1 Temmuz 2023 Cumartesi

Aşkım Tan: İnsanı yeryüzüne sığdıramayıp, denizlerin derinliklerine uğurlamanın adıdır mültecilik…”

İnsanı yeryüzüne sığdıramayıp, denizlerin derinliklerine uğurlamanın adıdır mültecilik…”

Kıyıya vuran cansız bedeniyle dünyayı derinden sarsan Aylan bebeği kim unutabilir?

Ölümünün üzerinden 8 yıl geçse de acısı yüreklerdeki tazeliğini hâlâ koruyor ve Aylan bebek umut yolcuları mültecilerin simgesi haline geldiği gibi ne ilk, ne de sonuncu kayıptır.

 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nde özellikle Türkiye’deki mültecilerin gitmek ve kalmak” arasında kaldıklarını belirtmek gerekirken, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) Mültecilerin Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesi’nde, mülteci, “ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişi” olarak tanımlandığını hatırlatmak gerekir.

Artarak devam eden savaş, çatışma ve zulüm nedeniyle 100 milyonu aşkın insanın ülkesinden veya ülke içinde zorla yerinden edildiği günümüz dünyasında bu sayılara her geçen gün yenileri eklenmektedir.

Ukrayna’daki savaşın yanı sıra EtiyopyaBurkina FasoMyanmarNijeryaAfganistanDemokratik Kongo Cumhuriyeti ve Sudan gibi yerlerde yeni ortaya çıkan veya devam eden acil durumlar, bu şaşırtıcı sayının sebepleri arasındadır.

Mültecilerin büyük bir bölümü kayıt dışı çalışmakta ve günlük işlerle evlerini geçindirmektedir.

Herhangi bir temel gelire sahip olmayan mültecilerin yarıya yakını ise günlük yaşamlarını ancak yakın akrabalarının ya da komşularının destekleriyle idame ettirebilmektedir.

20 Haziran Dünya Mülteciler Günü olması nedeniyle Türkiye’nin dünyadaki en büyük geçici koruma rejimine tabi insan/sığınmacı nüfusuna ev sahipliği yapmakta ve uzun süredir küresel mülteci krizinin ön saflarında yer almaktadır

Türkiye yıllar içinde insanlık ve dayanışma değerlerini benimsemiş, güvenlik ve barınak arayan insanlara kapılarını açmıştır.

Son dönemlerde ulusal ve uluslararası insancıl hukukun yasal çerçevesi içinde sığınmacıların hak, adalet ve hizmetlere erişimine destek veren, dayanışma içinde olanların kriminalize edildiğini, hedef gösterildiğini ve ülke içinde yaşanan sorunların kaynağının sığınmacılarmış gibi gösterildiğini üzülerek izliyoruz.

20 Haziran Dünya Mülteci Günü çatışma, zulüm veya yaşamı tehdit eden diğer koşullar nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalanları desteklemek ve korumak için ortak sorumluluğumuzun bir hatırlatıcısıdır.

Eve dönebilen, üçüncü ülkeye yerleşebilen veya güvenli bir yaşam arayışı için geldikleri ülkeye tam olarak uyum sağlayabilenlerin sayısından daha fazla insan kaçmak zorunda kaldıkça çözümler konusundaki eksiklik artmaya devam ediyor.

Ancak durum böyle olmak zorunda değil.

Liderler, kalıcı ve insancıl çözümlerle barışı sağlamak ve yerinden edilmiş kişilerin içinde bulunduğu durumu çözmek için birlikte çalışmalıdırlar.

Göçmenlerin, mültecilerle aynı haklara sahip olmadıkları gibi vatansız olarak da adlandırılamayacaklarını hatırlatmak gerekir.

Son olarak;

Türkiye son yıllarda mülteciler için “transit ülke” olmaktan çıkıp, hedef ülke konumuna gelmiştir.

İlginçtir ki ülkemiz 1980’lerde göç veren bir ülkeyken göç alan bir ülkeye dönüşmüştür.

Hukuki ve siyasi açıdan mülteci sorunu her geçen gün belirsizliğini korurken, iktidar mültecilerinin çoğunun bu ülkede kalabilmesi bakımından entegrasyon düzenlemeleri yapmaktadır.

Bu konuda çok iyimser düşünebilmek pek de mümkün görünmüyor.

İnsanlığın kıyıya vurmadığı, kendi insanımızın hakkının elinden alınmadığı mülteci hayatların sona ermesi dileği ile…

askimtan@yahoo.com




11 Nisan 2023 Salı

CUMHURİYETİMİZ, 100. YILINDA İNSANLIĞIN ÜMİDİDİR

 

CUMHURİYETİMİZ, 100. YILINDA İNSANLIĞIN ÜMİDİDİR

 Fethi Murat Doğan

Krallığın, otokrasinin, padişahlık sisteminin çoktan miadını doldurduğu; büyük Fransız İhtilâlinin doğurduğu hürriyet kasırgasının bütün dünyayı sardığı 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında, çöken büyük bir imparatorluğun sözcüleri olan Türk aydınları, “hürriyet” meş'alesini yükseğe kaldırdılar.

Hürriyetin ve bir anayasanın her meseleyi halledeceğini sanıyorlardı ki, karşılarına emperyalizmin çıktığını fark ettiler. 

Tanzimatın ardından zamanla bir “yarı müstemleke” hâline gelen Osmanlı Devleti, çöküşü geciktirmeye çalışıyordu. Farklı dil ve dinlerden toplumları adaletle yönetmenin; Hristiyan ve Musevilere karşı hoşgörü, serbestlik ve insanca davranmanın emsalsiz örneğini veren Osmanlı, şimdi emperyalizmin ve Çarlığın kışkırttığı Balkan ve Arap toplumlarının isyanıyla karşı karşıyaydı.

Emperyalizm, azınlık milliyetleri kışkırtarak parçalamak istediği Osmanlı-Türk İmparatorluğunu, Birinci Dünya Savaşında, rakibi Avusturya-Macaristan İmparatorluğuyla birlikte yenmek ve Osmanlı ülkesini paylaşmak için harekete geçti. “Doğu Sorunu” ve “Hasta Adam” diye adlandırdıkları Osmanlı İmparatorluğunu parçalayıp paylaşmak için, başta o dönemin en kuvvetli emperyalist devleti İngiltere olmak üzere, Çarlık Rusya'sı ve Fransa birleşmişti. Ancak onlar, tarihin tanıdığı en köklü ve en eski kavim olan Türkleri, anlaşılan o ki, yeterince tanımıyorlardı.

İngiliz ve Fransızlar, sömürgelerinden topladığı askerleri de getirerek büyük savaşta, tıpkı Truva karşısındaki selefleri gibi, Çanakkale önlerinde toplanmışlardı. Düşman armadasının amiral gemisinin adı da Truva’yı işgale gelen ordunun komutanı Agamemnon’un adını taşıyordu! Kısa bir sürede Çanakkale Boğazını geçerek İstanbul'u işgal edebileceklerini sanıyorlardı; hatta, İstanbul randevusu bile vermişlerdi!

