ANKARA
KALESİ: 233
YENİ LAVANT SÜRECİNDE KIBRIS
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Uluslararası alanın şimdiye kadar
çözülememiş ve kalıcı bir barış düzenine
bağlanamayan önde gelen sorunlarından birisi , Kıbrıs adasındaki çıkmazdır . Dünyanın merkezi
coğrafyasında yer alan bu büyük ada her dönemin siyasal gelişmelerinin
etkisiyle farklı jeopolitik konumlara
sürüklenmiş , o yüzden de geleceğe dönük bir kalıcı koşullar düzenine bir türlü kavuşamamıştır . Bugün Kıbrıs
sorunu yüz yıl öncesinden daha karışık koşullarda devam edip gitmekte ve bu
nedenle de istendiği gibi kalıcı bir barış ortamı sağlanamadığından , ada
üzerinde tarafların her yönü ile anlaştığı bir kalıcı çözüm
bir türlü getirilememektedir .Yeni dünya düzeni arayışlarından ciddi bir düzensizlik ortamına geçerken ,
Kıbrıs sorunu daha ciddi boyutlarda dünyanın önünü kapayan ana meselelerden birisi olmayı
sürdürmektedir. Bu yüzden de Akdeniz’in doğu bölgesinde yeni bir barış
ortamı yaratılamamakta ve Doğu
Akdeniz’de yeniden Lavantlaşma olgusu
gündeme gelmektedir .
Yedi yüzyıllık Osmanlı barışı
sonrasında İmparatorlukların çöküşü
aşamasına gelindiğinde Osmanlı devletinin hemen hemen bütün bölgeleri
ayrı devlet olmaya doğru yönlendirilmiştir
.O dönemin süper gücü olarak İngiltere , Rus ve Osmanlı
imparatorluklarının çöküşü aşamasında , dünyanın merkezine Fransa ile birlikte
gelerek , batı emperyalizmi adına Orta
Doğu’nun kendilerine bağımlı bir biçimde yeniden yapılandırılmasını bölge ülkelerine dayatmışlardır . Rusların
kuzeyden güneye doğru inme aşamasında bölgeye gelen batılı emperyalistler , Balkanlar,Kafkaslar ve Orta Doğu
bölgelerinde merkezi yönetime karşı isyanları kışkırtarak , orta dünyayı tek bir imparatorluk yönetiminden
uzaklaştırarak , otuzdan fazla devletin
harita üzerinde meydana çıkmasına yol
açan bir süreci başlatmışlardır . Osmanlı sonrası yeni dönemde ortaya çıkan yeni devletler kendilerini gelecek için kalıcı bir
kurumlaşmaya doğru yönlendirdikleri yeni dönemde ,bu kez batılı emperyalist
güçlerin etnik ve mezhepsel meseleleri kaşıyarak bölgede önce terörü sonra da sıcak çatışmaları
kışkırtarak yeni bir savaş coğrafyası yarattıkları görülmüştür .
Dünya savaşlarının imparatorlukları
yok etmesinden sonra ortaya çıkan iki kutuplu soğuk savaş döneminde, yeni kurulan
ulus devletler kendilerini
geleceğe doğru güçlendirmeye çalışırken,
batının önde gelen emperyalist devletleri soğuk savaş sonrası için sıcak çatışma
planlarını hazırlayarak uygulama alanına getirmişlerdir .İmparatorluktan ulus
devlet dönemine geçerken ortaya çıkan otuz devlet yetersiz görülünce , Büyük
Orta Doğu ve Büyük İsrail projeleri doğrultusunda bölgeyi
Amerika Birleşik Devletleri gibi
elli eyaletlik bir Orta Doğu
Birleşik Devletleri yapılanmasına
kavuşturabilmek üzere, etnik ve dinsel
ayrılıklar kışkırtılarak sıcak
çatışmalar üzerinden ulus devletlerin
bölünüp parçalanmasına giden yol açılmış ,yirminci yüzyılın ikinci yarısından bu yana
batılı gizli servisler merkezi alandaki bütün devletlerin parçalanmasını
sağlayacak düzeyde, terörü ve savaş senaryolarını birbiri ardı sıra ,eski Osmanlı hinterlandındaki ülkelerde canlandırmışlardır . Bu doğrultuda , gelecek
giderek belirsizleşirken , merkezi alana yönelik olarak hazırlanmış batılı
emperyalist senaryolar birbiriyle
yarıştırılarak devreye sokulmuş ve
yirminci yüzyılın ikinci yarısında yüz binden fazla insan hayatını
kaybetmiştir . Emperyal ve Siyonist devletlerin çıkarları birbirinden çok
farklı olduğu için yeni bir düzen
oluşturma doğrultusunda bir türlü anlaşma sağlanamamış ve bu yüzden hem terör hem de savaş büyüyerek günümüze
kadar gelmiştir .
