26 Şubat 2015 Perşembe

BİR ÜLKE ŞEHİTLERİYLE VAR OLUR & HEPİMİZİN BAŞINDA ÖLÜME (EBEDİYETE) YOLCULUK; (Mazlum ölümler için), Cemal ÇALIŞKAN

BİR ÜLKE ŞEHİTLERİYLE VAR OLUR
CEMAL ÇALIŞKAN
Bu seneki Şubat ayı, soğuğuyla olduğu kadar ölümleriyle de tarihe geçti. Bu ülkede ister katil eliyle olsun, isterse kaza ile olsun ölümler iyice mutat haline geldi. Hangi eve ateş düştüyse, o evde ağıtlar yankılandı. Diğer evler habersiz kaldı. Bu gidişle her evde ağıtlar yankılanacak gibi.
Malatya’daki eğitim uçuşuyla şehit olan komutanlarımızın uçakları için yeterli güvenlik tedbirleri alınıp alınmadığına kimse inanmıyor. NATO işbirliği içerisinde olan askerler arasında en fazla eğitim uçuşu kazası bizim ülkemizde yaşanmaktadır. Genel Kurmay böyle kazaların önüne geçilmesi için çoktan daha titiz davranması gerekirdi. Gerekli tedbirleri almıyoruz nasıl olsa “ölenleri şehit ilan ” ediyoruz. Belki yakınları için bu bir teselli olabilir. Ama ülkemizde başta cami, kuran kursu ve şehitlik gibi kutsallardan istismara uğramayan ne kaldı? Hiç olmazsa kahraman şehitlerle, kaza şehitlerini farklı söylemler bulmak gerekir. Devlet bunun bir yolunu bulmalıdır. Artık ölümler mutat olmaktan çıkarılmalı halka bu ölümler mal edilmelidir.
Bu ülkede kutsal değerler, putperestlerin yaptığı gibi işine yarayınca kutsallaştırmak, yeri gelince de aşağılanacak nesneler haline dönüştürmek adet oldu. Ülkede insanın aklına gelmeyen şeyler başına geliyor. Nerdeyse Türk Milleti ve Türk bayrağı sözcüklerini bazı yerlerde söylemek gerçekten cesaret haline geldi. Hiçbir ülke kendi ismine ve bayrağına yasak koyarak ayakta kalamaz. Ülkede Türk ismi siliniyor, Türk bayrağı indiriliyor, bunu yapanlar cesareti nerden alıyorlar ki, tekrar etmeye devam ediyorlar.
Bugünkü bölücülere gösterilen müsamahalar Cumhuriyetin ilk yıllarında gösterilseydi; ne bugünkü vatan ne bayrak ne de bu devlet kalırdı. Cumhuriyeti kuranları suçlarken insaflı olmak zorundayız. Hala bazı zavallılar bunu idrakten uzaklar. İktidar isterse Türk’ sözüne övgü İstediği zaman da yergi yapıyor. İnsanların akılları karışıyor. Aynı seslendirmeyi yiğit gençler Üniversitelerde seslendirince başları belaya girip şehit oluyor.
 Eskiden millet olarak gurur duyduğumuz ne varsa, kötü gösterilmeye çalışılıyor. Ülke için zararlı bilinenleri nerdeyse ülkenin kullanması gereken ilacı oluyor. Eskiden ülke düşmanlarının yapmak istediklerini, yönetim kendi eliyle yüksek sesle seslendiriyor böylece aklımız karışıyor.
 Bazı adı ümmetçiler, fizanda ölen birileri için gıyabi namazı kılar da, şehitlerimiz için aynı şeyi yapmazlar. Hâlbuki fizanda öleni tanımazlar bile. Papağan gibi birisi söyler onlar da yerine getirirler. Takım tutar gibi taraftar olurlar. Malum çevreler Fatihte, hacı bayram camisinde yaptıkları gibi şehitlerimiz için de gıyabi cenaze namazı kılsınlar. Bu yapacakları ülke için de hayırlı bir başlangıç olur.
