ANKARA KALESİ – 257
Y
E N İ D E N U L U S L A Ş M A P R O G R A M I
Prof.Dr.Anıl Çeçen |
Prof.Dr.A N I L Ç E Ç E N
Türkiye
Cumhuriyeti kendisinden önce merkezi
coğrafya da devlet olma şansını elde etmiş olan iki büyük imparatorluğun çöküşü
sonrasında ,onlardan arda kalan birikimi örgütleyerek geniş topraklarda kurulmuş olan bir ulus
devlettir .
Yirminci yüzyılın başlarına gelindiğinde ortaya çıkan birinci cihan
savaşı sırasında imparatorlukların tarih sahnesinden çekilmek zorunda
kaldıkları bir aşamada , ulus devletlerin beşiği olan Avrupa kıtasının yanı
başında ve ona sınırdaş bir komşu olarak Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, ulus
devlet modeli seçilmiş ve bu doğrultuda önceden hazırlanarak uygulama alanına
getirilen bir uluslaşma programı ile de,
zaman içerisinde ulusçuluk akımı Türkçülük çizgisinde örgütlenerek , Anadolu
da bir Türk devleti ulus devlet modeline uygun bir biçimde kurulmuştur .
İmparatorluklar çökerken , tarihin kırılma noktasında ulus devletler onların
yerine öne çıkmış ve onların toprakları üzerinde kendi ulusal sınırlarını
çizerek zamanın ruhunu temsil eden ulus
devlet modeli benimsenmiş ve Türkiye Cumhuriyeti bir yeni siyasal oluşum
olarak dünya haritasındaki yerini almıştır .
Tarihin sürekliliği sürecinde olaylar hızlı gelişmiş ve Osmanlı
İmparatorluğunu çökerten batının
emperyalist devletlerine karşı bir var olma
savaşı ulusal çizgide verilmiştir. Böylece
ortaya çıkan ulusal kurtuluş savaşı zafere ulaşınca ,Türkler tam bağımsız yeni
ulus devletlerine kavuşmuşlardır İmparatorluklar çökmese ve onların yerini
ulus devletler almasa Türkiye Cumhuriyeti de yirminci yüzyılın başlarında bir
ulus devlet olarak dünya sahnesine çıkamayabilirdi .
Ulus
devletlerin kuruluşu ve yapılanmaları ile ilgili olarak dünyanın siyasal
konjonktürü olumlu koşullar yaratmıştır . On beşinci yüzyıldan sonra küresel
bir yönlenmeye giden yerkürenin içine girdiği her dönemde ya yeni siyasal
oluşumlar gündeme gelmiş ,ya da bunların sonucunda birbirinden farklı devlet
modelleri tarih sahnesinde boy
göstermeye başlamışlardır . İnsanlığın doğuşu , dünyaya yayılması ve uzun bir süre sonrasında önce Orta Doğu, sonra da Avrupa merkezli
olarak yönlendirilmesi bugünkü tarihi hazırlayan oluşumlar
zincirinin ilk halkasıdır .
Avrupa devletleri sömürgecilik yaparak dünyaya
egemen olurlarken aynı zamanda uzun süre
birlikte yaşama şansını elde ederek uluslaşma olgusunu da yaşamaya başlamışlardır . Avrupa’nın
sömürge imparatorlukları kendi aralarında uluslaşma oluşumu içine
girdikleri yeni aşamada , devlet yapıları ulusal topluma
dayalı bir biçimde gelişmeler göstermiştir .
Bu sürecin patlama noktası
Fransa’da on sekizinci yüzyılın sonlarında ortaya çıkınca , Fransız devrimi
gerçekleşmiş ve bütün Avrupa ülkelerini
uluslaşma çizgisinde yönlendirmiştir .
Büyük Fransız devrimi sonrasında
Avrupa ülkelerinde derin sarsıntı ve
çalkalanmalar yaşanmış ve bu durum üç yüzyıl boyunca sürerek uluslaşma olgusuyla birlikte ulus
devletlerin oluşumunu da hazırlamıştır .
Bugünün Avrupa haritasında yer alan
bütün ulus devletlerin oluşumları, yüzyıllar geride kalırken tamamlanmış ve
bugüne yönelik siyasal yapılanmalarını bu doğrultuda tamamlamışlardır .
Başta
Fransız ulusu olmak üzere , batının
gelişmiş zengin ülkelerinde ortaya çıkan
uluslaşma olgusu ile birlikte bugünün modern
ulus devletleri günümüz dünyasında yerlerini almışlardır . Avrupa
kıtasında başlayan uluslaşma olgusunun zamanla diğer kıtalara da yayıldığı
görülmüştür .