Osmanlı sonrası için İngilizlerin
düşündüğü Yakın Doğu Konfederasyonu
kurulamayınca ,İsrail’in oluşumu
ile Büyük İsrail İmparatorluğu projesi gündeme getirilmiş ama Hrıstıyan batı dünyasının karşı çıkması
üzerine bu proje de tam olarak devreye giremeyince ,bunun üzerine Amerika
Birleşik Devletleri öncülüğünde bir Büyük Orta Doğu Projesi öne çıkarılmaya
çalışılmıştır . Lübnan’da başlatılan terör bölge ülkelerine yayılarak desteklenince ,Orta Doğu devletleri ile
birlikte Akdeniz kıyısında yer alan
diğer devletler de sırası ile
karıştırılarak geniş bir istikrarsızlık ortamı yaratılmıştır . Terör ve savaşın
zorla dayatılmasıyla haritalar yeniden çizilmeye çalışılmış ama merkezdeki ulus devletlerin direnerek
kendilerini korumaları üzerine , bir türlü Büyük Orta Doğu ya da Büyük
İsrail gibi emperyal projeler gerçekleştirilememiştir . Bunlara
karşı Almanya’nın öncülüğünde bir Avrupa Birliği projesi giderek Büyük Avrupa
görünümünde bölgeye doğru tırmandırılınca , bu durumdan rahatsız olan Atlantik güçleri ve Siyonistler yeni Roma İmparatorluğu görünümünde bir
Akdeniz Birliği projesini öne
çıkarmışlardır . Eski Roma ,Bizans ve Osmanlı İmparatorlukları dünyanın merkezi
denizi olan Akdeniz kıyılarında hüküm sürerken , Akdeniz’in hem doğusunda hem
de batısında hegemon bir konuma gelebilmek için çalışmışlardır .
Akdeniz’in batısı Avrupa kıtasının yanında yer alırken ,
doğusu da Orta Doğu bölgesinde yer
alarak haritadaki konumunu kazanmıştır . Batı Akdeniz bir Latin dünyası olarak
gelişmeler gösterirken doğu Akdeniz ise
,Hrıstıyan Avrupa’nın ötesinde bir İslam dünyası olarak öne çıkmıştır . Bizans
döneminde Doğu Akdeniz’e Lavant adı
verildiği için , merkezi denizin doğusu yüzyıllarca Lavant olarak adlandırılmış ve bu
doğrultuda gelişmelerin adı konulmaya çalışılmıştır . Kıbrıs adasınını haritada
bulunduğu bölgenin gerçek adı Lavant bölgesidir . Şimdiye kadar yeni Orta Doğu
bölgesi ya da Büyük Avrupa Birliği yapılanmaları doğrultusunda bir çekişme
konusu haline gelen Kıbrıs’ın, yeni dönemde
Avrupa Birliği’nin dışında kalacağı ama
İsrail’in yangın yerine çevirdiği
Orta Doğu bölgesinde yerini
alamayacağı ama bu ikisinin ortasında yer alan Doğu Akdeniz yapılanması
doğrultusunda bir yerlere doğru
yönelebileceği görülmektedir . O zaman , konunun adının Lavant bölgesi olarak
konulması gerekmekte ve Doğu Akdeniz bölgesinin Batı Akdeniz ile Orta Doğu
bölgelerinin ötesinde kendine özgü koşulları ile yeni harita üzerinde yerini alabileceği yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır .
Şimdiye kadar bu bölge ile ilgili olarak
görülmeyen bazı gelişmelerin son zamanlarda birbirini izlediği ve güncel
gelişmeler çizgisinde Lavant bölgesi ile birlikte Kıbrıs adasının adının öne
çıktığı görülmektedir . Bizans döneminde
Lavant adı verilen bu bölge ,
batılı emperyalistlerin yeniden Doğu Akdeniz üzerinden merkezi alana yöneldikleri aşamada , öne
çıkmakta ve güncel siyasal gelişmelerin tam ortasında yer almaktadır .
Gazze kentinin adının gaz
kavramından geldiği , bu kentin altında bölgenin en geniş doğal gaz
yataklarının bulunduğu , Kıbrıs adasının kuzey ucundaki
Karpas yarımadasının civarında Akdeniz’in en zengin petrol yataklarının
bulunduğu , Kıbrıs adası ile Suriye ve Anadolu arasında yer alan Doğu
Akdeniz bölgelerinin altında gene Orta Doğu’nun önde gelen ülkeleri kadar zengin petrol yataklarının yer aldığı
,Libya ile Irak arasında yer alan bu bölgede de çok zengin yer altı
kaynaklarının bulunduğu son zamanlarda bilim adamları tarafından
açıklanmaktadır .Yüzyıllardır Orta Doğu’da petrol kavgası veren batılı
emperyalistlerin ya da Siyonistlerin bu
kavgayı Lavant bölgesindeki yeni yapılanma döneminde de sürdürdükleri
görülmektedir . O yüzden İsrail , Kıbrıs Girit hattı gibi bir yeni hat
üzerinden , Doğu Akdeniz’in sularının altından petrol ve doğal gaz
bağlantılarının Avrupa kıtası ile
yapılmaya çalışıldığı
anlaşılmaktadır . Bu doğrultuda , Rusya ve Fransa Güney Kıbrıs’a girerek
bu bölgede yeni üsler oluşturmaya çalışmakta , İsrail ise Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti üzerinden Kıbrıs adası
üzerindeki etkisini artırarak ada
üzerinde kendisine karşı gelişebilecek bazı yeni durumları önlemeye çaba
göstermektedir .
