MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN EBEDİYEDE İNTİKAL EDİŞİNİN 81. Cİ YILINI ANARKEN ONU ANLAYABİLDİK Mİ?
ATATÜRK VE EĞİTİM
Prof.Dr.Nuray SENEMOĞLU |
Prof. Dr. Nuray SENEMOĞLU
Atatürk bir ulusun
yaşamında eğitimin önemini belki de en iyi anlamış, anlatmış devlet kurucusu ve
Cumhurbaşkanı idi.
Ona göre, ekonomide,
sağlıkta, sanatta, sporda nerede bir problem varsa onun temelinde eğitim
yatmaktadır.
Atatürk’ün eğitimle
ilgili politikalarına giriş yapmadan önce Atatürk’ü yeni eğitim politikaları
geliştirmeye yönelten eski eğitimle ilgili saptamalarını kısaca gözden
geçirmekte yarar görülmektedir.
Atatürk’ün eğitime ne
denli önem verdiğinin bir kanıtı olarak Kurtuluş Savaşı sırasında Sakarya
savaşının kokularının geldiği en zor koşulların yaşandığı 1921 Temmuzunda bir
ara cepheden Ankara’ya dönerek 16-21 Temmuzunda 1. Maarif Kongresini
toplamıştır. Türk öğretmen temsilcilerini bir araya getirerek o güne kadar
izlenen geleneksel eğitim yöntemlerinin ülkenin geri kalmasında önemli bir etken
olduğunu; ve bundan böyle ulusun gelişimini sağlayacak milli eğitim
politikaları ve programı geliştirmek gereğini vurgulamıştır.
Atatürk 1923’te
Eskişehir’de yaptığı bir toplantıda da geleneksel eğitimle ilgili şu saptamayı
yapmıştır.
1- İstikrarlı bir eğitim
politikamız yoktur.
"Bundan önce her
maarif nazırının birer programı vardı. Memleketin maarifinde çeşitli
programların tatbiki yüzünden öğretim berbat hale geldi. Efendiler! Bu
seyahatim sırasında görüştüğüm 25 Yıllık bir Milli Eğitim Müdürü memleketin
çeşitli yerlerini dolaşmış; dediğine göre birbirine zıt birçok programlar
almış, uygulamış ve uygulattırmıştır. Çünkü, hükümete gelen her nazır kendine
göre bir program yapıyor, onu uygulatıyor, bir müddet sonra başka bir nazır
geliyor, onu beğenmiyor, başka bir program uygulatıyordu."
2- Eğitimimizin amacı
kendini, hayatı bilmeyen, her konuda yüzeysel bilgi sahibi, tüketici insan
yetiştirmek olmuştur.
Atatürk, Eskişehir’deki
konuşmasını şöyle sürdürür: "Bütün bu uygulama ve programlar ne veriyordu?
Çok bilmiş çok öğrenmiş bir takım insanlar, Amma neyi bilmiş efendiler! Bir
takım teorileri bir takım nazariyeti sadece ezberlemiş kişiler. Amma neyi
bilmemiş efendiler? Kendini bilmemiş, hayatın ihtiyacını bilmemiş, yaşamak için
hiçbir şeyi bilmemiş ve aç kalmış insanlar." Ve Atatürk devam eder.
"Bundan sonra eğitimde izlenecek yol, her an değişmeyen belirli çizgisi
olan eğitimdir. Bu eğitimden amaç, bilgiyi insan için bir süs, uygar bir zevk
olmaktan çok, maddi hayatta başarı sağlayan pratik ve işe yarar bir araç haline
getirmektir. İlk ve orta öğretim, mutlaka insanlığa, medeniyetin gerektirdiği
bilim ve tekniği versin, fakat o kadar pratik ve zevkli versin ki çocuk okuldan
çıktığı zaman aç kalmaya mahkum olmadığına emin olsun. Çünkü maarifin gayesi
sadece hükümete memur yetiştirmek değildir."
Atatürk’e göre
geleneksel eğitim kelimenin tam anlamıyla millete "Yabancı" bir
eğitimdir.
Geleneksel eğitim hem
kuruluş sistemi ve hem de özü yönünden milli değildir. Bu eğitim milli dil,
milli tarih, milli sanat yani top yekun milli kültürün gelişmesine uygun
değildir. Bu ise milli benlik duygusunun zayıflamasına yol açmıştır.
