KONUK YAZAR;
Sinan MEYDAN // 29 Mart 2017
Atatürk’ten tarihi uyarı:
Egemenliğinizi asla bir şahsa vermeyin!
Atatürk, 13 Ağustos 1923'teki Meclis konuşmasında şöyle
demişti: “Yeni Türkiye devleti bir halk devletidir, halkın devletidir.
Geçmiş dönemde ise bir kişinin devleti idi, kişilerin devleti idi. Bir milletin
dünyadan tümüyle silinmesi, bir milletin insanlık topluluğundan tümüyle yok
edilebilmesi için Nuh Tufanı kadar olağanüstü güç olayların gerçekleşmiş olması
gerekir. Fakat kişiler kendiliğinden alçalmaya mahkûmdur…” (Atatürk'ün
Bütün Eserleri, C. 16, s. 80)
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisine
yönelik “tek adam” eleştirilerine cevap verirken “İkide bir tek adam, tek
adam. O zaman Gazi Mustafa Kemal'e hakaret ediyorsun” demişti.
Ancak Atatürk'ün hayatı, tek adam yönetimlerinin
en baskıcısı saltanata karşı milli egemenlik mücadelesiyle geçmişti.
Gençliğinde istibdada karşı hürriyeti savunmuştu. 1905'te Şam'da kurduğu “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”nin 1906'da Selanik şubesini açarken “Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve çöküntü vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası hürriyettir” demişti. Kendi ifadeleriyle “Kahredici istibdadı (…) köhnemiş çürük idareyi yıkmak, milleti hâkim kılmak, vatanı kurtarmak için” arkadaşlarını göreve çağırmıştı. (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. 1, s. 32)
Gençliğinde istibdada karşı hürriyeti savunmuştu. 1905'te Şam'da kurduğu “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”nin 1906'da Selanik şubesini açarken “Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve çöküntü vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası hürriyettir” demişti. Kendi ifadeleriyle “Kahredici istibdadı (…) köhnemiş çürük idareyi yıkmak, milleti hâkim kılmak, vatanı kurtarmak için” arkadaşlarını göreve çağırmıştı. (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. 1, s. 32)
HALKIN SALTANATINI KURMAK
Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nda sadece işgalcilerle
değil, sarayla / sultanla da mücadele etti. 1920'de Büyük Millet
Meclisi'ni açarak ve “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyen 1921
Anayasası'nı kabul ederek “vicdanımda sakladığım milli sır” dediği cumhuriyetin temellerini
attı. 1922'de saltanatı kaldırarak, 1923'te cumhuriyeti ilan ederek,
1924'te halifeliği kaldırarak egemenliği saraydan
/ sultandan alıp millete verdi. Böylece tek adam yönetimlerinin en baskıcısını; babadan oğula
geçen saray saltanatını yıkarak halkın saltanatını kurdu.
Cumhuriyet sayesinde sıradan halk çocukları kendi ülkelerini
yönetmeye başladı.
ÇÜRÜMÜŞ GÖLGE ADAMLAR VE SARAYLARI
Saltanatta “kul”, cumhuriyette “birey” olmak
esastır. Cumhuriyetin temeli “fazilete”, saltanatın temeli ise “korkuya”dayanır. Atatürk'ün
ifadesiyle, “Sultanlık korku ve tehdide dayanan bir idaredir. Cumhuriyet
idaresi faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık korkuya, tehdide
dayandığı için korkak, alçak, sefil ve rezil insanlar yetiştirir…”
1924'te Atatürk, saltanatın yıkılmasının düşmanın
denize dökülmesinden “daha kurtarıcı bir hareket” olduğunu şöyle
ifade etmişti:
“Sarayların içinde Türk'ten başka unsurlara dayanarak düşmanlarla ittifak ederek Anadolu'nun, Türklüğün aleyhine yürüyen ÇÜRÜMÜŞ GÖLGE ADAMLARIN Türk vatanından kovulması, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir harekettir.”
1924'te Amasya'da yaptığı konuşmada ise kendini “Allah'ın yeryüzündeki gölgesi” olarak gören sultanları çok ağır biçimde eleştirmişti: “Milletin varlığını tanımayı küçüklük sayanlar, kendilerinin Allah'ın gölgesi olduğunu iddia gafletinde, cüretinde, sahtekârlığında bulunanlar, en sonunda bu kutsal varlığa (millete) ilk defa bu şehirde saygıya mecbur edilmiştir.”
“Sarayların içinde Türk'ten başka unsurlara dayanarak düşmanlarla ittifak ederek Anadolu'nun, Türklüğün aleyhine yürüyen ÇÜRÜMÜŞ GÖLGE ADAMLARIN Türk vatanından kovulması, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir harekettir.”
