1915
yılında İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale boğazının girişine birden
gelmeleriyle başlayan bu olaya karşı, ülkesine saldırılan Osmanlı İmparatorluğu
savunmaya geçmiş ve bu savaş sırasında Osmanlı devletinin çöküşünü önleyebilmek
üzere Alman ordusunun bir bölümü de Alman subaylarının komutasında Osmanlı
topraklarına gelerek, İngiliz ve Fransızların ortak saldırısını geri püskürtmek
üzere Osmanlılara yardımcı olmaya çalışmıştır.
Bir
yanda İngiliz ve Fransız devletleri sahip oldukları emperyalist
imparatorluklarını merkezi coğrafya üzerinde de genişletmek üzere harekete geçerken,
diğer yandan ülkesi işgale uğrayan Osmanlı devleti bu saldırıya karşı kendini
koruyabilmek için savaşa girmiştir.
Bu
aşamada ulusal birliğini geç sağlayan Alman devleti ordularını Osmanlı
topraklarına göndererek, bu iki
Atlantikçi emperyalizm devletin Osmanlı sınırlarını aşarak merkezi coğrafyaya egemen olmasını önlemek istiyordu.
Çanakkale’de
savaş böylesine bir ortamda dört devlet ordularının karşı karşıya gelmesiyle
başlıyordu. Bu nedenle Çanakkale savaşı dinler arası bir savaş değil aksine
devletler arası bir silahlı çatışmadır.
Birinci
Dünya Savaşı öncesi dönemde İngiltere ve Fransa el ele vererek bütün dünya
kıtalarını birbirine bağlayan büyük sömürge imparatorlukları kurmuşlardı.
Avrupa
gibi küçük bir kıt'adan ortaya çıkan bu iki devlet Atlantik kıyılarında
bulunmanın getirdiği jeopolitik kolaylıklardan fazlasıyla yararlanarak,
denizler ve okyanuslar üzerinden bütün dünya kıt'alarına girerek, her bölgeyi
Avrupa merkezli sömürge imparatorluklarına bağlayarak bir dünya hegemonya
düzeni oluşturmuşlardı. Tam anlamıyla bütün dünyaya egemen olabilmeleri için
Akdeniz üzerinden merkezi coğrafyaya da egemen olmaları gerekiyordu.
Bu
amaçla Akdeniz/e girerek Çanakkale önlerine gelen bu iki Atlantik gücünü
önlemek ve dengelemek üzere de on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde devlet
birliğini sağlayan Alman devleti,
Osmanlı devleti ile bir askeri anlaşma imzalayarak Balkanlar ve Anadolu bölgelerine girerek, bir
Avrupa gücü olarak Atlan tik güçlerinin bütün dünyaya egemen olmasının önüne
geçebilmenin mücadelesini veriyordu.
Özellikle
son dönemde Almanya'nın sanayi alanında öne geçmesi ve dünyanın önde gelen
askeri gücü olmasıyla birlikte Almanlar Atlantikçilere merkezi alanda yer
vermek istemiyordu.
İngiltere
ve Fransa ‘da Almanların önünü kesmek üzere Rusya’ya yardık etmek istiyorlardı ama
Almanya Osmanlı ülkesine gelerek bu iki Atlantikçi gücün Rusya’ya yardım
göndermesini önlemeye çalışıyordu. Alman birliğinin sonraki aşamada bir Avrupa
gücüne dönüşmesi ile, İngiltere ve Fransa birlikteliğinin merkezi alan
üzerinden dünya hegemonyasına yönelmelerinin önlenmesi için çaba gösteriliyordu.
İşte
bu aşamada Çanakkale savaşı tarihin bir kesişme noktası olarak yirminci yüzyılın başlarında gündeme geliyordu.