Geleneksel eğitim
bütünüyle bilimsel zihniyete kapısını kapatmıştır.
Geleneksel eğitim yöntemleri yaratıcılığı
engelleyici niteliktedir. Yalnızca ezberciliğe dayanmaktadır. Bu ise yapıcı ve
yaratıcı yeni nesillerin yetişmesini sağlamaktan uzak bulunmaktadır.
Bu sözler hem geleneksel
eğitimin bir eleştirisi hem de eğitimle ilgili yapılacak yeni düzenlemelerde
dikkat edilmesi gereken ilkeler ile ilgili bir uyarıdır.
Atatürk, eğitim
politikasında iki temel hedef göstermiştir.
1. Cehaletin yenilmesi
2. Türk ulusunun çağdaş
uygarlık düzeyine ve hatta üstüne çıkartılması.
BU HEDEFLERE ULAŞABİLMEK
İÇİN, ATATÜRK’E GÖRE MİLLİ EĞİTİM ŞU ÖZELLİKLERE SAHİP OLMALIDIR.
Sağdan soldan alınmayan ulusal gelenek ve kökümüze
dayanan ulusal bir eğitim
Her şeyden evvel milli hakimiyet ve istiklalimizin
değerini bilen ve onu kesinlikle korumaya kararlı bir gençliğin yetişmesine
rehberlik
İnsanlığa karşı saygılı, iyi kalpli ve ahlaklı
vatandaşlar yetiştirme
Tam vicdan ve fikir hürriyetine sahip ve saygılı, laik
bireyler yetiştirme
Zorlama ve şiddete dayanmayan şuurlu bir disiplin
anlayışı kazandırma
Kadın-erkek, ırk, din, mezhep ve sınıf farkı
gözetmeden her vatandaşa fırsat eşitliği verme
Gençlerimizin fikir ve beden eğitimine önem verme
Toplumumuzun tümüne asgari düzeyde de olsa bilgi verme
Öğretimde deneye, uygulamaya, yaparak yaşayarak
öğrenmeye dayanan ve hayatta geçerli bilgileri veren aktif bir öğretim sistemi
uygulama
Bütün yeniliklere ve gelişmeye daima açık olan en
ileri düzeyde bilgi verecek bir ders programı uygulama
Daha 20.yüzyılın ilk
çeyreğinde büyük bir savaştan yeni çıkmış, halkın neredeyse tamamına yakını
eğitimden yoksun, 1927 sayımına göre, okuma-yazma bilenlerin 7 yaşından yukarı
çağ nüfusa oranı % 5-6 olan ve her alanda geri kalmış bir ülkede, Mustafa Kemal
Atatürk engin bir uzak görüşlülükle bilim toplumunun, yani 21. Yüzyılın
gerektirdiği insan tipini çizmiş ve bunu gerçekleştirecek eğitim ilkelerini
ortaya koymuştur.
21.Yüzyılın bilim
toplumunun gerektirdiği "fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür"
özellikteki bireyleri yetiştirmek üzere, eğitim sistemini ezbercilikten
kurtarıp yaratıcı, eleştirici, düşünme becerilerini geliştirebilecek uygulamaya
dayalı bir eğitim sistemi önermiştir.
Atatürk’e göre;
"EĞİTİMİMİZ
UYGULAMALI OLMALIDIR." Bu eğitim ilkesi, 20. Yüzyılda gelişmiş ülke adını
alan ülkelerin eğitimlerinde benimsedikleri en önemli ilkedir. Belki de
gelişmişlik düzeylerine katkıda bulunan en önemli nedendir. Uygulamaya,
teknolojiye aktırılmayan, yaşamda kullanılmayan bilgi, uzun süreli bellekte yer
kaplamaktan öteye geçemez. 21. Yüzyıl da bilgiyi uygulamalı olarak kazanan ve
uygulamaya aktaran ülkelerin yüzyılı olacaktır.
Mustafa Kemal Atatürk
ise, gerek 1 Mart 1922’de, gerekse 1 Mart 1923’te Türkiye Büyük Millet
Meclisi’ni açış konuşmalarında eğitimimizin uygulamalı olması gerektiğine
ilişkin ilkeyi açıkça ortaya koymuştur.
