ANKARA
KALESİ
TÜRKİYE VE
BALKANLAR
Prof. Dr. ANIL
ÇEÇEN
TÜRKİYE BİR ÜLKENİN ADI
Türkiye
bir ülkenin adı , Balkanlar ise bir bölgenin ismi olmasına rağmen , dünya
haritasına bakıldığı zaman her ikisinin de
aynı bölgede yan yana bir konumda yer aldıkları görülmektedir . Harita
güçlü bir komşuluk ve birliktelik ortaya koyarken, ortak sınırlar da bu bölge
ve ülke için benzeri bir kaderi de beraberinde getirmektedir . Jeopolitik
kitapları, Balkanları Avrupa kıtasının doğusunda yer alan sıra dağlar ve bu
dağların bulunduğu yarımada bölgesi olarak tanımlamaktadır . Ne var ki , aynı
kaynaklar Türkiye Cumhuriyeti’nin jeopolitik konumunu belirlerken bu ülkeyi
orta dünyanın merkezi devleti olarak
tanımlamaktadırlar . Batılıların Heartland adını verdikleri bu bölgede Türkiye
merkezi ülke olarak çok önemli bir
coğrafi konuma sahip bulunurken , Türk devletinin yaşamsal kaderi
de yanı başında uzanan ve sınır komşusu
olan Balkanlar bölgesinin durumuna bağlı bulunduğunu ,bilimsel ve siyasal
veriler ortaya koymaktadır . Bu doğrultudaki bilimsel çalışmalara göre ,Türkiye merkezi coğrafyanın
merkezdeki ülkesidir ama geleceği yanı başında yer alan Balkan bölgesinin
içinde bulunduğu ya da bulunacağı durumlar ile süreçlere bağlı görünmektedir .
Kısacası , jeopolitik bilimine göre
dünyanın geleceği merkezi bölgenin durumuna bağlıdır . Orta dünyanın
geleceği de merkezin yanı başında yer
alan Balkanların durumuna yakından bağlıdır . Bu gibi değerlendirmelerden sonuç
olarak kesin bir yargı ortaya çıkmaktadır . O da dünyaya merkezi alana egemen
olan güç hükmeder ama merkezi alana da, Balkanları
ele geçiren ya da elinde tutan siyasal
güç sonunda egemen olur . Çağdaş jeopolitik bilimi bu
bilimsel gerçeği ortaya koyarken , bir anlamda Türkiye Cumhuriyeti devletinin
geleceğini de Balkan bölgesinin kaderi
ile aynı doğrultuda göstermektedir .
DÜNYA HARİTASINDA ÖNEMLİ
BİR YER ALAN BALKANLAR
Dünya haritasında böylesine önemli
bir konumda yer alan Balkanlar hem bir sıradağlar bölgesi , hem de doğu
Avrupa’nın kuzeyine doğru uzanan bir yarımadadır . Dünyanın en kritik bölgelerinden birisi olan Balkanlar aynı
zamanda ,küresel hegemonya doğrultusunda sürdürülen emperyalist saldırı ve girişimlerin odak noktası olarak
da değerlendirilebilmektedir . Avrupa
kıtasını ele geçirmek isteyen Batı Avrupa’nın büyük devletleri sürekli olarak
kıtanın doğusuna doğru sürekli olarak
saldırılara geçerken , bütün Balkan yarımadasını ele geçirerek , kıtasal
hegemonyalarını pekiştirmek istemişlerdir . Napolyon Fransa’yı ele geçirdikten
sonra Doğu Avrupa’ya doğru yürüyerek buradan Rusya’yı ele geçirmek istemiştir
.Benzeri bir biçimde Hitler dünya imparatorluğuna kalkıştığı zaman gene Balkanlara doğru büyük askeri saldırı
düzenlemiş ve buradan Hazar bölgesine
saldırarak dünyanın merkezi alanında tam bir
hegemonya kurmak istemiş ama ABD
ile SSCB işbirliği sayesinde iki cephede savaşmak zorunda kalınca cihan
savaşını kaybetmiştir . İngilizler ise
Akdeniz üzerinden Kıbrıs’a gelerek
merkezi alana girmişler ve Rusların Akdeniz’e inmesini önleme
doğrultusunda bu bölgeye
yerleşmişlerdir . Osmanlı imparatorluğunu çökerttikten sonra Balkan savaşları aracılığı ile Akdeniz’in
doğusunda hegemonyalarını geliştirmişlerdir . Balkan savaşları ile Osmanlı
devleti Avrupa kıtasından atılınca ,
Balkanizasyon adı verilen küçük küçük devletlere bölme girişimini İngilizler
Fransızları da yanlarına alarak Balkanlar bölgesinde başarıyla tamamlamışlardır
. Bir anlamda Osmanlı devletinin çöküş süreci de , Balkan bölgesinde İngilizler
ile Fransızların üstünlük kurması ile
başlamış ve iki Balkan savaşı sonrasında
,batılı emperyalistlerin yönlendirmeleri ile Osmanlı imparatorluğu
Balkanlar’dan geri çekilerek Avrupa kıtasından çıkmak zorunda kalmıştır .
Osmanlı devletini Balkanlar’dan kovanlar daha sonraki aşamada yeni bir dünya
düzeni oluştururlarken gene Balkan
bölgesinden hareket etmişler ve Rusya’da gerçekleştirilen sosyalist
devrimi esas alarak Balkan ülkelerinin de içinde yer aldıkları bir
sosyalist bloklaşmanın önünü açarak ,
çok kutuplu Avrupa merkezli dünyadan , iki kutuplu Amerika
merkezli bir dünyaya geçişi
sağlamışlardır .