Türkiye Cumhuriyeti bu nedenle, uluslaşma olgusunu Avrupa
kıtasından sonra Orta Doğu bölgesine taşıyan tek köprü devlet olmuştur . Ulusları hayali
cemaatlar konumundan kurtararak, toplumsal gerçeklik olmalarını sağlayan üç
yüzyıllık Avrupa’daki uluslaşma sürecidir .
Avrupa
kıtasının yanı başında imparatorluklar sonrası dönemde bir ulus devlet
olarak Türk devleti kurulurken , bu kıtada yaşanmış olan üç yüzyıllık
uluslaşma olgusu çevre ülkeler ile birlikte Türkiye’yi de yakından etkilemiş ve
birinci cihan savaşı sonrasında var olma mücadelesini kazanan Türkler, kendi
ulus devletlerini üç kıtanın ortasında yer alan merkezi coğrafya da kurmuşlardır . Bugün hala Orta Doğu’da tek
ulus devlet olarak hareket eden Türk devletinin bu coğrafyada etkili olarak
kendi devlet modelini çevre ülkelerine
taşımak gibi bir misyonu geçen yüzyıldan bugüne gelerek devam etmiştir .Ne
var ki , bu coğrafyayı bölgesel olarak kontrol etmek isteyen emperyalizm ve
Siyonizm gibi hegemonyacı akımlar,
bölgeye ulus devlet modelinin girmesini istemedikleri için bu alandaki
tek ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyetini ortadan kaldırabilmenin arayışı
içinde olmuşlardır .Eski Osmanlı hinterlandında yaşayan Arap kökenli
toplulukların bir araya gelerek kendi
ulus devletleri olarak bir büyük Arap
Birliği devleti kurmalarının önlendiği bu aşamada, emperyalistler aynı doğrultuda Türk
ulus devletini de ortadan kaldırarak ,
oluşturulacak küçük etnik ya da tarikatçı eyaletler aracılığı ile bir
bölgesel konfederasyon ortaya çıkarabilmenin peşinde koşmaktadırlar
. Onların bu tür olumsuz girişimleri yüzünden Arap ülkeleri bir araya gelerek
kendi ulus devletlerini kuramamakta , aynı biçimde de Türklerin bir ulusal kurtuluş savaşı vererek
tarih sahnesine çıkarmış oldukları Türk
ulus devletinin , gelecekte varlığını
sürdürmesi iyice tehlike altına girmektedir . Bugün hala kıtasal birlik
baskıları altında kalan Avrupa devletleri
ulus devlet modellerini bir
ölçüde koruyarak çağdaş dünyada ulus
devlet olabilmenin getirdiği haklardan yararlanmaktadırlar .
Yirmi
birinci yüzyıla doğru dünya giderken , soğuk savaş döneminde ikinci siyasal kutbu oluşturan
sosyalist sistemin dağılması ve eski sosyalist halk cumhuriyetlerinin ortaya yeni ulus devletler olarak çıkmasıyla birlikte, yeni kuşak bir uluslaşma olgusu ikinci kez yaşanmış ve Birleşmiş Milletler örgütü içinde üye olarak
yer alan ulus devlet sayısı iki yüzü geçmiştir . Devletlerin statüsü Birleşmiş
Milletler aracılığı ile ulusal bir çizgide devam ederken, batı kapitalizmi
küresel bir yapılanmaya yönelmiş ve ortaya çıkan evrensel emperyalizm döneminde büyük devletlerin
eyaletler üzerinden parçalanmaya sürüklenmeleri , terör ve savaş konjonktürleri
ile beslenmiştir .Küresel sermayenin
ekonomi üzerinden dünyaya egemen olabilmenin çabası içine girdiği bu nokta da
, ulus devletlere savaş açılmış ve terör eylemleri ile küçük ulus devletçikler yaratılarak büyük ulus
devletlerin tekelci şirketlere direnmelerinin önü kesilmeye çalışılmıştır .