1924'te Amasya'da yaptığı konuşmada ise kendini “Allah'ın yeryüzündeki gölgesi” olarak gören sultanları çok ağır biçimde eleştirmişti: “Milletin varlığını tanımayı küçüklük sayanlar, kendilerinin Allah'ın gölgesi olduğunu iddia gafletinde, cüretinde, sahtekârlığında bulunanlar, en sonunda bu kutsal varlığa (millete) ilk defa bu şehirde saygıya mecbur edilmiştir.”
Kurtuluş Savaşı'ndan sonra 1927'de İstanbul'a ilk
gelişinde Dolmabahçe Sarayı'nda İstanbul halkına şöyle seslenmişti:“Artık
bu saray Allah'ın gölgelerinin değil, gölge olmayan, gerçek olan milletin
sarayıdır. Ve ben burada milletin bir ferdi, bir misafiri olarak bahtiyarım.”
Gerçekten de Dolmabahçe Sarayı'nı “milletin sarayı” yaptı. Orada adeta bir kültür saltanatı kurdu. Dolmabahçe Sarayı'nın Veliaht Dairesi'nde Resim ve Heykel Müzesi açtı. 1928'deki Harf Devrimi'nin hazırlıklarını, 1930-1937 arasındaki tarih, dil ve antropoloji çalışmalarını, 1932'deki dinde Türkçeleştirme çalışmalarını hep bu sarayda yaptı. Atatürk'ün Dolmabahçe Sarayı'ndaki sofrası, onun kültür çalışmalarının karargâhıydı.
Gerçekten de Dolmabahçe Sarayı'nı “milletin sarayı” yaptı. Orada adeta bir kültür saltanatı kurdu. Dolmabahçe Sarayı'nın Veliaht Dairesi'nde Resim ve Heykel Müzesi açtı. 1928'deki Harf Devrimi'nin hazırlıklarını, 1930-1937 arasındaki tarih, dil ve antropoloji çalışmalarını, 1932'deki dinde Türkçeleştirme çalışmalarını hep bu sarayda yaptı. Atatürk'ün Dolmabahçe Sarayı'ndaki sofrası, onun kültür çalışmalarının karargâhıydı.
FAŞİZM ÇAĞINDA BİR DEMOKRAT
Atatürk, Türk Milleti'nin “yaradılış bakımından
demokrat” olduğuna inanıyordu. Faşizmin yükseldiği, meclislerin
kapandığı, diktatörlüklerin kurulduğu bir çağda her fırsatta demokrasinin öneminden
söz ediyordu. Örneğin 13 Temmuz 1923'te The Saturday Evening Post yazarı Isaac
F. Marcosson'a verdiği mülakatta şunları söylemişti:
“Emperyalizm ölüme mahkûmdur. (…) Demokrasi insan ırkının ümididir. (…)
Yeni Türkiye'nin temelindeki fikir aynen budur. Biz ne zor kullanmak ne de
fetih istiyoruz. Yalnız bırakılmamızı ve kendi ekonomik ve siyasal kaderimizin
belirlenmesine izin verilmesini istiyoruz. Yeni Türk demokrasisinin tüm binası
bunun üzerine kurulmuştur. Şunu da ilave edeyim ki, bu demokrasi, Amerikan
düşüncesini temsil eder; şu farkla ki, siz kırk sekiz devletsiniz, biz bir tek
büyük devletiz.” (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. 16, s. 37,38)
1923'te demokrasiyi “insan ırkının ümidi” olarak
adlandıran Atatürk, 1930'da, faşizmin yükseldiği günlerde yazdığı ve
okullarda ders kitabı olarak okuttuğu “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında
da demokrasiyi “daima yükselen bir deniz” olarak adlandıracaktı.
BAŞKANLIK SİSTEMİNE KARŞIYDI
Amerika'nın federatif sistemine karşı olan Atatürk,
başkanlık sistemine de karşıydı. Kendisinin, cumhurbaşkanlığıyla
başbakanlığı birleştirip “başkan” olmasını isteyenlere, 2 Ekim 1930'da şu
cevabı vermişti:
“Arkadaşlarımız içinde başbakanlık yapacak kişi çoktur.