DÜNYA YENİDEN BİÇİMLENİRKEN
Son yüzyıllarda dünya yeniden
biçimlenirken, Balkan bölgesi her zaman için önde gelen bir yere sahip olmuş ve
merkezi coğrafyada kendi hegemonyaları peşinde yeni bir egemenlik düzeni kurmak
isteyen emperyalist güçler, her zaman için Balkanlar’ı emperyalizmin av sahası
olarak kullanmasını iyi bilmişlerdir. Avrupa kıtasının doğusunda Asya kıtasına
geçiş kapısı olarak yer alan bu yarımada bölgesi her iki kıtayı birbirine bağlayan bir köprü konumunu
muhafaza ederken, bir kıtadan öbürüne geçişlerde ya da ortaya çıkan yeni siyasal oluşumlarda kıtalar
arası hareketlilik de gene merkezi bir konuma sahip olduğu için bu doğrultuda
değerlendiriliyordu. Napolyon ve Hitler’in senaryolarının benzerini daha
sonraki aşamada İngiltere ortaya
koyarken , bugünün süper gücü olan Amerika Birleşik Devletleri’ne de bir
anlamda yön gösteriyorlardı . İngilizler
yüzyılların dünya yöneticiliğinin getirmiş olduğu bilgi birikimini
savaşsız kullanarak Osmanlı devleti
sonrasında Balkan yarımadasında üstünlüklerini artırırken , Ruslar öncüsü oldukları sosyalist sistemi askeri güçlerinin bölgeye yayılması sayesinde
oluştururmuşlardır . Amerikalılar ise Sovyetlerin bölgeden çekilmesi
üzerine , Batı Avrupa’nın emperyalist devletlerinin Balkan yarımadasına gelerek bir büyük Avrasya
hareketine girişmemesi için tıpkı
Napolyon ve Hitler’in yaptığı gibi kendi önderliğinde bir askeri harekatı Sırbıstan üzerine yönlendirerek ve
Kosova bölgesini bu küçük ülkenin elinden alarak , dünya ülkelerindeki
en büyük askeri üssünü Balkanlar’ın tam ortasında yer alan Kosova’nın Gylani isimli kentinin toprakları
üzerinde kurmuştur . Böylece jeopolitik kitaplarında yer alan , Balkanlar’a egemen olan merkezi
coğrafyayı da yönetebilir hükmünün doğruluğunu bir kez daha göstermiştir .
Hitler ve Napolyon tam olarak
Balkanlar’a egemen olamadıkları için merkezi coğrafya ya da Avrasya kıtasında
bir emperyal imparatorluk kuramamışlardır . Ruslar’ın Sovyetler Birliği deneyi
ile Sırbıstan üzerinden ortaya koyduğu
Balkan hegemonyasının benzerini , Nato ülkelerini arkasına alarak bölgeye gelen
ABD günümüz koşullarında Kosova merkezli
olarak gerçekleştirmeye çalışmaktadır .
EVRENSEL
HEGEMONYA PEŞİNDE KOŞAN EMPERYAL GÜÇLER
Balkan yarımadası tarihin her
döneminde bir evrensel hegemonya peşinde koşan emperyal güçlerin oyun alanı ya da avlanma sahası olarak
güncellik kazanırken , aynı zamanda her
dönemde göçlerin ve etnik nüfus kaydırmalarının da icra alanı olarak öne çıkmış ve siyasal
projelerin gerçekleştirilmesi doğrultusunda
da önem kazanmıştır . Yüzyıllar bir biri ardı sıra geçtikçe dünyanın siyasal düzeninde de çeşitli
değişiklikler öne çıkmış ve bunların yaygınlık kazanması aşamasında Balkan
yarımadasında gene çeşitli istikrarsızlık hareketleri gündeme gelmiştir .
Avrupa kıtasının her dönemde farklı siyasal yapılanmalar ile karşı karşıya
kalması yüzünden bütün bu gibi gelişmeler beraberinde Balkanlar bölgesinde yeni
oluşumların öne çıkmasını tetiklemiş ve
bu yüzden de bu bölgenin tarihinde savaş dönemleri barış dönemlerinden daha
fazla olmuştur . Balkan merkezli bir büyük güç tarih sahnesine çıkmadıkça ,
Balkanlar her zaman için Asya,Avrupa ve
şimdi de Amerika kıtasından ortaya çıkmış olan büyük devletlerin ve süper
güçlerin merkezi coğrafyayı ele geçirme girişimlerinde hedef alınan bölge konumunda olmuştur .
Dışarıdan ya da kıtaların diğer bölgelerinden merkezi alana gelen emperyal
girişimlerde Balkan bölgesi her zaman
için kilit alan olarak önemini
korumaktadır . Bu noktada Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarının
karşılaştırılması ile konunun önemi
ortaya konabilecektir . Selçuklu İmparatorluğu İstanbul’u alamadığı ve daha
sonra da Balkanlar’da yaygınlık kazanamadığı için dünya devleti olamamıştır . Osmanlı
İmparatorluğu ise Selçukluların yapamadıklarını yaparak İstanbul’u fethetmiş ve
daha sonraki aşamada da Balkan yarımadasında yayılarak bir büyük dünya devleti
konumunda yedi asır boyunca dünyanın
ortasında varlığını sürdürebilmiştir . Osmanlı devleti Balkan yarımadasını
kontrol ederken Osmanlı ahalisi daha
çok Balkan merkezli bir yerleşim düzenine sahip bulunuyordu .Bu hali ile
Osmanlı imparatorluğu tam bir Balkan devleti görümüne sahip bulunuyordu .
Balkan savaşları ile Osmanlının bölge
hegemonyası elinden alındığı aşamada , Osmanlı
devleti bitme noktasına gelmiştir . Balkan savaşlarında batılı
emperyalistlerin desteği ile Osmanlı
yönetimine karşı baş kaldıran eski
eyaletler , bağımsız devlet olmaya yönelince , ana ülkesi Balkanlar olan
Osmanlı devleti yıkılmaktan kurtulamamıştır .