Emperyalist saldırganlara karşı kahramanca savaşan Türk milleti, Çanakkale savunmasıyla mazlum milletlerin istiklal ve hürriyet uğruna mücadelesinin de öncüsü olmuştur. Çanakkale Zaferimiz, aynı zamanda İstiklal Savaşımızın da “önsöz”üdür. 

Millî Mücadelemizin hemen bütün kahramanları, Çanakkale muharebelerinin muzaffer komutanlarıdır. Millî Kurtuluş Savaşımız, emperyalizmi yenilgiye uğratarak bütün Asya, Afrika ve Lâtin Amerika halklarına emsal olmuş; Fransız İhtilalinin istiklal ve hürriyet meş'alesini Türkler devralmıştır. Emperyalizmin saldırısına kararlılıkla direnen Türkler, Osmanlı İmparatorluğunun yenilgiye uğraması ve parçalanması karşısında, Anadolu'muzu ve Trakya'nın bir bölümünü kurtararak bağımsız Türk devletini ayakta tutmuşlardır.

“Cumhuriyet”, Türk devletinin yeni siyasi-sosyal “rejim”idir. Devlet ile devlet biçimleri farklı kavramlar olmakla birlikte, “Cumhuriyet”, Devletimizin yeni adı yerine de kullanılmaktadır. “Devlet” de bizde, sadece büyük bir siyasi kurum değil, çok zaman “Vatan” yerine de kullanılır. 

Nasıl Osmanlı Devleti, Selçuklu'nun devamıysa, aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlı Devletinin bir devamıdır; değişen, siyasî-sosyal “rejim”dir. Selçuklu da Osmanlı da Türkiye Cumhuriyeti de Türk devletleridir. Türkiye Cumhuriyeti Devletini, bir siyasi devamlılık içinde görmemek, aslında Türk milletini köksüzleştirmeye çalışmak demektir ki, asla kabul edilemez. Türklerin köklü tarihinden habersiz olanlar, Türk milletinin sanatından, kültüründen, yüzyıllardır devam eden geleneklerinden de habersiz oldukları gibi, şanlı Türk ordusunun gelenek ve düzeninin çok eski yüzyıllara dayandığını da bilmiyorlar. Hürriyet ve istiklaline çok düşkün olan Türkler, aynı zamanda çok sayıda devlet kurmuşlardır.

Zaferin ardından ve Cumhuriyetle birlikte, her konuda büyük hamlelerle iktisadi ve sosyal yapının değişmesi yanı sıra, eğitim, sanat, kültür cephesinde de çok geniş kapsamlı yenilikler yapıldı. “Millî modernleşme” ile yeni rejim olan Cumhuriyetin hem yerleşmesi hem de gelişip güçlenmesi sağlanmaya çalışıldı. Büyük bir millî uyanış; istiklâl ve hürriyet uğruna mücadele azmi, millî şeref ve haysiyetini koruma gayreti, “düvel-i muazzama”ya karşı Kuvayimilliye ruhu; Vatan için, Türk milletinin gelişmesi için soylu bir “mefkûrecilik” (idealizm), kuruluş ve inşa döneminin fikir, düşünce ve ruh dünyasını ortaya koyuyordu.

Hayatımızda olduğu gibi, milletlerin tarihinde de iniş ve çıkışlar, ilerleme ve gerilemeler, zafer ve yenilgiler, altüst oluşlar ve dirilişler vardır. Çok yaygın, çok eski ve çok köklü tarihi olan Türklerin de çeşitli dönemlerde, çok büyük zorlukların üstesinden geldiğini; en zor şartlarda bile mutlaka bir çıkış yolu bulduğunu, her zaman büyük kahramanlar yetiştirdiğini görüyoruz. Atilâ’lar, Alparslan’lar, Yıldırım’lar, Timur’lar, Fatih’ler, Kanuni’ler, Atatürk’ler yetiştiren Türk milletinin, iki yüzyılı aşkın gerilemenin ardından tam bir çöküşünü bekleyenler, hüsrana uğramıştır. 

Cumhuriyet, yeniden dirilişin adı olmuştur.

Cumhuriyetle birlikte başlayan eğitim seferberliği, halk sağlığı alanında büyük hamle, tarım ile iktisadi ve ticari alanda önemli gelişmeler; bilim, kültür ve sanat alanında olağanüstü çabalar sonucu, savaş yorgunu ve yoksulu Türk halkı, kısa bir sürede silkinmiş ve toparlanmıştır. Kadınlar, toplum hayatının her alanında ve her meslekte yer almaya başlamıştır. Aydınlar ve gençler, cumhuriyetin heyecanını bütün topluma aktarmışlardır.

Emperyalizmin milli hükumeti zor duruma düşürmek ve halkla karşı karşıya getirmek için kışkırttığı isyanların yayıldığı bir ortamda, çok partili siyasî rejim denemeleri başarısızlığa uğramıştır. Emperyalizmin yıkıcı teşebbüsleri akamete uğratılmıştır, fakat çok partili siyasi rejim için ortam da bulandırılmıştır. Daha sonra, çok partili siyasi rejime seçimle geçilebilmesi, Cumhuriyetimizin çok önemli bir başarısıdır. Böyle önemli değişikliklerin, büyük sarsıntılara yol açmadan ve kansız bir şekilde gerçekleşmesi son derece önemlidir. Ancak, çatışmacı sosyal ve siyasî kültürümüz, yabancı “büyük” devletlerin “siyasî” müdahalesi için elverişli ortam doğurmaktadır! Kıbrıs dolayısıyla da Türkiye ile yakından ilgili olan İngiltere, dünya hakimiyetini devrettiği ABD ile birlikte, kendilerinden gitgide uzaklaşan ve Sovyetler Birliğinden destek almak için teşebbüste bulunan Menderes’e karşı, 27 Mayıs askeri darbesine “yol verdiler”! Ardından, bu durum ’71 ve ‘80’de de yaşandı. Ayrıca, arada ve sonrasında da başka askerî müdahalelerle karşılaşıldı.

Türkiye’de; Sovyet-ABD rekabetinin en şiddetli yaşandığı; iç savaşa varan bir “kardeş kavgası”nın çok büyük kayba yol açtığı bir dönemi gördük. Çok büyük bir iç kargaşanın ortaya çıktığı bu dönemde gençlerimizin “düşman kamplara” ayrılması, toplumun bölünmesi, iç savaş ortamı ve bölücülük, hem ABD hem de Sovyetler Birliği tarafından kışkırtılmıştır. Gençlerimizin ve aydınların bir bölümü, kendi tarihine, kültürüne, değerlerine, Ülkesine düşman edilmiştir! Millî bilincin yol göstericiliği yok sayılmış; emperyalizme karşı mücadele eden gençler, bir süre sonra, Moskova’nın etkisi altına girmişler, bazıları da tedhiş hareketlerine girişmeye başlamıştır. Gençlerimizin bütün enerjisinin heba edildiği ve çok üzücü olayların yaşandığı bu “kardeş kavgası”ndan gereken dersleri çıkarmalı; millî ve manevi değerlerimize bağlı, Ülkesine ve insanlığa hizmet aşkıyla dolu; bilim-teknik, kültür-sanat ve diğer sahalarda çok iyi bir eğitim görmüş, genç nesiller yetiştirilmelidir.