1 Mart 1922 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisini açış konuşmalarında ;
"Yurt çocuklarını
toplumsal ve ekonomik alanlarda etkin ve verimli kılabilmek için gerekli olan
ön bilgileri iş üstünde öğretme yöntemi, eğitim ve öğretimin ana kuralı
olmalıdır. Orta öğretimde de eğitim ve öğretim yönteminin işe ve uygulamaya
dayanması ilkesine uymak kesin olarak gereklidir." diyerek; yaparak
yaşayarak öğrenmenin ve öğrenilenlerin uygulamaya, teknolojiye aktarılmasının,
gerek bireyin gerekse ülkenin gelişimindeki önemini ortaya koymuştur.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki eğitim uygulamalarında da, bireyin, ailenin,
toplumun ihtiyaçları dikkate alınarak, geziye, gözleme, deneye, uygulamaya,
kısacası yaparak yaşayarak öğrenmeye ağırlık verildiği görülmektedir.
1 Mart 1923 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açış konuşmasında ise şöyle seslenmiştir:
"Baylar, eğitim ve öğretimde uygulanacak yöntem, bilgiyi insan için gereksiz bir süs, bir baskı aracı ya da bir uygarlık zevkinden çok, yaşamda başarıya ulaşmayı sağlayan, işe yarar ve kullanılabilen bir araç durumuna getirmektir. Uygulamaya dayanan yaygın bir eğitim-öğretim için yurdun önemli merkezlerinde çağdaş kitaplıklar, çeşitli bitki ve hayvanları içine alan bahçeler, konservatuarlar, atölyeler, müzeler, galeriler, sergi salonları kurmak gerekli olduğu gibi ilçe merkezlerine dek bütün yurdun basımevleriyle donatılması gerekmektedir."
"Baylar, eğitim ve öğretimde uygulanacak yöntem, bilgiyi insan için gereksiz bir süs, bir baskı aracı ya da bir uygarlık zevkinden çok, yaşamda başarıya ulaşmayı sağlayan, işe yarar ve kullanılabilen bir araç durumuna getirmektir. Uygulamaya dayanan yaygın bir eğitim-öğretim için yurdun önemli merkezlerinde çağdaş kitaplıklar, çeşitli bitki ve hayvanları içine alan bahçeler, konservatuarlar, atölyeler, müzeler, galeriler, sergi salonları kurmak gerekli olduğu gibi ilçe merkezlerine dek bütün yurdun basımevleriyle donatılması gerekmektedir."
Bugün ne yazık ki 21.
Yüzyıla girerken eğitim uygulamalarımıza baktığımızda ise, hâlâ aktif öğrenme
ve öğretme stratejilerini yerleştiremediğimizi, bu ilkeleri bazı öğretim
elemanları, müfettiş ve öğretmenlere benimsetmek için büyük çaba harcamak
durumunda kaldığımızı görüyoruz.
Oysa, çağdaş öğrenme ve
öğretme ilkelerinin 1924 İlkokul programında yer aldığını ve Cumhuriyetin ilk
yıllarında bu ilkeleri uygulama konusunda önemli bir çaba gösterildiği ve
başarıldığını görmekteyiz.
MİLLİ EĞİTİMİN BU
ÖZELLİKLERE SAHİP OLMASI İÇİN EĞİTİMDE ŞU İLKELERİ UYGULAMIŞTIR.
1. Eğitim milli
olmalıdır.
2. Öğretimde birlik sağlanmalıdır.
3. Eğitim bilimsel olmalıdır.
4. Eğitim yaygınlaştırılmalıdır.
2. Öğretimde birlik sağlanmalıdır.
3. Eğitim bilimsel olmalıdır.
4. Eğitim yaygınlaştırılmalıdır.
EĞİTİM MİLLİ OLMALIDIR
Atatürk, Türk Milli
Eğitiminde ne doğuyu ne batıyı taklit etmeyi düşünmemiştir. Doğunun ve batının
eğitim sistemlerini incelemiş; zaman zaman dış ülkelerden John Dawey gibi bazı
meşhur eğitimcileri ülkeye davet ederek onların görüşlerini almış; yöntemlerinden
yararlanmayı istemiştir. Ancak hiçbir zaman taklitçilik, kopyacılık
istememiştir. Atatürk bu konuda doğudan ve batıdan yapılacak kopya ve
aktarmaları çok tehlikeli görmektedir.