İnsan hakları ve demokrasi görünümünde kişilerin alt kimlikleri kışkırtılarak
ve alt kimlik devletçikleri eyaletler halinde geliştirilerek , var olan ulus
devletlerin dağılma ve parçalanmaya giden
yola sürüklenmeleri açıkça desteklenmiştir . Bu aşamaya geçilmesiyle
birlikte uluslaşma süreçleri kesilerek alt kimlikler üzerinden çok kültürlü kozmopolit
toplumlar yaratabilmenin arayışları öne
çıkmıştır .Dünya çapındaki siyasal oluşumların perde arkasında yer alan küresel şirketler dünya egemenliğine sahip
olabilmek ve bunu büyük devletler ile paylaşmamak üzere ulus
devletleri küçültebilmenin
yollarını aramışlar ve ekonomiyi bir silah gibi kullanarak ulus
devletlerin tasfiyesini gündeme getirmişlerdir . Tasfiye girişimleri ciddi
boyutlarda var olan hukuk düzenleri
açısından devlet yıkıcılığı misyonunu
öne çıkarmış ve yüz yıl önce imparatorlukların çöküşü üzerine gündeme gelen
ulus devletler, bu kez eski
imparatorluklar gibi parçalanarak yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya
kalmışlardır .
Ulus
devletler hem bir tarihsel sürecin içinde gerçekleşen bir dönüşüm ile ortaya çıkmışlar
hem de tarihin bu aşamasında çeşitli ülkelerde ortaya çıkan ulusal
hareketlerin hazırladığı uluslaşma
programlarının uygulama alanlarına aktarılmasıyla gerçeklik kazanmışlardır .Türkiye
Cumhuriyeti de Osmanlı devletinin çöküşü aşamasında cumhuriyetçi toplum
kesimlerinin hazırladığı uluslaşma
programının devreye sokulmasıyla
siyasal alanda gerçeklik kazanmıştır . Türk devletinin kurucu önderi
Atatürk, gönlünde bir büyük sır olarak
sakladığı cumhuriyet projesini yavaş yavaş
uygulama alanına getirirken, tarihin derinliklerinden gelen Türklerin
modern anlamda uluslaşmaları için yeni bir program hazırlayarak yola çıkıyordu . Ulusal kurtuluş savaşı için
Samsun’a ayak basmadan önce İstanbul’da
altı ay ikamet ederek ulusal kurtuluş savaşının hazırlıklarını tamamlıyor ve
aynı çalışma içinde savaşın kazanılmasından sonra uygulama alanına getirilecek
cumhuriyet devleti ile birlikte Türk
ulusuna bağımsızlık kazandırma düşüncesi detaylandırılarak belirli bir uluslaşma programına bağlanıyordu .Daha
önceleri tarihin her döneminde imparatorluklar kurarak ayakta kalan Türkler, batı
emperyalizmi tarafından tarih sahnesinden silinmeye çalışılırken , ulusal
kurtuluş savaşı ile yeniden varlıklarını kazanarak kurdukları cumhuriyet
devletinin çatısı altında sonsuza kadar ulusal bağımsızlık statüsü içinde geleceğe dönük yaşamlarını güvence
altına alıyorlardı . Cumhuriyet devleti
Atatürk’ün gizli bir sırrı olmaktan çıkarak kurulurken , Türk ulusu da
diğer çağdaş uluslar gibi tarih sahnesinde yeniden doğma şansını elde ediyordu
. Burada kurucu önder Atatürk’ün cumhuriyet devleti projesi ile birlikte
,uygulama alanına getirdiği uluslaşma programının , Türklüğün var olarak
geleceğe dönük bir biçimde kurumlaşabilmesinin
önde gelen dayanak noktası olduğu
görülmektedir .
Atatürk
savaşı kazanıp devleti kurduktan sonra yeniden yapılanmaya yöneldiği
aşamada cumhuriyet devletinin toplumsal
taban kazanabilmesi amacıyla öncelikle Millet Mektepleri’ni kuruyordu . Milli bir devlet kurmak üzere yola çıkmış
olan ulusalcıların devleti temellendirirken
Millet Mektepleri gibi bir örgütlenmeye öncelik vermeleri , gerçekçi bir
girişim olarak kısa zamanda sonuç vermiş ve eski Osmanlı ahalisinden gelen Türk halkı bu okullar üzerinden Türk milleti kavramını benimseme aşamasına
gelmiştir . Atatürk milli bir devlet kurulabilmesi için dayanak noktası olacak
toplumun ,uluslaşması gerektiğini iyi biliyordu . Bu yüzden Millet Mektepleri’ne öncelik vererek ülke düzeyinde bir
ulusallaşma heyecanının örgütlenmesine dikkat ediyordu .Devletin ilk aşamasında
yurdun her köşesinde kurulan bu
mektepler aracılığı ile halk kitleleri ulus gerçeği ile karşılaşıyordu. Millet
olabilmenin derslerinin verildiği bu çatıların altında, zamanla Türk milletinin
tarih sahnesine çıkacağı bir oluşumun örgütlenmesi tamamlanmaya çalışılıyordu .
