19 Eylül 2015 Cumartesi

Good morning, after supper, “Akşam yemeğinden sonra, günaydın”

 TÜRKİYE'Yİ BÖLMEK SİZE NE KAZANDIRACAK?..
Cumhur’un Başı, 3. Uluslararası Ombudsmanlık Sempozyumunda şunu söyledi;
“Türkiye’yi, benim ülkemi bölmek, size ne kazandıracak?”
Tercümeyi kulaklığından dinleyen bir Amerikalı yetkili, yanındaki Türk İşadamına dönerek; Good morning, after supper, “Akşam yemeğinden sonra, günaydın” dedi ve devam etti;
-Erdoğan, Büyük Ortadoğu Projesinin Obama ile birlikte eşbaşkanı değil mi?
-Erdoğan, bu projenin amacını bilmiyor mu?
-Erdoğan, bizim Dışişleri Bakanımız Condeleezza Rice’ ın “22 ülkenin sınırları değişecek, bölünecek” dediğini duymadı mı?
-Öcalan ile İmralı’da görüşüp, anlaşmaya varan Erdoğan değil mi?
-Bizim görevlendirdiğimiz kişinin başkanlığında, Oslo’da PKK ile anlaşmaya varılmadı mı?
-Erbil’de Erdoğan ve Barzani arasında sözlü mutabakat sağlanmadı mı?
-Erdoğan, Irak’ta Saddam’ı devirirken bizle beraber değil miydi?
-Erdoğan, Tunus-Libya-Mısır’da bizim için çalışmadı mı?
-Davutoğlu, Erdoğan’ın Dışişleri Bakanı değil miydi?
Biz hiçbir şeyi gizli-saklı yapmayız ki! Yıllardır NATO toplantılarına gelen Türk Yetkililer, Türkiye-İran-Irak-Suriye’den alınacak parçalarla kurulacak
“Büyük Kürdistan” haritalarını görmediler mi?
ABD Başkanı Wilson’un taa 1918 yılında yayınladığı “Wilson İlkelerinin”
12. Maddesinden haberi yok mu?
Biz dünyanın jandarmasıyız. Biz olmazsak dünya kaos yaşar. Ortadoğu’nun petrol ve doğal gazını, Dicle-Fırat’tan kaynaklanan su havzalarının yönetimini Türklere bırakacak kadar aptal mıyız?
Erdoğan, Başkan Bush ve Başkan Obama ile Oval Ofiste baş başa neler konuştuğunu, hangi sözleri verdiğini Türk Milletine anlatabilir mi?
ABD Türkiye Büyükelçisinin, Erdoğan’ın önüne koyduğu dosyalarda ne vardı sanıyorsunuz?
Türk İşadamı dostum, ayağa kalkar ve Amerikalı yetkiliye;
“Bu söylediklerini Erdoğan’ın bilip, bilmediği hakkında bilgim yok. Kişiler geçicidir, Türk Milleti esastır. Siz daha önce yanınıza İngilizleri-Fransızları-İtalyanları-Yunanlıları da alarak, bunu denemediniz mi?
Başarılı olamadınız, yine olamayacaksınız. Siz Vietnam’da-Afganistan’da-Irak’ta-Suriye’de bile batağa saplandınız, Türkiye ve Türk Milleti size çok büyük gelir, altımızda ezilirsiniz!
Merak etmeyin yakında Türk Milleti kendine yakışına yapacaktır.
O zaman, karşılıklı olarak yine konuşacağız. Biz Türk Milleti olarak ne dostumuzu ne de düşmanımızı asla unutmayız. Size iyi günler” der ve orayı terk eder…
Değerli Okurlar;
Türk Milleti, geçtiğimiz 13 seneyi çok iyi irdelemeli ve hiç unutmamalıdır!
Yanlış kişileri işbaşına getirmenin bedelini önümüzdeki kaç yılda ödeyeceğiz, henüz bilmiyoruz. Yaşayarak göreceğiz.
Bundan böyle, Çağdaş-Vatansever-Demokrat-Dürüst olan kişileri seçmeliyiz.
İçinde bulunduğumuz çağda yaşamak, kişiyi veya kurumu “Çağdaş” yapar mı?
Örneğin, Libya’da birbirini boğazlayan, öldürdükleri eski liderlerinin ölüsüne tecavüz eden toplum, bu çağda yaşıyor diye, çağdaş mı sayılacak?
