MUSTAFA ÖNSEL
Yıl 2002.
Günlerden Temmuz’un 24’ü. Tesadüf ya, tam da Türkiye’nin tapu senedi kabul
edilen veABD’nin imza koymadığı Lozan Antlaşmasının yıl dönümü.
Amerikalı askerler Nevada çölünde bir tatbikat yapıyor. Adı Milennium Challenge-2002. Türkçesi "Bin yılın meydan okuması." Allah Allah bu Amerikalılar kime meydan okuyor acaba diyorsunuz haliyle.
Amerikalı askerler Nevada çölünde bir tatbikat yapıyor. Adı Milennium Challenge-2002. Türkçesi "Bin yılın meydan okuması." Allah Allah bu Amerikalılar kime meydan okuyor acaba diyorsunuz haliyle.
Tam 13 bin
500 personel katılıyor, üç hafta sürüyor bu tatbikat. ABD tarihinin
en büyük tatbikatı aynı zamanda. Pek çok NATO ülkesi davetli. Ancak NATO’nun
en büyük ordularından birine sahip Türkiye davet edilmemiş.
Her tatbikatta
malum bir senaryo vardır. Senaryoda da haliyle mutlaka hedef olarak bir düşman
bulunur. Onun üzerinden yazılan senaryoya göre de tatbikat gerçekleştirilir.
Böylesi iddialı
bir isimle gerçekleştirilen tatbikatta hedef kim diye merak ediyor insan
gerçekten.
O zaman en
özetinden senaryodan bahsedelim de hedef neresi, düşman olarak kim hedef
alınmış tatbikatta, görelim-tahmin edelim-.
Tatbikattaki
hedef ülke, iki kıtada konuşlu bir ülke. Bu anlamda bir takım denizyollarını
kontrol ediyor. Akdeniz’de bir ada ülkesiyle sorunları var bu ülkenin. Ayrıca
söz konusu hedef ülkede azınlık unsurlar da yaşamaktadır.
Senaryo, söz
konusu hedef ülkede meydana gelen çok yıkıcı bir depremle başlar. Bu arada
depremle eş zamanlı olarak Uluslararası bir mahkeme, ülkenin sınırlarıyla
ilgili ve çıkarlarına ters bir karar alır. Bu arada da sorun olan ada
devletiyle ilgili uluslararası güçler, hedef ülkeye çözüm önerir.
Zor durumda olan
siyasiler öneriyi kabul etmek zorunda kalır. Bunun üzerine askerler yönetime el
koyup ülkede otoriter bir yönetim kurarlar. Sonrasında ada devletini ablukaya
alırlar ve ABD askerleri, 96 saat içerisinde söz konusu
ülkeye müdahale eder (işgal).
Nasıl?
Beğendiniz mi senaryoyu?
Bu ülke dünyada
sizce hangi ülkeye benziyor? Dünyada iki kıtada toprağı olan kaç ülke var? Bu
tatbikat kime karşı?
***
Yıl 2009.
Soğuk bir Aralık ayı. Yer Ankara’nın modern semtlerinden Çukurambar.
Ergenekon
operasyonları bütün hışmıyla devam etmektedir. Bu arada Poyrazköy soruşturması
da başlamıştır.
Emekli olanların
dışında pek çok muvazzaf asker de tutuklanmıştır.
Askerin medya
üzerinden linç edildiği günlerdir. Askere vurmanın prim yaptığı zamanlardır.
Polis ve
Yargıdaki Fetullahçı çete mensupları, iktidarın siyasi desteğiyle o kadar rahat
ve pervasız hareket etmektedirler ki…
Bir albay ve bir
yarbay. İkisi de Özel Kuvvetler Komutanlığı bünyesinde bulunan Seferberlik
Tetkik Kurulu’ndan. Çeşitli faaliyetlerinden şüphelenilen bir albayı takip için
görevlendiriliyorlar. Takip edilecek albay Çukurambar’dadır. İkisi de sivil
kıyafetli olarak Çukurambar’a giderler.