Toplumların uluslaşmasında ana unsur olarak kurucu bir misyon üstlenen ulusal
dil Türkçe,bu mektepler aracılığı ile
halk kitlelerine öğretiliyordu . Ayrıca , cumhuriyetin kuruluş aşamasında toplumsal ve siyasal devrimler sırası ile
uygulama alanına getirilirken , Millet Mektepleri Arap alfabesinden Latin
alfabesine geçişin ana merkezleri
konumuna gelerek , Türklerin ulusal dili olan Türkçe’nin çağdaş
uygarlığın bir parçası olmasının önü açılıyordu . Millet Mektepleri , uluslaşma
programının ilk maddelerinden birisi olarak cumhuriyet devleti tarafından
kararlı bir biçimde çalıştırılmıştır .
Osmanlı
döneminde Anadolu’da kurulan Türk Ocakları örgütü de Türkleşme olgusunun gerçeklik kazanmasına
katkıda bulunarak uluslaşma olgusuna destek sağladığı için Türkiye’nin
uluslaşarak bir ulus devlete dönüşmesinde önemli ölçüde etkin olmuştur .Yeni
kurulan devletin Türklük yapılanması ile bağdaşmayan diğer toplum kesimlerinin
farklı ulus devletlere yönelmesini önlemek üzere de, daha sonraları Halkevleri
adı altında geniş bir tabana yayılan halkçılık uygulaması ile, milliyetçilik
oluşumu dengelenerek farklı kökenlerden gelen halk kitlesi üzerinde bir devlet
millet kaynaşması yaratılmaya çalışılmıştır .Irkçı olmayan bir ulus
devlet kurulurken milliyetçilik ilkesi Rus devriminde olduğu gibi halkçılık anlayışı
ile dengelenmeye çalışılmıştır . Rusya’da bölücü milliyetçiliğe karşı bir
baskıcı bir devlet halkçılığı uygulaması
ile denge arayışına girilirken , Türkiye’de de toplum içinde baskıcı bir milliyetçiliğe karşı çıkışlar
geniş bir halkçılık uygulaması ile dengelenerek bölünme ya da dağılmaya giden
yolların önü kesilmeye çalışılmıştır .
Türkçe’nin yaygın olduğu topraklardan gelerek Türk devletinin çatısı altına
giren Türk toplulukları ve diğer gruplar halkçılık özüne dayanan bir
ulusalcılık anlayışı ile kucaklanmaya
çalışılıyordu .Halkçı girişimler ile etnik farklılıkların aşılmak
istenmesi , oluşturulmakta olan millet
yapısının parçalanmasına giden yolları kapatıyordu . Etnik ve kültürel
farklılıklar bir zenginlik olarak görülürken uluslaşma programı ile de uyum
sağlanıyordu .
Atatürk
savaşı kazanıp devleti kurduktan sonra
yaşamının son döneminde kurmuş
olduğu yeni devlet düzenini geleceğe dönük olarak kurumlaştırmaya çaba
gösterirken , Çankaya köşküne çekilerek bu doğrultuda önemli çalışmalar
yapmıştır .İçe dönük bir milliyetçilik uygulaması sorun çıkartmaya başlayınca,
halkçılık uygulamaları yeni dengelerin oluşturulabilmesi için devreye
sokulmuştur . Ayrıca , uluslaşmanın ana gövdesini oluşturan Türklüğü çeşitli
yönleri ile incelemek üzere Türk Dil
Kurumu ve Türk Tarih Kurumu gibi iki
önemli kurumu ulusal varlığın temel direkleri olarak kurmuş ve bu kurumların
her sene düzenledikleri bilimsel çalışmalara katılarak , Türk ulusunun bilimsel
açıdan da uluslaşabilmesi için elinden gelen her çabayı göstermiştir .
Daha sonraki yıllarda bu doğrultuda
oluşturulan , Türk Folklor Kurumu , Türk Coğrafya Kurumu ,Türk Kooperatifcilik Kurumu ve Türk Hukuk
Kurumu gibi örgütsel yapılar kurulmakta olan devlete paralel kamu kurumları
olarak öne çıkarılarak ,bunların devlet ile millet arasında toplumsal bağlantıyı sağlayan köprüler olarak devreye
girmeleri sağlanıyordu . Kemalist rejim bir ulus devlet kurarken , toplumun
uluslaştırılmasına öncelik veriyor ve bu
doğrultuda atılan her adımı planlı bir
biçimde örgütleyerek kısa zamanda
devleti ve ulusu ile bütünleşmiş bir
Türkiye Cumhuriyeti ‘nin öne çıkması için her yolu deniyordu. Toplumsal yaşamın
her alanında başında “Türk” adı ile yer alan kurumsal yapıların öne
çıkarılmasıyla ,Türkleşme üzerinden uluslaşma olgusunun tamamlanmasına öncelik
veriliyordu . Türklük ,bir uluslaşma planı çizgisinde cumhuriyet devletinin
toplumsal yapısının adı olarak öne
çıkartılıyordu .Batının önde gelen ulus devletlerine benzer bir ulusal yapının
siyasallaşması doğrultusunda devlet eli ile uygulanan uluslaşma planının kısa
zamanda sonuç verdiği görülüyordu .
