Ahmet Kılıçaslan AYTAR
Bugün Tunus'ta, Müslüman Kardeşler'den esinle kurulan ve
Arap Baharı'nın ardından 2011'de iktidara gelen Nahda Hareketi'nin,
"İslami dava faaliyetleriyle siyasi parti
faaliyetlerini" birbirinden ayırmayı tartışacağı Genel Kongresi yapılıyor.
Hareketin Lideri Raşid el-Gannuşi, "Depreme benzeyen
bir devrim sonrasını yaşıyoruz.
Böyle durumlarda sürekli değişen bir durum devam eder ve son
şeklini alamaz.
Bugün, siyasi partinin dini alanda vesâyet sağlamasının bir
yararının olmayacağından bahsediyoruz.
Dini alanın da siyasetle ilişkili olmasının bir faydası
olmayacaktır. Tunus'ta siyasal İslam'a yer yok. Tunus artık bir demokrasidir
" diyor...
Kongrede, Gannuşi'nin açıklamaları doğrultusunda kararlar
alınması bekleniyor...
*
Türkiye'de de TBMM Başkanı İsmail Kahraman, lâiklik
konusunda tartışılacak açıklamalarına devam ediyor.
Daha önce "Yeni anayasada lâiklik maddesi olmamalı.
Anayasa dindar olmalıdır " sözleriyle gündeme gelen İ.Kahraman bu kez,
"Lâiklik cumhuriyetin temel esaslarından değildir" diyor...
Gerekçesi daha önceki, "Lâikliğin yeniden tanımlaması
gerektiğine vurgu yaptım.
Anayasa'nın dindar olması beyanındaki kastım; hiç bir ayrım
yapmaksızın, din ve vicdan özgürlüğünün Anayasa'mızın lâfzı ve ruhu ile güvence
altına alınmasını sağlamayı temin etmektir. Lâikliğin tarifi ve tatbikatı yeni
anayasada olmalıdır" açıklamasıdır...
*
Peki ama Tunus ve Türkiye'de yapılmak istenen lâikliğin
tarifi ve tatbikâtı arasında nasıl ilişkiler bulunuyor?
*
100 yıl önceki Sykes-Picot anlaşmasının tamamlayıcısı olan
"Arap Baharı" adımının temel hedefi;
Batı emperyalizminin kendisine küresel güç ve İsrail'e
güvenlik sağlamayı temin etmekti.
Türkiye ve Osmanlı'nın ardından oluşan devletlerde İslami
hareketler vasıtasıyla kurulacak İslam Birliğinin oluşması,
Birliğe dönüşüm sürecinde ülkelerin ekonomik ve
sosyo-politik değişkenlerinin birbiriyle etkileştirilmesiyle zayıflatılmaları,
Böylece sağlanacak maksimum kârın küresel ekonomiye
ilişiklendirilmesidir.
*
Tunus ve Mısır'da diktatör deviren protestocular daha fazla
özgürlük, adil seçimler ve yolsuzlukların son bulmasını talep ettiler.
Önce protestocuların çoğunluğu lâik ve liberal kesimdendi
ama bu kesimler bir ideoloji geliştiremediler.
Çünkü bireyle devlet arasında aracılık yapan sivil toplum
kuruluşlarının;
Ne kuvvetler ayrılığına dayanan demokrasinin savunulmasında,
Ne bireysel hakları güvence altına alınması için zorlayıcı
politikaların oluşturulmasında,
Ne de devlet otoritesinin istismarını kısıtlayıcı
birikimleri ve gücleri vardı...
*
Türkiye'de de lâik ve liberal kesim tıpkı Tunus ve
Mısır'daki protestocular gibiydi.
Onların serüveninde de bireyle devlet arasında aracılık
yapan sivil toplum kuruluşlarının birikimi ve güçleri kalmamıştı.
Burada ve oralarda en organize olanlar özgür akıl ve özgür
iradeyi kısıtlayan, o yüzden ifade ve düşünce özgürlüklerinin daha çok
kısılmasını amaçlayan, otoriter rejimleri öngören İslamcı kuruluşlardı.