OSMANLI
DEVLETİ VE BALKANLAR
Osmanlı devleti Balkanları tam
olarak ele geçirdiği için yedi asırlık uzun bir tarihe sahip olabilmiştir.
Balkanlar ile birlikte İstanbul’un fethedilmesi üzerine , Osmanlı devleti tam
anlamıyla bir Balkan devleti olmuş ve bu konumu ile de Avrupa kıtasının doğu bölgesinde yer almıştır
. Osmanlı imparatorluğu Asya toprakları üzerinde kurulmasına rağmen , İstanbul’un fethi ile birlikte bir Avrupa devleti konumuna gelmiştir .
Osmanlılar bu aşamadan sonra Balkan yarımadasını devletin esas ülkesi haline getirmiş ve devletin tüm olanaklarıyla Balkanlar
bölgesine büyük yatırımlar yaparak alt yapı tesisleri kurmuştur .
Osmanlılar , Orta Doğu bölgesinde tarih
sahnesine çıktıkları için , böylesine merkezi bir alanda uzun süre var
olabilmek için ve Avrupa merkezli saldırıları önlemek için Balkan bölgesini fethetme işine öncelik
vermişlerdir .İstanbul’un fethi sonrasında Balkanlara tümüyle yerleşen
Osmanlılar ,Asya ve Afrika kıtasındaki imparatorluk topraklarına da sahip
çıkarak merkezi alanda güvenlik üretmek
üzere üç kıta üzerinde sürekli olarak savaşmak zorunda kaldıkları için
zamanla zayıflayarak önce gerilemişler sonra da dağılarak çökmüşlerdir .
Kıtalar arası geçişlerin çok fazla olması , tarihin ilk çağlarından bu yana
kıtalar arası göçlerde , Balkanlar ile Kafkaslar’ın merkezi bölgeler olarak bir
anlamda kavimler kapısı konumuna düşmeleri yüzünden , merkezi bölgelerde küçük
küçük topluluklar göçlerin artığı olarak geride kalmıştır.
Daha
sonraki aşamada Osmanlı devletinin bir çok uluslu heterojen imparatorluk olarak kurulması
yüzünden , bu imparatorluğun devam
ettiği sürece küçük etnik topluluklar
da , ülkenin çeşitli bölgelerinde
varlıklarını koruyabilmişlerdir . Osmanlıların
baskıcı olmayan tutumu yüzünden ,
Balkanlardaki etnik ve dinsel gruplar varlıklarını güçlendirerek
sürdürmüşlerdir . Fransız devrimi sonrasında bütün Avrupa kıtasını derinden
sarsan milliyetçilik cereyanları hızla
bütün kıtaya yayılarak Avrupa’nın doğu bölgelerine geldiğinde , Osmanlı ahalisi
içinde yer alan Hrıstıyan etnik gruplar batılı emperyalistlerin kışkırtma ve destekleri ile, kendi küçük
ulus devletlerini kurmak üzere
yola çıkmışlar ve Osmanlı yönetimine baş kaldırarak kendi bağımsız düzenlerini
oluşturmuşlardır .
Osmanlı yönetimi, Balkanlar’ı ana
ülke olarak kullanırken , göçler yolu ile gelen halk topluluklarının bir
kısmını yeni yerleşim bölgelerine
getirerek onlar için yerel düzenler kurmuş ve
Boşnaklar , Arnavutlar ve Pomaklar gibi toplulukların zamanla
Müslümanlaşarak Osmanlı ahalisi içinde
önemli yerlere sahip olmalarını gerçekleştirmeye çalışmıştır . Kendi ahalisini
Müslümanlaştırarak ayakta kalmaya çalışan Osmanlı devletinin bu gibi çabaları
sonuç vermemiş , gayri-müslim azınlıkların
batı Avrupa’dan gelen milliyetçilik cereyanlarının etkisi altında
kalarak kendi küçük ulus devletlerini kurma maceraları , Osmanlı İmparatorluğu
gibi bir büyük imparatorluğun zaman içerisinde dağılarak çökmesine giden yolu açmıştır . Osmanlı devletinin ana ülkesi
olan Balkanlar’da yaşayan küçük grupların Balkan savaşı sürecinde
ayaklanmaları üzerine Balkan savaşı dönemi
yaşanmış ve Osmanlılar esas ülkeleri olan Balkanlar’ı terk ederek yedek
ülkeleri olan Anadolu yarımadasına geri
gelerek yaşamlarını bu bölgede
sürdürmeye çalışmışlardır . Ne var ki , Balkanların kontrolunu elinden
kaçıran Osmanlı yönetimi ,jeopolitik zayıflama yüzünden daha sonraki aşamada
Orta Doğu bölgesindeki topraklarını da elinde tutamamıştır . Bunun üzerine
Osmanlı devleti dağılmak zorunda kalınca , Balkanlar ve diğer bölgelerden
gelerek merkezdeki arka ülke olan Anadolu
üzerinde var olabilme kavgasını bir büyük ulusal kurtuluş savaşı mücadelesiyle
kazanan eski Osmanlı ahalisi , batılı emperyalistlerin askeri
birliklerine karşı kazanmış olduğu kurtuluş savaşı ile uluslaşarak Misakı Milli sınırları içerisinde bir yeni
ulus devlet kurma şansını elde etmiştir
.