Önce
Roma daha sonra da Bizans İmparatorluklarının çöküşü üzerine merkezi alanda
otorite boşluğu gündeme gelince, Avrupa merkezli batılı ülkelerin topladıkları
ordular ile tam on bir kez Haçlı
seferlerine yöneldikleri ve bu doğrultuda Hristiyan ordular ile yeniden merkezi
alandaki eski Roma ve Bizans topraklarına egemen olmaya çalıştıkları tarihin ortaya
koyduğu bir gerçektir.
O
aşamada Hazar’dan güneye inen Selçuklu orduları merkezi alana egemen olurken,
sürekli olarak Haçlı seferleri ile karşı karşıya kalmışlar ve bu orduları
yenerek geri püskürtmüşlerdir. Bu ordular o dönemde Amerika siyasal gündemde
olmadığından hep Avrupa merkezli olarak ortaya çıkmışlar ve yeniden Roma ve
Bizans hegemonyası peşinde koşan Hristiyan toplumların askerlerinden
oluştukları için Haçlı seferleri ismi ile adlandırılmışlardır.
Ne
var ki, Çanakkale savaşlarında boğazlar bölgesine gelen deniz birliklerinin milli
devletlerin donanmaları ile karaya çıkması,
gelen askerlerin bir din ordusu olmadığını açıkça göstermekte ve bu
yüzden de Çanakkale savaşları yeni bir Haçlı seferi olarak tarih bilimince kabul
edilmemektedir. İngiliz ve Fransız askerleri Hristiyan toplumların içinden
çıkmalarına rağmen, mensup oldukları devletlerin ulus devlet niteliğini
taşıması nedeniyle milli ordular olarak bir misyon üstlenmişlerdir.
Bu
açıdan ortada bir din savaşı vermek üzere gelmiş olan ümmet orduları yoktur. Haçlı seferlerinde
Avrupa’nın her ülkesinden toplanan Hristiyan ordular söz konusu olduğu için, bunlara karşı
Müslüman olmuş Selçuklu
askerleri çıkmış ve Hristiyan ordularının yeniden merkezi bölgeye gelerek
ikinci kez Roma ya da Bizans gibi Hristiyan devletlerin
merkezi alanda hegemonya oluşturmalarına izin verilmemiştir.
Çanakkale
savaşları yirminci yüzyılın Haçlı seferleri olmadığı gibi, merkezi bölgede var
olan Osmanlı devleti de sınırları içinde her din ve kökenden gelen insanların
ortak yaşadıkları bir heterojen
bölgesel imparatorluk olduğu için,
İngiliz ve Fransızlara karşı Alman general ve subaylarının yönetimi altında
savaşa giren Osmanlı ordusunda Osmanlı vatandaşı olan Ermeni, Rum ve
Yahudilerin de savaşa girdikleri
görüldüğü için Osmanlı ordusuna da bütünüyle bir İslam ordusu olarak
bakmak gerçekliği bütünüyle yansıtmaktan
uzaktır.
Osmanlı
ordusunda gelecekte Filistin’de İsrail’i yeniden kurmak isteyen Siyonistlerin
katır birlikleri de yer almış, ayrıca Macaristan’dan gelen bazı askerlerde
geleceğin oluşturulması doğrultusunda bu savaşın içinde yer alarak etkili
olmaya çalışmışlardır
Bu
durum dikkate alınırsa Çanakkale savaşlarının Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında yapılan bir din savaşı olmadığı ama aksine dört büyük devlet arasındaki bölgesel
hegemonya çekişmelerinin gündeme getirdiği
sıcak çatışmalar olduğu görülmektedir .
Almanların
yönetimindeki Osmanlı ordusu bu savaşlarda yenilseydi İngiliz ve Fransız yardımları
Rusya’ya ulaştırılacak ve Rus devleti 1905 yılında karşı karşıya kaldığı Japon
savaşı sonrasındaki çöküntüden kurtularak ve yeniden güçlenerek tarih sahnesine
çıkarak Alman İmparatorluğunun önünün kesilmesinde etkin bir rol oynayacaktı.
