28 Temmuz 2018 Cumartesi

"Kıbrıs Barış Harekatının 44. Yıldönümü dün kutlandı." -Kıbrıs’ı silah atmadan ele geçirmek "Prof. Dr. ATA ATUN" ve Ecevit'in Kıbrıs vasiyeti

Kıbrıs’ı silah atmadan ele geçirmek!..
1974 Mutlu barış Harekatından sonra Türkiye’ye konan ambargolar, Birlemiş Milletlerin Rum yanlısı “hayali” kararları, AB’nin adanın Rumlara teslim edilmesi yönündeki baskıları, girişimleri, tehditleri ve şantajları para etmeyince, Hıristiyan kökenli üst akıl(lar) sonucu hemen değil ama uzun vadede alınacak bir planı önce senaryolaştırmış, sonra da uygulamaya koymuşlar.

Üst akıl tarafından uzun vadeli olarak planlanmış, 40 yıl evvel tezgaha konmuş sinsi bir oyun oynanıyor KKTC’de. Bu oyunun özü “Her tür ulusal ve uluslararası kuruluşlar vasıtası ile Türkiye’yi baskı, şantaj, hile, tehdit, yurt içinde içinde kargaşa çıkarmak, vekalet savaşları ile bunaltmak, kurtuluş için önüne Kıbrıs’tan vaz geçmeyi koyarak Kıbrıs’tan Türkiye’nin çıkmasını sağlamak, Kıbrıslı Türkleri Türkiye’ye karşı kışkırtmak ve Kıbrıs’ın tümünü Yunan egemenliği altına sokarak Hıristiyan toprakları içine katmak.

Bugün bölgemizdeki koşullar 40 yıl öncesine nazaran çok değişti ve bu farklılıklara şimdi Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervlerinin bulunması da eklendi. Günümüzde Kıbrıs’ın jeopolitik konumu ve Kıbrıs adası üzerindeki egemenlik hakkı, 40 yıl öncesine nazaran iki veya üç misli değil, belki de on misli daha önem kazandı.

KKTC’de son 40 yıldır oynanan oyun aklıma Türkiye’nin ünlü şairi ve yazarı Peyami Safa’nın Türk Düşüncesi Dergisinin, Ağustos 1959, Sayı 59-8’da yayınlanan “Arap Harfleri” başlıklı yazısında ve “Eğitim-Gençlik-Üniversite” isimli eserinde yazdığı ünlü cümlesini getirdi; “Bir milleti yok etmek isterseniz askerî istilâya lüzum yoktur. Ona tarihini unutturmak, dilini bozmak, dininden soğutmak ve dolayısıyla mânevî değerlerini, ahlâkını soysuzlaştırmak kâfîdir.”

KKTC’de, tam da bu cümledeki içerikle birebir örtüşen sinsi bir plan yıllar önce uygulamaya kondu. Bu sinsi plan bilinçli olarak, manevi, dini ve milli duygularını aşağılamak ve kötülemek yöntemi ile gencecik evlatlarımızı, Türklüklerinden ve Müslümanlıklarından şüphe duyar hale getirerek beyinlerini bulandırmak hedefi ile öncelikle eğitim sektöründen başlatıldı. Bir kısım zayıf karakterli eğitmen ya satın alındı, ya da hile, şantaj, baskı, özellikle de Yunanistan kökenli Vakıfların verdikleri vaatler, paralar ve benzeri yollarla bu planın uygulama süreci içine dahil edildi. Genç beyinler, devletin parası ile milli, dini ve manevi değerlerinden, Türklüklerinden ve anavatanlarından uzaklaştırılmaya başlandı.

Söz konusu sinsi plan, eşzamanlı olarak ikinci bir sektörde daha uygulamaya kondu. Önce bazı köşe yazarları satın alındı, sonra da bunların kanalı ile medya kuruluşlarının içine sızıldı. Yazılı ve görsel medya kanalı ile halkımızın içinde yer alan bazı kesimler, marjinaller ve kişiler bu planın kapsamı içine çekildi ve planın doğrultusunda çalışmalar yapmaları sağlandı.

