ATATÜRK-ULUS DEVLET VE KAPİTOKRASİ
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Soru- 1 - Son zamanlarda herkes Atatürk’e sarıldı . Bu
aslında olması gereken ama sürpriz olan çok yüksek tonda bir sarılma olmasının yanında, geçmişte
Atatürk’ü eleştirenlerin de aynı noktada bunu seslendirmesidir . Bu konuda
neler düşünüyorsunuz ?
Cevap-1 –
Yıllardır Türkiye Cumhuriyetini
yönetenler kendilerini iktidara getiren batı merkezli uluslararası konjonktürün etkisiyle hareket ederken , Türk halkına
gerçekleri söylemiyorlar , halktan yana imiş gibi görünürken , uluslararası güç
merkezlerinin tercihlerine öncelik
vererek Türkiye’yi yönetiyorlardı
.Türkiye Cumhuriyeti dünyanın merkezi bölgesinin tam ortasında yer alırken ,
geçen yüzyılın başlarından bu yana batı merkezli emperyalist baskılar
Türkiye’nin siyaset sahnesini çok
yakından etkiliyordu . Avrupa-Amerika ve İsrail ‘den oluşan batı üçgeninde Türkiye batı
dünyasına saplanıp kalıyor ve bir
türlü dünyanın diğer bölgelerine ve de özellikle kendi bölgesine yönelik
ulusal açılımlar yapamıyordu . Batının
emperyalist yaklaşımı ve İsrail’in Siyonist baskıları Türkiye’nin kendine gelmesini ve kendi gerçek
ulusal çıkarları doğrultusunda politikalar geliştirmesine izin vermiyordu . Bu
nedenle batı desteği ile iktidara gelen bütün
iktidarlar batı blokunun çıkarlarına öncelik veriyorlar ve böylece Türk
halkının çıkarlarını ihmal ediyorlardı . Bu durumu halk kitlelerinin görmesini
önlemek üzere de Atatürkçü görünmeyi
tercih ediyorlardı . İkinci dünya savaşı sonrasında Türkiye batı emperyalizminin kontrolü altına girerken
, batılı merkezler Türk halkının uyanarak kendi çıkarlarını savunmasını önlemek
amacıyla,Atatürk dönemi sonrasında
göstermelik bir Atatürkçülüğü
kendi kontrolları altındaki basın organları ile
kamuoyuna empoze ediyorlardı .
Soğuk
savaş döneminin demokrasiye açılım döneminde
, Atatürk’ün partisi küresel
emperyalizmin Türkiye’deki yansımaları
sonucunda ,gerçek çizgisi olan Kemalizm’den uzaklaşarak batı tipi bir sosyal demokrasiye
kaydırılıyordu. Kuvayı Milliye günlerinde
Kemalist bir model ile ortaya çıkan Atatürk’ün partisi, batının emperyal-siyonist baskıları sonucunda sosyal demokrasi ve
demokratik sol aşamalarından geçerek küresel emperyalizmin bir dayatması
olarak gündeme gelen neoliberalizme
doğru yönlendiriliyordu .Avrupa için sosyal demokrasi , İsrail için demokratik sol politikalara
yöneldikten sonra , Amerika için de neoliberalizme yönlendirilen Atatürk’ün partisi bir türlü tüzüğünde yer alan Atatürk
ilkelerini savunamıyordu . Daha çok batı tipi liberalizmden yana olan
parti yöneticileri batı ve batı
işbirlikçisi sermaye çevrelerinin desteği ile
yönetime geldikten sonra ,Türkiye Cumhuriyetinin Türk halkı adına kurucusu olan Atatürk’ün partisini değişen uluslararası konjonktüre göre bir yerlere doğru çekiştiriyorlar ama bir
türlü altı okun birlikte uygulamaya geçirildiği bir
Kemalist çizgi izleyemiyordu . Parti
yöneticileri resmi törenler de Atatürk nutku çektikten sonra kendilerini parti
yönetimine getiren siyasal merkezlerin
çıkarları doğrultusunda hareket ederek
Türk halkını oyalamayı tercih ediyorlardı . Parti liderleri atletizme önem verirken , Kemalizm’i ihmal
ediyorlardı . Türk siyasetinin merkez sol kanadını temsil eden bu parti ciddi bir sermaye işgali altına
sürüklenince, partinin adında var olan halk kavramının geldiği kitleleri
görmezden gelerek hareket ediyorlar ve Türk siyasetini bu yüzden sol ayağı olmayan bir biçimde topallaştırıyorlardı .Böylesine bir çıkmaz
içinde bocalayan Atatürk’ün partisi
kurucusunu unuttuğu gibi kendisini de unutarak emperyal siyasetlere alet
olmaktan kurtulamıyordu .