Fakat o da ne?
Aniden polisler belirir yanlarında ve ne yapıyorsunuz demeden çullanırlar
üzerlerine. Ciddi bir boğuşma yaşanır. Bu arada polislerden biri Arınç’ın
evinin krokisini albay olanın cebine sokuşturur.
Arınç da
Çukurambar sakinlerindendir…
İşte bu olaydan "Arınç’a
suikast" soruşturması çıkartılır ve iki subay gözaltına alınır.
Fetullahçı çete
aldığı siyasi desteğin gücüyle bu tür kumpas kurgularını yapmakta gerçekten
ustalaşmıştır. Tabi bunda hiçbir ahlaki ve vicdani kaygı taşımamalarının da
katkısı büyüktür.
İki subayın
görev yaptıkları birim çok kritik bir yerdir. Çok gizli bilgiler içeren
belgelerin bulunduğu kozmik oda, bu birimde yani Seferberlik Tetkik Kurulu
bünyesinde bulunmaktadır.
Arınç suikastı
bahanedir tabi. Amaç, orada görevli iki subay üzerinden kozmik odaya girmektir.
Ve bir hâkim
marifetiyle kozmik odaya girilir. Şart, oradan hiçbir belge dışarıya
çıkartılmayacaktır. Güya orada suikast planları aranacaktır.
Hâkimin ismi
Kadir Kayan’dır. İlginç bir tesadüf, Kadir Kayan sonraki yıllarda amiral olacak
olan Deniz Kurmay Albay Tezcan Kızılelma’nın da eniştesidir.
Hâkim Kadir
Kayan, tam 26 gün inceleme yapar kozmik odada. Notlar alır.
Hangi notları
aldı Kadir Kayan bilmiyoruz…
Bildiğimiz öyle
suikast planları filan yoktur orada. Ama Türk ulusuna suikast hazırlığı içinde
olanların çok işine gelecek "şeyler" vardır.
O "şeyler",
bir işgal sırasında, düşmanın geri bölgesinde direnişi örgütlemek için eğitim
almış, barış zamanı an itibarıyla normal işinde gücünde olan ama esnaf, ama
köylü, ama memur vb. çeşitli meslek sahibi insanların isim listeleridir…
"Mikroplar", "akyuvarlarımızı" tespit
etmeye çalışmaktadır anlayacağınız…
"Akyuvarların" kimlerden
oluştuğunu, en üst düzey komutanlar dahi bilmez. Merak da etmezler. Peki,
bunları kimler merak eder?
Kişisel merak
olmayacağı açıktır. Bu merak sahipleri kimlerse, çok açık ki, Türkiye’yi işgali
düşünüyorlar demektir.
Sonra mı?
Aslında işgal durumunda, direnişi örgütleyecek bu kişilerin listesi bir harici
bellekte bulunmaktadır.
Söz konusu
harici belleği Kadir Kayan mevzuat gereği dışarı çıkartamaz. Harici bellek, bir
kasaya kaldırılır ve mühürlenir. Operasyon tam başarılı olamamıştır.
Kadir Kayan bu
olaydan sonra Yargıtay’a seçilir. 2010 HSYK tarafından adeta
ödüllendirilmiştir.
Yıl 2013.
Sürdürülen kumpas davaları sonucu ayarlarıyla oynanan Türk Genelkurmayının adli
müşaviri, daha sonra Fetullahçı çete mensubu olduğu anlaşılacak olan Yarbay
Muharrem Köse olmuştur.
Ankara’da da
özel yetkili bir savcı vardır: Mustafa Bilgili.
Köse ile
Bilgili’nin arasından su sızmamaktadır. Pek çok kişi onları baş başa samimi bir
biçimde konuşurken görmüştür.
Bir gün savcı
Bilgili, Genelkurmay’a bir yazı yazar. İçinde Türkiye’nin "akyuvarlarını",
yani ancak düşmanın bilmek isteyeceği kişilerin bulunduğu harici belleği
istemektedir.