Atatürk’e göre;
"Türk eğitimi;
dilde milli olacak, yöntemde milli olacak, araç ve gereçte milli olacaktır.
Atatürkçü eğitimle yetişen gençler, bağımsızlığın güvencesi olacaktır. Vatan ve
millet çıkarlarını her şeyin üstünde tutacak insanlar olarak yetiştirilecektir.
"Yetişecek
çocuklarımıza ve gençlerimize öğrenim sınırı ne olursa olsun önce Türkiye’nin
bağımsızlığına, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün
unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. Dünyada uluslararası duruma
göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip olmayan
kişilerden oluşan toplumlara hayat ve bağımsızlık hakkı yoktur"
"Kültür tamamen
milli bir konudur ve programlarımız milli olacaktır." Ancak "İlim ve
fen nerede ise oradan alacağız ve milletin kafasına sokacağız. İlim ve fen için
kayıt ve şart yoktur. Eğitimin çağdaş kültüre dayanması; eğitimdeki millilik
esasını bozmaz."
ATATÜRK EĞİTİMİ HEM
MİLLİ, HEM LAİK, HEM BİLİMSEL, HALE GETİREBİLMEK İÇİN
3 Mart 1924’de Tevhid-i
Tedrisat yasasının çıkarılmasını sağlamıştır.
Ayrıca eğitimi milli
hale getirip yaygınlaştırabilmek için Türkçe konuşma ve yazmaya daha uygun Yeni
Türk Alfabesi 1 Kasım 1928’de uygulamaya konmuştur.
Yukarıdakilere ek olarak
dil, tarih ve kültürün milli olabilmesi için;
Türk Dil kurumunun ve
Türk Tarih Kurumunun kurulmasını sağlamıştır
ÖĞRETİMDE BİRLİK
SAĞLANMALI EĞİTİM LAİK OLMALIDIR
Sistem kuramında temel
ilke, amaç birliğidir, Osmanlıda eğitim genellikle dinseldir. Tanzimat ile
Avrupadan batı eğitimi kısmen alınır. Bu sefer de kaynak ve uygulama yönünden
eğitim ikiye bölünür. Adeta iki ayrı kafa ve ruh yetişmeye başlar. Bu ikilik
zararlı sonuçlar doğurmakta, bu arada azınlık ve yabancı okullarda başka yönde
eğitim yapılmakta ve okullara müfettiş girememekte, çoğu da Ermeni ve Rum
çetelerine yataklık yapmaktadır.
Atatürk’ün benimsediği
eğitimin, milli niteliklere sahip ve başarılı olabilmesi için her şeyden evvel
öğretimde birliğin olması gerekir. 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu
çıkarılarak Milli Eğitimde birlik, bütünlük sağlanmıştır. Medrese ve okullar
Maarif Bakanlığına bağlanmış; tekkeler, türbeler, zaviyeler kapatılmıştır.
Yabancı ve azınlık okulları devlet kontrolüne girmiştir.
Böylece, daha önce mektepli ve medreseli olarak ikiye bölünmüş olan toplumun sosyal bütünleşmesi ve çağdaşlaşması, eğitimin bilimsel temellere dayalı olmasının ilk adımı atılmıştır.
Eğitimde birlik ilkesi sınıfsal, kültürel yönden farklılıkların da ortadan kaldırılmasını sağlamıştır.
Böylece, daha önce mektepli ve medreseli olarak ikiye bölünmüş olan toplumun sosyal bütünleşmesi ve çağdaşlaşması, eğitimin bilimsel temellere dayalı olmasının ilk adımı atılmıştır.
Eğitimde birlik ilkesi sınıfsal, kültürel yönden farklılıkların da ortadan kaldırılmasını sağlamıştır.
Dini eğitim kurumları
ile çağdaş eğitim kurumları arasındaki ikiliğe son vererek, dine saygılı fakat
laik görüşü dayalı eğitim birliği getirmiştir.
Atatürk ülkenin
bütünlüğü ve birliği açısından öğretim kurumlarının birleştirilmesi ve bir
milli eğitim sisteminin uygulanmasını şu sözleri ile de ifade etmiştir.