Yabancı kültür emperyalizmi, müzik, sinema, TV’ler gibi sanat-kültür sahasında çok etkili olduğu gibi, orta ve yüksek öğretimdeki, başta İngilizce olmak üzere, yabancı dilde eğitim-öğretim yoluyla çocuklarımız ve gençlerimiz, “beyin göçü”ne teşvik ediliyor; her türlü yabancı etkiye açık hâle getiriliyor; kendi kültürüne ve değerlerine yabancılaştırılarak devşiriliyor! Aynı zamanda, Türkçemiz “üvey evlât” olarak görülüyor; dilimize ve kültürümüze değer verilmiyor, dilimizin bilim dili olarak gelişmesi engelleniyor.

Cumhuriyetimiz, çok çeşitli bakımlardan sınanmıştır. Emperyalizmin “böl ve hükmet”, Azerbaycan Türklerinin söyleyişiyle “ayır-buyur” siyasetinin doğurduğu, insanlık düşmanı azılı etnik ırkçı-faşist, bölücü, Türkiye-düşmanı terörist PKK; kahraman asker ve polisimiz tarafından sinek gibi ezilmektedir. Terörist PKK, soykırımcıbaşı ABD ile onun nüfuzundaki eskinin ikinci, üçüncü sınıf sömürgeci ve emperyalistleriyle bölgemizdeki ırkçı-şoven ve yayılmacı-saldırgan bazı “piyon devletler” tarafından silahlandırılıyor, kışkırtılıyor ve kullanılıyor. Terörist PKK, Doğuda yüz binlerce Müslümanı samanlıklara, camilere doldurup yakan, işkence ve tecavüz edip kuyulara atan, toplu olarak gömen Ermeni Hınçak ve Taşnak tedhişçilerinin devamıdır!

PKK, ırkçı-yayılmacı Yunan ordusunun ve ırkçı-faşist işgalci Ermenistan ordusunun hizmetindedir. Irak’ı parçalayıp işbirlikçisi aşiret reisleri Barzani ve Talabani’yi işbaşına getiren ABD; bir “ajan-devlet”, bir “İkinci İsrail-Kürdistan” kurmak için Suriye’yi de parçalamış; geniş kapsamlı bir etnik temizlikle Arap ve Türkmen halkın çoğunluğunu Türkiye’ye sürmüştür! Suriye’de nüfusu çok az, küçücük bir azınlık teşkil eden Kürtleri, terörist PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD vasıtasıyla kullanan ABD, Suriye’nin yüzde 40’ına yakın bölgede kukla bir devletçik kurarak bir terör koridoru açmak ve Türkiye’yi güneyden kuşatmak ve burayı bir saldırı üssü olarak kullanmaya kalkışmaktadır! Yüzlerce kargo uçağı, on binlerce TIR ağır silah ve mühimmat ile modern teçhizatla donatıp eğittiği terörist PYD, kiralık câniler çetesi olarak ABD’nin paralı askerleridir. 

ABD, Batıda ırkçı-yayılmacı Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı kışkırtmaktadır. Günümüzde Yunanistan, ABD tarafından askerî bakımdan işgal edilerek bir Amerikan üssü hâline getirilmiştir! Ukrayna’yı köleleştirip Rusya’ya karşı kışkırtan ve kullanan ABD, piyonu Yunanistan’ı Türkiye’nin üstüne sürmek için fırsat kollamaktadır! İçerde medyayı, aydınları, bazı büyük sermaye gruplarını ve bazı kuruluşları kullanan ABD; Fransa ve diğer bazı ülkeleri de Türkiye aleyhtarı yıkıcı ve bölücü faaliyete kışkırtmaktadır!

Son dönemde, Cumhuriyetimizin yerine “İkinci Cumhuriyet” kurmak isteyen, bazı yazarların ifadesiyle bu “numaracı cumhuriyetçiler”, özellikle basın ve TV’lerde yıllarca Türk halkını ve gençlerimizi etkilediler! “İkinci Cumhuriyet” savunucuları, eski Moskovacı, daha sonra aşırı Amerikancı bir aydın zümre olarak, açıkça Türkiye Cumhuriyetine, şanlı Türk ordusuna, bütün devlet kurumlarımıza düşmanlık ettiler; etnik-ırkçı bölücülüğü ve insanlık düşmanı PKK terör örgütünü savundular! 1999 büyük depreminde de Türkiye-düşmanı bozgunculuk yaptılar! ABD emperyalizminin işbirlikçisi FETÖ’nün destekçisi bu aydınlar, 15 Temmuzdaki FETÖ’nün dinci-faşist askerî darbesi için ortamı hazırladılar! Bu kanlı darbeyi, bağımsızlığına düşkün Türk milleti ezdi geçti. Halkın, ABD’nin müdahalesine, ABD işbirlikçilerinin kanlı darbesine karşı kahramanca mücadelesi, Türk milletinin aynı zamanda demokrasiye yürekten bağlı olduğunu ortaya koyduğu gibi, Vatanın ve demokrasinin gerektiğinde nasıl savunacağını da bütün dünyaya gösterdi. 

En son, ülkemizin karşılaştığı bu büyük deprem felâketi, çok büyük sayıda insanımızı kaybetmemize ve çok büyük yıkıma rağmen, büyük Türk milletinin, olağanüstü yardım ve dayanışmasını, kara günlerdeki emsalsiz fedakârlığını ortaya koydu. Felâketzede kardeşlerimize yardım için, bütün milletimiz büyük bir yarış hâlindedir. Türkiye, daha önceki ’99 büyük deprem felâketinin ve diğer depremlerin yaralarını kısa sürede sardığı gibi, bu büyük deprem felâketinin yol açtığı yaraları da çok geçmeden mutlaka saracaktır. Bu ve buna benzer çok sayıda güçlüğe, engele, felâkete ve tehlikeye rağmen Cumhuriyetimiz, büyük Türk milletinin çok zengin ve şanlı tarihi, yüzyılların tecrübesi ve kahramanlığıyla bütün badireleri aşmakta ve geleceğe emin adımlarla ilerlemektedir. Çok eski tarihi, çok köklü gelenekleri olan Türklerin, hürriyet ve istiklâlin temsilcisi kahraman bir millet olduğu, bütün dünya tarafından bilinmektedir.

Sovyetler’in çöküşünün ardından, Roma İmparatorluğu benzeri bir durum ortaya çıkmışsa da nispeten kısa zamanda Rusya’nın toparlanması, Çin’in direnmesi ve bilhassa Türkiye’nin, Ecevit ile başlayan bağımsızlıkçı antiemperyalist siyasetinin etkisiyle yeni kuvvet merkezleri ortaya çıktı. Avrupa Birliği ise, 2003’teki Körfez Savaşında da görüldüğü gibi, ABD karşısında pek fazla varlık gösteremedi. Türkiye, çok ciddi kışkırtmalara, “Ergenekon Dâvası” diye bilinen “FETÖ kumpası”na, Türk ordusuna karşı düşmanlığa, bunun sonucu ortaya çıkan “Açılım” bölücülüğüne ve ABD tetikçisi dinci-faşist FETÖ’nün askerî darbe girişimine rağmen yoluna devam etti.

