ANKARA
KALESİ
RUSYA DÜNYA‘YA MEYDAN OKUYOR
Türkiye’nin Suriye sınırında bir uçağın düşürülmesiyle
birlikte dünyanın siyasal gündemi değişmiş ve
Orta Doğu bölgesi ile beraber Türkiye Cumhuriyeti de yeni bir siyasal krizin içine
sürüklenmişlerdir . Soğuk savaş döneminde
uzun süre iki ayrı kutup içerisinde
yer alan Türk devleti ve Rusya Federasyonu , küreselleşme sürecinde normal
düzeyde ilişkilerini geliştirmeye çalışırken , birden oldu bitti ile bir uçak
krizinin ortaya çıkması üzerine yeniden
eskisi gibi karşı karşıya gelmişlerdir . Sınırların ihlal edildiği gerekçesi
ile Türk devleti kendini savunurken ,
Rusya Federasyonu resmi makamları uçağın
kesinlikle bir sınır ihlali yapmadığını ,
Türkiye-Suriye sınırının
aşılmadığını ve Suriye’deki iç savaşın önlenmesi
doğrultusunda Rus uçağının kendisine
verilen görevi yerine getirmeye
çalıştığını öne sürerek ,
Türkiye’nin gerçekleri dikkate almayarak
düşmanca davrandığını olay tarihinden bu
yana öne sürerek siyasal gerilimi önemli
ölçüde tırmandırmıştır . Rusya devleti yetkilileri kendilerini savunurken ,
sürekli olarak Türk devletini suçlamaya çalışmışlar ve bu doğrultuda Türkiye’nin bilerek ve
isteyerek kasıtlı bir saldırı içinde
olduğunu kamuoyu önünde kanıtlamaya çalışmışlardır . Böylece , soğuk savaşın
sona ermesinden sonra geçen çeyrek yüzyıllık
dönemdeki küreselleşme süreci
yakınlaşması sona ermiş ve soğuk savaşın
iki komşu ülkesi yeniden düşman durumuna sürüklenmişlerdir . Hiç beklenmedik
bir anda gündeme gelen uçak düşürülmesi olayından sonra, iki ülke ilişkileri her gün artan siyasal
gerginlik ortamında karmakarışık
bir hale gelmiştir .
Sovyetler Birliğinin ortadan
kalkmasından sonra giderek normalleşmeye başlayan Türk-Rus ilişkileri , çeyrek asırlık bir küreselleşme dönemi sonrasında yeniden eskisi
gibi bir gerginlik çıkmazına düşmesiyle, hem iki ülkenin devleti hem de
halkları ciddi bir şaşkınlık dönemine girmişlerdir . Bir yandan son yıllarda
başlamış olan her alandaki yakınlaşma durgunluk içine sürüklenmiş , diğer yandan da
iki devletin her gün birbirini suçlayan resmi açıklamaları da ortamı kızgınlaştırarak bir savaş öncesi görünümü gündeme getirmiştir
. Son üç yüzyılda sürekli olarak karşı karşıya gelen ve savaşan iki büyük
devletin yeniden dünyanın merkezi coğrafyasında
bir çatışma ortamına sürüklenmesi
, içine girilmiş olan yeni yüzyılın en önemli siyasal gerginliği olarak
tırmanmaya devam etmektedir . Dünyanın
ortalarında yer alan bu iki büyük devletin
beklenmedik bir aşamada yeniden
bir savaş eşiğine gelmesi , Rus Çarlığı ile Osmanlı İmparatorluğunun
sürekli olarak savaşmasını ve bu savaşlar sonucunda da iki büyük
imparatorluğun çökmesini hatırlara
getirmiştir . Çarlık sonrasında kurulan Sovyetler Birliği ile Osmanlı devleti sonrasında tarih sahnesine
çıkan Türkiye Cumhuriyeti iki büyük devlet arasındaki tarihten gelen gerginliği yirminci yüzyıl boyunca tırmandırarak yollarına devam etmişler ama
soğuk savaş dönemi dengeleri içinde iki büyük devlet Osmanlı İmparatorluğu döneminde olduğu
gibi birbirleriyle savaş aşamasına
gelmemişlerdir . Üç yüz yıllık savaşlar iki büyük imparatorluğu tarih
kitaplarına havale ederken , Rusya’da
sosyalist sistem ile Türkiye’de Kemalist
model modern zamanların
temsilcisi olarak iki büyük devlet yapısını ortaya çıkarmıştır .
Küreselleşme aşamasında sosyalist sistem dağılırken , Türkiye’deki
Kemalist cumhuriyet yapılanması da
batılı emperyalist merkezler tarafından ortadan kaldırılmak istenmiş ama
her yol denenmesine rağmen bir türlü
istenen sonucu ulaşılarak Atatürk Cumhuriyeti tarih sahnesinden
kaldırılamamıştır . Batı tipi kapitalist model
Rusya Federasyonuna empoze edilirken
, Türkiye’de çeşitli manevralarla bu çizgide bir değişime zorlanmış ama istenen sonuç bir türlü elde edilememiştir .
Küreeselleşme dönemine geçilirken
kuzey yarım kürede önemli sınır değişiklikleri olmuş ,Çek ve Slovak devletleri birbirlerinden
ayrılırken , Balkanların en büyük
devleti olan Yugoslavya Federasyonu
insan hakları görünümlü bir etnik çatışma yolu ile tasfiye edilmiştir .