Türkiye
Cumhuriyeti böylesine planlı bir merkezi
oluşum ile dünya sahnesine bir ulus devlet olarak çıkmış ve devlet organlarının
bu plan doğrultusunda bir çalışma düzenine kavuşturulması ile yüz yıla yakın
bir dönemi başarıyla geride bırakarak, bugünkü
koşullarda dünyanın önde gelen devletleri arasında hak ettiği yeri elde etmiştir . Ne var ki , sosyalist
sistemin dağılması üzerine dünya küreselleşme adı altında farklı bir yöne doğru
değişirken , tekelci küresel şirketler var olan ulus devletlere karşı planlı
saldırılara geçerek ve şirketlerin
egemenliğinde bir yeni dünya düzenini kurmak amacıyla ulus devletleri ortadan kaldırarak,
kapitalist sistemin tekelinde bir küresel dünya düzeni peşinde koşmaya
başlamışlardır . Bu nedenle , dünya haritasında yer alan bütün ulus devletlerin
böylesine bir küresel saldırıya karşı ayakta kalabilmek için öncelikle
kendilerini korumak zorunluluğu bir hak
olarak vardır .Tehditler karşısında her ulus devletin varlığını ve haklarını koruyabilmek amacıyla ikinci bir
uluslaşma planını devreye koymak
zorunluluğu vardır . İkinci olarak da
küresel saldırılara karşı ulus devletlerin bir araya gelerek bölgesel ve
küresel korunmalarını sağlayacak yeni uluslararası örgütlenmelerin çatısı altında
hareket etmeleri ,bölünme ya da parçalanma gibi olumsuz sonuçlara gidebilecek sürüklenmelerin önünü kesebilecektir .
Özellikle bugün Birleşmiş Milletler çatısı altında bir araya gelmiş olan ulus
devletlerin gene bu örgütün aracılığı ile, ulus devletlerin yarım kalmış uluslaşma süreçlerini
tamamlayacak ,ikinci uluslaşma
programlarını, uluslararası konjonktür oluşturarak desteklemesi olumlu sonuç almak açısından
zorunlu görülmektedir . Bu doğrultuda da her ulus devlet kendi siyasal
gerçekliği içinde kendi toplumlarının
uluslaşmasını tamamlayabilecek yeni
uluslaşma programlarını devreye sokmaları
mümkün olabilecektir .Bütün ulus devletlerin parçalanma ya da dağılma
noktasına getirildiği küreselleşme aşamasından istikrarlı bir biçimde
çıkabilmenin yolu olarak da ikinci uluslaşma programları etkin bir biçimde yararlı olacaklardır .
Türkiye
Cumhuriyeti kuruluş yıllarında devlet
olarak örgütlenirken, adları milli kavramı ile bütünleşen Milli Savunma
Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlıkları
kurularak hükümetler içinde yer almış ve böylece ulus devlete saldırı sürecinde
uygulanan milli politikalar ile devletin devamlılığı sağlanabilmiştir . Bugün
ise ulus devletin korunabilmesi için benzeri bir yaklaşımın kültür ve ekonomi
alanlarında gündeme getirilmesi gerekmekte ve kurulacak Milli Kültür bakanlığı
aracılığı ile yarım bırakılan uluslaşma sürecinin hızlanarak devam etmesi sağlanacak
ve benzeri bir yapılanmanın ekonomi alanında gerçekleştirilmesini
sağlayacak Milli Ekonomi Bakanlığının da bir an önce kurulmasıyla , emperyalist ülkelerin ekonomik saldırılarına
karşı Türk ekonomisinin korunması söz konusu olabilecektir . Bu arada ekonomide
dışa açılmayı yönlendirecek bir Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı gibi farklı bir örgütlenmeye daha önceki dönemlerde
olduğu gibi gidilebilir . İç ve dış
ekonomik ilişkiler yeniden düzenlenirken milli ekonominin yönetiminin devletin
elinde bulunması , kitlelerin acil
gereksinmelerinin yeterli düzeyde karşılanabilmesi açısından yararlı
katkılar sağlayabilecektir . Belirli bakanlıkların adına milli kavramının
eklenmesi, o alanlardaki bütün kamu hizmetlerinin ulusal çıkarlar doğrultusunda
ele alınmasını ve geleceğe dönük ulusun
yararına olabilecek bir düzeyde
yönetiminin başarılmasını sağlayabilecektir . Ulus devletlerin ekonomi
üzerinden piyasalar kullanılarak çökertildiği dikkate alınırsa , ekonomi alanında bir milli ekonomi yapılanmasına yönelmek için bir milli ekonomi
bakanlığı başkent merkezli olarak öncelikli bir biçimde kurulacaktır . Ülkenin
var olan ekonomik potansiyelinin bütünüyle ülke yararına kullanılabilmesi için
milli ekonomi bakanlığına var olangereksinme ,sömürgeci baskılar nedeniyle
aciliyet kazanmaktadır .