Vatan sevgisi imandandır. Peygamberimizin sözüdür. Vatan sevme heyecanı olan insanlar ve öğrenciler bayrağa ve Türklüğe hakaret olunca tepkisini içinde tutamıyor. Tutsa da devlete bıraksa güzel ama herkesten böyle yapmasını beklemekte haksızlıktır. Bölücüler göğüslerini gere gere bölücülük yapacaklar, yüzyıllardır bu toprakları idare edenler susacaklar. Akıl bunu kabul eder mi?  Bir kimse Allah yolunda şehit olmayı canı gönülden isterse, yatağında bile ölse, Allah onu şehitler derecesine ulaştırır.” Bu sözü duyan kişi, vatanı aleyhine yapılan kötülüklere sessiz kalamaz. Her şeyi devlet ve iktidar bilir denilirse, İşte Ukrayna örneğinde olduğu gibi halkın milli hisleri iğdiş olursa, devlet güçleri bu hainlerle günü gelir başa çıkamaz.
 Kuranda 35 yerde şehit sözü geçmektedir. Şehit ismi Allah’ın 99 isminden biridir. Şüheda şehidin çoğuludur. Şüheda ise, Kuranda 20 yerde geçer. Şehitlik öyle büyük ki, Allah’ın şehitlere tanıdığı imtiyazları peygamberlere bile tanımamıştır. Şehitlikle ilgili ayet ve hadisler çoğumuzca malumdur. Ben bu konuda Kurtubi tefsirinden okuduklarımı paylaşmayı uygun buldum. 1-Şehitlerin ruhlarını Allah alırken melekler hazır bulunur. Peygamberler dâhil diğer insanların ruhunu Azrail alır. 2- Hiç kimse cennete girdikten sonra yeniden dünyaya dönmeyi istemez. Yalnızca şehitler ister. 3- Şehitler, şehit olduğu esnada bütün günahları af olunur. 4- Ölürken şehide Cennetteki makamı gösterilir.5- Peygamberler yıkanırlar, kefenlenirler. Şehitler yıkanmaz kefenlenmez Kanlı elbiseleriyle namazları kılınıp defin olunur.6-Her ölene Peygamber bile olsa, öldü denir. Şehitlere öldü denmez. 7-Peygamberler dâhil, şefaat edeceklerin hepsi ahrette eder. Şehitler ise, her gün dünyada da şefaat eder8- Allah şehitlere cennette altından kanatlar takar ve aklımıza gelmeyen nimetleri ikram eder. 9-. Şehitlerin cennetteki makamları, kabirde anası-babası, evlatlarına ve kardeşlerine gösterilir. “ İbni Aşure göre şehitler, dünyadaki sevdiklerinin sevinç ve mutluluklarından haberdardır. Elmalıya göre, Allah dünyadaki üzücü olayları şehitlere bildirmeyecektir. Bildirse bile onları lütuf ve keremiyle üzüntüden koruyacaktır. Şehitler, Sizin dünyayı yaşama özleminizden daha çok şehit olup cennetteki makamların özlemini çekerler” Kuran’da ”Allah müminlerin canlarını, mallarını cennet karşılığında satın aldığını” bildirmiştir. “Allahtan daha doğru sözlü olan kim olabilir?”
***
HEPİMİZİN BAŞINDA ÖLÜME YOLCULUK 
(Mazlum ölümler için)
Cemal ÇALIŞKAN
Yunus Emre: Cümle âlem toprak ola, gülme gülme ağla gönül/ Gaflet ile yar olma/ Hırsa aldanıp kalma/. Başka şair: Neylersin ölüm herkesin başında/ Uyudun uyanamadın olacak/ Kim bilir kaç yaşında, Bir musalla taşında ne kadar saltanatın olacak”. 