En önemlisi ise batı blokunun karşısında
yer alan doğu bloku olarak Sovyetler
Birliğinin dağılması üzerine on beş adet bağımsız devlet tarih sahnesinde öne
çıkmışdır . Yer kürenin kuzey bölgesinde
istediği değişiklikleri başarıyla yerine getiren batı emperyalizmi ,sıra güney yarı küreye
gelince bocalamış ve dünyanın batılılaştırılması doğrultusundaki
bir küreselleşme oluşumuna güney yarı kürede yer alan devletleri
sürükleyememiştir . Bunun en açık örneği de ,Sovyetler birliğinin dağılmasından
hemen sonra bir oldu bitti yaratarak Amerikan ordusunun Basra körfezine gelerek
yerleşmesi olmuştur . ABD elçisinin kışkırtması üzerine Irak ordularının Kuveyt devletinin sınırları içine
girmesiyle başlayan yeni dönemde, önce
körfez savaşı ,sonra Irak savaşı ve daha
sonra da Suriye savaşının çıkartılmasıyla birlikte , kuzey yerkürede
gerçekleşen dağılma ve parçalanma
oluşumlarının güney bölgesinde yer alan
Orta doğu devletlerine de taşınmak istendiğini açıkça ortaya koymuştur . Ne var
ki , merkezi coğrafya da ikinci dünya savaşı sonrasında kurulmuş olan
Yahudi devleti işin içine karışınca, her
şey alt üst olmuştur. Batı
kapitalizminin küreselleşme modeli eski Osmanlı ülkelerine taşınmak
istenirken bu kez İsrail üzerinden
Siyonizm öne çıkarak , tarihten gelen Büyük İsrail İmparatorluğu
oluşumunu yeni aşamada orta dünyanın kutsal toprakları üzerinde yeni bir siyasal düzene dönüştürmek istenmiştir .Böylece yeni bir kaos döneminin
önü açılmıştır .
Küresel sermaye ABD üzerinden bütün
dünya kıtalarını yeni emperyalist açılım
ile kendi hegemonyası altına almaya çalışırken , bu durumdan yararlanmak
isteyen iki bin yıllık Siyonizm
akımının orta dünyada kurmayı başardığı
Yahudi devletinin , Siyon tepesinde Hz.İsa’nın
dünyaya dönerek kuracağı bir küresel imparatorluk ideali
çizgisinde yeni bir imparatorluk düzenine dönüştürülmesi girişimleri
bütün bölge devletlerini hedef alırken ,
doğu ve batı güçlerinin merkezi
alanda bir üçüncü dünya savaşı tehlikesi ile karşı karşıya kalmasına yol
açmıştır .Irak üzerinden çıkartılamayan üçüncü dünya savaşı bu kez Suriye
üzerinden çıkartılmaya çalışılırken , kutsal kitaplarda dile getirilen bir
kıyamet senaryosu olarak Armegeddon
savaşının Suriye sınırları içerisinde
yer alan Megiddo ya da diğer adı ile Amik ovası
bölgelerinde çıkabileceği ilgili uzmanlar tarafından dile getirilmeye
çalışılmıştır . Basra körfezi , Irak ve Suriye gibi ülkelerde iç savaşlar üzerinden
çıkartılamayan üçüncü dünya savaşı , bu
kez doğu ve batının önde gelen büyük devletlerinin karşı taraflar olarak yer
alabileceği bir kıyamet savaşı senaryosuna doğru yaşanan olaylar aracılığı ile
yönlendirildiği görülmüştür . Küçük
İsrail devletinin Büyük İsrail İmparatorluğuna dönüştürülmesi sürecinde
gerçekleştirilmesi düşünülen Armegeddon savaşının ortaya çıkabilmesi için savaşın tarafları olarak iki büyük bölge
ülkesi olan Türkiye ve İran düşünülmüştür . İki büyük devletin rejim ve mezhep
farklılıkları bu aşamada küresel medya
üzerinden körüklenilerek kıyamet senaryosuna
geçişin öncüsü olarak bir Türk-İran savaşı ,savaş lobileri aracılığı ile
kışkırtılmaya çalışılmıştır . Ne var ki , binlerce yıllık devlet tecrübesine
sahip olan bu iki büyük devlet çatışma senaryolarına aldanmayarak birbirleriyle savaşmamışlar , aksine bölgede
barış ortamının korunabilmesi için her alanda yeni işbirliklerini
geliştirmişlerdir . Böylece
Siyonizmin Türkiye-İran savaşı
üzerinden kıyamet senaryosunu
gerçekleştirme oyunu bozulunca bu kez ,
merkezi coğrafya da büyük savaşı çıkaracak yeni senaryo olarak Türkiye-Rusya
çatışması planlanarak yürürlüğe konulmuştur . Eskiden olduğu gibi
,her fırsatta Türkiye ve Rusya’yı karşı karşıya getiren siyasal manevralar emperyalist ve Siyonist merkezler
tarafından zamanla uygulama alanına
getirilmiştir .