Onlar da Batı'nın demokratik hukuk devletine giden zahmetli
yoldan geçerken edindiği yaşam kültüründen ve demokratik geleneklerden
yoksundular rağmen Türkiye'de, Tunus ve Mısır'daki sözde devrimi
sahiplendiler...
*
Çünkü Türkiye'de Kemalist Devrim'in dinamiğinde, Türklere
ilk kez din ve vicdan özgürlüğü tanıyan 1924 Anayasası, sonraki yıllarda değişe
değişe;
1945'te "Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi,
Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimcidir" maddesine ulaşmıştı.
Rağmen İsmet İnönü, çok partili demokrasiye geçilirken bu
ilkeyi Anayasa'dan ziyade CHP'ye mâletti.
O yüzden Türkiye'nin anayasal açıdan tartışması Kemalist
ilkeler, mesela lâik bir devlet oluş üzerinde keskinleşti.
Bir kutupta Kemalist bir esas olan ve nihai amacı dini
bireyselleştirmek ve kamusal hayatta görünürlüğünü sınırlamak anlamında
dayatmacı lâiklik,
Diğer kutbunda merkez sağ partilerin sahip çıktığı devletin
çeşitli dinlere karşı tarafsızlığı ve dinin kamusal alanda görünürlüğüne izin
veren pasif lâiklik tartışmalarına sürüklenildi...
*
Sonra...en özgürlükçü 1961 Anayasası'nda, Türkiye
Cumhuriyeti "İnsan haklarına dayanan, milli demokratik, lâik ve sosyal bir
hukuk Devletidir" noktasına gelindi...
Özgürlük ortamına rağmen Meşrutiyetler döneminde
Mithat Paşa, Namık Kemal, Talât Paşa'lardan emperyalizme karşı ezilen bir
ulusun devriminde Atatürk'ün devrimlerinden yükselen, Cumhuriyet vatandaşlarının
bir bölümünün düşüncesini ve karakterini oluşturan "CHP'lilik
Duruşu";
Giderek emperyalizmin sol ayağını temsil eden ve
Atatürk devrimlerini reddeden Sosyal Demokratların saldırısına uğradı...
1960'larda demokratik solcu Bülent Ecevit, Kemalist Devrimin
bir üstyapı devrimi olduğunu, yüzeysel gelişme ve çağdaşlaşma sağladığını,
devrime tanışık olmayan halkın demokratikleşme talebini 1946'da kazandığı
yönündeki karşı devrimci ve popülist savından geliştirdiği Ortanın Solu
politikasıyla birlikte,
Hiçbir eleştiri süzgecinden geçilmeden Kemalist Devrimin
inkârına ve Sosyal Demokrasiye yönelindi...
Ecevit bu kadarla yetinmedi, Müslüman Kardeşler Örgütü
vasıtasıyla Necmeddin Erbakan ile koalisyon hükümeti de kurarken, "Milli
Görüşü" devletle hemhâl etti...
*
1961'e tepki olarak hazırlanan 1982 Anayasası, bir öncekinin
aksine daha kısıtlayıcıydı ama lâiklikliği korudu.
Hatta Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâplarını da...
Laiklik milli, demokratik ve sosyal hukuk devletinin
ayrılmaz bir parçası olarak devletin nitelikleri arasında sayıldı...
Ne ki,bu sırada emperyalist örgütler İslam Birliği'nin
global askeri, politik, ekonomik ve kültürel planlamalarını yapıyor; Bu
kanaldan Müslüman toplumları her noktasında yalama ederek İsrail'in
itikadi hedeflerine yol açıyordu..
*
Nitekim 70'li yıllara gelindiğinde İslamcı hareketlere
soyunan herkes, devletin gözü önünde,
Önce Müslüman Kardeşler'in Dünya Müslüman Gençlik Teşkilatı
(WAMY) tornasından geçiyordu.
Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Numan
Kurtulmuş, Bülent Arınç, Cemil Çiçek, Mehmet Ali Şahin, Kadir Topbaş, Beşir
Atalay, Abdülkadir Aksu, Ali Coşkun, Hüseyin Çelik,Taner Yıldız, Abdurahman
Dilipak, Necati Çetinkaya ve değişik ülkelerde İslamcı hareketlerin liderliğine
soyunacak isimler,
Suudi finansmanı ve WAMY vasıtasıyla birbirlerine
tanıştırılıyor, bir güzel kaynaştırılıyor ve ayara çekiliyorlardı.
