26 Mayıs 2017 Cuma

27 MAYIS YARGILANSIN. büyük kırılma ve çökertme kalkışmasının 57. yılı!..

27 MAYIS 1960 DARBESİ "HALÂ DERİN BİR ACIYLA KANAYAN, KAMU VİCDANINI SIZLATAN; İNSAN HAKLARI, ADALET VE HUKUKUN UTANCI; DEMOKRASİYİ RENCİDE EDEN BİR YARADIR" MUTLAKA YARGILANMALIDIR.

27 MAYIS 1960 DARBESİ VE HUKUK ADINA YAPILAN HUKUKSUZLUKLAR!
Hasan Emre OKTAY
1960 yılındayız, iktidarda üst üste 3 seçim kazanmış Demokrat Parti var. 1950 ve 1954’de seçimler normal tarihinde yapılmış, 1957’de ise erken seçim yapılmış. Yeni genel seçimlerin tarihi ise Temmuz 1961’dir, yani sandığa gitmeye bir yıl gibi kısa bir süre kalmıştır. Kaldı ki, Başvekil Adnan Menderes 16 Mayıs 1960 günü, Eskişehir’de mahşeri bir kalabalığa yaptığı konuşmada, ‘Türkiye gibi demokrasi ile idare edilen bir ülkede iktidarların sokak nümayişleri ile değil sandıkta değişeceğini vurguluyor ve yollarının seçim yolu olduğunu’ ekliyor.
Yani erken seçimi telaffuz ediyor.
Eskişehir’de Menderes’i 150 bin kişi dinlemiştir. O tarih için muazzam bir kalabalık. Yani bazı kişilerin söylediği, yazdığı ‘eğer Menderes seçim yapsaydı darbe olmazdı’ ifadesinin gerçek ile hiçbir ilgisi yoktur. Bilakis Menderes, 27 Mayıs’tan 11 gün önce seçim kararını dile getirdiği için darbe erkene alınmıştır.
Türkiye’mize büyük zararlar veren, askeri vesayeti başlatan, 27 Mayıs 1960 Darbesi felaketine giden süreci ve bu süreçte işlenen hukuk skandallarını kısaca hatırlayalım.  
1960 yılı başında halkın nabzını ölçmek için bölgelerine giden DP milletvekilleri, halk arasında bir takım dedikoduların yayılmaya çalışıldığını görürler. O zaman sosyal medya yok ama ‘fısıltı gazetesi’ diye bir yöntem uydurulmuş ve kulaktan kulağa DP, Bayar, Menderes aleyhine dedikodular ateşli bir şekilde anlatılmakta.
Menderes, Kars ve Ardahan’ı Sovyet Rusya’ya satmış, ABD yardımlarını DP Hükümet mensupları, milletvekilleri dolar olarak aralarında bölüşüyorlarmış, Harp Okulu öğrencileri Kızılay’da toplanacak, mitralyözlerle taranacak ve imha edileceklermiş, Menderes orduyu yedek subaylarla idare edecekmiş, Taşlıtarla’da 7 bin çapulcuya asker elbisesi giydirilerek silah verilecekmiş ve bu çapulcular halka ateş edecek böylece ordu ile halkın arası bozulacakmış, Bayar ve Menderes’in inanılmaz bir serveti varmış vb.... En büyük dedikodu da İnönü CHP’si, ordu ile birlikte darbe yapacakmış….
Gerçek ile uzak yakın ilgisi olmayan bu dedikodulara inananların sayısı gittikçe artmaktadır. Berber dükkânlarında, bakkallarda, kasaplarda, mahalle aralarında bu dedikodular konuşulmaktadır. Yakın gelecekte bu dedikodulardan sadece CHP, İnönü ve ordunun darbe hazırlığı içinde oldukları söylentisinin gerçek olduğu anlaşılacaktır. Zaten fısıltı gazetesinin en etkili çalıştığı yer de Ankara, İstanbul.
Milletvekillerinin getirdiği bilgiler hükümete ve Cumhurbaşkanına ulaşınca, bu olumsuz yıkıcı faaliyetlere karşı bir önlem alma ihtiyacı duyulur. Özellikle darbe söylentisi karşısında TBMM tehdit altındadır. Yapılacak iş Anayasaya başvurmaktır. O tarihte yürürlükte Atatürk döneminin ‘1924 Teşkilatı Esasiye Kanunu’ vardır. 1924 Anayasasının 22. Maddesi,
”Madde 22,  Sual ve istizah (gensoru) ve Meclis Tahkikatı (soruşturma) Meclis’in cümle-i selahiyetinden (yetkisinden) olup şekli Meclis içtüzük ile kararlaştırılır”  
Meclis İçtüzük 177. Madde, “TBMM, reissen bağımsız olarak bilgi almak istediği her çeşit konu hakkında bir tahkikat komisyonu kurabilir.”
            1924 Anayasasının 103 Maddesi,   
“Madde 103- Anayasanın hiçbir maddesi hiçbir sebep ve bahane ile savsanamaz ve işlerlikten alıkonamaz. Hiçbir kanun Anayasaya aykırı olamaz.”
İşte Yassıada Mahkemelerinde, Menderes ve iki bakanımızın idam sebeplerinden biri olarak Tahkikat Komisyonu kurulması suretiyle 146/1 Anayasayı ihlal girişimi, gösterilmiştir. Nerede ihlal? Bilakis o tarihte Bayar, Menderes ve DP Hükümeti sorunları çözmek için Anayasaya başvurmuşlardır. İdamların, müebbet hapislerin, diğer ağır hapis cezalarının sebeplerini Anayasayı ihlale dayandırmak 27 Mayısçıların en büyük hukuk skandallarından biridir.Kaldı ki, Tahkikat Komisyonu Kanunu Meclis’te oylanmış ve kanunlaşmıştır. Aynı Anayasanın 103 Maddesi ne diyor, hiçbir kanun Anayasa’ya aykırı olamaz.
            Söz ettiğimiz bu Tahkikat Komisyonu teklifinden önceki Mecliste verilen teklifleri incelediğimiz zaman, hemen hepsinin CHP tarafından, DP hükümet mensupları hakkında verildiğini görürüz. CHP tahkikat komisyonu önerisi verince mubah, DP verince günah gibi hukukla ilgisi olmayan bir anlayış Yassıada’da hüküm sürmüştür. Örnek verecek olursak,
“15 Nisan 1953, CHP Van milletvekili Ferit Melen, Maliye Vekili Hasan Polatkan hakkında Meclis tahkikatı açılması talebinde bulunmuştur…8 Şubat 1956, Devlet Bakanı Mükerrem Sarol aleyhinde CHP tarafından verilen Meclis tahkikatı açılması için talep müzakere ediliyor…3 Mayıs 1958, Van’ın Özalp kazasında 30 Temmuz 1943 tarihinde öldürülen 32 vatandaş hakkında TBMM Tahkikat Komisyonu tarafından hazırlanan rapor basına açıklanıyor…16 Şubat 1960, CHP milletvekili Avni Doğan ve 54 milletvekili basın hürriyetini zedeleyen faaliyetlerle ilgili, içtüzüğün 177. Maddesine dayanarak tahkikat komisyonu açılması talebinde bulunuyor…18 Şubat 1960, Bülent Ecevit, Fethi Çelikbaş, Asım Eren, Nüvit Yetkin İstimlak yolsuzlıkları iddiası ile içtüzük 177. Maddeye dayanarak tahkikat komisyonu teklifinde bulunuyorlar.”
Bu örnekleri arttırmak mümkündür. Profesör Yusuf Ziya Özer, ‘Anayasa Hukuku’ kitabının 545. Sayfasında diyor ki,
“Tahkikat komisyonları sorgu hâkimi vazifesini görürler. Hükümetin bütün vasıtalarından istifade edebilirler. Usulü muhakemenin icap ettirdiği bütün muameleleri ifaya salihtirler.”
Profesör Ali Fuat Başgil, (27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri kitabından)
“Bir parti hakkında da tahkikat yapmak elbette ki Meclis’in yetkileri cümlesindendir.”
Çok ilginçtir DP Hükümetinin kurduğu tahkikat komisyonu, faaliyette bulunduğu süreye bağlı olmak üzere partilerin kongrelerini durdurmuştu. Bu da tahkikatın selametle yürütülmesi amacına yönelikti. Bu girişim de DP muhalifleri tarafından şiddetli bir şekilde istismar edildi. Basında parti faaliyetler durduruldu şeklinde yayımlandı. Topladığı bilgileri savcıya vermekle görevli tahkikat komisyonu, sadece iki ay süre için kurulmuş, fakat işini bir ayda tamamlamıştı. Yani anlaşılacağı üzere, tahkikat komisyonu ile Anayasayı ihlal eden falan kimse yok.  O Anayasa bir şekilde ihlal edildi, ortadan kalktı, o da 27 Mayıs 1960 sabaha karşı saat 3.00’de darbenin gerçekleştiği andır. En büyük hukuksuzluk bu noktadadır. İdamlık bir suç varsa buradadır.
Komisyonun ayrıntılarına daha fazla girmeden tekrar yazımızın başındaki, tahkikat komisyonuna ihtiyaç duyulan günlere dönelim.
Tahkikat Komisyonu kurulması CHP çevrelerinde fırtınalar yarattı. Komisyon tartışılırken CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün kürsüye gelerek sarf ettiği bir takım sözler tarihimize geçmiştir. Seçilmişlerden müteşekkil bir parlamentoda, bir muhalefet partisi tarafından söylene bu sözler bir hukuksuzluk örneği midir, değil midir, karar sizin. İsmet Paşa Anayasanın 22. Maddesine başvurmayı, baskı rejimi kurmak olarak mütalaa etmiş olacak ki,
“…Eğer baskı rejimi kurulursa ihtilal behemehâl olur. Böyle bir ihtilal dışımızda bizimle münasebeti olmayanlar tarafından yapılacaktır. Bu yolda devam ederseniz bende sizi kurtaramam. Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır…”
Tahkikat komisyonuna nasıl çalışacağını içtüzük 177. Maddeye göre bildirecek olan Yetkiler Kanunu Meclis’te müzakere edilirken İsmet İnönü yine söz alıyor,
“Kore başkanı Sygnman Rhee kuruldu mu? Üstelik onun ordusu, polisi, memuru onun elindeydi. Hâlbuki sizin elinizde ne ordu var, ne memur, ne de polis var! Olur, mu böyle baskı rejimi? Muvaffak olur mu bu?”
Bir süre önce Kore’de bir darbe olmuş ve başkan Rhee devrilmiştir. Sistem aynı, üniversite ayaklandırılmış, nümayişler ve ordu içinde kurulmuş olan bir cunta darbeyi gerçekleştirmiş. İnönü’nün yine Meclis’te kullandığı şu cümle açık seçik bir darbe davetiyesi değil midir?
“Türk milleti, Kore milletinden daha az haysiyetli değildir.”
Nitekim darbeci subaylardan Orhan Erkanlı, ‘Anılar, Sorunlar, Sorumlular’ adlı kitabında İsmet Paşanın yeşil ışığına vurgu yapıyor. Nitekim 28 Nisan 1960 günü İstanbul Üniversitesi öğrencileri sokaklara dökülürler, nümayişler başlamıştır. Katil iktidar, diktatörler, diye bağırarak etrafa taşlar atmakta Beyazıt’tan Vilayete doğru yürümektedirler. O kadar organizedirler ki, slogan mahiyetinde marşları bile hazırdır.
“Olur, mu böyle olur mu? Kardeş kardeşi vurur mu? Kahrolası diktatörler bu dünya size kalır mı?”
O tarihte rahmetli babam İstanbul Emniyet Müdürü.
O zaman panzerler, biber gazları falan yok. Toplumsal olayları kontrol altına almak için sadece atlı polisler var fakat onlarda çok yetersiz kalıyorlar. Zira nümayişçi öğrenciler polisleri atlardan çekiyorlar, yerlerde sürüklüyorlar, tekmeliyorlar. Atların üstünde sigara söndürmüşler, atlar çılgına dönüyor. Emniyet Müdürü Faruk Oktay, Belediye Başkanı Kemal Aygün, İstanbul Valisi Ethem Yetkiner, olaylarla başa çıkamadıklarını askerden yardım almalarının gerektiğini Dâhiliye Vekili Namık Gedik’e bildiriyorlar. Zira 29 Nisan’da olaylar Ankara’da başlatılıyor. Hükümet sıkıyönetim ilan ediyor. Ankara sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Namık Argüç, İstanbul da ise Orgeneral Fahri Özdilek komutan. Fahri Özdilek 27 Mayıs sabahı darbecilere katılacak ve ödül olarak olsa gerek sonraki hükümette bakan olacak. Namık Argüç ise Yassıada’da çile dolduracak.
Olaylar kısa sürede çıkrığından çıkmış vaziyete geliyor. Polis nümayişçi öğrencileri tutukluyor, Davut Paşa kışlasına götürülürlerken yolda asker hepsini serbest bırakıyor. CHP Gençlik Kolları ve bir takım subaylar işbirliği halindeler. Bu işbirliğini o zaman CHP Gençlik Kolları Başkanı olan Orhan Birgit, Çetin Altan’ın torunu gazeteci Sanem Altan ile yaptığı bir konuşmasında itiraf etmiştir.
Aktarıyorum,
“28 Nisan Öğrenci olaylarını itiraf ediyorum ki organize ettim. Perde arkasındayım o işin. Öğrencilerin gösteri yağmasını istiyorduk biz. Ne yapacaklardı, ‘katiller, diktatörler diye bağıracaklardı, nümayiş yapacaklardı’
Orhan Birgit’i bu itirafından dolayı kutlarım, geç de olsa bir dürüstlük göstermiş. Olaylarda iki tane kaza ile ölüm vardır. Biri Turhan Emeksiz. Orman Fakültesi öğrencisi Turhan Emeksiz nereden geldiği belli olmayan sekme bir kaza kurşunu ile ölmüştür. Sekme diyorum zira kurşun eğridir, kurşun kemikte eğrilmez. Mutlaka bir yerden sekmiş. Diğeri Nedim Özpolat, slogan atmak için hareket halindeki tankın üstüne çıkıyor, dengesini kaybediyor ve paletlerin altına düşüyor. Allah rahmet eylesin, o zaman çok üzülmüşlerdi. Ancak olaylarla birlikte inanılmaz dedikodular yine fısıltı gazetesi ile kulaktan kulağa dolaşmaya başlar. Bayar, Menderes’ten emir alan polis öğrencilere ateş etti, yüzlerce ölü var. Basın da bu yalanlara iştirak ediyor, ne yazık ki o zaman çok seviyesiz bir basın vardı. Yüzlerce ölü var, ölüler saklanıyor, kuyulara atıldılar, bir kısmı kıyma yapıldı Et ve Balık Kurumunun buzluklarında, bir kısmı da Konya yolu inşaatında asfaltın altına saklandı. İlginçtir bu yalanlara basının da etkisiyle inanan insanlar, ölenlerin ailesi nerde gibi bir soruyu sormayı akıl edemediler. Sonuçta artık darbenin bahanesi hazırlanmış oldu. Sandıkta yenmek mümkün olmayan, katil iktidar, katil Menderes, hırsız Menderes ve ekibi yok edilmelidir.
Ne yazık ki 27 Mayıs 1960 günün, sabaha karşı Türkiye’ye büyük hizmetler yapmış Başvekil Adnan Menderes ve ekibi darbeciler tarafından derdest edilirler.
Darbe gerçekleştikten birkaç gün sonra, darbecilerin başı konumuna geçen Orgeneral Cemal Gürsel, İsmet Paşaya bir telefon eder. Konuşmaları yanlarında bulunan İsmet Paşanın damadı gazeteci Metin Toker’den öğreniyoruz. Gürsel, İnönü’ye,
 “…emirleriniz bizim için peygamber buyruğudur sayın paşam…”
İnönü cevap veriyor: “Memleket ve millet için hayırlı bir iş yaptınız. Büyük iş yaptınız. Mutlu ve uğurlu olmasını dilerim. Başarınız için asıl ben sizin emrinizdeyim. Paşa hazretleri ben sizi anlıyorum. Ne zaman bir arzunuz olursa emrinize amadeyim.”
Hâlbuki Atatürk’ün silah arkadaşı, cumhuriyetimizin kurucularından ve ana muhalefet partisi genel başkanı İsmet İnönü’den, darbecilere karşı ‘ne zaman bir ihtiyacınız olursa emrinize amadeyim, millet, memleket için büyük iş yaptınız, hayırlı iş yaptınız’ gibi cümlelerin yerine, sert bir şekilde darbecileri uyarması, derhal kışlalarına dönmeleri emrini vermesi beklenirdi. Metin Toker’den öğrendiğimiz bu konuşma darbecilere hoş geldiniz demekten başka bir şey değildir. Hatta İnönü’nün, darbeden sonra coşkun gösteriler yapan CHP’lilere sarf etmiş olduğu bir cümle çok düşündürücüdür.
“Biz ihtilalin ne içindeyiz, ne dışında!”
Darbeden sonra, başta İstanbul Üniversitesi rektörü Sıddık Sami Onar olmak üzere, çoğu Anayasa profesörü öğretim görevlileri, darbenin akıl hocalığına soyunurlar. Ne yazık ki, bu profesörler darbenin daha sertleşmesine sebep olmuşlar, Yassıada zulmü ve idamlara kadar giden sürecin başlamasına neden olmuşlardır, Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Prof. Naci Şensoy, Prof. Zafer Tarık vb.
Doçent Muammer Aksoy, DP’li tutuklular Yassıada’da zulüm altında inlerken, zamanın Forum dergisinde yayımlanan bir makale yazıyor. Makalenin adı, ‘En Büyük Tehlike Yersiz Acıma Hissidir’ Yani Demokrat Partililere sakın acımayın, merhamet göstermeyin, canlarına okuyun, demek istiyor.
Darbeden hemen sonra 28-29 Nisan Öğrenci Olaylarında polis tarafından öldürüldüğü, iddia edilen yüzlerce öğrenci cesedini aramaya başlarlar. Et ve Balık Kurumu buzhaneleri, kuyular, köşe bucak aranır ama ortada ne ölü vardır, ne de evladını arayan bir aile. Kıyma makineleri dedikodusu Alpaslan Türkeş’in anılarından (derleyen Muammer Taylak) öğrendiğimize göre, ABD Büyükelçisinin, ‘tüm dünyada Türklerin yamyam olduğundan bahsediliyor’ şeklinde bir sözü üzerine kesilmiş.