Ulus
devletlerin varlığı ve geleceğe dönük olarak devamlılığı açısından zorunlu
bir dayanak olarak milli kültürün , Milli Kültür Bakanlığı aracılığı ile
örgütlenmesi amaca hizmet açısından önem
taşımaktadır . Türkiye Cumhuriyetinin bütün dünya ülkelerinde bir milli devlet
olarak tanınmasını sağlayacak bir
örgütlenme son yıllarda milli kültür ile hiç bir yakınlığı bulunmayan Yunus Emre adına örgütlenmesi , kültürel
alanda Türkiye’nin milli çizginin uzağında kalmasına neden olmuştur . Yunus
Emre iyi bir şair ve de kültür adamı
olmasına rağmen , bir ulus devletin taşıması gereken milliliğe uzak kalmış bir
kişiliktir . Türk devleti denilince akla milli kültürün gelebilmesi için milliyetçi
kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyetinin bir ulus devlet olarak kurulabilmesine
öncülük yapmış olan Atatürk ,Yusuf
Akçura ya da Ziya Gökalp gibi ağırlıklı
isimlerin altında uluslararası kültür merkezleri ağı kurulabilirdi ve ancak o
zaman Türk kültürünün bir milli kültür olarak diğer ülkelerin milli kültürleri
ile rekabet edebilmeleri sağlanabilirdi . İkinci uluslaşma programı döneminde
hem bakanlığın hem de kültür
merkezlerinin milli çizgide değiştirilmesi ,yeni bir kültürel atılımın göstergesi olarak , Türkiye’nin yarım kalmış
olan uluslaşma sürecinin tamamlanmasına önemli ölçüde katkılar sağlayacaktır .
İkinci
uluslaşma programının ana amacı yarım
kalmış uluslaşma sürecinin her türlü olumsuz koşula yada etkiye rağmen tamamlamaktır .Atatürk’ün getirmiş olduğu
milli yapılanmayı bugün devam ettirecek yeni bir kitlesel örgütlenme tıpkı Halkevleri gibi devlet eliyle kurularak devreye sokulabilir .
Nitekim bu doğrultuda daha sonraları
Millet Kıraathaneleri gibi
Osmanlı döneminden gelen geçmişi güncelleştirecek yeni bir çıkış sergilenmiş
ama bunun devamı getirilememiştir . Türk milleti çoktan ortaçağ uzantısı
kıraathaneleri geride bırakmış ama giderek modernleşen şehir yapılanmaları
içinde ana unsur çağdaş kafeler uygulaması olmuştur . Avrupa kıtası Rönesans
dönemi kafeleri ile ortaçağdan çıkarak çağdaşlaşma sürecine girerken , Türkiye’nin
Osmanlı dönemi özlemini yansıtan kıraathaneler ile orta çağ dönemine
yönelmesi düşünülmemesi gereken bir konudur . Ne var ki siyaset alanının
çelişkileri bu gibi konuları zamanla sorun haline getirerek çağdaş uygarlık yoluna yönelen yeniliklerin önünü kesebilmekte ve geride
kalması gereken bazı demode olmuş oluşumları yeniden gündeme getirerek emperyal
güçlerin yeni hegemonya planları
doğrultusunda ortaya çıkarabilmektedir . Ulus devlet milli çıkarlar
doğrultusunda kurulduğuna göre milletin
korunması ve yeni milliyetçilik atılımları ile gelişebilmesi için tıpkı
Halkevleri gibi Millet Evleri kurulabilir ama , bir kıraathane arayışı
çerçevesinde millet kıraathaneleri gibi bir uygulamaya gidilmemesi gerekir . Yeni kafeler çağdaş
uygarlığın simgesi olarak kent merkezlerinde yerlerini alırken kıraathane arayışı fazlasıyla bir geriye
dönüş olarak tartışma alanına getirilmektedir .