Veya 21. Yüzyılda “Kerameti kendinden menkul” bir meczubun peşine takılıp, onu tapılacak adam konumuna getiren Cemaat ve Tarikatlar, çağımızda var oldukları için, çağdaş mı sayılacaklar? Her kravat takanı çağdaş mı sayacağız?
Kaynağı belli olmayan ve hesabı verilemeyen servete sahip olan dolandırıcılar, son model otomobiller kullanınca çağdaş mı oluyorlar?
Çağdaşlığın temel boyutu; Bilgi, Bilim, Teknoloji, Örgütlü Toplum ve dünya ile ortak değerleri medeni ölçülerde paylaşabilecek yetenekte beyin gücü yetiştirmektedir.
Bu nitelikte Devlet ve Siyaset İnsanlarını seçmeyi öğrendiğimiz zaman, ülkemiz dünyada örnek gösterilecek bir ülke olacaktır.
Önümüzde 1 Kasım seçimleri var. Çağdaş bir ülkede yaşamak isteyen herkes, siyasi düşüncesi ne olursa olsun, AKP ve HDP ye OY VERMEMELİDİRLER.
İçinize sinse de, sinmese de ya CHP ye ya da MHP’ye oy verilmelidir.
1 Kasım’da başımızdaki belayı def edebilirsek, ülkemizde sistemi baştan aşağıya değiştirecek, yeni Anayasa, yeni Siyasi Partiler Kanunu, yeni TBMM içtüzüğü ve yeni Seçim Kanunu hazırlayıp, Türk Milletinin onayına sunacak bir partiyi nasılsa beraberce kuracağız.
Ama şimdi en önemli iş 1 Kasım’da çakma demokratları ve bölücü hainleri sandığa gömmek olmalıdır. Bundan önemli işimiz yok!
Var diyen, ama diyen, fakat diyen lütfen bizden uzak olsun…
Sağlık ve başarı dileklerimle 19 Eylül 2015

14 Eylül 2015 Pazartesi

PKK Eşkiyasının Zana Anası, Mahiye MORGÜL

PKK Eşkiyasının Zana Anası
Mahiye MORGÜL
Eşkiyanın köyü ne zaman basacağı belli olmazmış. Ama bu sefer belliydi. Her evden bir genç alıp dağa götürdüklerinde o evin annesi bir gün oğlunun komşu köyü basacağını ve kendisine oğlunun öldüğü haberinin geleceğini biliyordu.
Bu noktada sözüm Leyla Zana’ya. 
Ölüm orucuna yatacakmış. 
Biz ölelim PKK’lı Kürt gençler ölmesin diyor, doğrudur, yaşamak hakkı öncelikle çocukların ve gençlerindir. Öyleyse eşkıya çetesi her evden bir genç devşirirken annelere"Vermeyin oğlunuzu, ölüme götürüyorlar, PKK eşkiyasının önüne atın kendinizi, direnin..." neden demedi?
Biz bu topraklarda binlerce yıldan beri bizi yağmalamaya Atina’dan ve Roma’dan gelen yağmacılara karşı birlikte savaşma geleneğinden geliyoruz. Venedikli ve Cenevizli Yahudi köle tacirlerini Babil’den ve Anadolu’dan kovmak için Anadolu (MED’ler/Medea) ile İran’ı (PERS’ler/Persia) birleştirerek Egemen (Akhamen) MİLLET uygarlığını kuran Büyük KURUŞ’un oğullarıyız.
Biz tarih boyunca "birliğimiz dirliğimizdir" dediğimiz için sömürgeciler burada barınamadılar. Gizli yollarla bizi bölmeyi hep denediler. En sonunda aramıza kripto Hıristiyan, kripto Müslüman, kripto Türk, kripto Kürt, kripto Ermeni ajanlar soktular. Yüz elli yıl öncesinde Ermenilerle Türkleri ve Ermenilerle Kürtleri ektikleri karşılıklı kin tohumlarıyla birbirine düşürmeyi başardılar. Ortak düşmanımız İngilizlere karşı Ermeni Türk Kürt, birlikte savaştık ve o büyük savaştan birbirimizin yaralarımızı sarmış olarak evlerimize döndük.
Tarih boyunca bu topraklarda Türkler diğer kavimlere ağabey olmuş, ayırmadan hepsine kol kanat germiştir. Osmanlı olmak da zaten bu demekti. Osmanlı yönetimi ne zamanki ağabeyliği bırakıp İngiliz Yahudi şirketlerine borç kölesi oldu, ondan sonra ağabeyliği bitti, kendisi emir kulu oldu. 
Aklını kullanan Ermeniler "Biz Türk’üz" diyerek kendi can güvenliklerini millet bütünlüğü içinde korudular.
