BAŞARI UFAK, ÖDÜLLER BÜYÜK
CEMAL ÇALIŞKAN
Türk insanı bir zamanlar, bizden
bir şey olmaz derdi. Bu fikir zihinlerde meşrutiyetten itibaren nasırlaşmıştı.
Atatürk “Bir Türk dünyaya bedel” sözünü bu sabit fikri Türk insanının zihninden
yıkmak için söylemişti. Ayrıca “ Yurtta sulh, dünyada sulh sözünü” de içerde
barış yapılmadan dışarıdaki barışa ülkenin katkısı olmayacağını vurgulamak için söylemişti. Bazıları bu sözlerin felsefi
derinliğini incelemeden dudak bükerek küçümsediğini biliyoruz. Bazıları Atatürk
tarafından söylediği için bu sözleri küçümserler, anlamadan karşı olmayı birer marifet sayarlar.
Günümüzde Kürt sorunuyla birlikte içerde sulhun ne kadar zaruri olduğu daha iyi
anlaşılmıştır. Bu sorunu çözmeden Türk devleti önünü nasıl görecektir? Dünya
barışı, Osmanlı gibi dış dünyaya kapalı olmakla, ilgilenmemek sağlanamaz
Yazımın başında ifade ettiğim
gibi Türk devleti, milletler arası yarışmalarda tarihiyle uygun düşen hiçbir
başarı gösterememiştir. Arada bir başarı gösterenlere gösterdikleri başarılarının
çok üstünde ödüller vermekle, sporcuları şımarttıkları için ayni başarıyı o
sporcular devam ettirememişlerdir. Başarı yerine başarısızlığı seçmişlerdir. Aldıkları
maddi ödüllerle adamların yedi sülalesini doyuracak kadar paraya boğarsanız, başarısızlıktan
başka nasıl bir sonuç bekleyeceksiniz?
AKP’nin ilk dönemlerinde milli
sporcular az bir başarılarına karşı, büyük ödüllerin verilmesi, sonraki başarılarına
ket vurmuştur. Öncelikle bu insanlara maddiyattan önce maneviyatlar verilmiş olsaydı,
başarılar devam ederdi. Örnek olarak İsimlerini okullara, şehirdeki parklara
caddelere vermek bir başka türlü ödül olabilirdi. Çünkü spor sadece
maneviyatsızca parayla olacak ve yaşatılacak meslekler olmaz. Türk toplumu
kadar ufak bir olayı büyüten, küçük bir başarıyı deve yapan bir başka ülke ve
millete rastlanmaz.
Türkiye her türlü dalda emek
vererek büyüttüğü insanları, takip edip koruyamadığından elimizden kaybolup
gitmektedir. Günden güne büyüttüklerimiz küçülmekteler. Çünkü büyüklüğün ahlaki
kültürel ve hazım edilmiş bir alt yapıya sahip olmamışız. Bizden pireyi deve
yapmada, bizden olmayan develeri de bit yapmada üzerimizde kimse bulunmaz. Bu ahlaki
alt yapı tarihi birikimimize rağmen yoktur. Bazısı tarihi birikimi inkârda, bir
takımı da bu birikimi ilahlaştırmakta yarış halindedir. Birikimi insanlar ve
toplumlar realiteye göre kendileri ayarlarlar. İfrat ve tefrit yapılıyor. İtidale,
orta yola kimse girmiyor.
Türkiye’den başka ülkelerde, hangi dalda
başarılı olmuşsa insanlar, o başarıyı öncelikle sürdürmesi için tedbirler almışlardır.
Başarılı oldu diye, egosu ve yedi ceddi zengin edilmez. Bunun aksini yapan
devletimiz, daha sonra bu insanların arkasını aramazlar. Devletimiz anlarla
uğraşmakta, adeta devlet gibi değil, fani insan gibi yaşamakta ve yapmaktadır.
Dün başarılı ve güzel ahlaklı olanlar, ertesi gün de ahlaksız ve şerefsiz
olarak yansıtılmakta yerin dibe batırılmaktadır. Böylesi tutarsızlıklar her
yerde kol geziyor. Bir insanı yermek ve
övmek için peygamberimiz “ Bir insan hakkında şahadet edebilmek için o kişiyle:
Ya alış veriş yapacaksın, ya komşuluk yapacaksın ya da yolculuk yapacaksın”
buyurmuştur. Bunlardan hiç birini yapmayan insan, başka birinin iyi veya kötü
olduğu konusunda söz etmemesi gerekirken nerdeyse bazısını “cennete” bazısını
“cehenneme” koymaya can atıp karar veriyor. Kendisini ilah yerine koyuyor. Bu konuda
söz söylemesi ne kadar doğru oluyor? Düşman olduğun kişiyle yarın dost, dost
olduğunla da düşman olma olasılığı her zaman mümkündür. Efendimizin buyurduğu
gibi övgüde ve yergide ölçüyü kaçırmamalıyız.
Bizler 1876–1839 Meşrutiyet -Tanzimat ve
Cumhuriyetin ilanıyla birçok değişimleri yaşadık. Avrupalı olabilmek için de değişimleri sürekli
hale getirdik. Fakat kafa ve zihinlerimizi bir türlü değişime tabi tutamadık. Bütün
bunları, eski alışkanlıklarımızdan kurtulup olayları sorgulayıp akıl
süzgecinden geçirme, anladıklarımızı eleştirme süzgecinden geçirme seviyesine ve
düşüncesini ulaşamadık. Peki, aşağı yukarı bu değişim başlayalı iki yüz yıla
yakın bir zaman geçti. Bu konuda bir arpa boyu yol alamamışız. Hala eski menfaat
ve tembellik alışkanlıklarımızdan kendimizi kurtarabilmiş değiliz. Niçin ilim
sahiplerine ve toplumdaki hayır sahiplerine sırf bizden olmadıkları için
saygısızlık yapıp düşmanlık göstermekteyiz? Türk basını da eften püften
bedensel güzelliğine sahip olanları büyütülerek öne çıkarmaktadır? Demek ki
basın, göz nuru döken, alın teri döken
ülkesi ve insanlık adına bir şeyler üreten ilim sahiplerine değil, sanatsal
adına olanları öne çıkarıyor. Siyaset kaliteli insanlara değil, oy getirisi olanlara
sahip çıkmıştır. Rahmetli Atatürk ise, kalitesi ve ülkeye getirisi olanlara
sahip çıkmıştır.
Son olarak kömür kazasında vefat
edenler aklıma, önceki yıllarda Genel Kurmayın üç aylık” acemi askerleri dağda
PKK haydutlarının karşısına gönderip de pisipisine şehit edilmesini hatırladım.
Bütün bu yapılanlar ceza müeyyideleri olmadığı için basında yazılıp çizilenleri
Genel Kurmay gündemine almadı. Gençlerimiz haydutların namlularına hedef
edildi. Aynen bunun gibi Kömürlerde çalışanlarda hiçbir eğitim görmeden bu
tehlikeli çalışma ortamlarına sürüldüler. Ölenler öldükleriyle kaldı. Her şey
unutuldu. Soma kazasıyla birlikte baskılar artınca nerdeyse, İktidar bütün
dinin müjdelerini ve ülkenin kaynaklarını oraya aktarma çalışmalarını duyurmaya
başladı. Peki, önden ölenlerin hakları ne olacak. Dinimiz haktan ve adaletten
ayrılanları “ZALİMLEROLARAK” İSİMLENDİRİYOR. Zalim olmak isteyenler hakları
olmayanlara ülke kaynaklarını aktarmaya devam etsinler. Allah bir daha milletimizin başına böylesi
kazaları getirmesin.