Türk
siyasetinin merkez sağ kanadında yer alan
iş ve sermaye çevreleri ise devlet desteği ile palazlandıktan sonra,
batı ülkeleri üzerinden dünyaya açılarak ekonomik büyümeye öncelik veriyorlar
ama bir türlü destek aldıkları Türk
devleti ile vergilerinden beslendikleri Türk halkının gerçek ulusal çıkarları
çizgisinde hareket edemiyorlardı . Batı emperyalizminin oyuncağı durumuna
düşürülen Türk şirketleri ve sermayesi sonuna kadar liberal çizgilere teslim olduğu
için ne devletin kurucusu Atatürk’e ,ne de devletin kuruluş ideolojisi olan
Kemalizm’e yakın durmuyorlardı . Türkiye’deki sermaye kesimlerinin milli
burjuvaziyi oluşturması gerekirken ,batı emperyalizminin çıkarlarına teslim
olarak ,her on yılda bir Atatürkçülük adına gelen ara rejimlere ve darbelere
çanak tuttukları görülüyordu .Bu doğrultuda merkez sağ kanadın batı
işbirlikçisi bir çizgide hareket etmesi yüzünden cumhuriyet rejiminin yarattığı iş ve sermaye çevrelerinin hiçbir zaman ciddi bir anlamda Atatürkçü
olmaması Türkiye için büyük bir kayıp olmuştur . Yirminci yüzyılın ortalarından
sonra sürekli olarak batı destekli merkez sağ iktidarlar işbaşına geldiği için
, bu kesimlerin ciddi anlamda Atatürk’e ve Atatürkçülüğe sahip çıkmaları
gerekiyordu . Ne var ki , ekonomik kazançlar uğruna dışa açılma ve batı ile
ortaklık yüzünden , Türkiye’de iş ve sermaye çevrelerinin liberal bir çizgiye
kayarak ülkenin kuruluş ideolojisi olan Kemalizm ile ters düştükleri
görülmüştür .
Merkez
sol ile merkez sağın ikisinin birden batı taklitçiliğine yönelmesi
yüzünden Atatürk sahipsiz kalınca ,
Türkiye’nin halk tabanını oluşturan
Müslüman kitlenin içinden çıkan Milli
Görüş hareketi Atatürk’e sahip çıkmak
zorunda kalmıştır . Milli Görüşün öncüsü ve kurucusu olan siyasal önder
“Atatürk yaşasa idi Milli görüş
partisinden yana olurdu” demiştir .Çünkü
batı emperyalizmi ile savaşarak Türkiye Cumhuriyetini kurmuş olan kurucu cumhurbaşkanı Atatürk’ün en büyük
ilkesi bağımsız bir devlet yaratabilmek için antiemperyalizm olmuştur . İslamcı
tabandan milli çizgide bir antiemperyalist hareket doğması , biraz da merkez
sağ ve sol partilerin batı emperyalizmine karşı teslimiyetçi bir tutum içine
girmeleri yüzünden ortaya çıkmıştır .
Bugün ılımlı İslamcı bir hareket adına
ülkede öne çıkan hareketin gelmiş olduğu
yeni aşamada Atatürk’e sahip çıkması ve bu açıdan Atatürkçülüğü yeniden gündeme
getirmesinin nedeni , bu hareketin Milli Görüş tabanından doğması yüzündendir
.Milli Görüş’ün öncüsü ve kurucusu
olan siyasal önder de, tıpkı Türkiye
Cumhuriyetinin kurucusu gibi hem tam
bağımsızlığı savunmuş, hem de her yönü ile
batının emperyal devletlerinin saldırılarına karşı ödünsüz bir antiemperyalist yol izlemiştir .
Milli Görüş geleneği bir anlamda ulusal
kurtuluş savaşı günlerinde örgütlenen Kuvayı Milliye hareketinin devamı
olmuştur . Milli Görüş bir anlamda Atatürk’ün partisinin ve merkez sağ
partilerin ihmal ettiği Kuvayı Milliye çizgisinin bugünkü temsilcisi olmuştur . Milli görüş
uzantıları bu nedenle Atatürkçü çizgiye
gelebilmişlerdir .