Kızımız Özgecan Aslanın başına gelen ölümden Allah kimsenin başına vermesin duasını yapıyoruz ama buna benzer ölümlerin devam ettiğini basından öğreniyoruz. Dünya bir cennet, diğer yüzü cehennem. İnsanların en sert sınanacağı yer de dünyadır. Kimin ki, çok kolay, Özgecan Aslan kızımızın ailesi gibiler içinde çok çetin olmaktadır. Güzelliğini fark etmese masum, fark ederse mücrim. İnsanlar yaratılış icabı kendisini göstermek istemez mi?
Erkekler kendilerini istedikleri gibi göstermelerinde bir abeslik yok. Ama kadınlar aynı şeyi yaparsa, başta kendi ailesi ve yakınlarından olmadık kötü sözleri işitirler. Hani kadın erkek eşitti? Bu basit olayda bile eşit olamadılar. toplumun her iki türe karşı bakış açıları değişiktir. Hani Allah gizli bir hazineydi, kendisini göstermek için kâinatı ve canlıları yarattığına inanıyoruz. Niçin kadınlar kendilerini özgürce namusuyla erkeklerin yansıttığı gibi yansıttıklarında namussuzlukları aklımıza geliyor. Kendini göstermeyen oturaklı kızlarında alıcısı olmuyor. İkiyüzlülüğü toplum olarak terk edelim. Kendimizin yanlışlarıyla yüzleşmeliyiz. Toplumda erkekler namuslu olsa, kadınlar da namuslu olur.
Kıyamet gününde bugünkü büyük şehirlerde yaşayıp da süt gibi kalabilen gençlerimiz, hiçbir gölgenin olmayacağı kıyamet gününde arşı alanın gölgesinde gölgeleneceği müjdesini efendimiz bizlere vermiştir. Niçin bu müjde verilen gençlerden birisi olmaya rağbet etmiyoruz? Tarsus’taki öğrencinin başına gelenlerin bizim başımıza gelmeyeceğinden emin miyiz?’
Önceden toplumda kötülük yapanlara müdahale edebiliyordu. Fakat bizim yiğitlerin yaptıkları fedakârlıklar alkışlanacağı yerde, devlet görevlileri tarafından cezalandırılmıştır. karakollarda olmadık sorularla caydırıldılar. Parayla çalışan hiç polis ve jandarma kendisini böyle tehlikeye atarak ölümlü insanlara bulaşmak istemezler. Onlar toplumda gezer, polislerde görmezden gelir, o da kendi geleceğinden korkar. Böyle insanlar tek hücreli odalara konarak maddi yönden güçlerinin kırılması gerekir.
Özgecanın ailesine Allah sabırlar versin. Birisi şöyle demiş:” Ne akla inanıyorum ne ilme, Tevekkül güç isyan vahim” Şimdi bu kızımızın ailesi bu dava da kime güvenecek? Duyuyoruz ki iyi hal indirimi. O adam o iyi halini sucu işlemeden önce gösterecekti. Kahramanlığı cephede göstermek gerekir. Savaşın gerisindeki kahramanlık bir işe yaramaz. Bizim ülkemizde ceza mahkemeleri İstanbul Borsası gibidir. Ceza yasası havaya veya şahsa göre değişir mi? Maalesef bu ülkede her şey konjonktüreldir. Bir adam konuşur, ceza ağırlaşıyor, dolarda fırlıyor. Hâkimlik mesleği Mutlak Hâkim Allah’ın ve peygamberinin mesleğidir. Adalet devletin temelidir. Adalet olmazsa devleti de savunan kalmaz, düşmanlara devlet teslim edilir. Bu nedenle yüreksiz insanlar bu mesleğe talip olmasınlar.
Şimdi o kızın ailesi yerine kendimizi koyalım. Durum korkunç. İşiydin yaptığı gibi kızın diri diri kolunu kesmiş. Vicdanlı insanın buna nasıl dayanır? Olayı düşününce içimizin dayanamadığını biliyorum. Bu kızımıza gelmeden önce de daha korkunç olanlarını bu ülkenin kadınları yaşadılar. Seslerini kimse duymadı. Devlet koruması altındakiler bile öldürüldü. Polis yerine bir fedayı tutsaydı, yaşardı. Devletin iyi koruyamadığı belli oldu. Çünkü görevli polis sorumlu tutulmuyor.