Büyük İsrail İmparatorluğunun
kurulabilmesi için bölgedeki büyük devletlerin
savaştırılması oyununda , birinci aşama gerçekleştirilemeyince ikinci
aşama olarak Türkiye-Rusya çatışması
öne çıkarılmaya başlanmıştır . Rusya’nın
, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra içine girdiği şaşkınlık
ortamından kurtularak gene eskisi gibi batı karşıtı bir yeni soğuk savaş
arayışı içine girmesi , Türk-Rus savaşı çıkartmak isteyenlerin işine
yaramıştır .Özellikle Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesi üzerine Kırım lobileri yeniden Rusya karşıtı
çalışmalara yönelmişler ve bu gerginlik üzerine
Rusya ikinci bir adım daha atarak Ukrayna devletinin doğu
sınırlarından içeri girmiştir . Batı
dünyasının desteği ile Rus saldırganlığına karşı kurulmuş olan bir tampon
devlet olarak Ukrayna, yeni dönemde
bölünmenin eşiğine gelmiştir . Kiev’in doğusunda yaşayan ve toplam
nüfusun yarısını oluşturan yirmi
milyonluk Rus asıllı insanın yeniden Rusya sınırları içine çekilmek
istenmesi Ukrayna devletini bölünmenin
eşiğine getirirken , Rusya Federasyonunun yeniden eskisi gibi bir emperyal devlet olmasına giden yolu açmıştır .Kırımın
işgalinden sonra Ukrayna topraklarına da giren Rus devleti yavaş yavaş bulunduğu bölgede genişlemeye
doğru yönelirken ve giderek saldırganlaşan Rus devletinin bundan
sonra hangi emperyal adımları atacağı
tartışılmaya başlarken , Rusya birden
Suriye’ye askeri birlik göndererek
merkezi alandaki savaş sürecine aktif bir taraf olarak dahil olmuştur .
Bu ülkede ,yirminci asrın ortalarında
kurulmuş olan Baas rejimini desteklemek ve var olan devlet yapısının yıkılmasını
önlemek üzere Suriye topraklarına asker gönderen Rusya Federasyonu , bu ülkede batı emperyalizmi ve İsrail siyonizmi
tarafından örgütlenen terör örgütlerine
karşı savaşa müdahale etmeye başlamış ve Irak’dan sonra Suriye devletinin de
terör aracılığı ile çökertilmesi oyununu bozmaya başladığı anda , bir Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi
olayı gündeme gelmiştir .
Yeni
dönemde Irak ve Suriye iç
savaşlarını terör örgütleri aracılığı ile bütün bölge ülkelerine yaymak isteyen
emperyalizm ve Siyonizm ittifakı , asıl
hedef olan kıyamet senaryosunun gerçekleştirilebilmesi için bölgenin büyük devletlerini savaşa doğru
kışkırtmış ama bunun bir türlü
gerçekleştirilemediği anda , bir Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi
gibi yepyeni bir durum ortaya
çıkartılmıştır . Kuzey yarıküresinde bir çok devletin sınırlarını değiştiren
emperyalizm , güney yarı kürede yirmiden fazla devletin sınırlarını
değiştirmeyi ,hatta daha da ileri
giderek merkezi coğrafyada bulunan on devleti
parçalayarak çökertmeyi , Orta
Doğu bölgesindeki terör örgütleri aracılığı ile
gerçekleştirmeye çalışmaktadır .Türkiye Cumhuriyeti , Osmanlı dönemindeki yedi yüz yıllık
savaşları devlet birikimi içerisinde değerlendirerek ikinci dünya savaşına
girmemiştir . Türkiye bu cihan savaşına girseydi , Birinci dünya savaşı
konjonktürünün ortaya çıkardığı bugünkü devlet yapılanmasını kaybedebilirdi .
Yedi yüz yıllık savaşların Osmanlı imparatorluğunu nasıl çöküşe sürüklediğini dikkate alan Türk
devleti , bu yüzden bir yüzyıla
yaklaşan cumhuriyet döneminde her türlü
savaş olayından uzak durmaya çalışmıştır . Bunun bir tek istisnası olarak
gündeme gelen Kıbrıs olayında da ,savaş
bir barış harekatı olarak yürütülmüş ve Rumların Türkleri yok etme
senaryolarına karşı bir askeri çıkartma
dünya kamuoyunun desteği alınarak yapılmış ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
kurularak bu ada ülkesine barış getirilmiştir . Benzeri bir biçimde , Kuzey Irak bölgesinde tüm merkezi coğrafya ülkelerini tehdit eden terör
oluşumlarına karşı da sınırlı operasyonlar yapılarak dünyanın ortasında terör üzerinden büyük bir savaşın
çıkartılması senaryolarına başarılı bir
biçimde engel olunmuştur . Soğuk savaş yıllarında Demirperde olarak
nitelendirilen Sovyet sınırındaki bazı
savaş kışkırtmalarına karşı da dikkatli bir tutum izlenerek hareket
edilmiştir . Ne var ki , bugün gelinen yeni noktada bölge devletleri savaştan kaçarken , savaş
lobilerinin desteği ile kurulan terör örgütleri
istenen savaşları bölge ülkelerine yaymakta
ve insanlığın geleceğini bir kıyamet senaryosuna bağlayan kesimlere yardımcı olmaktadır .Kutsal toprakların bir
büyük dünya imparatorluğunun merkezi olmasını isteyenler , savaşları
planlayarak bölgeye ustalıklı bir biçimde yaymaktadırlar .