Hürriyet Şehitleri cenaze merasimi yapılacak, ancak ortada kaza sonucu ölen sadece 2 öğrenci vardır. Profesörler kurulu bu rakamı yetersiz bulur ve merasime 3 naaş daha eklerler. Biri Teğmen İhsan Kalmaz. Darbe esnasında, radyo evinin önünde yanlışlıkla yine bir asker tarafından vurulmuştur. Yani Harp Okulu öğrencisi İhsan Kalmaz darbecilerdendir. Yine askeri öğrencilerden Sökmen Gültekin de harekât esnasında iletişim yetersizliğinden askerler tarafından öldürülmüştür. CHP taraftarı bir baba da darbeye o kadar sevinmiş ki, sokağa çıkma yasağına rağmen küçük oğlu Ersan Özey’i yanına almış sloganlar atarak sokakta dolaşmaya başlamış. Amacının oğluna İnönü’nün elini öptürmek olduğunu söyleyenler de vardır. Ancak darbenin coşkusuyla devriyelerin ‘dur’ ihtarını ya duymamış ya da dinlememiş, askerlerden atılan kurşunlardan biri oğlu Ersan Özey’e isabet ederek öldürmüş. Biz elbette bu 5 kişi için de Allahtan rahmet dileriz. Ancak akıl hocası profesörler son üç naaşı da 28 Nisan olaylarında öldürülmüş gibi ‘Hürriyet Şehitlerine’ ilave ederler. Böylece yüzlerce ölü yerine beş ölü ile merasim yapılır. Bu kanunsuzluk değil mi?
            Profesörler Kurulu bilindiği gibi 1961 Anayasasını hazırlar. Bu Anayasanın daha dibacesi (önsöz) bir hukuksuzlukla başlar. “Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı, direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs devrimini yapan Türk Milleti”        
Bu Anayasa Temmuz 1961’de halkoyuna sunuldu. Daha Yassıada Mahkemeleri devam ediyor, hükümler Eylül’de açıklanacak ama burada bir hüküm var. Yassıada’da kararların önceden hazırlandığının en büyük delili bu dibacedir. Karar verdiyseniz niçin mahkeme ediyorsunuz, demezler mi?
Sonra 27 Mayıs’a devrim diyor, neresi devrim?
Devrimlerde rejim değişir. 1917 Sovyet devriminde Çarlık yıkılmış Sovyetler Birliği kurulmuştur. Fransız devriminde krallık yıkılmış cumhuriyet kurulmuştur. Keza Mustafa Kemal ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği Anadolu devriminde padişahlık ilga edilmiş cumhuriyet kurulmuştur. 27 Mayıs’ta ise seçim yoluyla gelmiş, meşru bir iktidar silah zoruyla devrilmiş, faşizan askeri bir yönetim devletin başına geçmiştir. Sonra da tekrar güdümlü de olsa demokrasiye dönmeye çalışmışlardır. Dibacenin en gerçekdışı ifadesi, darbeyi yapanın Türk Milleti olduğu ifadesidir. Türk milleti Ankara, İstanbul’da yoğunlaşmış Halk Partililerden ibaret değildir ki! 1961 seçimlerinde, Menderes misyonunu sürdüreceklerine dair propaganda yapan Adalet Partisi (Ragıp Gümüşpala), Yeni Türkiye Partisi (Ekrem Alican), Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (Osman Bölükbaşı) oyların % 60’dan fazlasını almışlardır. Bu kadar kötülemeye, yalana, dedikoduya aşağılamaya rağmen, Menderes’in ismini ima etmek bile bu partilere bu oyları kazandırmıştır.  Darbeyi alenen destekleyen, coşku ile karşılayan İnönü CHP’si ise Meclis’te azınlığa düşmüştür. Hele 1965 seçimlerinde Adalet Partisi oy patlaması yaşamıştır. Bu durumda nerede Türk Milleti? Darbenin karşı tarafında, Menderes tarafında!
-Atatürk döneminde düzenlenmiş ve ordunun siyasetten uzak durmasını amaçlamış TSK İç Hizmet Nizamnamesi 27 Mayısçılar tarafından kanunlaştırıldı. İç Hizmet Kanunu yapıldı ve 35. madde düzenlendi.
“‘Silahlı Kuvvetlerin vazifesi Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır”
27 Mayıs ile başlayan askeri vesayette, tüm darbeler hukuki dayanağını bu maddeden almışlardır.Cumhuriyeti koruyorum, kolluyorum diye ard arda birçok darbe ve darbe girişimi gerçekleştirilmiş, demokrasimizin kendi kuralları içinde olgunlaşması önlenmiştir. Nihayet 2013 yılında bu madde TBMM’de bir kanunla değiştirilmiştir.
“Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; yurtdışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, TBMM kararıyla yurt dışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır”
-İnsan Hakları Beyannamesi keyfi mahkemelere son vermek için şu ifadeleri kullanmıştır;
“Hiç kimse suçun işlendiği tarihten önce ilan edilmiş ve meşru mahkemeler tarafından tatbik olunan kanunlardan başka bir kanunla cezalandırılamaz”
Evrensel hukukun bu kuralı da 27 Mayısçılara tarafından Yassıada’da ihlal edilmiştir. Yani suç olduğu düşünülen eylemin işlenmesinden sonra çıkartılan bir ceza kanunu, sanığın aleyhinde olursa hiçbir surette tatbik edilemez. Ama 27 Mayısçılar DP mensuplarının yürürlükteki kanunlara göre bir suçlarını bulmayınca, yeni kanunlar çıkarttır ve makabline şamil kıldılar, yani geriye dönük uyguladılar. Kanun adına kanunsuzluk yapmak işte budur. Darbeden sonra ilk işlerinden biri olarak 65 yaş üstünün infaz edilemeyeceğini belirten TCK 56. Maddeyi kaldırdılar, zira amaç o tarihte 77 yaşında olan Celal Bayar’ı asmaktı. Nitekim mahkemede de idama mahkûm ettiler. Ama sonra idamını MBK toplantısında onaylamadılar. Bana göre sebebi Bayar’ın 78 yaşında gelmiş olması, muhtemelen artık siyasete giremez, bizden intikam alamaz falan gibi düşündüler. Zira idamların altında yatan sebep kanaatimce aynıdır. Bunlar eğer idam edilmezlerse, bir gün serbest kalırlar ve halkın teveccühüne mazhar olurlar ve tekrar iktidara gelerek bizden hesap sorarlar korkusu.   
Yeni Anayasa yapmakla görevli Profesörler Kurulundan Prof. Dr. İsmet Giritli konuyla ilgili bir söyleşide bakın neler diyor (15 Yıl Sonra 27 Mayıs Yargılanıyor, Nazlı Ilıcak),
“N. Ilıcak=1924 Anayasası vatana ihanet suçu hariç Cumhurbaşkanının (Celal Bayar) mutlak sorumsuzluğunu kabul etmektedir. Bu vatana ihanet suçunu da ancak TBMM tespit eder. Bunun haricinde cumhurbaşkanı sorumsuzdur. Cumhurbaşkanının 146/1 Anayasayı ihlal suçu ile yargılanmasını (Yassıada’da) nasıl açıklayabilirsiniz?
            İ. Giritli=Burada ihtilal kendi hukukunu yaratır prensibine geliyoruz. İhtilal 27 Mayıs’ta 1924 Anayasa düzenine son veriyor, bir geçici Anayasa getiriyor. Bu bir ihtilal anayasasıdır.
 N. Ilıcak=Vatana ihanetle Anayasayı ihlal suçunu nasıl bağdaştırıyor?
            İ. Giritli=Geçici Anayasadan aldığı yetkiyle yapıyor bunu. Geçici Anayasa Cumhurbaşkanı Anayasayı ihlal suçundan yargılama yetkisini veriyor. Kendi ihtilalinin Anayasasına göre oluyor bu.
            N. Ilıcak= Cumhurbaşkanının Anayasayı ihlal etmesi için kanun metnine göre cebir kullanması şart. Nerededir bu cebir unsuru? Celal Bayar bu cebir unsurunu nerede ve nasıl kullanmış?
 İ. Giritli= Önce sizinle bu konuda anlaşmamız lazım. Sizin bana sorduğunuz sorular 1924 Anayasasının normal düzeni içinde varit. 1924 Anayasasına göre fiili ve kanunsuz olur. Zaten ihtilal kanunsuzdur. 27 Mayıs kanunsuzdur, fakat meşrudur. Bir legalite vardır bir de legitimite, Kanuniyet ve meşruiyet. İhtilal esas itibariyle kanunsuz bir harekettir. Fakat meşru veya gayrimeşrudur. Yani 27 Mayıs hedefine ulaştığı ve kendisini tescil ettirdiği için meşrudur. Hem de 61 Anayasasını yaptığı için meşrudur. Ama kanunsuzdur. 27 Mayıs sabahı yapılan işlem kanunsuzdur.”
            Koskoca Anayasa profesörü, 27 Mayıs kanunsuzdur ama meşrudur, diyor. Çünkü hedefine ulaşmış yani silah zoruyla devleti gasp etmiş ve böylece meşru olmuş. Diğer bir deyişle cunta devleti eline geçirmiş, silah onda, güç onda, kimse karşı gelemez. İşte 27 Mayıs’ınki böyle bir meşruiyet.
            -27 Mayıs’ı gerçekleştiren cunta, yine akıl hocaları profesörler kurulunun önerisiyle Milli Birlik Komitesi adını verdikleri bir komite kurdu. Bu komite TBMM’nin tüm yetkilerine haiz, yani yasama, yürütme, yargı MBK’nin yetkisinde. Sıkıysa itiraz edin, anında işiniz biter. Bundan daha büyük bir kanunsuzluk olur mu? O tarihte Harp Okulu 2 sene, bu genç subaylar 2 senede ne öğrendiler de devleti idare edecekler.
            -27 Mayısçıların korku dolu bir ruh hali ile çıkardıkları kanunsuz bir kanunda ‘Tedbirler Kanunu’dur. Bu kanuna göre, 27 Mayıs’ın aleyhinde ima ile bile olsa konuşmak, DP’yi ima ile bile olsa övmek 5 yıl hapis. Bu kanun 1969 yılına kadar hüküm sürdü. Dikkat edilecek olursa 27 Mayıs hakkında yazılan kitaplar, anılar 1970 ve sonrası tarihlidir. Sadece gazeteci Turhan Dilligil’in Yassıada Kumandanını anlattığı ‘Allahsız Gardiyan’ adlı kitabı vardır. Ama o kitap da metafor tekniği ile yazılmıştır.
            -27 Mayısçıların ‘Tabii Senatörlük’ uygulaması da traji komik bir girişimdir. Darbeciler yeni Anayasaya koydukları bir madde ile kendilerini, yeniden seçilip seçilmeme olgusu olmadan, ömür boyu ‘Tabii Senatör’ ilan ettiler. Güzel maaşlarla ve bellerinde tabancaları ile Parlamentoya yerleştiler. 1980’de yine bir darbe sonucunda bu müessese ilga edilene kadar parlamentodaki saltanatlarını sürdürdüler. Hâlbuki 1974 yılında eski bir cumhurbaşkanı olarak Celal Bayar’a da Tabii Senatörlük teklif edilmiştir. Ama rahmetli Bayar bir demokrasi dersi vererek, ‘ben ömrüm boyunca demokrasi için mücadele ettim, demokrasilerde tabii senatörlük yoktur’, demiş ve bu teklifi ret etmiştir.
            -Birçok 27 Mayısçı darbelerinden bir süre sonra anılarını yazdılar. Anılarından öğrendiğimize göre, bu subaylar darbe hazırlıklarına 1955 yılında başlamışlar, Orhan Erkanlı. Hatta Binbaşı Muzaffer Karan, darbe hazırlıkları için 1954’den bahseder. Karan, 1954’den itibaren Bayar, Menderes ve ekibinin yanlış yola saptıklarını, siyasi ihtiraslarından başka bir şey düşünmediklerini ve Atatürk’e düşman olduklarını fark etmiş’ Gerçekten trajik-komik 1954 öyle bir yıl ki, genel seçimler yapılmış ve DP % 58,7 oy oranı ile Meclis sandalyelerinin yüzde doksanını almış, tarımda üretim patlaması var. 1950 öncesi ülkede açlık varken bu tarihte tarımda ihracata başlıyoruz. Ve bizim efendiler, bir takım paranoyalarla darbe hazırlıklarına başlıyorlar. Kanun için kanunsuz darbe hazırlıkları!
            -Demokrat Partili milletvekili, bakan, dönemin bürokratlarının Yassıada’ya sevkiyatları tam bir felakettir. Demokrat Partililer ve DP’ye yakın olduğu düşünülen bürokrat, iş adamı, hatta asker; darbecilerin ve destekçilerinin oluşturduğu, alkol kokan ölüm koridorlarından tekme, sille, tokat, yumruk, tükürük, yerlerde sürükleme, kravatı ile boğmaya çalışma, hakaretler arasında geçmişlerdir. Anılardan öğrendiğimiz bu sahneler dayanılır gibi değildir. Hele Yassıada yaşantısı Nazileri aratmayacak zalimlikteki muhafız subayların eziyeti altında geçmiştir. Yassıada’da rahmetli babam dâhil 10 kişi hayatını kaybetmiştir. Ölen herkese ya intihar ya kalp krizi raporu verilmiştir. Naaşlar yara bere içindedir. Yassıada’ya sevk edilmeden Ankara Harp Okulunda pencereden betona çakılan ve ölen Dahiliye Vekilimiz Namık Gedik için de intihar etti dediler. Ama kızı Ayla Gedik, ‘hayır döverek pencereden attılar’ diyor ve ekliyor. Naaşı bize gösterilmeden defin edildi diyor. Keza rahmetli babam İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay da adanın Bizanslardan kalma zindanına ağır şekilde dövülerek atılmış ve orada ölmüştür. Babam için de kalp krizi geçirdi dediler. Türk halkını temsil eden, seçilmiş Başvekil Adnan Menderes Yassıada’da dövülmüştür. Celal Bayar’ın avukatı Gültekin Başak’ın önünde cereyan eden olay bir insanlık dramıdır. Atatürk’ün iktisat vekili, başvekili, Türkiye Cumhuriyetinin 10 yıl cumhurbaşkanı Celal Bayar gördüğü aşağılayıcı muameleler sonunda intihar girişiminde bulunmuştur. Kıbrıs Barış Harekâtının yasal zeminini oluşturan, Türkiye’yi garantör yapan Londra ve Zurih anlaşmalarının mimarı Dışişleri Bakanımız Fatin Rüştü Zorlu da Yassıada’da dövülmüştür. Maliye Bakanımız Hasan Polatkan’a düzmece Yassıada Mahkemelerinde savunması dahi yaptırılmamıştır. Celsenin son 10 dakikasında Baş yargıç Salim Başol Polatkan’ı çağırıyor ve kısa keserek savunmanı yap diyor. Polatkan celsenin bitimine 10 dakika var, hazırladığım savunmam için bu süre yetersiz deyince. Başol azarlar tondaki konuşmasıyla, ‘Sen zaten çok konuştun, kısa kes’ diyor. Polatkan, idamla yargılandığım bir davada savunmamı yapmayayım mı? Deyince. Başol, yapmazsan yapma, geç yerine diyor ve savunmayı yaptırmıyor.
            Rahmetli Samet Ağaoğlu anılarında yazmış, ‘Yassıada’da yapılanlar Türk’ün Türk’e yapacağı iş değildir.’ Gerçekten düşman olsa bu kadarını yapmazdı. Yassıada Mahkemeleri kararları, İkinci Dünya Savaşında 50 milyon insanın ölümüne sebep olan Hitler ve arkadaşlarının yargılandığı Nürnberg mahkemelerinin kararlarını da geçmiştir. Nürnberg’de 12 idam, Yassıada’da 15 idam kararı verilmiştir. Müebbetler, idamlar dâhil kararlar, gerekçesiz sanıkların yüzlerine okunmuştur. Empati yapalım idama mahkûm olduğunuzu söylüyorlar fakat sebebini ve suçunuzu söylemiyorlar. 146/1 Anayasayı İhlal gibi muğlak, anlaşılmaz, yetersiz, geçiştirici bir ifade ile idama gidiyorsunuz.
            Bu öyle bir mahkeme ki, hukuk skandallarıyla dolu! Diyorlar ki, Topkapı’da İnönü’yü öldürmek istediniz, niyetiniz buydu. Topkapı’da İnönü’nün arabasında bulunan Kasım Gülek, nümayişler vardı ama öldürmek gibi bir niyetleri olduğunu, elimi vicdanıma koyarak kabul edemem diyor. Bu sözler hiç fayda etmiyor. Menderes’in avukatı rahmetli Burhan Apaydın, ‘o halde İnönü’yü çağırıp kendisine soralım, diyor. Salim Başol’un cevabı, ‘İnönü gibi mümtaz bir şahsiyeti buraya çağırmak haddinize mi!’ Bu nasıl bir mahkemedir. Yassıada’da Demokrat Partilileri hukuksuzlukla, meşruluğunu yitirmekle suçlayan hâkimler, savcılar sürekli hukuksuzluk üstüne hukuksuzluk yapmışlardır. Devlet Bakanı Samet Ağaoğlu diyor ki, yıllarca bizimle beraber olan, birçok kararımıza bizimle birlikte imza atan Fethi Çelikbaş niye sanıklar arasında değil?’ Salim Başol’un ağzından kaçırdığı cevabı, Yassıada Mahkemelerinin karakterini açıkça ortaya koymuştur. Başol,
            “Onu ben bilemem, sizi buraya tıkan kuvvet böyle istemiş’
            Baştan beri DP içinde bulunan Fethi Çelikbaş DP Hükümeti ile birlikte birçok kanuna imza atmış, ancak daha sonra DP’den ayrılmış Hürriyet Partisinin kurucularından olmuş, sonunda CHP’ye geçmiş bir siyasetçi.
            Darbeye takaddüm eden günlerde Gürsel’in, Savunma Bakanı Ethem Menderes’e yazdığı bir mektup var. Bu mektupta Gürsel bir takım önerilerde bulunuyor ve halkın Menderes’i sevdiğini ve onun cumhurbaşkanı olmasının hayırlı olacağından bahsediyor. Yassıada’da mahkemeler devam ederken Orgeneral Cemal Gürsel cumhurbaşkanı makamındadır., Burhan Apaydın Menderes’i kurtarma ihtimali olan Gürsel’in mektubunun mahkemede okunmasını istiyor. Olayı ben bizzat rahmetli Apaydından dinledim.
            “Ben mektubun okunmasını talep edince, Menderes dışarı çıkarıldı ve hırpalanmış bir şekilde geri döndü. Söz aldı mektubun okunmasına karşı çıktı. Sonradan öğreniyorum ki, Menderes’e bu talepte ısrar ederseniz sende, avukatın da berhava olursunu, demişler”
            Rahmetli Apaydın bu kelimenin üstüne basa basa 2-3 kere tekrarladı berhava. Sonradan Gürsel’in mektubu, Menderes için söylediği sözler çıkartılarak yayımlandı.