Fakat bütün bu arkadaşlarım dâhil olduğu halde, milletin genel eğilimi, benim
şu veya bu zorunluluk karşısında başbakan olmamı gerektirirse bu görevi büyük
bir tevazu ve minnetle yapmaya hazırım. Bu takdirde benim aynı zamanda
cumhurbaşkanlığını üzerimde bulundurmamın elbette kanuni imkânı yoktur. (…)
Amerikan sistemini (başkanlık) memleketimizde
uygulamayı hiç hatırıma getirmedim. Sistemsiz ve kanunsuz biçimde
cumhurbaşkanlığıyla başbakanlığı birleştirmeyi asla düşünmedim ve düşünecek
adam olmadığım bütün milletçe malumdur zannederim.” (Atatürk'ün Bütün
Eserleri, C. 24, s. 282, Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, C 2,
İstanbul, 1973, s. 435,436).
TEK ADAMLIĞA DA KARŞIYDI
Atatürk, “tek adamlığa” ve “diktatörlüğe” yol
açacak her girişimden uzak durdu. Örneğin kendisine ömür boyu
cumhurbaşkanlığı teklif edilmesi üzerine şu açıklamayı yapmıştı:
“Bana öteden beri bu ve buna benzer tekliflerde bulunanlar
olmuştur. Siz ve kamuoyu bilmelisiniz ki, bu yoldaki teklifler hoşuma
gitmemiştir ve gitmez. Benim amacım Türkiye'de, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nde
millet hâkimiyetini takviye etmek ve ebedileştirmektir. Dediğiniz gibi bir
teklifi, benim idealimi cidden rencide eden bir anlamda düşünürüm.” (Soyak,
age, s. 435). Kendisine yapılan “halifelik” ve partisinin “sürekli
reisliği” tekliflerini de aynı gerekçelerle reddetmişti.
Bu “tek adamlık” tekliflerini “gülünç” ve “budalaca” bulduğunu
belirtmişti. Bir gün Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza
Soyak'a şöyle demişti:
“Şaşarım o efendilerin perişan akıllarına! Hep biliyoruz ki
memleketimizin başına gelen felaketlerin çoğu şahsi idareden gelmiştir. Bu
kadar geri kalmamızın başlıca nedenlerinden biri de odur. Biz öteden beri böyle
bir idareyi bertaraf etmek için mücadele ettik. Şimdi nasıl olur da benim ayrı
yoldan gitmekliğim, yeniden devlet hayatında, tarafımdan böyle bir çığır
açılması istenebilir.” (Soyak, age, s. 407)
ATATÜRK'ÜN MİLLİ EGEMENLİK UYARILARI
Atatürk, milli egemenliğe öylesine büyük önem veriyordu
ki, 1923'te annesinin mezarı başında, gerekirse milli egemenlik uğruna
canını vereceğini söylemişti: “Millet egemenliği ilelebet devam
edecektir. (…) Annemin mezarı önünde ve Allah'ın huzurunda (…) yemin ediyorum: Bu
kadar kan dökerek milletin elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması
için gerekirse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Milletin
egemenliği uğrunda canımı vermek benim için vicdan ve namus borcu olsun.”(Atatürk'ün
Söylev ve Demeçleri, C.2, Ankara, 1959, s. 76).
“Ufku görmek yetmez, ufkun ötesini de görmek gerekir” diyen Atatürk, 94 yıl önce cumhuriyeti kurarkencumhuriyetin gelecekte yaşayacağı tehlikeleri de önceden görüp milleti uyarmıştı.
“Ufku görmek yetmez, ufkun ötesini de görmek gerekir” diyen Atatürk, 94 yıl önce cumhuriyeti kurarkencumhuriyetin gelecekte yaşayacağı tehlikeleri de önceden görüp milleti uyarmıştı.
İşte, Atatürk'ün adeta bugünleri görmüşçesine yaptığı
o tarihi uyarılardan bazıları:
– “Kayıtsız şartsız tabiriyle belirtilen egemenliği millete vermek demek, bu egemenliğin bir zerresini SIFATI, İSMİ NE OLURSA OLSUN HİÇBİR MAKAMA VERMEMEK, VERDİRMEMEK demektir.”
– “Millet, egemenliğini değil, EGEMENLİĞİN BİR ZERRESİNİ DAHİ başkasına terk edip bırakmanın neden olabileceği felaketin, yok olmanın, zararın elemini her an kalp ve vicdanında hissetmektedir.”
– “Egemenlik hiçbir mana, hiçbir şekil ve hiçbir renkte ve belirtide ortaklık kabul etmez.”
– “UNVANI İSTER HALİFE OLSUN, İSTER BAŞKA BİR ŞEY OLSUN, HİÇ KİMSE bu milletin yazgısına ortak çıkamaz. Millet hiç mi hiç buna göz yummaz. Bunu önerecek hiçbir milletvekili bulunamaz.”