Dünyanın yirmi büyük ülkesinin Antalya’da bir araya gelerek , geleceğin
dünyasını görüşmeye başlamalarından bir
hafta sonra uçağın düşürülmesi bir
rastlantı olmanın ötesinde kıyamet
senaryosu doğrultusunda atılmış bir adım
olarak görünmektedir , çünkü gelinen yeni aşamada Türkiye ve Rusya gibi iki
büyük devletin savaşa girmesi söz konusudur . Rus devleti , geçen yüzyılın son yıllarında
toparlandıktan sonra yeni politikası ile dünyaya açılırken, ideolojik imparatorluk olmayı bir yana bırakıyor ama
tıpkı Amerika Birleşik Devletleri gibi bir süper emperyal güç olarak öne
çıkıyordu . Öncelikle eski Sovyet
Cumhuriyetlerini yakın bölge olarak ilan
ederek , buralardaki eski gücünü yeniden toparlamaya ağırlık veriyordu . Kafkasya,Karadeniz ve
Baltık ülkelerini kendisinin merkezinde olacağı büyük bir imparatorluğun eski
eyaletleri olarak gören Rusya ,eski ideolojik imparatorluk yerine tıpkı ABD gibi emperyal bir imparatorluğun kurucusu olarak yeniden tarih sahnesine
çıkıyordu . Orta Asya ülkelerindeki kendine Sovyetler Birliği döneminden bağlı
olan yönetimleri ayakta tutan Rusya Federasyonu , Kırım’ın işgali
sonrasında Kafkas ve Karadeniz
ülkelerinde emperyal adımlar atıyordu .Ukrayna’nın doğu bölgelerini işgal
eden Rus askeri birlikleri ,bu
bölgelerde Moskova’ya bağlı yeni eyaletler oluştururken , eski Sovyet
hinterlandında hegemonya gücünü giderek artırıyordu . Bu arada , Gürcistan’a
dönük olarak yapılan Rus askeri harekatında
Osetya ve Abhazya üzerindeki Rus
baskıları artırılarak ,bu iki küçük ülke üzerinden bölgesel hegemonya yayılması öne çıkarılmaya çalışılıyordu . Benzeri bir
süreç Ermenistan ile gündeme getirilerek , bu ülkenin batı blokuna kayması
önleniyordu .
ABD başkanlık danışmanı Brzezinsky ,
yazmış olduğu “Stratejik Vizyon” isimli
kitabında yeni dönemde Rusya’nın bütün
Ukrayna’yı,Beyaz Rusya’yı , Gürcistan’ı ve Ermenistan’ı eski Sovyet
Cumhuriyetleri olarak işgal edebileceğini öne sürürken , son gelişmeler
karşısında haklı çıkmıştır . Rus devleti soğuk savaş döneminden kalma eski
geleneksel politikası olarak batı karşıtı bir doğu blokunu gene Moskova
merkezli olarak gerçekleştirmeye çalışırken ,Kırım’dan başlayarak teker teker
komşu ülkelere yönelik işgal girişimlerini sürdürmektedir . Rusya’nın son
aylarda Suriye’ye de girerek bu eski
müttefiki olan ülkeyi de işgal ederken ,
rejimin korunması görünümünde bölgesel bir yayılmanın örneklerini vermektedir .
Rusların kızıl elmasının sıcak denizlere
ulaşma hedefi doğrultusunda Antalya’yı
ele geçirmek olduğu dikkate alınırsa ,
Rus Jeopolitiği Akdeniz üzerinden sıcak denizlere ve bu denizler üzerinden de
okyanuslara açılmaya öncelik vermektedir . Nitekim bu politikanın bir başka
uzantısında Güney Kıbrıs Rum yönetiminin
ülkesinde göze çarpmaktadır . Birinci dünya savaşı sırasında sıcak denizlere
inemeyen Rusya , soğuk savaş yıllarında
hem Suriye’de bir askeri üs kurma şansını elde etmiş hem de Ortadoks dayanışması doğrultusunda Yunanistan
ile yakınlaşarak bu ülke üzerinden Güney Kıbrıs yönetiminde etkisini
artırmıştır . İki cihan savaşı arasında
Suriye üzerinden Kıbrıs’a giren Rusya bu ada ülkesinde Akdeniz’in en
güçlü Komünist partisi olan AKEL’i kurmuştur . Bugün Kıbrıs Rum kesiminde en
etkili siyasal parti olarak yoluna devam eden AKEL , komünizmin bittiği bir
aşamada Ruscu bir politikanın sıcak denizlerdeki temsilcisi olmuştur .
Rusya Güney Kıbrıs üzerindeki etkisini ,
Suriye’deki askeri üssü aracılığı ile
kurarak Doğu Akdeniz’deki gücünü artırabilmiştir . Batılı
emperyalistlerin merkezi alandaki
ülkeleri bölerek yeni küçük
devletçikler oluşturma politikalarına kendi çıkarları doğrultusunda karışmaya
başlayan Rusya , hem Kuzey Irak
üzerinden Türkiye’nin güneydoğu bölgesi ile hem de sosyalist sistemin emperyal zorlamaları
doğrultusunda Türkiye’nin kuzeyindeki
Fatsa olayları ile de yakından
ilgilenmiştir . Doğu Anadolu vilayetlerinde yarım yüzyıla yakın bir süre
işgalci olarak bulunan Rusya ,sıcak denizlere inme yolu üzerinde bulunan
Anadolu yarımadasının çeşitli bölgeleri ile her zaman emperyalist bir çizgide yakından ilgilenmiştir . Bugün Suriye
ve Kıbrıs’taki üsleri ile Rusya bir doğu
Akdeniz gücü olarak bu bölgedeki gelişmelere müdahale etmekte ve böylece batı
politikalarına karşı çıkmaktadır .