Batıya karşı birleşmek doğal refleksimiz olmuştur. Sultan Alparslan’ın ordusuna katılan Ermenilerin bu refleksi ondan bin yıl önceye kadar gider. Sezar döneminde (MÖ.1.yy) birleşik ordular kurarak Romayla savaştık. MÖ.1 yüzyılda 22 Oğuz boyunun 8 ordusunu birleştiren Oğuz kralı VI.Büyük Bedri’nin baş komutanlığında Atinalı ve Romalı yağmacılara karşı 48 yıl savaştık. Sezar’ın sponsoru olan Yahudi tefecileri bir gecede (MÖ.88) Efes’ten ve tüm Anadolu’dan kovduk.
Birleşerek direnme kültürümüzde evlilikler de var. Birleşik Oğuz Ordusunun (Kırım, Sirkasya, Trakya, Dimaskos, Petra, Komagene, Persia, Azeri ve Ermeni orduları) komutanları Rizeli kral VI.Büyük Bedri’nin ya kızlarıyla ya da kız kardeşleriyle evliydi.
Millet birliği evliliklerle böyle başladı. 
Bu gelenek halk arasında aynen devam etmiş, 
buna "Birliğimiz dirliğimizdir" denilmiştir.
Aramıza nifak sokarak milleti parçalama silahı her seferinde geri tepti. Ancak geçtiğimiz yüzyılda Ermeniler bir tuzağa düşürüldü. Bu tuzaktan en büyük zararı onlar gördü. Önemli bir Ermeni nüfus Türklüğü ve Müslümanlığı seçerek tuzaktan kurtuldu. Şimdi Kürtlere aynı tuzağı kurdular. Bu tuzağa düşmek istemeyen Kürtler aynı tarihi refleksle "Biz Türk’üz" diyecektir. Bu kaçınılmaz sonuçtur. Tarih bilmeyen Kürt eşkiyası bu matematiği kuramaz.
Basit bir örnek vereceğim. Rize’de yaşayan Erzurumlu bir aile ile komşuyuz. Okul çağında iki çocuğu olan komşumuz artık buraya yerleşmiş, ev almış, güzel güzel yaşıyorlar. Bana dert yandı, "Bize Kürt diyorlar, gidin diyorlar, biz Türküz" dedi. Bu annenin endişesine kaynak olan kavram yanıltmasının nedenlerini sosyolojik olarak düşündüm. Rize ve Trabzonlular Kars ve Erzurumlu olana Kürt der, Erzurumlular da Trabzon’a kadar tüm sahil insanına Laz der. Antik Trabzon’u da içine alan Elazya bölgesidir kastedilen.
Evet, hepimizin ortak adı Türk’tür. "Hilal inanışlılar" demektir. Bir diğer adımız da Oğuzoğullarıdır. Türk olmayı bir sığınma şemsiyesi olarak görenler tarihten gelen korunma içgüdüsü ile kendine Türk der ve bu doğru sosyolojik kavramdır.
Erzurumluya bugün "sen Kürtsün git buradan" demek hangi ajanların saldığı dezenformasyon virüsü olabilir diye düşünmek lazım. Aynı apartmanda oturan İngiliz kökenli Amerikalı iki aile var, her bir komşuyla konuşma fırsatı yaratıyor, Türkçe konuşuyor, Lazca bilenle de Lazca konuşuyor, burada bulunma nedenini herkese bir başka söylüyorlar. Bana anlatılanları sıralayayım:
1-Evi kiralarken ev sahibine: "Amerika’da bir enstitüde çalışıyorum, burada sosyoloji araştırması yapıyorum, futbol fanatizmi üzerine tez hazırlıyorum."
2-Emniyet mensuplarına: "National Geografi’nin muhabiriyim."
(Sanıyorum bunu Ayder yaylalarında tüfekle ava gittikleri şikayeti üzerine emniyete verdikleri ifadede söylediler. Keşke yaylalara giderken götürdüğünüz karton kutularda ne taşıyordunuz, bitki köklerini mi söküyordunuz, onu da sorsalardı.)
3-Apartman toplantısında: "Komşuluk ilişkileri üzerine kitap yazıyorum."
4-Erzurumlu komşuya: "İlahiyat üzerine kitap yazıyorum."
5-Kapıcıya: "Seninle biraz muhabbet edelim."
6-Bakkala: "Kitap yazıyorum."