– “TBMM, yalnız ve yalnız milletindir. Milletin seçtiği milletvekillerinden oluşur. Bu Meclis yalnız ve yalnız milletin emrine boyun eğmek zorundadır. İSMİ VE MAKAMI NE OLURSA OLSUN MİLLET BU HAKKINI BİR ŞAHSA VE MAKAMA TESLİM EDEMEZ.”
– “Milletimizin refah ve mutluluğu için; hayatımız, namusumuz, şerefimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle milli egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz.”
– “Egemenliğini herhangi birisine bırakan insan, kendi iradesinin kullanılacağından ve uygulanacağından emin olamaz”.
– “Şimdiye kadar milletimizin başına gelen bütün felaketler, kendi kader ve alın yazısını BAŞKA BİRİSİNİN ELİNE TERK ETMESİNDEN kaynaklanmıştır.”
– “Kaderini, KENDİNİ ZİNCİRE VURAN ŞAHISLARA terk eden milletler, O ŞAHISLARIN keyif ve emellerine oyuncak olmaya karar vermiş, razı olmuş sayılırlar. Bu türlü milletler, talihlerini ellerine bıraktığı insanlar başarılı oldukça, o insanların daha kuvvetli baskısı altında kalırlar. Başarılı olamazlarsa felaket, yıkım, yalnız o insanların değil, onlara tabi olan toplumun başına gelir. O halde her iki ihtimalde de böyle bir millet felakete maruz ve mahkûmdur.”
– “Vatanınızda HERHANGİ BİR ŞAHSI, istediğinizi sevebilirsiniz; kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, evladınız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi, milli varlığınızı, bütün sevgilerinize rağmen HERHANGİ BİR ŞAHSA, herhangi bir sevdiğinize vermeye sebep olmamalıdır. Bunun aksine hareket kadar büyük hata olmaz.”
– “Esas kıymeti kendine veren ve mensup olduğu millet ve memleketi ancak şahsiyeti ile ayakta gören adamlar milletlerin mutluluğuna hizmet etmiş sayılmazlar. Ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler, milletlerini yaşatmak ve ilerlemek imkânlarına eriştirirler. KENDİ GİDİNCE İLERLEME VE HAREKET DURUR ZANNETMEK GAFLETTİR.”
– “Kayıtsız şartsız tabiriyle belirtilen egemenliği millete vermek demek, bu egemenliğin bir zerresini SIFATI, İSMİ NE OLURSA OLSUN HİÇBİR MAKAMA VERMEMEK, VERDİRMEMEK demektir.”
– “Millet, egemenliğini değil, EGEMENLİĞİN BİR ZERRESİNİ DAHİ başkasına terk edip bırakmanın neden olabileceği felaketin, yok olmanın, zararın elemini her an kalp ve vicdanında hissetmektedir.”
– “Egemenlik hiçbir mana, hiçbir şekil ve hiçbir renkte ve belirtide ortaklık kabul etmez.”
– “UNVANI İSTER HALİFE OLSUN, İSTER BAŞKA BİR ŞEY OLSUN, HİÇ KİMSE bu milletin yazgısına ortak çıkamaz. Millet hiç mi hiç buna göz yummaz. Bunu önerecek hiçbir milletvekili bulunamaz.”
– “TBMM, yalnız ve yalnız milletindir. Milletin seçtiği milletvekillerinden oluşur. Bu Meclis yalnız ve yalnız milletin emrine boyun eğmek zorundadır. İSMİ VE MAKAMI NE OLURSA OLSUN MİLLET BU HAKKINI BİR ŞAHSA VE MAKAMA TESLİM EDEMEZ.”
– “Milletimizin refah ve mutluluğu için; hayatımız, namusumuz, şerefimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle milli egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz.”
– “Egemenliğini herhangi birisine bırakan insan, kendi iradesinin kullanılacağından ve uygulanacağından emin olamaz”.
– “Şimdiye kadar milletimizin başına gelen bütün felaketler, kendi kader ve alın yazısını BAŞKA BİRİSİNİN ELİNE TERK ETMESİNDEN kaynaklanmıştır.”
– “Kaderini, KENDİNİ ZİNCİRE VURAN ŞAHISLARA terk eden milletler, O ŞAHISLARIN keyif ve emellerine oyuncak olmaya karar vermiş, razı olmuş sayılırlar. Bu türlü milletler, talihlerini ellerine bıraktığı insanlar başarılı oldukça, o insanların daha kuvvetli baskısı altında kalırlar. Başarılı olamazlarsa felaket, yıkım, yalnız o insanların değil, onlara tabi olan toplumun başına gelir. O halde her iki ihtimalde de böyle bir millet felakete maruz ve mahkûmdur.”