Bu kadar toplumsal infial bu kızımızın için oluştu. Fakat facebookta bazı insafsızların paylaşımından utanç duymamak elde değil. kimi mini etekli miydi? Kim bilir şöyle miydi? Bu kafa yapısı, Edison’un insanlığa yaptığı katkıya kafa yormaz da, cennete girecek mi, girmeyecek Mi? giremez çünkü Müslüman değildir. Girer diyenlere de başka bir sıfat takarlar. Böylesi insanlardan Yüce dinimizi kurtarmak gerekir. Sanırım seni kimse anlamadı. Fakat sen dünyayı dolu dolu yaşadın. Cesurdun, akıllıydın. Kendine güvenin vardı. Bir erkek gibi güçlü davranıyordun. Bu nedenle kimse seni anlayamadı. Bu dünyadan erken ayrılmanın nedenlerinden biri belki de buydu. Sen kimseye ram olmazdın. Sen genç yaşta, insanlara faydalı olacağın bir çağda vahşice kurban oldun. Bak şair senin gibiler için ne diyor: “Bir mühür gibi bastılar bağrıma seni/ Ağzı ve gözleri genç olan gövden/ Hırçın bir denize dönüşmüştür/ Kur’an Kerim’de “Biz Allah’tan geldik; yine Allah’a döneceğiz” diyenleri ödüllendirmektedir. Şimdi senin yokluğuna ailen ve sevenlerin nasıl alışıp sabredecektir? Sen rahat uyu. mezarında rahat uyu. Nur içinde yat. Ruhun şat olsun.

16 Şubat 2015 Pazartesi

Ramazan DURMUŞ; "Can Kerkük'üm balana sahip çıkamadık...."

Can Kerkük’üm balana sahip çıkamadık!
Ramazan DURMUŞ
Altunköprü Kerkük’ün buram buram Türk yöresi...  1957 yılında Şeker Ana şeker mi şeker bir yavruyu Türklük mücadelesine bağışlıyor...
Onun şeref madalyaları elbette Türkçülük, Türkmeneli ve Can Kerkük... Milli davadan asla taviz vermiyor...
1967 yılında daha 10 yaşında gök bayrağı dalgalandırıyor Türkmeneli’nde...
Haykırıyor İstiklal Marşımızı...
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.
İnliyor Türkmeneli... Duygu seli kopuyor...
Sonra aynı yıllarda dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in karşılanmasında söylediği “Ağam Süleyman” türküsü ile zalim Basçılarının girdabına giriyor...
Kerkük’te bitirdiği ilkokulun ardından ortaokulu Bağdat’ta tamamlıyor. Lise yılları yine Can Kerkük’te. Sonra hukuk eğitimi için Bağdat yılları...
Bir türkü ve yaşasın Türkiye... 10 yaşında bir çocuk zindanlara atılıyor... Kendisine yapılan işkenceler yetmiyormuşçasına anası da zalimlerin hışmına uğruyor. Öyle ya böyle bir Türklük aşığı bala yetiştirmek suç değil mi?
Zalimin sulmü devam ediyor... Tırnakları söküle söküle 17 yıl Saddam zulmünün abidesi Abu Garip Hapishanesinde geçen yıllar... O yıllarda yaşadığı işkenceler için kelimeler kifayetsiz Türk evladı...
Unutmadan devam edelim Süleyman Demirel’i karşıladığı gibi 1973’te dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ü de karşılıyor “Korkma… Sönmez…” diyerek...
Sen misin ‘Yaşasın Türkiye’ diye haykıran 6 ay daha ve yaş 16… Bıyıkların terlediği yıllar...
Yıl 1996’ya geldiğinde bu sembol adam BM e insan hakları kuruluşlarının yanı sıra özellikle rahmetli Başbuğumuz Alparslan Türkeş’in çabalarıyla hürriyetine kavuşuyor...