BALKAN
YARIMADASI, KARPATLAR VE DAĞLIKLAR
Balkan yarımadasını sıra dağlar ile
çevreleyen Balkan dağları Karpatların da katkıları ile Avrupa kıtasının
doğusunda bir dağlık bölge olarak yerini almıştır . Avrupa’nın kuzeyi ile güneyi arasında yer
alan Balkan yarımadası aslında günlük
dilde güney batı Avrupa biçiminde dile
getirilmektedir . Balkan dağlarının
bölgeyi bölmesi nedeniyle bir çok ova ya da benzeri yerler de tarihin çeşitli dönemlerinde
savaşlar olmuş ve bunlar yerel yönetimler tarafından bir türlü denetim altına
alınamamıştır . Osmanlı devletinin ana ülkesi konumundaki Balkanlar’ın elden
çıkması üzerine Osmanlı imparatorluğunun bölgedeki mirasçısı olarak ortaya
çıkan bir ulus devlet olarak Türkiye
Cumhuriyeti’nin Osmanlı mirasına sahip çıkmak hakkı ortaya
çıkmıştır. Ne var ki , içinden geçilen süreç içerisinde Türk devleti
kendini koruma derdine düşmüş ve bu yüzden de
jeopolitik bir yaklaşım
içerisinde Balkanlar’a yeterince yakın duramamıştır . Özellikle soğuk savaş döneminde , harita üzerinde sınır
komşusu olarak yer alan Türkiye, bölgedeki
Balkan komşuları ile ters düşünce ya da farklı siyasal merkezlerin izledikleri birbirinden çok farklı politikalar ile muhatap hale gelince ,bu kez
de Türkiye Balkan bölgesinden gelen siyasal rüzgarlara
karşı kendi koşulları çerçevesinde koruyucu önlemler alma yoluna gitmiştir .
Siyasal rejim farklılıklarına rağmen , Balkan ülkeleri ile yakın ilişkiler
sürdürülmeye çalışılmış ve Türkiye ile
Balkan bölgelerinde birbirinden ayrı ve uzakta yaşayan eski Osmanlı ahalisi bir
nüfusun gereksinimleri doğrultusunda ,
akraba ziyaretleri ve değişimi gibi işler takip edilerek , Türkiye’nin
Balkan ülkelerindeki eski Osmanlı ahalisi nüfus arasında yakın ilişkiler korunmaya çalışılmıştır .
Yeni dönemde Balkanlar’ın tam hamisi konumuna gelen Sovyetler Birliğinin gene
Balkan bölgesi üzerinden
hegemonyasını gündeme
getirmesi çeşitli tartışmalara yol
açmış ve diplomasi açısından içinden
çıkılamayacak bir oyun devam etmiştir .
BÜYÜK DEV PROJELER VE MİLLİYETÇİLİK CEREYANLARI
Büyük devlet projeleri ile milliyetçilik
cereyanları üzerinden milli devlet senaryolarının karşı karşıya geldiği Balkan
bölgesi , tarihsel olarak bal ve kanın
birlikte ortaya çıktığı ve aktığı bir alandır . Bu bölge bal gibi tatlı bir
ülke görünümünde ortaya çıkmış ama
sürekli çatışmalar yüzünden burada
sürekli olarak kan akmıştır . Dünyanın jeopolitik merkezi konumuna sahip
bulunan bu yarımada üzerindeki bütün
gelişmeler , Asya,Afrika ve de Avrupa kıtalarında ortaya çıkan yeni siyasal yapılanmalar Balkanlar’ı karşılıklı etkileşimlerin çekişme ya da çatışma alanı konumuna düşürmüştür .Buraya tarihten gelen bir
yakınlığa sahip olan Türk devleti ,her
zaman için bu gerçeğin farkına vararak
bilinçli bir politika izlemek zorunda kalmıştır . Balkanlar Türkiye ile
Avrupa arasında hem bir sınır hem de
bir köprü olarak yer alırken , her Balkan ülkesinin kendisini böylesine bir jeopolitiğin getirdiği handikaplara hazırlaması
gerekmektedir .Özellikle bu bölgede uzun yıllar birlikte yaşayan Hrıstıyan ve
Müslüman halkların ayrışması kolay olmamış
,iki kesim arasında geçmişten gelen ortak yaşam kanlı kışkırtmalar aracılığı ile yıkılınca
çok uluslu imparatorluk düzeni
geride kalmış ve bu ortamdan yararlanan Balkan milliyetçilikleri, kendi küçük
devletlerini Balkan yarımadasının çeşitli bölgelerinde kurma aşamasına gelmişlerdir . Balkanlar bir
anlamda doğu Müslümanlığı ile Batı Hrıstıyanlığının buluştuğu yer konumuna sahipken
, milli devletlerin kurulma
aşamasında dinler arası savaş alanı
olarak Balkan yarımadası dünya siyaset sahnesinde öne çıkmıştır . Siyaset
bilimine Balkanizasyon terimi , bu bölgedeki parçalanmalar ve çatışmaların
sonucunda kazandırılırken , Osmanlı döneminde kalıcı bir barış düzeni yaşamış
olan Balkan halkları birbirlerini yok edecek
derecede bir savaş ve vahşet dönemi de
dış kışkırtmalar nedeniyle yaşamak zorunda kalmışlardır . Müslümanlar
ile Hrıstıyanlar Osmanlı barış düzeninde
birbirleriyle evlenerek barış içinde yaşarlarken , emperyalizmin örgütlediği saldırgan milliyetçi hareketler
ile bölge halkları birbirlerini yok
etmeye yöneltilerek ,Balkan yarımadasının kan gölüne dönüştürülmesi hiç beklenmedik bir biçimde
gerçekleştirilmiştir .Balkan merkezli Osmanlı düzeninin yıkılması, çok dinli
Osmanlı hoşgörü düzenini ortadan kaldırınca , dinler arası savaş tüm
acımasızlığı ile Balkanlara
getirilmiştir .Bu yüzden ,dünya tarihinin en kanlı din savaşları tıpkı Endülüs döneminde olduğu gibi Balkanlar’da
yaşanmış ve Hrıstıyanlar ile Müslümanlar ortak devletin çatısı altından çıkarak
kendi ayrı yollarını seçmişlerdir .