Bu planın, daha doğrusu bu çirkin tezgahın sonuçlarının ortaya çıkması çok zaman almadı. Eğer bu gün aramızda bol miktarda Grekofil (Yunan hayranı) ve bizlerin tümünün hayatlarını yüzlerce şehit vererek kurtaran “Türk Silahlı Kuvvetleri” ile yaşamımızın her döneminde, her zamanda ve her koşulda yanımızda olan anavatan Türkiye’mize utanmadan, sıkılmadan “düşmanlık duyanlar” varsa, kökeninde, büyük oranda bu planın sonuçları ve etkileri yatmaktadır.

Artık, dış kökenli üst akılların ülkemizde uzun vadeli bir çalışma sonrasında yaratmayı başardıkları bu yozlaşmadan kurtulmamız ve kendi özümüze, milli, dini ve manevi değerlerimize geri dönmemizin zamanı gelmiştir.

Mevcut hükümetimizi ve gelecekteki hükümetlerimizi bu yönde zor bir görev beklemektedir. Milli benliğin ve kültürün korunması yönünde radikal kararlar alıp uygulamaya koymaları ve Kıbrıs Türkünü bu planlı yozlaşmadan kurtarmaları gerekmektedir.

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen-KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
ata@ataatun.com //ataatun@gmail.comhttp://www.ataatun.org-Facebook: AtaAtun1

Ecevit'in Kıbrıs vasiyeti ortaya çıktı
Gazeteci Mehmet Çetingüleç'e anlatmıştı...


Kıbrıs Barış Harekatının 44. Yıldönümü dün kutlandı.
Barış Harekatını başlatma emrini 20 Temmuz 1974 tarihinde veren dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, vefatından kısa bir süre önce gazeteci Mehmet Çetingüleç’e anılarını anlatırken, Kıbrıs vasiyetini de açıkladı.
Çetingüleç’in yazdığı “Ecevit’in Anıları” isimli kitapta yer alan Kıbrıs notlarından bir bölümü şöyle:
- Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün –tek kurşun atmadan- Hatay’ı almasından sonra ikinci toprak kazanımı Bülent Ecevit’in Kıbrıs Barış Harekatı ile gerçekleşmişti. Ancak harekat Kıbrıs Türklerinin bulunduğu bölgenin ötesine geçmedi. Türkiye’de bazı yorumcular ‘Eğer harekat sınırlı tutulmasa Türkiye’nin masada eli daha güçlü olurdu’ şeklinde değerlendirmeler yapıyordu, ama Ecevit aynı fikirde değildi :
BÜLENT ECEVİT - Kesinlikle öyle değil, çünkü orada 150 bin kadar Türk vardı, 600 bin kadar da Rum… Biz dünyadan hiç tepki almaksızın Barış Harekatını yaptık. Eğer ölçüyü kaçırsaydık, “işgalci devlet” durumuna düşmüş olacaktık. “Kurtarıcı devlet”işleviyle Kıbrıs’a gittik. Kıbrıs’taki darbeyi önlemek ve Türkleri bir soykırımdan kurtarmak için harekat düzenledik.
Eğer adanın bütününü almaya kalkışsaydık, bütün dünyayı da karşımıza alırdık. Aslında hiçbir diplomasi uzmanı da böyle bir iddiada bulunmuyor.
- Peki Kenan Evren’in bir açıklamasında söylediği gibi Türkiye’nin “fazla toprak alması” gibi bir durum sözkonusu olmuş muydu ?
BÜLENT ECEVİT – Hayır... Öteden beri Türklerin elinde varolan toprak miktarı yüzde 30 küsür oranında. Onun (Evren’in) öyle bir konuşma yapmış olmasına çok içerledim.
- Ecevit, adadaki Türk nüfusun korunmasını esas alıyordu :
BÜLENT ECEVİT –Kıbrıs’taki Türkleri barışa kavuşturmak için ne yapmak gerekiyor? Bunu da düşünerek, ona göre hareket ettik.
1967’de İnönü başkanlığındaki hükümette bakandım ve tabii o dönemde Kıbrıs’ta istenmeyen bazı gelişmeler yaşanmıştı. O deneyimle 1974'de Başbakanlığa geldiğim vakit “Kıbrıs’ta bir şeyler olabilir, Türklerin başı derde girebilir, mutlaka hazırlıklı olmalıyız.” dedim. Genelkurmayla her ihtimale karşı planlar yaptım. Eğer Kıbrıs’ta ve Yunanistan’da gerekli tedbirler almak zorunda kalırsak, durum ne olur, nasıl sonuç alabiliriz? Olumlu sonuçlar alabilmek için neler yapmalıyız? Bütün bunları değerlendirdim. Emindim ki, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gücü bir hareketi barış içinde sağlamaya yeterlidir. Ayrıca Yunanistan’da 6 yıldan beri iş başında olan bir cunta hükümeti vardı. O yüzden Yunanlıların dünyada itibarları çok düşüktü. Ayrıca devlet başkanın başı dertteydi. Makul ölçüler içerisinde Kıbrıs’ta sorunu çözebileceğimize inanıyordum. Diplomaside koşulları iyi değerlendirmek çok önemli. Biz o sırada bulunan ortamı çok iyi değerlendirdik. Kısa sürede, birkaç gün içinde çok olumlu bir sonuç aldık.
“KIBRIS FATİHİ” UYARISI
- Ecevit, Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra sokaktaki coşkuyu bir genelgeyle frenlemeye çalıştı:
BÜLENT ECEVİT – Büyük bir mutluluk yayılmıştı Türkiye’ye. Türk ulusu kendine daha çok güvenir duruma gelmişti. Bana“Kıbrıs Fatihi” diyorlardı, ama ben asla bu deyimi kullandırtmadım. Tam tersine mesela otobüslere “Kıbrıs Fatihi” diye miğferli resimlerim asıldığı zaman valilere telefon ettim, “Bu tür şeyleri yaptırtmayın. Bizim amacımız fetih değil barıştır…” diye. Ama buna rağmen, “Kıbrıs Fatihi” sözü yerleşti. Toplumda büyük bir heyecan vardı. Türk ulusu uzun yıllardan beri ilk defa kendini kanıtlamış oluyordu. Dünya kamuoyunda da olumlu etkiler oluyordu.
Tabii büyük bir hayal kırıklığı içine sürüklendi Amerika. İlişkilerimiz büyük bir soğuma sürecine girdi. Biz Amerika Birleşik Devletleri’ni gücendirmemek için elimizden geleni yaptık, fakat kendi hakkımızı da savunduk.
- Ecevit’le sohbet ederken Barış Harekatının üzerinden 30 yıl geçmişti. Savaşla elde edilen toprakların masada kaybedilme riski vardı. Rum tarafını üye yapan Avrupa Birliği’nin baskısıyla Kıbrıs sanki Türkiye’nin üzerinde bir yükmüş gibi hava yaratılıyordu. Ecevit gelişmeleri üzüntüyle izliyordu. Bu konuda vasiyet niteliğinde bir değerlendirme yaptı :
BÜLENT ECEVİT- Kıbrıs’la ilgilenme hakkı bulunan sadece üç ülke var.Türkiye, İngiltere ve Yunanistan. Başka hiçbir devleti ya da kuruluşu ilgilendirmez. Yıllardan beri sanki Kıbrıs’ta Rumlar’ın egemenliği varmış da Türkiye bunu çiğnemiş gibi gösteriliyor. Oysa tarihsel süreç içinde görüyoruz ki, aslında Kıbrıs adası hiçbir zaman Rum adası olmamıştır. Yıllarca Osmanlı yönetiminde kaldı. Ancak 1950’lerin sonunda ilk defa Rumların egemenliğinde bir yönetim kurulmak istendi. Bu yönetim, uluslararası antlaşmalara uygun davranmadı, tam aksine tutum içinde oldular. Adadaki Türklere karşı yoğun saldırılara, soykırım davranışları içerisine girdiler. Sonra Türkiye asker göndermek zorunda kaldı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti varlığı ortadan kalkacak olursa, bu Türk topraklarına saldırı olacaktır. Çünkü KKTC Türkiye’nin uzantısıdır. Hem Türkiye için hem de Doğu Akdeniz için Kuzey Kıbrıs’ın ne kadar önemli olduğu haritaya bakılınca görülür. Kıbrıs bizim için önemli değil diye konuşanlar aslında Türkiye’nin gerçeklerini bilmez görünüyorlar.
Türkiye’nin herhangi bir parçası başka ülkeler tarafından ele geçirildiği takdirde, bundan ne kadar rahatsızlık duyarsak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti topraklarının alınması durumunda da o kadar içimize sindiremeyeceğimiz bir durum ortaya çıkar."