"Bir milletin
fertleri ancak bir eğitim görebilir. İki türlü eğitim bir memlekette iki türlü
insan yetiştirir. Bu ise duygu ve fikir birliğine ve gelişim amaçlarına tamamen
ayrıdır."
EĞİTİM BİLİMSEL
OLMALIDIR
Atatürk eğitimin
dogmalardan hurafelerden alınarak bilimsel temellere dayalı olması gerektiğini
vurgulamıştır.
22 Eylül 1924’te yaptığı
bir konuşmasında Atatürk "Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat
için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde
mürşit aramak gaflettir, cehalettir, delalettir. Yalnız ilim ve fennin
yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve zamanla takip
etmek gerekir" demektedir.
Ona göre "bilim,
fen ve uygarlık insanların müşterek malıdır. Eğitimin çağdaş kültüre dayanması;
eğitimde millilik esasını bozmaz.
"Biz batı
medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak
gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için dünya medeniyet seviyesi
içinde benimsiyoruz."
Özellikle
"Okullarda eğitimin bilimsel ve teknik temellere dayalı olması,
öğrencilerin okullarda öğrendiklerini uyguladıkları takdirde hem okulda hem de
yaşamda başarılı olacaklarını belirtmiştir.
Atatürk’ün eğitimin
bilimsel yöntem ve ilkelere dayalı olması gerektiğini şu konuşması da açıkça
ifade etmektedir.
"Ben manevi miras
olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş, kalıplaşmış kural
bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim
açmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında belki gayelere
tamamen eremediğimizi; fakat asla ödün vermediğimizi akıl ve bilimi rehber
edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle ilerliyor. Milletlerin,
toplumların kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle
bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirdiğimi iddia etmek aklın ve bilimin
gelişimini inkar etmek olur. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve
başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra benimsemek isteyenler; bu temel
eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım
olurlar."
EĞİTİM
YAYGINLAŞTIRILMALIDIR
EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİ
ve KARMA EĞİTİM SAĞLANMALIDIR.
Atatürk’ün öngördüğü
Cumhuriyet eğitimi yaygın, demokratik, halkçı bir eğitimdir. Yani bütün ulusun
yetişmesini, gelişmesini ve kültürlü vatandaşlar olmasını sağlayan bir
eğitimdir.
Atatürk "Büyük Türk
milleti cahillikten, az emekle, kısa yoldan ancak kendi güzel ve asil diline
kolay uyan bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma,yazma anahtarı, ancak Latin esasından alınan Türk Alfabesidir.
"Hedefe yalnız
çocukları yetiştirmekle ulaşamayız. Çocuklar geleceğindir. Fakat geleceği
yetiştirecek ana-babalar şimdiden az çok aydınlatılmalıdır ki yetiştirecekleri
çocukları bu millet ve memlekete hizmet edebilecek, yararlı ve faydalı
olabilecek şekilde yetiştirebilsinler. Bilenler bilmeyenleri toplayıp okutmayı
bir vazife bilmelidirler."
Okul dışında kalmış genç
ve yaşlıların eğitimini kapsayan yaygın eğitim ve halk eğitimi kavramlarını
ülkemize ilk olarak Atatürk getirmiş; halkevleri özellikle bu amaç için
kurulmuştur. Yeni alfabenin kabülünden sonra Millet Mektepleri de bu planın bir
parçasıdır. Ülkede var olan her imkanı halkın eğitimine yönlendirmiştir. Başta
da Türk ordusu vardır. Ona göre, Silahlı kuvvetlerin en önemli görevi
eğitimdir. Bu eğitim "Askeri Eğitim" den önce "Temel" ve
"Genel Eğitim" dir.
Ayrıca, Atatürk Türk
toplumunun ilerleyebilmesi için kadın ve erkeğin eşit esaslar çerçevesinde
eğitilmeleri ve çalışmaları gerektiğini ifade etmiştir.
Toplumdaki her bireye
eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalıdır. Eğitim, gençten ihtiyara; kadından
erkeğe; fakirden zengine kadar bütün insanlarımızı içine almalıdır, demektedir.