Soğuk
savaş yıllarında Türkiye’nin Müslüman potansiyeli Milli Görüş
çatısı altında toplanmış ama küreselleşme dönemine geçildiği zaman bu
hareketin içinden çıkan yenilikçiler , ulus devlet sınırları dışına çıkan ve Türk milleti yerine İslam ümmetine öncelik
veren bir ılımlı İslam hareketini
uluslar arası konjonktüre uygun bir biçimde örgütleyerek Türk siyasetinde öne
çıkmışlardır . Küresel rüzgarların etkisiyle Türkiye’de bir geçiş dönemi
yaşanmış ve çeyrek yüzyıllık bir zorlamaya rağmen Türkiye Cumhuriyetinin Kuvayı Milliye
döneminden gelen kuruluş modeli
değiştirilememiştir . Küresel emperyalizmin Siyonizm ile işbirliğine girerek ,
eski Osmanlı toprakları üzerinde ABD
benzeri bir kırk eyaletten oluşacak Orta
Doğu Birleşik Devletleri projesi merkezi alandaki bütün devletleri parçalamaya
kalkıştığı aşamada ,bölgedeki devletlerin çatısı altında yaşayan
Orta Doğu halkları böl ve yönet
oyununa şiddetle karşı çıkarak ve devletlerinin yanında yer alarak , bu oyunu bozmuşlardır . Küresel şirketler ile
ulus devletler arasında terör ve tarikat
örgütleri üzerinden yaşanan bu oyunu
emperyalizme karşı sıkı direnen
bölge halkları ve devletleri kazanma aşamasına gelince , ılımlı islam
ile öne geçen siyasal hareket yeniden geldiği çizgiye dönerek ve yeniden
Milli Görüş gömleği giyerek
Kuvayı Milliye Atatürkçülüğüne dönmüştür
. Uluslararası konjonktürde küreselleşme
biterken bölgeselleşme başlamış ve bölge
devletleri ile halkları tekelci küresel şirketler ile işbirlikçi tarikatların gündeme
getirdiği bölünme ,parçalanma ve dağılma
sürecine karşı çıkarak eskisi gibi emperyalizme karşı direnişe
geçmişlerdir . Bu mücadeleyi Türk milli devleti de kazanırken , milli burjuvazi
ve de
merkez sol partiler de kaybetmiştir . Yeniden başlayan millileşme
sürecinde Milli Görüş hareketi ve onun uzantıları Türkiye’de
Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü
desteklediklerini ortaya koymak zorunda kalınca , bu birikimin içinden
çıkan ılımlı İslamcı akımda bu yeni duruma uyum sağlamak üzere yeni
Atatürk’çü açılımı gündeme getirmiştir .
Konuya siyaset bilimi açısından bakıldığında böyle bir tablo ortaya çıkmaktadır
. Mesele sadece İslamcıların Atatürkçü olması olarak değerlendirilemez .Ama
Milli Görüş birikiminin , yaşanmakta olan emperyalist ve Siyonist saldırılara
karşı bugünün İslamcı kadrolarını antiemperyalist çizgiye getirmesi olarak açıklanabilir .
Konu
aslında devlet sorunu ile yakından
ilgilidir . Küreselleşme görünümünde bir
süper emperyalizm ulus devletlere
çeyrek asırdır zorla dayatılırken , dünyanın her bölgesinden bu duruma
karşı çıkışlar gündeme gelmiş ve
emperyalist devletlerin kurduğu terör
örgütleri ile ulus devletlerin
parçalanmasına giden yol açılmak istenmiştir . Çeyrek yüzyıl geride kalırken
artık küreselleşme ile bir yere gidilemeyeceği görülmüştür . Bu durumu yaşayarak
gören ulus devletler komşuları ile bir araya gelerek emperyal saldırılara karşı bölgesel birlikler
kurarken , Türkiye’de bu gelişmeyi değerlendirmeli ve kurucu önder Atatürk’ün
izinden giderek Sadabat Paktı benzeri
bir bölgesel birliği güvenlik ve
işbirliği yapısallaşması olarak gündeme getirmelidir . Bunun için de Atatürk’ün
yolundan giderek komşularla bir araya gelinmelidir . Emperyalizm ve Siyonizm bu coğrafya devletlerini çarpıştırarak bölgesel hegemonya oluşturmayı hedeflerken
bölge devletleri de bir araya
gelebilmenin yollarını arayacaktır .Eski
Sadabat Paktı, bugün Osmanlı İmparatorluğu
alanında oluşturulacak Merkezi Devletler
Birliği’nin tıpkı Avrupa Birliği gibi
kurulabilmesi açısından bir çıkış noktasıdır .Böylesine bir bölgesel yapılanma
için de Türkiye’nin gene Atatürk’e
dönmesi gerekmektedir . Atatürk’ü diğer cumhurbaşkanları ile karıştırmamak
gerekmektedir . Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılına doğru yol alırken , bu
devletin kuruluş modelinin ve dayandığı
paradigmanın Atatürk tarafından başarı ile uygulama alanına getirildiğini
görmek gerekmektedir .