Ne var ki, savaşı Almanya destekli Osmanlı orduları kazanınca, İngiltere ve
Fransa Çanakkale’yi geçerek Rusya’ya yardım edememiş ve bu doğrultuda
Rusya’daki kaos ve karışıklık, sosyalist devrimin yapıldığı tarihe kadar devam etmiştir.
İngilizler
ile Fransızlar okyanus kıyısı
ülkeler üzerinden bütün denizlere açıla bildikleri için dünya hegemonyasını kıtalar üzerinde kurabilmişlerdir. Almanya ise bir kara ülkesi olarak Avrupa kıtasının tam
ortasında yer almıştır. Böylesine bir jeopolitik’e sahip olan Almanya batıdaki
iki dev ülke olan İngiltere ve Fransa’yı
devre dışı bırakarak batıya ve denizlere açılamamış ama bulunduğu coğrafyanın
uzantısı olan doğu bölgesine açılarak merkezdeki Osmanlı topraklarına girmiştir.
Savaş
öncesinde Osmanlı ülkesi, İran ve Orta Doğu bölgelerinden Afganistan’a kadar
var olan İslam coğrafyasında bir
Alman-İslam devleti olarak Töton İmparatorluğu oluşturmayı ulusal jeopolitik hedef olarak önüne koyan Almanya,
İngiltere ve Fransa’dan önce
davranarak merkezi alanda yapılanmaya yönelmiştir.
Bu doğrultuda milyonlarca Alman vatandaşı Osmanlı ülkesi üzerinden Rusya ve
Orta Asya bölgelerine gönderilerek geleceğin
Alman-İslam imparatorluğu olarak Töton devletinin temelleri Avrasya bölgesinde yeni bir yapılanma olarak
öne çıkartılmaya çalışılmıştır.
İngiliz
ve Fransız donanmalarının Çanakkale’yi geçerek
Karadeniz üzerinden Rusya’ya askeri yardım götürmeyi hedeflemesinin
arkasında yatan en önemli neden, Almanya'nın kendi kontrolü altında bir İslam imparatorluğunu dünyanın
orta bölgelerinde kurmaya çalışmasıdır. Alman devleti Osmanlı toprakları
üzerinden İran ve Orta Asya bölgelerine uzanarak Avrasya’yı başkalarına
bırakmamaya çalışırken, dünya hegemonya kavgasında kendi projesi olarak Töton İmparatorluğu
projesini de Atlantik güçlerine karşı yeni bir bölgesel alternatif olarak ortaya koymuştur.
İngiltere’nin
Birleşik Krallık adı altında bütün sömürgelerini bir araya getirerek bir dünya
devleti oluşturmaya yöneldiği aşamada, jeopolitik açıdan denizlere açılma şansı olmayan Almanya, doğu politikasını devreye sokarak Balkanlar,
Anadolu ve İran üzerinden Türkistan’a
kadar ulaşacak ve Çin ile sınır komşusu olacak
bir Avrasya devleti olarak Töton İmparatorluğunu kendisinin yola devam
edebilmesi için zorunlu bir adım olarak görüyordu.
Bu nedenle Avrasya’nın giriş kapısı konumundaki Boğazlarda askeri varlık
geliştirerek ve Osmanlı ordusu ile
birlikte İngiltere ile Fransa’nın önüne geçerek bu kapıyı Atlantik güçlerine
karşı kapatıyordu. Çanakkale’de Alman generallerinin komutasında Alman
subayları olmasaydı, Osmanlı ordusunun bu savaşı kazanması mümkün olamayabilirdi.
Çünkü
Osmanlı devleti son döneminde saray
yaptıran padişahlar yüzünden büyük borçlara sürüklendiği için, silah almaya ya
da orduyu güçlendirmeye yönelik harcama yapamaz duruma gelmiş ve bu yüzden de
Almanlara muhtaç kalarak bu ülke ile bir askeri antlaşma imzalama yoluna gitmiştir.