Bunun uygun olan
bir yönü yoktur. Zaten Arınç suikastının düzmece olduğu ortaya çıkmıştır. Ama
ne gam. O harici bellek elde edilmelidir. Ancak sorun vardır, mevzuat gereği
Genelkurmayın bunu göndermesi mümkün değildir.
Devreye
genelkurmayın adli müşaviri Muharrem Köse girer. Dönemin Genelkurmay Başkanı
Necdet Özel’i ikna eder ve harici bellek savcı Bilgili’ye gönderilir.
Belli ki Köse
ile Bilgili arasında danışıklı bir dövüş durumu vardır.
Bilgili de,
harici belleği güya incelemek üzere, TÜBİTAK’a gönderir. Oradaki ekip de
belleğin kopyasını alır ve geri gönderir. Zaten incelenecek fazla bir şey
yoktur. Sadece alt alta yazılmış şahısların isimleri vardır.
Sonra ne mi oldu?
Anlatalım.
O TÜBİTAK’cılar
yurtdışına kaçtı. Kopyasını aldıkları söz konusu harici bellek kayıp. Muharrem
Köse, Mustafa Bilgili, Kadir Kayan ve sonrasında amiral olan kayınbiraderi
Tezcan Kızılelma 15 Temmuz sonrası tutuklandı. Bingo yani!
Peki, "akyuvarlarımızın" isimleri
kimlerin elinde? Bunca çaba ne için?
***
Suriye’deki
gelişmeler herkesin malumu. IŞİD isminde hilkat garibesi bir terörist
örgüt yaratıldı. Bu aparat terör örgütüyle Irak ve Suriye’nin pek çok bölgesi
işgal ettirildi.
Söz konusu terör
örgütü eliyle, oralarda yaşayan yerel halk yerinden yurdundan edildi. Topraklar
boşaltıldı. Tam bir etnik temizlik yapıldı.
Sonrasında PYD/PKK, ABD’nin
yoğun hava desteğiyle, Suriye’nin kuzeyinde IŞİD’den temizlenen bölgelere
yerleşti.
PYD/PKK tarafından
ele geçirilen bu bölgelerde, devletçik kurmak yolunda kantonlardan oluşan bir
yapı ortaya çıktı.
Türkiye, son bir
hamleyle Cerablus-Azez hattı ile El Bab bölgesini kontrol ederek kantonların
birleşmesini engelledi.
Ancak, artık ABD,
resmi olarak terör örgütü olarak kabul ettiği PYD/PKK’ya "kara
gücüm"demektedir ve an itibarıyla PKK/PYD’yi aşırı bir şekilde
silahlandırmaktadır.
PYD’ye verilen
özellikle hava savunma silahlarının, hava gücü olmayan ve bölgeden süratle
tasfiye edilme sürecine giren IŞİD’e karşı olmadığı ortadadır.
Bu satırların
yazıldığı sırada ABD’nin PYD/PKK’ya son birkaç ay içinde bin tırdan
fazla silah verdiği resmi ağızlar tarafından ifade ediliyor.
Peki, PYD/PKK neden
böylesine silahlandırılıyor? Şu an sayısal gücünün 50-60 bin civarında
olduğu, ABD askerleri tarafından sürekli eğitime tabi tutuldukları, IŞİD’e
karşı savaştırılarak da ciddi bir savaş tecrübesi kazandırıldıkları ortadır. PYD/PKK saflarında
halen silahaltında bulunanların sayısının kısa süre içerisinde 3-4 katına
çıkartılabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Haliyle
soruyoruz: Bu hazırlık kime karşı?
***
Türkiye’de son
referandumda, şaibeli bir sonuç da olsa evet oyları daha fazla çıkmış ve adına
başkanlık sistemi denilen ama dünyada eşine rastlanılmayan bir yönetim şekli
kabul edilmiştir.
Sistem 2019’da
yapılacak seçimlerle resmi olarak yürürlüğe girecektir. Bu sistemin
tartışılacak, kabul edilemeyecek pek çok yönüne konumuz olmadığı için
girmeyeceğim.