Atatürk
karşıtlarının bugün Atatürk çizgisine gelmiş olmaları aslında sevinilecek bir
gelişmedir . Türk devletini yönetenler , bu çatı altında seksen milyon insanın
yaşadığını ve böylesine büyük bir halk kitlesinin yaşamını sürdürebilmesi
için merkezi ve üniter bir ulus devlet
modelini Türkiye’nin koruması gerektiğini görmelidirler . Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlet modeli ile Müslüman toplum yapısını hem birlikte var
edebilmeli hem de yaşatabilmelidir . Türkiye’nin varlık
nedeninin kurucu önderden geldiği görülürse, o zaman bugünün koşullarında
herkesin vatandaşı olduğu devletten yana olarak
Atatürk’e dönmesini normal karşılamak gerekmektedir . Atatürkçülerin
küresel neoliberal çizgilere kayarak Atatürk’ten uzaklaştığı bir aşamada
,Atatürk karşıtı olarak görünen bazı kesimlerin
Atatürkçülüğe dönmesi olumlu bir
gelişmedir . Çünkü söz konusu olan
vatandır ve çatısı altında yaşanılan devlettir . Devletin yıkılma aşamasına geldiği ve parçalanma senaryolarının zorla
dayatıldığı bir yeni durumda gerçek
anlamda vatanseverlerin Atatürk
çizgisinde bir araya gelmeleri ülkenin geleceği açısından ciddi bir varlık ve yaşam göstergesidir . Tek
devlet,tek vatan, tek millet ve tek
bayrak diyenlerin genel seçimlerde üç
Türkiye’nin ortaya çıktığını görerek ,
tek Türkiye için Atatürk ve
Kemalizm’i öne çıkarmaları gerekmektedir . Yaşanan deneyler tek Türkiye’nin
ancak Kemalizm ile mümkün olduğunu
göstermektedir . Bölünmeye karşı çıkan ve ülkenin birliğinden yana olan
bütün vatanseverlerin , Atatürk çizgisine gelmesi ve Türkiye Cumhuriyetinin yaşayabilmesi için Atatürkçü olmaları en doğal
yaklaşım olmalıdır . Bu açıdan Kemalizm Türkiye için zorunluluktur .
Soru
2-Türkiye bir yol ayırımında mı
?Özellikle NATO ile ilişkiler
konusu çok tartışılıyor Perde
arkasında neler var ? Sizce Türkiye’nin
yeni yolu nedir ?
Cevap 2- Başkent
Ankara’nın ortasında yer alan NATO YOLU isimli caddenin adı Belediye kararı ile ATA YOLU olarak
değiştirilmesi için harekete geçildiği
bir aşamada , Atatürk Türkiyesi ile NATO’nun karşı karşıya geldiği
görülmektedir . Yıllardır NATO baskısı altında batı emperyalizminin dümen
suyunda götürülen Türkiye’nin, değişen dünya koşullarında NATO yolundan ayrılarak ATA YOLU’na doğru
dümen kırdığı görülmektedir . Sosyalist
sistemin VARŞOVA paktına karşı kurulmuş
olan NATO aslında Varşova Paktının dağıldığı gün bitmiştir . Sovyetler
Birliğine karşı bir savunma örgütü olarak kurulmuş olan NATO , bu büyük devlet yapılanması ortadan
kalktıktan sonra anlamını yitirmiştir .
Küreselleşme döneminde batı emperyalizmi yeniden saldırganlaşırken , NATO ,
Kosova gibi geri kalmış ülkelerin ele geçirilmesi sırasında bir saldırı ve
işgal örgütü olarak kullanılmıştır .Alan dışı doktrini icat ederek batının çıkarları doğrultusunda bütün dünya
ülkelerine saldırmaya ve de işgale
çalışan bu örgüt , artık bir güvenlik örgütü olmaktan çok terör örgütleri
gibi tehdit yaratan bir yapı
olarak görülmektedir .Orta Doğu ülkelerindeki gelişmeler Kosova’daki gelişmelere paralel olunca bölge devletleri ve halkları NATO’yu batı emperyalizminin tehdit unsuru
olarak görmeye başlamıştır . Bu aşamada
Avrupa Birliği’nin giderek ABD’nin denetimi altına giren NATO’dan
ayrılarak kendi ordusunu kurması da
yeni bir dönemin başlangıcıdır . Her devlet kendi güvenliği peşinde koşarken
sadece ABD’ye hizmet eden bir kuruluştan Türkiye’nin destek beklemesinin bir
hayal olduğunu son gelişmeler ortaya koymuştur
. Şangay işbirliği örgütü de bu süreçte güvenlik yapılanmasına girmiştir.