Almanlar İngiliz ve Fransızları Çanakkale’de geri püskürtürken, birçok
vatandaşını da Rusya ve Kazakistan gibi ülkelere göndererek gelecekteki Berlin
merkezli yeni imparatorluğun temellerini atmaya çalışıyordu. Bu durum aynı
zamanda Birinci Dünya Savaşına giden yolu da açarak, imparatorlukların
parçalanmasına ve aynı zamanda ulus devlet sürecinin Avrupa kıtası üzerinden
Asya kıtasına doğru gelmesine Türkiye
üzerinden yardımcı oluyordu.
Çanakkale
savaşında dört devletin çarpışmalara katılması, bu olayın bir emperyalizm ve kendini koruma noktasında antiemperyalizm olarak öne çıkmasına neden olmaktadır. İngiltere ve
Fransa emperyalist devletler olarak Çanakkale önlerine gelerek Akdeniz’den
Karadeniz’e geçmeye çaba göstermişler ama bu durumda toprakları tehdit altına
giren Osmanlı devletinin, bu emperyalist saldırıya karşı antiemperyalist bir
yol izleyerek bir savunma savaşına
giriştiği ve bu yolda da Atlantik emperyalizmine karşı Avrupa emperyalizminin
baş temsilcisi Almanya’nın askeri ve
ekonomik yardımlarını aldığı görülmüştür.
Almanya
yıkılmakta olan Osmanlı devletini destekleyerek İngiliz ve Fransız ordularının
Avrasya bölgesine girmelerini engellemiştir. Alman subayları bu savaştan önce İstanbul’a gelerek yerleşmişler,
bu arada hem Türkçe öğrenerek Türk askeri ile diyalog kurmuşlar hem de geleceğe dönük Avrasya
siyasetleri doğrultusunda Osmanlı
ülkesinde yapılanmaya başlamışlardır.
Üç
büyük Avrupa devletinin ulus devlet kimliği taşımaları, savaş koşullarında
Osmanlı ordusunu da yakından etkilemiş ve bu süreçte Osmanlı askerlerinin
zamanla Türkleşerek Türk askeri konumuna geldikleri görülmüştür. Osmanlılar
müttefikleri Almanya sayesinde yenilgiden kurtulmuşlar ve Alman yardımları ile
Rusya, İngiltere ve Fransa gibi emperyal güçlerin saldırılarına karşı
kendilerini koruyabilmişlerdir. Çanakkale savaşı ile başlayan kurtuluş
savaşının zamanla uluslaşması, Çanakkale’deki Osmanlı askerlerinin savaşın getirdikleriyle
bir ulusal orduya dönüşmesini ve sonra da Osmanlı ahalisinin Türkleşmeye
yönelmesinin ilk adımları olmuştur. Özünde bir imparatorluk ordusu olan
Osmanlı askeri birlikleri savaşırken,
alt kimlikler geride kalmış ve düşmana karşı birleşerek savaşan Osmanlı askerleri milli bir direnişle Türkleşmişlerdir.
Çanakkale
savaşları bir anlamda Birinci Dünya savaşının ilk raundu olmuş ama daha sonraki
gelişmeler doğrultusunda da aynı zamanda ulusal kurtuluş savaşının ilk adımları
olarak bir görünüm kazanmıştır. Ülkedeki bazı milli şairler ve yazarlar,
Çanakkale direnişini bir anlamda dünya emperyalizmine karşı çıkışın şanlı
destanı olarak görmüşler Türkiye Cumhuriyetinin bir ulus devlet olarak
kurulmasına giden yolda Çanakkale savaşı bir ulusal direnişin ilk adımı olarak
genel kabul görmüştür. İmparatorluktan ulus devlete geçilirken, Hrıstıyan
dünyaya karşı direnen bir İslam ordusu yerine ,batılı emperyal devletlere karşı
bir ulusal direnişin başlangıç noktası olarak
Çanakkale savunması açıklanmaya çalışılmıştır . Çanakkale’de bir Selahattin
Eyyubi ruhu yerine , LimonVonSanders isimli Alman generalinin ve subaylarının
düzgün yönetimi etkili olmuştur . Emperyal saldırıya karşı antiemperyalist bir
direniş gösterilirken , ülkede var olan yokluk ve yoksulluk gibi olumsuz
etkenler de savaşın bir ulusal çıkışa
yönelmesinde etkili olmuştur .Avrupalı üç ulus devletin askerlerinin çekişmelerinin, saldırıya karşı savaşan
Osmanlı askerlerinde dinsel bir ruh
yerine zamanla ulusal bir ruhu oluşturduğu ve daha sonraki aşamada da bunun kurtuluş savaşının ulusal çizgide
örgütlenmesine yol açtığı görülmüştür . Fransız devrimi sonrasında bir türlü
Osmanlı milleti yaratamayan Osmanlı devletinin , Avrupa’nın yanı başında bir
ulus devlete dönüşmesi sürecinde ,Çanakkale
savaşının önemli bir dönüm noktası olduğu görülmüştür .