‘70’lerde Birleşmiş Milletlerdeki “77’ler Hareketi” de denen “Bağlantısız Ülkeler”; iki “süper devlet”, ABD ve SB arasındaki rekabetten de faydalanarak birçok konuda önemli kararlar aldılar. “Üçüncü Dünya”nın, Asya, Afrika ve Lâtin Amerika Ülkelerinin karasularındaki haklarını savunmaktan, İsrail siyonistlerinin Filistin halkına karşı baskısını lânetlemeye kadar, büyük mücadeleler verdiler. Günümüzde “Dünya, 5’ten büyüktür!” şeklindeki çok önemli şiar, bağlantısız ülkelerin özlemlerini dile getirmekte ve milletlerarası sahada eşitlik, adalet, barış ve dayanışma özlemini, Birleşmiş Milletlere hâkim olan ABD’ye karşı bilhassa ortaya koymaktadır.

Çanakkale Destanını yazan, emperyalizme karşı ilk muzaffer İstiklâl Savaşını veren büyük Türk milleti, Atatürk’ün önderliğinde millî modernleşme yolunda köklü değişiklikleri gerçekleştirmiş ve kısa bir süre içinde insanlık âleminin saygın bir üyesi hâline gelmiştir. Ülkemize çok büyük zarar veren ve dışardan körüklenen “kamplaşma”ya rağmen 100’üncü yılında Cumhuriyetimizi daha da yükseltme konusunda büyük bir “millî mutabakat”ın ortaya çıkması çok sevindiricidir. Bir “fazilet rejimi” olan Cumhuriyetimizin gelişip güçlenmesini, Abdülhamid Hân ve hilâfet taraftarlığı veya aleyhtarlığı şeklinde kullanmaya kalkışan, sınırlı bazı çevrelerin engelleyemeyeceği açıktır.

Türkiye, hem Türk dünyasının hem İslâm dünyasının hem de bütün mazlum milletlerin fiilen öncülüğünü yapmaktadır. Sovyetler Birliğinin çöküşünün ardından Rusya ve Çin’in emperyalizme karşı yeterince direnemedikleri şartlarda, bağımsızlığı ve millî hâkimiyeti konusunda ısrarlı tavrı ve bölgedeki haklı taleplerini savunmakla ilgili kararlı mücadelesiyle, Ülkemizi ve komşu bazı ülkeleri parçalamak ve “İkinci İsrail” kurmak plânını uygulamada Türkiye, ABD emperyalizminin “tekerine çomak sokmaktadır”! Türkiye, verdiği mücadeleyle dünyada emperyalizme direnişin çok önemli bir odağıdır ve Asya, Afrika. Lâtin Amerika ülkeleri halklarının gönlünü fethetmektedir. Türk dünyasının önde gelen ülkelerinden kardeş Kazakistan, ABD’nin körüklediği darbe girişimini bastırmış; kardeş Türk cumhuriyetlerinin birlik ve dayanışma yolundaki yürüyüşü durdurulamamıştır. İslâm ülkeleri halkları arasında da siyonizme ve emperyalizme karşı Türkiye’nin kararlı tavrı, çok büyük ilgi ve sevgiyle karşılanmaktadır.

Bağımsız sosyalist Venezuela, Ülkemizin Güney Amerika’daki en yakın dostu olarak Yankeelere karşı kararlılıkla direnmiş; Trump’ın “tayin ettiği” sahte ve hain “Cumhurbaşkanı” Gaudio’yu iki paralık etmiş ve insan içine çıkamaz hâle getirmiştir! Enerji sıkıntısına giren ABD, yıllardır satışını engellediği Venezuela’dan petrol alabilmek için, tam bir arsızlıkla Venezuela’nın kapısını çalmıştır! ABD’nin, “arka bahçesi” olarak gördüğü Orta ve Lâtin Amerika ülkelerinin uyanış ve mücadelesi, “dünya jandarması” rolündeki ABD emperyalizminin, daha “arka bahçesi”ne bile hâkim olamadığını göstermektedir! Son seçimde halkın işbaşından uzaklaştırdığı Brezilya’nın ABD uşağı şaibeli başkanı, apar topar efendilerinin ülkesine kaçmıştır!

Cumhuriyetimiz, karşılaştığı büyük felâketin yaralarını sarıp gereken dersleri çıkarırken düşmanca emelleri olanları da hüsrana uğratacaktır. En önemlisi, millî dâvâlarımızda ve felâket günlerinde toplum olarak halkın birliğini ve dayanışmasını sağlamak, tayin edici önemdedir. Bu konu, iktidar-muhalefet, “sağ-sol” ayrımı yapılmadan, tamamen partilerüstü bir yaklaşımla ele alınmalıdır. “Çatışmacı ve uzlaşmaz” zihniyeti değiştiren yeni bir sosyal ve siyasî kültür geliştirmede, iktidara da muhalefete büyük görevler düşmektedir. Cumhuriyetimizin 100 yıllık muhasebesini yaparken birleştirici bir anlayışla hareket edilmesi, vahim yanlışların ve bugün asla kabul edilmeyecek nitelikte olsa bile, zararlı uygulamaların da “kan dâvâsı” gibi ele alınmaktan kaçınılması gerektiği dikkate alınmalıdır.

İktisadî-mâlî, siyasî, askerî ve kültürel alanda büyük hamleler yapmak için yeni bir seferberliğe ihtiyaç vardır. İnsanlığın ilgiyle takip ettiği, hürriyet ve istiklâl meşalesini yükseklere taşıyan Türkiye, 21’inci yüzyılı da Cumhuriyetimizin zafer yüzyılı olarak tarihine kaydedecektir.

 


19 Şubat 2023 Pazar

Atatürk ve "Türkiye Uygarlık Projesi"

 

ATATÜRK ve

TÜRKİYE UYGARLIK PROJESİ”

Atatürk, 10. Yıl nutkunda, Türk Milletine. ve dünya kamuoyuna  “TÜRKIYE UYGARLIK PROJESİNİ” bu uygarlığın hedeflerini ve özelliklerini açıkladı.

Ancak bugün artık Atatürk’ün başlattığı Türk uygarlığından bahsedilmiyor. Cumhuriyetle birlikte başlatılan Uygarlık projesi neydi, özellikleri nelerdi? Türkiye Cumhuriyetinin bu temel hedefi zaman içinde neden unutuldu, daha açık ifade edelim, neden unutturuldu?

Nitekim 10. Yıl nutku daha yakından incelendiğinde Atatürk’ün, Türk milletine bir hedef gösterdiği ve bu hedefin, geleceğin medeniyet ufkunda, Bir Güneş gibi doğacak yeni bir Uygarlık, Türk Uygarlığı olduğu anlaşılıyor.

Atatürk bununla yetinmiyor. Bu Uygarlığın nasıl olması gerektiğini ve nasıl  gelişebileceğini de çok açık biçimde anlatıyor.