Ama ne hürriyet! Kelle koltukta... Saddam rejiminin suikast girişimlerini büyük bir şans eseri atlatıyor. Yapılan girişimler ve BM’nin öncülüğünde Saddam’dan kurtuluyor ve ABD yılları başlıyor.
Durmuyor Sadun Köprülü... Katıldığı kurslarla kendisini geliştiriyor, geliştiriyor. Kızanları dünyaya bir bir gözlerini açıyor o yıllarda...
Ama onun tek rüyası Irak Türkmen Milli Davası ve Türkiye sevgisi... Daha fazla dayanamıyor ve koşarcasına Türkiye’ye dönüyor 2003 yılında... Milli Türkmen Cephesi temsilciliğini yapıyor bir süre sonra Türkmen Araştırmaları ve Projeleri Koordinatörlüğü... Yetmiyor Türkmeneli Kültür Sanat ve Stratejik Araştırmalar Derneği’ni (TÜRKMEN-SAD) mücadele meydanına sürüyor.
Irak Türklerini, Türk dünyasını ve millî davalarımızı konu alan, araştırmaları, şiirleri, hikâye ve romanların yanı sıra çeşitli konuları içeren makaleleri, basılı 4 kitabı ve basılmayı bekleyen ve de bana emanet ettiği 3 kitabı geride bırakıp uçmağa varıyor bir sahur sonrasında... bir ana ve 4 kızcağızı da asil Türk milletine emanet ediyor.
İşte kendi ağzından Türklük sevdalısı Sadun Köprülü...
Birlikte yaptığımız bir iftar sofrasından kalkış ve eve ulaşış... Ardından sahur ve oruca niyetlenerek uzandığı yatağından bir daha uyanamayış...
Davasından hiç dönmeyen bir yiğitti oy... Evet Sadun Köprülü ismi hep pak olarak kalacak, hatırasını aziz bileceğiz ve Türkmeneli kavgasının sahibi olacağız.
Ölümü küçücük evlatları ve kıymetli eşi için ani oldu. Türk dünyası için ani oldu. M
Ama isyanı vardı Yaradan’ına kavuşmadan önce...
Bu kadar şirin mi, tatlı mı diye soruyordu uykumuz için...
Duramıyordu! ‘Ne zaman bitecek bu uzun uykumuz’ diye haykırıyordu...
Yol gösteriyordu; çünkü başka çare yoktu...
Haykırıyordu, haykırıyordu:
“- Uyanacağız, yoksa varlığımızı bırakacağız! Sesiz kalacağız ve düşmanlar ülkemizi, toprağımız almaya devam edecekler.
O zaman ölüm bizim için hak olacak! Ölelim, ama teslim olmayalım bu acı, baskı dolu günleri görmeden, bir Türk olalım! Doğruda titreyelim, kendimize dönelim! Utkularımızı, savaşlarımızı hatırlayalım!
Evet Türk evladı yiğit bir mücadele adamının son sözleri bunlar... Vasiyet önemli, sorumluluğunuz ağır!
Sahi hala uyuyacak mısınız? Ya da cenaze namazını kıldıran hocanın çağrısından sonra ‘İyi bilirdik’ deyip geçecek miyiz?
O yüce insan; son yazısında sordu ve uçtu...
“- Irak Türklerinin acı ve çilelerine, ne zaman ses vereceksiniz?”
Onun daha yapacakları çoktu… Onun için de kol kola vermiştik Türklük sevdası uğruna... Yine düştü gönlüme bir ateş, yanıyor için için...
Bir yiğit Türk Sadun Beğimiz daha iyi ata binip de gitti... Bu mübarek Ramazan günlerinde rahatsızlığına rağmen orucuyla birlikte son nefesini verdi. Onu Ankara’ya geldiğimden beri bildiğim Karşıyaka Mezarlığının Yükseltepe ayağındaki 6. Kapıda ebedi aleme hep birlikte uğurluyoruz. Yüce Rabbim, yaptıklarının ve yapmak istediklerinin uğruna Sadun Beğimize merhametiyle muamele eylesin inşallah...