Bir tarafta Rusya’nın yeni emperyal
güç olarak yayılma planları diğer yanda ise batılı ülkeler ile İsrail’in Orta Doğu ülkelerini yeniden düzenleme ve bu doğrultuda yirmiden fazla Müslüman
ülkenin sınırlarının değiştirileceği
gerçeği , aynı anda dünyanın siyasal gündemine oturmaktadır .Merkezi
alana demokrasi getirme numaraları ile
bölgeye giren batılı emperyalistler ,
kutsal topraklardaki güçlerini artırma doğrultusunda atağa geçerken , bir doğulu güç olarak Rusya da bu bölgede harekete geçmiştir . Merkezi
coğrafyada kesişen bu iki insiyatif son aşamada bir Türk-Rus savaşı oluşumu ile yeni bir gündem belirleyebilir .
Demokrasi görünümünde , küreselleşme senaryoları ya da insan hakları
tartışmaları ile bölgede istedikleri düzenleri kuramayan batılı
emperyalistler, istediklerine bir büyük
savaş sonrasında kavuşabilecekleri düşüncesi ile dün Türk-İran savaşını kışkırtırken
, bugün de bir Türk-Rus savaşının çığırtkanları olarak öne çıkmaktadırlar.
Emperyal destekli bir
kırk yıllık bir terör yüzünden
bütünlüğünü kaybetme noktasına gelen
Türkiye’yi üyesi bulunduğu Nato hiç korumazken , Rusya’nın Suriye’ye
askeri birlik göndermesi üzerine
Türkiye’yi korumak için her türlü yola başvuracağını Nato yetkilileri
açıklamıştır . Tam bir çifte standart olarak adlandırılabilecek bu durum bile ,
merkezi alanda batı emperyalizminin savaş istediğini bu doğrultuda Türkiye’yi
bir cephe ülkesi olarak kullanmaya hazırlandığını açıkça ortaya koymaktadır .
Normal yollardan bölge ülkelerini parçalayamayan , küçük eyaletler aracılığı
ile Yeni Bizans ya da Büyük İsrail
imparatorluklarını kuramayan batılı emperyalistler, amaçlarına ulaşma
doğrultusunda bölgenin iki büyük
devletini birbirleriyle kapışmaya doğru sürüklemektedirler . İsrail
siyonizmi merkezi imparatorluk için
bölge devletlerinin parçalanmalarına ağırlık verirken , Atlantik emperyalizmi
de Avrasya kıtasına egemen
olabilmek Rusya Federasyonunun
parçalanmasına öncelik vermektedir . Şu an dünya haritasına göre dünyanın en
geniş topraklarına sahip olan Rusya, bir imparatorluk konumundan yararlanarak
bütün Avrasya kıtası ve komşu bölgelerini fethetmeye hazırlanırken , Rus
emperyalizminin saldırganlığını önleyebilmek üzere bu büyük devletin
parçalanmasına giden yolu batılı emperyal devletler desteklemektedirler . Hem
Rusya’nın hem de Türkiye dahil bütün merkezi alan devletlerinin parçalanmasına
giden yolun bir büyük savaş ile mümkün olabileceğine ,dünyanın önde gelen
merkezleri yavaş yavaş inanmaya
başlamışlardır . Olayların bu doğrultuda yönlendirilmesi ile her geçen zaman
diliminde savaş hazırlıklarının daha da
öne çıktığı görülmektedir . Rusya bölge ülkelerindeki askeri varlığını artırarak ve ordusunda büyük yenilikler
yaparak bir büyük savaşa hazırlanırken , batı ittifakı da Türkiye’de böylesine bir savaş hazırlığının karşı
cephesini oluşturmaya çalışmaktadır . İkinci dünya savaşı sonrasında Türkiye’ye
gelerek merkezi coğrafyaya yerleşen Nato,
bir Atlantik insiyatifi olarak bu
bölgede batı egemenliğinin temsilcisi
olmuştur . Bugün de Nato’nun tıpkı Rusya
gibi savaş oluşumlarına yakın
durması , savaş lobilerinin çıkartmak
için her yolu denediği üçüncü dünya
savaşı riskini artırmakta ve dolaylı
yollardan İsrail’in kutsal kitaplara dayandırdığı Armegeddon isimli kıyamet senaryosunun gerçekleşme şansını
artırmaktadır . Savaştan yana olan lobiler her gün savaş yoluna su taşırken ,
terör örgütlerinin işi fazlasıyla azıtarak
büyük terör saldırılarına yönelmelerini de dolaylı yollardan
desteklemektedirler . Batılı çevreler , Orta Doğu ülkelerinin sınırlarının
değiştirilmesi ve Rusya Federasyonunun
egemenlik alanının küçültülmesi gibi senaryoların ancak bir savaş
sonucunda mümkün olabileceğini düşünmeleri , insanlığı bir üçüncü dünya savaşı
riski ile karşı karşıya getirmektedir . Rus devletinin tepesinde devletin
yetiştirdiği militan isimlerin yıllardır egemen olması bu büyük devleti
kendisini de yok edecek bir savaşa
hazırlandığını göstermekte ve buna karşı
güçlerin de benzeri bir
örgütlenme arayışı içine girmesine neden
olmaktadır , Dünya kapitalist sisteminin içine sürüklendiği bunalımdan
kurtulabilmesi için de savaş giderek gerekli görünmeye başlayınca ,tüm
kapitalist ve emperyalist çevreler
dünyayı savaşa doğru zorlamaktadırlar .