Fakat şaşırtıcı olan şey, Atatürk’ün Türk milletine anlattığı bu önemli hedef adeta unutturulmuş durumda, hiç kimse Türkiyenin bu önemli "Uygarlık" hedefinden söz etmiyor. Bu konuda çaba harcamıyor. Bence çok ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Çünkü, bilerek ya da bilmeyerek, Türklere, Türklerin asıl amacı unutturulmuş durumda.

Nitekim, Atatürk ölünce, Türkler ve İnsanlık için bu çok önemli proje rafa kaldırılmış görünüyor. Ne İnönü  ne de ondan sonra gelen sağcı iktidarlar bu önemli projeden hiç söz etmiyor. Türkiye, yüzünü batıya çeviriyor.  ve  Türkiye, Atatürk'le başlayan Türk Uygarlık Projesi geliştirme düşüncesinden uzaklaşıyor. Şüphesiz ki bu uzaklaşmanın arkasında, küresel güçlerin olduğu artık biliniyor. Tıpkı Osmanlı’nın son dönemlerinde olduğu gibi, Türkler yeniden, batılı Emperyalist güçlerin güdümüne giriyor.

UYGARLIK PROJESİ  NASIL BAŞLADI

Atatürkün başlattığı "Türk Uygarlık Projesi" ne zaman başladı?

Aslında, Türkiye Uygarlık Projesi, bir anlamda, 19 mayıs 1919 da başladı diyebiliriz.

Bilindiği gibi, emperyal güçler, batı toplumlarını kullanarak, Osmanlı imparatorluğunu ve imparatorluğu yöneten Türkleri ortadan kaldırmak istiyorlar ve yüzyıllardır saldırıyorlar. En sonunda bu emellerini gerçekleştirdiler ve  sona kalan Anadoluyu da işgal etmeye başladılar.

İşte bu vahim durum karşısında Türkler her yerde emperyal güçlere direnmeye başladı. Bu direniş ve bu direnişin özelliği.  Anadolu’da yeni bir hareketin ve yeni bir uyanışın başlangıcı oldu.. Bu uyanış zamanla bir direniş olmaktan öteye gitti, “yeni bir uygarlık” arayışını da başlattı.

TÜRK UYGARLIK PROJESİNİN ÖZELLİKLERİ Atatürk, 10 Yıl nutkunda Turkiyenin Uygarlık Projesini ve özelliklerini çok güzel bir şekilde açıklıyor. "Az zamanda çok ve büyük işler yaptık". diyor, ve devam ediyor, "Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek "Türk kültürü" olan Türkiye Cumhuriyeti’dir."

Dikkat ederseniz burjuva, faşist yada başka tür sıradan bir cumhuriyetten bahsetmiyor. Türkiye Cumhuriyetin temellerinin, "Türk Kahramanlığına ve Türk Kültürüne" dayandığını, başka bir deyişle diğer Cumhuriyetlerden çok farklı olduğunu söylüyor. Nitekim bu temel farklılıklar, daha sonra Türkiye Cumhuriyetinin ana yapısını oluşturuyor; Emperyalizme karşı savaşacak “güçlü bir ordu” kuruluyor. Ve Batının Emperyalist kültürüne karşı "Türk Tarih Tezi'ni geliştiriliyor. (Gerçekten. Bugün, bu temel ilkelerden uzaklaştığımız, "Türk Tarih Tezi" yerine, batının yunan ideolojisine dayalı tezini benimsediğimiz için Cumhuriyet, Anti-emperyalist, bağımsız, Devrimci ve Türk kültürüne dayalı özelliklerini kaybetmiş, Batıyı taklit eden yabancı kültürlerin ve ideolojilerin tutsağı olmuştur).

Atatürk,"15 yılda yaptıklarımızla yetinemeyiz, daha çok ve büyük işler yapacağız" dedikten sonra Türkiye'nin Uygarlık hedefini açıklıyor. "Yurdumuzu dünyanın en bayındır ve en uygar memleketlerin seviyesine çıkaracağız."  ve devam ediyor  "Milletimizi en geniş rahatlık, araç ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkaracağız".

Atatürk bu ifadeleri, Türk milletine gösterdiği hedefler, Türkiye'nin, batıdan farklı ve batıdan daha ileri  Uygarlık hedefleri olduğunu açıkça  gösteriyor. Anladığımız kadarıyla, Atatürk’ten sonra Türkiyeyi yönetenler, bu  temel hedeften uzaklaşmışlar. Batıdan daha ileri bir Uygarlık hedefi yerine, Batıyı taklit eden bir süreci başlatmışlardır. Bu gelişme, Türkiyeyi kendi hedeflerinden uzaklaştırmış, Ülkede Batının kapitalist sömürü sistemleri hakim hale gelmiştir.

Atatürk, "Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız" dedikten sonra. "Uygarlık Yolunda" başarı elde etmenin, Türk Milletinin özellikleriyle mümkün olacağını anlatıyor "Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir, Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir," diyor ve başarının Türk milletinin özellikleriyle yakından ilgili olduğunu anlatıyor. Atatürk ayrıca Türk milletinin "birlik ve beraberlik" icinde güçlükleri yendiğini, bu nedenle başarılı olacağını söylüyor. Atatürk Türk milletinin Uygarlık hedeflerine, "Bilim" sayesinde ulaşacağını oldukça kendine özgü ilginç sözlerle anlatıyor "Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu yükselme ve uygarlık yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, pozitif ilimdir."

Ve diyorki: "Şunu da önemle belirtmeliyim ki, yüksek bir insan topluluğu olan Türk milletinin tarihi bir niteliği de, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, yaratılış zekasını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu devamlı olarak ve her türlü araç ve önlemlerle besleyerek geliştirmek millî idealimizdir." Bu ifadeler açıkça, Atatürk’ün Türk milletine ne kadar güvendiğini gösteriyor ve yüksek karakterini, yaratıcılığını, bilime bağlılığını, sanat sevgisini, milli birlik duygusunu geliştirmeyi, Ulusal bir hedef olarak gösteriyor.

Ve diyorki,

"Bugün, aynı inanç ve kesinlikle söylüyorum ki, millî ideale, tam bir bütünlükle (uygarlık yolunda,) yürümekte

olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün uygar dünya, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır."

Ve son olarak Türk Milletinin nihai hedefini açıklıyor: "Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar kabiliyeti, bundan sonraki gelişimi ile, geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir Güneş gibi doğacaktır." Atatürkün açıkladığı “Uygarlık hedefi”, Batıdan daha ileri, daha gelişmiş, "Yüksek düzeyde, Güneş kadar parlak, Güneş gibi dünyayı aydınlatan bir uygarlıktır." Atatürk gibi bizim de, asla şüphemiz yoktur ki, Türk Milleti, kendi halkına, kendi kültürüne dayalı, “Güneş Uygarlığı” hedefine yöneldiği ölçüde dünya uygarlıkları içinde seçkin yerini alacaktır.

Buradan Türk Halkına ve özellikle Atatürkçülere sesleniyorum, gelin bir ve birlik olalım, hep birlikte “Türkiye Uygarlık Projesine” sahip çıkalım, onu birlikte geliştirelim, Ülkemizi dünyanın en gelişmiş, en uygar ülkesi haline, birlikte getirelim.

