BU YAZIM SİZE DEĞERLİ BABALARA
AŞKIM TAN Gazeteci-Araştırmacı-Yazar. |
Gazeteci-Araştırmacı-Yazar
AŞKIM TAN
“Anne, gezindiğim bağ; BABA, yaslandığın dağ” demişler…
İnsan sırtını kime yaslar? Güvendiği birine.
Hayat boyu sırtını kime yaslar?
En güvendiğine…
Demek ki "BABA" demek, "güven" demek.
BABA, "destek olmak" demek.
Hah, işte tam olarak busunuz!
"Destek olan".
Klasik roller vardır.
Annelerimizin ya da büyük annelerimizin "ev kadınlığı" yaptığı, "dışarıda çalışma" işini ise BABALARA bıraktığı bir kültürden geliyoruz.
Yani "evi geçindirme sorumluluğu" BABADA DIR.
Günümüzde her ne kadar kadınlar da artık büyük ölçüde çalışma hayatının içerisine girip eve ekmek getiriyor olsalar da, yine de asıl görev erkektedir.
Kadının çalışmama gibi bir lüksü var, ama erkeğin yoktur.
İşte bu noktada, erkeğin birinci derecede odaklandığı yer işi oluyor. Evleniyor, barklanıyor, çoluk/çocuk sahibi oluyor ama hayatının merkezinde hep işi vardır.
Çünkü çalışmayan erkeğin kimseye hayrı dokunmuyor.
Çünkü işi olmayana eş de vermiyorlar, ev de vermiyorlar.
Eğlenmeye bile "damsız" giremiyor erkek.
Gazetelerde sık sık "iflas eden iş adamı kendini Boğazın serin sularına bıraktı, intihar etti" gibi haberleri okuyoruz.
Düşününüz ki, hayatın yüklediği ağır sorumluluk, o noktayı hayatın bitim noktası olarak görmesine neden oluyor.
Bir de ekonomik hayatın şu tarafına bakalım; malumunuz, nüfus artışımız ve göç oranımız oldukça çok.
Bu durumda işsizler ordusu da gittikçe çoğalmaktadır.
Böyle bir durumda da iş bulmak ne yazık ki daha da zorlaşmaktadır.
Peki bir kadın "anne" olduğunu hissettiği anda ve bebeğini kucağına aldığı o ilk anda ne düşünür?
Mutlaka, yavrusunu emzireceğini, doyuracağını, altını temizleyeceğini, onu nasıl sevgi ve şefkat ile koruyacağını düşünür.
Yani "iyimserdir".
Bu nedenle çocuk ile anne arasında masum ve sevgiye dayalı bir ilişki kurulur.
Ya BABA?
“Müjde, BABA oldun” sözü ile birlikte hayatın acımasızlığı, geçim sorunu ve daha bir yığın şey gözlerinin önünden geçer BABALARIN.
Onun ihtiyaçlarını layıkıyla karşılayabilecek midir, iyi okullarda okutabilecek midir, iyi bir istikbal verebilecek midir, bisikletini, oyuncağını, bilgisayarını alabilecek midir?
Endişe ve korkular peş peşe gelir.
...ve o günden sonra "BABA" artık çocuğu ya da çocukları için yaşamaya başlar.
Onlar için üretmeye, onlar için azar işitmeye, onlar için mesaiye kalmaya, onlar için evinden, ailesinden, yuvasından günlerce uzak kalmaya…
Yerin yüzlerce metre altında uzun saatler gün ışığından ayrı kalan, zift bir ortam soluyan madenciyi orada tutan çocuklarıdır.
Gece bekçisini herkesin sıcacık yatağında uyuduğu saatlerde o kış ayazına mahkum eden, uykusuz bir geceyi tamamlatan da çocuklarına götürmesi gereken sıcacık bir ekmeğin hayalidir.
Muhasebeciyi milyonluk rakamlar arasında oynarken ve o rakamların binde birini kendine maaş olarak alırken dikkatini dağıtmayan da çocuklarına karşı duyduğu sonsuz sorumluluk duygusunun verdiği güçtür.
Yüzlerce çocuğu hayata hazırlarken, onlara doğruluk ve erdemi öğretirken geçim zorluğu çektiği için durakta abonman, pazarda limon, metro girişinde mendil satan öğretmenin, o sırada bir öğrencisi ya da bir öğrenci velisiyle karşılaştığında kızaran yüzünü tekrar gülümseten de çocuğuna vereceği bir oyuncağı alabilmiş olmasıdır.
Dışarıda "ekmek aslanın ağzında" ve bu vahşi aslanın midesine uzanan o "BABANIN" eli, o canavarla nasıl mücadele eder, nasıl kapar, bunu bilen yok.
"BABA" parayı nasıl kazanır, günü nasıl geçer, neler yaşar bilen yok. İşte bu telaş, yorgunluk ve tükenmişlikten sonra eve gelen "BABA"da çoğu zaman ne çocuğunun saçını okşayacak enerji, ne eşine güzel söz edecek moral kalıyor.
Derler ki, “erkek bulur, kadınsa onu güzelleştirir.”
Bir de başka bir şey söylemişler: “Erkek dünyayı, kadınsa erkeği parmağında çevirir”…
Dünyanın insanlık tarihi, uygarlık tarihi de böyle başladı, böyle devam ediyor.
Tekerleği icat eden, ateşi bulan insan, bugün baş döndürücü bir hızla teknoji dünyasında takip edemeyeceğimiz hızlı değişimleri sunuyor.