DÜNYANIN JEOPOLİTİK MERKEZİNDE DİNLER ARASI
ÇATIŞMALAR
Dünyanın jeopolitik merkezinde dinler arası
çatışmalar emperyal merkezler
tarafından tahrik edilince Türkler ile
batılıların, ya da Müslümanlar ile Hrıstıyanların arasında bir geçiş köprüsü konumundaki
Balkanlar’da Yahudilerin de yer aldıkları görülmektedir . Hrıstıyanlara
karşı Müslümanlar ile Müslümanlara karşı ise
Hrıstıyanlar ile birlikte olarak
hareket eden Yahudilerin bazı ülkelerde de daha farklı konumlarda ya da hareketlerde
bulundukları göze çarpmaktadır .
Ayrıca,
bu yaklaşımların tamamen tersi doğrultusunda hareket ederek, bir çıkış yolu
aramak konusunda var olan insan
potansiyeli üzerinden sonuç almaya
çalıştıkları görülmektedir .Osmanlı devletinin
Asya’dan gelen Türkler tarafından
kurulması üzerinde merkezi coğrafyanın Yahudi asıllı nüfusu , yeni
devletin çatısı altında bir güvenlik şemsiyesi
olarak görülmüştür . Yahudilerin geçmişten gelen siyasal birikimleri ile
birlikte hareket etmeleri durumunda ,Türkiye’nin daha
güçlü bir biçimde sorunlarını çözebileceği öne sürülürken , sürekli
olarak Osmanlı imparatorluğu devrindeki gelişmeler akla gelmektedir . İki din ve dünya arasında
kalmış olan Yahudilerin yeni
dönemde sorun çözücü bir yaklaşımı
benimsemeleriyle birlikte işlerin daha düzgün gitmesi düşünülebilmektedir.
Atatürk’ün zamanında Balkan Paktını n kurulması ,Balkan bölgesinin Hitler ve
Mussolini gibi maceraperestlerin eline geçmesi gibi olumsuz durumlardan uzak tutulmasını
sağlamıştır . Uzman büyükelçilerin dikkatlerinden kaçmayarak alınmış olan önlemler , doğu-batı,Müslüman
–Hrıstıyan ,Alevi-Sünni gibi çekişmelerin aşılabilmesinde ve alt kimlik kavgalarının tırmandığı anlarda ,
Yahudiler de her zaman kendilerini
korumak için devrede olmuşlar, ya
bölgenin yeniden düzenlenmesinde ya da çatışmalarda geçmişten gelen birikimleriyle, kilit ya da arabulucu gibi
roller oynayarak Balkanlar’da
barış düzeninin yeniden tesisinde etkili olmuşlardır .Osmanlı
döneminde Doğu Avrupa da yaşayan
Yahudiler böylesine bir değişim
sürecinin içinde yer almışlardır . Osmanlı devletinin çöküşünden alınan dersler soğuk savaş yıllarında ve
bugün gelinen küreselleşme
döneminde yeniden ele alınarak değerlendirildiğinde ortaya çok daha
farklı bir durum çıkmaktadır .Birinci
Dünya Savaşı sırasında Osmanlı
imparatorluğu çökerken , Doğu Avrupa’da yaşanan
Yahudi sorunları ,daha sonraki aşamada İkinci Dünya savaşı ile
birlikte Orta Doğu bölgesine transfer
edilmiş ve bu doğrultuda önemli miktarda
toplu insan göçü, Balkanlar ile Orta Doğu bölgesi arasında yaşanmıştır .
Bugün İsrail merkezli olarak Orta Doğu bölgesinde yaşanmakta olan sorunların
bazı benzerleri ya da ön hazırlıklarının
Balkan bölgesindek Osmanlı sonrası i gelişmelerin uzantıları olduğu zaman
içerisinde anlaşılmaktadır . Balkanlar’dan Orta Doğu’ya doğru göçler ile
başlayan Yahudi sorunu ,Birinci Dünya
savaşı sürecinde çözümlenemeyince ,sorunun kalıcı çözümü için bir de İkinci Dünya
Savaşı çıkartıldığı bugün daha net olarak görülebilmektedir .İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin
bölgeye gelmesi ve İsrail’in kurulmasıyla birlikte Osmanlı dönemindeki Balkanlar’daki Yahudi yapılanması Avrupa
kıtasının dışına çıkarılarak , kutsal
topraklar adı verilen Filistin bölgesine
taşınmıştır .