– “Vatanınızda HERHANGİ BİR ŞAHSI, istediğinizi sevebilirsiniz; kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, evladınız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi, milli varlığınızı, bütün sevgilerinize rağmen HERHANGİ BİR ŞAHSA, herhangi bir sevdiğinize vermeye sebep olmamalıdır. Bunun aksine hareket kadar büyük hata olmaz.”
– “Esas kıymeti kendine veren ve mensup olduğu millet ve memleketi ancak şahsiyeti ile ayakta gören adamlar milletlerin mutluluğuna hizmet etmiş sayılmazlar. Ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler, milletlerini yaşatmak ve ilerlemek imkânlarına eriştirirler. KENDİ GİDİNCE İLERLEME VE HAREKET DURUR ZANNETMEK GAFLETTİR.”
– “Millete dost görünüp de ilk fırsatta iktidar
mevkiine geçtikten sonra onun gerçek ihtiyaçlarını düşünecek yerde memleketi
kendi istediği yola götüren, laf anlamayan, yetkili kimselerin yol göstermesine
kulak asmayan; MİLLETİN KUVVETLERİNİ ŞAHSINA BAĞLAMAYA ÇALIŞAN kahraman yüzlü
insanlardan oldukça çok zarar çekildi.” (Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir
ve Düşünceleri, Ankara, 1999).
Atatürk, 1930 yılının ağustos ayında Yalova'da Fethi Okyar'la görüşmesinde, özetle, eğer Türkiye'de gerçek bir demokrasi kurulamazsa gelecekte bir cumhurbaşkanının rejimi değiştirebileceğini öngörmüştü. O gece şöyle demişti: “Devlet reisliğine gelen kişi bilhassa güçlü, faal olur, devlet ve millete kendi şahsına muhabbet kazandıracak büyük hizmetler yaparsa, görünüşte cumhuriyet şekline gayet hürmetkâr, bağlı görünürse tehlike büyür. İstenmediği halde devletin gerçekte şekli değişebilir. Bu yeni şeklin yeni ismini takınması zaman meselesi olur. (…) Milletin şahıslara, kendini unutacak ve kendini kaptıracak kadar mağlup olması iyi sonuç vermez.” (Afet İnan, “Atatürk ve Cumhuriyet İdaresi”, Atatürkçülük Nedir? İstanbul, 1965, s.68, 69)
Görülen o ki Atatürk, milletin mutlaka egemenliğine sahip çıkmasını, egemenliğinin bir zerresini bile bir şahsa vermemesini istiyordu. 16 Nisan'da sandığa giderken siz siz olun Atatürk'ün bu tarihi uyarılarını unutmayın.
Atatürk, 1930 yılının ağustos ayında Yalova'da Fethi Okyar'la görüşmesinde, özetle, eğer Türkiye'de gerçek bir demokrasi kurulamazsa gelecekte bir cumhurbaşkanının rejimi değiştirebileceğini öngörmüştü. O gece şöyle demişti: “Devlet reisliğine gelen kişi bilhassa güçlü, faal olur, devlet ve millete kendi şahsına muhabbet kazandıracak büyük hizmetler yaparsa, görünüşte cumhuriyet şekline gayet hürmetkâr, bağlı görünürse tehlike büyür. İstenmediği halde devletin gerçekte şekli değişebilir. Bu yeni şeklin yeni ismini takınması zaman meselesi olur. (…) Milletin şahıslara, kendini unutacak ve kendini kaptıracak kadar mağlup olması iyi sonuç vermez.” (Afet İnan, “Atatürk ve Cumhuriyet İdaresi”, Atatürkçülük Nedir? İstanbul, 1965, s.68, 69)
Görülen o ki Atatürk, milletin mutlaka egemenliğine sahip çıkmasını, egemenliğinin bir zerresini bile bir şahsa vermemesini istiyordu. 16 Nisan'da sandığa giderken siz siz olun Atatürk'ün bu tarihi uyarılarını unutmayın.
***
http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/sinan-meydan/ataturkten-tarihi-uyari-egemenliginizi-asla-bir-sahsa-vermeyin-1757479/
RESUL KUR'AN'IN KUR'AN MESAJLARI - M. Kemal Adal
Selam... T.C. / M. Kemal Adal
https://plus.google.com/+MKemalAdal
16 Nisan'da sandığa giderken siz siz olun Atatürk'ün bu tarihi uyarılarını unutmayın.
16 Nisan'da sandığa giderken siz siz olun Atatürk'ün bu tarihi uyarılarını unutmayın.