"Erkek egemen iş dünyasında" büyük açılımlar, büyük yatırımlar, büyük transferler var.
Dev gibi şirketler kuruluyor, dev gibi ortaklıklar oluşturuluyor.
Dünya küçük bir köy oldu ve her gün yeni pazarlar araştırılıyor.. Amerika’da ya da Uzakdoğu'da üretilen bir bilgisayar aynı gün elimizde olabiliyor.
"BABALAR" daha çok çalışıyor, daha çok üretiyor ve neredeyse iş kolik olup, deli gibi çalışıyorlar.
"Emekli" oluyorlar, başka bir işte çalışmaya devam ediyorlar. Çocukları tatile, yazlığa gönderiyorlar, kendileri yine çalışmaya devam ediyorlar.
Çalış, çalış, çalış!
İşçisinden memuruna, sendikacısından sanayicisine, sanatçısından sporcusuna kadar bütün bu amansız savaş, bütün bu delicesine yarış, bütün bu kazanılan paralar, girilen borçlar, çekilen krediler, heyecanlandıran yatırımlar, yemeyip/giymeyip yapılan tasarruflar, her şey ama her şey onlar için.
Masum bir gülümsemesiyle, “BA-BA” diyen sesiyle içinizi bir anda ısıtan o hayatın muhteşem varlıkları, çocuklar için.
Onlara daha iyi bir gelecek bırakmak için.
Bütün kaygınız da, bütün tutkunuz da, bütün korkunuz da, bütün umutlarınız da bunun için.
Sizlere dünyanın en değerli payesini armağan eden, tüm yaşadıklarınızı katlanılır kılan biricik varlıklarınız, çocuklarınız için.
Kısacası, her devirde "ANNE-BABA" olmak çok zor.
Gülüşüyle attığı adımla, kurduğu kırık dökük bir cümleyle, size neşenin, sevincin en büyük coşkusunu yaşatan, düşüp dizi çizildiğinde, bir damla gözyaşı döktüğünde, ateşi çıkıp yattığında yüreğinizi eriten, soluğunuzu kesen çocuklarınız büyüyor ve kiminizin ki büyüdü bile.
Kendi çocukluğunuzda, gençliğinizde elde edemediğiniz için önemsediğiniz ve bin bir emek vererek onlara sunduğunuz her olanak, onlara aldığınız her hediye, bir dediklerini iki etmemeniz, "hayır" demeyi lügatin izden sil memeniz mi sevmek; yaşamınıza ortak etmek, olanakları, olanaksızlıkları, üretimi tüketimi iyiyi, kötüyü, yaşamın içinde var olan her şeyi onlarla paylaşarak birlikte yürümek midir sizce "sevgi göstermek"?
Ya kaygılarınız, ya kaygılarınız üzerinden çektiğiniz sınırlar, ya kendi gençliğinizle yaptığınız kıyaslamalar, ya beklentileriniz, ya yapamadıklarınız üzerinden onların sırtına yüklediğiniz görevleriniz, ya "verdik" sanıp veremediğiniz gösteremediğiniz sevginiz, saygınız, ya iletişim adına yaptığınız savrulmalar, "ben çocuklarımla arkadaşım" övünmeleri, ya hafiye gibi özel yaşamlarına mahremiyetlerine diktiğiniz gözler, meraklarınız?
Peki kaygılarınızda haksız mısınız? Kaygılarla yaşamayı öğrenerek, kaygıların sınırlama olarak dönmesine izin verememek mi doğru bir tavır, kaygılar üzerinden koruma duvarı örmek mi?
Bu soruyu belki de "ANNE-BABA" olmak mı zor, yoksa, canınızdan olup sizden bağımsız, değerlerinizle uyuşmayan, sizin gibi giyinmeyen, sizin gibi eğlenmeyen, sizin gibi çalışmayan, sizin gibi düşünmeyen, sizin saygı duyduklarınıza gerekirse dudak büken, sizin çok önemse diklerinize bıyık altından gülen, sizin gibi sevdalan mayan, sizin gibi kavga etmeyen, yürüyüşünden konuşmasına, konuştuğu dilden okuduklarına, esprilerden öfkesini yansıtma biçimine kadar sizden farklı olanı kabullenmek mi zor diye sormak daha doğru olur galiba.
Siz de ANNE-BABANIZIN dünya görüşünü hiç paylaşmamış olabilirsiniz.
Onların yaşadığı yerde yaşamamış, onların sosyal çevresinde yer almamış, onlara çok ters gelen bir yaşam biçiminiz bile olmuş olabilir!
Ne mutlu size ki kendi kimliğinizle "bağımsız" bir "BABASINIZ"!
BABALAR NE KADAR FEDAKARLIK YAPARLARSA YAPSINLAR, BİR GÜN GELİR YALNIZ BİR KÖŞEDE YA DA BİR HUZUR EVİNDE ÖMÜRLERİNİN SONUNU TAMAMLARLAR. ONLARIN KADERİ BUDUR. ZORDA KALIRSA ÇOCUKLAR, BABA DER, KALMAZLARSA, BANA NE YAPTIN, NE BIRAKTIN DERLER.
HELE ŞİMDİ KUTLAMALAR BİR MESAJ İLE OLUR.
Bugün gezegenimizde bizlerle olan, sonsuzluğa uğurlamış olduğumuz ve ""BABA" olmaya hazırlanan bütün
BABALARIN "BABALAR GÜNÜ" kutlu olsun!
Aşkım Tan