Kentsel
dönüşüm programları ile Türk şehirleri modernleşirken , Millet Kıraathaneleri
girişimi Türk kamuoyundan yeterince destek alamayınca ,bu kez Millet Bahçeleri gibi yeni bir yeşil alan projesi öne çıkarılmıştır . Gelişmiş batı ülkelerinde milli park olarak
uygulanmakta olan kent merkezi yeşil alan projesi ,bu kez Türkiye’de Millet Bahçesi olarak
adlandırılarak uygulama alanına getirilmek istenmiştir . Son yıllarda
küreselleşme eğilimleri kentlerin ortasına büyük çarşılar ve alış veriş
merkezleri ile girerek var olan yapıları
alt üst ederken , yerel yönetimler bunları dengelemek üzere merkezi alanlarda
yeşil alan uygulamalarını öne çıkarmaktadırlar . Batı dünyasının önde gelen
büyük kentlerinde , büyük kent ormanları ya da
milli parkların daha geniş ve büyük projeler olarak devreye sokulmaya çalışıldığı görülmektedir .
Büyük devletler giderek artan nüfusun gereksinmelerini karşılayabilmek için büyük yeşil alanlar yaratırken ,
Türkiye’nin bu konuda geride kalması ve adam başına düşen yeşil alan
araştırmalarında sürekli olarak geride kalması üzerinde düşünülmesi gereken milli parklar
konusunu gündeme getirmektedir . Türkiye’nin bu sorunu Millet Bahçeleri adıyla
geliştirilmekte olan yeni proje doğrultusunda çözebilmesi için ,bütün
Türkiye’yi kapsayacak düzeyde geniş plan ve projeler ile hareket edilmesi
gerekmektedir . Ülkenin su kaynakları , doğal yapısı ,fiziki coğrafyanın konumu
gibi öncelikli konular incelenmeden böylesine bir proje gerçekleştirilemez . Su
kaynaklarını emperyalizmin kendi çıkarları için oluşturduğu bölgesel
projelerden kurtaramayan Türk devletinin yurt düzeyinde Millet Bahçelerini hizmete
sokması hayal gibi görünmektedir .Ayrıca
,Millet Bahçesi yapılacağı gerekçesi ile bir çok tarihi eserin de ortadan
kaldırılması ya da yeni alış veriş merkezleri kurulması gibi olumsuz adımlar ,
Millet bahçelerinin faydalarını azaltmaktadır .Bu tür yeşil alanların bütün
halk kesimlerinin özgürce gelerek yaşayacağı ve diğer insanlarla
kaynaşarak millet olmanın heyecanı ve
gururunu hissedeceği kamusal alanlar
olması gerekmektedir .
İkinci
uluslaşma projesi doğrultusunda öncelikli olarak ele alınarak yeniden
yapılanması sağlanacak alan eğitim sektörüdür . Her devletin kendi vatandaşını
ulusunun bir parçası olarak yetiştireceği ve dünyadaki gelişmeler doğrultusunda
yenilenmiş bir ulusal yapının oluşturulması için ele alınarak düzeltilmesi
gerekli olan alan eğitim sektörüdür .Devletin
kurucu önderi Atatürk ile birlikte
milli kültürü ve yönetimi temsil eden bütün büyük adamların , Türk
ulusunun gelecekteki yöneticileri olarak yetiştirilmeleri gereken genç kuşaklara
tanıtılması ve öğretilmesine öncelik verilmelidir . İlk öğretim de Türk
tarihinin büyük temsilcileri ve olaylarının yeterince çocuklara
anlatılacağı bir müfredat programına gereksinme vardır . Orta öğretim de
geleceğin yurttaşları olarak Türklüğü temsil edecek yeni kuşaklara geniş bir bakış açısıyla yurttaşlık bilgileri
dersi tam olarak okutulmalıdır . Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti devletinin
dayandığı temel ilkeleri öğreten bir
Atatürk İlkeleri dersinin hem orta hem
de yüksek öğretimde anlatılması gerekmektedir . Özellikle uluslaşma sürecinin tamamlanabilmesi için
tarihten gelen bilgiler ile, var olan dünyanın gerçeklikleri bir araya
getirilerek orta ve yüksek öğretim derslerinde geleceğin vatandaşlarına anlatılmalıdır .