Lavant bölgesinde yeni keşfedilen doğal zenginlikler bütün emperyal devletleri yeniden bölgeye çekerken , bölge devletleri
de bu durumdan yararlanarak yeni Lavant sürecinde eskisine oranla daha avantajlı bir konuma gelebilmek için uğraşmaktadırlar .
Yeni Lavant sürecinde , İsrail Kıbrıs üzerindeki etkisini artırarak bu ada
üzerinden Girit ile daha yakın bağlantılar kurmaya çalışmakta ,kendi
ülkesinde konuşlandırmak için yer
bulamadığı donanması ile Hava kuvvetlerinin uçak filosunu Akdeniz’in ortasında
bomboş duran bir kurak ada olarak Girit’e
yerleştirmeye çalışmakta , böylece İsrail ile Girit arasında Kıbrıs
üzerinden geçen bir Doğu Akdeniz
yapılanması çizgisi geliştirerek , Yeni Lavant
sürecini tamamlamaya çaba göstermektedir . İsrail , Doğu Akdeniz bölgesinde Büyük Orta Doğu
projesine alternatif bir projeyi öncelikli olarak devreye sokarken , Gazze’nin
doğal gaz alanından Kıbrıs’ın petrol bölgesine yönelmekte ve bu hat
üzerinden yapılacak bir deniz altı boru sistemi ile Lavant bölgesinin doğal zenginliklerini ,
dünyanın en zengin kıtası olan Avrupa’ya taşımak istemektedir . Akdeniz’in tam ortasında yer alan Girit adası giderek bağlı olduğu Yunanistan devletinden
uzaklaşırken , İsrail ile Lavant bölgesi üzerinden yakınlaşmakta ve yeni durum
da Kıbrıs adasının yeni konumunu fazlasıyla değiştirmektedir . İsrail Kıbrıs’ı
bir köprü yaparak Girit üzerinden Avrupa
kıtasına bağlanmaya çalışmakta ve böylece Lavant’ın doğal kaynaklarını zengin Avrupa piyasasında değerlendirmek için yeni siyasetler geliştirmektedir .
Roma İmparatorluğunun birinci yüzyılın başlarında yıkmış
olduğu İsrail devleti tarihte üçüncü kez kurulurken, kendisini önceden yıkmış olan Roma
İmparatorluğunun yerini almaya çalışmaktadır . Roma kentinin merkezi konumunun
yeni dönemde Kudüs’e geçmesiyle birlikte
Büyük İsrail’i Orta Doğu topraklarında kuramayan Yahudi devletinin işe Doğu Akdeniz’den başladığı aşamada, yeni
Lavant sürecinin bütünüyle Siyonizmin hedeflerine paralel bir doğrultuda
gündeme getirdiği ortaya çıkmaktadır . Merkezi topraklara egemen olamayan
İsrail , Gazze üzerinden denize açıldığı zaman
Kıbrıs ve Girit gibi büyük adaları kontrolü altına almaya çalışmakta
,Araplara,Türklere ve diğer Müslüman topluluklara karşı Yahudi insiyatifini eski Bizans’ın eyaleti
olan Lavant bölgesi üzerinden
geliştirmeyi hedeflemektedir . Gelecekte bir bütün Akdeniz Birliği
oluşturmayı hedefleyen Doğu Akdeniz’deki Lavant yapılanması, bölgedeki diğer devletleri de etkisi altına
almakta ve Akdeniz Birliği’ni eyaletlerden oluşan kıyı devletçikleri biçiminde
düşünen Lavant yapılanması ,Suriye’yi de Lübnan benzeri küçük eyalet
devletçiklerine dönüştürerek , bölgenin en büyük devleti olan Türkiye’nin
parçalanmasını da , yeni Lavant oluşumuna uygun bir doğrultuda gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Türkiye’nin Akdeniz
kıyısındaki bölgelerde , Akdeniz Birliği
ya da Yeni Lavant oluşumuna paralel düzeyde farklı devlet yapılanmalarının hedeflendiği anlaşılmaktadır .