Aziz Türk milletinin ve Dünya Türklüğünün başı sağ olsun... Emanetin emanetimizdir gardaş... Kavlimiz buraya kadar değildi ama Yaradan seni daha çok seviyormuş ki aldı aramızdan...
O’nu özetlediğim vasiyet gibi bir şiiriyle uğurluyorum. Mekanı Cennet olsun...

Toplar bizi,
Kayalar toplar bizi,
Biz bizden ayrılmayız,
Türk aşkı toplar bizi.
***
Kandan Kerkük,
Boyanıp kandan Kerkük,
Seni düşman alamaz,
Canlar var, kandan Kerkük.
***
Kanım Kerkük,
Coşuru kanım Kerkük,
Hiç düşünme düşmana,
Aldanım kanım, Kerkük.
***
Alanda gel,
Sözünü tut alanda, gel,
Kerkük, Türkmen hakkını,
Kan verip al, anda gel.
Evet; Türklük aşkı toplasın bizi...

Artık yeteeeeeerrrrrrrrrrr!

Güle güle yürekli gardaşım...
Bir yaprağın altında bir gün buluşacağız diyordun ya inşallah gardaşım inşallah...

6 Şubat 2015 Cuma

Demiral Gözü İle: DAĞINIK DEMOKRASİ?!‏ "Demokrasi, her şeyin aynası değildir." Nusret DEMİRAL

Demiral Gözü İle: 
DAĞINIK DEMOKRASİ?!‏
"Demokrasi, her şeyin aynası değildir."
Nusret DEMİRAL
Basit bir anlatım içinde Cumhuriyet, "halkın idaresi" anlamına gelir.
Halkın kendi kendini idarede seçtiği yol ise "demokrasi" ile ifade edilir.
Demokrasinin öndeki görüntüsü "çoğulcu demokrasi" çeşidi yanında, "katılımcı demokrasi"dir.
Tarih içinde demokrasinin kendine bir yol çizdiğini de görürüz.
Bu yol üzerinde demokrasi, kendini dağıttığı var sayılırsa, nedir "dağınık demokrasi" dersek, cevaplar çeşitlenir.
Misal, zaman dilimleri çizgisinde demokrasi;
İşçinin üstünlüğüne,
Siyasetçinin üstünlüğüne,
Memurun üstünlüğüne,
Çiftçinin üstünlüğüne dayalıdır.
Son yıllarda, bir de, bu aydınlatmaya "fanatik dinci erbabın demokrasi türü"nü eklemek isteyenlerin sergisi açıldı.
Bu şekillerin toplu hali içindeki demokrasi ise, zaman dilimleri içinde;
Çoğulcu demokrasi,
Katılımcı demokrasi'dir.
En iyi örnek çeşidi, bu iki dalda gözleyebiliriz.
Daha geniş bir ifade tartısında, seçilen kişinin görev süresi bitmeden kendine verilen oylar geri çekileceği düşüncesi altında olursa, buna "katılımcı demokrasi" diyoruz.
Bu tür demokraside seçilenler, görevlerinde devletine, milletine karşı yanlış işler yapmamaya çalışırlar,
Ya da yapmaya cesaret edemezler.
Böyle bir demokrasi anlayışı, "KATILIMCI Demokrasi" olarak görüntülenir.
Günümüzde en geçerlisinin “katılımcı demokrasi” olduğu söylenebilir.
Neden "iyi demokrasi katılımcıdır" sorusu yanıtında, “seçmenlerin, seçtikleri kişilerin her zaman ve her zeminde oylarını geri alma yetkileri vardır” da onun için "en iyi demokrasi budur" diyoruz.
Bir örnek vermek gerekirse; seçmenler, seçtikleri kişiyi görevindeki aksamalarda kastı oluştuğunda, ona verdiği oyları geri almak suretiyle görevinden geri çekmeleridir, almalarıdır.
Seçmenlerinin böyle bir eylemi yapacaklarını bilen, düşünen seçilmişler, verilen süre içinde görevlerini aksatmamaya, halkına dürüst, doğru ve faydalı işler yapmaya vaatlerini yerine getirmeye uğraşırlar.
Türkiye’mizde seçmenler, genelde, Devletini mahallerindeki yönetenleri "çoğulcu demokrasi" usulü ile seçmektedirler.
Seçim dönemi, görevi süresinde seçilen kişiler, yaptıkları eylemleri için ancak "Yargı" ile hesaplaşırlar.
Görevleri geri alınamaz.
Ancak seçmenlerin oylarının, çoğunluğun varsayılan çerçevesinde, çoğunluk oyu gerisinde yani %10'luk baraj altında kalan artık oyların da, çoğunluğu kazanan partiye kaydırılması işi, halkın serbest iradesini demokrasi dışına çektiğinin gözlenmesi, çoğunluk olmaktan çıkarması, devlet idaresinde kırma ortamı yarattığı söylenebilir.
Yurdumuzda bu "çoğulcu demokrasi" sistemini bozan olayı anımsarsak, "%10'luk baraj" olduğunu görürüz.
Yüzde 10'luk baraj’da işi düzeltmeye kalkarsak, kendi bölgesinde bu rakamı aşan adayın seçilmiş sayılması, "demokrasi çiziğini kaldırmaya yeterlidir", diyoruz.
Şimdi böyle bir varsayım karşısında, kendi seçim bölgesinde seçilme oyu almış adaylar dahil oldukları parti içinde ve de dışında söz sahibi olacaklarını düşünürsek, bir başka olumsuzluk doğar diyebilenler çıkar, ama bu durum parti içinde de her zaman aşılabilir.
Böyle bir ortamda, dar bölgeye %10'luk durum, siyasi partinin, yurdun tamamındaki oyu ile geçmemiş olması halinde de kendi bölgesinde seçilen parti adayı kişi en çok oyu almış, o adayın seçilmiş sayılması hali çoğulcu demokrasi sistemini sağlığa kavuşturulabilir.
Çoğulcu demokrasi seçim sisteminde sonucun "halkın samimi iradesi" olarak yansıması, yurdumuzdaki baraj sistemi içinde, daima çoğunluk oyunun demokrasi içindeki aktif çerçevesini hep bozmuş, halen de bozmaktadır.
Misal, ne var ki, zamanla bir kesim siyasetçimiz seçim dönemleri sırasında görevlerini yaparken vaatlerini tutmadıkları gibi, bürokraside yaptıkları atamalarda amaç kendi ve yakınları için çıkara bağlı şekle dönüşmesi ile yurdumuzda faydalı işler ve yatırımlar anımsanmayacak kadar az olmuştur.
Bozuk düzen kurgusu, devletimizin "ödeyemeyeceği borcun altına girmesinin tek nedeni"dir.
Gelecek neslimize, acı ve üzüntü verecek faturaların kaldığı görülmektedir.
Böyle bir ortamı yarattığını düşünen, vaatlerini yapamayan, görevde eksileri çoğalan siyasetçilerimizi; bu durum, muhalefetin de baskılarıyla ister istemez katılımcı demokrasi yönündeki değerlendirmeye götürmüş, seçim dönemi bitmeden zamanla kendi kendilerini erken seçim bahanesiyle görevden çektikleri de görülmüştür.
Son ve ondan önceki seçimlerin erken yapıldıkları örnekler olarak gösterilebilir.
Dış devletlerin, özellikle Amerika ve Avrupa Birliği'nin ekonomik, sosyal ve siyasi baskıları, Milletimizin şanına yakışmayacak eylemler düzeni gündeme sokmuştur.
Şekilleri ve verilişleri bozuk vaatler ile alınan borçlar, yerinde ve faydalı işlerde kullandırılmamış olması, yatırımların yapılan planlar dışına taşırılmaları, borç deliğini büyüttüğü gözler önündedir.
Son iktidarın böyle bozuk düzeni düzlemeye kalkışması da bundandır.
İstenilen düzeye gelme, her Türk vatandaşının özlemidir.
Türk halkının, özellikle Türk milletinin seçmen olarak oylarını her zaman ve mekan içinde değerlendirme yetkisi ile hareketi oluşturulsaydı, seçilerek görev alan siyasetçiler, bürokraside üst düzeyde yaptıkları atamalarda işi isteyene değil de bilene vererek daha dikkatli olacaklardı.
Başka bir özellik de, Büyük ATATÜRK’ün veciz anlamdaki "Milletime şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek, başına taç ettiği adamların kanındaki ve vicdanındaki, cevheri asliyi çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an tavakki etmesinler" sözleri ile vaatlere kapılmadan, milletçe oylarımızı daha dikkatli kullanabilmek, Milletçe oy verdiğimiz kişileri bu sözler çerçevesinde değerlendirip seçebilmek, vatandaşlık görevidir.
Gene de geçmiş zamanı iyi değerlendirerek, katılımcı demokrasi çizgisi içinde bir seçim yasası yapılarak, yukarıda izahına çalıştığımız faturanın, önümüzdeki seçimlerde çoğunluğun oyları, o oyu alan kişilere götürülmesi, çok faydalı bir demokrasi yaratabilecektir.
Katılımcı demokrasi yolunu seçmekte faydalar vardır.
Ayrıca lider olacakları, seçeceğimiz kişileri, vaatlerini iyi tartarak oylarımızı kullanmakta kendimizi zorunlu kılmalıyız.
Böyle bir eylem ile işbaşına gelecekleri seçersek, herhalde bundan sonra milletine hizmette kusur edenlerin yanlış ve hatalı eylemeleri en aza ineceğini, hata yapmadan görev ifa edecekleri ümidini kavramış oluruz.
Artık zaman geçirmeden, seçim yasasında değişikliğe gidilerek, çoğulcu demokrasi şemsiyesi altında "katılımcı seçim" yoluna girmeliyiz.
Örgütsel toplumlar içinde fiillerimizi, fikirlerimizi birleştirerek doğru yolu bulmaya, lider değişikliği getirilerek görev alanları değerlendirmeye gitmeliyiz.
Devletimizin dünyadaki yeri, jeopolitik çevresi, Milletimizin tarih, Yurt toprağının yer altı ve üstü zenginliği, devlet olarak güçlü olduğumuzu göstermektedir.
İstiklal Savaşı bitiminde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti semalarında şehitlerimizin ruhları dolaştıkça, şanlı bayrağımız Vatan topraklarında dalgalandıkça, Milletimizin sonsuza dek hür ve bağımsız yaşayacağını bilmeliyiz.
Kendimizi tanımak, tanıtmak feyzi içinde düşmanı dost edinmeden dostça geçinerek yaşam sürdürmeliyiz.
Türkiye’de büyük adın TÜRK olduğunu, “Ne Mutlu Türküm Diyen” vatandaşımızı ATATÜRK’ün deyimi ile değerlendirip, seçip göreve davet etmeliyiz.
Kendimizi tanıyıp tanıtmalıyız.
İtimatlı insan olup itibar kazanmış hale girmeliyiz.
Seven sevilen kişilik içinde, "birimiz herkes için herkes birimiz için" çalışma yolunu seçerek, bilgimizi, işimizi ve aşımızı paylaşan Millet olduğumuzu kabul edip, o ortamda çalışmaya koyulmalıyız.
Demokrasinin, Cumhuriyetimiz şemsiyesi altında kullanılan oyların, oyu hak eden seçilene yönlendirerek zarar değil fayda getireceğini, ancak bu tür ortamda oluştuğunu bilmeliyiz.
Dağınıklığı bırakıp, birlikteliği kavrayarak, çoğulculuk içinde katılımcı olmalıyız.
Görev verdiklerimiz, her zaman milletinin nefesini ensesinde hissetmelidir.
Keyfe hareketin bitirilmesi isteniyorsa, "en iyi yol bu"dur.
Nusret DEMİRAL
DGM Onursal Cumhuriyet BaşSavcısı
(CESURYORUM GRUP; 05.02.2015)