Bakıyorsunuz, adam yalan söyleme ustası. Onun herkese farklı konuştuğu konuşuluyor. Bir yandan da yalancılık öğretiyor etrafına, bu da ileride sosyolojik sonuçlarını test edeceği bir başka kitabın konusu olmalı.
Amerikalı kiracının bu araştırmalarını rapor ettiği stratejik araştırma enstitüsü bu bilgileri hangi lobiye satıyor, bilemiyoruz tabii. Amerika’da bilgi toplama faaliyetleri devlet eliyle değildir, özel şirketlerin kurduğu sosyolojik araştırma enstitülerinin maaşlı elemanları yapar bu işi, topladıkları bilgileri devlete satarlar. Neden halkımızda Amerikan karşıtlığı bu kadar yükseldiği halde bu sosyoloji(!) araştırmacılar tası tarağı toplayıp gitmedi diye merak ediyorsanız, cevabı budur, burada kaldıkları sürece maaş alıyorlar.
Halkımız gerçek bir savaşın içinde olduğumuzu bilmeli. Amerikan beslemesi PKK’yla "barış" olmaz, PKK bir Türk-Kürt iç savaşı çıkartmak için kan davası yaratmanın peşindedir. Biz zaten binlerce yıldır Kürtlerle barış içinde yaşıyoruz. Kürt insanımızı da PKK eşkiyasının elinden kurtarmak zorundayız.
Tarihte düşmanlarımız bu topraklarda Ermenilerle Türkleri ve Kürtleri kapıştırmayı başardılar ve bundan en büyük zararı Ermeniler gördü. Şimdi aynı vahşi batı ilk defa Kürtlerle Türkleri kapıştırmayı deniyor. Bundan en büyük zararı kimin göreceği bellidir.
Leyla Zana PKK eşkiyasını korumak için ölüm orucuna gireceğini ilan etti. Onun bir Fransız annesi vardı, Bayan Mitterand, ölürse o çok üzülür, söyleyin ağlatmasın Fransız annesini!..
11.9.2015 (mahiye@gmail.com) M.Morgül & İktibas: Serendip ALTINDAL

10 Eylül 2015 Perşembe

DANK ETTİ Mİ?.. Rıfat SERDAROĞLU

DANK ETTİ Mİ?
Rıfat SERDAROĞLU
*Anne Yengeç, yavrusuna seslenmiş; “Yavrum neden böyle yan yan yürüyorsun, düzgün yürüsene!” 
Yavru Yengeç yanıt vermiş;
“Tamam anne, sen önümden düzgün yürü, ben seni izlerim!”
*Sadrazam, Halep Valisine telgraf çeker; “Asker için tez olarak on bin puşi (başa sarılan bez) gönderin!” Telgraf, Halep’e ulaşıncaya kadar, puşi kelimesi “puşt” haline dönüşür! Telgrafı alan Halep Valisi şaşkınlıktan donakalır, ama talimat Saraydan geldiği için, adamlarına “On bin tane puşt bulun, bulamazsanız kellenizi alırım” diye emir vermiş. Tüm Ortadoğu’yu dolaşan askerler, on bin puştu tamamlayıp, dörderli kol yürüyüş düzeni ile Saray’a doğru yola çıkarmışlar.
Sadrazam, “Binlerce insan Saraya doğru yürüyor, yandık efendim” diyen haberciyi susturup, atına atladığı gibi kafilenin önünü kesmiş haykırmış
“Bu ne densizliktir, canınıza mı susadınız?”
Kafile Komutanı durumu anlatıp telgrafı gösterince, Sadrazam yanlışlığı anlamış ve gülerek şu emri vermiş; “Getirdiğiniz on bin puştu, ülkenin dört bir yanına dağıtın. Siz de geri dönün…”
*Osmanlı zamanında o kadar çok “devşirme” devlet- ordu yönetimine alındı ki, devşirmeleri köksüzleştirelim derken, kendimiz köksüzleştik!
Türk’e devlet organlarının tamamı kapatıldı.
Devlet sistemimizde “Rüşvet ve Entrika” bu şekilde girdi ve her geçen gün arttı!
Bu ve benzeri sebeplerden bu topraklar, hainin en çok yetiştiği topraklar haline gelince atalarımız şu sözü söyleyip, kulaklarımıza küpe yapmamızı istemişler;
“Kaynatmakla, katran hiç olur mu şeker, cinsini öptüğüm, cinsine çeker…”
Bademler iktidara getirildiklerinde, Türk’e dost olmayı istediler mi?