İlk olarak Güney doğu bölgesinden bölünmeye çalışılan Türkiye’nin her
bölgesinde Sevr Antlaşması doğrultusunda
bölücü eğilimler güçlendirilirken , Edirne merkezli Trakya Cumhuriyeti
Avrupa Birliği’nin destekleri ile gündeme gelmiştir .Trakya bölgesi ile
birlikte Ege Bölgesinde bir İzmir merkezli
İyonya devleti ayrıca bu tip yapılanmalara paralel bir çizgide de Antalya
merkezli bir Akdeniz Cumhuriyeti oluşumu
öne çıkarılmaktadır . Anadolunun
gayrimüslimleri Ege bölgesinde
toparlanırken , İstanbul’un Musevi kesimlerinin İsrail’e yakın olma
doğrultusunda Antalya üzerinden Akdeniz
bölgesine doğru yeni bir yerleşim düzenine yönelirken ,Trakya İyonya ve Klikya üzerinden Yeni Lavant bölgeselleşmesinin gereksinme
duyduğu Akdeniz Cumhuriyeti olgusu da yavaş yavaş hayata geçirilmektedir .
Böylece Türkiye’nin coğrafi bölgeleri eyaletleşirken , Siyonizm Yeni Lavant
projesi üzerinden merkezi coğrafya yapılanmasını
tamamlama şansını elde etmektedir . Küçük İsrail’in bölgeye egemen olamadığı
bir dönemde ,Yeni Lavant yapılanması çerçevesinde yeni küçük eyaletler İsrail benzeri
oluşturulacağı için Siyonizm bu süreci açıkça
desteklemektedir .
Selçuklular yönetiminde sıcak
denizlere ulaşan Türkler ,
Asya kıtasının ortalarından gelerek
uygarlıklar denizi olan Akdeniz kıyılarına ulaştığı için dünya imparatorlukları
kurmuşlardır. Türkler , bugün Büyük
Avrupa,Büyük İsrail ,Büyük Amerika ya da Büyük İngiltere gibi gibi emperyal oluşumlar ile yeniden deniz
kıyısından uzaklaştırılarak ,Batı Asya Birliği diyerek Asya’nın
kurak topraklarına , uçsuz bucaksız çöllerine ve karanlık dehlizlerine
yönlendirilerek esir alınmaya çalışılmaktadır . İşte bu durumun çekişme noktası
olarak Doğu Akdeniz yeniden öne çıkarken
, Türkiye Cumhuriyeti ‘nin Misakı Milli sınırları içerisinde yer alan
Trakya,Ege ve Akdeniz bölgeleri Yeni Lavant Projesi doğrultusunda Anadolu’dan
kopartılarak Akdeniz planları içinde kullanılmaya çalışılmaktadırlar .
Kapadokya ile Klikya arasında kalan bölgeyi Lavant adı verilen alanın merkezi yeri ilan eden Yeni Lavant’çılar , Lavant projesinin tamamlanması
doğrultusunda Kıbrıs adasını da bu
projenin merkezi olarak açıklamaktadırlar. İsrail Kıbrıs ve Girit üzerinden
ortaya koyduğu Avrupa çizgisini , Ege
adaları ve sahilleri üzerinden de sürdürerek ,Balkanları Avrupalıların elinden almaya ve
Yeni Lavant Bölgesini Akdeniz üzerinden Balkanlara kadar genişletmeye dikkat
etmektedir . Özellikle ikinci dünya savaşında Balkanlar’dan kovulan Yahudi
topluluklarının Orta Doğu’ya gelerek İsrail’i kurmaları sonrasında ,
Yahudiler Avrupa kıtasını
Hrıstıyanlara bırakmamak üzere , Doğu
Akdeniz üzerinden Balkanlara doğru bir açılımı sürekli olarak gündemde tutmuşlar
ve bu yüzden hem Türkiye’nin hem de Yunanistan’ın iç işlerine karışarak bazı siyasal gelişmelerin önünü açmışlardır .
Arap baharı olayları da Akdeniz’in
yeniden yapılanmasında öne çıkarken , Tunus ve Libya üzerinden ortaya çıkan karışıklıklar ,Mısır ve
Suriye’ye doğru yönlendirilmiştir .Tam bu aşamada benzeri olaylar Kıbrıs adasına bir Türk-Rum
çekişmesi olarak yansıtılmaya çalışılmış ama
adaya girmiş olan Rus insiyatifi bu tür senaryoları önlemiştir . Güney
Kıbrıs’ta sayıları her geçen gün artan Rus asıllı nüfus yapısı Rusya ile yakın ilişkiler
kurarak Kıbrıs adasının geleceğinde etkili olmaya başlamıştır .Gelecekte Akdeniz Birliği içinde yer alacak
büyük Akdeniz adalarının hepsinin birer ayrı devlet haline dönüştürülmesi
planlandığı için ; Korsika,Sardunya,Girit,Sicilya adalarıyla birlikte Kıbrıs’ta
tıpkı Malta benzeri bir yeni yapılanma ile karşı karşıya bulunmaktadırlar .