Gelinen
aşamada yapılması gereken , NATO’nun bir uluslararası güvenlik örgütü olarak
Birleşmiş Milletlere bağlanması ve böylece bütün dünya devletlerinin eşit
olarak temsil edildiği bu örgütün çatısı altında yeni bir yapılanma olarak Birleşmiş
Milletler ordusunun kurulmasıdır . ABD
ve İsrail ikilisinin buna karşı çıkacağı görülerek, bütün dünya devletlerinin ortak hareket etmesiyle dünya barışına hizmet
edecek böylesine önemli bir adım atılabilir . Bu durumda Rusya ve Çin güvenlik
konseyi üyeleri olarak Birleşmiş Milletler ordusunda ABD ve İngiltere gibi söz
sahibi olacağı için NATO bir tehdit
olmaktan çıkarak dünya barışına
Birleşmiş Milletler çatısı altında katkı sağlayacaktır .Aksi takdirde
Avrupa Birliği nasıl kendi ordusunu kuruyorsa o zaman dünyanın diğer
kıtalarındaki bölgelerdeki ülkeler bir araya gelerek bölgesel güvenlik
örgütleri kurmaya yöneleceklerdir .
Bu durumda Türkiye’de tıpkı soğuk savaş döneminde olduğu gibi İran
ile bir araya gelerek Irak, Suriye, Azerbaycan
ve Gürcistan’ın içinde yer alacağı bir
bölgesel güvenlik örgütü olarak yeni CENTO kuruluşunu gerçekleştirmesinde bölge ve dünya
barışı açısından zorunluluk bulunmaktadır . Merkezi alandaki terör ve savaş
saldırılarının sona erdirilmesi için böylesine bir bölgesel güvenlik örgütünün
bir an önce kurularak devreye girmesi gerekmektedir .
Küresel
hegemonya peşinde koşan büyük devletler
bütün kıtalarda savaşları gündeme getirerek bölge ülkelerini baskı
altına almaya çalıştıkları için dünya barışı bu
olumsuz koşullarda bir türlü
gerçekleştirilememektedir .Birleşmiş Milletler en üst uluslararası örgüt olduğu
için , bütün uluslararası kuruluşlar ile birlikte Nato’nun da Birleşmiş
Milletler ordusu konumunda bu üst kuruluşa bağlı bir statüye
kavuşturulması , dünya barışı açısından
zorunlu görünmektedir . Başta Almanya ve Avrupa ülkeleri ABD’nin özel ordusuna
dönüştürülmüş olan bir NATO ile güvenliklerini sağlayamayacakları açıkça ortadadır . NATO bu hali ile daha
fazla gidemez ,bu yüzden ya Birleşmiş Milletlere bağlanarak dünya ordusu
olacaktır ya ortakların çekilmesiyle birlikte dağıtılacaktır .O zaman da
kıtalar üzerinde bölge orduları oluşturularak evrensel barış düzeni
oluşturulmaya çalışılacaktır . NATO’yu yönetenler bu yüzden Birleşmiş Milletler ordusuna yönelmelidirler
.
Soru- 3- KAPİTOKRASİ
isimli kitabınız ilginç tespitler ile dolu görünüyor. Neden böyle bir kitap
yazma gereğini duydunuz ? Şirketler ile devletler arasındaki ilişkileri nasıl
açıklıyorsunuz ?
Cevap-3-Kapitokrasi
kitabı büyük bir ihtiyaçtan doğmuştur . Sermaye sahibi para babaları her şeyi satın almaya bayıldıkları için siyasal partileri ve basın organlarını da
satın alabilmekte ve kendi çıkarları doğrultusunda geliştirdikleri akıl ve fikirleri kamuoyu üzerinden halk kitlelerine ve
devletlere kabül ettirmeye çalışmaktadırlar . Lenin emperyalizmi , kapitalizmin
en üst aşaması biçiminde tanımlamıştı .
Ben de Kapitokrasi kavramını küresel emperyalizme dönüşen sermaye düzeninin
en üst aşaması olarak gündeme
getiriyorum . Günümüzde bütün dünya
ülkeleri demokrasi ile yönetiliyormuş gibi bir görüntü
yaratılmaktadır . Demokrasi halk egemenliği
anlamına gelmektedir . Ne var ki , bugün halk kitleleri giderek
fakirleşirken güç kaybederek
demokrasinin gereği olan halk egemenliğini kullanamaz hale düşürülmüşlerdir
. Açlık
ve işsizliğe mahkum edilen halk kitlelerinin gerektiği gibi oy
kullanarak ülke çıkarlarını koruması artık eskisi gibi mümkün olamamaktadır
çünkü patronlar aşırı zenginleşerek
ve her şeyi satın alarak gerçek egemenliğin sahibi görünümünde etkin olmaktadırlar . Bugün bütün dünya
demokrasileri aşırı zengin patronların
müdahaleleri yüzünden tam anlamıyla bir sermaye egemenliğinin yani Kapitokrasi’nin
uydusu haline gelmişlerdir .