Batıyı karşısına alan ve
batı emperyalizminin orta dünyayı
ele geçirerek doğuya doğru yönelmesinin
kendisini yok edeceğini iyi bilen
Rusya , böylesine bir gelişmeye izin vermemek üzere savaşa hazırlanmaktadır . Bu ülkenin lideri
kısa boylu olmasına rağmen sürekli olarak medyatık gösterilerde sporcu kimliği
ile öne çıkarken aslında hem çatışmaya
hem de her türlü savaş senaryolarına hazır olduklarını açıkça ortaya koymaktadır
. Kış sporlarını sevenlerin savaş sporunu da sevdiklerine dair bir görüntüyü Ruslar
medya kanalları üzerinden dünya kamu oyuna aktarmaya çalışmaktadırlar .
Rusya bugün sahip olduğu büyüklükte, federasyona dahil olan eyalet devletlerini
zaman içerisinde elinde tutamayacağını gördükçe
daha da saldırganlaşarak eski Sovyet cumhuriyetleri üzerinden egemenlik alanını genişletmeye öncelik
verirken , aslında batı emperyalizminin savaş senaryolarına da alet olmaktadır
.Batı bir anlamda Rusya’yı dolduruşa getirerek
bir üçüncü dünya savaşına doğru çekmek istemekte ve böylesine bir savaş
sürecinde bu büyük ülkeyi çökerterek parçalayabilmenin arayışı içine
girmektedir . Rusya’nın dağılması ancak
böylesine bir büyük savaş senaryosu ile mümkün olabileceği için , orta dünyanın geleceğinde kurulacak Büyük İsrail yapılanmasında bunun içinde yer alacak Türkiye ve İran gibi orta boy devletlerin
de direnişleri ancak bir büyük savaş aracılığı ile
önlenebilecektir . Türkiye’nin öncülüğündeki İslam devletleri ordularının
Nato’nun öncülüğünde Rusya’ya karşı
kullanılması , batılıların her iki isteğinin de gerçekleşmesine yardımcı
olabilecek bir yolu açabilecektir .
Rusya Suriye’de teröre karşı savaşırken savaşın bir Müslüman-Hrıstıyan çatışmasına dönüşmesi tıpkı Osmanlı devleti ile Rus Çarlığının birlikte
yıkılmalarına giden savaşlar dönemini yeniden başlatabilecektir . Rusya’nın
kendi büyüklüğünü korumak için yakın çevresinde savaşlara
girişmesi aslında kendi sonunu getirecek
bir çıkmaz yola saplandığını
göstermektedir .
Rusya dünya hegemonyasına soyunarak
batıyı karşısına alırken batı merkezli
bir yeni dünya düzeni kurulmasına açıkça karşı çıkmaktadır . Çin ile bir araya
gelerek oluşturdukları Şangay İşbirliği Örgütü , gene Çin,Hindistan,Brezilya gibi üç büyük dev
ülke ile bir araya gelerek kurdukları
BRİC ülkeleri topluluğu ile eski Sovyet Cumhuriyetlerini bir araya
getirerek oluşturduğu Bağımsız Devletler Topluluğu gibi uluslar arası yapılanmalar, aslında ABD
ve Avrupa Birliği dayanışmasından ortaya çıkan
Batı bloku yapılanmasına karşı
çıkan çabaların bir sonucudur . Ayrıca kapitalist sistemin patronları ile para
babalarının birlikte örgütledikleri Dünya Ekonomik Forumuna karşı gene Çin,Hindistan ve Brezilya ile örgütlenen Dünya Sosyal Forumu oluşumu da bir
yana bırakılamayacak düzeyde önemli gelişmeler olarak yeni dünya düzeninin
oluşumunda karşı insiyatifler
görünümünde öne çıkmaktadır .Rusya batıya karşı
direnişe geçerken ,yalnız hareket etmemekte eski Sovyet cumhuriyetleri
ile birlikte bütün Asya ülkelerini
,Afrika ve Latin Amerika devletlerini de
yanına çekerek batılı emperyalistlerin
yeni bir çıkar düzeni kurmalarına karşı çıkmaktadır . Rusya’nın bu anti
emperyalist tutumu eski sosyalist
dönemden kalma bir alışkanlık ile devam ederken , içine girilmiş bulunan çok
kutuplu dünya da tamamen ters bir
yönde bir Rus emperyalizmini de öne
çıkarmaktadır . Batı emperyalizmi ile mücadele ederken kendi emperyalizmini
örgütlemek durumunda kalan Rus devleti ,
bugün gelinen noktada sürekli çelişkiler içinde bocalamaktadır . Batı
emperyalizmine karşı çıkarken G-20
ülkeleri arasında Çin,Brezilya ve
Hindistan ile birlikte yer almaktan çekinmemekte ,böylece yeni dünya düzeninin
oluşturulması gibi yaşamsal öneme sahip olan bir konuyu ,batının önde gelen
emperyalistlerinin eline bırakmamaya
çalışmaktadır . Daha önceleri batının zengin ülkelerini bir araya getiren G-7
grubunun zirvelerine de bir Hrıstıyan ülke olarak katılarak bu emperyal yapıyı G-8 grubuna dönüştüren Rusya ,bu gibi çelişkili politikaları ile tüm emperyalistler gibi çıkarcı bir tutumun
yeni temsilcisi olmuştur . Batıya meydan okuyan , batılıların emperyalist ve
Siyonist girişimlerinin önünde set kurmaya çalışan Rusya , G-20 zirvesinde onlarla
beraber olarak dünya ülkelerine kötü
örnek olmaktadır . Bu durumda , zengin batılı ülkeler ile bu tür
zirvelerde birlikte olabilen Rusya’nın
müttefiklerine karşı dürüst davranabilmesi giderek zorlaşmaktadır .