Yeni Lavant projesinin merkezi olan Kıbrıs ve Girit adalarını önümüzdeki
dönemde İsrail yönlendirmeye çalışmakta
ve bir daha Roma İmparatorluğu gibi bir Avrupa insiyatifinin dünyanın merkezi
denizi olan Akdeniz’in kıyılarında
hegemonya kurarak, merkezi coğrafya da etkinlik sağlamasının önüne geçilmek
istenmektedir . Kıbrıs adasının tek
devlet olmasını bu yüzden hem Avrupalılar hem de İsrail’liler istemekte ama hiç birisi bu ada üzerinde yaşamakta olan
Türklerin ve Rumların geleceği ile ilgilenmemektedirler . Bu doğrultuda ,
Kıbrıs’ta tek devlet oluşturulması doğrultusunda zaman zaman Kıbrıs
konferansları düzenlenmekte ve
Avrupa kaynaklı uluslararası
merkezler , Türkleri dışlayarak
Hrıstıyan Rumlar üzerinden Avrupa
Birliği içinde bir Kıbrıs devleti düşünürken , İsrail merkezli Yeni Lavant
oluşumu çerçevesinde Siyonistler bu durumu önlemek üzere Türkleri kullanmakta ve zaman içerisinde KKTC
adlı kuzeydeki devlet yapılanmasını
ekonomi üzerinden Avrupa’nın dışında tutarak , Yeni Lavant’ın
içinde kontrol etmeye çalışmaktadır .
Kudüs merkezli Yeni Lavant projesi
içinde Kıbrıs adası ikili bir yapıda değil ama tek devlet olarak düşünülmekte ve bu
doğrultuda Türklerin Anadolu yarımadasına , Rumların da Ege adalarına doğru
göç ettirilmeleri planlanmaktadır . Bu
yüzden adadaki Türklerin kalıcı vatandaş olmaları önlenmekte ve Türk-Rum çatışması körüklenerek Rumların da
Kıbrıs’ı terk etmelerinin önü açılmak istenmektedir . Batılı gizli
servisler Kıbrıs’ın boşaltılması
doğrultusunda Türk-Rum çatışmasını
körüklemelerine rağmen Rusya’nın adadaki
varlığı bu durumu önlemiş , elli bin Rus işadamı güney Kıbrıs üzerinden dünya kıtalarına
ekonomik olarak açılırken , yüz bin Rus asıllı insan yerleştiği Kıbrıs adasını Hrıstıyan-Yahudi çekişmesinin dışına
çıkarmıştır . Böylece Türk-Rum çekişmesi önlenmiştir .
Avrupa Birliği bir an önce Kıbrıs
adasının tamamını kendi sınırları içine almaya çalışırken , Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tasfiye
edecek adımlara öncelik vermekte ve
Türkleri eşit bir federe devlet olarak görmemekte direnmektedir . Hrıstıyan
batı ülkeleri Kıbrıs’ı bir Rum toprağı olarak görmekte ve böylece güney Kıbrıs
üzerinden Avrupa kıtasına bağlamaya öncelik
vermektedir . Büyük İsrail ya da Orta Doğu peşinde koşan Siyonizm ve Atlantik emperyalizmi de Türk
tarafını Rumlara karşı kullanarak, Avrupa Birliğinin Doğu Akdenizdeki Yeni Lavant yapılanması doğrultusunda etkili
olmasının önüne geçebilmenin hesaplarını yapmaktadırlar . Geçmişten gelen
adanın yerlisi konumundaki Kıbrıslı Türkler
beş yüz bine yakın nüfusları ile Londra’nın bir semtinde tutulmakta ve
bunların adaya yeniden dönmelerine izin verilmeyerek ,gelecekte İsrail’in Yeni
Lavant bölgesinde Vatikan’a karşı daha
etkili olacağı farklı bir nüfus
yapılanması adanın kuzey bölgesinde oluşturulmaya çalışılmaktadır . Güney
Kıbrıs bölgesinde Rus ve Ermeni asıllı
nüfus hızla çoğalırken , adadaki Rum varlığı zayıflatılmakta ama Hrıstıyan
dayanışması güçlendirilmektedir .Adanın kuzeyinde ise şirketler ve
üniversiteler üzerinden İsrail’in etkisi hızla artmakta ,Avrupa Birliği Türk
tarafında etkili olamamakta ve sonradan
oluşturulan kozmopolit nüfus yapısı ile ada Türkiye’den uzak tutulmaya
çalışılmaktadır . Özellikle Kuzey Kıbrıs bölgesinin yönetiminde etkin olan
nüfus oranları içinde daha çok İsrail’e yakın duran ; Endülüs göçmeni Maronit
,kripto Yahudi ,konverso ,
Sabatay ya da Ermeni asıllı
unsurlar ada üzerinde hem İsrail’in etkisinin artmasına hem de Yeni Lavant Projesi doğrultusunda Hrıstıyan batının Doğu Akdeniz üzerindeki
etkilerinin azaltılmasına yönelik çalışmalarını sürdürmektedirler .Türk
tarafındaki partileşmede Türk olmayan
alt kimlikler etkili olmakta ve bu
yüzden de Türkiye Kıbrıs sorununda
sürekli olarak kaybetmektedir .