İnsanlık
tarihi incelendiği zaman geçmişin her
döneminde çeşitli topluluklar ve devletler arasındaki savaşlar ile yaşam sürecinin devam ettiği görülmektedir .
Eskiden savaşlar ve mücadeleler devletler arasında olurken , şimdi şirketler
üzerinden bir egemenlik çekişmesi öne çıkmakta ve bu doğrultuda küresel emperyalizm bütün dünyaya hakim
olmaya çalışmaktadır .Kapitokrasi adını verdiğimiz sermaye egemenliği düzeninde piyasa üzerinden şirketler büyürken ,
özelleştirme görünümü altında
devletlerin kendi ekonomilerini yönetme hakları ellerinden alındığı için devletler küçülmektedir . Tekelleşme süreci
içinde büyük şirketler birer deve dönüşerek ekonomi üzerinden devletlere
müdahale etmeye başladıkları için
devletler devlet olmaktan çıkmakta , şirketler ise en üst düzeyde kazanç
sağlama doğrultusunda devletlerin yaratmış olduğu boşlukları doldurarak devletlerin yerini almaktadırlar . Şirketler
dışa açılarak küreselleştikçe ulusal
olmaktan çıkmakta ve bu nedenle ulus devletler ekonomik tabanlarını ellerinden
kaçırınca yıkılmaya doğru
sürüklenmektedirler .
Küresel
sermayenin dünya devleti projesi doğrultusunda
önce ulus devletlerin sayısı 200 den
2000’e çıkacak ve devlet modeli ulus devletten eyalet devletine doğru
gelişme gösterecektir . Gelecek yüzyıla kadar bu dönüşüm tamamlandıktan sonra ,
yirmi beşinci yüzyıla doğru devletler
eyalet modelinden şehir devletine doğru dönüşüm gösterecek ve devlet sayısı
5000 kent devleti olarak artacaktır . Devlet sayısı 200 den önce 2000 e daha sonra da 5000 e çıkarken
, küresel şirketler arasındaki
çekişmeler sonucunda tekelleşme en üst aşamaya gelecek ve küresel şirketlerin sayısı 5000 den 500 inecektir . Böylece , 5000 kent devletinde yaşayan 5 milyar
insanın gereksinmelerini 500 şirket
karşılayacak ve bu yoldan devletler
küçülürken şirketler büyüyerek bütün dünyayı istila edeceklerdir . Dünya
ekonomisinin temeli olan kapitalizm böylesine bir süreç içerisinde şirketlerin
devletleri ele geçirerek, bütün
egemenliği ellerine aldığı yeni bir
yapılanma dönemine doğru sürüklenecektir . Başta İLLUMİNATİ olmak üzere
bütün küresel güç merkezleri böylesine
bir plan doğrultusunda dünya düzenini dönüştürürlerken , tekelci şirketler aracılığı ile dünya
ekonomisini ele geçirerek hem devletlerin hem de ulusların
egemenlik alanlarını ellerine geçirmektedirler . Ulus devletler ile
imparatorlukları yok eden kapitalistler,
şimdi de eyaletler yaratarak ulus devletleri yok etmenin peşine düşmektedirler
. Tarikatlar aracılığı ile de milletleri ortadan kaldırmaktadırlar . Yarın da
şehir devletleri yaratarak insanlığı iyice bölmeye ve bu yoldan bir avuç
zenginin küresel şirketler aracılığı ile
dünyaya egemen olabilmesinin önünü açmaktadırlar.
Soru-4-Türkiye’de ulus
devleti tehdit eden konular nelerdir ?
Bugün gelinen aşamada sıkıntılar
nelerdir ve Türkiye bu konuda neler
yapmalıdır ?
Cevap-4-Türkiye
Cumhuriyeti batı emperyalizminin çok uluslu Osmanlı İmparatorluğunu yıkması
nedeniyle merkezi coğrafya da kurulmuş olan
Avrupa tipi bir ulus devlet
modeline dayanmaktadır . Avrupa kıtası küreselleşme döneminde hem bir
bölgesel devlete dönüştürülmeye çalışılmakta
ama aynı zamanda Katalanya örneğinde olduğu gibi on beş yeni devletin bağımsız olarak ortaya çıkması gündemdedir .
Avrupa ulus devletlerin beşiği olarak kendi içinde ulus devletler
barındırırken hem ulus üstü bölgesel devlete hem de ulus altı
eyalet devletlerine doğru bir gelişim seyri izlemekte ve bu yüzden de ciddi bir
gelecek belirsizliği içine düşmektedir . Avrupa tipi bir ulus devlet olarak
Avrupa kıtasının yanı başında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti ,
Avrupa kıtasında yaşanmakta olan eyalet devletleri oluşumu ile birlikte
bölgesel yapılanma zorunluluğu arasında
sıkışıp kalmıştır .