BALKANLARIN GÜNCEL
SORUNLARI
Balkanların güncel sorunları
çerçevesinde konuya bakıldığı zaman , geçmişin yaşanan olaylarından
gelen birikimin yeterince değerlendirilemediği görülmektedir . İki büyük dünya savaşı
sürecinde bu bölgede yaşanmış olan gelişmeler
sonraki dönemlerde de sürüp gitmiş ve Küresel emperyalizm
aşamasında Balkanlar , Rusya
merkezli sosyalist sistemden
koparak Batı uygarlığı merkezli Avrupa
Birliği oluşumuna doğru açılmışlardır . Küçük Balkan devletleri Hrıstıyan kimlikleri ile hemen Avrupa Birliği
çatısı altına alınmışlar ama eski Osmanlı uzantısı olan Müslüman toplulukların
yaşadığı Arnavutluk , Bosna ve Kosova
gibi Balkan ülkeleri Vatikan önderliğinde kurulmuş olan Hrıstıyan
Avrupa Birliği içine dahil
edilmemişlerdir . Eski Avrupa Birliği
yöneticilerinden Olli Rehn isimli politikacı , Avrupa Birliği ile ilgili olarak
yazmış olduğu kitabında, bu Müslüman Balkan ülkelerinin farklı dinleri
nedeniyle Avrupa Birliği çatısı altına alınamayacaklarını ancak uzun bir süre içerisinde eski Osmanlı
kalıntısı olan bu ülkelerin Osmanlı kültüründen ve İslam dininden
arınmaları sonrasında Avrupa Birliğine
tam üye olarak alınabileceklerini açıkça
belirtmekten çekinmemiştir . Vatikan’ın Hrıstıyan emperyalizminin ürünü olan
bir kıtasal birliğin yöneticisinin ,eski
Osmanlı ülkelerini sırf din farklılığı nedeniyle dışlaması ve tam
üyeliğe kabül etmemesi, başta Avrupa Birliği standartları doğrultusunda Vatikan ile birlikte hareket eden büyük
Avrupa devletlerini , insan hakları çağında çifte standartlı davranma çıkmazına düşürmüştür . Dünyayı beş
yüzyıl yönetmiş olan Avrupa uygarlığının tam birleşme aşamasında sırf din
farklılığı nedeniyle Müslüman Balkan ülkelerini dışlaması , aynı zamanda eski
Osmanlı devletinin bugünkü mirasçısı Türkiye Cumhuriyetini de etkilemekte ve
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne vermiş olduğu
yarım yüzyıllık ödünler demeti,
hiçbir işe yaramamaktadır . Vatikan merkezli Avrupa’nın Hrıstıyan militanı
konumuna gelen Batı Avrupa devletleri ,
kıtanın doğusundaki Müslüman Avrupa ülkelerine bugün de hiç hoşgörülü bakmamakta ve bu durum ,Bosna’da işlenmiş olan insanlık
suçunun her an yeniden gündeme getirilmesi
gibi bir riski de beraberinde taşımaktadır . Çağdaş ya da uygar görünen
, batının dışında kalan ülkeleri ve halkları küçümseyen Avrupa’lıların bağnazlığı ve ırkçılığı yüzünden ,bir çok
kanlı olayın yaşanmasına rağmen batılıların hala aynı konuda ısrarcı olmaları
da, günümüzde çifte standartlı bir diplomasinin çağdışı bir çizgide artarak devam ettiğini açıkça
ortaya koymaktadır .
Soğuk savaş sonrası dünyada karşı
siyasal kutupların ortadan kaldırılmasından sonra ,dünyanın biraz daha rahatlaması beklenirken
bu kez de küresel sermayenin kendisinin merkezde yer alacağı bir evrensel dünya düzeni kurmaya yönelmesi üzerine gene batı merkezli baskı ve emperyal zorlamalar devam ederek ,bugünün
dünyasında fazlasıyla gergin ve hassas
yeni bir durumun ortaya çıkmasına neden
olmuştur . İşte bu gibi kritik aşamalarda Balkanlar gibi jeopolitik önemi
fazlasıyla olumsuz olaylara bağlı bulunan hassas bölgelerde gerginlikler yeniden tırmanmaya
başlamaktadır . Avrupa Birliği Balkan bölgesindeki Müslümanları eritmeye
çalışırken ,bu ülkelerin Avrupa Birliği nimetlerinden yararlanmalarına izin
vermemekte ama Olli
Rehn’in söylediği gibi , Balkan
Müslümanlarının din değiştirmeleri için
baskılar yapılmaktadır . Bu yüzden
Arnavutluk,Bosna ve Kosova gibi ülkelerde işin daha bitmediği bu bölge
halkları da tam olarak Hrıstıyan yapılana kadar
kavganın ve baskıların devam edeceği
tehdit dolu sözler ile ifade edilmekte , bugün bu bölgede yaşayan Balkan
Müslümanlarının tıpkı Balkan savaşları
sonrasında olduğu gibi, Balkanları terk ederek Türkiye’ye göç etmeleri
istenmektedir . Başta Trakya bölgesi olmak üzere Türkiye’nin batı bölgelerinde
milyonlarca Balkan göçmeni Avrupa
kıtasındaki evlerini ve köylerini terk ederek bugün Balkan Savaşları ve
Hrıstıyan fanatizmi yüzünden Türkiye’de yaşamlarını sürdürmek zorunda kalmışlardır . İnsanlar, Vatikan
bütün Avrupa kıtasına Hırıstıyanlık üzerinden
egemen olsun diye doğup büyüdükleri kendi topraklarından sürülmüş ve bir
başka ülkeye zorla göç ettirilerek , kendi anavatanları dışında bir yeni hayat
düzenine zorlanmışlardır . Üç kıta ve
iki dünya arasında sıkışıp kalan Balkan bölgesinde bu doğrultuda yaşanan bütün
olaylar , komşu bölgeleri de doğrudan etkileyerek böylesine geniş bir bölgedeki
insanların yaşam düzenlerini tümüyle alt
üst etmiştir .