Batı kaynaklı Hrıstıyan kesimlerin
zorlamaları doğrultusunda son olarak 2017
yılının yaz aylarında son bir
Cenevre konferansı düzenlenmiş ve Kıbrıs meselesinin sona erdirilmesi için çaba
gösterilmiştir . Barış görüşmeleri Türk ve Rum taraflarının katılımı ile
gerçekleştirilmiş ama bu görüşmelere hem
Avrupa Birliği hem de İsrail ve Rus lobileri de
uzaktan katılmışlardır .Avrupa Kıbrıs’ı İsrail’e kaptırmamak üzere çabalarken , Rusya’da dünyanın merkezinde yer
alan bu adanın batı hegemonyasına kaymaması
için, bir doğu gücü olarak ağırlığını hissettirmeye çabalamıştır .Dünya
konjonktürü bir dengeye oturmadığı için
son Cenevre konferansı da sonuçsuz kalmıştır .Altı ana başlıkta toplanan
alt sorunların çözümü için ayrı toplantılar düzenlenmiş ama bir türlü iki tarafın ortak çözüm önerilerinde birleşmeleri sağlanamamıştır .Birinci pakette yer alan
güvenlik sorunları ve garantilerin
kaldırılması gerektiğini Rumlar savunmuş, Türkler ise eski antlaşmalardan gelen
garantilerin devamından yana olmuşlardır .Rumlar Türk ordusunun adadan
çekilmesini ilk konu olarak gündeme getirmiş ama Türk tarafı da adadaki askeri varlığın devamını kendi varlığı açısından yaşamsal
görerek bu öneriye karşı çıkmışlardır .
Yönetim ve güç paylaşımında Rumlar
KKTC’nin tasfiyesini isteyerek Türklere azınlık olmayı önermiş , Türk tarafı da
KKTC yapılanmasından vaz
geçmeyerek, geleceğe dönük iki devletli
yapının devam etmesini ve bu yoldan Birleşik Kıbrıs Devleti oluşumuna
gidilebileceğini savunmuşlardır . Türk tarafı azınlıklaştırılmayı kabül etmezken ,aynı zamanda Rum tarafı ile her
yönden tam bir eşitlik statüsü talebinde bulunmuştur . Ayrıca adanın üçte biri konumunda toprakların
%36’sı Türklerin elindeyken, Rumlar bu oranın %26’ya indirilmesini talep
ederek Türkleri zayıflatmak
istemişlerdir . Rum tarafı ısrarla Avrupa Birliği hukuku isterken ,Türk tarafı
kazanılmış hakları doğrultusunda
Rumların bu talebine de karşı çıkmışdır . Barış hareketi sonrasında
güneye kaçan Rumların kuzey bölgesindeki topraklarını talep etmeleri de ,
eşitliğe aykırı olduğu için Türklerce
benimsenmemiştir . Türk tarafı ada üzerinde her yönden eşitlik isterken aynı
zamanda her yönden özgürlük talebini de yenilemiştir . Ayrıca ekonominin
geliştirilmesi ve refah düzeyinin
yükseltilmesi için önlemler alınması dile getirilmiş ama anlaşma
sağlanamamıştır .
Son Cenevre konferansında Türk
tarafının iyi niyetle üzerine düşeni yapmasına rağmen , Kıbrıs sorununun uluslararası boyutu ile Yeni Lavant
yapılanması sürecindeki konumu dikkate alınmadığı için sonuç elde edilememiştir . Rumlar Avrupa
Birliğinin militanları gibi davranırken , Türk askeri birliklerinin adayı
terk etmesini isterken İngiliz askeri üslerine karışmayarak ciddi bir
çelişki içine düşmüşlerdir . Birleşmiş Milletler Genel sekreterinin devreye
girmesi ve barış çağrısında
bulunması da sonuç vermemiş , ada
üzerindeki doğu-batı kavgası ile Hrıstıyan-Yahudi çekişmesi devam etmiştir .
Görüşmeler bir ortak zemin üzerinde yürütülmediği için mekik diplomasisi işe yaramamış , Birleşmiş
Milletler genel sekreteri bu aşamada duruma müdahale etmek istemiş ama istenen
sonuç bu doğrultuda da alınamamıştır . Uluslararası konjonktürün egemen güçleri
dünya üzerinde estirdikleri anlaşmazlık ve çekişme rüzgarlarını Kıbrıs
sorununun çözümü ile ilgili olarak toplanan Cenevre Kongresinde de estirerek
anlaşmazlığın kronikleşmesine yardımcı olmuşlardır . Cenevre sonrasında Güney
Kıbrıs yönetimi adanın kuzeyinde yer alan
iki yüzden fazla Türk oteline Rumların gitmesini yasaklayarak, adada
yeni bir gerginlik ortamının yaratılmasına yol açmıştır .