 

14 Ağustos 2022 Pazar

Skandal Dayanışma


SKANDAL DAYANIŞMA



Aşkım Tan
(Araştırmacı-Yazar)

9-18 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilen 5. İslami Dayanışma Oyunları için Vikipedi’de, “2021 İslami Dayanışma Oyunları, İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkeler arasında düzenlenen çok sporlu organizasyonun beşincisi. Türkiye’nin Konya şehrinde düzenlenecektir.” ifadesine yer verilmiş.
2005 yılında Suudi Arabistan, 2010 yılında İran, 2013 yılında Endonezya ve 2017 yılında Azerbaycan’da gerçekleştirilen organizasyonun beşincisinde ise Türkiye’nin ev sahipliğinde şu ülkeler katılıyor:
AFRİKA’dan:
• Benin
• Burkina Faso
• Cibuti
• Çad
• Fildişi Sahili
• Gabon
• Gambiya
• Gine
• Gine-Bissau
• Kamerun
• Komorlar
• Mali
• Moritanya
• Mozambik
• Nijer
• Nijerya
• Senegal
• Sierra Leone
• Somali
• Sudan
• Togo
• Uganda

ASYA’dan:
• Afganistan
• Bahreyn
• Bangladeş
• Brunei Sultanlığı
• Endonezya
• Kazakistan
• Kırgızistan
• Maldivler
• Malezya
• Özbekistan
• Pakistan
• Tacikistan
• Türkmenistan

DOĞU AVRUPA ve KAFKASYA’dan:
• Arnavutluk
• Azerbaycan
• Türkiye

• GÜNEY AMERİKA’dan:
• Guyana
• Surinam

ORTADOĞU ve KUZEY AFRİKA’dan:
• Birleşik Arap Emirlikleri
• Cezayir
• Fas
• Filistin
• Irak
• İran
• Katar
• Kuveyt
• Libya
• Lübnan
• Mısır
• Suriye
• Suudi Arabistan
• Tunus
• Umman
• Ürdün
• Yemen

5. İslami Dayanışma Oyunları’na McDonald’s’ın “sponsor” olduğunu da eklemek isterim



“Ilımlı İslamcılarımızdan” ise “Amerikan ürünü McDonald’s’ın sponsor olduğu müsabakaların bulunduğu organizasyonun sadece adı İslami” ve “İslami Dayanışma Oyunları olması ve ortaya çıkan manzaranın büyük bir bölümünün ise gayr-i İslami” olduğu tarzındaki tepkilerinin dışında, bir de Sayın Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen Diyanet İşleri Başkanlığı’nda “imam-hatip” görevini yürütmekte olan Halil Konakçı’nın yaptığı eleştiri ise cabası!

İmam Konakçı, Twitter’daki hesabında “Konya’da yapılan dayanışma oyunları ya ‘İslami hassasiyetlere’ göre yapılsın ya da tanıtımından ‘İslam’ kelimesi çıkarılsın.” cümlesi ile tepkisini ortaya koydu.
İşin doğrusu, sportmenlik ya da sportif erdem, sporda kurallara uymaktan da öte rakibe saygı ve ona fizyolojik – psikolojik açıdan zarar vermemeye özen göstermek çerçevesinde yani “Fair-Play” kuralları ile oynandığı sürece oyunun adının da pek bir önemi yok.

Yapılması gereken rakibi bir düşman olarak değil, oyunun bir parçası olarak görmek ve yoğun mücadelede bile rakibin onuruna saygı duymaktır.
Oysa İslami Dayanışma(!) Oyunları’ndaki Türkiye Milli Voleybol Takımı ile Katarlılar arasında yaşananlar yukarıda yazdığım “adil oyun kurallarından” bir hayli uzak.
Türkiye Milli Voleybol Takımı ile karşı karşıya gelen Katar’dan Libero pozisyonunda oynayan Saad Sulaiman, 3. setin sonunda A Milli Takımı oyuncularıyla bir pozisyon hakkında tartıştı ve takım arkadaşlarının yanına doğru ilerlerken Türk sporculara “kafa kesme” hareketi yaptı.
Ne dayanışma ama!

İslami Dayanışma Oyunları’ndaki “dayanışma” sözcüğü “birleştirici” olmayı amaçlıyorsa, “hangi ‘birleştiricilik’ acaba?” diye de sormadan edemiyorum.
Kaldı ki “İslami” sözcüğünü kullanmak, “birleştirici” olmaktan çok “ihtilaf” getiren bir “ayrıştırıcılıktan” başka bir şey değildir.
Bu durumda Anayasa devlet eliyle alenen ihlal ediliyor ve laik bir devlet olduğumuz inkâr edilerek bir İslam ülkesi gibi lanse ediliyoruz.
Türkiye’nin laik bir Cumhuriyet olduğu gerçeğinin “yok” sayılarak İslam ülkesi olarak gösterilmeye çalışılması ve buna medya ile siyasilerin sessiz kalması, kabul edilir bir durum değildir.
Açılış töreninde sunucuların sporculara “siz İslam alemini temsil ediyorsunuz” minvalinde ifadelerde bulunması, bu ülkedeki Müslüman olmayanların “yok” sayılması anlamına gelmiyor mu?
Diğer yanda ise 200m Erkekler yarışındaki bir sporcunun istavroz çıkararak koşuya başlaması ve diğer bir yarışta ipi göğüsleyen kadın sporcunun da istavroz çıkarması tepkilere neden oldu.
Oysa İslami Oyunlar’a katılım şartında “oyuncunun dini inanışına” yönelik bir madde bulunmadığı gibi, İslam coğrafyasında yaşayan Müslüman olmayanların da katılabileceği ifade ediliyor.
Çelişkinin böylesi!
Bu kadarla da kalmadı…

Oyunlarda ilk olay, açılış töreninde yaşandı.
Konyaspor Stadı’nın zemini berbat hale gelmiş, Konyaspor bu zeminde Avrupa maçı oynamıştı.
Ligi bile olmayan küçük ülke Lihtenştayn’ın takımı Vaduz’a yenilerek elenmişti.
Konyaspor Stadı’nda yapılan açılış sonrası çimlerin yanmasının ardından atletizmdeki yarışların geçersiz sayılması ise skandalın belki de en büyüğü!
İslami Dayanışma Oyunları, “İslam’a yakışmayan(!)” yarışmacı kıyafetleri sebebiyle de büyük tepkilere neden olduğu gibi kadın sporcuların fotoğrafları basında mozaiklenerek paylaşıldı.
Sözün özü, İslami açıdan Türkçe Olimpiyatları neyse İslami Dayanışma Oyunları da odur.
AKP, Gülen Cemaati’ni eleştirirken onların hatasına düştüğünün farkında mıdır dersiniz?

Kaynak: https://www.guncelkadin.com.tr/askim-tan-skandal-dayanisma/


3 Temmuz 2022 Pazar

İlk Kadınlarımız

Aşkım Tan: Kadın– 12

AŞKIM  TAN
Gazeteci-Araştırmacı-Yazar
Aşkım Tan-Gazeteci-Araştırmacı-Yazar

 Değerli okurlar, bir süre ara vermiş olduğum “İlk Kadınlarımız” yazı dizisine kaldığım yerden devam ediyor ve bu bölümde Türkiye’nin “ilk terzi okulu” olan “Türk Kadınları Biçki Yurdu”nu kuran Behire Hakkı Hanım’ı sizlere tanıtarak devam ederek, keyifle okumanızı diliyorum.

 İlk “Biçki Yurdu” Terzihanesinin Kurucusu: Behire Hakkı Hanım

 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanı ile Osmanlı İmparatorluğu’nda özellikle eğitim alanında önemli değişiklikler ortaya çıkmış ve kız öğrencilerin öğrenim gördükleri bazı okullar açılmıştır.

Osmanlı dönemindeki kadınlar her zaman güzel giyinerek modayı takip ederlerken, orta sınıfa mensup kadınlar, tercihlerini hazır giyimden yana kullanırlardı.
Üst gelir düzeyine sahip kadınlar ise elbiselerini gayrimüslim terzilere diktirirlerdi.

  1. Abdülhamid döneminde Ermeni ve Rum cemiyetlerinin kadınlar için açtıkları sanat okulları, sadece gayrimüslim hanımların terzilik sanatında ilerlemelerini sağlamıştır.
    Müslüman kadınlar ise “Hanımlara Mahsus Gazete”nin yayınladığı dikiş teknikleri ve hazır kalıplardan faydalanarak dikiş tekniklerini öğrenmişlerdir.

İlk kadın” terzimizin hikayesine gelince…

Asliye mahkemesi sorgu hâkimlerinden Mahmud Cemal Bey‘in kızı olan Behire’nin eğitimine önem verilmiş, kadınlara örgün eğitimin verilmediği bir dönemde evde özel dersler alarak büyütülmüştür.
İstanbul‘da “ilk modern eğitim” üzere mektebi açan Selanikli Abdi Kemal Bey‘in öğrencisi olarak yetişmesinin, ileride atacağı adımlar üzerinde çok etkisi olmuştur.

Küçük Behire, henüz 11 yaşındayken diktiği ilk elbise ile dikiş-nakışa olan ilgi ve yeteneğini göstermiş ve Resimli Ay dergisinde yayımlanan röportajında ilk elbiseyi nasıl diktiğini şöyle anlatmıştır:

Daha on bir yaşında bir çocuktum. Bir gün annem dışarı çıkmış, evde yalnız kalmıştım. Sokaktan basmacının geçtiğini duydum. Çocukların oyuncaklarına duyduğu ittiham gibi benim de bu basma toplarına karşı mukavemetsiz bir temayülüm vardı. Basmacıyı çağırdım, annemden gizli bir elbiselik kestirdim. İçeri girdim. Büyük bir heyecan ile kumaşı kestim, diktim. Annem gelmeden evvel bitirmek, gelince kendisine bir sürpriz yapmak istiyordum. Fakat kumaşı bozmak korkusu bende bir heyecan uyandırıyor, ‘acaba becerecek miyim’ diye kendimde büyük bir sabırsızlıkla bekliyordum. Elbiseyi diktim, üzerime giydim. Aynada baktığım zaman kendimde inanamıyordum. Annem gördüğü zaman memnun oldu. Ondan gördüğüm teşvik ile cesaretim arttı. Bundan sonra yavaş yavaş kesmeye, dikmeye alıştım.
(“Hayatta Muvaffak Olmuş Türk Kadınları” Resimli Ay, s.27)

Behire’nin bu yeteneği karşısında, annesi dikişe dair bütün bildiklerini anlatmaya ve öğretmeye başlamıştır.
Bu bilgiler ışığında nice bluzlar, eteklikler, tayyörler ve yeldirmeler diken Behireİsmail Hakkı Bey ile yapacağı evliliğinin gelinliğinin dikimini de kimselere bırakmaz.

Behire’nin bu yeteneği o dönemde ne yazık ki takdir görmez, zira o dönemde sadece yabancı terzihaneler ve ısmarlama elbiseler modadır.
Pahalı kıyafetler giyen kadınlar için kendi kıyafetini dikmek bir küçüklük ve fakirlik göstergesidir.
Öyle ki Behire’ye acıyarak bakanlar, “diktiğini söyleme, falanca terzihaneden aldım de” şeklinde öneride bulunurlar. Ancak Behire’ye göre, yeteneklerini kullanmak yerine ısmarlama elbisesiyle gurur duyan bu kadınlar acınacak durumdadır.

Çünkü kadınların, büyük paralar harcayarak kıyafetlerini yabancı terzilere diktirmek istemeleri, beğenilerin ve zevklerin bu şekilde dayatılması maddi ve manevi anlamda tahakküm yaratıyordu.
Behire Hakkı’nın İttihat ve Terakki Cemiyeti‘nin meclis heyeti üyelerinden İsmail Hakkı Bey‘in eşi olması Biçki Yurdu’nun kuruluşunda milliyetçilik düşüncesinin ön plana çıkmasında etkiliydi.

1913 sonrasında kurulan tüm dernek ve cemiyetlerde olduğu gibi, sivil toplum örgütlerinin siyasî iktidarla ortak hareket etmesi ve birbirlerini desteklenmesi Biçki Yurdu için de geçerliydi.

1912 yıllında başlayan Balkan Savaşlarıyla birlikte bürokrat ailelere mensup İstanbullu hanımlar arasında muhtaç durumdaki kadınların şartlarını iyileştirmek adına çeşitli hizmetlerde bulunmak yaygınlaştı.

Vatan hizmeti olarak kabul edilen bu çabalar, dönemin fikir hareketi olan milliyetçilik düşüncesinden besleniyordu.

 Kadınlar, süren savaşların ağırlığı altında günden güne daha çok ezilmekte ve onların bu sessiz çığlıklarını duyan Behire Hakkı, “memleketim için ne yapabilirim?” diye düşünmeye başlar.
Böylelikle başkalarına muhtaç olmayı esaret kabul ettiği hemcinslerini en iyi bildiği dikiş konusunda meslek sahibi yapmaya karar verir.

Osmanlı Türk Hanımları Esirgeme Derneği‘nden ayrılan Behire Hakkı, o dönemde “Dersaadet” olarak telaffuz edilen eski İstanbul’da, 26 Temmuz 1913 tarihinde
Çiftesaraylar Caddesi, Numero 21’de, Biçki Yurdu Terzihanesi”ni açarak, gazetelere “kadınlara terzilik mesleğini öğreteceğinin” ilanını verir.

Yurdun kurucusu ve müdürü olan Behire Hakkı Hanım, benzer düşünceler etrafında eşi İsmail Hakkı Bey‘den destek almıştır.

Alınacak öğrencilerin özellikle fakir kesimden olmasına dikkat eder ve bu girişimiyle kadınları fakirlikten kurtaracak, onlara alın teriyle ekmeğini kazandıracaktır.

İlk aşamada yurda 25 öğrenci başvurur, daha sonra sayı 51’e çıkar, 1917’ye gelindiğinde öğrenci sayısı 366 olmuştur.

Biçki Yurdu Terzihanesi’nde artık yavuklusunueşinibabasını cepheye gönderen kadınlar, dikiş makinelerinden yükselen “tıkır tıkır” sesler eşliğinde onlara mintan dikmeye başlamışlardı.
İlk mezuniyet töreninde öğrenciler40 dakika içerisinde bir korsaj, bir etek ve bir manto dikerek hünerlerini sergilerler.
Bu törene Maarif ve Ziraat Nazırları (bakanları)’nın katılması Biçki Yurdu’na verilen önemi gösterir.
Başarılarıyla devlet erkânının dikkatini çeken Behire Hakkı, “Maarif ve Sanayi nişanına” da layık görülür ve “milli müessese” haline gelir.

Behire Hakkı’nın öğrencileriaskerlerin üşümemeleri için 55 bin 155 adet pamuklu mintan diker ve bu mintanları Müdafaa-i Milliye Cemiyeti aracılığıyla cepheye gönderir.
Cemiyet mensupları, Biçki Yurdu’nun her ferdi için madalya hazırlar.
Madalyaların bedelinin 4 bin 500 kuruş olduğunu öğrenen hanımlar, kendi aralarında topladıkları aynı miktardaki parayı cemiyete yardım olarak gönderir ve açtıkları sergide satılan ürünlerin gelirini de cemiyete bağışlarlar.
Biçki Yurdu talebelerinin hayır işleri bununla sınırlı kalmaz. Çanakkale Savaşı’nda yaralanıp İstanbul’a tedavi için gelen askerleri, ziyaret ederler, topladıkları yardımları ulaştırırlar, onları rahat ettirmek için gerekli eşyaları temin ederler.
Ayrıca yardım faaliyetlerinde diktikleri ürünleri satarak elde ettikleri gelirleri, şehit çocukları için kullanılmak üzere yardımda bulunmuşlardır.

“İĞNE TUTAN ELLER AZİZDİR”

Biçki Yurdu’nun cefakâr kadınlarımilli şair Mehmet Emin Yurdakul’a ilham olur ve şair, “iğne tutan ellerin kılıç tutan eller kadar aziz” olduğunu vurgular:

Ey iğnem dik! Askere,

Giyecekler yetiştir.

Sınırdaki erlere

Hizmet aziz bir iştir.

Ey iğnem dik! Elimde teğellenen şu gömlek,

Bir kahraman genç Türk’ün vücudunu örtecek.”

Vatanın bağımsızlığı uğruna cephede mücadele eden erkekleri, cephe gerisinde yavukluanne olarak bekleyen Türk kadınlarının misyonu değişmiş, şair Mehmet Emin Yurdakul’un deyimiyle, “kılıçların yanında artık iğneler de parlamaktadır”.

Ancak savaşın acımasız yüzünden Biçki Yurdu da nasibini alır ve öğrenci sayısı 14’e kadar düşer.
Bu uğurda varını yoğunu ortaya koyan Behire Hakkı, yurdun kirasını ödeyemeyecek hale gelir.
Yurdu ayakta tutabilmek için öğrencilerinden cüzi de olsa bir ücret almaya mecbur kalır ve çok geçmeden durumu toparlamayı başarırlar.

Biçki Yurdu Terzihanesi, 1913 yılı nizamnamesinde “fenni bir makastar mektebi” yani bilimsel metotla eğitim veren bir ilkokul olarak kendini nitelemiştir.
1913‘te ibtidai mektep olarak kurulduğu 1915 Mekatib-i Hususiye Talimatnamesi çerçevesinde özel okul statüsünde kabul edildiği 1922 nizamnamesinde yer almaktaydı.

Maarif Nezareti‘ne bağlı olmasına karşın, Biçki Yurdu‘na

memur ya da öğretmen atanmamış olması, kurumun kendi masraflarını karşılayabilmek için ücretli hale getirilmesine neden oldu.

Bu kurs 1913’ten 1923 yılına kadar 1380 müslüman kadın terzi yetiştirmiştir.

Behire Hakkı’nın öncülüğünde profesyonel terzilik mesleğine adım atan müslüman kadınlar, artık bireysel terzilik yapıyor ve kendi paralarını kazanarak ailelerine katkıda bulunuyorlardı.
1928 yılına gelindiğinde ise Biçki Yurdu’nun mezun sayısı 1794’e yükselmiştir.
İstanbul’da Bayezit (Beyazıt), BeşiktaşFatihÜsküdar’ın ardından AnkaraİzmirGaziantepKonya ve Kilis’te de Biçki Yurdu açılır.
Mezunların birçoğu kendi atölyesini açar, bir kısmı evinden çalışarak geçimini sağlar.

Dönemin entelektüellerinden İffet Hanım’ın Seyyâle Dergisi için kaleme aldığı “Beşiği Sallayan Eller Yükselecek” makalesinde yazdığı gibi, “milletin geleceği kadınların eğitimine bağlıdır” ve Behire Hakkı’lar sayesinde “beşiği sallayan eller yükselmiştir”.

Behire Hakkı Hanım, belirtilen müfredat programlarını ve metotları öğrencilerine sistemli bir şekilde öğretebilmek için ders kitabı mahiyetinde dört adet yayın hazırlamıştır.

130 öğrenciye yardımcı olabilmek için hazırlanan bu kitapların ilk üçü biçki ve dikişin teknik kurallara göre anlatıldığı birbirini takip eden seri halindedir.

Biçki Nazariyat ve Kavâidi” adlıyla üç cilt olarak hazırlanan ve Türk Kadınları Biçki Yurdu külliyatından birinciikinci ve üçüncü kitap olarak yayınlanan kitaplar şunlardır:

  • Biçki Nazariyat ve Kavâidinin Tedrisat-ı Aliye Kısmı
  • Biçki Nazariyat ve Kavâidinin Tedrisat-ı İbtidaiye Kısmı
  • Biçki Nazariyat ve Kavâidinin Tedrisat-ı Taliye Kısmı

Biçki dikiş ile ilgili tüm teknik bilgiyi, dikiş terimleriniörnek modelleri ve çizimleri içeren bu kitapların hazırlanmasının temel sebebi, Avrupa‘da ve özelikle Paris‘te terzilik sanatı üzerine pek çok yayın olmasına karşın Osmanlı‘da bu tür eserlerin bulunmayışıdır.

Külliyatın 4. kitabı Türk Kadınları Biçki Yurdu Müzesi adıyla

1915‘te çıkarılan biçkidikişel ve ev işlerine dair pratik ve güncel bilgilerin yer aldığı risaledir.
Başlangıçta aylık olarak daha sonradan 15 günde bir çıkarılarak, her biri on ikişer cüzden beş büyük ciltten oluşacak şekilde bir kadın işleri ansiklopedisi olması planlanmıştır.

1936‘lara kadar faaliyetlerine devam eden Türk Kadınları Biçki

YurduOsmanlı‘daki pek çok kurumun Cumhuriyet‘e devredildiği ve arada bir kopukluk değil sürekliliğin olduğunu gösteren bir örnektir.…devam edecek

Kaynak :https://www.guncelkadin.com.tr/askim-tan-kadin-12/