            -İdama mahkûm ettikleri Menderes’e infazdan 4-5 saat önce anüsten prostat muayenesi (rektal tuşe) yapılması inanılır gibi değil. Bu uygulamanın tek sebebi olabilir, o da Menderes’i aşağılamaya devam. Bu muayeneyi odadaki ses kayıtlarının satılması ve Nazlı Ilıcak tarafından alınması sayesinde öğreniyoruz. Darbeciler Yassıada’da DP’lilerle ilgili çekebildikleri resimleri gazetecilere yüklü bir para karşılığı satmışlardır. İşte bu bakımdan 27 Mayısçı cunta bir çetedir diyoruz. Zaten TDK sözlüğünde cuntanın karşılığı çetedir.
            Menderes’i silah zoruyla Yassıada’ya tıkıyorlar, ağır zulüm yapıyorlar, düzmece bir mahkemede göye yargılıyorlar ve İmralı adasında asarak öldürüyorlar. Sonra da evine icra memuru gönderiyorlar. İp parası, kefen parası, Yassıada’da yenen yemeklerin parası ve cellat parasını icra kağıdı ile istiyorlar ve rahmetli Aydın Menderes’ten alıyorlar. İmralı hapishane müdürü Ahmet Acarol, İmralı belgeselinde anlatıyor.
            ‘En son infaz edildikten sonra Menderes’in naaşını ben gördüm, yani yıkanıp kefenlenirken başındaydım. Göğsünde bir değil, iki değil 5 değil birçok kabuk bağlamış yara vardı. Vücudunda sigara söndürmüşler.’
            Rahmetli Acarol’un, yemin ederek anlattığı bu ifadelerini kendi sesinden, görüntülü youtube da bulabilirsiniz (İmralı Belgeseli).
            27 Mayıs Darbesi, Yassıada zulmü, işkenceler, zindanda ölümler, infazlar yani cinayetler ne yazık ki, cezasız kalmıştır. 27 Mayıs yargılanmalıdır. Bunu asla kin, hınç ve öfke ile söylemiyorum, adalet için söylüyorum. İlahi Adalet çok şükür tecelli ediyor. Ama dünyadaki adaletin de tecelli etmesi lazım diye düşünüyorum. Hepsinden önemlisi ibret alınmasıdır. Çünkü 27 Mayıs Darbesi her yönüyle ülkemize büyük zararlar verdi. 1961 Anayasası derler. Bu Anayasa ülkemizin iyice karışmasına sebep olmuştur. İşçiler grev üstüne grev yapmışlar, sokaklara dökülmüşler, anarşi yaratmışlar ve ülke 9 Mart Cuntası, ardından 1 Mart Muhtırasına, oradan da 12 Eylül Darbesine sürüklenmiştir. Yine 27 Mayıs tortu olarak siyasal yaşamımızda, sandıktan ümidi olmayanlar için, askeri kullanarak, sokak olayları yaratarak iktidara gelme yolları arama yozlaşmasını bazı kafalara sokmuştur. Yani sandık dışı çarelerle iktidara gelme yollarını arama yozlaşması. Küçüğün büyüne başkaldırması yozlaşması da 27 Mayıs ile ortaya çıkmıştır. Zira 27 Mayıs da ast üstünü hırpalamıştır, teğmenler, yüzbaşılar, binbaşılar; komutanlarını, Genel Kurmay Başkanını (Orgeneral Rüştü Erdelhun) ite kaka, tutuklayıp Yassıada’ya tıkmışlardır. Hepsinden beteri 27 Mayıs’tan sonra ülkemizde darbeler silsilesi başlamıştır. Hedefine ulaşan veya ulaşamayan 10’dan fazla darbe ve girişimi vardır. Siyasi liderlerimiz, 27 Mayıs’ın etkisiyle uzun zaman komutanların onaylamadığı hiçbir işi yapamadılar. Geçen sürede, örneğin bir kanun çıkacakken eğer bir kuvvet komutanı veya Genel Kurmay Başkanı aba altından sopa gösterirse, gözlerinin önünden ipte sallanan Menderes ve arkadaşlarının görüntüsü gitmemiş olan siyasiler derhal vaz geçiyor, şapkasını alıp gidiyorlardı. Yani 27 Mayıs askeri siyasete çekmiştir. Hâlbuki siyaset askerlikten bambaşka bir iştir. Kışlaya, camiye ve üniversiteye siyaset girmemelidir. Babalarımız, amcalarımız, kardeşlerimiz, çocuklarımızdan meydana gelen ordumuzun itibari, gücü kuvveti, caydırıcılığı, yaşamakta olduğumuz kritik jeopolitik bölgede son derece önemlidir. Siyaset orduyu yıpratır.
            Demokrasimizi tahrip eden, insan haklarını hiçe sayan, seçilmişlerden meydana gelen TBMM’nin kapısına kilit vuran 27 Mayıs’ı bayram ilan ettiler. Adı da ‘Hürriyet ve Anayasa Bayramı’ oldu.      
Hayatta olan bazı 27 Mayısçı subayların hala kahraman devrimciler gibi dolaştıklarını üzüntüyle duyuyorum. 15 Temmuz Darbecileri eğer muvaffak olsalardı.  Öldürdükleri 249 vatandaşımıza daha birçok ilave olacaktı. Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere, düşman addettikleri devlet adamı, işadamı, bürokrat, gazeteci birçok kişiyi öldürmek için kanunlar ihdas edecekler, belki Anayasayı değiştirecekler, yani kitabına uyduracaklar ve meşrulaşmaya çalışacaklardı. 27 Mayısçılar da böyle meşrulaşmaya çalışmadı mı? 27 Mayısçılar okul ders kitaplarına, kendilerini öven, haklı çıkaran, meşrulaştıran, buna karşılık DP, Bayar ve Menderes’i kötüleyen, hain, hırsız ilan eden konuları ders olarak soktular. Bu dersler 1980 darbesine kadar 20 sene okutuldu ve bir neslin beyni yıkanmaya çalışıldı. Hala bu derslerin etkisinde olan rahmetli Menderes’i, Bayar’ı kötü zanneden, DP’yi ülkeye zarar vermiş bir parti olarak gören insanlar vardır. Çocuk yaşta kafalara sokulan bilgiler çok etkili olur. Örneğin bu gün yurt dışına kaçmış olan ve yargılanmak için ülkeye dönmeyen Can Dündar Mustafa Kemal’in anlatıldığı bir ‘Mustafa Belgeseli’ yapıyor. 1932’den sonra sürekli Atatürk’ün yanında olan, Atatürk’ün İktisat Vekili, Başvekili Celal Bayar’ın belgeselde bir tek görüntüsü yok ve adı geçmiyor. Hâlbuki Mustafa Kemal Atatürk Başvekil İsmet İnönü’yü görevden alıyor ve yerine Celal Bayar’ı geçiriyor ve çok da memnundur. Bir plak var, bir yemekte Atatürk kendi sesinden Bayar’ı övmektedir. Yine televizyonlarda bir süre önce Anadolu Sigortanın görüntülü reklamı yayımlanıyordu. Ama Celal Bayar’ın yine adı geçmiyor. Hâlbuki Bayar, İş Bankasının, Anadolu Sigortanın kurucusudur. İşte bütün bunlar o 20 senelik propagandanın etkisidir. 
            Geçen sürede Devletimiz Anıt Mezarları yaptı, Demokrat Partililer için iade-i itibar yapıldı, çok şükür. Ama 27 Mayıs bütünüyle, aktörleriyle masa yatırılıp, yargılanmadı. Sayın Nimet Baş’ın yönettiği Meclis İnsan Hakları Komisyonunun bir çalışması oldu. Ama bizi dinlemediler bile. Sonuç raporunu okudum ve üzüldüm..
            Şunu unutmayalım ki, insan haklarında zaman aşımı yoktur. Gıyabında da olsa 27 Mayıs yargılaması yapılabilir.
            Hasan Emre Oktay, Mayıs 2017 Fenerbahçe 

3 Mayıs 2017 Çarşamba

PROF. DR. ANIL ÇEÇEN "ANKARA KALESİ" 1. SURİYE BÖLÜNÜRSE, TÜRKİYE’DE BÖLÜNÜR, 2. A.B.D.’DEN O.B.D.’YE DOĞRU GİDİŞ, 3. SİYASAL BASKI ORTAMINDA BİLİM OLMAZ, 4. ANAYASA DEĞİŞİRSE KAMU DÜZENİ BOZULUR, 5. İNGİLTERE YENİDÜNYA DEVLETİ KURUYOR., 6. REFERANDUM SÜRECİ, 7. ANAYASALAR VE DEĞİŞİM (Toplam: 7 Makale)

MUTLAKA DERS ALINMASI VE İBRETLE (DİKKATLE) OKUNMASI GEREKEN: “PROF. DR. ANIL ÇEÇEN”  MAKALELERİ (Ocak-Nisan 2017 Dönemi, Güncel)
ANKARA KALESİ 
SURİYE BÖLÜNÜRSE, TÜRKİYE’DE BÖLÜNÜR
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
S-1-  ABD’nin   geçen  hafta yaptığı Suriye saldırısını nasıl karşılıyorsunuz . ?
c-1- Bu saldırı yeni seçilen  başkan TRUMP’ın bir gövde gösterisi olarak   görülebilir . Biliyorsunuz daha TRUMP seçimden sonra üç ay içinde kendi yönetimini oluşturması için ataması gereken 3 bin kişilik  kamu kurumlarının başına gelecek kadrosunu kuramadı . Küresel sermayenin önde gelen temsilcileri ABD’deki  lobileri aracılığı ile ABD yönetimini etkileyerek kendi çıkar düzenleri doğrultusunda bu süper devleti yönlendirmeye kalkışıyorlar . O yüzden TRUMP’ın  atamış olduğu  bir çok yeni yönetici ya istifa etmek zorunda kaldı ya da göreve başlamaları engellendi .Üç aydır bir kaos yaşayan  Amerikan başkentinden karar çıkmıyordu . Suriye saldırısı ile ilgili vur emri bu karışık ortamdan çıkan ilk önemli karar olarak değerlendirilmelidir . TRUMP bu emri ile  oturması önlenmeye çalışılan başkanlık koltuğuna oturmuştur . Kavgacı ve saldırgan bir kişiliğe sahip bulunan yeni başkan, ilk kararı olan vur emri ile önümüzdeki dönemi bir savaş dönemi olarak belirlemiştir .
S-2- OBAMA  neden böyle bir emir vererek Suriye’ye saldırmadı  ?
C-2-  OBAMA Amerikan devletinin yetiştirmiş olduğu bir kamu görevlisi idi . Bu doğrultuda hep Amerikan devletinin çıkarlarına öncelik veren bir politika uyguladı . Bu nedenle ,BUSH döneminde İsrail güvenliği için Körfez savaşına  ABD’nin çok fazla angaje olmasını dikkate alarak , ABD’yi yeni bir Orta Doğu savaşından uzak tutmaya başladı . Ayrıca Hrıstıyanlığın kutsal topraklarının bulunduğu  Suriye devletinin ülkesine VATİKAN’ın uyarılarını dikkate alarak hiçbir zaman askeri birlik göndermedi .Böylece dünya barışına küreselleşme döneminde önemli katkılar sağladı . Daha önceki dönemde baba-oğul BUSH’ları kullanan savaş lobileri ve Siyonist gruplar   OBAMA’yı etkileyemeyince  , merkezi coğrafyadaki savaşı yeni kurdukları terör örgütleri üzerinden yürütmeye çalışmışlardır .  Küresel sermayenin Siyonistler ile işbirliği yaparak oluşturmaya çalıştığı  üçüncü dünya savaşının başlaması için yapılan baskılara, OBAMA bir devlet görevlisi başkan olarak sürekli olarak karşı çıkmış  ve  önce Rusya başkanı Putin ile  daha sonraları da İran’ın yeni seçilmiş olan  başkanı Ruhani ile diyalog kurarak, bölgedeki dıştan destekli terörün bir büyük savaşa dönüşümünü engellemiştir . Bu yüzden OBAMA savaş  isteyen Siyonist lobilerin  sürekli tehdidi altında çalışmıştır . Kennedy gibi bir komplo riski  ile karşı karşıya kalmasına rağmen  ABD ordusunu savaşa  sokmayarak barışa yardımcı olmuştur .
S-3-TRUMP ile OBAMA arasında ne gibi farklar görüyorsunuz .  ABD politikası bu aşamadan sonra  nasıl gelişmeler gösterebilir .?
C-3-  OBAMA bir eski devlet görevlisi ve HARWARD üniversitesi mezunu bir hukukçu idi . TRUMP ise mahalle aralarındaki kavgalardan , piyasa çekişmelerinden  ve vahşi kapitalizmin kaosundan çıkan bir kavgacı başkan olarak görünmektedir . Bu kavgalar sonrasında zenginliği yakalayan bir süper zengin olarak , yüzden fazla ülkede yaptırmış olduğu TRUMP TOWER isimli yüksek kuleler aracılığı ile en büyük zengin olarak kendini  göstermeğe çalışırken , ABD başkanlığına talip olarak göreve gelmiştir . Son  ABD seçimlerini cumhuriyetçiler ya da demokratlardan hiç birisi kazanamamıştır . Seçimlere girerken iki büyük güvenlik örgütü karşı karşıya kalmış  , CİA dış istihbarat olarak küresel sermaye ile çalışırken , FBI da iç istihbarat olarak Amerikan devletinin kurumları ile çalışmış  ve sermayenin içinden çıkan bir iş adamını ,Amerikan devleti küresel sermayenin  baskılarını önlemek üzere devlet  başkanlığı makamına getirmiştir . Küresel sermayenin adayı Clinton seçimleri kaybederken  , ABD devletinin adayı olan  TRUMP , FBI organizasyonu ile devletin başına gelmiştir . TRUMP bu yüzden seçim öncesi ve sonrasında sürekli olarak CİA ile kavga etmek zorunda kalmış ama başkan seçilince de ilk olarak CİA merkezine giderek barışmaya çalışmıştır . Ne var ki , küresel sermaye ve Siyonist lobiler ABD’yi sürekli olarak kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya alıştıkları için gene eskisi  gibi manevraya kalkışmışlar ama  TRUMP  ve FBI ın tepkileri ile karşılaşmışlardır . Amerikan devleti OBAMA nın barışçı politikalarını sürdürmeye çalışırken , savaş isteyen küresel sermaye ve Siyonist lobilerin  baskıları giderek artmaya başlamış ve bu yüzden yeni başkan kendi yönetimini daha tam olarak kuramamıştır . Olaylar yeni başkanı savaşa doğru sürüklerken , OBAMA’nın barış arayan politikalarından uzaklaşma başlamış ve  Siyonizmin yükselttiği Armegeddon dalgaları doğrultusunda , TRUMP Suriye’nin vurulması emrini vermiştir . Böylece Orta Doğu savaşa mahkum edilmiştir .
S-4-Saldırı öncesinde olaylar nasıl gelişmiştir ?
C-4- Emperyalist bütün devletler bir ülkeye saldırmadan önce o ülkenin iç işlerine karışarak ortalığı önce karıştırırlar daha sonra da  müdahale ederler . Müdahale ederken  de  kendi yaptıkları gizli  karışıklıkları gerekçe olarak gösterirler . İsrail’in nükleer yalanları ile  Amerikan ordusu Irak’a girmiştir .Şimdi de benzeri senaryolar ile  İran’a yönelik bir askeri saldırı hazırlanmaktadır . Bu aşamada , Suriye’deki olaylar tırmandırılmaktadır . ABD seçimleri nedeniyle durgunluk geçiren Orta Doğu’da yeni bir hareketlenme için TRUMP’a vur emri verdirilmiş ve bölge yeniden sıcak çatışmalara doğru sürüklenmiştir . Suriye’de savaş devam ederken , hiçbir yönetimin kimyasal saldırı yapması mümkün değilken , ABD’yi yeniden savaşa sürüklemek isteyen lobilerin komploları ile  bir kimyasal saldırı olayı  düzenlenerek, füze saldırısı  için elverişli bir ortam yaratılmış ve böylece TRUMP döneminin ilk uygulaması olarak  saldırı gerçekleştirilmiştir . Irak’da başlayan ve bu aşamada Suriye’de devam eden savaşı kutsal bir savaş olarak nitelendiren din çevreleri de , Suriye savaşının giderek  Armegeddon adı verilen bir kıyamet senaryosuna dönüştürülmesi  amacıyla  savaşın içinde yer alan terör örgütlerini  çatışmaları artırma doğrultusunda yönlendirmişlerdir . Özellikle bir vekalet savaşını tırmandırabilmek üzere batılı ülkelerin kurarak sahaya sürdüğü  terör örgütlerinin  , ABD saldırısı öncesinde yeni karışıklıklar yaratarak  , emperyal müdahaleye zemin hazırladıkları görülmüştür . Büyük devletler de bu karışıklıklardan kendi çıkarları doğrultusunda yararlanmaya çalışmışlardır .
S-5-  ABD saldırısı uluslararası konjonktürde ne gibi yansımalar yaratmıştır . ?
C-5-  ABD saldırısı öncesinde herkes Amerikan başkentindeki  karışıklıkla uğraşırken,  Avrupa kıtasındaki önemli gelişmeler dünya ortamını fazlasıyla etkiliyordu . Fransa başkanlığına hazırlanan milliyetçi Le Pen’in seçimlerde destek için  Rusya’ya gitmesi sonrasında , Petersburg’da bir terör olayının doğmasını uzman kuruluşlar  ABD’nin Putin’e tepkisi olarak görürken ,  aynı  hafta içinde  İsveç’in başkenti Stockholm kentinde meydana gelen  terör olayını da , İsveç merkezli bir Baltık Birliği oluşumunu , Almanya ve Rusya’ya  karşı  destekleyen Amerika’ya karşı  Rusya’nın tepkisi olarak,belirli merkezler gördüklerini açıklamışlardır . OBAMA döneminde Orta Doğu bölgesinde başlatılmış olan ABD_Rusya işbirliğinin  savaş lobilerinin devreye girmesi üzerine bozulduğu  ortaya çıkınca ,ABD ile Rusya arasında uluslararası konjonktürdeki olayları birbirlerine karşı kullanma dönemine girilmiştir . İsrail’in bütün kışkırtmalarına rağmen  Orta Doğu’da şimdiye kadar  bir büyük üçüncü dünya savaşının çıkmaması , geride kalmış olan iki büyük dünya savaşından hem Rusya’nın hem de ABD’nin gereken dersleri almış olmasıdır . ABD_Rusya arasında gerginliğin öne çıkmış olması dünyayı yeni bir soğuk savaş ortamına sürükleyebilir ve bu yüzden  uluslararası alanda yeni bir baskı dönemi ile insanlık  karşı karşıya kalabilir . Ayrıca geride kalmış olan bazı çatışmalar yeniden sıcak savaşa dönüşebilir .
S-6- Suriye’ye yapılan saldırı Türkiye’yi nasıl etkileyebilir ?