TÜM BU ÖZELLİKLERİN
UYGULAMAYA KONABİLMESİ İÇİN İSE;
Öğretmenlerin nitelikli bir biçimde yetiştirilmesi
gerektiğini
Programların çağdaş bir anlayışla bilimsel temellere
uygun olarak düzenlenmesini; öğrencilerin yaparak yaşayarak zevkle
öğrenmelerinin sağlanmasını ve yaşama hazırlayıcı olmasını;
Okulların çağdaş bir biçimde düzenlenmesini ve
yaygınlaştırılmasını
Kütüphane ve kitapların yaygınlaştırılmasını sağlamaya
çalışmıştır.
Sonuç olarak Atatürk,
eğitime, öğretmenlere büyük önem vermiş; Türkiye Cumhuriyetini çağdaş uygarlık
düzeyinin üstüne çıkarma yolunda birincil sorumluluğu onlara yüklemiştir.
Atatürk’e göre Milli Eğitimin bu çağdaş ilkelerini yaşama geçirecek , uygulayacak kişiler öğretmenlerdir.
Atatürk’e göre Milli Eğitimin bu çağdaş ilkelerini yaşama geçirecek , uygulayacak kişiler öğretmenlerdir.
25 Ağustos 1924‘deki
Öğretmen Birlikleri Kongresinde Atatürk öğretmenlere şöyle seslenmiştir.
"Biliyorsunuz bu görüşlerin, programların kesin ve açık olması çok önemli
olmakla birlikte etkili ve verimli olabilmesi onların yeterli, anlayışlı ve
fedakar öğretmenlerce okullarımızda çok büyük bir özen ve istekle uygulanmasına
bağlıdır. Sizin başarınız, cumhuriyetin başarısı olacaktır. Hiçbir zaman
hatırınızdan çıkmasın ki Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür
nesiller ister. İşte bu yetenekteki insanları yetiştirmek için de bu yönde
vazifelerini bilen yetenekli öğretmenler yetiştirmek gereklidir. İrfan
ordusunun kıymeti öğretmenlerin kıymetidir."
Öğretmenlere önemli
sorumluluklar yükleyen Atatürk, öğretmenlerin durumu ve yaşam koşullarını
iyileştirmek gerektiğini de unutmamıştır.
1923’ de bu konuyla
ilgili şu açıklamayı yapmıştır.
"Öğretmene ülkenin
en ağır yükünü yükledik, ona en ağır sorumluluğu verdik. Türk milletinin
geleceğini emanet ettik. Bu vazifeyi kendine hem bir meslek hem de bir ideal
sayacak öğretmenler tarafından yapılmasını sağlamak için biz de bu meslekle
ilgili istek ve ihtiyaçları diğer bütün mesleklerden önce sağlamalı ve öncelik
sırasını bu mesleğe vermeliyiz. Bu mesleği refah seviyesi yüksek bir meslek
haline getirmeli, güvence altına almalı, saygı değer mevkiine oturtmalıyız.
Bizlerin yapacağı bu fedakarlık onların yaptıklarının yanında bir hiçtir."
Bu durumda, değerli
meslektaşlarım, irfan ordularının değerli elemanları acaba 21. Yüzyılda
Atatürk’ün 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde göstermiş olduğu hedeflere ulaşabildik
mi? Bazı hedeflere ulaşılmış olmakla birlikte, öğretmenlerin hizmet öncesi ve
hizmet içi eğitimlerinde, yasalarda yer almasına rağmen öğretmenlik mesleğinin
saygın bir statüye kavuşturulmasında çağdaş eğitim programları ve
uygulamalarında; hedeflerin henüz çok gerisinde olduğumuzu söylemek kendimize
haksızlık olmaz.
O halde, değerli eğitimciler demokratik, laik Türkiye Cumhuriyetini Atatürk ilke ve devrimleri ışığında hızlı bir biçimde çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine taşımak için acele etmeliyiz.
Elele, saygı, sevgi, özveri ve çağdaş ilkelerle Atatürk rehberliğinde, bu yüce görevimizde biz Mustafa Kemallere , biz irfan ordularına başarılar diler, saygılar sunarım.
O halde, değerli eğitimciler demokratik, laik Türkiye Cumhuriyetini Atatürk ilke ve devrimleri ışığında hızlı bir biçimde çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine taşımak için acele etmeliyiz.
Elele, saygı, sevgi, özveri ve çağdaş ilkelerle Atatürk rehberliğinde, bu yüce görevimizde biz Mustafa Kemallere , biz irfan ordularına başarılar diler, saygılar sunarım.