TÜRKİYE
VE BALKANLAR
Türkiye ve Balkanlar’ın harita üzerinde coğrafi olarak sahip olduğu
yakınlık ve bütünlük görüntüsü , günümüzde de devam etmekte ve yeni dönemin öne
geçen sorunları Balkanlar ile birlikte Türkiye Cumhuriyetini etki altına
almaktadır . Bu sorunların bir kısmı geçmişten bugüne gelirken , bazıları da
küreselleşme aşamasında çeyrek asırın geride bırakıldığı yeni aşamanın gündeme
getirmiş olduğu sorunlar olarak öne çıkmaktadır . Soğuk savaş döneminde Rus emperyalizmi ile
boğuşan Balkan ülkeleri , yeni dönemde
Avrupa Birliği emperyalizmi ve Vatikan merkezli Müslüman karşıtlığı ile kısaca İslamo-fobia olgusu ile uğraşmak zorunda kalarak Hrstıyan
fanatizme ile mücadele etmek zorunda
kalmışlardır . Hrıstıyan fanatizmi ile
dünya halklarını emperyal baskı altına alan Avrupalılar yeni geliştirdikleri İslamo-fobia hastalığı
çizgisinde Müslüman karşıtlığını Balkanlar’da sürdürerek yola devam edebilmenin arayışı içine
girmektedirler .Balkanlardaki etnik çatışmalar aracılığı ile Osmanlı devletinin
yıkımının gündeme gelmesiyle, dünya siyasetine kazandırılmış olan Balkanizasyon
kavramı günümüzde de sürdürülerek , Balkanlar üzerinden çok kültürlü bir heterojen yapılanma Avrupa Birliği çatısı
altında geliştirilmeye çalışılmaktadır .Yüzyılların Avrupa kıtası bütün dünyaya
yönelen bir emperyalizmi yeni dönemde de
sürdürebilmenin yollarını araştırırken , Balkanlar’daki son Osmanlı izlerini
silebilmenin çabası içine girmiştir .Bu durumda Osmanlı İmparatorluğunun varisi
olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin Balkanlar ile daha fazla yakından ilgilenerek
Osmanlı mirası olan Türk ve Müslüman
kültürüne sahip çıkması gibi bir misyon kaçınılmaz olarak güncellik kazanmıştır
.
BİRLEŞMEYE
ÇALIŞAN AVRUPA VE BALKANLAR
Uluslararası alanda büyük
değişiklikler yaşanırken , Avrupa birleşmeye çalışmakta ve bu doğrultuda
Balkanları bir an önce sınırları içine
dahil ederek kıtasal bütünleşmeyi
gerçekleştirmeye çaba göstermektedir . Bu yeni dönemde , Avrupa’da kıtasal
birlik oluşturulurken , Türkiye’nin de diğer Orta Doğu ülkeleri gibi
dağıtılması okyanusun kenarındaki Atlantik güçleri tarafından
istenmektedir . Bu doğrultuda yeni bir Balkanizasyon sürecinin Sevr haritası doğrultusunda Anadolu’ya
taşınması için çalışmalar yapılmaktadır.
Atlantik emperyalizmi ile İsrail Siyonizmi arasında geleceğe dönük olarak oluşturulmuş batı bloku
işbirliğinde, Avrupa kıtasının dışlandığı görülmekte ve Türkiye hem bir Avrupa, hem de bir orta Doğu ülkesi olarak ikiye bölünmüş olan
batı ittifakının tam ortasında yalnız
kalmaktadır . Merkezi konumu nedeniyle
Türkiye’yi üç kıta arasındaki oluşumlarda
kullanmaya çalışan bu iki batılı blok, kendi aralarında
anlaşamayınca hem Balkanları hem de
Türkiye’yi çatışma alanına dönüştürmekte
ve bu yüzden de merkezi alanda terör ve sıcak
çatışmalar bir türlü bitmek bilmemektedir . Milattan sonra yaşanan iki bin yıllık dünya tarihinde öne çıkan din
ve mezhep kavgalarının içinde bulunulan küreselleşme döneminde, batılı büyük
devletler tarafından kışkırtılarak
kullanılmaya çalışılması nedeniyle sıcak gerginlikler tırmandırılmakta
ve bu durumun sonucu olarak da terör
durdurulamamaktadır . Balkanlar’da Birinci Dünya savaşının çıkartılmasına
neden olan terör , yirminci yüzyıl boyunca devam edip gelmiş
ve bugünün sıcak gündeminde de her zaman için
listenin en başında yer almıştır . Terörist hareketler aracılığı ile Osmanlı İmparatorluğu’nun
Balkanlar’daki devlet düzeni çökertilmiş ,böylesine bir sürecin sonucunda da
Müslümanlar , Türkler ve Yahudiler Avrupa kıtasından kovulmuşlardır . Müslüman
Boşnak bir terörist Hrıstıyan asıllı Avusturya Arşidük’üne suikast yaparken geçmişten gelen din savaşının nasıl dünya savaşına yol açtığı görülmüştür .
Balkan savaşları Hrıstıyan topluluklar
ile Müslüman Osmanlı imparatorluğu
arasında cereyan ederken , bu bölgede ciddi bir din ayrışması gündeme
gelmiş ve bu doğrultuda bir cihan savaşına gidecek yol Balkan yarımadasında
açılmıştır . Üç büyük din arasındaki çekişme iki bin yıllık tarihi geride
bırakırken , bu savaş günümüzde yeni bir
aşama da gene eskisi gibi devam etmektedir . Ne yazıktır ki , tıpkı Türkiye
gibi Balkan bölgesi de dinler arası
çekişmenin savaş alanı konumundan bir türlü kurtulamamıştır .
Balkanların çağdaş anlamda bir
uluslaşma sürecinden geçerek tek bir ulus devlet çatısı altında bütünleşememesi
yüzünden ayrışma ve çatışma senaryoları
bugün de devem edip gitmektedir .Bu olumsuz duruma Balkan yarımadasında yaşanan
olumsuz olaylar yüzünden
Balkanizasyon adı verilmiştir .