Yarısı Avrupa’da yarısı da Asya’da
yer alan bir Avrasya ülkesi olarak
Rusya bölünmüş bir ülkedir .
Avrupalı yanı ile Asya’dan uzak , Asyalı yanı ile de Avrupa’dan uzak kalan
ikili bir jeopolitik konuma sahip
bulunan Rusya , tam anlamıyla şizofrenik bir
uluslar arası politikanın takipçisi durumundadır . Tek yanlı politikalar
ya da girişimlerin getirdiği bir istikrar ve düzenlilikten yoksun bulunan Rusya
, ikili yönü ile uluslar arası alanda batı emperyalizmine karşı başarılı
sonuçlar almaya çalışırken zaman zaman savaş senaryolarına kolaylıkla
sürüklenebilmektedir . Suriye’de düşürülen uçak olayı sonrasında hemen savaş öncesi bir durum yaratarak sert önlemler alması ,bu
durumun açık bir göstergesidir .Rusya
batıya meydan okurken , aslında batının oyununa gelmekte hem Orta Doğu
ülkelerinin bölünmesine giden yolda bir alet olarak kullanılmakta hem de kendi
sonunu hazırlayacak büyük bir savaş senaryosuna doğru sürüklenerek çıkmaz yolda kaybolmanın getirdiği
riskli işlere bulaşmaktadır . Rusya Suriye devletini kurtarayım
derken bir büyük Armageddon senaryosuna
alet olma riski ile açıkça karşı karşıyadır . Geçmişten gelen ülke büyüklüğünü elinde tutabilecek nüfus gücünden
yoksun bulunan Rus devleti nin sadece
petrol ve gaz gelirleriyle bir yerlere gidemeyeceği anlaşılmıştır .
Japonya ya da Güney Kore gibi sanayi
devrimini yaşamayan bir Rusya’nın dünyanın
patronu konumuna gelebilmesi mümkün değildir . Günümüzde Çin yeni ekonomik güç olarak yükselirken ,
Rusya geride kalmakta petrol ve doğal
gaz gelirleriyle büyük ülkesini ayakta tutabilecek örgütlenmelere girmektedir .Sadece askeri bir
güç olarak Rusya’nın istediği düzeye gelerek dünyaya egemen
olabilmesi hayal olmanın ötesine
gidememektedir .
Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla
ortaya çıkan yumuşama ortamında Türkiye
Osmanlı’yı yıkan Moskof düşmanlığından vaz geçerek bu komşu ülkeye yeni
partner yaklaşımı içinde yönelmiştir . Osmanlı döneminde öne çıkan uzaklaşmanın
yerini yakınlaşma almış ve bu doğrultuda her alanda dostluk ve ortaklık
ilişkileri geliştirilmiştir . Milyonlarca turist her sene Türkiye’ye gelmiş
,binlerce Türk-Rus evliliği gerçekleşmiş , Türk ve Rus işadamları hem
ortaklıklar kurmuşlar hem de iki ülkede karşılıklı yatırımlarda bulunmuşlardır
. Soğuk savaş döneminde yer altından komünizm gelememiş ama küreselleşme döneminde yer altından hem petrol hem de gaz gelmiştir . Batı emperyalizminin
Karadeniz ve Kafkasya bölgelerine girme konusundaki ısrarlarına karşı Türk ve
Rus işbirliği aracılığı ile direnilmiştir . Rusya nüfusunun üçte birini
oluşturan Türk ve Müslüman bölgeler ile
Türkiye yakın ilişkilerini geliştirerek
bir anlamda iki devlet arasında yeni bir barış köprüsünün kurulmasına
giden yolu açmıştır . Geri dönülmeyecek düzeyde gerçekleştirilen bu gibi olumlu
gelişmeler bir yana bırakılarak yeniden eski düşman günler ortamına hiç
dönülemeyeceği açıktır . İki ülkede etkin çalışmalar yapan Siyonist lobilerin çabalarına rağmen ,
kıyamet senaryolarını gündeme
getirebilecek bir büyük savaşa Türk ve
Rus devletlerinin batılı emperyalistlerin oyunları ile girişmesi beklenemez . Orta Doğu’da İsrail yüzünden tırmandırılan savaş
senaryolarının Kafkaslar ya da Karadeniz üzerinden dünyanın kuzey bölgelerine
taşınması çok gerçekçi olmayan bir
senaryo olarak giderek geride
kalmaktadır . Bugün gelinen yeni aşamada bütün devletler uyanarak toparlanmaya
başladığı için artık sınırları değiştirecek savaş senaryolarının gerçekleştirilmesi çok zordur . Rusya şizofrenik yapısı ile istediği kadar bir Asyalı mantığı
içinde batıya karşı meydan okusun ,hiç
bir zaman emperyal savaşlarla bir
yerlere gidemez . Önemli olan , batılı savaş lobilerinin kıyamet senaryolarına da alet olmayacak
çizgide bir sorumluluğu bu büyük devletin yetkililerinin gösterebilmesidir .