Cenevre konferansının öncesinde
oluşturulan kamuoyu rüzgarları doğrultusunda ,Türk tarafı şimdiye kadar
savunduğu geleneksel tezlerinden uzaklaştırılmaya çalışılmıştır . Yirminci
yüzyılın soğuk savaş döneminde Kıbrıs adasındaki gelişmeler , ikinci dünya savaşı sonrası yeni
uluslararası konjonktürün yansıması
olarak gündeme gelmiş ve bu durumda Türk
tarafı da kendi çıkarları doğrultusunda bir
Kıbrıs politikası belirlemiştir .
Yarım yüzyılı aşan bir süre içinde
Kıbrıs meselesi çeşitli aşamalar
geçirerek bugünlere gelmiştir . Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk
toplumu bu büyük ada üzerindeki konumunu ve haklarını koruyarak yola devam
etmeye çalışmıştır . Bu nedenle ,Rum ve batı baskılarına karşı direnme
gösterilmiş ve geleceğe dönük bir iki
toplumlu yeni bir Kıbrıs düzeni oluşturulmaya çalışılmıştır . Avrupa Birliği
süreci içinde Rumlar batının bütün Hrıstıyan devletlerinin desteklerini
arkalarına alarak , yeniden adada
Türkler için bir azınlık statüsü tanımaya çalışmışlardır . İngiliz
mandası döneminden başlayarak , Türk azınlığa karşı Rumların yürütmüş olduğu
baskı ve terör olayları nedeniyle, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs Barış Harekatını gerçekleştirmek
zorunda kaldığını bugün için unutmamak gerekmektedir . Türk ordusunun adaya
ayak basmasıyla başlayan yeni dönemde , Türkler azınlık olmaktan kurtulmuşlar
ve adanın kuzey bölgesine yerleşerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adı altında
kendi siyasal varlıklarını kurumlaştırmışlardır .
Son olarak yapılan Cenevre Konferansı sırasında Rum kesiminin yeniden eskiye dönerek Türk
tarafını eşit bir ortak olarak görmektense
gene eskisi gibi azınlık durumuna düşürmek için çaba sarf ettiği
görülmüştür .İki tarafta görüşmeler sırasında çözümün yakın olduğunu dile
getirmelerine rağmen çalışmalarda
herhangi bir ilerleme olmamış , Rum tarafı Avrupa Birliği üyeliği konumundan
yararlanarak , Türkleri eskiden olduğu
gibi azınlık statüsüne indirgemeye çaba göstermiştir . Bu durumda devlet olma
hakkı elinden alınmak istenen Kuzey Kıbrıs Türk yönetimi masadan kalkarak görüşmelere ara vermek
zorunda kalmıştır . Dışa karşı bir gizlilik içerisinde yürütülen Cenevre konferansı sırasında Türk tarafı sürekli olarak ödün vermeye
zorlanmış ve bu doğrultuda Rum tarafının
Türklerin kazanılmış haklarını elinden almaya çalışan olumsuz
tutumları yüzünden , bu konferans da
diğerleri gibi başarısızlıkla sonuçlanmıştır.Dönüşümlü başkanlık ve Türklerin
yönetime etkin katılımına karşı çıkılmıştır.
Batı emperyalizminin müstakbel bir Akdeniz Birliği projesi doğrultusunda
bütün Akdeniz adaları ile birlikte Kıbrıs adası da birleşik bir ada devletine
yeniden dönüştürülmek istenmiştir . Türk tarafının kendi devletini kurma hakkı
ile birlikte KKTC’nin de bağımsızlığının elinden alınmak istenmesi ,
Türklerin şimdiye kadar elde ettikleri
bütün kazanılmış haklarının
ortadan kalkmasına yol açacağı görülmüş ve bu yüzden Türkler masayı terk
etmişlerdir .
İki kurucu devlete dayalı yeni bir
ortaklık devleti oluşturmak üzere gündeme getirilmiş olan Birleşik Kıbrıs Devleti
projesinin önünün kesilerek ,yeniden
Rum egemenliğinde ve Türklerin azınlık olarak yer alacağı ve kazanılmış haklarını elinden kaçıracağı
bir emperyal projenin Türk tarafınca kabül edilmesinin mümkün olmayacağı
anlaşılmıştır . İki eşit ortak arasında oluşturulabilecek federal bir Birleşik
Kıbrıs Devleti yerine Yunanistan destekli bir Rum
devletinin dayatılması ,Kıbrıs görüşmelerini
geleceğe dönük olarak çıkmaza sürüklemiştir . Böylece Kıbrıs sorununun
içeriden çözüme kavuşturulmasının mümkün olamayacağı bir kez daha görülmüş
ve bu uçak gemisi konumundaki bu büyük
adanın geleceğinin merkezi coğrafyada gerçekleşmekte olan yeni bölgesel
oluşumların etkileriyle biçimleneceği bir kez daha anlaşılmıştır . Kıbrıs’ta
eşit koşullarda bir ortak devlet
kurulamadığı takdirde , uluslararası sözleşmelerdeki Türk tarafı için sağlanan
garantiler devam edecek ve gene bu doğrultuda Türk askeri adada varlığını en azından İngiliz askeri üsleri kalkana
kadar koruyacaktır .Çözümsüzlük aşamasında Rum tarafının batı emperyalizmini
baskı unsuru olarak gündeme getirmesi de , Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye
Cumhuriyetine bağlanması ile
sonuçlanabilecektir .