Çanakkale
savaşını saldıranlar cephesi kazansaydı İngiliz ve Fransız orduları , Rusya’ya
girerek çökmüş olan Rus devletini
ayaklandırarak Almanların karşısına çıkarmak istiyorlardı . Savaşı bu cephe
kaybedince Japonya’ya karşı yenilerek
çökmüş olan Rus devleti tam olarak çökerek
dağılacaktı . İşte bu aşamada
Amerika üzerinden örgütlenen bir Bolşevik hareketinin Rusya’da bir sosyalist devrim yapması üzerine
Avrupa emperyalizminin Avrasya
bölgesine girmesi ve etkin olması önleniyordu . Eğer Osmanlı ordusu yenilseydi
, İngiliz ve Fransız birlikleri Anadolu
yarımadasına da girerek , bu yarımadanın
doğu bölgesinde Rus ve Fransız kışkırtmalarıyla başlamış olan Ermeni
isyanlarına da destek sağlayarak ,
Anadolu’nun doğu yarısında
Akdeniz gibi sıcak denizlerde kıyısı olan bir Büyük Ermenistan
devletinin kurulması sağlanacaktı . Rus ve Fransız emperyalizmleri her zaman
için bir Büyük Ermenistan devletinin kurulmasından yana olmuşlardır . Almanlar
ise Türkler’den çekindikleri için Ermeni
sorununa karşı uzak durmuşlardır . Ama
daha sonraki dönemlerde Almanların’da Türkiye’nin çıkarlarını dikkate almayarak
bir bağımsız Ermenistan projesinden yana hareket ettikleri ortaya çıkmıştır .Çanakkale’de
kaybedenler Rusya’ya giremedikleri gibi aynı zamanda Doğu Anadolu topraklarında
bir Ermenistan’ın kurulmasına da katkı sağlayamamışlar ve bu yüzden bu bölgeden
çok geniş bir Ermeni göçü Suriye topraklarına yönelik olarak gelişmiştir .Ermeni
sorunu ulus devlet yapılanmaları doğrultusunda çözülmeye çalışılmış ama ulusal kurtuluş savaşının Misak-ı
Milli protokolü üzerinden getirmek istediği bütünlük çerçevesini
bozduğu için , Büyük Ermenistan
projesinin gerçekleşme şansı hiçbir zaman olmamıştır .
1915 yılı Ermeni meselesinin gerçekleşmesiile
Çanakkale savaşının yapıldığı yıl
olması her iki olayı aynı zaman diliminde ortak kılmaktadır . Bu
çerçevede her iki olay arasında zamanlama açısından büyük bir bağlantı vardır .
Osmanlı topraklarında Avrupa kıtasında olduğu gibi batı tipi ulus devlet kurmak isteyenler Balkanlar’da bunu başarınca
, aynıBalkanizasyon sürecini Anadolu ve Orta Doğu bölgelerine de getirmek
istemişler ama bu planı Türk ulusunun
vermiş olduğu ulusal kurtuluş savaşı yüzünden tam olarak gerçekleştirememişlerdir . Ermenistan
kurulamayınca Orta Doğu haritası değiştirilmiştir . Rusya’ya yardım gidemeyince yirminci yüzyıla
yön veren hareket olarak sosyalist devrimin önü açılmış ve bu doğrultuda
Sovyetler Birliği kurularak , iki kutuplu bir dünya düzeni Birinci Dünya savaşı
sonrasında kurulmuştur . Bu iki büyük oluşum , daha sonraki aşamada batı tipi bir
ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyetinin tarih sahnesine çıkmasında
önemli ölçülerde etkili olmuştur .
Ermenilerin doğu Anadolu’da Osmanlı yönetimine
karşı isyan etmelerinde İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale önlerine gelmesinin çok büyük etkisi bulunmaktadır .Osmanlı
devletini yıkmak ve topraklarını ele geçirmek üzere gelen Atlantik
emperyalistlerinin bu amaçlarına yardımcı
olarak gelecekte kendilerine Osmanlı topraklarında yeni yurt ve devlet kuracak bir arayış içine giren Doğu Anadolu
Ermenilerinin isyanları , beraberinde
Balkan savaşını yitirmiş olan Osmanlı devletinin tepkisel
davranmasına neden olmuş ve Osmanlılar Balkanlar’da olduğu gibi Sevr haritasını
Anadolu topraklarında gerçekleştirecek bir Balkanizasyon dağılımına, Anadolu
toprakları üzerinde yer vermeme eğilimi içinde olmuşlardır . Ermeni sorunu Çanakkale savaşı ile birlikte patlak verince
arada kalan Osmanlı devleti boğazlar
savaşında Almanlardan destek almışlar ama Ermeni isyanlarına karşı tehcir uygulamaları
getirerek yeni kurulmakta olan Türkiye Cumhuriyeti açısından sorunu kalıcı
bir çözüme kavuşturma başarısını
elde etmişlerdir . İngiliz ve Fransız yardımı alamayan Ermeniler kendi
devletlerini kurma yolunda pek fazla etkinlik sağlayamamışlar sonra da
Rusların desteği ile Kafkasya bölgesinde küçük bir dağ devleti ile yetinmek
zorunda kalmışlardır .Ermenistan ile Akdeniz sularına inmek isteyen Rusya , Japon savaşı sonrasında çöküntüden bir
türlü kurtulamayınca , Orta Doğunun yeniden yapılandırılmasında fazla etkili
olamamış ve bu yüzden de Büyük Ermenistan kurulamamıştır .
Çanakkale
savaşlarının Türk ulusuna kazandırmış olduğu en önemli gelişme , ulusal
kurtuluş savaşının öncüsü ve Türk devletinin kurucusu olacak bir büyük ismi
tarih sahnesine çıkartması olmuştur . Atatürk , Alman general Limon
VonSanders’in kurmay başkanı olarak
Çanakkale savaşında çok etkili olmuş ve en kritik cephe savaşlarında komutan olarak gösterdiği büyük cesaret ve
kahramanlık ile Çanakkale savaşında
Osmanlı ordusunun , emperyalist saldırıları defetmesinde kilit bir rol
oynamıştır . Cephe savaşlarını kazanan Mustafa Kemal , haklı bir şöhret kazanınca , Çanakkale savaşlarında gösterdiği
kahramanlık sayesinde daha sonraki aşamada Osmanlı genel kurmayı tarafından
ulusal kurtuluş savaşının önderi olarak seçilmiştir . Çanakkale savaşı bu
açıdan da önemli bir kazanç sağlayarak , Türk ordusunun ve devletinin geleceğe
dönük ulusal yapılandırılmasında
başlangıç noktası olmuştur . Çok uluslu bir imparatorluktan çağdaş bir
ulus devlete geçerken , Türk ulusunun tarih sahnesine çıkmasını sağlayan
uluslaşma sürecinin Çanakkale savaşı sırasında ortaya çıktığı görülmektedir . Sadece
bu gelişme bile Çanakkale savaşının bir antiemperyalist ulusal savaş olduğunu
ortaya koymakta ve kesinlikle milli
çizgide bir oluşumun ortaya çıkmasına
katkı sağladığı anlaşılmaktadır . Türk ulusunun ve Türkiye Cumhuriyetinin tarih
sahnesine çıkmasını sağlayan ulusal önderin çıktığı yer olarak da
Çanakkale bugünkü Türk devletinin başlangıç noktasıdır .
Çanakkale
savaşının bu kadar milli unsurun bir araya geldiği oluşum olarak, bir din
savaşı biçiminde ele alınmasının yanlış bir değerlendirme olduğunu tarih
biliminin verileri ortaya koymaktadır . Gelibolu gibi küçük bir alanda cereyan eden kritik mücadele , yirminci yüzyılın dünya düzenin oluşmasında
önemli bir aşama olmuştur . Çanakkale savaşını kazanamayan İngiltere ve Fransa
Asya toprakları üzerindeki hegemonya planlarından vazgeçmek zorunda kaldılar .
Hacı hoca kadrolaşması ile Çanakkale’yi dinler savaşına dönüştürmek
isteyenlere Osmanlı yönetimi destek
vermemiş , boğazdaki çatışmalarda her
zaman emperyal projelerin etkili olduğu görülmüştür . Konuyu İslam
İmparatorluğu dönemindeki gibi bir cihat savaşına dönüştürmek isteyenler
etkin olamayınca , Birinci Dünya Savaşı
sonrasında eski Osmanlı toprakları
üzerinde bir din devleti değil ama tıpkı batılılar gibi çağdaş bir ulus
devletin kurulması gerçekleştirilmiştir . Orta Doğu bölgesindeki Müslüman
Araplar’ın İngiliz ordusunda Çanakkale’ye gelerek savaşmaları da açıkça bu savaşın bir din savaşı olmadığının
göstergesidir .Hrıstıyan Almanlar Müslüman Osmanlılar ile bir araya gelirken ,
İngilizler’de sömürgeleri olan Arap ülkelerinden getirdikleri askerleri
Osmanlı’nın Müslüman askerlerine karşı
cepheye sürmüşlerdir . Bu da ortada bir din savaşı olmadığını
göstermektedir .
Son
yıllarda , Türkiye’de ılımlı İslamcı bir yönetim uzun süre işbaşında kalmasıyla
birlikte , Çanakkale savaşının bir başka türlü anıldığı görülmüştür . Resmi
bayramların kutlanması ile ilgili yönetmelikler değiştirilirken, dini bayramların daha geniş
bir yaklaşım içinde ele alınarak
laik devlet yaklaşımının dışına çıkıldığı göze çarpmaktadır . Kurmay
başkan olarak Çanakkale savaşının her
aşamasında ve her cephe savaşında bulunan Mustafa Kemal’in dışlandığı ve
Atatürk’süz bir Çanakkale programının birbirini izleyen yıllar içinde
öne çıkarılmaya çalışıldığı siyaset sahnesinde ortaya çıkan yeni bir gelişme
olarak tartışma konusu olmaktadır .Atatürk , Çanakkale zaferinin bir kahramanı
olarak Türk ulusunun gönlünü
kazanınca ,Türkler O’nun arkasından
giderek hem devletlerini kurmuşlar hem de emperyalizmin baskılarına karşı çıkarak
tam bağımsız bir siyasal düzen içerisinde
özgür bir biçimde yaşama hakkını elde etmişlerdir .Bu durumda Türk ulusu
ulusal devletini ve cumhuriyet rejimini Atatürk’e borçludur . Atatürk’de gelmiş
olduğu ulusal önderlik konumunu Çanakkale zaferinden elde edilen başarı
ile sağlamıştır . Müslüman
Araplar ile Türklerin çatışmaları , HrıstıyanAlman,İngiliz ve Fransız
devletlerinin Çanakkale’de karşı karşıya gelmeleri bütünüyle , yirminci
yüzyılın başlarında ulusal gelişmelere
katkı sağlamıştır . Hal böyle olmasına ve Çanakkale’nin bir antiemperyalist
ulusal kurtuluş savaşı olmasına rağmen , sanki ortada bir Haçlı
seferi varmış gibi hareket etmek ya da , Hırıstıyan uygarlığına karşı bir
İslami Cihat savaşı varmış gibi değerlendirmeler yapmak , Türkiye
Cumhuriyetinin hem ulusal yapısına ters düşmekte ve Çanakkale zaferinin bir ulusal tarih başarısı olarak her yıl
anılmasını önlemektedir .