Küreselleşme
döneminde kapitalist emperyalizm yeni
eyalet devletler oluşumuna destek
çıkarak ulus devletlerin varlığını açıkça tehdit ettiği için Türkiye de diğer ulus devletler gibi ciddi bir parçalanma tehdidi altında
bulunmaktadır . Küresel emperyalizm ve
Siyonizm ortaklığı merkezi
coğrafyaya bölünmeyi bir kader olarak dayattığı için , eski Osmanlı
hinterlandında yer alan bütün ulus
devletler parçalanma tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadırlar . Irak üçe
bölünürken , Suriye beş parçaya ayrılmakta , Arabistan beş ayrı devlete bölünürken İran da beş parçaya ayrılmak istenmektedir .
Fiilen üçe bölünen Libya’dan çekilen bir çizgi
Pakistan’a da ulaşmakta ve bu ülkenin de üç ayrı eyalet devletine dönüştürülmesini gündeme
getirmektedir . Türkiye’nin bölgedeki bütün komşuları bölünmeye mahkum
edilirken , bir bölge ülkesi olarak Türkiye’yi de benzeri bir kader beklemekte
ve coğrafi bölgeler esas alınarak ,Türklerin anavatanı da yedi sekiz parçaya
bölünmek istenmektedir . Bu doğrultuda emperyalizm destekli güney doğu
oluşumuna benzer yeni oluşumlar Türkiye devletinin bütün coğrafi bölgelerinde
gündeme getirilmeye çalışılmaktadır . Alt kimlikçilik bu doğrultuda
hortlatılırken , yerel yönetimcilik
ülkenin her yerinde öne çıkartılarak, ulusal ve üniter devlet modeli ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır .
Türkiye’nin
batılı dostları kendi birlik ve bütünlüklerini korurken Türkiye’nin
parçalanması doğrultudaki bölücü
gelişmeleri açıktan desteklemişler ve böylece
her zamanki çifte standartlı tutumlarına devam etmişlerdir . İngiltere
İskoçya’yı , Almanya Bavyera’yı , Fransa
Korsika’yı ,İspanya Katalanya’yı
, İtalya Lombardiya’yı , ABD
Kalifoniya’yı ve Teksas’ı
bırakmazken , hepsi birlikte Türkiye’ye çullanarak güneydoğu bölgesinde
yeni bir etnik devlet kurulabilmesi doğrultusunda hem siyasal gelişmeleri, hem de anarşi ve terör hareketlerini
desteklemişlerdir . Batı sermayesine teslim olmuş iş adamı derneklerinin Türk devletinden olan istekleri ile bölücü
etnik terör örgütünün Türk devletinden taleplerinin aynı olduğu görüldüğünde ,
Türkiye Cumhuriyetinin çok büyük bir komplo ile karşı karşıya bırakıldığı görülmüştür . Bugün gelinen
noktada Türkiye kendisi gibi ulus devlet olan ülkeler gibi bölünme ve dağılma
tehdidi ile karşı karşıyadır . Küresel tekelci şirketlerin dümen suyundaki
batılı devletler batının dışında kalan
bütün ulus devletlerin parçalanmasına giden gelişmeleri desteklemekte ama
kendileri için benzer bir gelişme modeline şiddetle karşı çıkmaktadırlar
. Türkiye Cumhuriyeti bu aşamada kendisi gibi ulus devlet olan komşuları ile
bir araya gelerek bölgesel güvenlik
örgütü oluşturmak ve evrensel düzeyde ulus devletlerin bir araya gelerek yeni bir Birleşmiş Milletler yapılanmasının
çatısı altında, ulus devletlere sağlanan
hukuksal koruma sistemlerini geliştirmek durumundadır . Küresel şirketlerin oluşturduğu Dünya
Ticaret Örgütüne karşı ulus devletler de bir araya gelerek acilen bir ulusal enternasyonel oluşturmalıdırlar.
Soru-5-Dünyanın merkezi
konumundaki Orta Doğu bugün yangın yerine dönüşmüş durumdadır . Bu doğrultuda
Türkiye’yi ne gibi tehlikeler beklemektedir . ?