Ancak hemen
ifade edeyim ki, dünyada demokratik ülkelerle, demokrasi dışı kabul edilen
ülkeler arasındaki en büyük fark, seçim değil, yargının bağımsızlığıdır. Yoksa
seçim, demokratik olmayan ülkelerde de yapılmaktadır.
Son referandumun
getirdiği en önemli ve ülkeyi zor duruma sokacak değişiklik, yargının bağımsızlığına
düşen gölgedir. Çünkü başkan seçilen, savcı ve yargıçların kontrolünü elinde
bulunduranHSK’nın (Hakim ve Savcılar Kurulu) hemen hemen tamamını belirliyor.
6’sını fiili
olarak (4’ünü direkt atıyor, Adalet Bakanı ve müsteşarı da doğal üye) kendi atıyor.
Kalan 7 HSK üyesini de yasama yani meclis belirliyor.
Meclisteki
milletvekillerinin çoğunluğu, haliyle başkanın partisinden olacaktır.
Milletvekillerini
oylarıyla millet seçiyor görülse de partinin başı kimse, vekil olacakları da
onun belirlediği bir Türkiye gerçeğidir.
Bu durumda
başkanın belirlediği milletvekilleri, elbette onun istediği HSK üyelerini
seçecektir. Başka bir gerçeklik sadece hayaldir. En azından 7 üyenin çoğunluğunu,
iktidar milletvekilleri yani başkan seçmiş olacaktır.
Ha keza Anayasa
Mahkemesi üyelerinin belirleyicisi de başkandır.
Bu durumun,
yürütmenin, esasında başkanın, yargıyı kontrol ettiği, yargının bağımsız
olmadığı algısını yaratacağı açıktır. Bu görüntü, ülkenin demokratik olmadığı,
otoriter bir sistemle yönetildiği iddialarının kabul görmesine olanak
tanıyacaktır.
Düşünün, hedef
ülkesiniz. Demokrasiyle yönetilseniz, size müdahale eden bunu dünyaya
anlatmakta zorlanır. Ama sizin demokratik olmayan bir sistemle yönetildiğiniz
algısı güçlenirse, müdahale kolaylaşır. Sadece şartların oluşturulması
yeterlidir. İşte Irak, Libya hatta Suriye…
Türkiye’nin
savrulduğu yer burasıdır.
Sonrası mı,
etnik, dinsel, mezhepsel, daha tehlikelisi yaşam tarzları üzerinden bölünen
halkı birbirine düşürmek emperyalizmin ustalık alanına girer.
Bununla birlikte
oluşacak/oluşturulacak kaotik ortam, hele bir de yıkıcı deprem ile taçlanırsa
müdahale için "Bin yılın meydan okuması" tatbikatının
senaryosundaki gibi ada devleti sorununa dahi gerek kalmaz.
Kara gücü olarak
da PYD/PKK kullanılır.
Kötü bir tablo
çizdiğimin farkındayım, ama gördüğüm budur.
Hele de iç
cepheniz böylesine zayıfsa; halkınız; tarihte olmayacak biçimde ayrışmış bir
görüntü veriyorsa; ordunuz tarihinde olmadığı kadar moral değerleri açısından
oldukça naif bir haldeyse, her bela kapınızı çalmak için fırsat kollayacaktır.
Boşuna mıydı 2008’den
beri ordu üzerinde sürdürülen operasyonlar?
Bence "Bin
yılın meydan okuyucuları" başkanlık seçimini bekliyorlar…
Sonra da
Türkiye’yi anti demokratik bir ülke ilan etmeye hazırlanıyorlar…
Başkanlık için
adayları, mazeret olarak ileri sürecekleri biri olmalı.
Sizce bu durumda
kimin başkan olmasını isterler? Cevabı bildiğinizde olanı biteni anlamanız kolaylaşır…
Kısaca durum
budur ve de vahimdir…
Mustafa Önsel (23.09.2017)