Çanakkale
zaferinin Türk ulusunun önderi konumuna getirmiş olduğu büyük Atatürk
olmadan Çanakkale törenleri ya da toplantıları yapmak
hem tarih verilerine ters düşmekte hem de Düvel-_i Muazzama denilen büyük
emperyalist düzene karşı direnme yolunda Türk’lerin atası konumuna gelmiş olan
Atatürk’e karşı yapılan bir haksızlık olmaktadır . Her sene Çanakkale Şehitleri
anılırken , bu cephede İngiliz ordusunun askerleri olarak Türklere karşı
savaşan Anzak askerleri anılırken , Türklerin komutanı olan ulusal önder
Atatürk’ün dikkate alınmaması , ulusalcı
ve cumhuriyetçi çizgideki Türk toplumunu derinden yaralamaktadır . Atatürk
şehitlikte yatan düşman askerlerine “
burada yatanlar bizim evlatlarımız “diyerek insancıl bir tutumu dünya kamuoyu
önünde sergilerken , biz hala ortaçağ döneminden kalma cihatçı bir tutum ile bu
ulusal savaşı tarihsel gerçeklerden
saptırarak anamayız . Çanakkale savaşı
bir din savaşı değil ama bir antiemperyalist ulusal kurtuluş savaşıdır .
Savaşın bizim açımızdan zaferle
sonuçlanmasını sağlayan ulusal önder Atatürk’süz bir Çanakkale anması söz
konusu olamaz .Olursa tarihsel gerçeklere ters düşen bir durum ortaya çıkar
ki , bunu da Türk ulusu kabüledemez.Türk
devleti önümüzdeki dönem de şimdiye kadar yapılmış olan bu yanlışların yeniden
ortaya çıkmasına izin vermemeli ve Çanakkale törenlerinde bu zaferi bize
kazandıran kurucu önder Atatürk’e hak ettiği yer verilmelidir . I915 zaferi
Türkleri 1919’a taşımıştır . Çanakkale’de başlayan ulusal direniş Samsun
kıyılarına taşınmış ve oradan hareket ile Anadolu’nun bağrına girilerek , Türk
halkı çağdaş bir ulus devlet çatısı altında örgütlenebilmiş tir . Osmanlı
genelkurmayı , ulusal kurtuluş savaşının önderini seçerken , Çanakkale zaferi
bir çıkış noktası olmuş ve Çanakkale’de elde edilen zafer daha sonraki
aşamada yurdun bütün köşelerine
taşınarak ulusal kurtuluş savaşı da
zaferle taçlandırılmıştır . İlk adımda elde edilen zafer son adıma giden yolda
Türk ulusuna yön göstermiştir .Sonuçta ortaya çağdaş bir ulus devlet
çıkarılmıştır ama ortaçağ döneminden kalma bir din devleti
hiçbir zaman düşünülmemiş ve bu yüzden de laiklik ilkesi devletin temel prensibi olarak
anayasanın içinde önemli bir yere sahip olmuştur .Balkan savaşları
sonrasında gündeme gelen Çanakkale savaşı , Osmanlı devletini parçalayan
Balkanizasyon sürecinin Anadolu
yarımadasına taşınmasını engelleyerek Türkiye Cumhuriyeti ulus devletine giden
yolun açılmasını sağlamıştır .