Cevap-5- Orta Doğu’da
tarihten gelen bütün sorunlar bugün de vardır ve giderek büyüyerek geleceğe
doğru uzanmaktadırlar . Ne var ki ,bu bölgenin en büyük sorunu İsrail sorunudur
.İki bin yıl önce Roma imparatorluğunun yıkmış olduğu din devleti yeniden
merkezi coğrafyanın tam ortasında kurulurken , tarihin intikamının alınacağı
hasım olarak Roma devleti ortada olmadığı için , işgal edilen bölgenin eski
ahalisi olan Filistinliler’den iki bin
yıl öncesinin yıkılımının intikamı alınmaya çalışılmaktadır . Suçlu Romalıların
bugünkü mirasçısı olarak İtalyanlar dururken , bin yıldır orada yaşamakta olan
suçsuz Filistinlilerin baskı ve işgal altında tutulmaları çok büyük bir
haksızlığa yol açmakta ve uluslararası kamuoyu tarafından böylesine haksız bir
işgal her yerde tartışma konusu
olmaktadır . Tarihte iki kez kurulmuş
olan İsrail yirminci yüzyılda üçüncü kez kurulmuştur . Siyonist devletin
kurucuları iki kez yıkılan devletlerinin başına gelenlerden ders aldıkları için üçüncü kez yıkılmamak
üzere hem emperyal hem de Siyonist komplolar hazırlayarak , bir an önce Büyük
İsrail İmparatorluğu ya da federasyonu
oluşturabilmenin çabası içindedir . ABD’yi bu doğrultuda Siyonist lobiler
üzerinden kullanan İsrail devleti ,
bölgeye Bekaa vadisi üzerinden terörü ve de
Kurtlar vadisi üzerinden de savaş
senaryolarını Holywood destekli bir biçimde getirmiştir .
Tarih ve jeopolitik kitapları İslam dünyasının
tam ortasında küçük bir İsrail devletinin sonsuza kadar yaşayamayacağını ve bu
nedenle bir an önce Büyük İsrail devletinin kurulması gerektiğini açıkça yazmaktadırlar . Birinci İsrail’i bir
Mezopotamya gücü olarak Babil Krallığı , ikinci İsrail’i ise bir Avrupa gücü
olarak Roma İmparatorluğunun yıkmış olduğu hatırlanırsa , bugünkü üçüncü
İsrail’in Mezopotamya’dan gelebilecek
tehlikeye karşı ikinci İsrail olarak Kürdistan ile kendini güvence altına
almaya çalıştığını ,Avrupa Birliğinden Roma İmparatorluğu benzeri bir
saldırının gelmesi ihtimaline karşı bölgedeki üçüncü İsrail devletini de Kıbrıs
adası üzerinde inşa etmeye çalıştığı
görülmektedir .Böylesine bir strateji Kuzey Irak ve Suriye ile Kuzey Kıbrıs
üzerinden Türkiye Cumhuriyetini dolaylı olarak tehdit etmektedir . Bu nedenle
Orta Doğu bölgesindeki bütün gelişmelerin Osmanlı İmparatorluğunun merkezi
toprakları üzerinde kurulmuş olan
Türkiye Cumhuriyetini tehdit ettiği söylenebilir . Irak ve Suriye gibi komşu ülkelerde yıllardır
yaşanmakta olan emperyalist haksız savaş gelişmeleri bu bölgenin sınır komşusu olan Türk devletini
de geleceğe dönük bir çok tehdit ile karşı karşıya getirmektedir .
Batı
emperyalizmi ve Siyonizm ortaklığı merkezi alana egemen olabilmek üzere , bütün
bölge devletlerini eyaletlere bölerek , eyaletler üzerinden bir bölgeselleşmeyi
var olan devlet yapılarının üzerine dayatmaktadır . Siyonizm Büyük İsrail
peşinde koşarken , Atlantik emperyyalizmi
de Büyük Orta Doğu planı doğrultusunda
bir arayış içerisine girişmiştir . Bölgeye birinci dünya savaşı öncesi gelmiş
bulunan İngiltere’nin Yakın Doğu Konfederasyonu planı ise en az ABD ve
İsrail’in planları kadar gerçekleşme süreci içine girmiştir . Her üç
program da merkezi alana yeni bir düzen
vermek üzere hazırlanmış ve bu
doğrultuda gerçeklik kazanma durumu
dışarıdan zorlanmıştır . Bu tür planlar bölge ülkelerini doğrudan tehdit
ettiği gibi aralarındaki çekişmeler yüzünden de terör ve savaş zorlamalarını orta dünya denilen merkezi alandan eksik
etmemiştir . Bu yüzden Orta Doğu bölgesi
yangın yerine dönmüştür . Merkezi
bölgeyi ele geçirmek isteyen batılı emperyalistler ile birlikte Siyonistler
de yarışa kalkışınca her türlü savaş senaryosunun bu alanda
gerçekleşme şansı kazandığı görülmüştür . Türkiye’nin bir bölge devleti
olarak komşu ülkeler ile bir büyük
birlikteliği bölgesel yapılanma planı doğrultusunda terör ve savaşa karşı geliştirmesi
gerekmektedir . Barış için Merkezi Devletler Birliği adı altında komşu devletler tehditlere karşı bölgesel bir birlik kurmalıdır.