Şimdi yeni dönemde bu Balkanizasyon süreci, Anadolu üzerinden Orta Doğu
bölgesine doğru İsrail’in öncülüğünde
taşınmaya çalışılırken Türkiye
Cumhuriyeti’nin Balkanlar bölgesine sırtını dönmesi ya da ilgisiz hareket edebilmesi mümkün değildir . Balkanlar’da
geçen yüzyılın başlarında yaşanmış olan ayrışma süreci bugün yeniden
hortlatılırken , Balkanlaşma olgusu
Türkiye’ye taşınmaya çalışılmaktadır . Osmanlı devletini yok eden Balkanizasyon sürecinin bir yüzyıl sonra şimdi de Osmanlı devletinin
mirasçısı olarak tarih sahnesine çıkmış olan
Türkiye Cumhuriyeti’ni yok
etmesi Türkler açısından hem
düşünülemeyecek hem de hiçbir biçimde kabül edilemeyecek bir emperyalist
plan olarak devreye sokulmak istenmektedir . Türk devleti bir yüzyıllık cumhuriyet tarihini geride
bırakırken , öncelikle etrafına bakmak ve bölgedeki ya da komşu ülkelerdeki
gelişmelere göre kendini yeniden ayarlamak durumundadır . Türkiye
Cumhuriyetinin batılı ülkeler ile bir
ittifak içinde bulunması nedeniyle , Türkiye’ye Balkanlaşma olgusu demokratik
süreç içerisinde taşınmaya çalışılmış ama , Orta Doğu bölgesindeki eski Osmanlı
topraklarında sonradan kurulmuş olan devlet yapılarının ortadan kaldırılmaya çalışıldığı yeni
dönemde terör ve sıcak çatışmalar gibi yollar kullanılarak bölge haritasında değişiklikler
gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır .
YERYÜZÜNÜN
MERKEZİ COĞRAFYASINDA HEGEMONYA KAVGASI
Yer yüzünün merkezi
coğrafyasında hegemonya kavgası
sürdürülürken Türkiye Cumhuriyeti ile
birlikte Balkan yarımadası aynı kadere mahkum edilmeye çalışılmaktadır .
Balkanların parçalanmışlığından istifade etmek isteyen emperyal güçler ya da
Siyonist İsrail ,Balkanlar’dan gelebilecek yeni emperyal bir saldırının
önünü önceden kesebilmek için , hızla Balkanizasyon sürecini bir an
önce Türkiye üzerinden Orta Doğu’ya
taşıyabilmenin çabası içinde iken ,
Türkiye’nin hem Balkan bölgesindeki hem de Orta Doğu’daki devletler ile
işbirliği yaparak böylesine parçalayıcı ve
çatıştırıcı bir yeni savaş sürecine
izin vermemesi gerekmektedir . Bu nedenle ,içinde bulunulan yeni aşamada
stratejik derinlik gibi siyasal kavramların arkasına saklanarak ,
Türkiye’nin komşuları ile emperyal
güçlerin çıkarları doğrultusundaki savaşlara sürüklenmemesi gerekmektedir .
Türk devletinin geçmişten gelen kalıcı bir Balkan politikası olmaması nedeniyle
, devletin yanı başında yer alan bu son derece önemli yarım ada üzerindeki
gelişmelerde, Türkiye Cumhuriyeti
Osmanlı sonrası dönemde fazla etkili olamamıştır . Bölgede Osmanlı
ağırlığının zamanla ortadan kalkmasından
yararlanmak isteyen Avrupa Birliği ,
Türkiye’den yüz yıl geride kalmış olan
eski Osmanlı ülkeleri olarak Romanya ve Bulgaristan gibi ülkeleri ,Türkiye için aranan koşulların hiç birisini
aramayarak sırf emperyal çıkarları için
tam üyeliğe kabül etmiştir . Avrupa Birliği Türkiye ile Balkan ülkelerine karşı çifte standartlı bir tutum
izleyerek yeni haksızlıklara yol açarken
, Türkiye Cumhuriyeti Balkanlar
üzerinden Orta Doğu’ya doğru yönlendirilen siyasal rüzgarların etkisi altında
kalarak , çökme ve dağılma gibi olumsuz sonuçlar ile gerçekleşebilecek çok tehlikeli bir ortama
sürüklenmiştir .Türkiye’yi böylesine beklenmeyen bir çıkmazdan kurtarabilmek
için kesinlikle yeni bir politik
yaklaşımın geliştirilmesi gerekmektedir .
TÜRKİYE
İLE BALKANLAR ARASINDAKİ İLİŞKİLERİN
“GELECEĞE DÖNÜK OLARAK”
GELİŞTİRİLEBİLMESİ
Türkiye ve Balkanlar arasındaki
ilişkilerin geleceğe dönük olarak geliştirilebilmesi için , Türk devletinin
kesinlikle kalıcı ve kurumlaşmış bir Balkan politikasına gereksinmesi vardır
.Yeni siyasal iktidarlara göre politikaların değiştirilmesi , ayrıca işbirlikçi ve mandacı siyasal kadrolar
aracılığı ile merkezi coğrafya da batı merkezli emperyalist politikaların geçerli kılınmak istenmesi nedeniyle, Türkiye’nin taşeronluktan
kurtulabilmesi mümkün olamamakta ve Türk devleti bir türlü kurucu önderin
geliştirmiş olduğu Balkan paktı siyasetine
kalıcı bir doğrultuda yönlenememektedir . Mikro milliyetçiliklerin yayılma alanı olan Balkanlar’da bu durumun üstünde makro ölçülerde bir büyük
devlet kurulamadıkça , Balkan sorunu etnik çatışma ve terör batağından bir
türlü kurtulamayacaktır . Türkiye’nin Balkan yaklaşımının öncelikle bu siyasal
gerçekliğin üzerine oturtulması gerekmektedir . Türk devleti kendi iç barışının
tesisine öncelik vermeli ama bölgesel bir barış düzeninin kurulabilmesi için de
,kesinlikle Balkan ülkeleri ile bir araya gelerek ve bölge dışı emperyal
güçlere karşı yeni bir dayanışma düzenini , Atatürk’ün gerçekleştirmiş olduğu
Balkan Paktı benzeri bir doğrultuda
ortaya koyabilmelidir
. Balkan bölgesinde
sağlanacak yeni bir dayanışma düzeni , Orta Doğu bölgesindeki savaşların
önlenmesi doğrultusunda da bir bölge insiyatifinin oluşturulmasına katkı
sağlayabilecektir .