Rusya gelecekte Şangay örgütü ve BRİC ülkeleri ile birlikte Dünya Sosyal Forumu
çizgisinde bir dünya barışı için öne çıkmalı ve savaşa karşı dünya ülkeleri ile bu doğrultuda dayanışma
içine girebilmelidir .
Rusya ,Türkiye ile savaşmak yerine içine girilmiş olan barış ortamını sürekli
kılabilmenin arayışı içinde olabilmelidir . Elli yıl Avrupa kapısında bekletilerek dışlanan Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya geleceğe dönük bir Avrasya işbirliğini
yeni dönemde başlatabilir . Bu
doğrultuda Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk devletleri Türkiye ve Rusya
arasında yeni dönemde bir köprü olabilir . Bu bölgelerin dünyaya açılımında
Türkiye ve Rusya bir rakip olmanın ötesinde
geleceğe dönük kalıcı işbirlikleri örgütlenebilir . Türk ve Rus şirketleri
Avrasya bölgesinin gelişmesinde
daha sıkı işbirliği yürütebilirler . Ayrıca Rusya Federasyonu içinde yer
alan Türk Cumhuriyetleri ile de yeni dönemde Türkiye’nin oluşturacağı
karşılıklı ilişkiler iki devlet arasında soğukluğun giderilmesinde etkin
olabilecektir . Türkiye ve Rusya arasında çalışan turizm firmaları iki
ülke halklarının karşılıklı olarak birbirlerinin ülkelerini gezip
görmelerini daha yoğun programlar ile geliştirebileceklerdir . Türkiye’nin bir
güney ülkesi olması Rusya’nın ise bir Kuzey ülkesi olması aslında iki ülkenin
etkinlikleri ve ürünleri arasında bir
tamamlayıcı etkiyi olumlu bir biçimde öne çıkarmaktadır . İki ülkenin
ekonomik ve ticari ilişkilerinde bu durumdan kaynaklanan olumlu ilişkilerin
hızla geliştirilmesi de ,Türk ve Rus devletleri arasında başlatılmış olan
ilişkilerin daha da gelişmesine yardımcı olabilecektir . Devlet yetkililerinin
ya da siyasal kadroların başlatılmış
olan olumlu ilişkileri bozmalarına, iki ülke halkı karşı çıkarak izin
vermemelidir .
Şu an dünyaya meydan okuyan bir büyük dev
konumundaki Rusya’nın bu tutumunun yeni saldırganlıklara ya da işgallere
yönelmemesi için dünya kamuoyunun da
harekete geçerek bu eski kutup başı ülke
ile yeni dönemin işbirliklerini
geliştirmesinde dünya barışı açısından büyük yarar vardır . Kendi
hegemonyaları için bir kıyamet senaryosu ile
üçüncü dünya savaşını gündeme getiren
savaş lobilerine karşı Rusya karşı çıkabilmeli , Birleşmiş Milletler
örgütündeki üst düzey konumundan yararlanarak dünya barışı için öncü çalışmalar
yapabilmelidir . Rusya’nın üçüncü dünya savaşını batı blokuna karşı başlatan
karşı taraf olarak değil ama Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi
bir büyük devlet konumunda davranması ,hem dünya barışını kurtaracak hem de
savaş lobilerinin kıyamet senaryolarının önünü kapatacaktır . Düşen uçağın
gölgesi Türk-Rus ilişkilerinin geleceğini olumsuz bir çizgide etkilememelidir .
Dünyanın yirmi büyük ekonomisi içinde
yer alan iki büyük devletin kendi aralarında geliştireceği sosyal ve ekonomik ilişkiler , hem yeni bir dünya savaşını önleyecek hem de merkezi coğrafya üzerinden geleceğe dönük
kıyamet senaryolarının kesin olarak bitirilmesini sağlayacaktır . Bu aşamada
her iki devlet kendi ülkelerinde etkili çalışmalar yapan emperyalist ve
Siyonist lobilere karşı ortak önlemler
almak durumundadırlar . Her iki ülkenin bugünkü yönetimleri geleceğe doğru adım
atarken , geçmişten gelen
olumsuzlukları dikkate alarak
hareket etmek zorundadırlar . Rusya’nın
önümüzdeki dönemde dünyaya karşı meydan okumaya devam etmesi gibi olumsuz bir
durum öne çıkarsa ,o zaman Türkiye
Cumhuriyetinin de Türk dünyası ve Türk
devletleri ile bir araya gelerek ortak hareket etmesi kaçınılmaz olacaktır .
Böylesine bir durumda Rusya’yı kendi içinde zor duruma düşürecek ve kendi
nüfusunun üçte birini oluşturan Türk ve
Müslüman asıllı vatandaşları ile Rus
devleti ters düşmek gibi istenmeyecek
bir olumsuz duruma düşebilecektir .
Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi
Atatürk bugün yaşasaydı Rusya ile savaşmazdı .Onun dış politikasının ana esası
Rusya ile dostluk, İran ile ortaklık ve batılı
emperyal ülkeler ile
mesafeli ilişkiler kurmaktır .Modern
Rusya’nın kurucusu Lenin de yaşasaydı o da
Türkiye ile savaşmazdı . Lenin ve Atatürk arasında yazılan mektuplarda
iki ülke halklarının emperyalizme karşı ortak bir dayanışma içinde olması
gerektiği gelecek kuşaklara bir öğüt olarak bırakılmıştır . Bugün her iki devletin yöneticileri bu gerçekleri
bilerek sorumluluk içinde hareket etmek
zorundadırlar .