İslam Birliği'nin yapısını ise Suudi sermayesinin en büyük
örgütü olan, Vahhabi cemaat ve tarikat holdinglerinden oluşan İslam Dünya
Birliği- RABITA "Rabitat-ül Alem-ül İslam" oluşturuyordu.
Amacı Müslüman ülke rejimlerinin "İslâmcı" kurallara
göre olmasını sağlamak, çeşitli ülkelerden yetiştirilen İslâmcı
misyonerlerle İslam Birliğini kurmak ve korumaktı.
*
TBMM Başkanı İsmail Kahraman bütün bu süreçlerin öndeki
figürlerinden biriydi...
Üstelik Türkiye'de de lâik ve liberal kesim tıpkı Tunus ve
Mısır'daki protestocular gibiydi...
CHP'de sosyal demokrat Deniz Baykal, bugün YCHP'yi inşa eden
ve entellektüelizmi sıfır olan Kemal Kılıçdaroğlu'nda, elbette"CHP'lilik
duruşu" olamazdı.
Nitekim bu süreçte Kemalist sivil toplumun da birikimleri ve
gücü giderek tükendi.
12 Eylül 1980 darbesinin bıraktığı aralıktan sızan Tayyip
Erdoğan ve Fethullah Gülen'in peşlerine taktığı Arap ülkelerinde Müslüman
Kardeşler Örgütü ve benzerleriyle,
İslam'ın siyasal sistem dışına itilmiş olması halinin
toplumsal istikrarı sağlamadığı, ceberrut yönetimlerin varlıklarını sürdürmek
için ülke dinamiklerini tükettiği tezleri,
ABD'nin Orta Doğu'daki çıkarlarına güvenlikli bir bölge
oluşturmanın ve İsrail'in itikadî hedeflerine tam olarak uyduğu anlaşılınca,
taşeron kesildiler...
*
Ne ki, Mısır'da tam bir şeriat devleti oluşturulmaya
yönelmişlerdi ki;
Küresel emperyalizm geç de olsa, İslamcılığın demokrasi ile
bir ilgisinin olmadığını,
İslamcılığın ülke ekonomilerini rekabetçi baskılara
dayanabilecek bir ekonomi varlığı içinde tutmasının olanaksız olduğunu, İslamcılığın
sürekli olarak cihatçı yetiştirdiğini,
İslamcılıkla Mısır devletinin ilâ nihaî bir şirkete
dönüşemeyeceğini anladı...
*
Bugün Mısır Anayasası; İslam'ın devlet dini olduğu
belirtiliyor ama tüm inançların özgürlüğü vurgularken,hiçbir siyasi partinin
din esasına bağlı olamayacağı da kaydediyor.
Müslüman Kardeşler örgütü ve benzerlerinin siyaset yapması
engellenirken, İslami bir gündem ile devlet idaresi arasına engel konmuştur.
Nitekim Tunus'ta da Nahda lideri Raşid el-Gannuşi, şimdi
benzer yoldan yürüyor.
*
*
Türkiye'den İslam coğrafyasında vizyona konan, barışın ve
adaletin dini inanışlar üzerinde inşa edilmesine dayanan ve sadece ekonomi
değil, siyasal, kültürel ve sosyal boyutlarında bütün etnik yapıları da İslam
ümmeti potasında algılayan "Siyasal İslamcılık";
Mısır ve Tunus örneği doğrultusunda yeni anayasasında
lâikliği;
Bir yanda, toplumsal hayatın bir bölümünde dini motifleriyle
bezeli tarikatlar, cemaatler ve dini kurumlarla,
Öte yanda, devletin bu toplumu küresel siyasi ve ekonomik
kriterler dengesinde tutacağı bir bileşkede oluşmayı bekliyor.
*
Lâiklik; tam bağımsızlık ilkesini, egemenliğin kayıtsız
şartsız millete ait olduğunu da içeren Cumhuriyet rejiminin özü, niteliği ve en
değerli dayanağıdır.
23.5.2016