Yeni Lavant sürecinde Kıbrıs
adası iki sıvının arasına sıkışıp
kalmıştır . Su ve petrol insan
yaşamındaki iki ana sıvı olarak Kıbrıs
üzerinde yaşayanların hayatını yönlendirmiştir . Türkiye’nin güneyindeki su
kaynaklarından Kıbrıs’a denizaltı su sistemi kurulmasına İsrail öncülük yapmış
ve kendi su sorununu Kıbrıs üzerinden çözmeye çalışırken , adanın etrafında çok
yaygın biçimde bulunan petrol
yataklarını işletmeye açmak üzere, İsrail devleti Hem Yunanistan cumhuriyeti ile hem de Güney Kıbrıs yönetimi ile ortaklıklar kurmuştur. Ayrıca
,Türkiye Cumhuriyetinin hem kendi karasularında hem de KKTC’nin sahil şeridinde
petrol ve doğal gaz aramasını önlemeye çalışmıştır . İsrail’in iki yüzlü ve
çifte standartlı bu politikaları
yüzünden her alanda olduğu gibi Kıbrıs sorununda da Türk devleti son derece zor
durumlarda kalmıştır . Türkiye’nin güneyindeki suyun İsrail’e taşınması
konusunda Kıbrıs bir köprü konumunda kullanılmak istenirken , Türkiye’nin kendisine yetmeyen su
kaynakları Büyük Orta Doğu Projesi sonrasında
Yeni Lavant yapılanmasında da gündeme getirilerek , Türkiye’nin zararına
olabilecek yeni olumsuz gelişmeler
dayatılmaktadır . Türkiye’nin suyunu kendisine bağlamak isteyen İsrail bu
amaçla Kıbrıs’ı kullanırken ,Kuzey Irak’taki zengin petrol yataklarının
vanasını da elinde tutmak istemektedir . Böylece bölge devletlerini
parçalayarak Büyük İsrail federasyonunu kuramayan İsrail ,Yeni Lavant Projesi
üzerinden Türkiye’yi parçalayarak ,
Kıbrıs ve Girit gibi Akdeniz adalarına el koyarak , bu bölgenin her türlü
zenginliğini ekonomik açıdan
değerlendirerek yeni bir süper güç haline
gelmeyi hedeflemektedir .
Tarihte kendisini yok eden Akdeniz üzerindeki Roma İmparatorluğu
yapılanmasını hiçbir zaman unutmayan
İsrail’in ,geleceğe dönük bir yeni Roma İmparatorluğunu Kudüs merkezli olarak
inşa etmeye yöneldiği görülmektedir . Bu projeye karşı başta Vatikan olmak
üzere bütün Hrıstıyan Avrupa
devletlerinin karşı çıkacağı açıktır
.Türkiye’nin kendisi dışındaki bu çekişmenin dışında kalması ve hiçbir tarafa
alet olmadan KKTC ile birlikte Türk
tarafının politikalarını hem Kıbrıs’ta hem de
Doğu Akdeniz bölgesinde geçerli
kılması , öncelikli olarak Türkiye
Cumhuriyetinin ilelebet payidar olması açısından önem taşımaktadır . Osmanlı
İmparatorluğunu yıkarak Türkleri tarih sahnesinden sileceklerini zannedenler ,
Türk devletini ortadan kaldırarak Büyük
Orta Doğu Projesi gibi emperyalist
senaryoları gerçekleştirememişlerdir .Avrupa Birliği dağılırken ,
İsrail’de üçüncü kez yıkılma senaryoları ile karşı karşıya bulunmaktadır .
Kıbrıs’ın Türk tarafını dışlayarak ya da
Türkiye’ye karşı bir çizgide
yönlendirerek kullanılmasına , Türk ulusu hiçbir zaman razı olmayacaktır . Türkiye’nin orta dünyada, Merkezi Devletler Birliği ya
da Kıbrıs’ta 82.vilayet gibi milli
senaryoları oldukça ve bu gibi politikalar
ulusalcı ve vatansever Türk
yöneticileri tarafından desteklendikçe , Büyük Orta Doğu , Yeni Bizans ya da Yeni Lavant gibi emperyal
senaryolar hiçbir zaman gerçekleşemeyecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder