışında kalmıştır.
Kurtuluş savaşına katılan subay sayısı ise yaklaşık 4 bindir.
SSCB’ne benzer şekilde Osmanlı bürokratları, savaş sonrası ülkeyi terk etmiş, soylarının sesini dinleyerek yeni kurulan bu devletlerin bürokrasisini oluşturmuştur.
Somut örnekler verecek olursak, Osmanlı Ayan Meclisi üyesi ve kısa bir süre başkanlığını da yapan Mekke Şerifi Hüseyin savaş devam ederken İngiliz tarafına geçmiş, savaş sonrasında da Arabistan’ın yeni kralı olmuştur.
Şerif Hüseyin’in oğullarından Abdullah Ürdün’e, Faysal Irak’a kral yapılmıştır.
Ziya Gökalp’ın Arap asistanı bir gün Ziya Gökalp’a çıkar, Şam Üniversitesi’ne gideceğini ve orada rektör olacağını söyler.
 Ziya Gökalp kendisine;
“Sen asistanlığı beceremiyorsun nasıl rektör olacaksın?” der.
Gerçekten asistan Şam’a gider.
 Üniversitedeki kadroların boş olmasından istifade ederek rektör olur.
Osmanlı Eğitmeni, teorisyen ve siyasetçisi Mustafa Satı Beyde Osmanlıdan ayrılıp yeni kurulan devletlerde Arap milliyetçiliği doğrultusunda teorisyenlik, müsteşarlık ve bakanlık yapmıştır.
Osmanlı vatandaşlarından kendisini TÜRK hissetmeyenler, hissettikleri doğrultuda yeni kurulan devletlere göç etmişlerdir.
Bu durum bizim için son derece önemlidir.
Osmanlı vatandaşı olup da kendini Arap hissedenler yeni kurulan Arap devletlerine, Suriye, Irak, Suudi Arabistan, Mısır gibi ülkelere göç etmişlerdir.
Mardin, Siirt, Urfa’ da yaşayan Arap kökenli vatandaşların bir kısmı da kendisini yeni kurulan bu Arap devletlerine yakın hissetmiş ve buralara göçmüştür
 Bunlardan bir kısmı ise kendisini Büyük Türk Milletinin bir parçası olarak hissetmiş yeni kurulan bu devletlere gitmeyerek ülkemizde kalmıştır.
KÜRTLER NE YAPTI?
Aynı şekilde Kürtlerin Güneydoğuda yaşayan bir kısmı kendisini Türk hissetmeyerek, Türkiye den Irak, Suriye veya Lübnan’a göçmüşlerdir.
Kendisini Türk Milletinin bir parçası olarak hissedenler, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalmayı tercih etmişlerdir.
Benzer şekilde yine ülkemizde yaşayan Çerkezlerin büyük kısmı burada kalırken, diğer kısmı da Ürdün veya Lübnan‘a çok az kısmı da Mısır’a gitmeyi tercih etmişlerdir.
Gürcülerin büyük kısmı yeni kurulan devlette, Türkiye Cumhuriyetinde kalmayı tercih etmiş, çok az bir kısmı ise Acaristan veya Gürcistan’a gitmiştir.
Bir C
Üzerinde düşünmek, milli bir hassasiyeti vurgulamak isterim: Türkiye Cumhuriyeti ibarelerinin yok edilmesine, ‘’Ne mutlu Türküm diyene’’ifadelerinin, Türk ve Türklüğü çağrıştıran her türlü düşünce ve sözün kaldırılmasına, Türk Milleti’nin yok sayılarak adı olmayan bir milletten bahsedilmesine, okullarda okunan andın yasaklanmasına gereken tepkinin gösterilmemesi düşündürücüdür. Ulusal çıkarlarımız, yaşam hakkımız ve her türlü değerlerimiz başka düşüncelerle görmezden gelinmekte, bunlara tepki verecek mekanizmalar sanki arıza yapmış gibi duyarsız kalması düşündürücüdür.
Türk Milleti’nin kendi hassasiyetlerini dikkate alarak, her türlü siyasi düşünce ve yaklaşımın dışında, kendi değerlerine sahip çıkmak için, gerekli mekanizmaları çeşitli şekillerde uyarması ve kendine sahip çıkması zorunluluğu vardır.
Ve endişemiz odur ki, Türk Silahlı kuvvetleri ‘’milli ordu’’vasfını kaybetmesin. Ne demek milli ordu? Milli orduda etnik farklılıklar olmaz. Mezhep farklılıkları olmaz, sorgulanmaz. Milli ordu güneyden kuzeye, doğudan batıya tüm yurt sathını kapsar. Aksi halde, üç kıtaya yayılmış Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasından elimizde kalan Türk Yurdu öz vatanımız Anadolu’yu korumakta zorlanabiliriz.
Yukarıda Hocamızın sunduğu tablodan da anlaşılacağı gibi ve çok iyi biline ki, on sekiz kişiden oluşan vatan evladı kadrosuyla Samsun’a çıkan Gazi Paşamızın önderliğinde Sakarya ile Aras nehri arasında kalan bozkırlarda yaşayan on milyon kadar Türk’ün zamanın emperyalistlerine karşı verdiği ölüm kalım savaşını zaferle taçlandırarak Türk’ün son kalesi Anadolu’muzda kurduğu bağımsız devleti ebediyen yaşayacaktır.
Gazi Paşamızın Türk Milletinin iradesini temsil eden kadrosuyla kurduğu bu Genç Cumhuriyeti bu milletin hakiki evlatları Türk Gençliğine emanet etmiştir. Bu gençlik devlete ortak arayanları hüsrana uğratır, Tarihin çöplüğüne atar.
Bir hatırlatma ile yazımızı sonlandıralım:
Ülkemizde mutlak demokrasi içerisinde üretime katılan emeğin, sermayenin, ham maddenin, zamanın hakkını adil bir biçimde verecek uygulamalara yeniden geçmelidir.1980 öncesine kadar bu anlayış kısmen de olsa oturmuştu. Ülkemiz çağdaş kölelerle, kan içici sermaye anlayışı ile artık yaşamamalı.
Sendika ağalığına hayat hakkı tanımayarak güçlü bir sendikacılığa geçilmelidir. Bu işler bağırmakla, gürültü ile değil; sabır, sükûnet, bilgi ve tecrübeye saygı duyan bir anlayışla çözülür.
Demokratik rejimini olgunlaştırmaya, tamamlamaya çalışan bu güzide ülkemizde Başbakan olabilirsiniz. Cumhur Başkanı da olabilirsiniz ama egemen değilsiniz. Tanrı’dansınız ama Tanrı değilsiniz. Ruhundan üflendi, ruhu değilsiniz. Bir şeysiniz ama her şey değilsiniz. Sınırı koruyun, sınırsız değilsiniz.
Hz. Peygamber tarafından övülme onurunu hak etmiş Türk Milletinin hizmetkârlığına talip olmanın kutsal bir şeref olduğunu unutmadan...
Son olması dileğiyle Soma Şehitlerimizi rahmetle anıyor, başta kederli ailelerine ve milletimize sabırlar diliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder