29 Aralık 2015 Salı

Avrupa Birliği (AB+ABD) 2016 yılında dağılacak mı?, Aydın FINDIKÇI

Avrupa Birliği 2016 yılında dağılacak mı?
Aydın FINDIKÇI
2015 yılının son günlerine Alman kamuoyunda siyasi partilerin etkinliklerinde ve akademik çevrelerin söylemlerinde en fazla öne çıkan konu‚ mülteci krizine çözüm bulamayan Avrupa Birliği (AB) dağılır mı? sorusu idi.
Almanya'da 2015 yılının kelimesi olarak kabul edilen "mülteciler“, AB üyesi ülkelerin birbirleri ile ilişkilerinin, birbirlerine karşı hak ve yükümlülüklerinin neler olması gerektiği gibi önemli hususların da yeniden tartışmaya açılmasına neden oldu.
Mülteciler derken aslında ön plana çıkan konu, bu insanların müslüman olmaları dolaysıyla beraberlerinde Avrupa değerlerine ters düşen kendi kültürel birikimlerini ve dini inançlarını da getirdikleri için, AB‘nin bazı üyeleri tarafından kabul edilip edilmeyeceğidir. Bu çerçevede tek bir müslüman mülteciyi dahi kabul etmeyeceklerini açıklayan Polonya, Macaristan ve Slovenya gibi ülkeler, kendi torpraklarında bir 'barış dini olmayan İslam dini mensubu müslüman mültecileri‘ kabul etmeyeceklerini beyan etmiş durumdadırlar. Buna ek olarak, müslüman olarak bilinen ülkelerden kaçarak Hrıstiyan Avrupa’ya sığınan Suriyelileri kastederek "kendi askerlerimizi savaşa yollamak yerine, bunlardan bir ordu kurarak kendi ülkelerinde savaşa girmelerini…müslüman gençler, bizim paralarımızla kahve içerek keyif çıkaracaklarına gidip kendi ülkesindeki diktatörlere karşı savaşmalıdırlar" diyen Polonya Dışişleri Bakanı Witold Waszczykowski, ülkesinini AB bütçesinden en fazla maddi yardım alan tam üye olduğunu unutmuşa benziyor.
AB ülkelerinden bu ve benzeri açıklamalardan dolayı, bu üyelere yönelik olarak; „maden siz mültecileri kabul etmiyorsunuz ve tüm maddi yükü bize yüklüyorsunuz o halde sizlere de AB'nin kendi arasında birbirleri ile hayata geçirmesi gereken „dayanışma“ değerine de ters bir tavır sergilediğiniz için Birlik kaynaklarından sağlanan maddi destek kesilmelidir“ türünden sesler de giderek daha fazla çıkmaktadır.

AB'yi bir „değerler birliği“ olarak gören zengin üyeler, AB´nin çekirdeğini oluşturan Almanya, Fransa ve Benelüks gibi kurucu ülkeler gelmektedir. Bunlara ek olarak İngiltere, Avusturya ve İsveç gibi AB´ne sonradan tam üye olan zengin ülkelerde eklenince, fiilen ortaya iki tane AB çıkıyor:
Birincisi Almanya ve Fransa’nın başını çektiği AB´nin en zengin ülkeleri, ikincisi ise AB´ne 1 mayıs 2004 yılından beri tam üye olan eski „Doğu Bloku“ ülkelerinin başını çektiği Polonya, Macaristan ve Slovenya üçlüsü gelmektedir. Baltık cumhuriyetleri, Malta, Kıbrıs, Romanya ve Bulgaristan AB'nin „garibanları“ olarak algılandığı için, bu ülkelere yenelik bir mülteci akını yaşanmıyor. Bu olgu da beraberinde şu konuyu gündeme getiriyor: "Ülkesini terk eden mülteciler aslında can güvenlikleri tehlikede oldukları için değil, daha iyi bir yaşam için kendi ülkelerini terk ederek zengin AB ülkelerine akın ediyorlar".
Bu akını durdurmak için de AB’nin zengin üye ülkeleri, AB sınırlarını çok daha etkin korumak için kendilerine bekçilik yapmasını istediği Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya gibi tam üyelerini çeşitli baskı ve uygulamalarla 'hizaya getirmek‘ istiyor. Bu 'hizaya getirme‘, AB´nin zengin ülkeleri kendi iç huzurlarını, ekonomik refahlarını ve siyasi iç barışını olumsuz etkileyen önemli faktör olarak gördükleri mültecileri kayıt altına aldırma ve böylelikle mültecilerin ayak bastığı ilk AB üyesi ülkede kalmalarını garanti altına almaya dönük bir yaptırımdır. AB’nin bu yaptırımın bir ayağını da Türkiye oluşturmaktadır.
AB zenginlerine sınır bekçiliği görevini üstlenen RTE’ın Türkiye'si, bu bekçiliğin bedeli olarak da, 3 milyar avro maddi destek alacak‘! ve göstermelik olarak AB ile yürütülen sözde ‚tam üyelik müzarekelerine‘ ivme kazandıracak. Ayrıca AB, RTE’ın ,sırf 'Başkanlık‘ uğruna ülke genelinde dinci faşizmi kurumsallaştırarak kendi topraklarında kendi vatandaşlarına yönelik uyguladığı zulümü görmezden gelecektir ve nitekim de gelmektedir. AB’nin, RTE’ın özellikle de Suriye’den akın eden mültecileri Türkiye’de tutarak AB’ne girişlerinin önüne geçmesinin bedeli olarak ülkenin bir çok yerleşim biriminde, 12 Eylül 1980 askeri faşit darbesini aratmayacak düzeyde uygulanan sokağa çıkma yasaklarını es geçmesi ve görmezden gelmesi politikasını, 2016 yılında revize etmek zorunda kalacaktır.
Bundan dolayı yakın bir zamanda Türkiye, RTE’ın 'başkanlık uğruna‘ Türkiye genelinde neden olduğu tahribat gerekçe gösterilerek AB‘nin hedefi haline getirilerek istenmeyen ülke olarak ilan edilecektir. Bu durumda AB, kendi arasında 'dağılıyor muyuz‘ diye yürüttüğü tartışmayı bir kenara bırakarak, RTE’ın Suriye politikasının doğal bir aracı haline getirdiği mezhepçiliğe uygun olarak siyasal İsalam’ın silahlı kanadını oluşturan IŞİD ve diğer çihatçı katiller sürüsüne her yönden destek sunarak milyonlarca mahsum insanın katledilmesine ve AB’ne akın etmesine sebep olduğu için, uluslararası bir mahkemede yargılanmasını masaya yatıracaktır! kamuoyunun dikkatine önemle sunulur.
28 Aralık 2015
2016 yılının dünya insanlığına daha fazla barış ve huzur getirmesini diliyorum...

18 Aralık 2015 Cuma

ANKARA KALESİ "Rusya Dünya'ya Meydan Okuyor" Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

ANKARA KALESİ  
RUSYA DÜNYA‘YA MEYDAN OKUYOR
                                                                                        Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
            Türkiye’nin  Suriye sınırında bir uçağın düşürülmesiyle birlikte dünyanın siyasal gündemi değişmiş ve  Orta Doğu bölgesi ile beraber Türkiye Cumhuriyeti de  yeni bir siyasal krizin içine sürüklenmişlerdir . Soğuk savaş döneminde  uzun süre  iki ayrı kutup içerisinde yer alan Türk devleti ve Rusya Federasyonu , küreselleşme sürecinde normal düzeyde ilişkilerini geliştirmeye çalışırken , birden oldu bitti ile bir uçak krizinin ortaya çıkması üzerine  yeniden eskisi gibi karşı karşıya gelmişlerdir . Sınırların ihlal edildiği gerekçesi ile  Türk devleti kendini savunurken , Rusya Federasyonu resmi makamları  uçağın kesinlikle bir sınır ihlali yapmadığını  , Türkiye-Suriye sınırının  aşılmadığını  ve  Suriye’deki iç savaşın önlenmesi doğrultusunda Rus uçağının  kendisine verilen  görevi yerine getirmeye çalıştığını  öne sürerek    , Türkiye’nin  gerçekleri dikkate almayarak düşmanca davrandığını  olay tarihinden bu yana öne sürerek siyasal gerilimi  önemli ölçüde tırmandırmıştır . Rusya devleti yetkilileri kendilerini savunurken , sürekli olarak Türk devletini suçlamaya çalışmışlar ve  bu doğrultuda Türkiye’nin bilerek ve isteyerek   kasıtlı bir saldırı içinde olduğunu kamuoyu önünde kanıtlamaya çalışmışlardır . Böylece , soğuk savaşın sona ermesinden sonra geçen  çeyrek yüzyıllık dönemdeki  küreselleşme süreci yakınlaşması sona ermiş ve  soğuk savaşın iki komşu ülkesi yeniden düşman durumuna sürüklenmişlerdir . Hiç beklenmedik bir anda gündeme gelen uçak düşürülmesi olayından sonra,  iki ülke ilişkileri her gün artan siyasal gerginlik ortamında  karmakarışık bir  hale gelmiştir .
            Sovyetler Birliğinin ortadan kalkmasından sonra giderek normalleşmeye başlayan Türk-Rus ilişkileri  , çeyrek asırlık bir  küreselleşme dönemi sonrasında yeniden eskisi gibi bir gerginlik  çıkmazına  düşmesiyle, hem iki ülkenin devleti hem de halkları ciddi bir şaşkınlık dönemine girmişlerdir . Bir yandan son yıllarda başlamış olan her alandaki yakınlaşma durgunluk içine  sürüklenmiş , diğer  yandan da  iki devletin her gün birbirini suçlayan resmi açıklamaları da  ortamı kızgınlaştırarak  bir savaş öncesi görünümü gündeme getirmiştir . Son üç yüzyılda  sürekli olarak  karşı karşıya gelen ve savaşan iki büyük devletin yeniden dünyanın merkezi coğrafyasında  bir çatışma ortamına sürüklenmesi  , içine girilmiş olan yeni yüzyılın en önemli siyasal gerginliği olarak tırmanmaya devam etmektedir .  Dünyanın ortalarında yer alan bu iki büyük devletin  beklenmedik bir aşamada yeniden  bir savaş eşiğine gelmesi , Rus Çarlığı ile Osmanlı İmparatorluğunun sürekli olarak savaşmasını ve bu savaşlar sonucunda da iki büyük imparatorluğun  çökmesini hatırlara getirmiştir . Çarlık sonrasında kurulan Sovyetler Birliği ile  Osmanlı devleti sonrasında tarih sahnesine çıkan Türkiye Cumhuriyeti iki büyük devlet arasındaki tarihten gelen  gerginliği yirminci yüzyıl boyunca  tırmandırarak yollarına devam etmişler ama soğuk savaş dönemi dengeleri içinde iki büyük devlet  Osmanlı İmparatorluğu döneminde olduğu gibi  birbirleriyle savaş aşamasına gelmemişlerdir . Üç yüz yıllık savaşlar iki büyük imparatorluğu tarih kitaplarına havale ederken ,  Rusya’da sosyalist sistem ile Türkiye’de Kemalist  model  modern zamanların temsilcisi olarak iki büyük devlet yapısını ortaya çıkarmıştır . Küreselleşme  aşamasında  sosyalist sistem dağılırken , Türkiye’deki Kemalist cumhuriyet yapılanması da  batılı emperyalist merkezler tarafından ortadan kaldırılmak istenmiş ama her yol denenmesine rağmen  bir türlü istenen sonucu ulaşılarak Atatürk Cumhuriyeti tarih sahnesinden kaldırılamamıştır . Batı tipi kapitalist model  Rusya Federasyonuna empoze edilirken  , Türkiye’de çeşitli manevralarla bu çizgide bir  değişime zorlanmış ama  istenen sonuç bir türlü elde edilememiştir .
            Küreeselleşme dönemine geçilirken kuzey yarım kürede önemli sınır değişiklikleri olmuş  ,Çek ve Slovak devletleri birbirlerinden ayrılırken  , Balkanların en büyük devleti olan Yugoslavya Federasyonu  insan hakları görünümlü bir etnik çatışma yolu ile tasfiye edilmiştir . En önemlisi ise  batı blokunun karşısında yer alan  doğu bloku olarak Sovyetler Birliğinin dağılması üzerine on beş adet bağımsız devlet tarih sahnesinde öne çıkmışdır .  Yer kürenin kuzey bölgesinde istediği değişiklikleri başarıyla yerine getiren  batı emperyalizmi ,sıra güney yarı küreye gelince bocalamış  ve  dünyanın batılılaştırılması doğrultusundaki bir küreselleşme oluşumuna güney yarı kürede yer alan devletleri sürükleyememiştir . Bunun en açık örneği de ,Sovyetler birliğinin dağılmasından hemen sonra bir oldu bitti yaratarak Amerikan ordusunun Basra körfezine gelerek yerleşmesi olmuştur . ABD elçisinin kışkırtması üzerine Irak  ordularının Kuveyt devletinin sınırları içine girmesiyle başlayan  yeni dönemde, önce körfez savaşı  ,sonra Irak savaşı ve daha sonra da Suriye savaşının çıkartılmasıyla birlikte , kuzey yerkürede gerçekleşen  dağılma ve parçalanma oluşumlarının  güney bölgesinde yer alan Orta doğu devletlerine de taşınmak istendiğini açıkça ortaya koymuştur . Ne var ki  , merkezi coğrafya da   ikinci dünya savaşı sonrasında kurulmuş olan Yahudi devleti  işin içine karışınca, her şey alt üst olmuştur.  Batı kapitalizminin küreselleşme modeli eski Osmanlı ülkelerine taşınmak istenirken  bu kez İsrail üzerinden Siyonizm öne çıkarak , tarihten gelen Büyük İsrail  İmparatorluğu  oluşumunu yeni aşamada orta dünyanın kutsal toprakları üzerinde  yeni bir siyasal düzene dönüştürmek  istenmiştir .Böylece yeni bir kaos döneminin önü açılmıştır . 
            Küresel sermaye ABD üzerinden bütün dünya kıtalarını  yeni emperyalist açılım ile kendi hegemonyası altına almaya çalışırken , bu durumdan yararlanmak isteyen  iki bin yıllık Siyonizm akımının   orta dünyada kurmayı başardığı Yahudi devletinin , Siyon tepesinde Hz.İsa’nın  dünyaya dönerek kuracağı bir küresel imparatorluk  ideali  çizgisinde yeni bir imparatorluk düzenine dönüştürülmesi  girişimleri   bütün bölge devletlerini hedef alırken ,  doğu ve batı güçlerinin  merkezi alanda bir üçüncü dünya savaşı tehlikesi ile karşı karşıya kalmasına yol açmıştır .Irak üzerinden çıkartılamayan üçüncü dünya savaşı bu kez Suriye üzerinden çıkartılmaya çalışılırken , kutsal kitaplarda dile getirilen bir kıyamet senaryosu olarak  Armegeddon savaşının  Suriye sınırları içerisinde yer alan  Megiddo ya da   diğer adı ile  Amik ovası  bölgelerinde çıkabileceği ilgili uzmanlar tarafından dile getirilmeye çalışılmıştır . Basra körfezi , Irak ve Suriye gibi  ülkelerde iç savaşlar üzerinden çıkartılamayan  üçüncü dünya savaşı , bu kez doğu ve batının önde gelen büyük devletlerinin karşı taraflar olarak yer alabileceği bir kıyamet savaşı senaryosuna doğru  yaşanan olaylar aracılığı ile yönlendirildiği  görülmüştür . Küçük İsrail devletinin Büyük İsrail İmparatorluğuna dönüştürülmesi  sürecinde  gerçekleştirilmesi düşünülen Armegeddon savaşının  ortaya çıkabilmesi için  savaşın tarafları olarak iki büyük bölge ülkesi olan Türkiye ve İran düşünülmüştür . İki büyük devletin rejim ve mezhep farklılıkları bu aşamada  küresel medya üzerinden körüklenilerek  kıyamet senaryosuna geçişin öncüsü olarak bir Türk-İran savaşı ,savaş lobileri aracılığı ile kışkırtılmaya çalışılmıştır . Ne var ki , binlerce yıllık devlet tecrübesine sahip olan bu iki büyük devlet çatışma senaryolarına aldanmayarak  birbirleriyle savaşmamışlar , aksine bölgede barış ortamının korunabilmesi  için  her alanda yeni işbirliklerini geliştirmişlerdir . Böylece  Siyonizmin  Türkiye-İran savaşı üzerinden  kıyamet senaryosunu gerçekleştirme oyunu  bozulunca bu kez , merkezi coğrafya da büyük savaşı çıkaracak yeni senaryo olarak Türkiye-Rusya çatışması  planlanarak  yürürlüğe konulmuştur . Eskiden olduğu gibi ,her fırsatta Türkiye ve Rusya’yı karşı karşıya getiren siyasal manevralar  emperyalist ve Siyonist merkezler tarafından  zamanla uygulama alanına getirilmiştir .
            Büyük İsrail İmparatorluğunun kurulabilmesi için  bölgedeki büyük devletlerin savaştırılması  oyununda  , birinci aşama gerçekleştirilemeyince ikinci aşama olarak  Türkiye-Rusya  çatışması  öne çıkarılmaya başlanmıştır . Rusya’nın  , Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra içine girdiği şaşkınlık ortamından kurtularak gene eskisi gibi batı karşıtı bir yeni soğuk savaş arayışı içine girmesi  , Türk-Rus  savaşı çıkartmak isteyenlerin işine yaramıştır .Özellikle Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesi üzerine  Kırım lobileri yeniden Rusya karşıtı çalışmalara yönelmişler ve bu gerginlik üzerine  Rusya ikinci bir adım daha atarak Ukrayna devletinin doğu sınırlarından  içeri girmiştir . Batı dünyasının desteği ile Rus saldırganlığına karşı kurulmuş olan bir tampon devlet olarak  Ukrayna, yeni dönemde bölünmenin eşiğine gelmiştir . Kiev’in doğusunda yaşayan  ve toplam  nüfusun yarısını oluşturan yirmi  milyonluk Rus asıllı insanın yeniden Rusya sınırları içine çekilmek istenmesi Ukrayna devletini  bölünmenin eşiğine getirirken , Rusya Federasyonunun yeniden eskisi gibi bir emperyal  devlet olmasına giden yolu açmıştır .Kırımın işgalinden sonra Ukrayna topraklarına da giren Rus devleti   yavaş yavaş bulunduğu bölgede genişlemeye doğru yönelirken   ve  giderek saldırganlaşan Rus devletinin bundan sonra  hangi emperyal adımları atacağı tartışılmaya başlarken  , Rusya birden Suriye’ye askeri birlik göndererek  merkezi alandaki savaş sürecine aktif bir taraf olarak dahil olmuştur . Bu ülkede  ,yirminci asrın ortalarında kurulmuş olan Baas rejimini desteklemek ve var olan devlet yapısının yıkılmasını önlemek üzere Suriye topraklarına asker gönderen   Rusya Federasyonu , bu ülkede  batı emperyalizmi ve İsrail siyonizmi tarafından örgütlenen  terör örgütlerine karşı savaşa müdahale etmeye başlamış ve Irak’dan sonra Suriye devletinin de terör aracılığı ile çökertilmesi oyununu bozmaya başladığı anda , bir  Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi olayı gündeme gelmiştir .
            Yeni  dönemde  Irak ve Suriye iç savaşlarını terör örgütleri aracılığı ile bütün bölge ülkelerine yaymak isteyen emperyalizm ve Siyonizm ittifakı ,  asıl hedef olan kıyamet senaryosunun gerçekleştirilebilmesi için   bölgenin büyük devletlerini savaşa doğru kışkırtmış ama bunun  bir türlü gerçekleştirilemediği anda , bir Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi gibi yepyeni bir  durum ortaya çıkartılmıştır . Kuzey yarıküresinde bir çok devletin sınırlarını değiştiren emperyalizm , güney yarı kürede yirmiden fazla devletin sınırlarını değiştirmeyi  ,hatta daha da ileri giderek merkezi coğrafyada bulunan on devleti   parçalayarak çökertmeyi ,  Orta Doğu bölgesindeki terör örgütleri aracılığı ile  gerçekleştirmeye çalışmaktadır .Türkiye Cumhuriyeti  , Osmanlı dönemindeki yedi yüz yıllık savaşları devlet birikimi içerisinde değerlendirerek ikinci dünya savaşına girmemiştir . Türkiye bu cihan savaşına girseydi , Birinci dünya savaşı konjonktürünün ortaya çıkardığı bugünkü devlet yapılanmasını kaybedebilirdi . Yedi yüz yıllık savaşların Osmanlı imparatorluğunu nasıl  çöküşe sürüklediğini dikkate alan Türk devleti , bu yüzden  bir yüzyıla yaklaşan  cumhuriyet döneminde her türlü savaş olayından uzak durmaya çalışmıştır . Bunun bir tek istisnası olarak gündeme gelen Kıbrıs olayında da  ,savaş bir barış harekatı olarak yürütülmüş ve Rumların Türkleri yok etme senaryolarına karşı  bir askeri çıkartma dünya kamuoyunun desteği alınarak yapılmış ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurularak bu ada ülkesine barış getirilmiştir . Benzeri bir biçimde  , Kuzey Irak bölgesinde tüm  merkezi coğrafya ülkelerini tehdit eden terör oluşumlarına karşı da sınırlı operasyonlar yapılarak dünyanın ortasında  terör üzerinden büyük bir savaşın çıkartılması senaryolarına  başarılı bir biçimde engel olunmuştur . Soğuk savaş yıllarında Demirperde olarak nitelendirilen Sovyet sınırındaki bazı  savaş kışkırtmalarına karşı da dikkatli bir tutum izlenerek hareket edilmiştir . Ne var ki , bugün gelinen yeni noktada  bölge devletleri savaştan kaçarken , savaş lobilerinin desteği ile  kurulan terör örgütleri istenen savaşları bölge ülkelerine yaymakta  ve insanlığın geleceğini bir kıyamet senaryosuna bağlayan kesimlere  yardımcı olmaktadır .Kutsal toprakların bir büyük dünya imparatorluğunun merkezi olmasını isteyenler  , savaşları  planlayarak bölgeye ustalıklı bir biçimde yaymaktadırlar .
            Dünyanın yirmi büyük ülkesinin  Antalya’da bir araya gelerek , geleceğin dünyasını görüşmeye başlamalarından  bir hafta sonra uçağın düşürülmesi  bir rastlantı olmanın ötesinde  kıyamet senaryosu doğrultusunda  atılmış bir adım olarak görünmektedir , çünkü gelinen yeni aşamada Türkiye ve Rusya gibi iki büyük devletin savaşa girmesi söz konusudur . Rus devleti  , geçen yüzyılın son yıllarında toparlandıktan sonra yeni politikası ile dünyaya açılırken, ideolojik  imparatorluk olmayı bir yana bırakıyor ama tıpkı Amerika Birleşik Devletleri gibi bir süper emperyal güç olarak öne çıkıyordu . Öncelikle  eski Sovyet Cumhuriyetlerini  yakın bölge olarak ilan ederek , buralardaki eski gücünü yeniden toparlamaya  ağırlık veriyordu . Kafkasya,Karadeniz ve Baltık ülkelerini kendisinin merkezinde olacağı büyük bir imparatorluğun eski eyaletleri olarak gören Rusya ,eski ideolojik imparatorluk yerine  tıpkı ABD gibi  emperyal bir imparatorluğun  kurucusu olarak yeniden tarih sahnesine çıkıyordu . Orta Asya ülkelerindeki kendine Sovyetler Birliği döneminden bağlı olan yönetimleri ayakta tutan Rusya Federasyonu , Kırım’ın işgali sonrasında  Kafkas ve Karadeniz ülkelerinde emperyal adımlar atıyordu .Ukrayna’nın doğu bölgelerini işgal eden  Rus askeri birlikleri ,bu bölgelerde Moskova’ya bağlı yeni eyaletler oluştururken , eski Sovyet hinterlandında hegemonya gücünü giderek artırıyordu . Bu arada , Gürcistan’a dönük olarak yapılan Rus askeri harekatında  Osetya ve Abhazya üzerindeki  Rus baskıları artırılarak ,bu iki küçük ülke üzerinden bölgesel hegemonya yayılması  öne çıkarılmaya çalışılıyordu . Benzeri bir süreç Ermenistan ile gündeme getirilerek , bu ülkenin batı blokuna kayması önleniyordu .
            ABD başkanlık danışmanı Brzezinsky , yazmış olduğu “Stratejik  Vizyon” isimli kitabında  yeni dönemde Rusya’nın bütün Ukrayna’yı,Beyaz Rusya’yı , Gürcistan’ı ve Ermenistan’ı eski Sovyet Cumhuriyetleri olarak işgal edebileceğini öne sürürken , son gelişmeler karşısında haklı çıkmıştır . Rus devleti soğuk savaş döneminden kalma eski geleneksel politikası olarak batı karşıtı bir doğu blokunu gene Moskova merkezli olarak gerçekleştirmeye çalışırken ,Kırım’dan başlayarak teker teker komşu ülkelere yönelik işgal girişimlerini sürdürmektedir . Rusya’nın son aylarda Suriye’ye de girerek  bu eski müttefiki olan ülkeyi  de işgal ederken , rejimin korunması görünümünde bölgesel bir yayılmanın örneklerini vermektedir . Rusların kızıl elmasının  sıcak denizlere ulaşma  hedefi doğrultusunda Antalya’yı ele geçirmek  olduğu dikkate alınırsa , Rus Jeopolitiği Akdeniz üzerinden sıcak denizlere ve bu denizler üzerinden de okyanuslara açılmaya öncelik vermektedir . Nitekim bu politikanın bir başka uzantısında  Güney Kıbrıs Rum yönetiminin ülkesinde göze çarpmaktadır . Birinci dünya savaşı sırasında sıcak denizlere inemeyen Rusya , soğuk savaş yıllarında  hem Suriye’de bir askeri üs kurma şansını elde etmiş hem de  Ortadoks dayanışması doğrultusunda Yunanistan ile yakınlaşarak bu ülke üzerinden Güney Kıbrıs yönetiminde etkisini artırmıştır . İki cihan savaşı arasında  Suriye üzerinden Kıbrıs’a giren Rusya bu ada ülkesinde Akdeniz’in en güçlü Komünist partisi olan AKEL’i kurmuştur . Bugün Kıbrıs Rum kesiminde en etkili siyasal parti olarak yoluna devam eden AKEL , komünizmin bittiği bir aşamada Ruscu bir politikanın sıcak denizlerdeki temsilcisi olmuştur . Rusya  Güney Kıbrıs üzerindeki etkisini , Suriye’deki askeri üssü aracılığı ile  kurarak Doğu Akdeniz’deki gücünü artırabilmiştir . Batılı emperyalistlerin merkezi alandaki  ülkeleri bölerek yeni  küçük devletçikler oluşturma politikalarına kendi çıkarları doğrultusunda karışmaya başlayan Rusya  , hem Kuzey Irak üzerinden Türkiye’nin güneydoğu bölgesi ile hem de  sosyalist sistemin emperyal zorlamaları doğrultusunda Türkiye’nin kuzeyindeki  Fatsa olayları ile  de yakından ilgilenmiştir . Doğu Anadolu vilayetlerinde yarım yüzyıla yakın bir süre işgalci olarak bulunan Rusya ,sıcak denizlere inme yolu üzerinde bulunan Anadolu yarımadasının çeşitli bölgeleri ile her zaman emperyalist bir  çizgide yakından ilgilenmiştir . Bugün Suriye ve Kıbrıs’taki üsleri ile Rusya  bir doğu Akdeniz gücü olarak bu bölgedeki gelişmelere müdahale etmekte ve böylece batı politikalarına karşı çıkmaktadır .
            Bir tarafta Rusya’nın yeni emperyal güç olarak yayılma planları diğer yanda ise batılı ülkeler ile İsrail’in  Orta Doğu ülkelerini yeniden düzenleme  ve bu doğrultuda yirmiden fazla Müslüman ülkenin sınırlarının değiştirileceği  gerçeği , aynı anda dünyanın siyasal gündemine oturmaktadır .Merkezi alana demokrasi getirme  numaraları ile bölgeye giren batılı emperyalistler  , kutsal topraklardaki güçlerini artırma doğrultusunda  atağa geçerken  , bir doğulu güç olarak Rusya da bu  bölgede harekete geçmiştir . Merkezi coğrafyada kesişen bu iki insiyatif son aşamada bir Türk-Rus savaşı  oluşumu ile yeni bir gündem belirleyebilir . Demokrasi görünümünde , küreselleşme senaryoları ya da insan hakları tartışmaları ile bölgede istedikleri düzenleri kuramayan batılı emperyalistler,  istediklerine bir büyük savaş sonrasında kavuşabilecekleri düşüncesi ile dün Türk-İran savaşını kışkırtırken , bugün de bir Türk-Rus savaşının çığırtkanları olarak öne çıkmaktadırlar. Emperyal  destekli  bir  kırk yıllık bir terör yüzünden  bütünlüğünü kaybetme noktasına gelen  Türkiye’yi üyesi bulunduğu Nato hiç korumazken , Rusya’nın Suriye’ye askeri birlik göndermesi üzerine  Türkiye’yi korumak için her türlü yola başvuracağını Nato yetkilileri açıklamıştır . Tam bir çifte standart olarak adlandırılabilecek bu durum bile , merkezi alanda batı emperyalizminin savaş istediğini bu doğrultuda Türkiye’yi bir cephe ülkesi olarak kullanmaya hazırlandığını açıkça ortaya koymaktadır . Normal yollardan bölge ülkelerini parçalayamayan , küçük eyaletler aracılığı ile Yeni Bizans ya da  Büyük İsrail imparatorluklarını kuramayan batılı emperyalistler, amaçlarına ulaşma doğrultusunda  bölgenin iki büyük devletini birbirleriyle kapışmaya doğru sürüklemektedirler .                 İsrail siyonizmi  merkezi imparatorluk için bölge devletlerinin parçalanmalarına ağırlık verirken , Atlantik emperyalizmi de  Avrasya kıtasına egemen olabilmek  Rusya Federasyonunun parçalanmasına öncelik vermektedir . Şu an dünya haritasına göre dünyanın en geniş topraklarına sahip olan Rusya, bir imparatorluk konumundan yararlanarak bütün Avrasya   kıtası ve  komşu bölgelerini  fethetmeye hazırlanırken , Rus emperyalizminin saldırganlığını önleyebilmek üzere bu büyük devletin parçalanmasına giden yolu batılı emperyal devletler desteklemektedirler . Hem Rusya’nın hem de Türkiye dahil bütün merkezi alan devletlerinin parçalanmasına giden yolun bir büyük savaş ile mümkün olabileceğine ,dünyanın önde gelen merkezleri  yavaş yavaş inanmaya başlamışlardır . Olayların bu doğrultuda yönlendirilmesi ile her geçen zaman diliminde  savaş hazırlıklarının daha da öne çıktığı görülmektedir . Rusya bölge ülkelerindeki askeri varlığını  artırarak ve ordusunda büyük yenilikler yaparak bir büyük savaşa hazırlanırken , batı ittifakı da Türkiye’de  böylesine bir savaş hazırlığının karşı cephesini oluşturmaya çalışmaktadır . İkinci dünya savaşı sonrasında Türkiye’ye gelerek merkezi coğrafyaya yerleşen Nato,  bir Atlantik insiyatifi olarak  bu bölgede  batı egemenliğinin temsilcisi olmuştur . Bugün de  Nato’nun tıpkı Rusya gibi  savaş oluşumlarına yakın durması  , savaş lobilerinin çıkartmak için her yolu denediği  üçüncü dünya savaşı riskini artırmakta ve  dolaylı yollardan İsrail’in kutsal kitaplara dayandırdığı Armegeddon  isimli kıyamet  senaryosunun gerçekleşme şansını artırmaktadır . Savaştan yana olan lobiler her gün savaş yoluna su taşırken , terör örgütlerinin işi fazlasıyla azıtarak  büyük terör saldırılarına yönelmelerini de dolaylı yollardan desteklemektedirler . Batılı çevreler , Orta Doğu ülkelerinin sınırlarının değiştirilmesi ve Rusya Federasyonunun  egemenlik alanının küçültülmesi gibi senaryoların ancak bir savaş sonucunda mümkün olabileceğini düşünmeleri , insanlığı bir üçüncü dünya savaşı riski ile karşı karşıya getirmektedir . Rus devletinin tepesinde devletin yetiştirdiği  militan isimlerin  yıllardır egemen olması bu büyük devleti kendisini de yok edecek bir savaşa  hazırlandığını göstermekte ve buna karşı  güçlerin de benzeri bir  örgütlenme arayışı içine girmesine neden  olmaktadır , Dünya kapitalist sisteminin içine sürüklendiği bunalımdan kurtulabilmesi için de savaş giderek gerekli görünmeye başlayınca ,tüm kapitalist  ve emperyalist  çevreler  dünyayı savaşa doğru zorlamaktadırlar .
            Batıyı karşısına alan  ve  batı emperyalizminin  orta dünyayı ele geçirerek doğuya doğru yönelmesinin  kendisini yok edeceğini iyi bilen  Rusya , böylesine bir gelişmeye izin vermemek üzere  savaşa hazırlanmaktadır . Bu ülkenin lideri kısa boylu olmasına rağmen sürekli olarak medyatık gösterilerde sporcu kimliği ile öne çıkarken aslında  hem çatışmaya hem de her türlü savaş senaryolarına hazır olduklarını açıkça ortaya koymaktadır . Kış sporlarını  sevenlerin  savaş sporunu da  sevdiklerine dair bir görüntüyü  Ruslar  medya kanalları üzerinden dünya kamu oyuna aktarmaya çalışmaktadırlar . Rusya bugün sahip olduğu büyüklükte, federasyona dahil olan eyalet devletlerini zaman içerisinde elinde tutamayacağını gördükçe  daha da saldırganlaşarak eski Sovyet cumhuriyetleri üzerinden  egemenlik alanını genişletmeye öncelik verirken , aslında batı emperyalizminin savaş senaryolarına da alet olmaktadır .Batı bir anlamda Rusya’yı dolduruşa getirerek  bir üçüncü dünya savaşına doğru çekmek istemekte ve böylesine bir savaş sürecinde bu büyük ülkeyi çökerterek parçalayabilmenin arayışı içine girmektedir . Rusya’nın  dağılması ancak böylesine bir büyük savaş senaryosu ile mümkün olabileceği için  , orta dünyanın geleceğinde kurulacak   Büyük İsrail yapılanmasında  bunun içinde yer alacak  Türkiye ve İran gibi orta boy devletlerin de  direnişleri  ancak bir büyük savaş aracılığı ile önlenebilecektir . Türkiye’nin öncülüğündeki İslam devletleri ordularının Nato’nun öncülüğünde  Rusya’ya karşı kullanılması , batılıların her iki isteğinin de gerçekleşmesine yardımcı olabilecek  bir yolu açabilecektir . Rusya Suriye’de teröre karşı savaşırken savaşın bir  Müslüman-Hrıstıyan  çatışmasına dönüşmesi tıpkı Osmanlı  devleti ile Rus Çarlığının birlikte yıkılmalarına giden savaşlar dönemini yeniden başlatabilecektir . Rusya’nın kendi  büyüklüğünü  korumak için yakın çevresinde savaşlara girişmesi  aslında kendi sonunu getirecek bir çıkmaz yola  saplandığını göstermektedir .
            Rusya dünya hegemonyasına soyunarak batıyı karşısına alırken  batı merkezli bir yeni dünya düzeni kurulmasına açıkça karşı çıkmaktadır . Çin ile bir araya gelerek oluşturdukları Şangay İşbirliği Örgütü ,  gene Çin,Hindistan,Brezilya gibi üç büyük dev ülke ile bir araya gelerek kurdukları  BRİC ülkeleri  topluluğu  ile eski Sovyet Cumhuriyetlerini bir araya getirerek oluşturduğu Bağımsız Devletler Topluluğu  gibi uluslar arası yapılanmalar, aslında ABD ve Avrupa Birliği dayanışmasından ortaya çıkan  Batı  bloku yapılanmasına karşı çıkan çabaların bir sonucudur . Ayrıca kapitalist sistemin patronları ile para babalarının birlikte örgütledikleri Dünya Ekonomik Forumuna karşı gene  Çin,Hindistan ve Brezilya ile  örgütlenen Dünya Sosyal Forumu oluşumu da bir yana bırakılamayacak düzeyde önemli gelişmeler olarak yeni dünya düzeninin oluşumunda karşı insiyatifler  görünümünde öne çıkmaktadır .Rusya batıya  karşı  direnişe geçerken ,yalnız hareket etmemekte eski Sovyet cumhuriyetleri ile birlikte  bütün Asya ülkelerini ,Afrika ve  Latin Amerika devletlerini de yanına çekerek  batılı emperyalistlerin yeni bir çıkar düzeni kurmalarına karşı çıkmaktadır . Rusya’nın bu anti emperyalist tutumu  eski sosyalist dönemden kalma bir alışkanlık ile devam ederken , içine girilmiş bulunan çok kutuplu dünya da  tamamen ters bir yönde  bir Rus emperyalizmini de öne çıkarmaktadır . Batı emperyalizmi ile mücadele ederken kendi emperyalizmini örgütlemek durumunda kalan Rus devleti  , bugün gelinen noktada sürekli çelişkiler içinde bocalamaktadır . Batı emperyalizmine karşı çıkarken   G-20 ülkeleri arasında Çin,Brezilya  ve Hindistan ile birlikte yer almaktan çekinmemekte ,böylece yeni dünya düzeninin oluşturulması gibi yaşamsal öneme sahip olan bir konuyu ,batının önde gelen emperyalistlerinin  eline bırakmamaya çalışmaktadır . Daha önceleri batının zengin ülkelerini bir araya getiren G-7 grubunun zirvelerine de bir Hrıstıyan ülke olarak katılarak bu emperyal  yapıyı G-8 grubuna dönüştüren Rusya  ,bu gibi çelişkili politikaları ile  tüm emperyalistler gibi çıkarcı bir tutumun yeni temsilcisi olmuştur . Batıya meydan okuyan , batılıların emperyalist ve Siyonist girişimlerinin önünde set kurmaya çalışan Rusya , G-20 zirvesinde onlarla beraber olarak dünya ülkelerine kötü  örnek olmaktadır . Bu durumda , zengin batılı ülkeler ile bu tür zirvelerde birlikte olabilen Rusya’nın  müttefiklerine karşı dürüst davranabilmesi giderek zorlaşmaktadır .
            Yarısı Avrupa’da yarısı da Asya’da yer alan bir Avrasya ülkesi olarak  Rusya  bölünmüş bir ülkedir . Avrupalı yanı ile Asya’dan uzak , Asyalı yanı ile de Avrupa’dan uzak kalan ikili  bir jeopolitik konuma sahip bulunan Rusya , tam anlamıyla şizofrenik bir  uluslar arası politikanın takipçisi durumundadır . Tek yanlı politikalar ya da girişimlerin getirdiği bir istikrar ve düzenlilikten yoksun bulunan Rusya , ikili yönü ile uluslar arası alanda batı emperyalizmine karşı başarılı sonuçlar almaya çalışırken zaman zaman savaş senaryolarına kolaylıkla sürüklenebilmektedir . Suriye’de düşürülen uçak olayı sonrasında  hemen savaş öncesi  bir durum yaratarak sert önlemler alması ,bu durumun  açık bir göstergesidir .Rusya batıya meydan okurken , aslında batının oyununa gelmekte hem Orta Doğu ülkelerinin bölünmesine giden yolda bir alet olarak kullanılmakta hem de kendi sonunu hazırlayacak büyük bir savaş senaryosuna doğru sürüklenerek  çıkmaz yolda kaybolmanın  getirdiği  riskli işlere bulaşmaktadır . Rusya Suriye devletini kurtarayım derken  bir büyük Armageddon senaryosuna alet olma riski ile açıkça karşı karşıyadır . Geçmişten gelen ülke  büyüklüğünü elinde tutabilecek nüfus gücünden yoksun bulunan Rus devleti nin sadece  petrol ve gaz gelirleriyle bir yerlere gidemeyeceği anlaşılmıştır . Japonya ya da Güney Kore gibi  sanayi devrimini yaşamayan bir Rusya’nın dünyanın  patronu konumuna gelebilmesi mümkün değildir . Günümüzde  Çin yeni ekonomik güç olarak yükselirken , Rusya geride kalmakta  petrol ve doğal gaz gelirleriyle büyük ülkesini ayakta tutabilecek  örgütlenmelere girmektedir .Sadece askeri bir güç olarak  Rusya’nın istediği   düzeye gelerek dünyaya egemen olabilmesi  hayal olmanın ötesine gidememektedir .
            Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla ortaya çıkan yumuşama ortamında Türkiye  Osmanlı’yı yıkan Moskof düşmanlığından vaz geçerek bu komşu ülkeye yeni partner yaklaşımı içinde yönelmiştir . Osmanlı döneminde öne çıkan uzaklaşmanın yerini yakınlaşma almış ve bu doğrultuda her alanda dostluk ve ortaklık ilişkileri geliştirilmiştir . Milyonlarca turist her sene Türkiye’ye gelmiş ,binlerce Türk-Rus evliliği gerçekleşmiş , Türk ve Rus işadamları hem ortaklıklar kurmuşlar hem de iki ülkede karşılıklı yatırımlarda bulunmuşlardır . Soğuk savaş döneminde yer altından komünizm gelememiş ama  küreselleşme döneminde yer altından  hem petrol hem de  gaz gelmiştir . Batı emperyalizminin Karadeniz ve Kafkasya bölgelerine girme konusundaki ısrarlarına karşı Türk ve Rus işbirliği aracılığı ile direnilmiştir . Rusya nüfusunun üçte birini oluşturan  Türk ve Müslüman bölgeler ile Türkiye yakın ilişkilerini geliştirerek  bir anlamda iki devlet arasında yeni bir barış köprüsünün kurulmasına giden yolu açmıştır . Geri dönülmeyecek düzeyde gerçekleştirilen bu gibi olumlu gelişmeler bir yana bırakılarak yeniden eski düşman günler ortamına hiç dönülemeyeceği açıktır . İki ülkede etkin çalışmalar yapan  Siyonist lobilerin çabalarına rağmen , kıyamet senaryolarını  gündeme getirebilecek bir büyük savaşa  Türk ve Rus devletlerinin batılı emperyalistlerin oyunları ile  girişmesi beklenemez . Orta Doğu’da  İsrail yüzünden tırmandırılan savaş senaryolarının Kafkaslar ya da Karadeniz üzerinden dünyanın kuzey bölgelerine taşınması  çok gerçekçi olmayan bir senaryo olarak giderek  geride kalmaktadır . Bugün gelinen yeni aşamada bütün devletler uyanarak toparlanmaya başladığı için artık sınırları değiştirecek savaş senaryolarının  gerçekleştirilmesi  çok zordur . Rusya şizofrenik  yapısı ile istediği kadar bir Asyalı mantığı içinde  batıya karşı meydan okusun ,hiç bir zaman  emperyal savaşlarla bir yerlere gidemez . Önemli olan , batılı savaş lobilerinin  kıyamet senaryolarına da alet olmayacak çizgide bir sorumluluğu bu büyük devletin yetkililerinin gösterebilmesidir . Rusya gelecekte Şangay örgütü ve BRİC ülkeleri ile birlikte Dünya Sosyal Forumu çizgisinde bir dünya barışı için öne çıkmalı ve savaşa karşı  dünya ülkeleri ile bu doğrultuda dayanışma içine girebilmelidir .
             Rusya ,Türkiye ile savaşmak yerine  içine girilmiş olan barış ortamını sürekli kılabilmenin arayışı içinde olabilmelidir . Elli yıl Avrupa kapısında bekletilerek  dışlanan Türkiye Cumhuriyeti ile  Rusya geleceğe dönük bir Avrasya işbirliğini yeni dönemde başlatabilir . Bu  doğrultuda Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk devletleri Türkiye ve Rusya arasında yeni dönemde bir köprü olabilir . Bu bölgelerin dünyaya açılımında Türkiye ve Rusya bir rakip olmanın ötesinde  geleceğe dönük kalıcı işbirlikleri örgütlenebilir . Türk ve Rus  şirketleri  Avrasya bölgesinin gelişmesinde  daha sıkı işbirliği yürütebilirler . Ayrıca Rusya Federasyonu içinde yer alan Türk Cumhuriyetleri ile de yeni dönemde Türkiye’nin oluşturacağı karşılıklı ilişkiler iki devlet arasında soğukluğun giderilmesinde etkin olabilecektir . Türkiye ve Rusya arasında çalışan turizm firmaları iki ülke  halklarının  karşılıklı olarak birbirlerinin ülkelerini gezip görmelerini daha yoğun programlar ile geliştirebileceklerdir . Türkiye’nin bir güney ülkesi olması Rusya’nın ise bir Kuzey ülkesi olması aslında iki ülkenin etkinlikleri ve ürünleri arasında bir  tamamlayıcı etkiyi olumlu bir biçimde öne çıkarmaktadır . İki ülkenin ekonomik ve ticari ilişkilerinde bu durumdan kaynaklanan olumlu ilişkilerin hızla geliştirilmesi de ,Türk ve Rus devletleri arasında başlatılmış olan ilişkilerin daha da gelişmesine yardımcı olabilecektir . Devlet yetkililerinin ya da siyasal kadroların  başlatılmış olan olumlu ilişkileri bozmalarına, iki ülke halkı karşı çıkarak izin vermemelidir .
            Şu an  dünyaya meydan okuyan bir büyük dev konumundaki Rusya’nın bu tutumunun yeni saldırganlıklara ya da işgallere yönelmemesi için  dünya kamuoyunun da harekete geçerek  bu eski kutup başı ülke ile yeni dönemin işbirliklerini  geliştirmesinde dünya barışı açısından büyük yarar vardır . Kendi hegemonyaları için bir kıyamet senaryosu ile  üçüncü dünya savaşını gündeme getiren  savaş lobilerine karşı Rusya karşı çıkabilmeli , Birleşmiş Milletler örgütündeki üst düzey konumundan yararlanarak dünya barışı için öncü çalışmalar yapabilmelidir . Rusya’nın üçüncü dünya savaşını batı blokuna karşı başlatan karşı taraf olarak değil  ama  Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi bir büyük devlet konumunda davranması ,hem dünya barışını kurtaracak hem de savaş lobilerinin kıyamet senaryolarının önünü kapatacaktır . Düşen uçağın gölgesi Türk-Rus ilişkilerinin geleceğini olumsuz bir çizgide etkilememelidir . Dünyanın  yirmi büyük ekonomisi içinde yer alan iki büyük devletin kendi aralarında geliştireceği  sosyal ve ekonomik ilişkiler , hem  yeni bir dünya savaşını önleyecek hem de  merkezi coğrafya üzerinden geleceğe dönük kıyamet senaryolarının kesin olarak bitirilmesini sağlayacaktır . Bu aşamada her iki devlet kendi ülkelerinde etkili çalışmalar yapan emperyalist ve Siyonist lobilere karşı  ortak önlemler almak durumundadırlar . Her iki ülkenin bugünkü yönetimleri geleceğe doğru adım atarken , geçmişten gelen  olumsuzlukları  dikkate alarak hareket  etmek zorundadırlar . Rusya’nın önümüzdeki dönemde dünyaya karşı meydan okumaya devam etmesi gibi olumsuz bir durum öne çıkarsa  ,o zaman Türkiye Cumhuriyetinin de  Türk dünyası ve Türk devletleri ile bir araya gelerek ortak hareket etmesi kaçınılmaz olacaktır . Böylesine bir durumda Rusya’yı kendi içinde zor duruma düşürecek ve kendi nüfusunun üçte birini oluşturan  Türk ve Müslüman asıllı  vatandaşları ile Rus devleti ters düşmek gibi istenmeyecek  bir olumsuz duruma düşebilecektir .
            Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Atatürk bugün yaşasaydı Rusya ile savaşmazdı .Onun dış politikasının ana esası Rusya ile dostluk, İran ile ortaklık ve batılı  emperyal  ülkeler ile mesafeli  ilişkiler kurmaktır .Modern Rusya’nın kurucusu Lenin de yaşasaydı o da  Türkiye ile savaşmazdı . Lenin ve Atatürk arasında yazılan mektuplarda iki ülke halklarının emperyalizme karşı ortak bir dayanışma içinde olması gerektiği gelecek kuşaklara bir öğüt olarak bırakılmıştır . Bugün  her iki devletin yöneticileri bu gerçekleri bilerek sorumluluk içinde hareket etmek  zorundadırlar .

15 Aralık 2015 Salı

CASUS KİM, NE, NEREDE? Nurullah AYDIN

CASUS KİM, NE, NEREDE?
                                                                                                   Nurullah AYDIN
Türkiye yapay konularla meşgul edilirken casuslar cirit atarken, dünya’da neler oluyor acaba! Casusluk alanında yepyeni bir yönteme geçildi.
Casus evlere girdi
Evlerde bulunan cihazların internet aracılığıyla uzaktan okunabilmesi artık mümkün.  Web'e bağlanabilen cihazların casusluk alanında yeni bir yöntem olduğu ifade ediliyor.
Artık evlere böcek yerleştirmeksizin cihazlar ile casusluk yapılabilecek. Radyo frekansı ile de cihazların kontrolü mümkün. Dairedeki elektronik cihazlar, verici olarak kullanılabilecek.
Yeni dönemde kullanıcıların evlerindeki buzdolaplarından televizyonlara kadar birçok cihaz, CIA'ye veri gönderiyor.
Buzdolabı casus olabilir mi?
Evlerde bulunan cihazların internet aracılığıyla uzaktan "okunabilmesi" mümkün. Bu durum istihbarat merkezlerine büyük imkanlar tanımaktadır.
WEB'e bağlanabilen cihazların casusluk alanında yeni bir yöntem olduğuna belirten Petraeus’a göre; "Dünya yeni bir döneme girdi. Eve böcek yerleştirme devri bitti. Radyo frekansı ile cihazların kontrolünü sağladık. ARM'nin geliştirdiği yöntemle buzdolabı ve TV de dahil birçok ev eşyasında kullanılabilen düşük güç tüketimine sahip yongalar, CIA'in işini kolaylaştıracak. Bu durumda casusluk kolaylaşırken, içine girdiği cihazların internete girebilmesini sağlıyor. Bu da bilgilerin olduğu gibi dışarıya gidebilme ihtimalini doğuruyor.
CIA, bu sisteme geçmek için yaklaşık 4 yıldır özel bir program üzerinde çalışıyordu. 200 özel mühendisin çalışması sonucu elde edilen 'Veri Özelliği Sistemi', diğer istihbarat servisleri tarafından da incelenmeye başlandı.
ABD'den çöl ortasına dev telekulak tesisi
Dünyanın en büyük telekulak merkezi ABD'nin Utah eyaletinde inşaa ediliyor. Sadece Google aramalarını, yazışmaları değil, telefon kablolarından geçen tüm bilgileri, alışverişleri, park cezalarını, mahkeme kararlarını takip edecek
Dünya’nın en büyük telekulak merkezi
ABD'nin Utah eyaletinde çöl ortasında, her birinin geçmişi didik didik edilmiş 10 bin işçi 93 bin metrekarelik bir binanın inşaatını bitirmeye çalışıyor. ABD'nin en ünlü bilim ve teknoloji dergisi Wired, Ulusal Güvenlik Teşkilatı (NSA) tarafından 2 milyar dolara yaptırılan binayı bu ayki kapağına taşıdı. NSA'nın yeni merkezi Eylül 2013'te tamamlandığında dünyanın en büyük telekulak merkezi olacak. Öyle ki burada masasının başında oturan bir Amerikan ajanı dünyada telefon ve internet kablolarından geçen tüm bilgileri istediği gibi tarayabilecek.
Herşeye ulaşabilecekler
İstediği kişinin Google'da yaptığı aramalardan yazdığı e-posta mesajlarına, o güne kadar satın aldığı kitaplardan trafik cezalarının dökümlerine kadar her şeye ulaşabilecek. Aynı kişinin borsada alıp sattığı kağıtlar, iş anlaşmaları, yabancı bir ordudaki ve devlet dairesindeki kayıtları da bu merkezde toplanacak.
ABD'nin eski başkanı George W. Bush döneminde tohumları atılan proje insan hayatının gizliliğini ihlal ettiği için çok eleştirilmişti.
Özel şifre kırma birimi
ABD'deki tüm istihbarat birimlerine bilgi servisi yapacak merkez tüm bu bilgileri saklayabilmek için yalnızca bilgisayarlarına 2 bin 500 metrekarelik bir alan ayırdı. Buradaki bilgileri çözmek için özel şifre kırma ekipleri kurdu. Wired NSA'nın yeni merkezinde birikecek bilginin büyüklüğünü açıklamak için şu örneği verdi: Bilim insanları insanoğlunun var olduğu günden beri biriktirdiği tüm bilginin 5 extabit büyüklüğünde olduğunu düşünüyor. NSA'nun Utah'taki merkezinde "milyon exabit" anlamına gelen yottobit birimleriyle işlem yapılacak. Daha basit açıklamak gerekirse: burada biriktirilen bilgiler kağıda döküldüğünde en az 500 000 000 000 000 000 000 sayfa edecek!
Utah'ta enerjisini kendi üreten istihbarat binası 7 bin 500 kilo ağırlığındaki bir aracın, saatte 80 kilometre ile duvarlara çarpmasına karşı bile dayanıklı. Merkezin içine girebilmek için 9.7 milyon dolara inşa edilmiş özel bir lobi bölümünden geçiliyor.
Jeneratörlerin merkeze aralıksız elektrik vermeye devam edebileceği süre 3 gün.
Su kuyularının günlük pompalama ve saklama kapasitesi 6.2 milyon litre.
Bilgisayarların sıcaklığını kontrol altında tutmak için kullanılan malzeme miktarı 60 bin ton.
Türkiye’nin üniversiteleri, profesörleri, uzmanları, istihbarat örgütleri nelerle meşgul acaba!
Günün Sözü; Ünvanla makamla saygınlık kazanılmaz. Saygınlık ürettiği ile kazanılır.
26 Ekim 2015-ANKARA

11 Aralık 2015 Cuma

SAĞCI KOMÜNİSTLER Araştırmacı – Yazar SIDDIK DEMİR

SAĞCI KOMÜNİSTLER
Araştırmacı – Yazar, SIDDIK DEMİR
Edebiyatlarına bakarsanız hayran olmamanız mümkün değil. Hele biraz da uzakta ise tamam, onun bir numaralı hayranı oluverirsiniz. Sizi celbeden, belki de cesaretleridir. Dilleri yüzünden çok çilede çekmişlerdir. Hayret...
Başkalarının mükemmeliyetleri için çalışır çabalarlar. Gerçekten de çok güzel bir meziyet. Cemiyetin problemlerine kayıtsız kalmamaları onların şiarıdır. Bu mücadele içinde ne hikmettir bir kısmı kendilerini unutur.Bu kadar zor mu, edebiyatlarına yaşantılarını da uydurmak? Türlerinin ilk örneği olmadıkları kesin. Koca koca makamları işgal eden, tek otorite kabul edilenleri dahi Halifelik sıfatlarına yakışmayan bir hayatı yaşamamışlar mı? Elinde Kur’an, dilinde hadis veya ulemanın içtihatları, midesinde alkol ikilemi içinde kompozisyon çizen hünkârlarımız yok mu?Yazısını okursun mükemmel, politikacı ise nutuklarına bakarsın, ayetle söze başlar, hadisle bitirir, çok daha mükemmel. Veya bir bakarsın vatan millet, din iman dediği için kodeslerde çileler çekmiş. Dersin ki, büyük bir dava adamı, ihlâslı, imanlı, tefekkür eden, kendi nefsinde doğru yolu yakalamış ilkeli bir adam.
Uzaktan hayranlığını beyanla, yaşantısını ve hizmetini abartarak kitlelere ifade edersin. İçinde bir aşk, bir muhabbet başlar bu türden aydınlara. Bizim için avamın dava anlayışı ve mücadelesi pek örnek teşkil etmediğinden, hep şöhretli kişilerin yaşantısını hayalimizdeki gibi düşündüğümüzden dolayı hayran olmuşuzdur. Dergilerinde, kitaplarında, röportajlarında ifadeleri aynen; "Türk milliyetçileri artık dindardır, dindar olmalılardır" gibi nice ifadeleri de okudukça ayaklarımız yerden kesilir. İslam’ı yaşayan ve yaşatacak gerçek milliyetçilerden oldukları hayal edildiği için huzur duyarsın.
Dışarıdan yapılan tenkitlere karşı kapalı olup, sert cevaplarla adamların laflarını ağzında koyduğumuz çok olmuştur.
Onlar bizi affetsin!...

Kader bu, bir gün, bir bakarsın kendini onların bulunduğu mekânlarda bulursun. Ceketi düğmeli, eli pençeli olarak onların başköşeleri işgal ettiği salonlarda, sen bir dinleyici olarak ayakta veya kapı aralığında yerini alırsın.Çünkü haddini bilmek meselesidir bu... Terbiye meselesidir, kültür meselesidir bu... Saygısızlık yapamazsın. Hasbelkader aynı hizada olduğunu anladığın an, padişahların huzurunda iki büklüm edeple gerisin geri yerini alan vezirler gibi arka sıralara geçersin. Haddine mi düşmüş, senden fersah fersah her konuda ileri olan hayranınla aynı konumda bulunmak. Allah korusun, ya edepsizliği fark eder de şöyle bir rahatsızlığını belirtiverirse hiç tanımadığı sen, o zaman ölmeden önce defalarca ölürsün.Derken acemilikler geçer, kaynaşmaya başlarsın. Zahiri anlamda samimiyetin yanında, eşi dostu ve yakından tanıyanlarıyla onların çağdaş yönlerini, önce tepki göstererek, sonra hayal kırıklığıyla takip edersin. Şahit olursun her şeye...
Bu ikilem içinde yol ikidir. Ya onun gibi yaşamayı, benimsersin veya sorgulama dönemine girersin. Ömrünün büyük bir kısmını çilelerle geçiren bu insanların önemli bir kısmını bugün yakından tanıyoruz. Hemen belirteyim ki, hayran olmaya, saygı duymaya, gözünde büyütmeye değmezmiş. Eski dünyandakilere reklamını yaptığın bu kişilerin gerçek yaşantılarını gördükten sonra utanırsın utanır.
Bunlardan biri “Büyük Doğu”dan etkilenmiş bir eylem yapmış. Türkiye’yi ayağa kaldırmış, tarih olmuş. Yazdığı eserleri okuyorsun hep beni anlatıyor, dinden imandan ve milli değerlerimizden hararetle bahsediyor.Öbür yandan savunduğu davanın temel dinamiklerine, haram ve helaller noktasında hiç itina etmiyor. İşi gücü gününü gün etmek için nasıl ve kimlerin işini takip ederim de şu kadar komisyon koparırım düşüncesinde... Bu da normal... Ya gayri İslami veya gayri milli tarzı...
Bir başkası yıllardır ar namusu da içine alan ahlak kurallarını benimsemediği için komünizmle mücadele ettiği halde, bugün yine onlara küfrederken, kapısı çalınıyor. Kızının iki otuzluk flörtünü gayet normalmiş gibi içeri alıyor. Kendi misafirlerinin yanına değil de, kızının odasına kadar götürüyor. Yemek zamanı da kapıyı çalarak “Yavrular acıktınızsa yemeğinizi odanıza getireyim, siz rahatsız olmayın” gibi, davranış biçimlerini adeta milliyetçilik ve Müslümanlık adına besliyor.
Bir başkası ise, ilerlemiş yaşına rağmen ilm-i ledünden, ilahi murattan, her gelen gençlere bahsederek, onların sırtında onlarca alkollü içkilere rağmen irşada davet ediyor...
İkamet ettiği evinin bir köşesinde içki şişelerinin çokluğunda, ‘İlahi Murat’ araması ve bir garip şuursuzlukların irşat adına sergilenmesi ne kadar gülünç... Elde, kulakta, gözde, dudakta ve midede şişelerin namelerini hisseden ve hayal kuran, kana kana yudumlayan zatın dilinden düşmeyen milliyetçilik, onu geç, ledün ilmî, hakikat, marifet.
Oysa ne savundukları, ne yaşadıkları ne de eğitim anlayışları arayış içinde olan gençler için hiç cazip değil. Üstelik geri zekâlı olmadıklarını ispat edermişçesine karanlıklardan ışık beklemeyi zül kabul etmektedirler.
Yanlış sapmalar, hiç şüphesiz cehaletten kaynaklanır. 
İnsan bilmediği konuda ahkâm kesmemelidir. 
Kendi bataklığının nurlu yol olduğunu iddia etmek ise ciddi bir sapmadır. 
İşte size dilleri hariç bütün coğrafyaları komünist olan milliyetçiler.
İnsanı olgunlaştıran tenkitdir. Bu metodla ikna etmektir. Tenkitlere açık olunmazsa, tenkitleri dikkate almadan kapalı devre yaşamaya devam edilirse, hiçbir şeyden şikâyet etmeye hakkımız yoktur.
Taşrada ışığa ihtiyaç duyan aydınlarımız, lütfen balonlaştırılmış insanlara iltifat etmeyin. Bu büyüğümüz, şu ağabeyimiz, şu parti üst yönetici, şunun akademik kariyeri var, şu ise vekildir. Elbette bizden daha büyük, bizden daha çok bilgi ve görgüye sahiplerdir, diyerek kimseye, araştırmadan ram olmayın.
Işık sizlersiniz, büyük sizlersiniz, kendinizi küçük görmeyin. Büyük gördüğünüz güruhun birçoğu sizden küçüktür. Biraz komünist, biraz milliyetçi, biraz Müslüman, bayağı ahlaksız aydınları boş yere baş tacı etmeyin. İnanmış gözüken aydınların problemleri sizlerden çok daha büyüktür.
Bizden söylemesi...
Sıddık DEMİR

10 Aralık 2015 Perşembe

ERBAKAN ve ECEVİT NİYE TASVİYE EDİLDİ?... CEMAL ÇALIŞKAN

        ERBAKAN ve ECEVİT NİYE TASVİYE EDİLDİ?
 CEMAL ÇALIŞKAN
        Günümüzde AKP’ye yapması için verdikleri görevleri, Erbakan ve Ecevit’ten de yapmaları istenmişti. Onlar ülkemizi ve Orta doğudaki insanları düşünerek vermek istedikleri projede görev almayı ret ettiler. Bu nedenle onların siyasi ve devlet adamlığına son noktayı koydular. AKP lideri aşağıda söyleyeceğimiz gibi gelecekte ne olacağını, insanların namuslarına ve onurlarının ne hale geleceğini tahmin bile etmeden kabullendiler. Çünkü geçmişte devlet ve dünyadaki siyasi, geçmişleri acemiydiler. Büyük devletleri kendi ideallerini uygulamada aracı yapabileceklerini düşünüyordu. Geldiğimiz nokta düşüncelerin hayal olduğu görüldü.
        Şimdi düşünelim Irakta, Saddam dönemimi iyi bugün mü, Kaddafi dönemi mi iyi, bugünleri mi? Mısırda Müslüman Kardeşler mi, Sisi kısa zamanda onları iktidardan indirmeseydi, Oranında bir Suriye durumu olacağı kehanet olmazdı. Burada seçimle gelene haksızlık yapmıyorum. Adam gibi demokrasiye uymadıklarını söylüyorum. Bu gelinen durumdan Suriye halkı, ne de çevre ülkeler memnun oldu. Geleceği bilmeyen delinin biri, kör kuyuya bir taş attı. O taşı çıkarmaya çalışanların bazıları ölen ve namusu ve vatanı kirlenenlerle inanç ve komşuluk ve tarih bağımız komşularımız. Buraya gelen öbürleri yeni silahlarını denemek, şehvetlerini Müslüman kadınlarında tatmin eden, ellerini Müslüman kanlarıyla kirletenlerdir. Yine onlar kazanacaktır. Başta Türkiye ve çevre ülkeler kayıp edeceklerdir. 
         Erdoğan Amerika’ya gittiğinde, Yahudi lobisinin isteği olan İsrail’in güvenliği konusuna evet dediği için Yahudi nişanı verilmiştir. O günden bugüne İsrail’i açıkça eleştirmektedir. Hatta Cumhurbaşkanlarının yüzüne karşı söyleyeceği sözü de söylemiştir. 
Mavi Marmara gemisinin Filistin’e gitmesi teşvik edilmiştir. İsrail Marmara gemisi gelmesin fena yaparım demiş, aldırış yapılmamıştır. Fakat İsrail dediğini yapmış karşılık bile verilmemiştir. Yapılan her zaman ki gibi yüksek perdeden konuşmaya devam edilmiştir. İşi körükleyen ve yakınları hiçbir emeği olmadığı halde siyaseten gemiyi kullanmışlardır. İsrail devletiyle yaptıkları ticaret sonucu büyük paralar kazanmışlar, kazanmaya devam etmişlerdir.  Günahsız insanlar ise, bu gemide ölmüşlerdir. Ailelerine şehit oldukları söylenerek acıları azaltılmaya gidilmiştir. Mavi Marmara gemisi yetkilileri İsrail askerlerini mahkemeye vermişler fakat iktidar ve dış işlerinin kılı bile kıpırdamamıştır. Konuyla ilgili tazminatın lafları edilmiş arkası kesilmiştir.  Ölenlerin yakınlarına gözyaşı kalmıştır. 
         Erbakan Hoca İslamcı ve Müslüman olduğu için tasfiye edilmedi. O samimi olarak Orta doğu eş başkanlığı tuzağına karşı çıktığı için kendisine verilmek istenen Ortadoğu düzenindeki görevi kabul etmediğinden yok edilmiştir. Sağlığındaki konuşmaları bunun delilidir. Bu göreve Ecevit’e kaşı çıkmıştı. Bu yüzden adamı ne durumlara düşürdüklerini hatırlayalım. Erdoğan bu iki devlet adamının aksine küresel sistemin emrettiği Ortadoğu projesine evet dediği için kendisine bütün engeller kolayca kaldırılmış, bugün devlettin ilk sırasına oturmuştur. Bir kitapta okumuştum. Devlet bürokrasinde ve işadamlığında bir insan hızla yükseliyorsa, ya hanımı ya da kendisi bir istihbaratın emrine girmiş demektir.
       Bugün devlette görev alma tercihi ehliyet ve dürüstlükten öte, başına örttüğü örtü ve yaptığı ibadetlerdir. Yani ahirette Allah’tan alacağı sevabı AK parti 78 milyonun hakkını bunlara paylaştırarak ödüllendiriyor. Ehil olmadıkları için devletin gelişmesine katkıları olmuyor. Dindarlık siyaset tarafından dünyalığa dönüştürülmüştür. Dindarlık,  makam kazanma aracı yapılmıştır. Bu durum özellikle toplumu dindarlaşma adına,  içi boş dindarlıkla, ahlaksızlığın revaç bulmasında büyük rolü oynamıştır. Teşvik ettikleri sendikalar ve dernekler bu haksızlıkların uygulanmasında aracı görevi üstlenmişlerdir. 
        Bu iktidarın ilk yıllarını hatırlayalım, başta iş adamları, solcular, liberaller ve aydınların her birine ayrı bir değer vermişti. Ama onlara ihtiyaçları kalmayınca kullanılmış mendil gibi, bir tarafa atılmışlardır. Yüzlerini görmeye bile tahammül edilmez olmuşlar. Onların aykırı söz ve davranışlarına tahammül edemediler. Kendisini güçlü görüp onların yardıma muhtaç olmadığını anladığı anda onları yerlerinden etmiş, iktidarının zırnığı bile koklatmamıştır. Hatta iş adamlarını ağlatmaktan beter etmişlerdir.
          Devlet ihalelerini, kendi yandaşlarına vermek için kanunları bir gecede üç kere değiştirmişlerdir. Kendi yandaş memurlarının ceza alacaklarını gördüklerinde, çıkardıkları kanunlardan nasıl çark ettiklerini gördük. Bunları dillendirenleri de hapis ve soruşturmalarla engel olmuşlardır. Hasan Sabbah gibi, korkuyu egemen kılmışlardır. Bu gereksiz davranış yüzünden Suriye başımıza çok şeyler açacaktır.  Şimdide Rusya’yla uçak yüzünden sorun çıkmıştır. Bu nedenle, Batı ve Amerika’dan bağımsız siyaset üretmemiz iyice zora girmiştir. Keşke ülkemiz kendi içinde ilim irfan ve teknoloji üretimine yoğunlaşsaydı. Mültecilere aktarılan milli paramız ilim ve teknoloji üretecek Üniversitelere aktarılsaydı. Bu gelinen süreçten sadece memnun olanlar bu iktidardan nemalanan ve halkı sömürenlerdir. Kürtlerinde memnun olduğunu sanmıyorum. Halk ekmek ve aş istiyor. Ak parti halkın nabzını iyi tuttu, zaaflarını kullandı. Kan dedi, gözyaşı dedi. Aksini kimse iddia etmedi. Siyasetin gayesi elbette oyunu artırmaktır. Devlet olmadan milletin olamayacağını düşünmelidirler. Devlet konusunda akılları başlarına yeni gelmiş görünüyor ama neden sonra!

3 Aralık 2015 Perşembe

[HABER & YORUM] İslam bir dindir ideoloji değil... Doç. Dr. BEKIR ÇINAR

[HABER & YORUM]
İslâm bir Din'dir; ideoloji değil!..
Doç. Dr. BEKIR ÇINAR* 
İdeoloji kelimesi, sosyal bilimlerde en çok kullanılan fakat anlamı Türkiye özelinde en az bilinen bir kavramdır.
Bunun sebebi insanlar kendi düşüncelerinin ideoloji olduğunu reddedip başkalarının ideolojik bakış açısına sahip olduğunu kabulden kaynaklanmaktadır. Türk Dil Kurumu ideoloji kelimesini ‘siyasi veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükûmetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukukî, bilimsel, felsefî, dinî, moral, estetik düşünceler bütünü' olarak tanımlamaktadır.
İdeoloji kavramının tarihi gelişimine bakılırsa, daha çok iktidar ile ilgilidir ki, ‘egemen grupların iktidarlarını meşrulaştırmak' için kullanılmaktadır. Meşruluğu sağlayacak her türlü inanç, olgu, kavram burada ‘doğruluğu kendinden menkul' ve kendine karşı konulamayacak şekilde yeniden üretilir ve genelleştirilir. Kendisine muhalif görülen her düşünce, inanç ve yaşam tarzı aşağılanarak ötekileştirilir, etkisizleştirilir. Toplumda var olan duygu, düşünce ve inançları kendi penceresinde tekrar üreterek meşrulaştırır. Siyasi konumlarını korumak ve pekiştirmek için davranışlarını meşrulaştırmak için mitoslar ve yeni değer yargıları üretilerek hızlıca toplumda yayılması sağlanır. İdeolojilerle sağlanan taraftarlık ve aidiyet propaganda kuvvetiyle daha da müsamahasızlaşırlar ki bu ideolojiden daha çok bazı grupların lehine maddi menfaatler elde etme ve bu grupların çıkarlarını korumaya dönüşür. Bu yolla kendi iktidarını korumak için yeterli derecede meşruiyet sağlamamış ve diğerlerini de ötekileştirerek değersizleştirmiş, elinde yeterince baskı grupları toplamış iktidar ideolojiyi bir araç olarak kullanarak egemenlik alanlarını sürekli genişletirler. Bu durumu Karl Mannheim ‘İdeolojilerin egemen grubun çıkarlarını korumanın dışında bir görevi yoktur.' diyerek açıklar. Buna ek olarak da Althusser ‘Devletin ideolojik aygıtları üzerinde egemenlik kuramayan bir sınıf, devlet iktidarını koruyamaz.' diyerek iktidarı korumanın yolunun ideolojik araçlara sahip olmaktan geçtiğini gösterir. Bundan dolayı iktidarlar, demokratik siyasal sistemler dışında, muhaliflere tahammül edemezler çünkü onlar ideolojiye iktidarın egemen olmasına engel olurlar, üstün ideoloji ortaya çıkamaz. Oysa iktidarın korunması için iktidar tarafından üretilen üstün ideolojiye ihtiyaç vardır.
İSLAM İDEOLOJİK BİR ARAÇ YAPILIRSA...
 Emeviler ilk defa Müslüman topluluğu devletli bir sistemle yönetmeye başladıkları devleti kurduklarında varlıklarını sürdürebilecek bir ideolojiye ihtiyaç duydular ve İslam'ı ilk defa din kisvesinden çıkararak ideoloji elbisesine büründürdüler. Amaçları İslam'ın esaslarına göre bir devlet sistemi kurmaktan daha çok kendi iktidarlarını sürdürmekti. Onlardan sonra da Müslüman topluluklar farklı ad ve unvanlarla anılan devletler tarafından yönetildiler. Hemen hemen hepsi, gerek gördüklerinde, İslam'ı bir ideoloji olarak kullanmaktan çekinmediler. Bu durumu Sasani krallarından Ardaşir, oğlu Şapur'a ‘Kıymetli oğlum, din ve hükümet kız kardeştirler, biri diğerinin yardımı olmadan hiçbir şey yapamaz. Gerçekte din yönetimin temeli, yönetim de dini koruyan bekçidir. Temeli ve koruyucusu olmayan hiçbir şey varlığını sürdüremez dağılır.' der. Gerçekte dinin varlığını sürdürmesi için hiçbir zaman devlete ihtiyacı olmamıştır. Fakat devlet iktidarını sürdürmek isteyenler tarihte hep dini kendi çıkarları için bir ideoloji olarak kullanmışlar ve günümüzde de devam etmektedirler.
Konu İslami devlet ya da İslam devleti gibi sık sık kullanılan kavramlara getirildiğinde özellikle daha dikkatli olunması gerekir. Haşa, bazıları belki de farkında olmayarak, Hz Peygamberi (sas) ‘devlet başkanı' sıfatına uygun görmektedirler. O'nun (sas) Allah tarafından uygun görülen ‘peygamberlik' unvanını göz ardı etmektedirler. Gerçekte ise Hz Peygamber (sas) hiç devlet başkanı olmamıştır ve O'nun kurduğunu iddia ettikleri bir devlet de yoktur. Burada karıştırılan şey ‘devlet' ile ‘toplum'dur ki günümüzde hemen hemen bütün Müslümanların yaşadığı coğrafyada benzer bir durum söz konusudur. Bu durumu birisi şöyle dile getirmektedir: ‘Arap dünyasında devlet toplumla birlikte tanımlanmakta ve her ikisi de yöneticilerle birlikte anılmaktadır ki, bu yönetici diktatörlerdir. Bunların sultan ya da başkan ya da kral olması hiç önemli değildir. Mısır'ın dininin İslam olduğunu düşünemem çünkü Mısırlıların dini İslam, Hıristiyanlık ve Yahudiliktir. Burada bütün insanları temsil etmesi gereken devletin nasıl sadece bir dine indirgenebileceğini kim söylüyor? Bundan dolayı devletin dini olmaz, devletin sınırları içinde yaşayan insanların dini olur.'
İslam'ı din olmaktan çıkarıp ideoloji olarak kabul edenlere göre İslam onları siyasi, ekonomik ve sosyal davranışlarını da içine alacak şekilde yönlendirecektir. Fakat İslam'ın emrettiği gibi Müslüman olmadan, İslam'dan yukarıdakileri beklemek sadece ham hayalden başka bir şey değildir. Bundan dolayıdır ki, 1979 İran islam' devrimiyle birlikte ‘İslamcı militanlık' her yerde yükselmeye başlamıştır. Bunlardan bazıları, Sovyetler'in işgaline karşı Afganistan direnişi, Lübnan'da Hizbullah'ın çıkışı, Filistin'de Hamas intifadaları, Keşmir'de bağımsızlık hareketi, Çeçenistan'da Rusya karşıtı eylemler, Amerika'ya karşı Afganistan ve Irak'ta El Kaide terör eylemleri, Bako Haram terör eylemleri ve son zamanlardaki IŞİD terör eylemleri sayılabilir. Bütün bunların ortak özelliği Müslüman toplumlarda yaşanan siyasi ve ekonomik şartların sebebinin ‘İslam' esas alınmadan yapılan uygulamalarla Batı'nın bu ülkelerdeki siyasi ve ekonomik baskılardan kaynaklandığına dair olan inançtır. Bu durumdan kurtulmak için de ‘gerçek Müslüman' gibi yaşamak yerine İslam bir ideolojik araç olarak kullanılarak şiddet meşrulaştırılmaktadır. Bu düşüncenin temeli İslami olmadığı gibi geleceği de İslami olamaz. İslam'ı din değil de ideoloji olarak kullananlar bundan fayda sağlamaya çalışıyor. Siyasetçiler kendi ülkelerinde, terör örgütleri ise eylemleriyle farklı ülkelerde gerçek Müslümanların yaşam alanların sürekli daraltmakta adeta Müslümanca yaşanmasını zorlaştırmaktadır. Çünkü amaçları sadece kendi iktidarlarını sürdürmek.
Son söz olarak tavsiyemiz İslam bir dindir, ideoloji değildir. İslam'a ideoloji olarak bakanlar ve İslam'ı ideoloji olarak kullananlara aldanmamak Müslüman'ın şiarı olmalıdır.
*Doç. Dr., Epoka Üniversitesi, Arnavutluk. Siyaset Bilimi ve Uluslararası Terör Uzmanı
+ BİR YORUM VE KATKI:
ÖZGÜR GÜNDEM GRUP
Ozgur_Gundem@yahoogroups.com
Ben abinin yalancısıyım.
Abi böyle demiş.
Ben bu güne kadar tam tersini duydum hep.
İslam doğumunun ilk anından itibaren politik bir olgu.
İslam ahlakı, İslam tıbbı, İslam bilimi, İslam şusu, İslam busu her şeyden bahsediliyor.
Kendinden önceki her şeyi sıfırlayan, bütün yanlışları doğrultan, bütün eksikleri tamamlayan öylesine muhteşem bir şey yani.
Üstelik bunları söyleyenler büyük imamlar, kurucu imamlar.
Af edersiniz ben totomdan uydurmuyorum.
Doğrusu ben böyle olsun arzu ederdim.
İslam kişi ve ilah arasında kişisel bir sözleşme olsun isterdim.
Hiç değilse, bu şekilde zararı daha minimal olurdu.
Oraj POYRAZ

2 Aralık 2015 Çarşamba

Bülent ESİNOĞLU : Savaşın yeri Doğu Akdeniz’dir

Savaşın yeri Doğu Akdeniz’dir
Bülent ESİNOĞLU
Ukrayna’da, Amerika ve Rusya arasında, yarım kalmış konvansiyonel savaş, Doğu Akdeniz’de tamamlanacak gibi görünüyor.
Ukrayna’da kapışmak, Avrupa topraklarında kapışmak olacağından, Almanya savaşa onay vermedi.
Rus uçağının düşürülmesiyle başlayan süreç; ekonomik siyasi ve en kötüsü askeri olarak devam ediyor.
Zaten Rus uçağını Erdoğan’a düşürttüren Amerika idi. Böyle büyük bir işe, arkasında ABD olmasa, Erdoğan karar veremezdi.
İsrail hava sahasını ihlal eden, Rus uçağını düşürmemişti.
Türkiye’ye de, İsrail’e de, talimatı veren aynı merkez.
Çok sıcak bir dönemin, hızla üstümüze doğru gelmekte olduğu bu dönemde, Türkiye’nin elinde yeterli silahın olmadığı bellidir. Bilhassa savunma silahlarının olmadığı kesindir. Patriotların zaman zaman kiralandığını hatırlayalım.
Amerika müttefiki olmamıza karşın, bize silah satmaz, üretmek için teknoloji vermez. Bir başka yerden, teknoloji almamıza da müsaade etmez. Çin Füzelerinde olduğu gibi.
Batı ve Amerika, Türkiye’yi kendilerine muhtaç ve mahkûm bırakmak için Türkiye’yi silahsız bırakır. Olağan dışı bir şey olduğunda da, Türkiye’yi kullanma fırsatını fazlasıyla bulur.
Siyasi olarak Türkiye’yi Rusya’ya karşı kullanır. Allaha şükür, bizim kinimiz ve dinimiz Rusya’ya karşı çok olduğundan, hadi oğlum dediğiniz mi, iş tamamdır.
Suriye topraklarını paylaşmak, Türkiye’de konfederasyon kurmak, Büyük Kürdistan’ı oluşturmak üzere, küresel güçler Doğu Akdeniz’de kozlarını bir daha paylaşacaklardır.
Amerika sömürü alanlarını genişletmek, Suudi Arabistan ve İsrail’i güvenceye almak üzere, Doğu Akdeniz’dedir. İncirlik’tedir.
Rusya kendi enerji çıkarlarını çoğaltmak, bölgedeki varlığını kazanca çevirmek ve eğer mümkünse, ABD’nin bölgeden elde ettiği çıkarları sınırlamak için Doğu Akdeniz’dedir.
Bir savaş söz konusu olacaksa, bu savaş ne Rusya topraklarında, ne de Amerikan topraklarında olacaktır.
Aslında Amerika Rusya ile kozunu Körfez’de paylaşmak niyetindeydi. İran’ın Çin’e yakın olması, İran devletinin direnci buna müsait olmadığından, savaşın yeri şimdilik Doğu Akdeniz’dir.
Savaşın Doğu Akdeniz’de olmasının başka adı da; Batının tüm savaş bedelinin Türkiye, Irak ve Suriye’ye ödetilecek olmasıdır.
Böyle bir savaşta, Türkiye istese de istemese de, NATO müttefikliği nedeniyle, Rusya ile karşı karşıya olacaktır.
ABD’nin yanında savaşı göze almış bir Erdoğan, Türk halkının çilekeş bir yapısınınolduğunu ifade etmiş. Yani şimdiden bedeli ödeyeceğini ilan etmiş.
Kıbrıs meselesinden ötürü, ABD bize yedi yıl askeri ve sivil ambargo uygulamıştı. Biz bu ambargodan ders çıkarıp, ABD’den kopamamıştık.
Müttefikimizden ambargo görmeye alışıktık. Ancak düşmanın ambargosunun nasıl olacağını henüz bilmiyoruz.
Yaşadığımız olaylara neresinden bakarsanız bakın, hangi ideoloji ile bakarsanız bakın, Türkiye yönetilmemektedir.
Bir savaş kararının alınması; ya da barış kararının alınması hiçbir zaman Türk ulusu tarafından alınmamaktadır.
Bizim adımıza kararları, hep ABD vermektedir. Türk ulusu, kendi kaderini tayin etmede, yeterince kararlı olamamaktadır.
Kurtuluş savaşında olduğu gibi; kendi kaderine el koyduğu zaman, kendini ve yöneticilerini değiştirme fırsatını yakalamaktadır.
Belki de bu savaş süreci, Türkiye için olumlu sonuçlar doğuracaktır.
Zaten tüm alt üst oluşlarda, savaşlarla birlikte olur.

30 Kasım 2015 Pazartesi

AKP.. Hükümet programı federalizm (bölünme / parçalanma) ilanı gibi

AKP.. Hükümet programı federalizm ilânı gibi...
Salim Yavaşoğlu – FatihErboz
Ahmet Davutoğlu, başkanlık sistemini savunurken, İngiliz ajanı Prens Sabahattin’in “Ademimerkeziyet” projesine sarıldı
Meclis’te ilan etti!
Davutoğlu, TBMM’ye sunduğu programda, “Toplumsal farklılıkların siyasal temsilinin sağlandığı, ademimerkeziyetçi sistemin güçlendirildiği, karar alma süreçlerinin hızlandığı yeni bir siyasal sisteme geçebiliriz” açıklamasıyla federalizmi Meclis’e taşındı.
107 yıldır gündemde
Davutoğlu’nun okuduğu hükümet programında, İngiliz ajanı Prens Sabahattin’in 107 yıllık rüyası, Oslo Görüşmeleri ve 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatı’nda açıklanan “ademimerkeziyetçi anayasa” vurgusu yapması büyük tepkilere neden oldu.
Türkiye parçalanır !...

YP Lideri Tantan, Davutoğlu’nun açıklamasıyla bölünmeye zemin hazırlayacak siyasi oluşum sürecinin ilan edildiğini söyledi. Yargıtay Onursal Başsavcısı Kanadoğlu da, “Etnik temeller üzerine bölünme yolunu açtığınızda ülke sıkıntıya girer” dedi.
Hükümet programı federalizm ilanı gibi
Tantan, Başbakan Davutoğlu’nun sunduğu programla, rejimin değişikliği ve ülkenin parçalanmasına zemin hazırlayacak yeni siyasi oluşum sürecinin ilan edildiğini söyledi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun okuduğu hükümet programında, İngiliz ajanı Prens Sabahattin’in 107 yıllık rüyası, Oslo Görüşmeleri ve 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatı’nda açıklanan “ademimerkeziyetçi anayasa” vurgusu yapması büyük tepkilere neden oldu. Yurt Partisi Genel Başkanı Sadettin Tantan, Davutoğlu’nun, “Toplumsal farklılıkların siyasal temsilinin sağlandığı, ademimerkeziyetçi bir idare sisteminin güçlendirildiği, karar alma süreçlerinin hızlandığı yeni bir siyasal sisteme geçebiliriz. Türkiye için “Başkanlık sisteminin daha uygun bir yönetim modeli olduğuna inanıyoruz” sözlerini “rejim değişikliği” olarak değerlendirdi.
Türkiye parçalanıyor
Tantan, Davutoğlu’nun açıkladığı hükümet programı ile “Türkiye’nin parçalanmasına zemin hazırlanacak, yeni bir siyasi oluşumun inşa sürecinin başlatılacağı ilan edilmiştir” dedi. “Türkiye’nin ulus devlet kimliğini ortadan kaldırıyor” diyen Tantan, şöyle konuştu: “Federal bir yapıyı işaret ediyor. Yani AKP iktidarının 13-14 yıldan bu yana alt kimlik, üst kimlik tartışmasıyla ortaya koyduğu Türkiye’de Türk kimliğini ortadan kaldırarak yeni bir siyasi oluşumu hayata geçirmeyi ifade ediyor. Türkiye’de rejim değişiyor artık. Anayasa ile mevcut Türk siyasi rejimini değiştiriyor. Parlamenter rejimi kaldırıyor. Başkanlık sistemini getiriyor.
NATO menfaatleri
Bu hükümetin programının AKP’nin bugüne kadar yaptığı yanlışların üzerini örtmek amaçlı olduğunu kaydeden Tantan, şöyle dedi:  “Özellikle Kürt sorunu adı altında Türkiye’nin parçalanmasına da olanak sağlamak. Çünkü, Türkiye BOP kapsamı içerisinde boşlukta olan bir ülke. Davutoğlu, ‘Ademimerkeziyetçi bir idare sisteminin güçlendirildiği’ ifadesiyle açık şekilde federal yapıya geçmek istediklerini belirtiyor. Zaten AKP’nin çözüm süreci diye masaya oturtulmasının altındaki yatan neden bu.
Ajanın rüyası
“Ülke yönetiminde görev ve yetkilerin merkezî hükümet tarafından yerel ya da bölgesel yönetim birimlerine verilmesi” anlamına gelen adem-i merkeziyetçilik, 1908 yılında İngiliz ajanı Prens Sabahattin tarafından ülke gündemine sokuldu. Cumhuriyet Türkiyesinde Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Kenan Evren’le yaşatılan bu ihanet projesinin yapı taşları AKP iktidarı tarafından döşendi. Oslo görüşmelerinde, Kandil-İmralı-HDP ve AKP tarafından kayda alındı. Son olarak da 28 Şubat’ta AKP iktidarı tarafından 10 madde halinde dünyaya ilan edildi. Türkiye’nin üniter yapısına bomba koyan bu bildiride, “Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na atıfla yerelde ’Demokratik Özerklik’adı altında özyönetim modellerinin geliştirilmesi, özerklik kısaca federalizm” de yer aldı.
İfadeler açık değil istenen yere çekilir
Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, “Toplumsal farklılıkların siyasal temsilinin sağlandığı, ademimerkeziyetçi bir yönetim” vurgusu için, “Bu ifadeler açık değil. İsteyen istediği yere çekebilir” dedi. Davutoğlu’nun konuşmasının yeni bir sisteme işaret gibi algılanamayacağını belirten Kanadoğlu, şöyle dedi: “Yani karnında ne var bilemezsin ki. Çeşitli yorumlara yol açacak biçimde kapalı konuşursanız böyle olur. Bu ifadeler açık bir ifade değil. İsteyen istediği yere çekebilir. Aslında sıkıştığı yerde de kendisine kaçacağı bir kapı bırakmak için bu şekilde konuşuluyor. Yanlış işler tabii söylenebilecek bu. Muğlâk ifadeler. Ondan sonra kendi sözüyle bir yere sıkıştığında ben onu demek istemedim imkânını sağlıyor kendine. Zaten etnik, dinsel temeller üzerine bölünme yolunu açtığınız anda zaten ülke bütün sıkıntılara buradan giriyoruz. İşin bir yönü de bu.”
İçeriği anlaşılamıyor
CHP Eskişehir Milletvekili Gaye Usluer, Başbakan Davutoğlu’nun konuşmasının içeriğinin tam olarak anlaşılmadığını söyledi. Davutoğlu’nun muğlak ifadeler kullandığını kaydeden Usluer, şöyle konuştu: “Adem-i merkeziyetçi bir modelden bahsettiklerinde benim aklıma gelen Amerikanvari bir Başkanlık sistemidir. Yerel yönetimlerin biraz daha bağımsız olduğu belki de bir eyalet sisteminden bahsedebiliriz. Ancak programın tamamı son derece muğlâktır. Hedefe ulaşmanın yolu yöntemi, inceliklerin içinde olmadığı bir programdır.”
İhanet yolunun taşları nasıl döşendi
AKP iktidarının eyaletleşme taahhüdünün ilk harcı 2006’da AB’nin katkılarıyla kurulan Bölge İstinaf Mahkemeleri ile Diyarbakır’da atıldı. Avrupa’nın, Osmanlı’ya dayattığı federalizm, AKP tarafından “Kalkınma Ajansları” adı altında uygulamaya konuldu, Türkiye bölgelere bölündü. Dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin, 2010’da, müsteşarı, genel müdürler ve daire başkanları ile ABD’ye gidip, eyalet sistemini inceledi. Daha sonra ardı ardına kaymakamlar, valiler ABD’ye giderek eyalet sistemi stajı gördü. 2012’de bölgelerde ağır ceza mahkemesi kuruldu, Büyükşehir Yasası yürürlüğe girerek eyaletin aşamaları devreye sokuldu. Geçen sene ise okul müdürleri, yardımcıları ve eğitimle ilgili kurum yöneticilerinin tamamının, Ankara yerine bulundukları illerin valileri tarafından atanması yönünde yönetmelik hazırlandı. Ayrıca Türkiye’de 7 bölgede “Dini Yüksek İhtisas Merkezi” kuruldu. Böylece, din işleri gibi toplumları birleştirmeye yönelik çok önemli bir konu da yerel makamlara devredildi. Son olarak Dolmabahçe’de Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile HDP’liler mutabakata varmıştı. Ancak seçim yenilgisi bunların rafa kaldırılmasına neden olmuştu. Artık seçim bitti, bundan sonra sıra Oslo ve Dolmabahçe’de verilen sözlerin yerine getirilmesine geldi. Bu çerçevede son olarak  6 yeni bölge adliye mahkemesi, 28 de bölge idare mahkemesi kuruldu. Yargı çevreleri de belirlenen yeni bölge mahkemeleri 20 Temmuz’da göreve başlayacak. (TURKISHFORUM) 
Salim Yavaşoğlu – FatihErboz-

24 Kasım 2015 Salı

VAY KAHRAMAN BAŞKAN VAY !..., Ahmet Kılıçaslan Aytar

VAY KAHRAMAN BAŞKAN
Ahmet Kılıçaslan Aytar
Öğrenci ve İşçi örgütlerinin emperyalizm ve sömürüye karşı 6.Filo'yu protesto için Beyazıt Meydanı'nda düzenlediği mitingde ben de vardım.
69 Şubat'ıydı ve birkaç günden beri İslamcı basın, Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ve Komünizmle Mücadele Derneği kışkırtıcı yayınlar, toplantılar yapıyordu.
*
Bilhassa Mehmet Şevki Eygi "Bilmiş olunuz ki, büyük fırtına patlamak üzeredir. Müslümanlar ile kızıl kafirler arasında topyekun savaş kaçınılmaz hale gelmiştir. Derhal silahlan. İslam'da askerlik ve cihad ihtiyari değildir, mecburidir. Allah ve ona kulluk borcunun içinde cihad farizasının da bulunduğunu bir an bile unutma. İnşallah kızıl kafirlerin, Deccal uşağı dinsizlerin tepelerine birer intihar uçağı gibi ineceğiz" yollu yazıları,
Komünizmle Mücadele Derneği Başkanı İlhan Darendelioğlu'nun kışkırtmalarıyla karşı gösteri için düğmeye basılmış, Müslümanlar sola karşı ayaklanmaya çağırılmıştı...
*
Taksim'e doğru yürüyüşe geçmek üzere Beyazıt'ta toplanılırken, sağ görüşlü militanlar bizden önce Taksim'deydi.
Dolmabahçe'ye geldiğimizde, cihad namazı kılmış ve kollarına mavi kurdela bağlı kişiler üzerimize taşlar ve sopalarla saldırdı, iki kişi öldü ve yüzlerce kişi yaralandı.
"Kanlı Pazar" yaşandı.
MTTB memleketin kurtarılması için solculara gereken dersin verilmesinin kararında başarı sağlamıştı.
*
Bugün TBMM Başkanı olan İsmail Kahraman, o gün MTTB'nin tepe yöneticisiydi.
İ.Kahraman aynı zamanda amacı "üniversite ve üniversite dışında İslamcı öğrencilerin güvenliğinin sağlanması ve eylemlerin daha etkinleştirilmesi " olan Kırklar Komitesi'nin de yöneticisiydi.
Kırklar Komitesi, solculara ve komünistlere karşı eylemler uyguluyor, sonra bunların tümünü bir güzel MHP'lilerin üstüne yıkıyordu...
*
Oooo, kimler yoktu ki?
AKP'nin çekirdeğini oluşturan Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Numan Kurtulmuş, Bülent Arınç, Cemil Çiçek, Mehmet Ali Şahin, Kadir Topbaş, Beşir Atalay, Abdülkadir Aksu, Ali Coşkun, Hüseyin Çelik,Taner Yıldız, Abdurahman Dilipak, Necati Çetinkaya hepsi MTTB'liydi ki; bugün Türkiye'yi yönetiyorlar...
*
Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan, 70'li yıllarda Müslüman Kardeşler'in Dünya Müslüman Gençlik Teşkilatı (WAMY) üyesiydi.
İslamcı hareketlere soyunan herkes önce WAMY'nin ince bir ayarından geçiyordu.
Suudi Arabistan finansmanı kullanılıyor ve değişik ülkelerde islamcı hareketlerin liderliğine soyunacak isimler birbirlerine tanıştırılıyor ve kaynaştırılıyordu...
*
Bu noktada Amerikan Council of Foreign Relations -Dış İlişkiler Komitesi (CFR) ve Bilderberg gibi örgütlerin İslam Birliği'nin global askeri, politik, ekonomik ve kültürel planlamalarını yaptığı,
Sonuçta bu kanaldan Müslüman toplumları her noktasından yalama ederek İsrail'in itikadi hedeflerine yol açtığı hizmetleri de anmak gerekiyor.
Bu merkezlerin stratejilerinden yükselen İslam Birliği'nin yapısını ise Suudi sermayesinin en büyük örgütü olan ve Vahhabi cemaat ve tarikat holdinglerinden oluşan İslam Dünya Birliği-RABITA "Rabitat-ül Alem-ül İslam" oluşturuyor ki;
Amacı Müslüman ülke rejimlerinin "İslâmcı" kurallara göre olmasını sağlamak, çeşitli ülkelerden yetiştirilen İslâmcı misyonerleri ile İslam Birliğini kurmak ve korumaktır.
*
Vahhabilik Suudi Arabistan'ın, İran'ın Şii hilaliyle yayılma stratejisine karşı kullandığı önleyici doktrindir.
Şiiliğin bulunduğu her yerde Vahhabiliğin geliştirerek hem etki alanını arttırmayı, hem de Şiiliğin yayılmasına karşı kalkan oluşturmayı hedefliyor.
*
Avrupa'daki sosyal sermaye ise Avrupa İslami Örgütler Federasyonu, Europe Trust, Hikmet Bilim Dostluk ve Yardımlaşma Derneği, Filistin Dayanışma Derneği, İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği ve Türkiye Gönüllü Teşekkülleri Vakfı vasıtasıyla sağlanıyor.
Bu noktalardan bir çağrı Almanya'da, Fransa, Belçika ve her yerde onbinlerce kişinin toplanmasına ya da kimilerin kendilerine verilen muhtelif görevleri yerine getirmesine yetiyor...
*
Rabıta; Türkiye'ye MTBB, Komünizm ile Mücadele Dernekleri, Din Adamı Yetiştirme Dernekleri, İlim Yayma Cemiyetleri ile girmiştir.
12 Eylül 1980 askeri darbesi, Suudi Arabistan ve ABD finansmanı kullanan Rabıta kuruluşuna muazzam bir özgürlük vermiş,
Giderek manevi değerlerin piyasalaşmasıyla, amacı üyelerinin toplumsal ve ekonomik gelişmelerini şeriata göre geliştirmek olan İslami Kalkınma Bankası önderliği ve desteğinde İslamcılığa devşirilenlerin hizmeti,
Ve Müslüman Kardeşler Örgütü vasıtasıyla Necmeddin Erbakan'ın Milli Nizam Partisi'nin kuruluşundan başlayarak AKP'de siyasal örgütlülük sağlanmıştır...
*
ABD'nin küresel serbest piyasalar adına önce Türkiye'de, sonra Arap Baharıyla Tunus, Libya, Mısır'da ve diğer İslam ülkelerinde milli gelir ve reel hayat arasında oluşmuş derin uçurumda halkların tepkisini yönlendirmede işbu kadrolar ile iş çevirmiştir.
*
Hepsi, yüzyıllık köhne yargıları ve iktidar olmak hırslarından yakalanan ve kendi sivil toplum örgütleri, sendikaları,medyası ve anında harekete geçebilecek kamuoyu oluşturma mekanizmalarıyla islamcı burjuvazi ve sermaye birikimi oluşturmak,
Bu suretle,küresel pazar ekonomisine entegre olabilmek karşılığında bölgenin her türlü güvenliğinin sağlanması eşitliği üzerinden bulundukları devlet rejimlerinin yeniden yapılandırılmasına hizmet etmiştir.
*
ABD'nin Türkiye ve Arap ülkelerinde elinden tuttuğu bu siyasi ve sivil toplum kuruluşlarının felsefesi ve öğretisi hep aynıdır.
Hepsi, "Allah İslam'ı tüm beşeriyete vahiy eylemiş, beşeriyet bu sayede insanın insana kulluğundan kurtulma imkanı bulmuştur.
Çağdaş sosyopolitik etmenlerle beslenen İslam tarihinin ışığında müminler, kendi sorunlarını ancak devrimci İslami diriliş, yani şeriatın tesisi aracılığıyla oluşacak ve onunla başarı şansı bulacak bir İslami ideoloji oluşturmak suretiyle kendi sorunlarını çözebileceklerdir" esasına dayanıyor, ilerici ve ulusalcı güçlere karşı duruyorlar.
*
Bu çerçevede küresel İslamın savaşan örgütlü gücünü, sponsorluğunu Katar'da El-Hayriye örgütünün yaptığı Vahhabi/ El Kaide örgütü oluşturuyor ki, yıllardır AKP desteği ile Türkiye'de faaliyettedir, Suriye'nin altını üstüne getiriyorlar.
Önce Afganistan, Pakistan, Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde ideolojik-dini eğitim alan gençlerin dini inançları İslamcı Cihad olgusuyla istismar ediliyor.
Sonra Vahhabi örgütler tarafından El Kaide bünyesinde savaştırılmak üzere Pakistan'ın Kuzey Veziristan eyaletine gönderiliyor,burada 45 günlük askeri eğitime tabi tutulduktan sonra Vahhabi politik hareketin birer militanı olarak ülkelerine dönüyorlar.
Türkiye'de Konya, Kayseri, Adana, Antalya,İzmir, İstanbul, Ankara, Mersin, Hatay, Manisa, Bursa, Kocaeli, Trabzon'da,Urfa,Gaziantep'te yoğun olarak örgütlenilmiş ve ciddi bir toplumsal güç haline gelmişlerdir.
Talep edildiğinde El Kaide,Taliban,Müslüman Kardeşler, El Nusra, IŞİD gibi adlarla Türkiye,Suriye, Tunus, Libya, Suudi Arabistan, Cezayir, Mısır, Ürdün, Çeçenistan'da, ABD ve Avrupa'da İslamcılık adına savaşıyorlar...
*
13 Nisan 1994'te Necmeddin Erdoğan Refah Partisi Meclis Grubunda yaptığı konuşmada "Türkiye'nin şu anda bir şeye karar vermesi lazım. Refah Partisi adil düzen getirecek.Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı olacak, kanlı mı olacak, kansız mı olacak, bu kesin şart. Altmış milyon buna karar verecek" diyordu.
*
Bugün dünya, İslamcılığa devşirilenlerin elinde kana bulanmıştır.
Ama Gazi TBMM'nin Başkanı İsmail Kahraman'dır...
24.11.2015