PKK’lıya-Öcalan’a Yoldaş, Ermeni’ye Candaş, 2. Cumhuriyetçilere ve Liboşlara Gönüldaş, İsrail ile Ticari Arkadaş, BOP’ çulara Karındaş, Barzani ile Paydaş, Tarikat ve Cemaatlerle Yandaş olup, “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyenleri ezmediler mi?
Yani, Demokratik Rejim ve Demokrasideki özgürlük ortamından yararlanan bademler, 13 yıldır kaynamalarına rağmen hala katran olarak kalıp, cinslerine çektiler…
Değerli Okurlar;
Hiçbir zaman etnik kökene-ırka-inanışa-mezhebe dayalı bir yönteme itibar etmedik, etmeyiz.
Binlerce yıldır, yüzlerce medeniyete beşiklik etmiş yurdumuz için böyle bir ilkel anlayışı çok tehlikeli buluruz.
Fakat bu tutum “Türk Devletinin” tarihi gerçekleri göz ardı etmesinin yolunu açmamalıdır. Devlet Hafızası her şeyi kaydetmeli ve yararlanmayı bilen devlet adamlarının hizmetine vermelidir.
Böylelikle tehlikenin nerelerden, kimlerden geleceğini bilmek ve tedbir almak daha kolay ve acısız hale gelecektir…
Aşağıda anlatılanlar tesadüf olabilir mi;
-Adamın dedesi, Cumhuriyet’e-Şapka Devrimine ve Askere gitmeye karşı çıkıp, kendisi gibi düşünenlerle beraber TC Devletine isyan etmiş!
Büyük Atatürk, Hamidiye Zırhlısını şehrin kıyılarına göndertip, kurusıkı birkaç top atışı yaptırtınca, dağa çıkan asi bağırmaya başlamış; “Etme Hamidiye,
atma Hamidiye, şapka da giyeceğiz, vergi de vereceğiz, askere de gideceğiz!”
*Bu dedenin torunu, Cumhuriyeti, Devleti kuranlar için “İki Ayyaş” demiş,
Türk Ordusuna en ağır hakaretleri yapmış, zoru görünce de “Ben yapmadım, kumpas kurmuşlar” diyebilmiştir!
-Adamın dedesi, Menemen’de Asteğmen Kubilay’ı kör bıçakla ensesinden kesmiş ve silahlı isyan çıkartmış!
*Torun, dağa çıkan PKK’lılar için “Ben de olsam dağa çıkardım” diyebilmiş ve İngiliz Ajanı Şeyh Said’in torununu devlete ağırlatabilmiştir!
-Adamın büyük dedesi, Osmanlı’nın Botan Emiri! Dedesi, İngiliz Yüzbaşısı Noel ile 7 Eylül 1919 da Atatürk’ü öldürmek üzere suikast girişiminde bulunmuş!
*Torun, PKK Narko-Terör Örgütüne en çok maddi yardım yapan kişi!
-Adı Sırrı Sakık; HDP Kars Belediye Başkanı, PKK’nın ta kendisi!
Kardeşi Namık Sakık; AKP Milletvekili Adayı!
-Adı Abdullah Zeydan; HDP Milletvekili!
Kardeşi Rüstem Zeydan; AKP Milletvekili Adayı!
-Celadet Gaydalı; HDP Bitlis Milletvekili!
Kardeşi Safter Gaydalı; AKP Milletvekili Adayı!
-Adı Leyla Birlik; HDP Şırnak Milletvekili!
Kardeşi Rizgin Birlik; AKP Milletvekili Adayı!
-Adı Abdürrahim Boynukalın; AKP İstanbul Milletvekili!
Twitter hesabında yazdıklarına bakalım;
“Hazır Lice’dekine el atmışken, hızınızı alamayıp bütün Atatürk heykellerini yıksanız ne hoş olur, pek de güzel olur.”
“Allah El-Nusra’nın yardımcısı olsun.”
“Bir de TSK’nın ve Örgütün şehitliği kullanması var ya, öldürüyor beni! Bırakın kardeşim biriniz lâik, diğeriniz Marksist-Leninist’tiniz hani?”
Aradaki ilişkinin ilginçliğine bakar mısınız?
Değerli Dostum, babası babamın Yassıada’dan arkadaşı olan Kamran İnan; “Türkiye’de 200 Bin HAİN var” demişti! Sayın İnan bunları nasıl saydı bilmiyorum amma, dedelerine çeken ve ülke sathına dağıtılan o kadar PUŞT
var ki…
Bu yazılanlar, inşallah bazı kafalara dank etmiştir. Ne dersiniz etmiş midir?
Sağlık ve başarı dileklerimle...