Böylece genel kültürü yüksek düzeyde yetiştirilecek Türk gençlerinden geleceğin yöneticileri ve önderlerinin çıkması
mümkün olacaktır .Milli devletin devamını sağlayacak ve uluslaşma sürecini
tamamlayacak her türlü eğitimin sistemli
bir biçimde Türk gençlerine
anlatılabilmesi için, Milli Eğitim
Bakanlığının yenilenen eğitim programlarını hazırlayarak bir an önce uygulamaya
başlaması gerekmektedir .Türk milletinin geleceği ikinci uluslaşma programı ile
tamamlanacak yeni bir eğitim reformundan
geçmektedir .
Ulus
devletlerde bir devlet merkezi olarak başkent konumunda şehir bulunur .O kentteki devlet
yapılanmasının da gene başkentte yer
alacak bir biçimde milli merkezi bulunur . Milli merkezi bulunmayan ülkelerde
her kamu kurumundan farklı seslerin çıkması ile birlikte tam bir kafa karışıklığı
ortamı ortaya çıkmaktadır .Demokrasi adına her düşüncenin özgürce örgütlendiği
ülkelerde , farklı yöndeki partiler halk çoğunluğunun oy desteği ile iktidara
gelebilir .Milliyetçiliğe karşı çıkan liberal , demokrat ,şeriatçı ya da
komünist gibi ideolojik partiler
iktidara gelebilirler ya da koalisyonlara katılarak devlet yönetiminde söz
sahibi olabilirler . Bu gibi partilerin ya da iktidarların kendi çizgilerinde
geliştirdikleri politikalar, zaman içerisinde devletin milli kimliğini olduğu
kadar toplumların ulusal yapılarını da
bozabilir . Ulus devletlerin böylesine karşıt ideolojik partilerin yönetimi
altına girdiği aşamalarda büyük siyasal bunalım dönemleri ile
karşılaşılmaktadır . İdeolojik partiler devleti kendi çizgilerini çekmeye
çalışırken , devletin ulusal yapıdaki kurumlarının kendi alanları ile ilgili olarak devreye girdikleri aşamalarda
,gene siyasal sürtüşme dönemlerine düşülmekte ve bu gibi durumlarda ulusal
yapılar sarsıntı geçirdiği gibi, devletler de ya yönetilemez durumlara düşmekte
ya da çökme aşamasına gelerek gelecekte yok olma gibi olumsuz bir gelişme ile karşı karşıya gelinmektedir
. Her milli devleti bu gibi durumlardan kurtaracak bir doğrultuda
yeni
uluslaşma programlarına yeniden kaçınılmaz bir biçimde ileri ülkelerde
gereksinme duyulmaktadır .
Milli
devletlerin milliyetçilik karşıtı
siyasal iktidarların iş başına gelmeleri ya da emperyalist güçlerin baskıları
altına sürüklenmeleri gibi kendilerini
yok edebilecek tahditlere karşı devleti
ve toplumu ulusal çizgide ayakta tutacak
milli durum merkezlerine son yıllarda gerek duyulmaktadır . Önceleri her
devletin kendi istihbarat örgütleri aracılığı ile tehditlere karşı mücadele ettiği dönem artık geride kalmıştır . İstihbarat
örgütlerinin getirdiği bilgilerin ele alınarak değerlendirildiği ve bu gibi durumlarda aciliyet sıralarının
belirlendiği , düşünce kuruluşları ya da batılı dillerdeki adıyla”
thinktank”ların devlet güvencesi altında
kurularak etkin bir biçimde çalıştırılmaları gerekmektedir . Ulus devletlerin
ve ulusal toplumların ayakta kalabilmeleri ve yollarına devam edebilmeleri
açısından , ülkeyi yükseltecek bir çizgide milli durum merkezi oluşumunun etkin
bir biçimde kurulması gereklidir . Her kafadan çıkacak sese yanıt verecek ,her
türlü ideoloji ya da emperyal saldırıya karşı
milli duruşu güvence altına alacak ,siyasal gelişmeleri milliyetçilik açısından değerlendirecek bir milli durum merkezinin fazla gecikmeden
kurulmasıyla, devletlerin küresel şirketlerin saldırılarına karşı kendilerini
korumalarını sağlayacak bir siyasal denge düzeni merkezde oluşturulabilecektir. Devletlerin
başkentlerdeki örgütsel varlığının
sistemli bir biçimde korunabilmesi için ülkede var olan ulusal insiyatifi ve
refleksi temsil ederek , gerektiğinde devreye girebilecek biçimde bir milli
durum merkezinin kurulması zorunlu görülmektedir . Ulusal yapıyı ancak milli durum merkezi koruyacaktır .