C-6- Türkiye Cumhuriyeti diğer bölge ülkeleri ile birlikte Sovyetler Birliğinin dağılması sonrasında bir büyük batı  saldırısı ile karşı karşıya kalmıştır . Dünya savaşları sonrasında merkeze gelen İngiltere ve ABD’nin destekleriyle kurulmuş olan İsrail’in , bütün orta dünyaya egemen olabilmesi için  savaş süreci Irak sonrasında Suriye’de tırmandırılmaya çalışılırken, Kuzey Irak sonrasında ortaya bir de Kuzey Suriye yapılanması çıkartılmak istenmiştir . Kuzey Irak savaşı sırasında  Türkiye ‘de savaşa sokulmak istenmiş ama TBMM Türk ulusunun temsilcisi olarak bu girişime karşı çıkmıştır . Şimdi aynı oyun Suriye üzerinden gerçekleştirilmek istenirken , Türkiye  gene bu savaşa da karşı çıkacaktır . Şimdiye kadar Suriye savaşı dışında kalmaya çalışan Türk devleti , Kuzey Irak petrol sahasını bir Kürt koridoru ile Akdeniz’e bağlamak isteyen batı emperyalizmine ve  İsrail Siyonizmine alet olmamak  için  mücadele  vermek durumundadır . Ne varki ,  Kürt koridoru doğrultusunda Kuzey Irak’ta  birbiri ardı sıra kantonlar Akdenize doğru dizilirken ,ABD ve müttefikleri gene uçuşa yasak bölge ilan ederek Türkiye’nin kendi çıkarları doğrultusunda sınırlarını koruması önlenmeye çalışılmıştır . Irak benzeri bir duruma düşmemek isteyen Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey  Suriye üzerinden yürütülen saldırılara karşı hem kendini korumuş hem de Türk sınırlarını tehdit eden  petrol koridorunu önlemek üzere Fırat Kalkanı harekatı düzenleyerek , bölgedeki   saldırıları önleyici bir müdahalede bulunmuştur . Emperyalizme karşı savaşarak kurulmuş olan Türk devleti hiçbir zaman komşularına karşı emperyal bir saldırıda bulunmamış ama kendi sınırlarını Misakı Milli çizgisinde  koruma konusunda her zaman hassas davranarak ülkenin birliği ve bütünlüğünü bugüne kadar  sürdürmüştür.
S-7- Suriye olayları ve savaşı bundan sonra ne gibi  gelişmeler gösterebilir  ve Türkiye’yi nasıl etkiler?
C-7- Suriye’de tıpkı Irak gibi eski Osmanlı ülkesidir . Türkiye ise bu imparatorluğun merkezi alanıdır ve , imparatorluğun çöküşünden sonra  tarih sahnesine çıkan Türk milletinin  ana vatanıdır . Türkler tıpkı Irak ve Suriyeliler gibi ,  öncelikle kendi vatanlarına sahip çıkmak durumundadırlar . Bir imparatorluk arazisinin ortasında kurulmuş olan bu üç devletin sınırları birbirlerinin sınırları ile  çevrilerek güvence altına alınmıştır . Bu yüzden Irak ya da Suriye’nin  bölünmesi aynı zamanda Türkiye’nin de bölünmesi anlamına gelecektir . Daha dün Kuzey Irak’ta uçuş yasağı ile güvenli bölgeye dönüştürülen yerde ,bugün bir Kürt devleti kurulmakta ve Türkiye’nin güneydoğu bölgesi ile birleştirilmek istenmektedir . Ayrıca aynı dönemde Suriye’nin kuzeyinde Kürt kantonları kurularak Kuzey Irak petrolü Akdeniz’e taşınmak istenmekte ve  petrolün vanası da  Hayfa limanında  İsrail’in eline verilmeye çalışılmaktadır .İsrail Orta Doğu coğrafyasında küçük bir devlet olarak yoluna devam edemediği için kendisinin merkezinde yer alacağı  ve Kudüs’ün başkent olacağı bir Büyük İsrail  İmparatorluğunu  ABD’nin taşeronluğu aracılığı kurmaya  çalışmaktadır . ABD’deki  Siyonist lobilerin desteği ile kurulan İsrail devleti bugün büyütülmek istenirken  , Irak sonrasında Suriye savaşı ile yola devam edilmek istenmekte ve daha sonraki aşamada da bir mezhep çatışması yaratılarak, Türkiye ve İran devletleri de   benzeri bir biçimde eyaletlere bölünerek  ortadan kaldırılmak istenmektedir . Bu nedenle , Irak ya da Suriye’nin bölünmesi aynı zamanda Türkiye ve İran’ın da bölünmesi anlamına gelmektedir . Osmanlı devletini ortadan kaldıran Balkanizasyon , tıpkı Balkanlar’da olduğu gibi Türkiye üzerinden Orta Doğu’ya taşınmak istenmektedir . Irak’tan üç , Suriye’den beş , Türkiye’den on , İran’dan beş ,Arabistan’dan üç , Mısır’dan iki , Libya’dan üç yeni devletçik eyaletler halinde koparılarak  , Osmanlı hinterlandı üzerinde  Orta doğu Birleşik Devletleri adı altında, tıpkı Amerika Birleşik Devletleri gibi bir bölgesel devlet  kurulmak istenmektedir . Batı ve İsrail’in çıkarları için oluşturulmak istenen  bölgesel devlet nedeniyle bütün bölge ülkeleri parçalanma tehdidi ile karşı karşıyadır .  Bu aşamada  Suriye’nin bölünmesi aynı zamanda Türkiye’nin bölünmesidir  Bölge devletleri  artık buna izin vermemelidir .
***
A.B.D.’DEN O.B.D.’YE DOĞRU GİDİŞ
                  Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
S-1- A.B.D.  Amerika Birleşik Devletleri  kısaltılmış  olarak ifade edilmektedir .  O.B.D.    ile ne kastedilmektedir . O.B.D. başlığı ile ifade edilmek istenen nedir  ?
C-1-  O.B.D. baş harfleri ile kısaltılmış olan  kavram Orta Doğu Birleşik Devletleridir .  Böyle bir kavram resmen daha ortaya konulmamıştır . Ama eski Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin  resmİ bir ziyaret için İstanbul’a geldiği bir aşamada , Türk gazetecilerinin soruları üzerine ,  hayattaki tek emelinin bir gün kurulacak olan Orta Doğu Birleşik Devletleri çatısı altında  Türklerin , Arapların ve  Kürtlerin ortak bir devlet çatısı altında yaşamaları olarak   açıklamıştır .Kürt asıllı bir siyasetçinin ABD desteği ile Irak gibi bir Arap devletinin cumhurbaşkanlığına   seçilmesi normal olmayan bir durum olarak  ortaya çıkınca , gazetecilerin  bu doğrultudaki sorularını Talabani ,Orta Doğu Birleşik Devletleri projesi ile karşılamaya çalışırken , konuyu bir devlet adamı olarak Türk kamuoyunun tartışmasına da açmıştır . Talabani’nin Orta Doğu Birleşik Devletleri hedefini ortaya koyması ile birlikte bu doğrultuda çeşitli gelişmeler ve olaylar birbirini izleyerek  siyasal gündemi belirlemiştir .Bazı Türk bilim adamları ve siyasetçileri de  Orta Doğu’nun geleceğini  tartışırken , zaman zaman Orta Doğu Birleşik Devletleri tanımlamasını kullanmaktan çekinmemişlerdir .  Celal Bayar’da  bir ara küçük Amerika olacağız diyerek  böyle bir  projeyi öne çıkarmıştı .
S-2- Devletler hukuku ,Siyaset bilimi , uluslararası ilişkiler ,jeopolitik ve strateji bilimleri açısından Orta Doğu Birleşik Devletleri tanımlaması ne anlama gelmektedir . ?
C-2- Bu siyasal kavram Orta Doğu bölgesini kapsadığı için , dünyanın merkezi coğrafyasının yeniden yapılandırılmasını gündeme getirmektedir . Bir anlamda bugünkü Orta Doğu düzeninin  ortadan kaldırılacağı ve eskisinden çok farklı yeni bir bölgesel düzen oluşturulmaya çalışıldığını çok açık bir biçimde ifade etmektedir . Buna göre , Birinci Dünya Savaşı sonrasında batılı emperyalistler tarafından çizilmiş olan sınırlar bir çok yönden  devre dışı  bırakılmaya çalışılmakta ve eski sınırlar yerine yenileri çizilerek batının yeni egemen güçlerinin çıkarları doğrultusunda yepyeni bir merkezi alan yapılanması ortaya çıkarılmak istenmektedir . Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra ABD emperyalizmi bölgeye gelerek , demokrasi getiriyormuş bahanesi ile alt kimlikleri birbirine karşı kışkırtarak  ve  bütün Orta doğu devletlerini hem etnik çatışmalara hem de mezhepler  çekişmesi üzerinden  geride kalması gereken din savaşlarına  doğru sürüklemeye çalışmıştır . Böylece ,  eski Osmanlı İmparatorluğu arazisi üzerinden  yirminci yüzyılın başlarında oluşturulmuş olan devlet yapılanmaları ortadan kaldırılmak istenmiştir .
Devletler hukuku ayaklar altına alınırken , siyaset biliminin bilinen teorileri alt üst edilerek emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yepyeni bir Orta Doğu yaratılma hedefine öncelik verilmiştir . Bu nedenle dünya ülkeleri arasındaki uluslararası ilişkiler bozulmuş  , jeopolitik biliminin getirmiş olduğu gerçekler göz ardı edilerek bir an önce  batı emperyalizminin ve İsrail siyonizminin istediği bir yeni Orta Doğu yapılanması ,  A.B.D benzeri bir Orta Doğu Birleşik Devletleri kurulmasını sağlayacak doğrultuda  dışarıdan zorlanırken , bütün merkezi alan tam anlamıyla bir terör ve savaş coğrafyası haline getirilmiştir . Gizli emperyal planlar doğrultusunda  batılı  devletler yeni stratejiler geliştirirken üçüncü dünya savaşını  başlatacak düzeyde tehlikeli gelişmeleri  bölge ülkelerine dayatmışlardır . Küreselleşme döneminin çeyrek asırı  Orta Doğu bölgesinde yıkım operasyonları ile geçmiştir . 
S-3-Orta Doğu Birleşik Devletleri projesinin , ABD, İngiltere ve  İsrail’in merkezi coğrafya planları ile ne gibi bağlantıları bulunmaktadır ?
C-3-Her üç emperyal devletin merkezi alan ile ilgili geleceğe dönük projelerinin tamamı  eski Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde bir bölgesel federasyonu kendi  çıkarları doğrultusunda   gerçekleştirmeyi hedeflemektedir . Bölgeye Birinci Dünya savaşı galibiyeti sonrasında gelen İngiltere  İstanbul’u işgal ettikten sonra  Konstantinapolis merkezli bir Yakın Doğu Konfederasyonu kurmaya yönelmiştir . Bu plana göre Balkan,Kafkas,Anadolu ve Orta Doğu bölgelerinde oluşturulacak  dört adet federasyon  daha sonra Payitaht olan İstanbul’a bağlanarak , Yakın Doğu Konfederasyonu adı altında örgütlenecek bir merkezi büyük devlet Britanya İmparatorluğunun dünya devleti olarak geliştirilen  Commonwealth yapılanması içerisinde  ,İngilizlerin yönetiminde bir anlamda  Amerika Birleşik Devletleri gibi  40-50 eyaletten oluşacak  bir merkezi federasyon   oluşturulacaktı . Ne var ki  , Sovyetler Birliğinin Amerikan sermayesi ile kurulmasından sonra İngiliz planı gerçekleşememiştir .
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri bölgeye gelerek  Nato ile merkezi alan egemenliğini kurmuş ve bunun sonucunda da İsrail bir Yahudi devleti olarak iki bin yıl sonra üçüncü kez kurulabilmiştir . ABD. ikinci dünya savaşı sonrasında bölgeye gelirken  , geleceğe yönelik  Büyük Orta Doğu projesine ; Türkiye’de Orta Doğu Teknik Üniversitesini , Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsünü ve Yakın  ve Orta Doğu  Çalışma Enstitüsü gibi kamu kurumlarını  kurdurarak  eski Osmanlı devletinin merkezi topraklarında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetini  Orta Doğu’ya doğru yönlendirmiştir . ABD , merkezi alanda OBD adı ile anılacak bir Orta Doğu Birleşik Devletleri yapılanmasını  Büyük Orta Doğu Projesi ile devreye sokmuş ve bölgenin siyasal yapılanmasını Türkiye üzerinden Nato desteği ile  O.B.D. sürecini  başlatmıştır . ABD açısından konuya bakılırsa , ikinci dünya savaşı sonrasında merkezi alanda  İngiliz planı olan Yakın Doğu Konfederasyonu   devre dışı bırakılmak istenmiş ve bunun yerine Büyük Orta Doğu Projesi adım adım  uygulamaya  geçirilmiştir .
ABD’nin sırtından kurulan İsrail devleti ise  , milattan önce gelen dinsel yapılanmaya uygun olarak  bütün dünyayı merkezi alana bağlayacak  bir Siyonist plana , hem Yahudi dünyasını hem de Yahudiler ile  ortak ilişkilere girerek  Armegeddon senaryolarına teslim olmuş  Evanjelik  Hrıstıyanları  kullanmaya çalışmıştır . Merkezi alandaki Yahudiler ile  Evanjelikler  bu doğrultuda Osmanlı hinterlandında etkinliklerini artırırken , Siyonist plana angaje olan bazı  Müslüman topluluklar da   onlar ile işbirliğine kalkışarak  ve daha etkin bir biçimde örgütlenerek öne çıkmışlardır .  Yeni Osmanlı planlarını  ABD gibi İsrail de destekleyerek , Vatikan’ın önderliğindeki bir Hrıstıyan yapılanmanın  merkezi coğrafyada  yaygınlık kazanmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır . Küçük İsrail’in bütün  Osmanlı hinterlandını hegemonya altına alabilmesi mümkün olmadığı için , Osmanlı sonrasında bölgede oluşturulmuş olan devletlerin parçalanması gündeme getirilmiş ve böylece terör ya da savaş senaryoları doğrultusunda paramparça  olacak bir Orta Doğu  düzenine doğru gidiş hızlandırılmıştır . Küçük İsrail’in Büyük İsrail’e dönüşmesi için terör ve  çatışma  senaryoları üzerinden bir Armegeddon savaşı ile bütün bölge devletlerini yok etmek ve  en az on yıl sürecek bir dünya savaşı sonrasında küçük küçük eyalet devletleri oluşturarak  tıpkı Amerika Birleşik Devletlerinde olduğu gibi  40-50 eyaletten oluşacak  Orta  Doğu Birleşik Devletlerinin yolu  açılmak istenmiştir .
Batı dünyasının neresinden bakılırsa bakılsın , İngiltere’nin Orta Doğu dediği , İsrail’in Orta Dünya adını verdiği, bölge devletlerinin ise merkezi devletler alanı olarak adlandırdığı  Türkiye’nin tam ortasında yer aldığı  orta alanda , dinler,mezhepler,etnik gruplar ,devletler ve emperyal projeler çarpışırken  Osmanlı Hinterlandında yer alan bütün devletler başta Türkiye Cumhuriyeti dahil olmak üzere hepsi yok olma senaryoları ile karşı karşıyadır .
S-4- Bölgede yaşanan gelişmeleri  ABD öncülüğünde bir OBD yapılanması yani Orta Doğu Birleşik Devletlerinin kuruluşu ile ilgili olarak görebilirmiyiz .  ?
C-4-.Son zamanlarda Türkiye ile ABD’nin karşı karşıya gelmesinin arkasında yatan gerçek , ABD,İngiltere ve İsrail üçlüsünün merkezi alanda var olan devletlerin parçalanarak etnik ve dinsel alt kimlikler üzerinden daha küçük devletçikler olarak eyaletleşmeyi  dolaylı yollardan desteklemektedirler . Irak iç savaş ile üçe bölündü ,Suriye bir iç savaş sonrasında alt kimliklerden oluşacak beş eyalete dönüştürülmeye çalışılmaktadır . Libya fiilen üçe bölünmüştür . Şimdi sıranın  bölgenin diğer devletlerine geldiği görülmektedir . Yeni ABD başkanı Trupm bölgedeki  Müslüman devletlere karşı bir düzenleme getirerek hepsinin parçalanmasına gidecek yolu açmıştır . Tıpkı Irak, ve Suriye gibi İran,Lübnan, ,Sudan,Somali ve Libya   gibi devletler açıkça karşıya alınarak  merkezi alandaki eski Osmanlı eyaletlerinin  Orta Doğu Birleşik Devletleri içine alınmasına giden yol  böylece açılmıştır . Bölgede var olan ama  batı ile çıkar ilişkisinde bulunan Suudi Arabistan,Katar ve diğer  Arap  prenslikleri göz ardı edilirken , bir dönem Osmanlı yönetiminde bulunan bütün İslam ülkelerinin hedef alındığı anlaşılmaktadır .Atlantik ve    Siyonist ittifakı  merkezi alanda bir Orta Doğu Birleşik Devletleri yaratırken  ,bölgenin Müslüman devletlerinin eyaletler halinde parçalanmasını gündeme getirecek bir projede   bölge devletlerini resmen karşılarına almaktadırlar . ABD-İngiltere-İsrail üçlüsü bu aşamada birlikte hareket ederken , bölgenin eski patronu  İngiltere ,Avrupa Birliğinden çıkarak merkezi alan yapılanmasına dünyanın batı tarafından kontrol edilebilmesi için öncelik vermiştir .
S-5- Orta Doğu Birleşik Devletleri yapılanmasının  Türkiye’ye ne gibi yansımaları bulunmaktadır ?
C-5- Türkiye Cumhuriyetinin içeride ya da dışarıda karşı karşıya kaldığı bütün sorunlar ya da olaylar  tamamıyla Orta Doğu Birleşik Devletlerinin oluşturulması ile yakından ilgilidir . İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin bölgeye gelmesi ve İsrail’in kurulmasıyla başlayan süreç içinde Lübnan bir terör merkezi yapılarak bu küçük ülke üzerinden etnik ve dinsel kimlikli terör bütün bölge ülkelerine  ihraç edilmiştir . Lübnan’daki Bekaa vadisinde terörist olanlar daha sonraki dönemlerde   küreselleşmeye uygun olarak  neoliberal çizgiye gelerek ve  demokrasi görünümünde bölge ülkelerinin alt kimlik bölünmesine ve etnik teröre  sürüklenmesine  öncülük yapmışlardır . Soğuk savaş sonrasında demokrasi görünümünde etnik kavga bölgeye taşınırken , Türkiye güneydoğu bölgesinde ciddi bir etnik terör ile karşı karşıya kalmıştır . Bugün o bölgede Talabani’nin ifade ettiği gibi Orta Doğu Birleşik Devletleri yapılanmasına uygun bir ortam yaratılmıştır . Kuzey Irak’ta başlatılan  kantonlaşma bugün Kuzey Suriye’de sürdürülmekte ve Türkiye güney sınırları üzerinden bir kantonlaşma olgusu ile karşı karşıya bırakılmaktadır . Arap baharının  Acem,Azeri,Kafkas baharları biçiminde devam hedeflenirken  bölgenin diğer devletlerinin de parçalanarak eyaletleşmeye doğru sürüklenmesi istenmektedir .
Bölgenin merkezi ülkesi olarak Türkiye komşularındaki gelişmelerden doğrudan etkilendiği için  , Atlantik-Siyonist ittifakının bölgedeki karışıklık senaryoları Türk devletini birinci derecede tehdit etmektedir . Bölgenin ve dünyanın geleceğe belli olmadan  Türkiye Cumhuriyetinin yeni bir anayasaya yönelerek kuruluştan gelen devlet modelinden uzaklaşması  son derece riskli görünmektedir . Devletin ulusal,üniter,merkezi,laik,sosyal ve hukuki niteliklerinin yeni tartışmalara alet olacağı  önümüzdeki  dönemde Türkiye bölge ile birlikte sarsılırken ,komşulardan başlayan eyaletleşme olgusu Türkiyenin tüm bölgelerinde gündeme gelebilecek ve ülkenin parçalanması  dolaylı olarak  gerçekleştirilebilecektir . Orta Doğu Birleşik devletlerine Türkiye’nin on civarında bir eyalet ile katılması istenmektedir . Bu durumu ,I2 Eylül  askeri darbesinin lideri olan  Kenan Evren açıkça söylemiştir . O dönemin basın organlarında bu konu ile ilgili bir çok yazının yayınlanmış olduğunu da bu aşamada hatırlamak gerekmektedir . Konu ile ilgili bir çok kitap ve makale de durumu gözler önüne sermektedir . Bölge ülkesi olarak Türkiye Cumhuriyeti devlet yapılanması da tıpkı komşusu olan  eski Osmanlı bölgesi devletleri ile aynı kaderdi paylaşma durumu öne çıkmaktadır . Tam bu aşamada  T.C. Anayasasının 123. maddesinin tartışma konusu haline gelmesi uluslararası ve bölgesel konjonktüre uygun düşüyor görünmektedir . Dünyanın nereye gideceği belli olmadan  anayasa değişikliği ülke çıkarları doğrultusunda yapılamaz . Devlet modelini değiştirecek  anayasa değişiklikleri  ancak oturmuş dünya düzeni  konjonktüründe yapılabilir . Unutmayalım daha yeni bir dünya düzeni kurulmadı ve dünyanın nereye gideceği belli değildir . O zaman kuruluştan gelen devlet modelinin güçlendirerek  bu dönemin atlatılmasını sağlamak Türk milleti ve devleti için kaçınılmazdır .
S-6-Bölgenin geleceği için alternatif olabilecek  başka  planlar ya da projeler var mıdır ?
C-6-Osmanlı hinterlandının tam ortasında çağdaş bir ulus devlet kuran  antiemperyalist   Atatürk , Sovyet yayılmacılığına ve batılı emperyalistlerin saldırılarına karşı , Balkan ülkeleri ile Balkan Paktını , Orta Doğu ülkeleri ile de Sadabat Paktını kurarak  , her türlü dış saldırıya karşı komşular ile ortak dayanışma içinde bir bölge birliğini gündeme getirmiştir . ABD,İngiltere ve İsrail üçlüsü bölge devletlerini parçalayarak eyaletler halinde bir bölgesel birliği  merkezi alan devletlerine dayatırken terör ve savaş bütün bölgeye yayılmıştır . Şimdi bölgede mezhep kışkırtmalarını ,din savaşlarını ve etnik çatışmaları önlemek doğrultusunda  Balkan ,Orta Doğu ve Kafkas ülkelerini bir araya getirecek  bir Merkezi Devletler Topluluğuna ihtiyaç bulunmaktadır . Tıpkı Avrupa devletlerinin bölünmeden bölgesel birliğe yönelmeleri gibi bir bölgesel oluşum modelini Türkiye Cumhuriyeti komşuları ile bir araya gelerek  bir an önce gerçekleştirmesi  bölge ve dünya barışı açısından zorunlu görünmektedir . Bu doğrultuda parçalanarak bir Orta Doğu Birleşik Devletleri değil ama , parçalanmadan var olan devlet düzenlerinin bir araya gelmesiyle  sağlanacak dayanışma içerisinde merkezi alan barışı sağlanabilecektir . O zaman  Türkiye’nin yeni yeri  bölge ülkelerini parçalamaya yönelen Atlantik ittifakı değil ama bölge ülkelerinin yanı olacaktır . Rusya ile savaşa hazırlanan  batı ittifakının  bölgedeki askeri yapılanması olan Nato batı blokunun çıkarları için bir Rusya savaşına yöneliyorsa , bu savaş  da bölgedeki diğer savaşlar gibi emperyal ve haksız bir savaş olacaktır . Nato bölgede yeterince güvenlik sağlayamıyorsa o zaman eskiden olduğu gibi yeni bir CENTO’nun bölge devletleri dayanışmasıyla  kurulmasının zamanı gelmiştir çünkü   CENTCOM  da barışı sağlayamamıştır .
ABD gibi bir eyaletler yapılanmasıyla oluşturulacak  O.B.D.  modeli  ,terör ve çatışma yolları ile  parçalanma  getirdiği için  merkezi coğrafyanın geleceği  açısından  ve  bölge ülkelerinin güvenliği   için uygun değildir . Batılı emperyal ülkeler kendi çıkarları için  böylesine bir çıkarcı planı bölge ülkelerine dayattıkları sürece ,Orta Doğu’da barış hiçbir zaman  sağlanamayacaktır . Türkiye’nin halen için de bulunduğu batı ittifakındaki emperyal ülkeler, eğer gerçekten Türkiye dostu iseler ,o zaman eyaletler yolu ile parçalanarak kurulacak bir Orta Doğu Birleşik Devletleri yapılanmasını değil ama  bölge ülkelerinin barış ve  dayanışma içinde oluşturacakları güvenlik ortamında gerçekleştirilebilecek , bir Merkezi Devletler Birliği modelini elbirliği içinde savunmaları gerekmektedir .
(Daha fazla bilgi için: TÜRKİYE’nin  B PLANI, ANIL ÇEÇEN, Kilit Yayınları, Ankara 2006,540 sayfa)
(TÜRKİYE  VE  AVRASYA -   ANIL  ÇEÇEN ,Doğu Kütüphanesi yayınları , İstanbul -2015 ,500 sayfa )
(TÜRKİYE’NİN  BİRLİĞİ  ,   ANIL  ÇEÇEN  ,   Togan  Yayınları , İstanbul -2013, 565 sayfa
***
SİYASAL BASKI ORTAMINDA BİLİM OLMAZ
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
S-1- Son günlerde  üniversitelerde başlatılan olaylara ne diyorsunuz ?
C-1-Türkiye Cumhuriyeti son derece kritik bir dönemden geçerken  ülkenin bir çok yerinde beklenmeyen gelişmeler ortaya çıkmakta ve bu gibi olaylar ülkede gerginliğin tırmanmasına yardımcı olmaktadır . Üniversitelerde ülkenin  bilim merkezleri ve zinde güçleri  olarak bu gibi olaylardan fazlasıyla etkilenmekte ve yara almaktadır .Türkiye’nin tam ortasında yer aldığı merkezi alanda bazı emperyal projeleri olan güç merkezleri bölge ülkeleri ile birlikte  Türkiye’yi de karıştırarak  ülkede haksız yere gerilimlere   yol açmaktadırlar . Üniversitelere sıçrayan olayları böylesine genel  bir çizgide gelişen olayların yansıması olarak görmek mümkündür . 
S-2- Daha önceki dönemlerde de benzeri olaylar görüldü mü ?
C-2- Osmanlı devletinin son dönemlerinden başlayarak ortaya çıkan üniversite olaylarının Cumhuriyet devrinde de hemen hemen her dönemin koşullarına uygun olarak gündeme geldiği görülmektedir . Cumhuriyetin kuruluş yıllarında geçmişten gelen tutucu kadroların devre dışı bırakıldıkları görülmüştür .Çağdaş bir bilimin Türkiye’de gelişmesine engel olan eski kadrolardan arınırken , Türk üniversiteleri batı uygarlığı düzeyinde bir bilimsel ortama yavaş yavaş kavuşmaya başlamıştır . Her ülke diğer devletlerle bilimsel yarışa kalkıştığı zaman önce üniversitelerine çeki düzen verdiği için , Türkiye’de kurulmuş olan çağdaş cumhuriyet rejimi de önceliği çağdaş bir üniversiteye  vermek istemiştir .
S-3-Cumhuriyetin sonraki dönemlerinde üniversiteler ne gibi bir konuma sahip olmuştur  ?
C-3-Cumhuriyetin kuruluş dönemi sonrasında ülkede yeni bir sınıf olarak milli burjuvazi gelişirken .bu durumun üniversitelere de yansımaları olmuş ve  milli burjuvazinin zihniyetine uygun kadrolar üniversitelerde işbaşına getirilmeye çalışılmıştır . Milli burjuvazi gelişip palazlandıkça kendi zihniyetine uygun tutucu kadroların üniversitelerde köşe başı tutmasına destek sağlamış , gerçek anlamda halktan ve haktan yana olan kadrolara bu yüksek eğitim kurumlarında yer verilmek istenmemiştir . Devleti kuran kadroların ailevi uzantılarının  üniversitelerde devreye girdikleri ve bu doğrultuda yeni bir yapılanmanın tamamlanmaya çalışıldığı görülmüştür .
S-4-Ara rejimlerde ve askeri dönemlerde üniversitelerde neler olmuştur  ?
C-4- Batı kapitalizminin çıkarları doğrultusunda Türkiye cumhuriyeti de bir sömürge devletine dönüştürülmek istenmi ş ve bu doğrultuda  bilim merkezleri olarak üniversitelerde batı hegemonyasının kontrolü altına alınmaya çalışılmıştır . Bu doğrultuda batı yanlısı ve işbirlikçisi  kadrolar zamanla üniversitelerde egemen olurken , halktan ve haktan yana tarafsız bilim kadrolarının üniversite sürecinin dışında bırakılmaya çalışıldığı görülmüştür . Bütün ara rejimler ya da askeri dönemler ülkeye  tam anlamında egemen olmak için  üniversiteleri üzerinde baskı uygulayarak bu  bil im merkezlerini ya kontrol altına almak ya da susturmak istemiştir . Bunun en açık örneği 27 Mayıs sonrasında ortaya çıkan 147’ ler  olayıdır .Gerçek anlamda bilim adamı olmaya çalışan , yazıları ve konuşmaları ile toplumu uyaran , haksız gelişmelere karşı çıkan , dışa bağımlılık çıkmazına karşı bilinçli biçimde direnen ülkenin önde gelen sosyal bilimcileri üniversitelerden atılarak , yirminci yüzyılın tam ortalarında Türk üniversiteleri susturulmak istenmiştir . İkinci dünya savaşı sonrası  dönemde  batı emperyalizmi  merkezi coğrafyaya gelerek yerleşirken   , Türk kamuoyundan gelen karşı sesleri susturabilmek için  üniversiteleri suskunluğa mahkum etmişlerdir . Neyseki yapılan yanlışlık hemen anlaşılmış ve mahkeme kararları ile atılan öğretim üyeleri yeniden görevlerinin başına dönmüşlerdir .
S-5- 12 Mart ve  I2 Eylül dönemleri bu açıdan  ne gibi gelişmelere sahne olmuştur . ?
C-5- Her iki askeri dönem , bilim adamlarının üniversitelerden atılmasıyla sonuçlanmıştır . Gene  eskisi gibi konuşan ve yazan bilim adamları  hedef alınırken , ülkenin suskunluğa mahkum edilmesi amaçlanmıştır . Emperyalizme karşı çıkan, ulusalcı ve cumhuriyetçi bilim adamları her iki askeri dönemde üniversitelerdeki görevlerinden alınarak  pasifize edilmeye çalışılmıştır.Bilimin getirdiği gerçeklik açıklamasından rahatsız olan  dışa bağımlı siyasal kadrolar hem bilime hem de bilim adamlarına karşı üniversiteler üzerinden  baskı kurmaya çalışmışlardır . Çağdaş cumhuriyet rejiminin temel dayanağı olan bilimi ,  devletimizin kurucusu Atatürk esas almış ve hayatta en gerçek yol gösterici olarak bilimi bir çıkış noktası ya  da hedef olarak Türk ulusuna göstermiştir . Böylesine bilimsel bir tavır ile Misakı Milli sınırları içerisinde çağdaş dünyanın onurlu bir üyesi olarak Türkiye Cumhuriyeti devleti gerçeklik kazanmıştır . Askeri rejimlerdeki üniversite temizlikleri Türk devletini kurucu önder Atatürk’ün bilimsel yolundan  uzaklaştıramamış , görevlerinden haksız yere uzaklaştırılan bilim adamları Türk yargısının bağımsız tavrı ile yeniden eski fakültelerine dönerek  görevlerini  yerine getirmeye çalışmışlardır .
S-6-Akademik kadroların tasfiyesi bir ülke için ne anlama gelmektedir  ?
C-6-Kısaca, akademik kadroların tasfiye edilmesi bir ülkenin geleceğini karartmaktır . Bilimsel merkezler olan üniversitelere siyasal müdahalelerin başlaması ,üniversite öğretim üyelerinin işlerinden kovulmaları , bilimsel potansiyelin  hocalar üzerinden boşluğa sürüklenmesi tam anlamıyla bir ülkenin geleceğinin karanlıklara sürüklenmesidir . Dünyanın en gelişmiş ülkeleri  , üniversitelerin yanı sıra bilimsel araştırma merkezleri ,düşünce kuruluşları  , bilim vadileri kurarak birbirleriyle kalkınma ve gelişme yarışlarına kalkışırken  , Türkiye’nin bilimsel kadrolarının siyasal  baskılara maruz bırakılmaları ülke açısından hiç bir biçimde savunulacak bir durum  değildir . İnsanlık bugünkü  gelişmişlik düzeyine gelirken , cehaleti yenerek , bilimsel devrimler yolu ile medeniyeti  kurarak çağdaş dünya düzeninin  kurulmasına giden yolu açmıştır . Avrupa kıtası beş asır dünyayı yönetirken , Amerika Birleşik Devletleri yirminci yüzyılda dünyaya egemen olurken , her zaman  bilimi esas alarak hareket etmişlerdir . Modern dünyanın yaratılmasında bilim , gelişmiş batılı ülkeler tarafından esas temel olarak ele alınırken ,bilimsel düzen sahibi batılı ülkeler bütün dünyaya egemen olmuşlardır .Batı orta çağ karanlığını bilimden aldığı güçle geride bırakırken , bilimsel devrimler yolundan giderek çağdaş uygarlığın yaratıcısı olmuştur .
S-7-Türkiye bugün geldiği aşamada bilimsel düzey açısından hangi durumdadır ?
C-7-Türkiye Cumhuriyeti devleti , cumhuriyet devrimi ile çağdaş bir devlet olarak  dünya haritasında ortaya çıkarken  batılı büyük devletler ile mücadele etmeyi ve  uygarlık dünyasında hak ettiği düzeye gelmeyi ana hedef olarak benimsemiştir . Ne var ki , özellikle sosyal ve siyasal bilimler alanında bazı batılı bilim merkezleri emperyalist bir tutum izleyerek ,Türk toplumunun bilinçlenmesini önleyici  ve Türkiye’yi kurucu önderliğin çizmiş olduğu rotadan saptırmayı öne çıkaran gelişmeleri desteklemişlerdir . Bu gibi durumlarda ,kavramlar bilinçli bir biçimde karıştırılarak insanlarda kafa karışıklığı yaratılmış ve Türk toplumunun bilimsel gelişmeler alanından yeterince yararlanması  gelişmiş ülkelerin emperyalist tutumları yüzünden  bir türlü tam olarak gerçekleşememiştir .
S-8-İçinde bulunduğumuz dönemin sorunları bilimsel alana nasıl yansımıştır . ?
C-8-Dünyanın  iki kutuplu bir yapılanmaya sahip olduğu aşamada ,bir tarafta kapitalist batı bloku öbür tarafta sosyalist doğu bloku varken , bu iki kutbun tam ortasında  Almanya’nın Frankfurt kentinde bir  Eleştirel okul kurulmuştur . Dünya tarihinde yer alan Frankfurt okulu her zaman eleştirel okul olarak  tanımlanmıştır .Bu okuldan çıkan filozoflar ve bilim adamları sayesinde , sosyalist dünya eleştirel bir bakış açısı ile yeniden yapılanmanın arayışı içine girmiştir . Batı blokunda ise , eleştirel okul daha da ileri giderek modernizmden  postmodernizme geçişin öncülüğünü yapmıştır . Yeni dünya düzeni arayışlarında  Frankfurt eleştirel okulu , hem geçmişin topluca eleştirisini gündeme getirmiş hem de bu tartışmaların ötesine giderek  iki kutuplu dünyadan çok daha farklı bir yeni dünya düzenine yönelişin ana merkezi olarak  öne çıkmıştır . Eleştirel düşüncelerin  eskinin düzeltilmesinde yeninin yapılanmasında son derece yararlı bir hareket alanı yarattığı , Frankfurt düşünce okulunun  öncülüğü sayesinde  ortaya çıkmıştır .
S-9- Türkiye’de bilimsel gelişme için ne yapılması gerekmektedir ?
C-9-  Bilimsel gelişmelerde  çok gerilerde kalan  Türkiye Cumhuriyetinin geçmişten gelen bilimsel devrimler yolundan ilerleyebilmesi için  , devletimizin kurucusu büyük önder  Atatürk’ün   Türk halkına  açıkladığı gibi  bilimsel alanı  , üniversiteler ve fakülteleri her türlü dış baskı ve siyasal müdahalelerden  uzak  tutmak gerekmektedir . Üniversite sayısı ikiyüzü bulmuşken , ve özel üniversiteler her bölgede açılırken , artık bilimsel gelişmenin önünün kesilmemesi gerekmektedir . Bu doğrultuda özellikle siyasal ve sosyal bilimler öğretimi yapılan fakültelerin  dokunulmazlığının korunması gerekmektedir .Bilimsel özgürlük olmadan hiçbir bilim dalında gelişme sağlanması mümkün değildir .
S-10- Son gelişmeleri bu açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz .?
C-10-Üniversiteden  12 Eylül ara rejiminde atılmış  eski  bir öğretim üyesi olarak , üniversitenin rahat  bırakılması gerektiği kanaatındayım . Siyasal merkezler üniversitelere müdahale etmekten vazgeçmelidirler . Öğretim üyeleri de , böylesine hassas aşamalarda , siyasal gelişmelerin etkisiyle taraf tutarak hareket etmemelidirler . Öğretim üyeleri bilimsel çalışmaları tam bir açıklık ve serbestlik içinde yürütebilmelidir . Bazı ülkelerin ya da bölgelerin jeopolitik gelişmeler sürecinde öne çıkmasını  siyasal merkezler kendi çıkarları doğrultusunda kullanırken  , üniversiteleri ya da bilim adamlarını kendi senaryolarına alet etmemelidirler . Modernizm ve postmodernizm çatışmalarının yaşandığı güncel konjonktürde  herkes olaylara ve gelişmelere bilimin getirdiği geniş perspektif açısından bakabilmelidir . Bilim savaşların değil barışların gerçekleştirilmesinde  aracı olmalıdır . En gerçek yol göstericinin bilim olduğunu hiçbir zaman unutmamamız gerekmektedir .Bilimsel bakış açısının getirdiği objektiflik ile kendi sübjektif yaklaşımlarımızın getirdiği çatışmaların üzerine çıkabilmeliyiz .
***
ANAYASA DEĞİŞİRSE KAMU DÜZENİ BOZULUR
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
S-1- Referandum ile gündeme gelen anayasa değişikliğini  nasıl buluyorsunuz  ?
C-1- Anayasa değişikliği önerilerine bakıldığı zaman önerilen maddelerin birbiriyle tam olarak  uyum göstermediği göze çarpmaktadır .Son yıllarda on beş yıl süre ile ülkeyi yönetme şansı elde etmiş olan iktidar partisinin geçirdiği siyasal  dönemeçlerden geride kalan birikimine  dayalı olarak ,devletin hiç gereği yokken yeniden yapılandırılmaya çalışıldığı görülmektedir . Üst üste beş kez seçim kazanarak iktidar olmanın sonucunda  Türk devleti  bir parti devletine dönüştüğü için , sürekli iktidar partisinin siyasal programına uygun bir biçimde devletin eskisinden çok farklı bir çizgide yapılandırılmaya yönlendirildiği ortaya çıkmaktadır . Bu durumda , anayasa değişikliklerinin Türk halkının ya da devletin çıkarlarından daha çok ,iktidar partisinin  iktidarını sürekli kılma arzusundan  kaynaklandığı anlaşılmaktadır .
S-2-Böyle bir değişikliğin zamanı gelmiş midir  ?
C-2-Hayır gelmemiştir . Genel olarak anayasalar devletlerin kurulma aşamasında ya da büyük savaşlar sonrasında bölge ülkeleri yeniden kamu düzenine kavuşturulurken  yeni anayasalar yapılmaktadır . Ayrıca  askeri darbeler ya da iç savaşlar sonrasında da devletler yeni bir siyasal düzen peşinde koşarken  yeni anayasa arayışları öne çıkmaktadır . Ama hiçbir zaman bugün olduğu gibi geçiş dönemlerinde yeni anayasalar yapılmamaktadır . Anayasalar devlet düzenlerinin siyasal ve hukuki belgeleri olduğu için geçiş dönemleri sonrasında yapılarak kalıcı bir düzene kavuşulmasını sağlar . Küreselleşme aşamasına gelindiğinde eski dünya düzeni yıkılmıştır ama aradan geçen çeyrek yüzyıllık zaman dilimine rağmen daha kalıcı bir dünya düzeni kurulamamıştır .Yeni  dünya düzeni kurulana kadar bütün devletler var olan kamu düzenlerini öncelikli olarak korumak durumundadırlar .  Bu nedenle ,  Türkiye Cumhuriyeti de yeni dünya düzeni kurulana kadar , Kuvayı Milli döneminden gelen kurucu devlet modelini  korumak zorundadır . Ulusal kurtuluş savaşının kazanımları Türk milletine tam bağımsız, ulusal, üniter,merkezi sosyal,laik,demokratik bir hukuk  devleti sağlamıştır . Bu gibi kazanımların hiçbirinden Türk milleti tam bağımsız geleceği için vazgeçemez . Bu nedenle  , bu geçiş aşamasında kazanımların korunabilmesi için  anayasanın değişmemesi gerekmektedir.
S-3-Değişiklik paketinde ne gibi sorunlu maddeler  bulunmaktadır ?
C-3-Öncelikle bu anayasa değişikliği aceleye geldiği için , hazırlanırken yeterli bir dikkat  ortaya konulmamıştır . Öneriler arasında hem birbiriyle çelişen hem de  anayasanın diğer maddelerine ters düşen maddeler konulmuştur . Örnek olarak , cumhurbaşkanlığı yeminin de tarafsızlık bir yemin  koşulu olarak korunurken , partili cumhurbaşkanlığı getirilerek  cumhurbaşkanının   iktidar partisininin tarafında yer alması  çelişkili bir biçimde gündeme getirilmektedir . Değişiklik gerçekleşirse , partili cumhurbaşkanı nasıl  tarafsızlık yemini yapacaktır ya da uygulamalarında nasıl tarafsız hareket edecektir.Bu durum belirsiz olduğu için uygulamada ciddi tartışmalar yaratacaktır . Değişiklik önerisinde bulunan maddeler tek tek ele alındığında buna benzer bir çok sorunu içerdiği açıkça görülmektedir . Konuyu uzatmamak için ,değişiklik paketine  bir kez daha bu açıdan bakılması gerektiğini , gelecekteki siyasal istikrar açısından  zorunlu görüyorum . Özellikle  başkanlık düzenine geçilirken , cumhurbaşkanlığının siyasal ve hukuki statüsünün  daha dikkatli bir biçimde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir . Anayasa hukukunun verilerinden  tam olarak yararlanılmamıştır.
S-4-Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi  ne anlama gelmektedir . ?
C-4- Dünyanın hiçbir ülkesinde bulunmayan yeni bir sistem  oluşturularak geçerli kılınmak istenmektedir . Daha önce hiçbir yerde uygulaması bulunmamış  yepyeni  bir sistem icat edilirken  ön hazırlıkların iyi yapılması ve  belirli bir zaman süreci içerisinde geçiş aşamasının tamamlanması gerekirdi .  Dünyanın bir çok gelişmiş ve demokratik ülkesinde uygulanan başkanlık ya da yarı başkanlık sistemleri  dururken , bunlardan tamamen farklı bir çizgide  bir cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi yaratılmaya çalışılması , ülkenin kendine özgü koşullarından ve de içine sürüklenilmiş bulunan siyasal konjonktürün dayatmalarından   ileri gelmektedir . Uluslararası alandaki birikim ile açıklanamayan bu  yeni sistemin  Türkiye’ye has  bir deneme olarak öne çıktığı  görülmektedir . Beş kez genel seçim kazanmış olan bir siyasal partinin , parti devleti ortamında  başkanlık  yapılanmasına gitmesi  bugünün özel koşullarından ileri gelen bir durumdur . Demokrasilerin normal işlediği rejimlerde hiçbir zaman gündeme gelmeyecek bir tek adam  yapılanması doğrultusunda  Türkiye yepyeni bir uygulamaya doğru sürüklenmektedir .Bu nedenle vatandaşlar  halk oylamasında oy verirken kendi gelecekleri ve ülkenin istikbali açısından  sandık başında iyi düşünmek  ve ona göre hareket etmek durumundadırlar .
S-5-Anayasa değişiklikleri nasıl bir Türkiye ortaya çıkarmaktadır . ?
C-5- Her şeyin ve bütün yetkilerin tek bir adamın elinde toplandığı bir mutlak monarşi uygulaması  ortaya çıkarılmaktadır . Yeni kitaplarında , Anayasa hukuku uzmanı  Prof.Dr.Kemal Gözler  “Elveda Anayasa “derken  , Türkiye’nin önde gelen siyasal bilimcilerinden Prof.Dr.Taner Timur’da  yeni kitabıyla “Mutlak monarşi ve  Fransız Devrimi” bağlantısını gözler önüne sermişlerdir .  Birisi anayasa değişiklikleri ile anayasal düzenden uzaklaşıldığını  Türk kamuoyuna ihtaren bildirirken , diğeri de  Mutlak Monarşilerin yarattığı haksızlıklar  ve baskı yönetimi  ile  halk kitlelerinde büyük tepkilere yol açtığını ve Fransız devriminin böylesine bir halk hareketi ile gerçekleştiğini  ,bu nedenle  bütün siyasal yetkilerin tek bir adamın elinde toplanmaması gerektiğini  bilimsel birikim ile gözler önüne sermişlerdir .Tüm yetkiler ile bir tek adam rejimi  yaratılırken , Türkiye demokratik olan ülkeler arasından çıkmakta ve  Avrupa Birliği ile karşı karşıya gelirken , diğer yandan da Orta Doğu’daki  haksız emperyal savaşa doğru sürüklenmektedir . Demokratik bir rejimden otoriten bir rejime doğru kayılırken  bir gelecek belirsizliğine Türkiye mahkum edilmektedir . Bölgesinde bir güvenlik devleti olması beklenen Türkiye Cumhuriyetinin böylesine bir belirsizlik ile güvensizlik ortamına  doğru ilerlemesi Türk ulusunca  dikkatle değerlendirilmesi gereken bir husustur .
S-6-  Cumhurbaşkanlığı sistemi  otoriter başkanlık  uygulaması getirir mi ?
C-6-Yeni anayasa paketi ile başbakanlık ve hükümet ortadan kalkmakta , parlamentonun bir çok yetkisi  tam yetkili cumhurbaşkanına devredilmektedir . Bakanlar meclis dışından sekreterler olarak başkan tarafından atanacak ve böylece meclis ile hükümet arasındaki anayasal bağlantı ortadan kaldırılarak başkanın hükümeti temsilen meclis ile ilişkileri tek başına yürüteceği anlaşılmaktadır . Ancak bir kralın elinde bulunması düşünülen bu kadar çok yetki, bir anlamda Osmanlı hinterlandının tam ortasında yeni bir padişahlık arayışı olarak gündeme gelmektedir . Bir cumhuriyet devleti olan Türkiye’nin demokratik sistemden uzaklaşması anlamına gelecek böylesine bir yapı değişikliğine yönelmesi ülkeyi sonu belirsiz maceralara götürecek kadar tehlikeli olacaktır . Batılıların plebisiter otoriter rejim dediği bir siyasal çıkmaza ,Türkiye  kesinlikle sürüklenmemeli ve Türk halkının isabetli karşı çıkışı ile  geçmişten gelen  siyasal birikim çerçevesinde ,Türk ulusu  çağdaş demokratik cumhuriyet rejimini  ve parlamenter siyasal yapılanmasını koruyabilmelidir .
S-7- Halk oyuna sunulan paketteki maddeleri nasıl değerlendiriyorsunuz ?
C-7- Uygulama açısından konuya bakıldığı zaman hiç ihtiyaç duyulmayan konularda  gereksiz anayasa değişikliklerinin önerildiği görülmektedir . Hiçbir faydası olmayacak  ama kafa karışıklığı yaratacak  I8 yaşındaki gençlere milletvekili olma hakkının tanınması , her Türk gencinin askerlik görevini yapmaması biçiminde anlaşılmaktadır . I8 yaşında bir genç daha üniversiteye bile gitmediği için mesleksiz bir biçimde parlamenter olacak ve onu listeye yazanların isteklerini hiç karşı çıkmadan yerine getirecektir . Siyasal güçler ve merkezler  toplumların yetişmiş insan potansiyelini kendi çıkarları doğrultusunda tam olarak yönlendiremedikleri için daha dünyayı tam olarak tanımamış ve kendisini kanıtlayarak bir rüşt çağına gelmemiş gençleri kullanmayı  kendi çıkarları açısından daha uygun görmektedirler . İki yüz üniversitenin bulunduğu  bir ülkenin her yerinde yetişmiş insan potansiyeli varken , daha üniversiteye gitmemiş ve hayatı tanımamış mesleksiz gençleri meclise doldurmak , parlamentoların  gelecekte yetersiz kadrolarla çalışmasına giden yolu açabilecektir . Güçlü meclis arayışları geride kalırken , güçsüz gençler ile parlamentonun etkinliği azalabilecektir . Gençlere her türlü hak verilirken , toplumun olgunlaşmış kesimleri ihmal edilmektedir . Kamu yönetiminin bilgi ve tecrübeye dayandığı unutulmaktadır . Tecrübesiz gençlerin  siyasal merkezler tarafından öne çıkarılmak istenmesi  milli potansiyelin zayıflamasına yol açabilecektir .
S-8-Küresel emperyalizm döneminde  ulus devletler tehdit altına sürüklenirken  , Türkiye Cumhuriyetinin bir ulus devletten , başkanlık makamına seçilecek bir  cumhurbaşkanı ile tek adam  rejimine gitmesi anlaşılabilir bir gelişme midir .  ?
C-8- Daha güçlü bir Türkiye yaratmak üzere  gündeme getirilmiş olan anayasa paketindeki maddeler doğrultusunda , başbakanlığın ve hükümetin kaldırılması , meclisin yetkilerinin sınırlandırılması  ile tüm yetkilerin tek adamın elinde toplanması  sağlanmaktadır . Böyle bir durumda güçlü bir devletin gerçekleştirilmesi pek mümkün görünmemektedir . Tüm yetkilerin tek  adamda toplanması aynı zamanda ülkenin bütün sorumluluğunu da tepedeki tek adamın omuzlarına yükleyeceği için , bu kadar büyük bir yükü tek adamın taşıyabilmesi çok zor olacaktır . Dünyanın büyük ve ilerlemiş ülkelerine bakıldığı zaman buralarda uzun yıllar süren siyasal  rejimlerin  kurumlaştığı  ve  krallar ile kraliçelerini sembolik olarak görev yaptıkları görülmektedir . Batının ileri ülkelerin de durum böyle olmasına rağmen , Fransız bilim adamı Maurice Duverger’in deyimi ile  bizim seçimle gelen bir kral yaratmamız istenmektedir . Bu bilim adamı , yirminci yüzyılın sonlarında “Seçimle gelen krallar” ve “Halksız demokrasi” isimli kitapları ile  Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı siyasal çıkmazı bütün yönleri ile ortaya koymuştur . Bir yandan seçimle gelen başkanlar tüm yetkiler ile krallaşırken , diğer yandan halk kitleleri  sık sık uygulanan  referandumlar ile oy verme makinesine dönüştürülerek ,  demokrasilerin gerçek anlamda bir  halk egemenliği düzeni olmasının önüne geçilmektedir . Başkan konumundaki  tek adam ile, bütün kuvvetlerin bir araya gelmesi sayesinde rejimler otoriterleşirken  halk kitleleri  medya  ,internet ve cep telefonu gibi elektronik aletler ile uyutularak   demokrasilerin halksız çalışmasının önü açılmaktadır . Önümüzdeki ay halk oyuna sunulacak referandum paketi ile Türkiye ‘nin kamu düzeninde ciddi bir bozulma süreci yaşanacaktır .Hükümet ve başbakanlık  makamlarının ortadan kalkması ile  başkan ve sekreterleri meclis ile karşı karşıya gelecek ve eski  düzen olmadığı için bir çok  tartışma ve sorun birlikte yaşanacaktır . Bölgede savaş konjonktürü Türkiye’yi tehdit ederken  , Türk devleti  bir iç sorunlu döneme  girerek  kendisi ile uğraşmak zorunda kalacaktır . Böyle bir durumun önlenebilmesi için  en uygun yolun referandumun  gelecekte bir tarihe ertelenmesi olacaktır . 
***
İNGİLTERE YENİDÜNYA DEVLETİ KURUYOR.             
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
S-1- İngiltere’nin Brexit kararı alarak Avrupa Birliğinden çıkmasını nasıl karşılıyorsunuz?
c-1- İngiltere  Avrupa Birliğinin kurucu üyesi değildir . Almanya ve Fransa birlikteliği ile kurulmuş olan Avrupa Birliği , bu iki büyük devletin çevresinde yer alan küçük devletlerin bir araya getirilmesiyle  8’ler adı verilen  Avrupa devletlerinin öncülüğünde kurulmuştur . 8 devletin öncülüğünde kurulmuş olan Avrupa Birliği bugün 28 devletin  çatısı altında yer aldığı bir kıtasal devletler birliği yapılanmasına dönüşmüştür . İngiltere bu büyük birlikteliğe sonradan girmiş ama  para sistemi ile birlikte  ortak sınırlar uygulamasının dışında kalarak , Almanya ya da Fransa gibi iki ezeli rakibinin denetimi altına girmekten kaçınmıştır .Her zamanki gibi  diğer devletlerden farklı bir tavır geliştirerek , kuruluşuna katılmadığı Avrupa Birliğine bir süre içine girerek gelişmeleri içeriden  izlemiş ama  bu birlikteliğin ekonomisi Alman kontroluna  girince ,  kıtasal yönetimde ise Fransa  öne geçince , İngiltere Avrupa’dan uzaklaşarak, gene eskisi gibi okyanuslara açılmayı ve denizler üzerinden oluşturduğu  yeni dünya devleti oluşturma projesine  öncelik tanıyarak, Brexit kararı ile Avrupa Birliğinden ayrılmıştır . Bu durum  , yarım yüzyıllık Avrupa Birliği projesinin duraklamasına ve giderek bir iç tartışma sürecinin  öne çıkmasına neden olmuştur .
S-2-  Brexit kelimesi ne anlama gelmektedir .  ?
C-2-İki İngilizce kelimenin birleştirilmesiyle Brexit kavramı ortaya çıkmıştır . Kelimenin ilk yarısı İngiliz imparatorluğunun resmi adı olan Britanya  kavramından gelmektedir .  İngilizlerin  elli beş ülkeyi bir çatı altında topladığı eski sömürge imparatorluğunun resmi adı  olarak  Britanya İmparatorluğu ismi kullanılmıştır . İkinci hece ise İngilizce de çıkış anlamına gelen “exit” kavramından alınmıştır . Böylece  İngiltere’nin  Avrupa Birliğinden ayrılmasının adı resmen Brexit kavramı ile  ifade edilmeye başlanmıştır . Avrupa kıtasının dışında bir ada devleti olarak İngiltere, her zaman kendi  kafasına göre takılmış  ve kıtasal birliktelik içerisinde erimemek üzere , okyanuslar üzerinden bir büyük dünya imparatorluğunun hazırlayıcısı olmuştur . Avrupa kıtasının her zaman dışında kalan İngiltere , bir anlamda günümüzde dünyayı yönetmekte olan Atlantik insiyatifinin Amerika Birleşik  Devletleri  ile birlikte kurucusu olmuştur . İngiltere’nin para ve sınır birliği politikalarına karşı çıkarak  ayrılma yoluna gitmesi , birlik içindeki politikalar yüzünden iflas etme noktasına gelen  İtalya,Yunanistan,İspanya ,Portekiz  gibi Akdeniz ülkelerinin de ayrılmayı düşünmeye başladıkları görülmektedir . Özellikle tek para politikası yüzünden iflas aşamasına gelmiş olan Avrupa devletlerinin , İngiltere gibi ayrılarak gene eskisi gibi kendi ulusal paralarını basmak istemesi  , tek kıta parası olarak  yürürlüğe konulmuş olan  Euro alanından  bir an önce çıkma isteklerini öne çıkarmıştır . İtalya kendisi için  tıpkı İngiltere gibi bir  “İtexit “ politikasını, alacağı ayrılma kararı ile önümüzdeki  dönemde gündeme getirebilir . Le Pen daha iktidara gelmeden ,şimdiden Fransa’daki milliyetçiler bir “Frexit “ kararını tartışmaya  başlamışlardır . Bu açıdan “Brexit” için Avrupa Birliğinin sonu açıklamaları yapılmaktadır .
S-3-Türkiye açısından “Brexit “ ne anlama gelmektedir . Brexit’ten  başlayarak  bir “Trexit “ çıkışı gündeme gelebilir mi ?
C-3-Türkiye daha Avrupa Birliğine tam olarak  girmediği için ,bu birlikten İngiltere gibi ayrılması mümkün değildir . Türkiye Cumhuriyeti , yirminci yüzyılın ortalarında tam üyelik için başvurmasına rağmen  bekleme odasında tutulmuş ve içeriye tam üye olarak girmesine izin verilmemiştir . Tam üyelik olmadığı için bir “Trexit kararı  uygulamasını gündeme getirmek pek mümkün görülmemektedir . Ne var ki ,tam üyelik süreci devam ederken , Avrupa Birliği  standartlarının görüşüldüğü  müzakare  süreci   karşılıklı taraflarca sürdürülmekte ve Türkiye’nin Avrupa macerası bir türlü istenen  çizgide sonuçlanamamaktadır .Türkiye için “Trexit “ uygulaması gerçekleşmemiş olan tam üyelik üzerinden değil ama halen devam etmekte olan aday üyelik süreci açısından  gündeme gelmektedir . Bu aşamada hem Türkiye Cumhuriyeti  hem de Avrupa Birliğinin , yarım yüzyıllık sonuçsuz kalan girişimleri dikkate alarak yeni politikalar geliştirmesi ve belki de  bir “Trexit” kararı alarak, birbirini aldatma oyununa dönüşmüş olan  , müzakere sürecini yeni komikliklerden kurtarmasında yarar   bulunmaktadır . Brexit aşamasına gelmiş olan Avrupa Birliğinin  üyelerinin beklentilerini karşılayamadığı bu aşamada , yeni “exit” yani çıkış kararları ile karşılaşması mümkündür .  Türkiye Cumhuriyeti de İngiltere gibi yeniden bağımsız bir uluslararası statüye yönelerek kendisi için  bu Brexit” kararından yararlanabilir . Brexit’ten  Trexit’e geçişi  Türkiye’nin düşünmesi  gerekmektedi
S-4-İngiltere Avrupa Birliğinden ayrılırken , nasıl bir alternatif yola yönelmektedir  ?
C-4- Bu sorunun yanıtı  tarihin derinliklerinde  saklı bulunmaktadır . Rönesans ve Reform sonrasında  Avrupa devletleri dünyaya açılırken , İngiltere en güçlü devlet olarak , beş kıta üzerinden bir dünya imparatorluğu oluşturmaya çalışmıştır .Bunun adını  ortak refah  anlamına gelen “Common wealth” kavramı ile ortaya koymaya çalışan İngiltere ,Birleşmiş Milletler örgütünün kurulmasından sonra bütün eski sömürgelerini serbest bırakmış ve bu devletler dünya uluslar ailesi içinde kendilerine yer bulmaya yönelmişlerdir . Ne var ki , aynı İngiltere eski sömürgelerini bütünüyle özgür bırakmamış ve  bu “Common wealth “ örgütü çatısı altında hepsini toplayarak ,geleceğin dünya devleti oluşumunun temellerini atmaya çalışmıştır . Bir anlamda,Britanya İmparatorluğu  bütün eski İngiliz sömürgelerini ayrı devletler halinde böylesine bir oluşumun içerisine alırken , bir ortak yarar düzeninden yola çıkarak, hepsini kapsayıcı bir dünya devleti oluşumunun çatısı altında bir araya  getirmiştir.
Avrupa Birliği dönemi , İngiltere’nin  kendi dünya devleti projesine ara verilmesine neden olmuş ve Britanya İmparatorluğu  Avrupa Birliği kararları doğrultusunda yolunda ilerlemiştir . Ne var ki , bu kıtasal birliği ekonomik açıdan Almanya’nın ,siyasal açıdan da Fransa’nın  yönlendirmesi ile İngiltere  üçüncü planda kalarak ayrılma kararını vermiştir . Avrupa Birliği üyesiyken dünyanın beş kıtası üzerindeki sömürgelerini ortak refah düzeni içinde tutan İngiltere , yeni dönemde Avrupa kıtasına sırtını dönerek, gene eskisi gibi okyanuslar ve denizler üzerinden bir yeni dünya devleti düzeni kurmaya öncelik verecekmiş gibi  görünmektedir . Ortak refah hedefinde eski sömürgelerini bir arada tutan Britanya İmparatorluğu  bir ortak dünya devletine giderken , Atlantik insiyatifini bütün dünya kıtalarına egemen kılabilmenin arayışı içerisine girmiştir . Eski rakipleri Fransa ve Almanya’yı bir kenarda bırakan İngiltere  geleneksel imparatorluk siyasetine yönelirken , vazgeçmediği kendi parası aracılığı ile dünya ekonomisini de bir düzene  kavuşturmanın arayışındadır . İngiltere eski sömürgesi olan Amerika Birleşik Devletleri ile de ,yeni bir Atlantik hegemonyasının arayışı içine girmiş ama  , bu büyük devletin  içine sürüklenmiş olduğu iç kavgalar nedeniyle , eskisi gibi bir ABD ve Birleşik Krallık birlikteliğini öne çıkaramamıştır . Kraliçe yönetimi , bu durumda işin başa düştüğünü görünce , gene eskisi gibi  bir Atlantik egemenliğini , eski sömürgeleri ve “Common wealth “ yapılanması üzerinden öne çıkararak , Siyonist küresel sermayenin dünya çapında imparatorluk arayışının önünü kesmeye yönelmiştir . Birleşik Devletler üzerinden bir dünya devleti  , İsrail yüzünden kurulamayınca ,bu kez Birleşik Krallık üzerinden bir dünya devleti oluşturma projesine geri dönülmüştür . Bu yüzden birinci dünya savaşı öncesi bir konjonktür ile dünya karşı karşıya gelmiştir .
S-5- Bugünün koşullarında Birleşik Krallık  Avrupa  Birliğinden bağımsız nasıl bir yol izleyebilir ?
C-5- Önümüzdeki dönemde , İngiltere öncelikli olarak hiç terk etmediği sömürgelerindeki eski yapılanmasına dönerek bu siyasal yapılar üzerinden bir ortak dünya devleti oluşumunu öne çıkarmaya çalışacaktır . Birinci dünya savaşı sonrasında  Türkiye’ye resmen girmiş olan İngiliz emperyalizmi , Türkiye’nin batı dünyasının ya da Atlantik insiyatifinin çıkarları doğrultusunda bir yerde olmasına dikkat etmiştir . İngiltere’nin  tam Avrupa Birliğinde çıkışı aşamasında Türkiye’nin bu birliğin patronu konumundaki Almanya ile kavga etme noktasına gelmesi  bir rastlantı değildir . Kendisi Avrupa ile bütünleşmeyen  Birleşik Krallık , Türkiye’nin de bu kıtasal birliğe tam üye olarak girmesini engellemiştir . Almanya kıtasal  birlik patronluğu için , Fransa ise İsrail’in Akdeniz  hegemonyası projeleri  doğrultusunda Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne karşı çıkarken  İngiltere hepten Türkiye’yi Avrupa kıtasının dışında tutmaya çalışmıştır . Şimdi  İngiltere Avrupa’yı dışlayarak yeni bir dünya açılımına yönelirken , merkezi coğrafyanın tam ortasında yer alan Türkiye’den işe başlamaktadır . Kendisi Brexit’e yönelirken Türkiye’yi de Trexit’e doğru yönlendirerek ,Avrupa Birliği’ni dışlayan yeni bir küresel insiyatifi , orta dünyada  Türkiye üzerinden öne çıkarmaya  yönelmektedir .
ABD merkezli küreselleşme dönemi biterken , Almanya ve Fransa patronajında bir  Avrupa yapılanması da geride bırakılmakta , Rusya’ya karşı bir tampon devlet olarak  oluşturulan Ukrayna ile  Osmanlı uzantısı olan Türkiye  , iki ülke arasındaki vizelere son verilerek yakınlaştırılırken  ,Rusya’nın güneye inerek , İsrail’in kuzeye çıkarak ,İran’ın Orta Doğu’ya yayılarak  ya da Avrupa Birliği’nin doğuya açılarak  merkezi coğrafya da hegemonya kurmalarının yolu da , gene Ukrayna –Türkiye hattı üzerinden Birleşik Krallık tarafından  kesilmeye çalışılmakta ve  bu  Atlantik çizgisi daha sonra eski İngiliz sömürgeleri olan  Hindistan ve  Avustralya da devreye sokularak , Yeni Zellanda’ya kadar  Britanya İmparatorluğunun oluşturduğu dünya devleti yapılanması  ,“Common wealth “ örgütlenmesi üzerinden  tamamlanmak istenmektedir . Böylece , Londra yeniden dünyanın merkezi olurken New York ve Washington geride bırakılacak , Londra ile İstanbul arasında bir  geçiş köprüsü  kurulacaktır . Bugünkü dünya  düzeninin eski kurucusu olarak İngiltere  , ABD yi kendi içindeki kaos ile baş başa bırakmakta  ve geçmişten gelen ortak refah düzeni üzerinden  yeni bir ortak dünya devleti oluşumunu öne çıkarmaktadır .  Tüm dünya ülkeleri ve bölgeleri ile elinde büyük bir bilgi birikimi olan Britanya İmparatorluğunun ,sonradan olma  Amerika Birleşik Devletleri , ya da Almanya , Fransa , Rusya,Çin,İsrail ve İran  gibi ülkelerin yeni yayılma stratejilerini merkezi bölgede, Ukrayna –Türkiye yakınlaşması üzerinden  önlemeye yönelmesi, eskisinden çok farklı bir yeni tür  küreselleşmeyi  öne çıkarmaktadır . Büyük İsrail’i kurmaya çalışan  Siyonist lobiler ABD’yi karıştırırken ve bölünmeye doğru sürüklerken , İngiltere eskisi gibi dinamik bir politika ile   yeni bir alternatife yönelmiştir .
S-6- Türkiye böylesine bir yeni durum karşısında ne yapmalıdır  ?
c-6-Acilen Türkiye’nin bir durum tespiti yapması gerekmektedir . Şimdiye kadar Büyük Avrupa,Büyük İsrail,Büyük Orta Doğu , Büyük Rusya,Büyük İran projeleri ile uğraşarak kendini korumaya çalışan Türk devleti , yeni dönemde  kendi Büyük Türkiye projesini ortaya koyabilmelidir . Hiçbir biçimde Osmanlı dönemine geri dönüşü gerektirmeyecek bir yeni yaklaşım , tıpkı İngiltere’nin yaptığı gibi Türkler tarafından da  merkezi coğrafya da geliştirilmeli , Britanya İmparatorluğunun dünya hegemonyası uğruna ,Türkiye gene eskisi gibi komşu  devletler ile savaşma çıkmazına sürüklenmemelidir . Osmanlı bu yüzden batmıştır ama bu aşamada , Türkiye Cumhuriyeti yaşanan olaylardan ders alarak  dünya barışı için yoluna bir güvenlik devleti olarak  devam edebilmelidir . Yurtta ve dünyada barış ilkesi daha eskimemiştir  ve   Türklere  ile insanlığa halen yol göstermeye devam etmektedir . 
***
REFERANDUM SÜRECİ
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
S-1-Bugünün koşullarında   referanduma  gidilmesini nasıl karşılıyorsunuz  ?
C-I- Bugünün konjonktüründe  bir anayasa referandumuna gidilmesi  Türkiye’nin gerçek gündemi değildir . Küreselleşme süreci ile birlikte terör ve sıcak savaş gelişmelerinin birbirini izlediği bir aşamada  Türkiye’nin daha güvenliğe önem veren bir yol izlemesi gerekirken  , beraberinde  yeni bazı sıcak tartışmaları  ortaya çıkaran  ve yirmiye yakın yeni düzenleme ile  anayasal düzeyde bir referandum uygulaması  , Türkiye’nin hem bölgenin hem de kendisinin gerçek gündeminin dışına çıkmasına  neden olmuştur .Bu yönü ile kafası karışan   Türk halkının çekingen davrandığı  ve  referandum ile birlikte eskisinden çok farklı bir devlet yapılanması ile karşılaşmaktan  kaçındığı göze çarpmaktadır . Türk halkı bu açıdan iyi düşünmek durumundadır .
S-2- Referandum ile anayasa değişikliğine gitmenin zamanı geldi mi  ?
C-2- I982 anayasası daha önceleri on sekiz kez değişerek yepyeni bir anayasal metin haline geldiği düşünülürse , yeni bir anayasa değişikliğine Türkiye’nin ihtiyacı yoktur . Yarım yüzyılı aşkın bir süre devam eden Avrupa Birliği üyelik adaylığı aşamasında  ,Türkiye Cumhuriyeti Avrupa  düzeyinde modern bir anayasaya sahip olmuştur . Özellikle insan hakları alanında gelişmeler anın da tespit edilerek Türkiye Cumhuriyeti anayasasına  aktarılmış ve böylece  Türk devleti çağın en ileri anayasaları düzeyinde temel bir  hukuk belgesine sahip olabilmiştir . Avrupa birliğine tam üye olabilmenin ön koşulu olan çağdaş anayasal yapılanmayı Türk devleti gerçekleştirerek  , Avrupa Birliğine girme aşamasına gelmiş ama Avrupa’nın ileri görünümlü emperyal devletleri olan Almanya,Fransa ve İngiltere’nin hegemonik yaklaşımları ve engellemeleri  yüzünden bir türlü  Türkiye’nin Avrupa kıtasal birliğine tam üye olarak  katılması  bugüne kadar mümkün olamamıştır. Avrupa Birliğine üye olma konusu geride kaldığına göre yeni bir anayasa değişikliğinin zamanı gelmemiştir .
S-3-Orta Doğu planları ya da hesapları doğrultusunda Türk anayasası değişebilir mi ?
C-3-Orta  Doğu dünyanın merkezi bölgesinde yer alan bir bataklık alanıdır . Tarihin ilk dönemlerinden bu yana Orta Doğu’da hem savaş hem de her türlü siyasal çekişmeler birbiri ardı sıra gündeme gelmiştir . Orta Doğu bataklığına bir giren bir daha çıkamamış ve bu sıcak bölgenin yaşadığı her çekişme bölgeye giren devletleri fazlasıyla uğraştırmıştır .Bu bölgeye Türkler önceleri onuncu yüzyılda Selçuklu İmparatorluğu ile girmişler ve daha sonraki aşamalarda da hem Osmanlı  İmparatorluğu hem de  Türkiye Cumhuriyeti devleti sayesinde bin yıllık bir hükümranlığın yürütücüsü olmuşlardır . Bu nedenle , Osmanlı İmparatorluğu sonrasında savaş alanına dönen Türkiye’nin yeniden bölgeye dönebilmesi doğrultusunda Yeni Osmanlı vizyonları geliştirilmeye çalışılmaktadır . Merkezi alanda Büyük Orta Doğu Projesi isteyen Amerika Birleşik Devletleri ile onun yavrusu olan İsrail’in Büyük İsrail imparatorluğu kurma girişimleri de  , Türkiye Cumhuriyetini yeni bir anayasal yapılanmaya doğru sürüklemektedir .  Küreselleşme dönemi ile birlikte bölgeye gelen ABD ve İsrail ikilisinin planları doğrultusunda Türkiye’de bölgedeki yeni planlara uydurulmaya çalışıldığı için , Türk ulusunun önüne yepyeni bir anayasal düzenleme , referandum  uygulaması ile gündeme getirilmektedir . Avrupa Birliği için gerçekleştirilen on uyum paketi sayesinde değiştirilmiş olan Türk anayasası yeni dönemde bu kez Avrupa değil ama Orta Doğu yapılanması üzerinden  gündeme getirilmektedir .
S-4- Tam bu aşamada  referandrum  zorunlumuy du ?
C-4-Anayasada belirtilen çoğunluk oyları ile anayasa değişikliği Türkiye  Büyük Millet meclisinde üçte iki çoğunluk sağlaysaydı , o zaman referanduma gerek kalmadan  anayasa değişikliği gerçekleşir ve  gerekli olan süreç tamamlandıktan sonra yeni anayasal düzenlemeler  hayata geçerilirdi .  Ne var ki , bu çoğunluk  Meclis oylamalarında sağlanamadığı için  , yeni anayasa maddelerinin Türk halkının onayına sunulması zorunlu hale gelmiş ve bu yüzden  referandum süreci başlatılmıştır .  Halk kitlelerinin doğrudan doğruya sandığa giderek kullanacağı oylar ile , yeni anayasa değişiklikleri referandum uygulaması üzerinden yürürlüğe girmiş olacaktır . Üçte iki çoğunluğu Mecliste sağlayamayan anayasa değişikliklerinin referandum yolu ile kesinleştirilmeleri  bugünkü Türkiye Cumhuriyeti anayasasının  gerekli olan  düzenlemesidir .
S-5- Referandum süreci nasıl geçiyor  ?
C-5-Halk oylamasına bir aydan fazla bir süre kalmışken , yaşanan olaylar ve gelişmeler dikkate alındığında  referandum sürecinin beklendiği gibi geçtiği söylenebilir . İktidar partisi “Evet” için kampanyalarını gerçekleştirirken , muhalefet  partileri  “Hayır” için yeni  politikalar geliştirerek  halk kitlelerini kendi yanlarına çekmeye çalışmaktadırlar . Bazan kampanyaların sertleşmesiyle beraber halk kitleleri içinde sıcak olaylar ortaya çıkabilmekte ,bazan da  yıllar süren demokratik rejimin bir kazancı olarak siyasal propoganda uygulamalarının belirli bir olgunluk düzeyinde gerçekleştiği görülmektedir . Şimdiye kadar  çok fazla sorunun yaşanmadığı bir süreç içerisinde referandum uygulaması tamamlanmaya çalışılırken ,sürecin sonuna doğru gelişmelerin hem hızlanacağı hem de sertleşeceği gibi bir olumsuz beklenti kamuoyunda yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır . Siyasal çevrelerin ve özellikle partilerin izleyeceği yollar referandum sürecinin netleşmesinde etkili olacaktır . Daha önceki dönemlerde yaşanan referandum süreçlerinden bugüne yansıyan siyasal deneyimler , sürecin şimdiye kadar olaysız ve çatışmasız tamamlanması için elverişli bir ortam yaratmıştır .  Türk toplumu beklenmedik bir biçimde önüne çıkan referandum olgusunun , olaysız ve belasız tamamlanabilmesi için elinden gelen özveriyi göstermektedir .
S-6-  Referandum nasıl sonuçlanabilir  ?
C-6- İktidar partisi  kendisini diğer partilerden ileride göstererek  kesin olarak “evet “ oylarının büyük bir çoğunluk ile halkın olumlu yaklaşımını öne çıkaracağını  ileri sürürken , muhalefet partileri de  “Hayır “ için çalışmalarını giderek artırırken  , “Hayır” oylarının  ülkenin hayrına olacağı temasını sürekli olarak işlemektedirler . On beş yıllık iktidarın getirmiş olduğu yorgunluk ve yıpranma payı yüzünden  iktidar partisinin durumu kamuoyunda tartışma konusu olurken  , muhalefet partileri de genel seçimlerde yenemedikleri iktidar partisini  referandum sırasında geride bırakabilmenin arayışı içine girmişlerdir .  Demokratik rejimin vazgeçilmez unsuru olan siyasal partiler iktidar ve muhalefet kanatları olarak kamplaşırken , meclisteki dördüncü parti olan milliyetçi partinin , iktidardaki ılımlı islam partisinin doğrultusuna girerek , referandumda  “evetçi” cepheye dahil olması  yeni  siyasal gelişmeleri gündeme getirmiştir . Yirminci yüzyılın sonlarında Türkiye’de gündeme gelmiş olan askeri dönemin Türk-İslam sentezcisi politikaların bugünün koşullarında , milliyetçi ve İslamcı partiler arasında  yeniden  güncelleştirildiği görülmektedir . Bu referandum sayesinde bir araya gelmiş olan iki partinin önümüzdeki seçimler döneminde ortak bir liste ile hareket edeceği ve önemli bir oranda milliyetçi bir grubun iktidar partisinin listeleri üzerinden meclise girebileceği daha  şimdiden tartışma konusu haline gelmiştir . Referandum’un  “evet” ile sonuçlanması durumunda ortaya çıkabilecek erken seçim aşamasında bu iki partinin birlikteliğini  siyasal bütünleşme ile sonuçlanabilecektir .
S-7-Referandumdan “evet “  çıkarsa ne olur  ?
C-7-Referandumdan “evet” çıkması durumunda  iktidar partisinin yeni siyasal programı hayata geçme şansını yakalayacaktır . Bu durumda parlamenter demokrasiden başkanlık rejimine geçilecektir . Batı ülkelerinde görüldüğü gibi başkanlık sistemleri nasıl oralarda  eyaletler üzerinden  federasyon tipi devlet yapılanmalarına yol açıyorsa  Türkiye’de güney bölgesinde oluşturulmaya çalışılan yeni kantonlar ya da eyaletler üzerinden gelecekte bir federasyon yapılanmasına sahne olabilecektir .Batı blokuna dahil olan emperyal devletlerin merkezi bölgede oluşturmaya çalıştıkları federal yapılanmanın , Türkiye’de de uygulamaya geçme aşamasına geldiği görülebilecektir . Türkçü ve İslamcı politikaların birlikte yürütüldüğü bir yeni dönemde Türkiye hem İslam dünyasında hem de Türk dünyasında   daha etkili politikalar geliştirme arayışına girecektir . Yıllardır Orta Doğu’nun  Müslüman ülkelerinde geliştirilmeye çalışılan Yeni Osmanlı vizyonuna paralel olarak , bu kez Türk dünyasında da  yeni bir Avrasya siyasetini  kendiliğinden öne çıkaracaktır . Rusya , Çin ve Hindistan gibi yeni emperyal güçlerin Avrasya bölgesine yönelik  saldırgan politikalarını dengeleyebilecek  ve Avrasya dayanışması doğrultusunda geliştirilecek  yeni politikalar ile Türkiye eskisinden çok daha farklı bir konuma gelebilecektir .
S-8- Referandumdan  “Hayır “ çıkarsa ne olur ?
C-8-Aydın kamu oyu bu durumun Türkiye için hayırlı olacağını , on beş yıllık iktidarın getirmiş olduğu  hegemon tek parti sistemi ile birlikte  ortaya çıkmış olan parti devleti  uygulamalarına son verilebileceği  tartışma konusu  olarak öne çıkmaktadır . Anayasa değişikliğinin red edilmesiyle birlikte parlamenter demokrasinin güçleneceği  ve bu doğrultuda meclisin de  eskisine oranla  daha  güçlü bir konuma geleceği  yeni bir dönem başlayacaktır . Başbakan ve hükümet konumunu korayacak ve böylece  ülke tek adam rejimine sürüklenmekten kurtulmuş olacaktır . Halk egemenliği eskisi gibi devam edecek , yasama organının görevlerinin başkanlık makamına terk edilmesi gibi  tekelci yaklaşım devreye giremeyecektir . Avrupa kıtasının yanıbaşında kurulmuş bir  cumhuriyet  devleti olarak Türkiye’nin daha demokratik bir siyasal yapılanma ile yoluna devam etmesinin önü açılabilecektir . Türk devletinin kurucuları tarafından getirilmiş olan ulusal , üniter ve merkezi yapılanması anayasanın değişmez ilkelerinde varlığını koruyacak ve bu doğrultuda ulusal kurtuluş savaşı sırasında Türk ulusunun kazanmış olduğu hakların korunması eskisi gibi anayasal koruma altında gerçekleştirilecektir .
S-9- Referandum  ertelenebilir mi ?
C-9- Referandumun ertelenmesi olgusu önümüzdeki günlerde gündeme gelebilir ve iktidar partisi bu doğrultuda yeni bir karar vererek  ve  referandumu olağanüstü hal durumunu dikkate alarak  geleceğe bırakabilir . Suriye’de tırmanan savaş durumu ya da güneydoğu bölgesinde terör gibi sıcak konular gerekçe gösterilerek  savaş hali durumu  ortaya çıktığı var sayılarak  referandum ertelenebilir . Nitekim bu doğrultuda bazı muhalefet partisi milletvekilleri önümüzdeki günlerde bir erteleme kararı ile referandumun geleceğe bırakılabileceğini açıkça ifade etmişlerdir .Yeni dünya düzeni daha tam olarak belirlenmeden  köklü bir anayasa değişikliğine gitmenin , Türkiye için yeni süreçte zaaf yaratabileceğinin anlaşıldığı aşamada  gene referandumun ertelenmesi gündeme gelebilir . Erteleme iktidar için bir zaaf olmayacak aksine , Türkiye’nin zaaf durumuna sürüklenmesini önleyecektir . Kamu oyu oluşturma şirketlerinin ortalığı karıştırmalarına fırsat vermeyerek  daha serin kanlı bir  değerlendirme, erteleme kararı yoluna doğru  Türk demokrasisini yönlendirecektir . Erteleme sonrasında ortaya çıkacak yumuşama ortamı erken seçim için elverişli olacaktır .  
***
ANAYASALAR VE DEĞİŞİM
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
S -1 : Anayasalar ile değişim süreçleri arasında ne gibi bir bağ bulunmaktadır ?
C-1 :Dünya düzeninde asıl olan değişimdir . Her canlı varlık gibi cansız varlıklar da evrenin sürekli değişen dönüşüm süreci içinde   hızlı bir değişime sürüklenmektedir . Değişen canlıların hareketleri  yer  yüzündeki değişim süreçlerini doğrudan etkileyerek eskisinden çok daha farklı bir yeni  dünya düzeni oluşumunu insanlığın önüne çıkarmaktadır . Önemli olan insanlığın bu durumun farkına vararak yaşam düzenini sürdürebilmesidir . Anayasalar da değişime uyum sağlamalıdır .
S-2 : Hukuk açısından değişim olgusu nasıl değerlendirilebilir ?
C-2:  Hukuk bir sosyal bilim olarak değişim süreci içindedir .Ne var ki ,değişimi arkadan izleyerek normal hukuk düzeninin devam etmesi  hukuk biliminde esas olduğu için , değişim adına  bir takım alt üst oluşların kabül edilmesi mümkün değildir . Esas olan geçmişin birikiminin korunması ve geçmişten gelen  hukuk birikimi çerçevesinde değişim olaylarının izlenmesidir . Bu çerçevede ortaya çıkan her yeni durumun hukuk düzenleri açısından ele alınarak değerlendirilmesi ve ortaya çıkan yeni tabloya göre hukuk düzeninde geleceğe dönük yeniliklerin  devreye sokulmasıdır . Hukuk  alanında yenilikler belirlenirken  geçmişin birikimi yol göstermeli , değişiklikler de uygulama alanına  getirilirken var olan hukuk düzenlerinin bozulmamasına dikkat edilmelidir .
S-3 : Hukuk ile anayasalar arasında ne gibi  bağlar bulunmaktadır ?
C- 3 :Bir ülkede hukuk düzeninin varlığı o ülkede bir devlet düzeninin bulunmasına bağlıdır . Her devlet düzeni beraberinde bir hukuk yapılanması getirir . Ayrıca  bir devletin var olması da  anayasaların bulunmasına doğrudan bağlantılıdır . Anayasalar bir anlamda devletlerin  hem statüsünü hem de kimliğini yansıtan belgelerdir . Bu çerçevede , bir ülkede gerçek anlamda hukuk düzeninin varlığı  anayasal yapılanmanın bulunmasına  bağlıdır .Anayasalarda var olan genel ilkelere göre hukuk düzenleri biçimlenir . Her ülkede geçmişten gelen toplum düzenlerine uygun hukuk yapıları kurulurken , anayasalar daki genel ilkeler  esas alınır . Anayasalar genel olarak her ülkede var olan hukuk düzenlerinin  temel dayanağıdır . Anayasası olan her devlet hukuk devleti olma iddiasını da beraberinde taşımaktadır . Gelişmiş hukuk devletlerinde anayasalar en ileri düzeydeki  formları gündeme getirebilmektedir .
S- 4 : Devletler ile anayasalar arasında ne gibi yakın ilişkiler bulunmaktadır . ?
C-  4 : Esas olarak her devletin bir anayasası vardır . Bunun  iki istisnası olarak İngiltere ve İsrail’de  yazılı anayasal olmadığını belirtmek gerekir . Dünyayı beş yüzyıl yöneten  İngiliz devletinin bayrağında  Hrıstıyanlığın işareti olarak haç bulunmaktadır ve devletin kendi   mezhebi olarak diğerlerinden farklı bir biçimde  Presbiteryenlik  esas alındığı için bir tarikat devleti olarak  dini esasları temel almış  ve yazılı bir anayasaya yönelmemiş bir devlettir . İsrail  Davut yıldızlı  bir din devleti olarak kutsal  kitaplarını esas aldığı için  Tevrat ülkenin anayasal  düzeninin esası olarak  benimsenmiş ve bu yüzden yazılı bir anayasa ortaya konulmamıştır . Her alanda temel  yasalar çıkartılarak  anayasa boşluğu doldurulmaya çalışılmış ama normal anayasal devletler de olduğu gibi istikrarlı bir kamu düzenine kavuşulamamıştır .Bu iki devletin dışında her devletin bir yazılı anayasası vardır ve devletlerin hukuk düzenlerini bu  yazılı metinler belirlemektedir .
S-5 :Anayasalarda ne gibi durumlarda değişiklikler yapılır ?
C-  5 :Dünya siyasal sisteminde ya da  çeşitli ülkelerin toplumsal yapılarında önemli değişikler meydana gelirse ve bu durumda var olan hukuk düzenleri tehlikeye girerse o zaman anayasalarda değişikliğe  gidilebilir . Önemli olan var olan devlet yapısının korunması , devletin özünün ve temel yapısının değişiklikler karşısında zarar görmesinin önlenmesidir . Her devlet uluslararası rekabet alanında diğer devletler ile rekabet halinde olduğu için , kendisini güçlendirecek değişikliklere gereksinme duyulduğu zaman gidebilir .  Anayasalarda yapılacak değişiklikler  tümüyle devlet düzenini korumayı ve güçlendirmeyi hedeflemelidir . Aksi durumlar , devletlerin ve hukuk düzenlerinin geleceğini tehlikeye atacağı için  dikkatli hareket edilmesi gerekmektedir .
S-6 :Durduk yerde anayasalar değiştirilebilir mi ? Ya da temel anayasa maddelerinde değişikliğe gidilerek ortaya bambaşka bir devlet modeli getirilebilir mi ?
C- 6 :Durduk yerde anayasa değiştirilemez . Anayasa gibi temel bir yasal belgede değişikliğe gidilmesi için  acil ya da beklenmedik durumların  belirmesi ya da  ülkeyi tehdit eden yeni bir olumsuz durumun gündeme gelmesi gerekmektedir . Herhangi bir devlette  bir anayasal düzen varken  bambaşka bir devlet kurmaya yönelen bir köklü değişikliğe gitmek, devletlerin devamlılığı ya da hukuk sistemlerinin sürekliliği gibi ilkeler açısından anayasa hukukunda mümkün değildir . Devletlere her türlü saldırı yapılırken ; askeri , ekonomik ve  elektronik saldırılar gibi hukuki yönden de  farklı saldırılar  örgütlü bir biçimde gündeme gelebilir . Yer yüzünde var olan iki yüz devlet düzeni içerisinde büyük devletler küçük ve orta boy devletler üzerinde hegemonya mücadelelerine girebilmektedir .                                 
Her büyük devlet ya da siyasal güç dünyanın herhangi bir bölgesinde kendi çıkarları doğrultusunda  yeni bir siyasal düzen kurmaya yöneldiği aşamada ,o bölgede bulunan çeşitli devletleri emperyal projelere uygun bir biçimde  değişime zorlamaktadır . Bir çok ülkede olduğu gibi bu gibi durumlar Türkiye Cumhuriyetinin geçmişinde fazlasıyla görülmüştür . Batılı emperyalistler önce Osmanlı İmparatorluğunu kendi istedikleri düzene sokmak için anayasal değişime zorlamışlar ve bunun sonucunda da  koskoca merkezi imparatorluk çökerek dağılmak zorunda kalmıştır . Bugün de benzeri durumlar ortaya çıkmakta  ve bir çok büyük ulus devlet emperyal güçler tarafından bölünmeye çalışılırken , bunu kolaylaştıracak yeni yasal yapılanmalar anayasal değişiklik paketleri ile ülkelerin siyasal gündemlerine taşınmaktadır .
S-7- :Türkiye’de gündeme gelen anayasa değişikliğini nasıl değerlendiriyorsunuz . ?
C- 7-:Bir  genel kamu hukuku bilim adamı olarak  son değişikliklere lüzum olmadığı kanaatındayım .Çünkü  bugünkü anayasa  önceki dönemlerde 18 defa değişmiş  maddelerinin yarısından fazlası yeniden kaleme alınmış ve ülkenin hem küreselleşme hem de Avrupa Birliği süreçlerinde gereksinmesi olan anayasal yapılanmalar bu değişiklikler aracılığı ile uygulama alanına getirilmiştir .Bu çerçevede Türkiye’nin halen bir anayasa sorunu bulunmamaktadır  , çünkü  yıllardır yapılan değişiklikler aracılığı ile Türkiye Cumhuriyeti devleti yeni dönemin koşullarına uyum sağlamıştır . Özellikle insan hakları  ve demokratik süreç açısından  Avrupa Birliği üzerinden Türkiye anayasal yapılanmasını çağdaş düzeyin üzerine çıkartmıştır . Ne var ki , daha sonra ortaya çıkan Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail projeleri doğrultusunda Türkiye de bir merkezi alan devleti olarak  yeniden yapılandırılmaya çalışılmaktadır . Emperyal projeler bölge devletlerini parçalarken , Türkiye’de buna uygun bir yapılanmaya doğru sürüklenmektedir . Yeni kamu tüzel kişilikleri oluşturma girişimleri üzerinden eyalet  ve federasyon yapılanmaları öne çıkartılmaya çalışılmaktadır . Türkiye’nin böyle  bir yeni yapılanmaya hiç biri biçimde gereksinmesi bulunmamaktadır .
S-8- :İçinde bulunulan  sıcak çatışma ve savaş koşullarında anayasa değişikliği doğru mu ?
C-8-:Sıcak çatışmalar ve savaşlar beraberinde yeni yapılanmalar getireceği için , bu gibi istikrarsızlık dönemlerinde anayasa değişikliklerine gidilmesi  ülkenin birliği ve  güvenliği açılarından doğru değildir . Her gün değişik çizgilerde gelişme gösteren sıcak çatışmaların  yarın ne gibi gelişmeler göstereceği belli olmadığı için , belirsizlik ortamlarında anayasa gibi temel metinler değiştirilemez. Öncelik savaşların ve sıcak çatışmaların durdurulmasına verilmelidir .Bir yandan insanlar ölürken  , diğer yandan  dışarıdan zorlanan  emperyal projeler çizgisinde anayasaların değiştirilmesi  orta ve küçük boy devletler açısından yok oluşun başlangıcı olabilir . Bölgesel projeler milli devletlerin anayasal yapısını bozabilecek derecede anayasa  değişikliklerine neden olmamalıdır .Savaşların nasıl sonuçlanacağı , yeni güç dengelerinin oluşumunda hangi gücün galip geleceği ,  çatışma ortamlarından kazançlı çıkan güçlerin ne gibi yeni planları gündeme getireceği belli olmadığı için ,savaş sürecinde kesinlikle anayasalara dokunulmamalıdır . Merkezi coğrafya ülkelerinin hepsinin gelecekte parçalanacağı ve bir bölgesel federasyona uygun yeni eyaletler oluşturulacağı artık açıkça ifade edildiği için Türkiye ve komşusu olan mevcut devletler böylesine bir  dağılma girişimine karşı kendilerini koruyarak  var olan anayasalarına sıkı sıkıya sahip çıkmalıdırlar .
S-9-:Anayasa değişikliklerinde nelere dikkat edilmelidir ?
C-9-:Anayasaların değiştirilmesi sırasında devletin ve buna dayalı olarak kurulmuş olan siyasal rejimin korunmasına ve bunu bozabilecek  değişikliklere karşı çıkılması gerekmektedir . Devletlerin ,ulusal,üniter,merkezi ,laik ,sosyal ve demokratik yapılarının  kazanılmış hakların muhafazası açısından  korunmasında her ülkenin ve devletin ulusal çıkarları vardır ve bunlar  kesinlikle korunmalıdır .
S-10-:Türkiye’nin bugünkü anayasa referandumunu nasıl görüyorsunuz ?
C-10-Çok erken atılmış bir adım olarak görüyorum . Öncelikle dünyanın nereye gideceği belli değildir .Yeni dünya düzeni belirlenmeden yapısal bir anayasa değişikliğine gitmek ,Türk devletinin  çöküş ve dağılma sürecini hızlandırabilecektir . Ancak  yeni dünya düzeni belirlendikten sonra , Türkiye o zaman  yeni duruma uyum sağlamak üzere bir anayasa değişikliğine gidebilir .